İnsanın konuşabilen sosyal bir varlık olarak yaratılması, kendisini tanımaya başlaması ve ardından da toplu yaşamaya geçmesi ile birlikte her toplumda güçlülerin oluşturduğu sömürü, zorbalık ve zulmün ardından Yaratan yüce Rabbimiz, bozulan dengeyi ve huzuru tesis etmek, kaosu yok etmek, insanlar arasında adaleti, barışı, huzuru, ahlâkı sağlamak ve Kendi Rabliğini tanıtmak üzere elçiler göndermeye ve insanları doğru yola davet ettirmeye başlamıştır. Fakat buna rağmen kendilerini ilâh yerine koyan her toplumun güçlüleri, muktedirleri kurdukları sömürü düzenini koruyabilmek için Allah'ın davetine karşı durmuş, Peygamberlerini ve kitaplarını inkâr etmiştir. Böylece tarih boyunca sürecek olan Allah ile sahte ilâhların, Tevhit ve Şirk dinleri arasındaki savaş da başlamıştır. Her şeyi programlayıp çekip çeviren Yüce Rabbimiz Allah, yarattığı kullarına fıtri olarak akıl, zekâ ve seçme özgürlüğü için de irade vermiştir. Ama insan, tarih boyunca peygamberler aracılığı ile indirilen Allah'ın vahyinden, tertemiz, katkısız olan Tevhit’den / Allah'ı birlemekten, Hakktan / gerçekten hoşlanmamış, işine gelmemiş, razı olmamış, ille de fıtratında var olan diğer beşeri zaaflarının, hırsının, aç gözlülüğünün, kibrinin, nefsinin peşine düşerek, kendisinin iktidar savaşını başlatmıştır. Bu savaşın bir tarafında insanın kendisi, egoları, diğer tarafında da bütün Kâinatın, yerin göğün ve arasındakilerin sahibi, hakimi olan Yüce Rabbimiz vardır. Tabiidir ki sonuç baştan bellidir, mutlak olarak zafer, Yaratan ve Alemlerin Rabbi olan Allah’ın olacaktır. Ama dünyadaki basit ve geçici hayatın zenginliklerine, güzelliklerine, süsüne, nimetlerine aşırı derecede bağlanan ve aldanan insanoğlu genellikle nefsinin, egosunun esiridir, sonunda Rabbinin huzuruna döndürüleceğinin de farkında değildir. Ya da ölümden sonraki hayata, Allah'a ve mahşer günündeki sorgulamasına hiç inanmamaktadır.
Buna rağmen insanın sahiplenme, gücü ve zenginliği elinde tutma savaşı ve tutkusu, tarih boyunca hiç eksik olmamış, Mısır'ın mitolojik dinlerinde Osiris, eski Çin'de Çang - Ti'nin soyu, Hint dinlerinde İndra, Sümerlerde Marduk, İran'daki Mecusilikte değişik isimlerde birbiri ile savaşan iyilik ve kötülük tanrıları, Yahudilikte Yehova, eski Yunan'ın mitolojik Olimpos tanrıları, orta Asya Türklerinde Kurt, Arap yarımadasında Al - İlâh'ın kızları denilen Melekler gibi her toplumun güçlüsü, muktediri, önde geleni, koruyup kollayan, gözeten, her şeye sahip ilâh yerine konmuş, bunun üzerine de güçlülerin sürekli bir ilâh olma, yandaşlarının da ortak koşma anlayışı egemen olmuş, Allah’ın yarattığı bütün canlı ve cansız varlıklar, doğa güçleri, güçlü, muktedir insanlar, Allah’a ortak yapma sırasına sokulmuştur.
İlâh, sözlük anlamı “ örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk etmek " demektir. Bu sözcük genelde “ İbadet edilen, tapınılan, ululanan, yüceltilen “ nesnelerin adı olarak kullanılmaktadır. Bu sözcüğe “ ihtiyaçları gideren, işlenen amellerin karşılığını veren, sükûnet bahşeden, huzur, rahatlık veren, yücelik, hükmü altına alıp kötülüklerden koruyan “ anlamlar da yüklenmektedir. İlâh adlandırmasının kökeni İbranicede “ eloah “ sözcüğüne dayanmaktadır ve en kudretli tanrıya verilen addır. İlk İslam tarihçisi Taberi’nin naklinde de “ elehe “ sözcüğü mabut, tapılacak ilâh anlamına gelmektedir. Razi’de sevilen mabut, bazı alimlere göre de sevgi anlamına gelmektedir. Ama bu sözcük sonradan yuvarlanarak Arapçaya ilâh şeklinde geçmiştir. Peygamberimizin zamanındaki Mekke Müşrikleri de Sin ya da Hubel olarak adlandırdıkları en kuvvetli ve büyük olan Ay tanrılarını ifadeye güç katan “ al “ ekiyle birlikte “ al – ilâh “ olarak isimlendirerek tapmaktaydılar.
Kur’anın İslam’ının saf Tevhit akidesi, tapılacak, ibadet edilecek ve yüceltilecek olanın, Kâinatı ve içindeki enerjiyi, bütün maddeyi, eşyayı canlı ve cansız varlıkları yaratanın, yoktan var edenin sadece Allah olduğunu kabul eder. Bundan dolayı Kur’anın Allah kavramı ile diğer dinlerdeki ilâh kavramı arasında anlam, kavram, oluşturma, hükmetme ve işlev bakımından tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklılıklar bulunmaktadır. Diğer dinlerdeki ilâhlar, bu inançtaki insanların korkularının, ihtiyaçlarının ürünü olup, insanların ihtiyaçlarına göre ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Hüküm koyma özellikleri olmayan ve insanların korkularının, ihtiyaçlarının ortadan kalkması halinde fonksiyonlarını kaybedecek olan bu ilâhlar, insanlarla birlikte var olup, insanlarla birlikte yok olurlar. Ve tarih boyunca birçok kavmin yok olmasıyla da böyle olduğu görülmüştür. Ama Kur'andaki Allah, Hadid Sûresinin 3. ayetinde, “ O, el Evvel / ilktir, el Ahir / sondur, Vezzahiru / açıktadır, Velbatinu / içtedir ve O Alimdir / her şeyi en iyi bilendir. “ denilerek evvelin, sonun, herşeyin sahibi ve yaratıcısıdır. Kur’anın İslam’ında kişi ilâhını kendi ihtiyaçları doğrultusunda edinemez. Çünkü İslam, ibadet edilecek İlâh’ın tek, mutlak varlık ve yaratıcı, tek hüküm koyucu olduğu esası üzerine oturtulmuştur. Bu nedenle yaratmanın sahibi Allah katında tek bir din olan İslam, akıl ve irade ile yaratılmasından bu yana bütün insanları işte bu İlâha, yani Kur'andaki Allah’a iman ve ibadet etmeye çağırmaktadır. Kur’anın İslam’ındaki İlâh olan Allah, mutlak yaratıcı olduğundan her şeyden önce de vardır. Varlığı zatı ile kaimdir. Varlığını ayakta tutmak için Kendisinden başka hiçbir desteğe, güce ihtiyacı yoktur ve ebedi olduğu için insanla ve toplumlarla birlikte yok olmaz. ( Allah ile ilgili daha geniş bilgileri sitemizdeki " Allah'ı Kur'an İle Tanıyalım " başlıklı makalemizde bulabilirsiniz )
Tarihte birçok toplum Allah'ın gönderdiği peygamberlere ve onlara indirilen kitaplara itiraz etmiş, inanmamak için direnç göstermiş, Allah’tan başka ilâhlar edinmiş, onlara tapınmışlardır. Kur’an bu toplumları bize Meryem Sûresinin 81. ayetinde “ Ve onlar, kendileri için bir güç, şan şeref olsun diye Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler. “ Hud Sûresinin 101. ayetinde “ Ve onlara Biz haksızlık etmedik., fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış / kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah’ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar. ” Nahl Sûresinin 20 – 22. ayetlerinde de “ Ve onların Allah’ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık Ahirete inanmayan şu kimseler ; Onların kalpleri tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük olduğuna inanan kimselerdir. ” Denilerek eski çağlarda ve cahiliye dönemlerinde Allah’ın vahyinden haberleri olmayan veya inkâr eden insanların durumları ve yaptıkları yanlışlıklar çok ayrıntılı ve etkili ifadelerle anlatılmaktadır. Bunun sonucunda da onların durumları ise Ahkaf Sûresinin 27 – 28. ayetlerinde “ Kesinlikle Biz kendi komşularınız olan memleketleri helâk ettik. / Değişime yıkıma uğrattık. Ayetleri onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi ? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu onların yalanlarıdır / Uydurmakta oldukları şeydir. “ ifadeleriyle çok çarpıcı bir şekilde açıklanmaktadır.
Kendi yaratılışında ve çevrelerindeki oluşturulmuş mucizelerin ve ilâhi gücün farkına varamayan insanoğlu, çoğunlukla Tevhide ve sadece Allah’ın koruması altına girmeyi reddetmiş, öldükten sonra tekrar dirilmeye, Ahirete ve hesap gününe inanmamış, ayetlerin ve uyarıların inkârı ile küfre girmiş, aracı putlarla ortak koşarak şirk yolunu tercih etmiştir. Oysa dinimizin yegâne kaynağı Kur'anda Beyyine Sûresinin 1 - 5. ayetlerinde 1 - 3 " Kitap Ehlinden ve ortak koşanlardan küfretmiş / Allah'ın ilâhlığını, Rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, kendilerine hüküm / açık delil / içinde tertemiz, sapasağlam yazgılar bulunan, tertemiz sayfaları okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi gelinceye kadar serbest bırakılmadılar, gözden çıkarılmadılar. 4 : Ve o Kitap verilen kişiler, ancak kendilerine açık kanıt geldikten sonra ayrılığa düştüler. 5 : Oysa ki onlara sadece dini Allah için arındıran kişiler halinde Allah'a kulluk etmeleri, salatı ikame etmeleri, zekâtı vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru, eksiksiz, aşınmaz dindir. " Denilmekte, Mümin Sûresinin 57. ayetinde de " Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. " ifadeleriyle belirtildiği gibi halbuki aklını kullanan ve sorgulayan bir insan için, ilâhi vahye kulak vermese bile çevresinde ve gökyüzünde yaratılmış olanların hakikate işaret eden mucizelerle donatılmış olduğu belirtilmekte, ana hatlarıyla Allah katındaki dinin yapısına, Allah'ın büyüklüğüne işaret edilmektedir. Buna rağmen insanların çoğu, göklerin ve yerin yaratılmasının, insanın yeniden yaratılmasından daha büyük mucizeler taşıdığını idrak edememekte, bizzat görmedikleri Allah'ın büyüklüğünü algılayamamakta, Ahirete inanmak istememektedirler. Furkan Sûresinin 43. ayetinde " Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü / hiç düşündün mü ? 44 : " Yoksa sen onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun. Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar. " denilerek çok ciddi bir uyarı yapıldığı halde, işte Allah’ın insana bahşettiği akıl nimetinin, akıl yolunun kullanılmayışı, Allah’ın Tevhit ( La ilâhe illallah ) Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur deme ve şuuruna sahip olma yolunun seçilememesi, hidayetten yoksun kalınması ve dalalet ile şirk batağına bulaşmasının sebebi olmaktadır.
Ayetlerde belirtildiği gibi insanların çoğunun nankörlüklerine ve hayvanlıklarına rağmen Leyl Sûresinin 12. ayetinde " Doğruya ve güzele yol göstermek sadece Bizim üzerimizedir. " Enam Sûresinin 12. ayetinde " De ki : “ Göklerde ve yerde olanlar kim içindir ? “ De ki : “ Allah içindir. “ Allah, rahmeti kendi zatı üzerine yazmıştır. " ifadelerinde görüldüğü gibi Yüce Rabbimiz Allah, Rahman ve Rahim olması ve Rabliğinin gereği de rahmeti Kendi üzerine farz kılmasından dolayı, Adem Peygamberle başlayarak, insanlara tarih boyunca değişik zamanlarda ve değişik bölgelerde ardı ardına gönderdiği Peygamberlerle, sabırla Tevhit'e ( Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur ) demenin bilincine ve hiç bir şekilde ve hiç bir kimseyi, Allah'ın yanında veya O'nun yerine ilâh yaparak Allah'a ortak koşmama davetini sürdürmüştür. Fakat hepsi de birer beşer, insan olan ve doğa üstü güçleri olmadığı için toplumlara gönderilen bütün peygamberler ve Tevhit inancı reddedilmiş, inanılmamış, büyük dirençler gösterilmiştir. Aksine tarih boyunca Rabbimizin indirdiği Kitaplar, emirler, uyarılar dışında başka kaynaklar aranmış ve Allah’tan başka, Allah’ın yarattıklarından ( astlarından ) gökyüzünden, yeryüzündeki doğa güçlerinden, taştan, tahtadan yaptıkları putlardan, büyük ve güçlü saydıkları kişilerden, yol gösteren yardım eden ve koruyan yakınlar Veliler, önderler edinilmiştir. Böylece de insanlar arasında yönetenler ve yönetilenler olmak üzere sınıfsal farklılıklar oluşturulmaya başlanmıştır.
Kitabımız Kur’anda ( min dinillahi ) şeklinde ifadenin yer aldığı ayetlerde, aslında Allah’ın yarattıklarının hepsine “ seviyesi düşük “ anlamına gelmek üzere Allah’ın Astları denir. Her dönemde, her peygamberle Yüce Rabbimiz, insanın sahip olduğu olumsuz özelliklerini, kendisini ateşe götürecek davranışlarını ortadan kaldırıp, onun adil, vefakâr, cömert, erdemli, iffetli, paylaşımcı, barışsever, sevgi dolu biri olup, dalaletten, şirkten / ortak koşmaktan kurtularak, Tevhit ve hidayet yolunda olmasını sağlamak için ona kulluk ( ibadet ) görevlerini vermiştir. İbadet : Kulluk etme, ( Kölelik etme ) : Kulun sahibine ( Kendisini yaratan Allah’a ) yaratan Rabbi tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi, Allah'ın koyduğu kurallara ve belirlediği insanlık yaşamının düzenine uymasıdır. Ancak ülkemizde Ulema denilen bazı kişilerce saptırılmış olan din anlayışıyla Türkçe’de ibadet denildiğinde, köleliğin, Allah’a teslimiyetin bütün amelleri değil, İslam’ın beş şartı denilen, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi Emevi belirlemesi fiiller akla gelmektedir. Kur’anda Allah’ın Kendisine nasıl kulluk edilmesi gerektiğini belirlediği 6234 ayetin tamamı İslam’ın şartı iken, İslam’ın şartı 5 tir demek, küfürdür, şirktir. Allah'ın diğer ayetlerini görmemezlikten gelmektir. İnsanların bütün yaşamında, insanlık adına üretilen her iş, her güzel davranış, Allah’ın Kur’an ayetleri ile yapın veya yapmayın dediği her şey ibadettir.
NİSA 172 : Mesih ve yakınlaştırılmış melekler / İsa ve İsa’ya yardım ettiğine inandıkları doğa güçleri, Allah’ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler. Ve kim O’na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini yakında Kendisine toplar.
Ayetin orijinalinde aslında Allah'ın İsa'ya büyük lütuflarda bulunduğu, buna rağmen İsa'nın şımarıp kulluktan, Allah'a ibadet etmekten kaçınmadığı beyan edilmekle beraber, İsa nezdinde ehli kitap olan Hristiyanlar için bir ültümatomla gerçek inanca davet edilip Ahirette düşecekleri perişanlık bildirilerek uyarılmaktadır. Ayette Allah’a “ abd “ olmak ile O’na “ ibadet etmek " aynı anlamda kullanılmıştır. İbadet sözcüğü, Arapçada “ abede “ fiilinin mastarıdır. Kölelik anlamına gelir. Köle, köle olmak, kölelik, gibi kavramlar “ abd “ kökünden türemiştir. Bu kavramlar, İslam’ın ne olduğunu ve ne olmadığını anlatan anahtar kavramlardır. Her şey için Allah’a muhtaç olan insan ile, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin yaratıcısı ve sahibi, sonsuz güç ve kudreti olan Allah arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği, Kur’anda bu kökten gelen kelimelerle anlatılmaktadır. Eğer şart öne sürülecekse Kur’anın ve İslam’ın tek şartı vardır, o da Allah’a teslim olmaktır. Bu da yalnızca Allah’a köle olmak, O’na Kur'an ayetleriyle yönelmek ve kimseyi, hiç bir şeyi aracı yapmamak ve ortak koşmamakla olur.
İnsanın isteyerek, inanarak Allah’a kul ( köle ) olmasıyla, insanın insana olan köleliği birbirine karıştırılmamalıdır. Köle olunmaya layık olan, sadece sonsuz yüce olan Allah’tır. İnsanların uygulama ve anlayışlarına göre ise köle ; Kendi iradesi olmayan, efendisi ne derse, ne isterse onu karşılıksız olarak yapmakla yükümlü olan, koşulsuz ve mutlak olarak itaat eden, efendisini memnun etmeye çalışan kimsedir. Kul ; sözcüğü eski Türkçe’den gelen bir sözcüktür. Esir, köle anlamındadır. Türkçede genellikle “ Allah’ın kulu “ denilerek, dini ya da inancı ne olursa olsun yaratılmış insanlar ve Allah'ın hükmüne uyan bütün doğa güçleri, canlı ve cansız varlıklar anlamlarında kullanılmaktadır. Peygamber, Padişah, Sultan, Halife, Veli, İmam, Şeyh, Mürşit herkes Allah katında kuldur. Hiç kimse Allah katında kulluğun üstüne çıkamaz. İnsanlar Allah’tan başkasına kul olamaz. Hiç kimseyi Efendi ( Rabb ) yerine koyamaz. Zariyat Sûresinin 56 - 57. ayetlerinde de, " Ben ins ve cinni / Bildiğiniz ve bilmediğiniz gelmiş geçmiş herkesi yalnızca bana kulluk etsinler diye oluşturdum. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Ben onların Bana yedirmelerini de istemiyorum. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Rabbimiz, kullarına kendi nezdindeki konumlarını bildirmektedir. Bu nedenle zaten ve bilhassa Allah'ın rızıklandırdığı ve doyurduğu insanların hadlerini aşarak ilâhlık ve rabblik taslamaya kalkmamaları, kesinlikle Yaratandan başkasına boyun eğip kul olmamaları uyarısında bulunmaktadır. İnsanların yapacağı bu kulluk görevine Allah'ın ihtiyacı yoktur. İnsanın yapacağı kulluk, kendi iyiliğine, mutluluğuna yöneliktir. Hedef, insanların toplu yaşamındaki iyiliği, huzuru, mutluluğu hakkı, hukuku, adaleti sağlayacak insanlık erdemine kavuşturmaktır. Bu nedenle de eğer yapılacaksa ancak Allah, sadece kendisine kulluk edilmesini ister. Hükmüne kimseyi ortak etmez.
KEHF 26 : De ki : “ Allah mağarada ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. “ Göklerin ve yerin gaybi yalnızca O’nun içindir. O ne güzel görür, O ne güzel işitir. Onlar için O’nun astlarından bir veli / dost, yardım edip, koruyup kollayanı yoktur. Allah Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.
BAKARA 107 : Göklerin ve yerin egemenliğinin şüphesiz yalnız Allah’a ait olduğunu ve sizin için Allah’ın astlarından bir veli / yakın ve bir yardımcı olmadığını bilmedin mi ?
BAKARA 22 : Yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.
Yakınlık kurulacak, güvenilecek, ayetlerine yönelerek izinden gidilecek olan, sadece Yüce Rabbimiz Allah’tır. Allah’ın taşıdığı sıfatlara O’ndan başka hiçbir varlık sahip olamaz. Bunun aksine Allah’ın taşıdığı sıfatları insanların Güneşe, Aya, yıldızlara veya büyük kişilerin taştan yapılmış putlarına veya dini liderlere, hatta Peygamberlere atfedilerek onlardan yardım istenmesi, yakarılması, tapınılması ortak koşmaktır, şirktir. Kur'anda pek çok ayette, örneğin Araf Sûresinin 3. ayetinde " Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp başka dostlara / koruyacak, yardım edecek velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. " ifadeleriyle bu konuda çok da şiddetli uyarıların bulunmasına rağmen, Peygamberimizin vefatından sonra, bugün Müslümanlar da akıllarını kullanmayarak, Kur'an ayetlerindeki uyarıları gözardı ederek tıpkı müşriklerin " Bizi Allah'a yakınlaştıracaklar " diyerek yaptıkları gibi, birtakım kendisine Gavs Hazretleri, Kutup, Kutbul Aktab, Mürşit, Evliya, İmam, Şeyh denilen kişilere uymak, onların peşinden gitmek, Allah’ın yanında onları da yüceltmek, Cennete kavuşturacak kişiler olarak, hatta şefaat ya resulullah diyerek Peygamber de dahil sevgisini dahi abartarak onlardan yardım istemek suretiyle Allah’a ortak koşar hale gelmişlerdir.
ŞİRK : Mülk ve hükümde, saltanatta ortaklık demektir. Allah’ın yetki ve imtiyazlarından, Zati ve Subuti sıfatlarından, en güzel isimlerinde yer alan tasarruflarından birini ya da birkaçının Allah’tan başka Peygamber, Padişah, Sultan, Veli, Evliya, Gavs, Kutub, Mürşit, Hoca, İmam, Üstat, Şıh, Seyyit gibi yeryüzünde Allah'ın gölgesi olarak kabul edilen somut kişilere ya da soyut herhangi bir varlığa yakıştırılması, verilmesi veya uyarlanmasıdır. Bu eylemde ve inançta olanlara da Kur'anda müşrik denilmektedir.
* Kelam ilmi ile meşgul olanlara göre şirk, Yaratılmış olanlara, Kadir i Mutlak olan Allah’ın sıfatlarından gaybi bilme, yaratma, alemde tasarruf etme, günahlardan arındırma, hidayete erdirme ve saptırma gibi özelliklerin başka insanlara, tanrılara, melek, cinn, şeytan v.s varlıklara atfedilmesi şirk olarak kabul edilir.
* Antropomorfizm'e ( İnsan Bilimcilik ) ( İnsani vasıfların başkasına atfedilmesi ) göre de ( El, kol, ayak varedilmesi, gözü ile görmesi, kulağı ile sesleri işitmesi gibi vasıflarla insana benzetilmesi ve inanılması ) Allah’ın uluhiyetine uygun olmayan vasıfların, Kendisine atfedilmesi de şirktir. Allah'ın görmesi, işitmesi, herşeye kadir olması, eli kolu olması gibi, Evrendeki yarattığı madde ve enerjiye bağlı oluşumların ve yeteneklerin bir kısmının insanda da var olan duyuların hepsinden Allah münezzehtir, Allah, bizim sınırlı dünya aklımızla algılayamayacağımız bambaşka bir yapı ve formdadır.
Kur’ana göre Nisa Sûresinin 48. ayetinde " Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini bağışlamaz. Bunun altındakileri dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur. " ifadeleriyle belirtildiği gibi şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Zümer Sûresinin 65. ayetinde de " Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi : Andolsun ki ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gider. Ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. Onun için tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve sahip olduğun nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol. “ denilerek Rabbimizin aynı ayet içerisinde iki defa kasem ederek / and içerek / dikkat çekerek / kanıt göstererek ısrarla uyarmasına, bütün güzel amellerin boşa gideceğini bildirmesine rağmen, Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanım elhamdülillah diyenlerin çoğunluğunun, Kur'anı anlamak için okumadıklarından dolayı tarih boyunca çok çeşitli yollarla, Allah’a ortak koşarak şirke girdiklerini görüyoruz. Bu nedenle Kur’andaki ayetlerin neredeyse tamamına yakınında Tevhit ve Şirkle mücadele konusu yer alır. Tarih boyunca Allah'ı yeterince tanıma çabası içerisinde olamayan insanoğlu, o kadar çok değişik yollardan inancıyla, davranışıyla ortak koşma riskinin ve günahının içerisinde olmuştur ki, bu nedenle Allah'a ortak koşmanın, Şirkin birçok çeşidinden söz edilebilir. Örneğin ;
* Bütün varlıklara birden fazla tanrının hükmettiğine inanıp, Güneş, Ay, yıldızlar, gezegenler gibi semai varlıklara, tabiat kuvvetlerine, ölümsüz ve tam ilâh sanılan insanlara, canlı cansız varlıklara tapınmak, onlara yalvararak yardım isteyip ibadet etmek şirktir. Nahl Sûresinin 51. ayetinde " Ve Allah buyurdu : “ İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. O halde yalnız Benden korkun. / Yalnız bana kulluk edin. " ifadeleriyle değinildiği gibi Dualist ( iki tanrıcı ) ve Politeist ( çok tanrıcı ) inançlar bu çerçevede değerlendirildiğinde, Saffat Sûresinin 158. ayetinde " Ve onlar, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. " ifadeleriyle batıl inançlara yapılan atıfla belirtildiği gibi, Zerdüştlük ve Mani dinlerinde kötülüğün, zarar veren şeylerin ayrıca kötülük tanrısı ve güçleri tarafından yaratıldığına inanılır. Tanrılardan biri de " iyilik tanrısı " dır. Kötülüklerin kaynağı ve yöneticisi Ahriman, Div, Angra Manyudur. Bunların yanı sıra " ebedi mukaddesler " denilen altı tanrı daha bulunmaktadır. Bu nedenlerle Yüce Rabbimiz Allah, Sebe Sûresinin 40. ayetinde " Ve o gün Allah, onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere, / doğa güçlerine " şunlar mı size tapıyorlardı " diyecektir. " ifadeleriyle uyarısını yapmaktadır. Benzer şekilde Cinn Sûresinin 18. ayetinde " Ve şüphesiz ki mescitler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. / kulluk etmeyin " ifadeleriyle belirttiği gibi bu inançta olanları ve bugünün biz Müslümanlarını da Cami içerisinde ve dışında kılınan namazlar esnasında, Peygamberimizin de ibadetin içine katılarak, yapılan tesniyelerle ( ikilemelerle ) ve dualarla şirke bulaşmamalarının önemine dikkat çekmektedir. İbadet ve kulluk görevlerinin sadece Allah için yapılmasını istemekte, hiç bir mescitte, hiç bir yerde, hiç bir şekilde Kendisine ortak koşulmasını, yapılan eğitim, öğretim ve diğer kulluk görevlerinde şirke bulaşılmasını istememektedir. Bu nedenledir ki, yanlış olarak da olsa, bilmeden de olsa, ya da iyi niyetle de olsa, Rabbimizin men ettiği halde Müslümanların içine düşebilecekleri şirk konusunda, secdegâh olarak edindikleri Cami ve Mescitlerde daha da fazla dikkatli olması gerekmektedir.
NAHL 52 : Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler de yalnız O’nundur. Din de daima O’nundur. Böyle iken siz Allah’tan başkasına mı kendinizi koruma altına aldırtıyorsunuz.
ENBİYA 22 : Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu. / düzenleri bozulurdu.
Ayetlerde Rabbimiz, insanlar Tevhit ( Allah’ı birleme ) ( La ilâhe illallah ) ( Allah'tan başka ilâh diye bir şey yortur. ) deme ilkesinden sapmasınlar, insanlar arasındaki birliği de sağlayarak sınıfsal farklılıkları ve ayrımcılığı ortadan kaldırsınlar diye mescitlerde nasıl şirke bulaşılabileceğine işaret ettiği gibi, herkesi de bu davranıştan men ederek dikkatli olmaya çağırmaktadır. Ayetlerin açık ve net hükmünün gereği, mescitlerde sadece Allah’a dua edilmeli, sadece Allah’tan yardım dilenmeli, yönelmek şöyle dursun, bir başkasının adı peygamber dahi olsa kesinlikle Allah'ın yanında anılmamalıdır. Peki bugün böyle mi olmaktadır, bu uyarılara uyulmakta mıdır ? Bir kocaman hayır. Peygamberimizin vefatından yıllar sonra ortaya çıkan hadis ve rivayet yazarlarının, Kur’an tefsircilerinin eserlerine bağlı kalan, Ulema denilen gelenekçiler, çoğunlukla bu ayetin, Yahudi ve Hristiyanların Allah ile birlikte Musa’ya, İsa’ya, Meryem’e de dua etmelerine yönelik olduğunu ileri sürmüşler, biz Müslümanları ise hiç muhatap kılmamışlar, şirkin tozunu dahi üzerlerine kondurmamışlardır. Bundan dolayı da bugün Camilerimizde ibadet esnasında yanında Peygamberimizin ismi olmadan, Allah'ın adı anılmamaktadır. Sanki Peygamber Allah'ın ortağı imiş, veya bir çok uydurma hadisle dinin sahibi imiş gibi, Cami duvarlarına Allah ve Muhammed ismi birlikte asılmaktadır. Oysa Kur'anda yirmi dört ayette yer alan " Lailâhe İllallah " Tevhit ifadesinin hiç birinin ardından, hiç bir peygamberin ismi anılmamaktadır. Biz elbetteki Peygamberimizi sayarız, severiz, onun üstün Kur'an ahlâkını örnek alırız, çabalarını, azmini, sabrını, fedakârlıklarını takdir ederiz, O'nun bize emaneti olan Kur'ana sahip çıkar, izinden gideriz. Ama en büyük günah olan şirkten sakınmak için de, Kur'an ve Tevhit öğretisine göre Allah'a ibadet esnasında, bunları ayrı tutmak zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz.
* Tanrıyı, Allah'ı bizdeki tasavvuf inancında olduğu gibi bir bütünün parçası kabul etmek de şirktir. Allah bütün yarattıklarından münezzehtir. Allah’a inanmakla beraber O’na başka şeyleri de ortak koşan Yahudi ve Hristiyanların Teslis inancı da bu kapsamdadır. Tevbe Sûresinin 30. ayetinde " Ve Yahudiler “ Üzeyir Allah’ın oğludur “ dediler. Hristiyanlar da “ Mesih Allah’ın oğludur “ dediler. Allah onları kahretsin, nasıl da haktan çevriliyorlar. " Meryem Sûresinin 35. ayetinde " Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “ ol “ der. O da oluverir. " Maide Sûresinin 73. ayetinde " Andolsun “ Allah üçün üçüncüsüdür “ diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere acı veren bir azap dokunacaktır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Yahudilerin Üzeyir'e ve Hristiyanların İsa’ya Allah’ın oğlu demesi, Meryem’e Ruhul Kudüs denilerek uluhiyet verilmesi ile Allah, üçün üçüncüsüdür denilerek inancın içine sokulmuşlar, Allah'a ortak edilmişlerdir. Rabbimiz de bu konularda biz Müslümanlara Peygamberinizi bana ortak koşarak aslında siz de onlar gibi yapmayın diyerek uyarılarını göstermektedir. Peki bir soralım bugün Müslümanlar bu uyarıların farkında olup uyarılara uymakta mıdır ?
* Allah'tan gelen yaratılış ve oluşumları, dışsal etkiyi reddedip, evrensel oluşumları, maddenin ve Evrenin kendi iç dinamikleri olduğunu kabul eden ve Allah'ı yok sayan Ateist, Allah'ın varlığına inanıp peygamberin ve kitabın olmadığını söyleyen Deist, Allah'ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez diyen bilinmezci Agnostik anlayış ta şirktir. Bu nedenle müşrik denilince sadece akla Allah’a oğullar isnat edenler, Allah ikidir, üçtür diyenler, Allah’ın yarattıklarının bir çoğunu Kendisine ortak koşanlar gelmemelidir. Bunun yanısıra Allah’a inanılıp da aynı zamanda sevginin, saygının, bağlılığın, Allah’tan daha fazla başka bir şeylere, nesneye, Evliya, hatta Peygamber denilen kişilere gösterilip tutku ve saplantı haline getirildiğinde, onlar da müşrik olur. Örneklenen ayetlerden hiç ders alınmamışçasına Müslümanlar, bugün de Peygamberimizi seveceğiz sayacağız, O’nu yücelteceğiz derken Yahudi ve Hristiyanların düştüğü hataya aynen düşmektedirler. Kâinatın efendisi diyerek Allah’ın sıfatlarına ortak etmekte, Allah denildiğinde kayıtsız kalanlar, Peygamber denildiğinde ellerini kalplerinin üzerine koyup, hemen salavat getirmektedirler. Oysa kılınan namazlarda Fatiha Suresi günde kırk defa okunurken “ Yalnızca Sana kulluk ederiz, yalnızca Senden yardım dileriz “ denilmektedir. Amma acaba dil ile söylenenlerin, beyinle bağlantısı kurulubabilmekte, Allah'a verilen sözlerin farkında olunmakta mıdır ? Bunun kalplerde de yeri var mıdır ?
Toplumların yaşamında şirk bugün de çok yaygındır. Aslında insanın farkında olmadan, Allah’ın rızasına muhalif olarak yardım umduğu, Allah’tan başka rızasını aradığı her varlık, Allah’a tercih ettiği her şey, Allah’tan başka edindiği birer ilâhtır, puttur. Bu hassasiyetten dolayı insan, her an şirk tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yaşadığımız sürece Kur'an ayetlerinden uzak kalır, dikkatli ve bilinçli olmazsak, şirk her an çok yakınımızda olacaktır. Günümüzde hemen hemen herkes, şirkin büyük bir günah olduğunu duyar, ama bunun kendisiyle bir ilgisinin olduğunu hiç aklının ucuna bile getirmez. Kendi içinde bulunduğu durumu, Kur’anı anladığı dilden hiç okumadığı için de sorgulayarak değerlendiremez. Bu konuda belki de kulaktan dolma bilgilerle müşriklerin, ( şirk koşanların ) Peygamberimiz zamanında sadece taştan, tahtadan oyulmuş heykellere secde eden, putlara tapan insanlar olduğunu zanneder. Günümüz insanlarının inancına göre, çoğunlukla Peygamberimizden önce Kâbe’deki putlara tapanlar putperesttirler. Halbuki unutulmamalıdır ki, onlar da Allah var diyorlardı, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât verip infak ediyor ve hacc yapıyorlardı. Oysa put, sadece taştan, tahtadan yardımcı sahte ilâhlar değil, kişinin Allah’ın dışında hayatında saplantı halinde büyük bir ihtirasla hedef kıldığı, maddi manevi, bedenli bedensiz her şeydir. Örneğin, aşırı tutkulu hale gelen para da bir puttur. Şehvet de bir puttur. Abartılmış bir evlat sevgisi de, abartılarak Allah'ın yanına konulmuş Peygamber sevgisi de bir puttur. Her hangi bir şeye, veya Kur'anın yerine herhangi bir kitaba vazgeçilemez gözüyle aşırı bağlanılması, aracı yapılan Evliya ve Mürşitler de puttur.
Peygamberimizden önce Allah’a kulluk ve ibadet hakkındaki sapmalar, meleklerin, cinlerin, herhangi bir canlı veya cansız varlığın heykellerinin, sahte ilâhlar edinilip Allah’a ortak koşulması şeklinde iken, Peygamberimizin vefatından sonra, geçen zaman içerisinde Allah’a kulluk ve ibadet hakkındaki sapmalar, daha ziyade din kisvesi altındaki hazret unvanı da verilen kişilerin ( Evliyanın, İmamların, Üstatların, Hacıların, Hoca efendilerin, Şeyhlerin, Şıhların, Mürşit ve Gavsların ) ululaştırılması şekliyle ortaya çıktığı gibi, heves, para, kadın, makam, mevki, ideoloji, gibi tagutların ( haddin aşılmasının ) farkında olarak veya olmayarak, yedek ilâh edinilmesi şeklinde de ortaya çıkmıştır. Oysa Rabbimiz bütün bu sapkınlıkların uyarısını, pek çok ayetle Kur'anda dile getirmektedir.
ALAK 6 – 8 : Kesinlikle hayır ! Senin düşündüğün gibi değil. Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan kendini yeterli / güçlü, zengin, kuvvetli gördüğünde kesinlikle azar. Tagutlaşır. / Tugyanlaşır, firavunlaşır, haddini aşar, zulüm, sapkınlık, isyan, küfür, içinde olur. Kendini ilâhlaştırır.
Halbuki Yüce Rabbimiz, Peygamberimizi Müddessir Sûresinin 4 - 5. ayetleri ile görevine ilk defa başlatırken, " Vesiyâbeke fe tahhir, Ve rucze fehcür. " ifadesi ile dikkatini pis olan şeylere ve şirke çekerek, “ Sakın pisliğe bulaşma, seni lekeliyecek her türlü işten, şaibeden, davranıştan, şirkten uzak dur “ diyerek daha işin başında uyarısını yapmış, O’nun şahsında bizlere de gerekli mesajı göndermiştir.
BAKARA 165 : İnsanlardan kimi de Allah’ın astlarından birtakım eşler tutan / O’na ortak koşan kimselerdir. Onları Allah’ı sever gibi seviyorlar.
MAİDE 44 : ......İnsanlara saygı duyup ürpermeyin, Bana saygı duyup ürperin. Benim ayetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
Tarihe ve günümüze baktığımızda insanların çoğunluğunun, iradesini Hakktan / gerçekten yana koymadığını, zanna, hırsa ve hevese dayanan, kendisine dışarıdan aktarılan eksik yanlış bilgi kırıntılarını gerçek zannederek, onlara körü körüne sarıldığını ve kendi kendini şirkin ve dalaletin kucağına attığını görmekteyiz. Bunun yanı sıra cahil insanların Allah’ı ve Peygamberi yeterince tanıyamadıklarından ve takdir edemediklerinden, Peygamberimize bağlı kalacağız, onu methedip, sevip sayacağız ve yücelteceğiz derken, aslında o da Allah'ın bir kulu ve bir insan olduğu halde, O'nu insan ve doğa üstü bir konuma getirerek, isminin sürekli olarak Allah'ın yanında anılması ile, onu Allah'a ortak ettiklerinin farkında bile olmadan şirke bulaşabildiklerini görmekteyiz. Kur’anın anladığı dilden mealini veya tefsirini okutturulmayan insanların çoğunluğu, yanlış seçimlerinin sarmalında dolanmaya devam ederken, Tevhidi ( La ilâhe illallah ) Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur demenin şuurunu bir hakikat olarak bilip ve kabul ederek gereğince yaşayamadığı için, dalalete ve şirk bataklığına ve de dolayısıyla ateşe sürüklenmektedirler. Bundan dolayı da yukarıda örneklediğimiz Zümer Suresinin ayetleriyle Yüce Rabbimiz Allah, aynı ayetin içerisinde iki defa kasem ederek Kendisine ortak koşacak olanların bütün güzel amellerinin boşa gideceğinin önemle uyarısını yapmaktadır.
* Zuhruf Sûresinin 51. ayetinde " Ve Firavun toplumunun içinde seslendi, “ Ey toplumum ! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akan şu ırmaklar benim değil mi ? Hala görmüyor musunuz ? " yine Naziat Sûresinin 21 - 25. ayetlerinde " Sonra da Firavun yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de : “ Ben sizin en Yüce Rabbinizim ! “ dedi. Allah da dünya ve ahiret azabıyla yakalayıverdi. " ifadeleriyle dile getirildiği gibi İnsan, kendi hevesini, basit arzularını, şehvetini, tutkularını aşırı derecede ön plana çıkaran yanlış davranışlarla da kendini ilâhlaştırarak şirke kaptırabilir. Ayetlerdeki firavun gibi, kendisini ilâhlaştıran örnekleri her dönemde, her toplumda görebiliriz. Kendisini güçlü, zengin, her şeyin sahibi olduğunu zanneden, kendisini hırslarının esaretine kaptıran zalimler, zulümleri ile her şeye Allah gibi hükmederek şirkin batağına gömülürler. Aynı temayı Musa Peygamber kıssalarında da görmekteyiz.
MÜMİN 27 : Musa da : “ Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz’e sığınırım. “ dedi.
ZÜMER 59 : Tam tersi sana ayetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden ; Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek reddedenlerden oldun.
* Bugünün hayatında örneklerini çok sıklıkla gördüğümüz gibi, bencilliğinin, şımarıklığının, taşkınlığının sömürmenin esiri olarak, haddini aşıp, başkalarına karşı haksız davranışlarda bulunmak ve payına razı olmayıp başkalarının haklarına tecavüz ederek haksızlık etmek, haset ve çekememezlik nedeniyle kişinin kendi nefsine taptığı kişileri de şirke götürür.
KASAS 77 : Bir zaman toplumu ona / Karun’a demişti ki, “ Şımarma ! şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah’ın sana verdiğinde ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
KASAS 50 : Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir. Kesinlikle Allah şirk koşarak yanlış ; Kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez.
* Atalarının, babalarının, büyüklerinin yolunu körü körüne takip ederek, gelenek, görenek, örf ve adetlere sıkı sıkıya bağlı kalarak, yanlış da olsa onların peşinden gitmek, ırk ve soya aşırı bağlılık ve bütün bunların temel nedeni olan cehalet de kişileri şirke götürebilir. Cehalet insanları tembelleştirir. Doğruya ulaşmak için hiçbir çabada bulunmazlar. Atalarının kendilerine bıraktığı mirası, hiç sorgulamadan aynen kabul ederek yaşarlar. Çoğunluğa, sürüye ve zanna uyarlar.
ZUHRUF 23 : Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri “ Şüphesiz biz, babalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız “ demişlerdi.
BAKARA 170 : Ve onlara, “ Allah’ın indirdiğine uyun “ dendiği vakit, “ Aksine biz atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız “ dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi ?
* Kalbimizde herhangi bir varlığa veya Peygamber de dahil herhangi bir kişiye gösterdiğimiz aşırı sevgi, saygı, bağlılık, korku, veya umut, Allah’a karşı hissettiğimizden fazla ise, bu da şirktir.
ALİ İMRAN 80 : Ve Allah, size Melekleri, zorbaları, zorba yönetimleri ve Peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra size küfrü emreder mi ?
TEVBE 31 : Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini / din adamlarını tanrı edindiler.
BAKARA 96 : Ve sen kesinlikle onları, insanların yaşamaya en hırslısı, Allah’ın ortağı olduğunu kabul etmiş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular. Oysa çok uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür.
Şirk, Yüce Kitabımız Kur’anda da “ Günah ı Kebair “ diye nitelendirilerek büyük günahlardan daha tehlikeli olarak görülüp, kâfirliğin ta kendisi olarak belirtilmektedir. Bu doğrudan doğruya Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini inkâr etmektir.
FURKAN 3 : Kâfirler, / Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek inkâr edenler, ise, O’nun astlarından, bir şey oluşturmayan, kendileri oluşturulmuş olan, kendileri için zarar ve yarara gücü olmayan, ölüme ve hayata güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.
İBRAHİM 42 : Sakın şirk koşarak yanlış; Kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah’ın bilgisiz olduğunu sanma. Ancak O, onları başlarını dikerek koşacakları, gözleri dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların gönülleri bomboştur.
ENBİYA 98 : Kesinlikle siz ve Allah’ın astlarından taptıklarınız, cehennemin odunusunuz. Yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz.
Rabbimiz, bu ayetlerle şirkin insan için ne kadar kötü bir şey olacağını açıklarken, Yunus Sûresinin 104 - 106. ayetlerinde de " De ki : “ Ey insanlar ! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorsanız, iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Ve lâkin sizin canınızı alacak olana / Allah’a taparım. Ve ben müminlerden olmamla ve tüm benliğini ortak koşmaktan Hakka dönen biri olarak Din’e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma ! Ve Allah’ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma ! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış kendi zararına iş yapan kimselerden olursun “ diye emrolundum. " ifadelerini dile getirerek Peygamberimiz aracılığı ile de bir uyarı yapmakta, yüzünü hanif olarak Din’e döndür ifadesi ile tüm benlik, kimlik ve kişiliğimizle yanlıştan dönerek sadece Allah’a yönelen kullar olmamız istenmektedir. İbrahim Peygamber de aklını kullanarak yaptığı sorgulamalarla, yanlıştan dönüp Allah’ın istediği gibi yüzünü Hakk Din’e döndüren ilk Haniflerdendir. Hanif : Şirkten ( Allah’a ortak koşmaktan ) tevhide ( Allah’ı birlemeye ) dönmektir. Allah’ın vahyinin dışına çıkmamak, sadece onunla amel etmektir. Bütünüyle Allah’a teslim olmaktır.
YUNUS 18 : Onlar Allah’ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar. Ve “ Bunlar Allah katında bizim yardımcılarımız “ diyorlar. De ki : “ Siz Allah’a göklerde ve yerde Kendisinin bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz ? “ Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. Ve çok yücedir.
HACC 13 : O, Allah’ın astlarından kendine zarar ve menfaat vermeyecek şeylere yalvarıyor. İşte bu çok uzak sapıklığın ta kendisidir. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcıdır. Ne kötü koruyucu ve kötü yoldaştır.
ANKEBUT 41 : Allah’ın astlarından yardımcı yol gösterici, koruyucu yakın edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümcek evidir. Keşke onlar bilselerdi.
Bu ayetlerle Allah’a ortak koşanların durumu, kötü yoldaşlıklarla, sapkınlıkla nitelendirilirken, çok da ilginç bir örnek olarak, dişi örümceğin evinin yapısı ile kendilerine, ne kadar ciddi bir tehlikenin içinde oldukları uyarısı yapılmaktadır. Allah’ın astlarından veli ( Rahip, Haham, Hoca, İmam, Hoca efendi, İmam efendi, Şıh, Şeyh, Seyyit, Evliya, ), dost edinenlerin ortaklıklarının durumunun dişi örümcek yuvası gibi ne kadar çürük ve ne kadar korumasız, sağlam ve güvenilir bir yapı olmadığı anlatılmaktadır. Bir başka açıdan da, örümceğin bu çürük eve bir sinek avlayabilmek için harcadığı emekle, daha fazla yarar sağlayacak başka işler yapabileceği, buna benzer şekilde, müşriklerin de geçici dünya nimetlerine aşırı umut bağlayıp, aşırı çaba harcayıp akıllarını kullanmadıkları ima edilmektedir. Dünyanın bu kadar emeğe ve yanlış adımlara değmeyeceği ve bu kadar dünyaya bel bağlanmasının boşuna olacağı anlatılmaya çalışılmaktadır. Üstelik de öte yandan dişi örümcek, yaptığı bu çürük evde eşi ile çiftleştikten sonra erkek örümceği öldürmektedir. Bu açıdan da düşünüldüğünde, dişi örümcek yuvası en yakın dost için bile tehlikeli bir yuvadır. Öyleyse bu ayetle verilmek istenen mesaja göre, Allah’ın astlarından kişilere veya nesnelere yakın, koruyucu, yardım edici, kurtarıcı, gözüyle bakıp, onları dost edindikleri takdirde, kendilerine örümcek yuvasına benzer şekilde bir felaket tuzağı hazırlamış olmaktadırlar.
ENBİYA 66 : İbrahim ; “ O halde Allah’ın astlarından size hiçbir şekilde fayda sağlamayan ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz. ? Size de Allah’ın astlarından taptıklarınıza da yazıklar olsun. Siz hala akıllanmayacak mısınız ? “ dedi.
ZÜMER 3 : İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar / veliler edinenler, " Biz onlara sadece, Bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz, " diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanı doğru yola iletmez.
Ayette “ Allah’ın astlarından edinilen veliler, dostlar “ ifadesi ile Allah’a ortak koşulan, canlı cansız nesneler ve kişiler kastedilmektedir. Tarih boyunca, Yahudiler ve Hristiyanlar, Allah’a oğul isnat etmişler, melekler için müşrikler Allah’ın kızları demişler, kimi toplumlar, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara tapmışlar, kimileri de Lat, Uzza, Menat, Hubel, gibi nesneleri put edinmişlerdir. Geçmişteki bu sapkınlıklar bu gün de farkında olarak veya olmayarak çeşitli şekillerde devam etmektedir. Öyle ki bazı din adamları, Tarikat şeyhleri, Cemaat imamları toplumlar tarafından ilâh, mabut, mehdi, Kâinatı yönetecek kutup ve gavs hazretleri konumuna getirilmektedir. Onların, birtakım görünmez güçlere ve fonksiyonlara sahip olduklarına, onların Allah’ın yakınları ve hatırlı kulları olduğuna inanılmaktadır. Bundan dolayı da onların aracı olmalarını, kendilerini Allah’a yaklaştırmalarını isterler. Böylece de şirk batağına saplanırlar. Ayrıca toplumumuzda Türbe ve Yatır denilen mezarlara gidilerek orada yatan kişilerden, Evliya denilerek yardım istenmesi, adaklar adanması uygulaması da çok yaygındır. Halbuki birisinin bir mezara gidip, ölüye dua etmesi, ona birşeyler duyurmaya çalışması, onunla konuşması, ölünün tanrı olduğuna inanmasa da sadece o mezarda mum yakıp gelmesi dahi şirk sebebidir. Bu tür bir uygulama daha önceki dönemde şirkin pençesine yakalanmış olanların bir taklididir. Çünkü Yüce Kitabımız Kur’anda belirtildiği gibi ölülere hiçbir şey işittirilemez, gönderilemez, ölülere bu dünyada herhangi bir şey yapma kudreti verilmemiştir. Bu uygulama ve inançların Allah katında hiç bir akli ve nakli delili yoktur.
HACC 71 : Ve onlar Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde onlara ait bilgiler bulunmayan Allah’ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve şirk koşarak yanlış iş yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.
ZÜMER 44 : De ki : Bütün yardım, destek, kayırma Allah’ındır.
ENBİYA 11 : Biz şirk koşmak suretiyle yanlış ; Kendi zararlarına iş yapan nice kentleri de kırıp geçirdik. Onlardan sonra da başka toplumları var etti.
ALİ İMRAN 151 : Biz Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O’na ortak koşmalarından dolayı, onların kalplerine korku salacağız. Onların varacakları yer ateştir. Şirk koşanların barınağı da ne kötüdür.
BEYYİNE 6 : Şüphesiz ortak koşup küfretmiş olan şu kişiler, içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin ateşi içindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötülerinin ta kendileridir.
SECDE 4 : Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede oluşturan ve de en büyük taht üzerine egemenlik kurandır. O’nun astlarından size bir veli / yardımcı ve yol gösterici, koruyucu yakın ve bir şefaat eden / yardım eden, destekçi, iltimasçı yoktur. Hala düşünüp ibret almıyor musunuz.?
Bu ayetlerle hüküm verecek olanın da cezalandıracak olanın da, her şeyin kontrolünün, Allah’a ait olduğu birçok yönüyle açıklandıktan sonra, müşriklerin kendilerini bağışlattıracak şefaatçilere bel bağlama inançlarının sakatlığına değinilmiştir. Şefaat : Terim anlamı ile, “ Ahirette bir kimsenin bağışlanmasını istemek, aracı olmak, rica etmek, başkası hesabına yalvarmak, ona yardım etmektir. Sözcük anlamı içerisinde de, yüksek mevkide, makamda bulunan birinin, düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, destek olması, ona aracılık etmesi, torpil olmasıdır. ( Şefaat Ya Resulullah Demek Doğrumudur ? başlıklı yazımızda bu konuda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Günümüzde de yaygın olan ve uydurma hadislerle Peygamberimize atfedilen şefaat etme inancı aslında Peygamberimizin zamanındaki sapkın müşrik inancından gelmektedir. Müşrikler tamamen olmasa da “ dirilme, toplanma “ diye bir şey yoktur, olsa bile orada bizim şefaatçilerimiz var, onlar bize yardımcı olurlar deyip, Haşr gününü inkâr ediyorlardı. Bu gün de her aklına geldikçe " Şefaat ya Resulullah " diyerek bu anlayışı sürdürmek isteyenler varsa, bilmeliler ki, bu anlayışlarını değiştirmedikleri takdirde şirke bulaşmış olduklarından, Peygamberimizin, şefaat ettiği değil, şikayet ettiği ümmetinden olacaklardır.
EN AM 22 : Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz ortak koşan kimselere " Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? " diyeceğiz. 23 : Sonra onların ateşlere atılmaları " Rabbimiz, Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik, demekten başka bir şey değildi.
BAKARA 221 : Ortak koşanlar, inananları ateşe çağıracak.
SAFFAT 33 : Cezada / azapta onlar ortaklık ederler.
FURKAN 27 : O gün zalim kimse çaresizlik içinde ellerini ısırıp şöyle diyecektir. “ Ne olur ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım. “
FURKAN 28 : Yazıklar olsun bana keşke falanı dost edinmeseydim.
Bu ayet grubunda Rabbimiz, kıyametin dehşet verici sahneleriyle karşılaşacak olan inançsızları, müşrikleri, o gün hissedecekleri pişmanlığı, bir tiyatro sahnesi ile sergileyerek uyarmaktadır. Hele hele Cehennem azabını gördükleri zaman yeminle pişmanlıklarını dile getirenlerin durumunun düşünülmesi dahi çok ürkütücüdür. Oysa Müslümanım diyen insanlarımızın büyük bir çoğunluktaki kısmı, beş vakit namazı kılıyorum, oruç tutuyorum, hacca da gittim, peygamberimize de sabah akşam salavat getiriyorum diyerek gönül rahatlığı içerisinde olmakta, ama Kur'anı bilmediğinden dolayı kendisine Kur'anın dışında uydurulan dini yutturduklarının, küfür ve şirke bulaştıklarının dahi farkında olmadan yaşamaktadırlar. O gün kıyametin ardından, Allah’ın huzurunda her topluluk İsra Sûresinin 71. ayetinde " O gün Biz bütün insanları önderleri ile çağıracağız. " ifadesiyle belirtildiği gibi, kendi peygamberi ile veya peşinden gittikleri, kendisine veli yaptığı önderi ile beraber haşr edilerek toplanacaktır. Bu buluşmada, dağlardan, yer yüzünden, göklerden daha ağır basan o büyük sorgulamaya ilişkin, bütün peygamberler son tanıklıklarını sunacaklardır. Sapkınlar, müşrikler ve suçlular, Allah’ın kendilerine neyi ilettiğinin tanığı ve kanıtı olarak peygamberleri bulacaklar ve böylece sapıklığa düşme sebebinin ne kadar yemin etseler, bizzat kendileri olduğu açığa çıkacaktır. Kur’anda bundan başka pek çok ayette yapılan sahnelendirmelerin arkasından da aslında, o gün yalanlayanların vay haline ! uyarısı yapılmaktadır.
ARAF 37 : Öyleyse Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha yanlış ; Kendi zararına iş yapan kimdir ? İşte onlara Kitaptan payları erişecektir. Sonunda elçilerimiz canlarını almak üzere onlara gelince “ Allah’ın astlarından yakardıklarınız nerede ? “ derler. Onlar, “ Yakardıklarımız bizden sapıp ayrıldılar. “ derler. Ve kâfirler / Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek reddedenler olduklarına bizzat kendileri tanıklık ederler. 38 : Allah, şöyle der ! “ Sizden önce gelip geçmiş bildiğiniz bilmediğiniz / cinn ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin “ Her topluluk arkasından gidip sapıklığa düştüğü yoldaşına lanet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman, peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için ; “ Ey Rabbimiz ! şunlar bizi saptırdılar, onlara bir kat daha ateş azabı ver “ derler. Allah, der ki ; “ Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. “ Fakat bilmiyorsunuz.
AHZAB 67 - 68 : Ve dediler ki : " Ey Rabbimiz ! Şüphesiz biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz ! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini tam anlamıyla dışla. / Rahmetinden mahrum bırak.
BAKARA 166 : Ve şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan o kimseler, azabı görecekleri zaman, kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke görselerdi.
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, katkısız, tertemiz olan " Tevhit " inancına karşı beşeri zaaflarının peşine takılıp kendi iktidar savaşını başlatan insanın sonundaki azap ve hüsran kaçınılmaz olacaktır. Cehennemde, gerçek doğru yoldan ayrılmış önderlerle, onlara uyan, kendi akıllarına güvenmeyen, aklını kullanmayıp onun, bunun Cemaat imamlarının, Tarikat şeyhlerinin peşinden gidenlerin birlikte azabı tadacağı ve birbirlerini nasıl terk edeceklerini, temsili sahnelerle gördük. Ayette, cezanın kat kat olması, işlenen suçlarla ilgili sorumluluklarının hesap gününe kadar devam edeceğini göstermektedir. Bu demektir ki, yanlış bir fikir akımı ortaya atan veya yanlış bir uygulamayı başlatan kişi ve toplum, sadece kendi hatasından dolayı sorumlu olmayacak, bu yanlıştan etkilenmeye devam edenlerden dolayı ortaya çıkan kötülüklerden de sorumlu olacaklar, onlardan da pay alacaklardır. Böylece daha sonrakilerin cezalarıyla da cezaları kat kat artmış olacaktır. Bununla beraber iyiliklerin de karşılığının aynı şekilde kat kat mükâfat olacağı çok tabiidir. Bu nedenle herhangi bir yola öncülük edip çığır açarak ölenlerin amel defterleri kıyamet gününe kadar açık olmaktadır. Şüphesiz, inançsızların, müşriklerin, şirkin içinde olduğunun farkında bile olmayanların, veya şirk içinde olduğu halde şirkin tozunu bile üstüne kondurmayanların, Rabbimizin pek çok Kur’an ayetleri ile dininizi parça parça edip bölmeyin dediği halde, Mezheplerle Tarikatlarla Cemaatlerle bölünenlerin, size indirilene uyun, onu terk edip başka dostlar edinmeyin dediği halde aksini yapanların, ihtilaf edip durdukları şeylerde, içine düşülen şirk bataklığında, Allah elbette ki hükmünü verecektir. Tarih boyunca usanmadan, ısrarla yaşadıkları Evrendeki mucizeleri görmeden, akıllarını kullanmayarak O’na ortak koşma sırasına ve yarışına girip, Kur'anın dışındaki kitaplara sarılıp, Cemaat ve gruplaşmalarla uydurma hadis ve rivayetlerle amel edip, melekler, oğullar, aracı, yardımcı yedek ilâhlar, Veliler, Mürşitler ve şerikler isnat edenlerin de belli ki sonları hüsran olacaktır.
Kur’anın İslam’ı ile diğer dinlerin ilâh anlayışı birbirinden çok farklı olup, İslam dışındaki dinler de, saf ve tertemiz Tevhide ve Tevhitle var olan her şeyden arındırılmış Allah anlayışına bir türlü yaklaşamamış, müşrik Araplar çok sayıdaki aracı tanrılarına Hubel, Lat, Menat, Uzza diye çok değişik isimler verdikleri gibi, birçok kültürdeki farklı dinler de İslamiyetin ilâh anlayışına kavram, hüküm, işlev olarak yaklaşamadıkları gibi, isim olarak da yaklaşamamışlardır. Taptıklarına “ Tanrı, Rab, İlâh, Hüda, Çalap gibi isimler vermişler ama Allah ismini verememişlerdir. Cahiliye devri insanları kendilerine korkulu ve sıkıntılı anlarında dua edip yardıma çağırdıkları ilâhları sadece Cinnler, melekler ve putlardan ibaret kalmamış, daha önce yaşayıp ölmüş olan şahıslar da onların tapındıkları ilâhları olmuştu. Müşrikler, ilâh edindikleri putların kendilerinin dua ve yakarmalarını işittiklerini ve kendilerine yardım edebilecek güçlere sahip olduklarına inanıyorlardı. Bu bakımdan ilâh edinmenin dua ve yakarmayı işitebilecek ve gereğini yapabilecek bir varlığa inanmak ve o gücü benimsemek olduğu söylenebilir. Eğer insan bu gücün sadece Allah’ta olduğuna inanıyor ve buna göre davranıyorsa, Allah’ı ilâh edinmiş olur. Eğer bu güce sahip başka şeylerin ve nesnelerin de varlığına inanıyor ve buna göre davranıyorsa, Allah’tan başka şeyleri ve nesneleri de ilâh edinmiş sayılmaktadır. Günümüzde de çoğunluğun Müslüman olduğunu belirtmesine rağmen, maalesef genel kültürden, akılcı düşünceden, sorgulamaktan ve pozitif bilimden mahrum bırakılmaları nedeniyle, gerçekten kendi dinlerini değerlendirebilecek yetkinliğe sahip olamadıklarından dolayı çoğunluk insanlarca Kur’anın içeriği ve uyarıları bilinmediğinden, Ahkaf Suresinin 5. ayetinde özellikle “ Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? Üstelik tapılan kimseler o kimselerin yalvarışlarından habersizler de. “ ifadeleriyle belirtilen uyarıdan haberleri de olmadığından, pek sık rastlanan şekli ile, bir ölüden, türbede yatan Evliya denilen kişilerden veya diriden ihtiyaçlarının karşılanması, bozuk sağlığının iyileştirilmesi veya iyi olan sağlığının bozulmaması gibi değişik konularda Şıh ve Mürşitlerden de yardım talebinde bulunulması, yeni evlenen çiftlerin kendilerine mutluluk getireceğine inanarak çeşitli şahıs mezarlarını ziyaret etmeleri ve adaklar adamaları, çaput bağlamaları da Kur'andaki Allah’tan başka ilâhlar edinmesinin ve Allah’a ortak koşmanın en belirgin örneklerindendir.
Bugün dahi insanların büyük ölçüde karşı karşıya olduğu bu sorun, ilâhi rehberliğe, Allah’a gerektiği gibi yönelmemeye, aklını kullanamayan, Tarikat ve Cemaat kitaplarının esaretinde kalan insanların, Dinimizin yegâne kaynağı Kur’ana yeterince ve gerektiğince kalplerini açmamasına dayanmaktadır. Bu sorun, İslam’daki Tevhit'in şirke karşı, takvanın fücura karşı güçlendirilebilmesi, tek kaynak olan Kur’anın anlaşılarak, herkesin kendi dilindeki mealinden okuması yolu ile ancak çözülebilir. Çok geç olmadan şirk sarmalının içinde bulunanlar, emanet verdikleri akıllarını geri almalı, akıllarını kullanmalı, uyanmalı, içinde bulundukları durumu sorgulamalı, tevbe ederek çok merhametli olan Yüce Rabbimiz Allah’ın rahmetine ve Kur'ana sığınmalıdırlar. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )