Konu Detay

ALLAH'A ORTAK KOŞMAK VE ŞİRK

 17.11.2016
 3625

İnsanın  konuşabilen  sosyal  bir  varlık  olarak  yaratılması,  kendisini  tanımaya  başlaması  ve  ardından  da  toplu  yaşamaya  geçmesi  ile  birlikte  her  toplumda  güçlülerin  oluşturduğu  sömürü,  zorbalık  ve  zulmün  ardından  Yaratan  yüce  Rabbimiz,  bozulan  dengeyi  ve  huzuru  tesis  etmek,  kaosu  yok  etmek,  insanlar  arasında  adaleti,  barışı, huzuru,  ahlâkı  sağlamak  ve  Kendi  Rabliğini  tanıtmak  üzere  elçiler  göndermeye  ve  insanları  doğru  yola  davet  ettirmeye  başlamıştır.  Fakat  buna  rağmen  kendilerini  ilâh  yerine  koyan  her  toplumun  güçlüleri,  muktedirleri   kurdukları  sömürü  düzenini  koruyabilmek  için  Allah'ın  davetine  karşı  durmuş,  Peygamberlerini  ve  kitaplarını  inkâr  etmiştir.  Böylece  tarih  boyunca  sürecek  olan  Allah  ile  sahte  ilâhların,  Tevhit  ve  Şirk  dinleri  arasındaki  savaş  da  başlamıştır. Her  şeyi  programlayıp    çekip  çeviren  Yüce  Rabbimiz  Allah,  yarattığı  kullarına  fıtri  olarak  akıl,  zekâ  ve  seçme   özgürlüğü  için  de  irade  vermiştir.  Ama  insan,  tarih  boyunca  peygamberler  aracılığı  ile  indirilen  Allah'ın  vahyinden,  tertemiz,  katkısız  olan  Tevhit’den  /  Allah'ı  birlemekten,  Hakktan  /  gerçekten  hoşlanmamış,  işine  gelmemiş,  razı  olmamış,  ille  de  fıtratında  var  olan  diğer  beşeri  zaaflarının,  hırsının,  aç  gözlülüğünün,  kibrinin,  nefsinin  peşine  düşerek,  kendisinin  iktidar  savaşını  başlatmıştır. Bu  savaşın  bir  tarafında  insanın  kendisi,  egoları,  diğer  tarafında  da  bütün  Kâinatın,  yerin   göğün  ve  arasındakilerin  sahibi,  hakimi  olan  Yüce  Rabbimiz  vardır. Tabiidir  ki  sonuç  baştan  bellidir,  mutlak  olarak  zafer,  Yaratan  ve  Alemlerin  Rabbi   olan  Allah’ın  olacaktır.  Ama  dünyadaki  basit  ve  geçici  hayatın   zenginliklerine,  güzelliklerine,  süsüne,  nimetlerine  aşırı  derecede  bağlanan  ve  aldanan   insanoğlu  genellikle  nefsinin,  egosunun  esiridir,  sonunda  Rabbinin  huzuruna  döndürüleceğinin  de  farkında  değildir. Ya  da  ölümden  sonraki  hayata,  Allah'a  ve  mahşer  günündeki  sorgulamasına  hiç  inanmamaktadır.

Buna  rağmen  insanın  sahiplenme,  gücü  ve  zenginliği  elinde  tutma  savaşı  ve  tutkusu,  tarih  boyunca  hiç  eksik  olmamış,  Mısır'ın  mitolojik  dinlerinde  Osiris,  eski  Çin'de  Çang - Ti'nin  soyu,  Hint  dinlerinde  İndra,  Sümerlerde  Marduk,  İran'daki  Mecusilikte  değişik  isimlerde  birbiri  ile  savaşan  iyilik  ve  kötülük  tanrıları,  Yahudilikte  Yehova,  eski  Yunan'ın  mitolojik  Olimpos  tanrıları,  orta  Asya  Türklerinde  Kurt,  Arap  yarımadasında  Al - İlâh'ın  kızları  denilen  Melekler  gibi   her  toplumun  güçlüsü,  muktediri,  önde  geleni,  koruyup  kollayan,  gözeten,  her  şeye  sahip  ilâh  yerine  konmuş,  bunun  üzerine  de  güçlülerin  sürekli  bir  ilâh  olma,  yandaşlarının  da  ortak  koşma   anlayışı  egemen  olmuş,  Allah’ın  yarattığı  bütün  canlı  ve  cansız  varlıklar,  doğa  güçleri,  güçlü,  muktedir  insanlar,  Allah’a  ortak  yapma  sırasına  sokulmuştur. 

İlâh,  sözlük  anlamı  “  örtünmek,  gizlenmek,  alışmak  ve  kulluk  etmek  " demektir.  Bu  sözcük  genelde  “  İbadet  edilen,  tapınılan,  ululanan,  yüceltilen “  nesnelerin  adı  olarak  kullanılmaktadır. Bu  sözcüğe  “  ihtiyaçları  gideren,  işlenen  amellerin  karşılığını  veren,  sükûnet  bahşeden,  huzur,  rahatlık  veren,  yücelik,  hükmü  altına  alıp  kötülüklerden  koruyan “  anlamlar  da  yüklenmektedir.  İlâh  adlandırmasının  kökeni  İbranicede  “  eloah “  sözcüğüne  dayanmaktadır  ve  en  kudretli  tanrıya  verilen  addır.  İlk  İslam  tarihçisi  Taberi’nin  naklinde  de  “  elehe “  sözcüğü  mabut,  tapılacak   ilâh  anlamına  gelmektedir.  Razi’de  sevilen  mabut,  bazı  alimlere  göre  de  sevgi  anlamına  gelmektedir.  Ama  bu  sözcük  sonradan  yuvarlanarak  Arapçaya  ilâh  şeklinde  geçmiştir.  Peygamberimizin  zamanındaki  Mekke  Müşrikleri  de  Sin  ya  da  Hubel  olarak  adlandırdıkları  en  kuvvetli  ve  büyük  olan  Ay  tanrılarını  ifadeye  güç  katan  “ al “  ekiyle  birlikte  “  al – ilâh “  olarak  isimlendirerek  tapmaktaydılar. 

Kur’anın  İslam’ının  saf  Tevhit  akidesi,  tapılacak,  ibadet  edilecek  ve  yüceltilecek  olanın,  Kâinatı  ve  içindeki  enerjiyi,  bütün  maddeyi,  eşyayı  canlı  ve  cansız  varlıkları  yaratanın,  yoktan  var  edenin  sadece  Allah  olduğunu  kabul  eder. Bundan  dolayı  Kur’anın  Allah  kavramı  ile  diğer  dinlerdeki  ilâh  kavramı  arasında  anlam,  kavram,  oluşturma,  hükmetme  ve  işlev  bakımından  tartışmaya  yer  bırakmayacak  nitelikte  büyük  farklılıklar  bulunmaktadır. Diğer  dinlerdeki  ilâhlar,  bu  inançtaki  insanların  korkularının,  ihtiyaçlarının  ürünü  olup,  insanların  ihtiyaçlarına  göre  ortaya  çıkmış  ve  şekillenmiştir.  Hüküm  koyma  özellikleri  olmayan  ve  insanların  korkularının,  ihtiyaçlarının  ortadan  kalkması  halinde  fonksiyonlarını  kaybedecek  olan  bu  ilâhlar,  insanlarla  birlikte  var  olup,  insanlarla  birlikte  yok  olurlar.  Ve  tarih  boyunca  birçok  kavmin  yok  olmasıyla  da  böyle  olduğu  görülmüştür.  Ama  Kur'andaki  Allah,  Hadid  Sûresinin  3. ayetinde, “  O,  el  Evvel  /  ilktir,  el  Ahir  /  sondur,  Vezzahiru  / açıktadır,  Velbatinu  /  içtedir  ve  O  Alimdir  /  her  şeyi  en  iyi  bilendir.  “   denilerek  evvelin,  sonun,  herşeyin  sahibi  ve  yaratıcısıdır. Kur’anın  İslam’ında  kişi  ilâhını  kendi  ihtiyaçları  doğrultusunda   edinemez. Çünkü  İslam,  ibadet  edilecek  İlâh’ın  tek,  mutlak  varlık  ve  yaratıcı,  tek  hüküm  koyucu  olduğu  esası  üzerine  oturtulmuştur.  Bu  nedenle  yaratmanın  sahibi  Allah  katında  tek  bir  din  olan  İslam,  akıl  ve  irade  ile  yaratılmasından  bu  yana  bütün  insanları  işte  bu  İlâha,  yani   Kur'andaki  Allah’a  iman  ve  ibadet  etmeye  çağırmaktadır. Kur’anın  İslam’ındaki  İlâh  olan  Allah,  mutlak  yaratıcı  olduğundan  her  şeyden  önce  de  vardır.  Varlığı  zatı  ile  kaimdir.  Varlığını  ayakta  tutmak  için  Kendisinden  başka  hiçbir  desteğe,  güce  ihtiyacı  yoktur  ve  ebedi  olduğu  için  insanla  ve  toplumlarla  birlikte  yok  olmaz. (  Allah  ile  ilgili  daha  geniş  bilgileri  sitemizdeki  "  Allah'ı  Kur'an  İle  Tanıyalım "  başlıklı  makalemizde  bulabilirsiniz )

Tarihte  birçok  toplum  Allah'ın  gönderdiği  peygamberlere  ve  onlara  indirilen  kitaplara  itiraz  etmiş,  inanmamak  için  direnç  göstermiş,  Allah’tan  başka  ilâhlar  edinmiş,  onlara  tapınmışlardır.  Kur’an  bu  toplumları  bize  Meryem  Sûresinin  81. ayetinde  “  Ve  onlar,  kendileri  için  bir  güç,  şan  şeref  olsun  diye  Allah’ın  astlarından  ilâhlar  edindiler. “  Hud  Sûresinin  101. ayetinde  “  Ve  onlara  Biz  haksızlık  etmedik.,  fakat  onlar  kendilerine  haksızlık  ettiler,  yanlış  /  kendi  zararlarına  iş  yaptılar. Onun  için  Rabbinin  emri  geldiğinde,  Allah’ın  astlarından  taptıkları  tanrıları,  onlara  hiçbir  şey  sağlamadı  ve  onlara  ziyandan  başka  bir  şey  arttırmadılar. ”  Nahl  Sûresinin  20 – 22. ayetlerinde  de “  Ve  onların  Allah’ın  astlarından  yakardıkları  şeyler  herhangi  bir  şey  oluşturamazlar,  kendileri  oluşturulmuşlardır,  ölülerdir,  diri  değildirler.  Ne  zaman  dirileceklerini  de  bilmezler. Sizin  ilâhınız  tek  bir  ilâhtır.  Artık  Ahirete  inanmayan  şu  kimseler ;  Onların  kalpleri  tanıtmamaya  çalışmaktadır  ve  onlar,  kendilerinin  büyük  olduğuna  inanan  kimselerdir. ”  Denilerek  eski  çağlarda  ve  cahiliye  dönemlerinde  Allah’ın  vahyinden  haberleri  olmayan  veya  inkâr  eden  insanların  durumları  ve  yaptıkları  yanlışlıklar  çok  ayrıntılı  ve  etkili  ifadelerle  anlatılmaktadır. Bunun  sonucunda  da  onların  durumları  ise  Ahkaf  Sûresinin  27 – 28.  ayetlerinde  “  Kesinlikle  Biz  kendi  komşularınız  olan  memleketleri  helâk  ettik.  /  Değişime  yıkıma  uğrattık.  Ayetleri  onlar  dönsünler  diye  tekrar  tekrar  açıkladık.  Öyleyse  Allah’ın  astlarından  güya  O’na  yakınlığa  vesile  edindikleri  düzme  tanrılar,  onların  azabını  savmaya  yardım  etmeli  değil  miydi ?  Tersine  o  düzme  tanrılar  kendilerinden  ayrılıp  kayboldular.  Bu  onların  yalanlarıdır  /  Uydurmakta  oldukları  şeydir. “  ifadeleriyle  çok  çarpıcı  bir  şekilde  açıklanmaktadır.

Kendi  yaratılışında  ve  çevrelerindeki  oluşturulmuş  mucizelerin  ve  ilâhi  gücün  farkına  varamayan  insanoğlu,  çoğunlukla  Tevhide  ve  sadece  Allah’ın  koruması  altına  girmeyi  reddetmiş,  öldükten  sonra  tekrar  dirilmeye,  Ahirete  ve  hesap  gününe  inanmamış,  ayetlerin  ve  uyarıların  inkârı  ile  küfre  girmiş,  aracı  putlarla  ortak  koşarak  şirk  yolunu  tercih  etmiştir. Oysa  dinimizin  yegâne  kaynağı  Kur'anda  Beyyine  Sûresinin  1 - 5. ayetlerinde  1 - 3  "  Kitap  Ehlinden  ve  ortak  koşanlardan  küfretmiş /  Allah'ın  ilâhlığını,  Rabliğini  bilerek  reddetmiş  olan  şu  kimseler,  kendilerine  hüküm  /  açık  delil  /  içinde  tertemiz,  sapasağlam  yazgılar  bulunan,  tertemiz  sayfaları  okuyan,  Allah  tarafından  gönderilmiş  bir  elçi  gelinceye  kadar  serbest  bırakılmadılar,  gözden  çıkarılmadılar.  4  :  Ve  o  Kitap  verilen  kişiler,  ancak  kendilerine  açık  kanıt  geldikten  sonra  ayrılığa  düştüler.  5  :  Oysa  ki  onlara  sadece  dini  Allah  için  arındıran  kişiler  halinde  Allah'a  kulluk  etmeleri,  salatı  ikame  etmeleri,  zekâtı  vermeleri  emredilmişti.  Ve  işte  bu,  doğru,  eksiksiz,  aşınmaz  dindir. "  Denilmekte,  Mümin  Sûresinin  57. ayetinde  de  "  Elbette  göklerin  ve  yerin  oluşturulması,  insanların  oluşturulmasından  daha  büyüktür.  Ama  insanların  çoğu  bilmiyorlar. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  halbuki  aklını  kullanan  ve  sorgulayan  bir  insan  için,  ilâhi  vahye  kulak  vermese  bile  çevresinde  ve  gökyüzünde  yaratılmış  olanların  hakikate  işaret  eden  mucizelerle  donatılmış  olduğu  belirtilmekte,  ana  hatlarıyla  Allah  katındaki  dinin  yapısına,  Allah'ın  büyüklüğüne  işaret  edilmektedir.  Buna  rağmen  insanların  çoğu,  göklerin  ve  yerin  yaratılmasının,  insanın  yeniden  yaratılmasından  daha  büyük  mucizeler  taşıdığını  idrak  edememekte,  bizzat  görmedikleri  Allah'ın  büyüklüğünü  algılayamamakta,  Ahirete  inanmak  istememektedirler.  Furkan  Sûresinin  43. ayetinde  "  Kötü  duygularını,  tutkularını  kendine  tanrı  edinen  kişiyi  gördün  mü  /  hiç  düşündün  mü ?  44  :  "  Yoksa  sen  onların  çoğunun  gerçekten  vahye  kulak  vereceğini  yahut  akıllarını  kullanacaklarını  mı  sanıyorsun.  Onlar  ancak  hayvanlar  gibidir.  Aslında  yol  bakımından  daha  sapıktırlar. "  denilerek  çok  ciddi  bir  uyarı  yapıldığı  halde,  işte  Allah’ın  insana  bahşettiği  akıl  nimetinin,  akıl  yolunun  kullanılmayışı,  Allah’ın  Tevhit  ( La  ilâhe  illallah )  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur  deme  ve  şuuruna  sahip  olma  yolunun  seçilememesi,  hidayetten  yoksun  kalınması  ve  dalalet  ile  şirk  batağına  bulaşmasının  sebebi  olmaktadır. 

Ayetlerde  belirtildiği  gibi  insanların  çoğunun  nankörlüklerine  ve  hayvanlıklarına   rağmen  Leyl  Sûresinin  12. ayetinde  "  Doğruya  ve  güzele  yol   göstermek  sadece  Bizim  üzerimizedir. "  Enam  Sûresinin  12.  ayetinde   De  ki  :  “ Göklerde  ve  yerde  olanlar  kim  içindir ?  “  De  ki  : “ Allah  içindir. “  Allah,  rahmeti  kendi  zatı  üzerine  yazmıştır. "  ifadelerinde  görüldüğü  gibi  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Rahman  ve  Rahim  olması  ve  Rabliğinin  gereği  de  rahmeti  Kendi  üzerine  farz  kılmasından  dolayı,  Adem  Peygamberle   başlayarak,  insanlara  tarih  boyunca  değişik  zamanlarda  ve  değişik  bölgelerde  ardı   ardına   gönderdiği   Peygamberlerle,  sabırla  Tevhit'e  ( Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur )  demenin  bilincine  ve  hiç  bir  şekilde  ve  hiç  bir  kimseyi,  Allah'ın  yanında  veya  O'nun  yerine  ilâh  yaparak  Allah'a  ortak  koşmama  davetini  sürdürmüştür.  Fakat  hepsi  de  birer  beşer,  insan  olan  ve  doğa  üstü  güçleri  olmadığı  için  toplumlara  gönderilen  bütün  peygamberler  ve  Tevhit  inancı  reddedilmiş,  inanılmamış,  büyük  dirençler  gösterilmiştir.  Aksine   tarih  boyunca  Rabbimizin  indirdiği  Kitaplar,  emirler,  uyarılar  dışında  başka  kaynaklar  aranmış  ve  Allah’tan  başka,  Allah’ın  yarattıklarından  ( astlarından )  gökyüzünden,  yeryüzündeki  doğa  güçlerinden,  taştan,  tahtadan  yaptıkları  putlardan,  büyük  ve  güçlü  saydıkları  kişilerden,  yol  gösteren  yardım  eden  ve  koruyan  yakınlar  Veliler,  önderler  edinilmiştir. Böylece  de  insanlar  arasında  yönetenler  ve  yönetilenler  olmak  üzere  sınıfsal  farklılıklar  oluşturulmaya  başlanmıştır.
 
Kitabımız  Kur’anda  ( min  dinillahi ) şeklinde  ifadenin  yer  aldığı  ayetlerde,  aslında  Allah’ın  yarattıklarının   hepsine  “ seviyesi  düşük “  anlamına   gelmek  üzere  Allah’ın  Astları  denir. Her  dönemde,  her  peygamberle  Yüce  Rabbimiz,  insanın  sahip  olduğu  olumsuz  özelliklerini,  kendisini  ateşe  götürecek  davranışlarını   ortadan  kaldırıp,  onun  adil,  vefakâr,  cömert,  erdemli,  iffetli,  paylaşımcı,  barışsever,  sevgi  dolu  biri  olup,  dalaletten,  şirkten / ortak  koşmaktan  kurtularak,  Tevhit  ve  hidayet  yolunda  olmasını  sağlamak  için  ona  kulluk  ( ibadet )  görevlerini  vermiştir.  İbadet  :  Kulluk  etme, ( Kölelik  etme ) :  Kulun  sahibine  (  Kendisini  yaratan  Allah’a )  yaratan  Rabbi  tarafından  verilen  görevleri  kayıtsız  şartsız  kabullenip  yerine  getirmesi,  Allah'ın  koyduğu  kurallara  ve  belirlediği  insanlık  yaşamının  düzenine  uymasıdır.  Ancak  ülkemizde  Ulema  denilen  bazı  kişilerce  saptırılmış  olan  din  anlayışıyla  Türkçe’de  ibadet  denildiğinde,  köleliğin,  Allah’a  teslimiyetin  bütün  amelleri  değil,  İslam’ın  beş  şartı  denilen,  namaz  kılmak,  oruç  tutmak,  hacca  gitmek  gibi  Emevi  belirlemesi  fiiller  akla  gelmektedir.  Kur’anda  Allah’ın  Kendisine  nasıl   kulluk   edilmesi   gerektiğini  belirlediği  6234  ayetin  tamamı  İslam’ın  şartı  iken,  İslam’ın  şartı  5  tir  demek,  küfürdür,  şirktir.  Allah'ın  diğer  ayetlerini  görmemezlikten  gelmektir.  İnsanların  bütün  yaşamında,  insanlık  adına  üretilen  her  iş,  her  güzel  davranış,  Allah’ın  Kur’an  ayetleri  ile  yapın  veya  yapmayın  dediği  her  şey  ibadettir.

NİSA  172  : Mesih  ve  yakınlaştırılmış  melekler  /  İsa  ve  İsa’ya  yardım  ettiğine  inandıkları  doğa  güçleri,  Allah’ın  bir  kulu  olmaktan  asla  çekinmezler. Ve  kim  O’na  kulluk  etmekten  çekinir  ve  büyüklük  taslarsa  bilsin  ki  O,  onların  hepsini  yakında  Kendisine  toplar.

Ayetin  orijinalinde  aslında  Allah'ın  İsa'ya  büyük  lütuflarda  bulunduğu,  buna  rağmen  İsa'nın  şımarıp  kulluktan,  Allah'a  ibadet  etmekten  kaçınmadığı  beyan  edilmekle  beraber,  İsa  nezdinde  ehli  kitap  olan  Hristiyanlar  için  bir  ültümatomla  gerçek  inanca  davet  edilip  Ahirette  düşecekleri  perişanlık  bildirilerek  uyarılmaktadır.  Ayette  Allah’a  “ abd “  olmak  ile  O’na  “ ibadet  etmek " aynı  anlamda  kullanılmıştır.  İbadet  sözcüğü,  Arapçada  “ abede “  fiilinin  mastarıdır.  Kölelik  anlamına  gelir.  Köle,  köle  olmak,  kölelik,  gibi  kavramlar  “ abd “  kökünden  türemiştir. Bu  kavramlar,  İslam’ın  ne  olduğunu  ve  ne  olmadığını  anlatan  anahtar  kavramlardır. Her  şey  için  Allah’a  muhtaç  olan  insan  ile,  hiçbir  şeye  muhtaç  olmayan,  her  şeyin  yaratıcısı  ve  sahibi,  sonsuz  güç  ve  kudreti  olan  Allah  arasındaki  ilişkinin  nasıl  olması  gerektiği,  Kur’anda  bu  kökten  gelen  kelimelerle  anlatılmaktadır. Eğer  şart  öne  sürülecekse  Kur’anın  ve  İslam’ın  tek  şartı  vardır,  o  da  Allah’a  teslim  olmaktır. Bu  da  yalnızca  Allah’a  köle  olmak,  O’na  Kur'an  ayetleriyle  yönelmek  ve  kimseyi,  hiç  bir  şeyi  aracı  yapmamak  ve  ortak  koşmamakla  olur. 

İnsanın  isteyerek,  inanarak  Allah’a  kul  ( köle )  olmasıyla,  insanın  insana  olan  köleliği  birbirine  karıştırılmamalıdır. Köle  olunmaya  layık  olan,  sadece  sonsuz  yüce  olan  Allah’tır.  İnsanların  uygulama  ve  anlayışlarına  göre  ise  köle ;  Kendi  iradesi  olmayan,  efendisi  ne  derse,  ne  isterse  onu  karşılıksız  olarak  yapmakla  yükümlü  olan,  koşulsuz  ve  mutlak  olarak  itaat  eden,  efendisini  memnun  etmeye  çalışan  kimsedir.  Kul ;  sözcüğü  eski  Türkçe’den  gelen  bir  sözcüktür. Esir,  köle  anlamındadır. Türkçede  genellikle  “ Allah’ın  kulu “  denilerek,  dini  ya  da  inancı  ne  olursa  olsun  yaratılmış  insanlar  ve  Allah'ın  hükmüne  uyan  bütün   doğa  güçleri,  canlı  ve  cansız  varlıklar  anlamlarında  kullanılmaktadır.  Peygamber,  Padişah,  Sultan,  Halife,  Veli,  İmam,  Şeyh,  Mürşit  herkes  Allah  katında  kuldur.  Hiç  kimse  Allah  katında  kulluğun  üstüne  çıkamaz.  İnsanlar  Allah’tan  başkasına  kul  olamaz. Hiç  kimseyi  Efendi  ( Rabb )  yerine  koyamaz. Zariyat  Sûresinin  56 - 57. ayetlerinde  de, " Ben  ins  ve  cinni  /  Bildiğiniz  ve  bilmediğiniz  gelmiş  geçmiş  herkesi  yalnızca  bana  kulluk  etsinler  diye  oluşturdum.  Ben  onlardan  bir  rızık  istemiyorum.  Ben  onların  Bana  yedirmelerini  de  istemiyorum. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi   Rabbimiz,  kullarına  kendi  nezdindeki  konumlarını  bildirmektedir. Bu  nedenle  zaten  ve  bilhassa  Allah'ın  rızıklandırdığı  ve  doyurduğu  insanların  hadlerini  aşarak  ilâhlık  ve  rabblik  taslamaya  kalkmamaları,  kesinlikle  Yaratandan  başkasına  boyun  eğip  kul  olmamaları  uyarısında  bulunmaktadır.  İnsanların  yapacağı  bu  kulluk  görevine  Allah'ın  ihtiyacı  yoktur.  İnsanın  yapacağı  kulluk,  kendi  iyiliğine,  mutluluğuna  yöneliktir. Hedef,  insanların  toplu  yaşamındaki  iyiliği,  huzuru,  mutluluğu  hakkı,  hukuku,  adaleti   sağlayacak  insanlık  erdemine  kavuşturmaktır.  Bu  nedenle  de  eğer  yapılacaksa  ancak  Allah,  sadece  kendisine  kulluk  edilmesini  ister. Hükmüne  kimseyi  ortak  etmez.

KEHF  26  : De  ki  : “ Allah  mağarada  ne  kadar  kaldıklarını  en  iyi  bilendir. “ Göklerin  ve  yerin  gaybi  yalnızca  O’nun  içindir.  O  ne  güzel  görür,  O  ne  güzel  işitir.  Onlar  için  O’nun  astlarından  bir  veli  /  dost,  yardım  edip,  koruyup  kollayanı  yoktur.  Allah  Kendi  hükmüne  kimseyi  ortak  etmez.

BAKARA  107  :  Göklerin  ve  yerin  egemenliğinin  şüphesiz  yalnız  Allah’a  ait  olduğunu  ve  sizin  için  Allah’ın  astlarından  bir  veli  /  yakın  ve  bir  yardımcı olmadığını  bilmedin  mi ? 

BAKARA  22  : Yeryüzünü  sizin  için  bir  döşek,  göğü  de  bir  bina  yapan,  gökten  su  indirip  de  onunla  sizin  için  rızık  olarak  ürünlerden  çıkaran  Rabbinize  kulluk  edin.  Artık  siz  de  bile  bile  Allah’a  ortaklar  koşmayın.

Yakınlık  kurulacak,  güvenilecek,  ayetlerine  yönelerek  izinden  gidilecek  olan,  sadece  Yüce  Rabbimiz  Allah’tır.  Allah’ın  taşıdığı  sıfatlara  O’ndan  başka  hiçbir  varlık  sahip  olamaz.  Bunun  aksine  Allah’ın  taşıdığı  sıfatları  insanların  Güneşe,  Aya,  yıldızlara  veya  büyük  kişilerin  taştan  yapılmış  putlarına  veya  dini  liderlere,  hatta  Peygamberlere  atfedilerek  onlardan  yardım  istenmesi,  yakarılması,  tapınılması  ortak  koşmaktır,  şirktir. Kur'anda  pek  çok  ayette,  örneğin  Araf  Sûresinin  3. ayetinde  "  Rabbinizden  size  indirilene  uyun.  O’nu  bırakıp  başka  dostlara  /  koruyacak,  yardım  edecek  velilere  uymayın.  Ne  kadar  da  az  öğüt  alıyorsunuz. "  ifadeleriyle  bu  konuda  çok  da  şiddetli  uyarıların  bulunmasına  rağmen,  Peygamberimizin  vefatından  sonra,  bugün  Müslümanlar  da  akıllarını  kullanmayarak,  Kur'an  ayetlerindeki  uyarıları  gözardı  ederek  tıpkı  müşriklerin  "  Bizi  Allah'a  yakınlaştıracaklar  "  diyerek  yaptıkları  gibi,  birtakım   kendisine  Gavs  Hazretleri,  Kutup,  Kutbul  Aktab,  Mürşit,  Evliya,  İmam,  Şeyh  denilen  kişilere  uymak,  onların  peşinden  gitmek,  Allah’ın  yanında   onları  da  yüceltmek,  Cennete  kavuşturacak  kişiler  olarak,  hatta  şefaat  ya  resulullah  diyerek  Peygamber  de  dahil  sevgisini  dahi  abartarak  onlardan  yardım  istemek  suretiyle  Allah’a  ortak  koşar  hale  gelmişlerdir.

ŞİRK  :  Mülk  ve  hükümde,  saltanatta  ortaklık  demektir.  Allah’ın  yetki  ve  imtiyazlarından,  Zati  ve  Subuti   sıfatlarından,  en  güzel  isimlerinde  yer  alan  tasarruflarından  birini  ya  da  birkaçının  Allah’tan  başka  Peygamber,  Padişah,  Sultan,  Veli,  Evliya,  Gavs,  Kutub,  Mürşit,  Hoca,  İmam,  Üstat,  Şıh,  Seyyit  gibi  yeryüzünde  Allah'ın  gölgesi  olarak  kabul  edilen  somut  kişilere  ya  da  soyut  herhangi  bir  varlığa  yakıştırılması,  verilmesi  veya  uyarlanmasıdır.  Bu  eylemde  ve  inançta  olanlara  da  Kur'anda  müşrik  denilmektedir.

* Kelam  ilmi  ile  meşgul  olanlara  göre  şirk,  Yaratılmış  olanlara,  Kadir i  Mutlak  olan  Allah’ın  sıfatlarından  gaybi  bilme,  yaratma,  alemde  tasarruf  etme,  günahlardan   arındırma,  hidayete  erdirme  ve  saptırma  gibi  özelliklerin  başka  insanlara,  tanrılara,  melek,  cinn,  şeytan  v.s  varlıklara  atfedilmesi  şirk  olarak  kabul  edilir.

* Antropomorfizm'e  ( İnsan  Bilimcilik ) ( İnsani  vasıfların  başkasına  atfedilmesi )   göre  de  (  El,  kol,  ayak  varedilmesi,  gözü  ile  görmesi,  kulağı  ile  sesleri  işitmesi  gibi  vasıflarla  insana  benzetilmesi  ve  inanılması ) Allah’ın  uluhiyetine  uygun  olmayan  vasıfların,  Kendisine  atfedilmesi  de  şirktir.  Allah'ın  görmesi,  işitmesi,  herşeye  kadir  olması,  eli  kolu  olması  gibi,  Evrendeki   yarattığı  madde  ve  enerjiye  bağlı  oluşumların  ve  yeteneklerin  bir  kısmının  insanda  da  var  olan  duyuların  hepsinden  Allah  münezzehtir,  Allah,  bizim  sınırlı  dünya  aklımızla  algılayamayacağımız  bambaşka  bir  yapı  ve  formdadır.

Kur’ana  göre  Nisa  Sûresinin  48. ayetinde  Şüphesiz  Allah,  Kendisine  ortak  kabul  edilmesini  bağışlamaz.  Bunun  altındakileri  dilediği  kimseler  için  bağışlar.  Kim  Allah’a  ortak  tanırsa  şüphesiz  pek  büyük  bir  günah  işlemiş  olur. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  şirk  koşmak  günahların  en  büyüğüdür.  Zümer  Sûresinin  65. ayetinde  de  "  Ve  andolsun  ki,  sana  ve  senden  öncekilere  şöyle  vahyedildi  :   Andolsun  ki  ortak  koşarsan  amelin  kesinlikle  boşa  gider.  Ve  kesinlikle  kaybedenlerden  olacaksın.  Onun  için  tam  aksine  yalnız  Allah’a  kulluk  et  ve  sahip  olduğun  nimetlerin  karşılığını  ödeyenlerden  ol. “  denilerek  Rabbimizin  aynı  ayet  içerisinde  iki  defa  kasem  ederek  /  and  içerek  /  dikkat  çekerek  / kanıt  göstererek  ısrarla  uyarmasına,  bütün  güzel  amellerin  boşa  gideceğini  bildirmesine  rağmen,  Peygamberimizin  vefatından  sonra  Müslümanım  elhamdülillah  diyenlerin   çoğunluğunun,  Kur'anı  anlamak  için  okumadıklarından  dolayı  tarih  boyunca  çok  çeşitli  yollarla,  Allah’a  ortak  koşarak  şirke  girdiklerini  görüyoruz.  Bu  nedenle  Kur’andaki  ayetlerin  neredeyse  tamamına  yakınında  Tevhit  ve  Şirkle  mücadele  konusu  yer  alır. Tarih  boyunca  Allah'ı  yeterince  tanıma  çabası  içerisinde  olamayan  insanoğlu,  o  kadar  çok  değişik  yollardan  inancıyla,  davranışıyla  ortak  koşma  riskinin  ve  günahının  içerisinde  olmuştur  ki,  bu  nedenle  Allah'a  ortak  koşmanın,  Şirkin  birçok  çeşidinden  söz  edilebilir. Örneğin  ;  

* Bütün  varlıklara  birden  fazla  tanrının  hükmettiğine  inanıp,  Güneş,  Ay,  yıldızlar,  gezegenler  gibi  semai  varlıklara,  tabiat  kuvvetlerine,  ölümsüz  ve  tam  ilâh  sanılan  insanlara,  canlı  cansız  varlıklara  tapınmak,  onlara  yalvararak  yardım  isteyip  ibadet  etmek  şirktir.  Nahl  Sûresinin  51.  ayetinde  "  Ve  Allah  buyurdu :  “  İki  ilâh  edinmeyin.  O,  ancak  tek  bir  ilâhtır.  O  halde  yalnız  Benden  korkun. /  Yalnız  bana  kulluk  edin.  "  ifadeleriyle  değinildiği  gibi  Dualist  ( iki  tanrıcı )  ve  Politeist ( çok  tanrıcı )  inançlar  bu  çerçevede  değerlendirildiğinde,  Saffat  Sûresinin  158. ayetinde  "  Ve  onlar,  Allah  ile  gizli  güçler  arasında  bir  hısımlık  bağı  kurdular. " ifadeleriyle  batıl  inançlara  yapılan  atıfla  belirtildiği  gibi,  Zerdüştlük  ve  Mani  dinlerinde  kötülüğün,  zarar  veren  şeylerin  ayrıca   kötülük  tanrısı  ve  güçleri  tarafından  yaratıldığına  inanılır.  Tanrılardan  biri  de  " iyilik  tanrısı " dır. Kötülüklerin  kaynağı  ve  yöneticisi  Ahriman,  Div,  Angra  Manyudur. Bunların  yanı  sıra  " ebedi  mukaddesler "  denilen  altı  tanrı  daha  bulunmaktadır.  Bu  nedenlerle  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Sebe  Sûresinin  40. ayetinde  "  Ve  o  gün  Allah,  onları  hep  birlikte  toplayacak,  sonra  meleklere, / doğa  güçlerine  " şunlar  mı  size  tapıyorlardı "  diyecektir. "  ifadeleriyle  uyarısını  yapmaktadır.  Benzer  şekilde  Cinn  Sûresinin  18. ayetinde   "  Ve  şüphesiz  ki  mescitler  Allah  içindir.  O  nedenle  Allah  ile  birlikte  herhangi  kimseye  yalvarmayın.  /  kulluk  etmeyin  "  ifadeleriyle  belirttiği  gibi  bu  inançta  olanları  ve  bugünün  biz  Müslümanlarını  da  Cami  içerisinde  ve  dışında  kılınan  namazlar  esnasında,  Peygamberimizin  de  ibadetin  içine  katılarak,  yapılan   tesniyelerle ( ikilemelerle )  ve  dualarla  şirke  bulaşmamalarının  önemine  dikkat  çekmektedir. İbadet  ve  kulluk  görevlerinin  sadece  Allah  için  yapılmasını  istemekte,  hiç  bir  mescitte,  hiç  bir  yerde,  hiç  bir  şekilde  Kendisine  ortak  koşulmasını,   yapılan  eğitim,  öğretim  ve  diğer  kulluk  görevlerinde  şirke  bulaşılmasını  istememektedir.  Bu  nedenledir  ki,  yanlış  olarak  da  olsa,  bilmeden  de  olsa,  ya  da  iyi  niyetle  de  olsa,  Rabbimizin  men  ettiği  halde  Müslümanların  içine  düşebilecekleri  şirk  konusunda,  secdegâh  olarak  edindikleri  Cami  ve  Mescitlerde  daha  da  fazla  dikkatli  olması  gerekmektedir.

NAHL  52  :  Göklerde  ve  yeryüzünde  olan  şeyler  de  yalnız  O’nundur.  Din  de  daima  O’nundur.  Böyle  iken  siz  Allah’tan  başkasına  mı  kendinizi  koruma  altına  aldırtıyorsunuz.

ENBİYA  22  :  Eğer  yer  ile  gökte  Allah’tan  başka  ilâhlar  olsaydı,  bunların  ikisi  de  kesinlikle  kargaşa  içinde  olurdu. /  düzenleri  bozulurdu.

Ayetlerde  Rabbimiz,  insanlar  Tevhit  ( Allah’ı  birleme ) ( La  ilâhe  illallah )  ( Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yortur. ) deme  ilkesinden  sapmasınlar,  insanlar  arasındaki  birliği  de  sağlayarak  sınıfsal  farklılıkları  ve  ayrımcılığı  ortadan  kaldırsınlar  diye  mescitlerde  nasıl  şirke  bulaşılabileceğine  işaret  ettiği  gibi,  herkesi  de  bu  davranıştan  men  ederek  dikkatli  olmaya  çağırmaktadır.  Ayetlerin  açık  ve  net  hükmünün  gereği,  mescitlerde  sadece  Allah’a  dua  edilmeli,  sadece  Allah’tan  yardım  dilenmeli,  yönelmek  şöyle  dursun,  bir  başkasının  adı  peygamber  dahi  olsa  kesinlikle  Allah'ın  yanında  anılmamalıdır. Peki  bugün  böyle  mi  olmaktadır,  bu  uyarılara  uyulmakta  mıdır ?  Bir  kocaman  hayır. Peygamberimizin  vefatından  yıllar  sonra  ortaya  çıkan  hadis  ve  rivayet  yazarlarının,  Kur’an  tefsircilerinin   eserlerine  bağlı  kalan,  Ulema  denilen  gelenekçiler,  çoğunlukla  bu  ayetin,  Yahudi  ve  Hristiyanların  Allah  ile  birlikte  Musa’ya,  İsa’ya,  Meryem’e  de  dua  etmelerine  yönelik  olduğunu  ileri  sürmüşler,  biz  Müslümanları  ise  hiç  muhatap  kılmamışlar,  şirkin  tozunu  dahi  üzerlerine  kondurmamışlardır.  Bundan  dolayı  da  bugün  Camilerimizde  ibadet  esnasında  yanında  Peygamberimizin  ismi  olmadan,  Allah'ın  adı  anılmamaktadır. Sanki  Peygamber  Allah'ın  ortağı  imiş,  veya  bir  çok  uydurma  hadisle  dinin  sahibi  imiş  gibi,  Cami  duvarlarına  Allah  ve  Muhammed  ismi  birlikte  asılmaktadır.  Oysa  Kur'anda  yirmi  dört  ayette  yer  alan   " Lailâhe  İllallah "  Tevhit  ifadesinin   hiç  birinin  ardından,  hiç  bir  peygamberin  ismi  anılmamaktadır.  Biz  elbetteki  Peygamberimizi  sayarız,  severiz,  onun  üstün  Kur'an  ahlâkını  örnek  alırız,  çabalarını,  azmini,  sabrını,  fedakârlıklarını  takdir  ederiz, O'nun  bize  emaneti  olan  Kur'ana  sahip  çıkar,  izinden  gideriz.  Ama   en  büyük  günah  olan  şirkten  sakınmak  için  de,  Kur'an  ve  Tevhit  öğretisine  göre  Allah'a  ibadet  esnasında,  bunları  ayrı  tutmak  zorunda  olduğumuzu  da  bilmeliyiz.

* Tanrıyı,  Allah'ı  bizdeki  tasavvuf  inancında  olduğu  gibi  bir  bütünün  parçası  kabul  etmek  de  şirktir.  Allah  bütün  yarattıklarından  münezzehtir.  Allah’a  inanmakla  beraber  O’na  başka  şeyleri  de  ortak  koşan  Yahudi  ve  Hristiyanların  Teslis  inancı  da  bu  kapsamdadır. Tevbe  Sûresinin  30.  ayetinde "  Ve  Yahudiler  “  Üzeyir  Allah’ın  oğludur  “  dediler.  Hristiyanlar  da  “  Mesih  Allah’ın  oğludur  “  dediler.  Allah  onları  kahretsin,  nasıl  da  haktan  çevriliyorlar. "  Meryem  Sûresinin  35. ayetinde  "  Allah  için  çocuk  edinmek  diye  bir  şey  yoktur.  O,  bundan  arınıktır.  O,  bir  şeye  hükmederse,  ona  sadece  “ ol “  der.  O  da  oluverir. "  Maide  Sûresinin  73. ayetinde  "  Andolsun  “ Allah  üçün  üçüncüsüdür “  diyen  kimseler  kesinlikle  kâfir  olmuşlardır.  Oysa  tek  ilâhtan  başka  ilâh  yoktur.  Eğer  söylediklerinden  vazgeçmezlerse,  kesinlikle  onlardan  kâfirlere  acı  veren  bir  azap  dokunacaktır. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  Yahudilerin  Üzeyir'e  ve  Hristiyanların  İsa’ya  Allah’ın  oğlu  demesi,  Meryem’e  Ruhul  Kudüs  denilerek  uluhiyet  verilmesi  ile  Allah,  üçün  üçüncüsüdür  denilerek  inancın  içine  sokulmuşlar,  Allah'a  ortak  edilmişlerdir. Rabbimiz  de  bu  konularda  biz  Müslümanlara  Peygamberinizi  bana  ortak  koşarak  aslında  siz  de  onlar  gibi  yapmayın  diyerek  uyarılarını  göstermektedir. Peki  bir  soralım  bugün  Müslümanlar  bu  uyarıların  farkında  olup  uyarılara  uymakta  mıdır ?

* Allah'tan  gelen  yaratılış  ve  oluşumları,  dışsal  etkiyi  reddedip,  evrensel  oluşumları,  maddenin  ve  Evrenin  kendi  iç  dinamikleri  olduğunu  kabul  eden  ve  Allah'ı  yok  sayan  Ateist,  Allah'ın  varlığına  inanıp  peygamberin  ve  kitabın  olmadığını  söyleyen  Deist,  Allah'ın  varlığı  da  yokluğu  da  ispat  edilemez  diyen  bilinmezci  Agnostik  anlayış  ta  şirktir.  Bu  nedenle  müşrik  denilince  sadece  akla   Allah’a  oğullar  isnat  edenler,  Allah  ikidir,  üçtür  diyenler,  Allah’ın  yarattıklarının  bir  çoğunu  Kendisine  ortak  koşanlar  gelmemelidir.  Bunun  yanısıra  Allah’a  inanılıp  da  aynı  zamanda  sevginin,  saygının,  bağlılığın,  Allah’tan  daha  fazla   başka  bir  şeylere,  nesneye,  Evliya,  hatta  Peygamber  denilen  kişilere  gösterilip  tutku  ve  saplantı  haline  getirildiğinde,  onlar  da  müşrik  olur. Örneklenen  ayetlerden  hiç  ders  alınmamışçasına   Müslümanlar,  bugün  de  Peygamberimizi  seveceğiz  sayacağız,  O’nu  yücelteceğiz  derken  Yahudi  ve  Hristiyanların  düştüğü  hataya  aynen  düşmektedirler.  Kâinatın  efendisi  diyerek  Allah’ın  sıfatlarına  ortak  etmekte,  Allah  denildiğinde  kayıtsız  kalanlar,  Peygamber  denildiğinde  ellerini  kalplerinin  üzerine  koyup,  hemen  salavat  getirmektedirler.  Oysa  kılınan  namazlarda  Fatiha  Suresi  günde  kırk  defa  okunurken  “ Yalnızca  Sana  kulluk  ederizyalnızca  Senden  yardım  dileriz  “ denilmektedir. Amma  acaba  dil  ile  söylenenlerin,  beyinle  bağlantısı  kurulubabilmekte,  Allah'a  verilen  sözlerin   farkında  olunmakta  mıdır ?  Bunun  kalplerde  de  yeri  var  mıdır ? 

Toplumların  yaşamında  şirk  bugün  de  çok  yaygındır.  Aslında  insanın  farkında  olmadan,  Allah’ın  rızasına  muhalif  olarak  yardım  umduğu,  Allah’tan  başka  rızasını  aradığı  her  varlık,  Allah’a  tercih  ettiği  her  şey,  Allah’tan  başka  edindiği  birer  ilâhtır,  puttur.  Bu  hassasiyetten  dolayı  insan,  her  an  şirk  tehlikesiyle  karşı  karşıyadır.  Yaşadığımız   sürece  Kur'an  ayetlerinden  uzak  kalır,  dikkatli  ve  bilinçli  olmazsak,  şirk  her  an  çok  yakınımızda  olacaktır. Günümüzde  hemen  hemen  herkes,  şirkin  büyük  bir  günah  olduğunu  duyar,  ama  bunun  kendisiyle  bir  ilgisinin  olduğunu  hiç  aklının  ucuna  bile  getirmez.  Kendi  içinde  bulunduğu  durumu,  Kur’anı  anladığı  dilden  hiç  okumadığı  için  de  sorgulayarak  değerlendiremez.  Bu  konuda  belki  de  kulaktan  dolma  bilgilerle  müşriklerin, ( şirk  koşanların )  Peygamberimiz  zamanında   sadece  taştan,  tahtadan  oyulmuş  heykellere  secde  eden,  putlara  tapan  insanlar  olduğunu   zanneder.  Günümüz  insanlarının  inancına  göre,  çoğunlukla  Peygamberimizden  önce  Kâbe’deki  putlara  tapanlar  putperesttirler. Halbuki  unutulmamalıdır  ki,  onlar  da  Allah  var  diyorlardı,  namaz  kılıyor,  oruç  tutuyor,  zekât  verip  infak  ediyor  ve  hacc  yapıyorlardı. Oysa  put,  sadece  taştan,  tahtadan  yardımcı  sahte  ilâhlar  değil,  kişinin  Allah’ın  dışında   hayatında  saplantı  halinde  büyük  bir  ihtirasla  hedef  kıldığı,  maddi  manevi,  bedenli  bedensiz  her  şeydir.  Örneğin,  aşırı  tutkulu  hale  gelen  para  da  bir  puttur.  Şehvet  de  bir  puttur.  Abartılmış  bir  evlat  sevgisi  de,  abartılarak  Allah'ın  yanına  konulmuş  Peygamber  sevgisi  de  bir  puttur.  Her  hangi  bir  şeye,  veya  Kur'anın  yerine  herhangi  bir  kitaba  vazgeçilemez  gözüyle  aşırı  bağlanılması,  aracı  yapılan  Evliya  ve  Mürşitler  de  puttur.

Peygamberimizden  önce  Allah’a  kulluk  ve  ibadet  hakkındaki  sapmalar,  meleklerin,  cinlerin,  herhangi   bir  canlı  veya   cansız  varlığın  heykellerinin,  sahte  ilâhlar  edinilip  Allah’a  ortak  koşulması  şeklinde  iken,  Peygamberimizin  vefatından  sonra,  geçen  zaman  içerisinde  Allah’a  kulluk  ve  ibadet   hakkındaki  sapmalar,  daha  ziyade  din  kisvesi  altındaki  hazret  unvanı  da  verilen  kişilerin  ( Evliyanın,  İmamların,  Üstatların,  Hacıların,  Hoca   efendilerin,  Şeyhlerin,  Şıhların,  Mürşit  ve  Gavsların  )  ululaştırılması  şekliyle  ortaya  çıktığı  gibi,  heves,  para,  kadın,  makam,  mevki,  ideoloji,  gibi  tagutların  ( haddin  aşılmasının )  farkında  olarak  veya  olmayarak,  yedek  ilâh  edinilmesi  şeklinde  de  ortaya  çıkmıştır. Oysa  Rabbimiz  bütün  bu  sapkınlıkların  uyarısını,  pek  çok  ayetle  Kur'anda  dile  getirmektedir.

ALAK  6 – 8  :  Kesinlikle  hayır ! Senin  düşündüğün  gibi  değil.  Dönüş  Rabbine  olmasına   rağmen  insan  kendini  yeterli  / güçlü,  zengin,  kuvvetli  gördüğünde  kesinlikle  azar. Tagutlaşır.  /  Tugyanlaşır,  firavunlaşır,  haddini  aşar,  zulüm,  sapkınlık,  isyan,  küfür,  içinde  olur.  Kendini  ilâhlaştırır.

Halbuki  Yüce  Rabbimiz,  Peygamberimizi  Müddessir  Sûresinin  4 - 5. ayetleri  ile  görevine  ilk  defa  başlatırken,  "  Vesiyâbeke  fe  tahhir,  Ve  rucze  fehcür. "  ifadesi  ile  dikkatini  pis  olan  şeylere  ve  şirke  çekerek, “  Sakın  pisliğe  bulaşma,  seni  lekeliyecek  her  türlü  işten,  şaibeden,  davranıştan,  şirkten  uzak  dur “  diyerek  daha  işin  başında  uyarısını  yapmış,  O’nun  şahsında  bizlere  de  gerekli  mesajı  göndermiştir.

BAKARA  165  : İnsanlardan  kimi  de  Allah’ın  astlarından  birtakım  eşler  tutan  /  O’na  ortak  koşan  kimselerdir.  Onları  Allah’ı  sever  gibi  seviyorlar.

MAİDE  44  : ......İnsanlara  saygı  duyup  ürpermeyin,  Bana  saygı  duyup  ürperin.  Benim  ayetlerimi  de  az  bir  paraya  satmayın.  Ve  kim  Allah'ın  indirdiğiyle  hükmetmezse,  işte  onlar  kâfirlerin  ta  kendileridir.

Tarihe  ve  günümüze  baktığımızda  insanların  çoğunluğunun,  iradesini  Hakktan  /  gerçekten  yana   koymadığını,  zanna,  hırsa  ve  hevese  dayanan,  kendisine  dışarıdan  aktarılan  eksik  yanlış  bilgi  kırıntılarını  gerçek  zannederek,  onlara  körü  körüne  sarıldığını  ve  kendi  kendini  şirkin  ve  dalaletin  kucağına  attığını  görmekteyiz.  Bunun  yanı  sıra  cahil  insanların  Allah’ı  ve  Peygamberi  yeterince  tanıyamadıklarından  ve  takdir  edemediklerinden,  Peygamberimize  bağlı  kalacağız,  onu  methedip,  sevip  sayacağız  ve  yücelteceğiz  derken,  aslında  o  da  Allah'ın  bir  kulu  ve  bir  insan  olduğu  halde,  O'nu  insan  ve  doğa  üstü  bir  konuma  getirerek,  isminin  sürekli  olarak  Allah'ın  yanında  anılması  ile,  onu  Allah'a  ortak  ettiklerinin  farkında  bile  olmadan  şirke  bulaşabildiklerini   görmekteyiz. Kur’anın  anladığı  dilden  mealini  veya  tefsirini  okutturulmayan  insanların  çoğunluğu,  yanlış  seçimlerinin   sarmalında  dolanmaya  devam  ederken,  Tevhidi  ( La  ilâhe  illallah )  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur  demenin  şuurunu  bir  hakikat  olarak  bilip  ve  kabul  ederek  gereğince  yaşayamadığı  için,  dalalete  ve  şirk  bataklığına  ve  de  dolayısıyla  ateşe  sürüklenmektedirler.  Bundan  dolayı  da  yukarıda  örneklediğimiz  Zümer  Suresinin  ayetleriyle  Yüce  Rabbimiz  Allah,  aynı  ayetin  içerisinde  iki  defa   kasem  ederek  Kendisine  ortak  koşacak  olanların  bütün  güzel  amellerinin  boşa  gideceğinin  önemle  uyarısını  yapmaktadır.  

* Zuhruf  Sûresinin  51. ayetinde  Ve  Firavun  toplumunun  içinde  seslendi, “ Ey  toplumum !  Mısır  hükümdarlığı  ve  altımdan  akan  şu  ırmaklar  benim  değil  mi ?  Hala  görmüyor  musunuz ? "  yine  Naziat  Sûresinin  21 - 25. ayetlerinde  "  Sonra  da  Firavun  yalanladı  ve  karşı  geldi. Sonra  çabucak  arka  döndü. Sonra  toplayıp  seslendi  de : “ Ben  sizin  en  Yüce  Rabbinizim ! “  dedi.  Allah  da  dünya  ve  ahiret  azabıyla  yakalayıverdi. "  ifadeleriyle  dile  getirildiği  gibi  İnsan,  kendi  hevesini,  basit  arzularını,  şehvetini,  tutkularını  aşırı  derecede  ön  plana  çıkaran  yanlış  davranışlarla   da  kendini  ilâhlaştırarak  şirke  kaptırabilir.  Ayetlerdeki  firavun  gibi,  kendisini  ilâhlaştıran  örnekleri  her  dönemde,  her  toplumda  görebiliriz. Kendisini  güçlü,  zengin,  her  şeyin  sahibi  olduğunu  zanneden,  kendisini  hırslarının  esaretine  kaptıran  zalimler,  zulümleri  ile  her  şeye  Allah  gibi  hükmederek  şirkin  batağına  gömülürler. Aynı  temayı  Musa  Peygamber  kıssalarında  da  görmekteyiz.

MÜMİN  27  :  Musa  da : “ Şüphesiz  ben  hesap  gününe  inanmayan  her  kibirliden,  benim  Rabbim  ve  sizin  Rabbiniz’e  sığınırım. “ dedi.

ZÜMER  59  :  Tam  tersi  sana  ayetlerim  geldi  de  sen  onları  hemen  yalanladın,  büyüklük  tasladın  ve  kâfirlerden ;  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğini  bilerek  reddedenlerden  oldun.

* Bugünün  hayatında  örneklerini  çok  sıklıkla  gördüğümüz  gibi,  bencilliğinin,  şımarıklığının,  taşkınlığının  sömürmenin  esiri  olarak,  haddini  aşıp,  başkalarına  karşı  haksız  davranışlarda  bulunmak  ve   payına  razı  olmayıp  başkalarının  haklarına  tecavüz  ederek  haksızlık  etmek,  haset  ve  çekememezlik  nedeniyle  kişinin  kendi  nefsine  taptığı  kişileri  de  şirke  götürür.

KASAS  77  : Bir  zaman  toplumu  ona  /  Karun’a  demişti  ki, “  Şımarma !  şüphesiz  ki  Allah  şımarıkları  sevmez.  Ve  Allah’ın  sana  verdiğinde  ahiret  yurdunu  iste.  Dünyadan  da  nasibini  unutma.  Allah’ın  sana  ihsan  ettiği  gibi,  sen  de  ihsanda  bulun.  Ve  yeryüzünde  bozgunculuğu  isteme.  Şüphesiz  ki  Allah,  bozguncuları  sevmez.

KASAS  50  : Buna  rağmen  eğer  sana  cevap  vermezlerse,  bil  ki  onlar,  yalnızca  heveslerine  uymaktadırlar.  Allah’tan  bir  yol  gösterici  olmaksızın  kendi  hevesine  uyandan  daha  sapık  kim  olabilir.  Kesinlikle  Allah  şirk  koşarak  yanlış ;  Kendi  zararlarına  iş  yapan  topluma  yol  göstermez.

* Atalarının,  babalarının,  büyüklerinin  yolunu  körü  körüne  takip  ederek,  gelenek,  görenek,  örf   ve  adetlere  sıkı  sıkıya  bağlı  kalarak,  yanlış  da  olsa  onların  peşinden  gitmek,  ırk  ve  soya  aşırı  bağlılık  ve  bütün  bunların  temel  nedeni  olan  cehalet  de  kişileri  şirke  götürebilir.  Cehalet  insanları  tembelleştirir.  Doğruya  ulaşmak  için  hiçbir  çabada  bulunmazlar.  Atalarının  kendilerine  bıraktığı  mirası,  hiç  sorgulamadan  aynen  kabul  ederek  yaşarlar. Çoğunluğa,  sürüye  ve  zanna  uyarlar.

ZUHRUF  23  :  Ve  işte  böyle  Biz,  senden  önce  de  hangi  kente  bir  uyarıcı  göndermişsek,  kesinlikle  oranın  şımarık  varlıklı  kimseleri  “ Şüphesiz  biz,  babalarımızı  bir  önderli  toplum  üzerinde  bulduk.  Biz  de  kesinlikle  onların  izlerine  uyanlarız “  demişlerdi.

BAKARA  170  :  Ve  onlara,  “ Allah’ın  indirdiğine  uyun “ dendiği  vakit,  “ Aksine  biz  atalarımızı  neyin  üzerinde  bulduysak  ona  uyarız “  dediler.  Ataları  bir  şeye  akıl  erdirmez  ve  kılavuzlandıkları  doğru  yolu  bulmaz  idiyseler  de  mi ?

 * Kalbimizde  herhangi  bir  varlığa  veya  Peygamber  de  dahil  herhangi  bir  kişiye  gösterdiğimiz  aşırı  sevgi,  saygı,  bağlılık,  korku,  veya  umut,  Allah’a  karşı  hissettiğimizden  fazla  ise,  bu  da  şirktir.

ALİ  İMRAN  80  :  Ve  Allah,  size  Melekleri,  zorbaları,  zorba  yönetimleri  ve  Peygamberleri  Rabler  edinmenizi  emretmez. Siz  Müslüman  olduktan  sonra  size  küfrü  emreder mi ?

TEVBE  31  : Onlar  Allah’ı  bırakıp  bilginlerini  ve  rahiplerini  /  din  adamlarını  tanrı  edindiler.

BAKARA  96  : Ve  sen  kesinlikle  onları,  insanların  yaşamaya  en  hırslısı,  Allah’ın  ortağı  olduğunu  kabul  etmiş  olan  kimselerden  de  daha  hırslı  bulacaksın.  Onların  her  biri  bin  sene  ömürlendirilmeyi  arzular.  Oysa  çok  uzun  yaşamak  kendisini  azaptan  uzaklaştırıcı  değildir.  Allah  onların  yapmakta  oldukları  şeyleri  çok  iyi  görücüdür.

Şirk, Yüce  Kitabımız  Kur’anda  da  “ Günah  ı  Kebair “  diye  nitelendirilerek  büyük  günahlardan  daha  tehlikeli  olarak  görülüp,  kâfirliğin  ta  kendisi  olarak  belirtilmektedir.  Bu  doğrudan  doğruya  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğini  inkâr  etmektir.  

FURKAN  3  : Kâfirler,  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğini  bilerek  inkâr  edenler,  ise,  O’nun  astlarından,  bir  şey  oluşturmayan,  kendileri  oluşturulmuş  olan,  kendileri  için  zarar  ve  yarara  gücü  olmayan,  ölüme  ve  hayata  güçleri  yetmeyen  ilâhlar  edindiler.

İBRAHİM  42  : Sakın  şirk  koşarak  yanlış;  Kendi  zararlarına  iş  yapanların  yaptıklarından  Allah’ın  bilgisiz  olduğunu  sanma.  Ancak  O,  onları  başlarını  dikerek  koşacakları,  gözleri  dışa  fırlayacağı  bir  gün  için  erteliyor.  Onların  gönülleri  bomboştur.

ENBİYA  98  : Kesinlikle  siz  ve  Allah’ın  astlarından  taptıklarınız,  cehennemin  odunusunuz. Yakıtısınız. Siz  oraya  gireceksiniz.

Rabbimiz,  bu  ayetlerle  şirkin  insan  için  ne  kadar  kötü  bir  şey  olacağını  açıklarken,  Yunus  Sûresinin  104 - 106. ayetlerinde  de   De  ki :  “  Ey  insanlar !  Eğer  benim  dinimin  ne  olduğunu  kesin  ve  tam  olarak  bilmiyorsanız,  iyi  bilin  ki,  Allah’ın  astlarından  sizin  taptıklarınıza  ben  tapmam.  Ve  lâkin  sizin  canınızı  alacak  olana  /  Allah’a  taparım.  Ve  ben  müminlerden  olmamla  ve  tüm  benliğini  ortak  koşmaktan  Hakka  dönen  biri  olarak  Din’e  döndür  ve  sakın  ortak  koşanlardan  olma !  Ve  Allah’ın  astlarından  sana  yarar  sağlamayan,  zararı  da  dokunmayacak  olan  şeylere  yalvarma !  Buna  rağmen  eğer  yaparsan,  o  zaman  hiç  şüphesiz  sen  şirk  koşarak  yanlış  kendi  zararına  iş  yapan  kimselerden  olursun  “ diye  emrolundum. " ifadelerini  dile  getirerek  Peygamberimiz  aracılığı  ile  de  bir  uyarı  yapmakta,  yüzünü  hanif  olarak  Din’e  döndür  ifadesi  ile  tüm  benlik,  kimlik  ve  kişiliğimizle  yanlıştan  dönerek  sadece  Allah’a  yönelen  kullar  olmamız  istenmektedir.  İbrahim  Peygamber  de  aklını  kullanarak  yaptığı  sorgulamalarla,  yanlıştan  dönüp  Allah’ın  istediği  gibi  yüzünü  Hakk  Din’e  döndüren  ilk  Haniflerdendir.  Hanif :  Şirkten  ( Allah’a  ortak  koşmaktan )  tevhide  ( Allah’ı  birlemeye )  dönmektir.  Allah’ın  vahyinin  dışına  çıkmamak,  sadece  onunla  amel  etmektir.  Bütünüyle  Allah’a  teslim  olmaktır.

YUNUS  18  : Onlar  Allah’ın  astlarından,  kendilerine  zarar   vermeyen  ve  kendilerine  yarar   sağlamayan  şeylere  tapıyorlar. Ve  “ Bunlar  Allah  katında  bizim  yardımcılarımız “  diyorlar.  De  ki : “ Siz  Allah’a  göklerde  ve  yerde  Kendisinin  bilmediği  bir  şey  mi  haber  veriyorsunuz ? “   Allah,  onların  ortak  koştukları  şeylerden  arınıktır.  Ve  çok  yücedir.

HACC  13  : O,  Allah’ın  astlarından  kendine  zarar  ve  menfaat  vermeyecek  şeylere  yalvarıyor.  İşte  bu  çok  uzak  sapıklığın  ta  kendisidir.  Yalvardığı  o  şey  ne  kötü  yardımcıdır.  Ne  kötü  koruyucu  ve  kötü  yoldaştır.

ANKEBUT  41  : Allah’ın  astlarından  yardımcı  yol  gösterici,  koruyucu  yakın  edinenlerin  durumu,  ev  edinen  dişi  örümcek  evidir.  Keşke  onlar  bilselerdi.  

Bu  ayetlerle  Allah’a  ortak  koşanların  durumu,  kötü  yoldaşlıklarla,  sapkınlıkla  nitelendirilirken,  çok  da  ilginç  bir  örnek  olarak,  dişi  örümceğin  evinin  yapısı  ile    kendilerine, ne  kadar  ciddi  bir  tehlikenin  içinde  oldukları  uyarısı  yapılmaktadır.  Allah’ın  astlarından  veli  (  Rahip,  Haham,  Hoca,  İmam,  Hoca  efendi,  İmam  efendi,  Şıh,  Şeyh,  Seyyit,  Evliya, ),  dost  edinenlerin  ortaklıklarının  durumunun  dişi  örümcek  yuvası  gibi  ne  kadar  çürük  ve  ne  kadar  korumasız,  sağlam  ve  güvenilir  bir  yapı  olmadığı  anlatılmaktadır. Bir  başka  açıdan  da,  örümceğin  bu  çürük  eve  bir  sinek  avlayabilmek  için  harcadığı  emekle,  daha  fazla  yarar  sağlayacak  başka  işler  yapabileceği,  buna  benzer  şekilde,  müşriklerin  de  geçici  dünya  nimetlerine  aşırı  umut  bağlayıp,  aşırı  çaba  harcayıp  akıllarını  kullanmadıkları  ima  edilmektedir.  Dünyanın  bu  kadar  emeğe  ve  yanlış  adımlara  değmeyeceği  ve  bu  kadar  dünyaya  bel  bağlanmasının  boşuna  olacağı  anlatılmaya  çalışılmaktadır.  Üstelik  de  öte  yandan  dişi  örümcek,  yaptığı  bu  çürük  evde  eşi  ile  çiftleştikten  sonra  erkek  örümceği  öldürmektedir.  Bu  açıdan  da  düşünüldüğünde,  dişi  örümcek  yuvası  en  yakın  dost  için  bile  tehlikeli  bir  yuvadır. Öyleyse  bu  ayetle  verilmek  istenen  mesaja  göre,  Allah’ın  astlarından  kişilere  veya  nesnelere  yakın,  koruyucu,  yardım  edici,  kurtarıcı,  gözüyle  bakıp,  onları  dost  edindikleri  takdirde,  kendilerine  örümcek  yuvasına  benzer  şekilde  bir  felaket  tuzağı  hazırlamış  olmaktadırlar.

ENBİYA  66 :  İbrahim ;  “ O  halde  Allah’ın  astlarından  size  hiçbir  şekilde  fayda  sağlamayan  ve  size  zarar  vermeyen  şeylere  mi  tapıyorsunuz. ?  Size  de  Allah’ın  astlarından  taptıklarınıza  da  yazıklar  olsun.  Siz  hala  akıllanmayacak  mısınız ? “ dedi.

ZÜMER  3 :  İyi  bilin  ki,  halis  din  yalnız  Allah’ındır.  O’nu  bırakıp  da  başka   dostlar  /  veliler  edinenler,  "  Biz   onlara  sadece,  Bizi  Allah’a  daha  çok  yaklaştırsınlar  diye  ibadet  ediyoruz,  "  diyorlar.  Şüphesiz  Allah  ayrılığa  düştükleri  şeyler  konusunda  aralarında  hüküm  verecektir. Şüphesiz  Allah  yalancı  ve  nankör  olanı  doğru  yola  iletmez.

Ayette  “ Allah’ın  astlarından  edinilen  veliler,  dostlar “  ifadesi  ile  Allah’a  ortak  koşulan,  canlı  cansız  nesneler  ve  kişiler  kastedilmektedir. Tarih  boyunca, Yahudiler  ve  Hristiyanlar,  Allah’a  oğul  isnat  etmişler,  melekler  için  müşrikler  Allah’ın  kızları  demişler,  kimi  toplumlar,  Güneş'e,  Ay'a  ve  yıldızlara  tapmışlar,  kimileri  de  Lat,  Uzza,  Menat,  Hubel,  gibi  nesneleri  put  edinmişlerdir.  Geçmişteki  bu  sapkınlıklar  bu  gün  de  farkında  olarak  veya  olmayarak  çeşitli  şekillerde  devam  etmektedir.  Öyle  ki  bazı  din  adamları,  Tarikat  şeyhleri,  Cemaat  imamları  toplumlar  tarafından  ilâh,  mabut,  mehdi,  Kâinatı  yönetecek  kutup  ve  gavs  hazretleri  konumuna  getirilmektedir. Onların,  birtakım  görünmez  güçlere  ve  fonksiyonlara  sahip  olduklarına,  onların  Allah’ın  yakınları  ve  hatırlı  kulları  olduğuna  inanılmaktadır.  Bundan  dolayı  da  onların  aracı  olmalarını,  kendilerini  Allah’a  yaklaştırmalarını  isterler.  Böylece  de  şirk  batağına  saplanırlar.  Ayrıca  toplumumuzda   Türbe  ve  Yatır  denilen  mezarlara  gidilerek  orada  yatan  kişilerden,  Evliya  denilerek  yardım  istenmesi,  adaklar  adanması  uygulaması  da  çok  yaygındır.  Halbuki  birisinin  bir  mezara  gidip,  ölüye  dua  etmesi,  ona  birşeyler  duyurmaya  çalışması,  onunla  konuşması,  ölünün  tanrı  olduğuna  inanmasa  da  sadece  o  mezarda  mum  yakıp  gelmesi  dahi  şirk  sebebidir. Bu  tür  bir  uygulama  daha  önceki  dönemde  şirkin  pençesine  yakalanmış  olanların  bir  taklididir. Çünkü  Yüce  Kitabımız  Kur’anda  belirtildiği  gibi  ölülere  hiçbir  şey  işittirilemez,  gönderilemez,  ölülere  bu  dünyada  herhangi  bir  şey  yapma  kudreti  verilmemiştir.  Bu  uygulama  ve  inançların  Allah  katında  hiç  bir  akli  ve  nakli  delili  yoktur.

HACC  71  : Ve  onlar  Allah’ın  haklarında  hiçbir  delil  indirmediği  ve  kendilerinde  onlara  ait  bilgiler  bulunmayan  Allah’ın  astlarından  bir  şeylere  tapıyorlar.  Ve  şirk  koşarak  yanlış  iş  yapanlar  için  hiçbir  yardımcı  yoktur.

ZÜMER  44  : De  ki  :  Bütün  yardım,   destek,   kayırma  Allah’ındır.

ENBİYA  11  : Biz  şirk  koşmak  suretiyle  yanlış ;  Kendi  zararlarına  iş  yapan  nice  kentleri  de  kırıp  geçirdik.  Onlardan  sonra  da  başka  toplumları  var  etti.

ALİ  İMRAN  151  : Biz  Allah’ın  hakkında  hiçbir  delil  indirmediği  şeyleri,  O’na  ortak  koşmalarından  dolayı,  onların  kalplerine  korku  salacağız.  Onların  varacakları  yer  ateştir. Şirk  koşanların  barınağı  da  ne  kötüdür.

BEYYİNE  6  : Şüphesiz  ortak  koşup  küfretmiş  olan  şu  kişiler,  içinde  sürekli  kalanlar  olarak  cehennemin  ateşi   içindedirler.  İşte  onlar  yaratıkların  en  kötülerinin  ta  kendileridir.

SECDE  4  : Allah,  gökleri,  yeri  ve  ikisi  arasındakileri  altı  evrede  oluşturan  ve  de  en  büyük  taht  üzerine  egemenlik   kurandır. O’nun  astlarından  size  bir  veli  /  yardımcı  ve  yol  gösterici,  koruyucu  yakın  ve  bir  şefaat  eden  /  yardım  eden,  destekçi,  iltimasçı  yoktur.  Hala  düşünüp  ibret  almıyor  musunuz.?  

Bu  ayetlerle  hüküm  verecek  olanın  da  cezalandıracak  olanın  da,  her  şeyin  kontrolünün,  Allah’a  ait  olduğu  birçok  yönüyle  açıklandıktan  sonra,  müşriklerin  kendilerini  bağışlattıracak  şefaatçilere  bel  bağlama  inançlarının  sakatlığına  değinilmiştir. Şefaat  : Terim  anlamı  ile, “  Ahirette  bir  kimsenin  bağışlanmasını  istemek,  aracı  olmak,  rica  etmek,  başkası  hesabına  yalvarmak,  ona  yardım  etmektir. Sözcük  anlamı  içerisinde  de,  yüksek  mevkide,  makamda  bulunan  birinin,  düşkün  birine  yardım  etmesi,  onu  koruması,  destek  olması,  ona  aracılık  etmesi,  torpil  olmasıdır. (  Şefaat  Ya  Resulullah  Demek  Doğrumudur ?  başlıklı  yazımızda  bu  konuda  daha  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. )  Günümüzde  de  yaygın  olan  ve  uydurma  hadislerle  Peygamberimize  atfedilen  şefaat  etme  inancı  aslında  Peygamberimizin  zamanındaki  sapkın  müşrik  inancından  gelmektedir.  Müşrikler   tamamen  olmasa  da  “  dirilme,  toplanma  “  diye  bir şey  yoktur,  olsa  bile  orada  bizim  şefaatçilerimiz  var,  onlar  bize  yardımcı  olurlar  deyip,  Haşr  gününü  inkâr  ediyorlardı. Bu  gün  de  her  aklına  geldikçe  " Şefaat  ya  Resulullah "  diyerek  bu  anlayışı  sürdürmek  isteyenler  varsa,  bilmeliler  ki,  bu  anlayışlarını  değiştirmedikleri  takdirde  şirke  bulaşmış  olduklarından,  Peygamberimizin,  şefaat  ettiği  değil,  şikayet  ettiği  ümmetinden   olacaklardır.   

EN  AM  22  :  Ve  o  gün  hepsini  toplayacağız.  Sonra  Biz  ortak  koşan  kimselere   "  Hani  nerede  o  gerçeğe  aykırı  olarak  inandığınız  ortaklarınız ? "  diyeceğiz.  23  :  Sonra  onların  ateşlere  atılmaları  "  Rabbimiz,  Allah'a  yemin  olsun  ki  biz  ortak  koşanlardan  değildik,  demekten  başka  bir  şey  değildi.

BAKARA  221  :  Ortak  koşanlar,  inananları  ateşe  çağıracak.

SAFFAT  33  :  Cezada  /  azapta  onlar  ortaklık  ederler.

FURKAN  27  : O  gün  zalim  kimse  çaresizlik  içinde  ellerini  ısırıp  şöyle  diyecektir. “ Ne  olur  ben  de  peygamberle  beraber  aynı  yolu  tutsaydım. “

FURKAN  28  :  Yazıklar  olsun  bana  keşke  falanı  dost  edinmeseydim.

Bu  ayet  grubunda  Rabbimiz,  kıyametin  dehşet  verici  sahneleriyle  karşılaşacak  olan  inançsızları,  müşrikleri,  o  gün  hissedecekleri  pişmanlığı, bir  tiyatro  sahnesi  ile  sergileyerek  uyarmaktadır. Hele  hele  Cehennem  azabını  gördükleri  zaman  yeminle  pişmanlıklarını  dile  getirenlerin  durumunun  düşünülmesi  dahi  çok  ürkütücüdür. Oysa  Müslümanım  diyen  insanlarımızın  büyük  bir  çoğunluktaki  kısmı,  beş  vakit  namazı  kılıyorum,  oruç  tutuyorum,  hacca  da  gittim,  peygamberimize  de  sabah  akşam  salavat  getiriyorum  diyerek  gönül  rahatlığı  içerisinde  olmakta,  ama  Kur'anı  bilmediğinden  dolayı  kendisine  Kur'anın  dışında  uydurulan  dini  yutturduklarının,  küfür  ve  şirke  bulaştıklarının  dahi  farkında  olmadan  yaşamaktadırlar. O  gün  kıyametin  ardından,   Allah’ın  huzurunda  her  topluluk  İsra  Sûresinin  71. ayetinde  "  O  gün  Biz  bütün  insanları  önderleri  ile  çağıracağız.  "  ifadesiyle  belirtildiği  gibi,  kendi  peygamberi  ile  veya   peşinden  gittikleri,  kendisine  veli  yaptığı  önderi  ile  beraber  haşr  edilerek  toplanacaktır. Bu  buluşmada,  dağlardan,  yer  yüzünden,  göklerden  daha  ağır  basan  o  büyük  sorgulamaya  ilişkin,  bütün  peygamberler  son  tanıklıklarını  sunacaklardır.  Sapkınlar,  müşrikler  ve  suçlular,  Allah’ın  kendilerine  neyi  ilettiğinin  tanığı  ve  kanıtı  olarak  peygamberleri  bulacaklar  ve  böylece  sapıklığa  düşme  sebebinin  ne  kadar  yemin  etseler,  bizzat  kendileri  olduğu  açığa  çıkacaktır.  Kur’anda  bundan  başka  pek  çok  ayette  yapılan  sahnelendirmelerin  arkasından  da  aslında,  o  gün  yalanlayanların  vay  haline !  uyarısı  yapılmaktadır.

ARAF  37  : Öyleyse  Allah’a  karşı  yalan  uyduran  veya  ayetlerini  yalanlayandan  daha  yanlış ;  Kendi  zararına  iş  yapan  kimdir ?  İşte  onlara  Kitaptan  payları  erişecektir.  Sonunda  elçilerimiz  canlarını  almak  üzere  onlara  gelince  “  Allah’ın  astlarından  yakardıklarınız  nerede ? “ derler.  Onlar, “ Yakardıklarımız  bizden  sapıp  ayrıldılar. “ derler. Ve  kâfirler  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğini  bilerek  reddedenler  olduklarına  bizzat  kendileri  tanıklık  ederler.  38  :  Allah,  şöyle  der ! “ Sizden  önce  gelip  geçmiş  bildiğiniz  bilmediğiniz  /   cinn  ve  insan  toplulukları  ile  birlikte  ateşe  girin  “  Her  topluluk  arkasından  gidip  sapıklığa  düştüğü  yoldaşına  lanet  eder.  Nihayet  hepsi  orada  toplandığı  zaman,  peşlerinden  gidenler,  kendilerine  öncülük  edenler  için ; “ Ey  Rabbimiz ! şunlar  bizi  saptırdılar,  onlara  bir  kat  daha  ateş  azabı  ver  “  derler.  Allah,  der  ki ;  “ Her  biriniz  için  bir  kat  daha  fazla  azap  vardır. “  Fakat  bilmiyorsunuz.

AHZAB  67 - 68  :  Ve  dediler  ki : "  Ey  Rabbimiz !  Şüphesiz  biz,  efendilerimize  ve  büyüklerimize  itaat  ettik  de  bizi  onlar  yoldan  saptırdılar.  Ey  Rabbimiz !  Onlara  azaptan  iki  kat  ver  ve  kendilerini  tam  anlamıyla  dışla.  /  Rahmetinden  mahrum  bırak.

BAKARA  166  : Ve  şirk  koşarak  yanlış,  kendi  zararlarına  iş  yapan  o  kimseler,  azabı  görecekleri  zaman,  kendilerine  uyulan  kimseler,  azabı  görerek  kendilerine  uyanlardan  uzaklaşacaklar  ve  aralarındaki  bütün  bağlar  kopacaktır.  Bütün  kuvvetin  Allah’a  ait  olduğunu  ve  Allah’ın  azabının  gerçekten  çok  şiddetli  bulunduğunu  keşke  görselerdi.  

Ayetlerden  de  anlaşılacağı  gibi,  katkısız,  tertemiz  olan  " Tevhit "  inancına  karşı  beşeri  zaaflarının  peşine  takılıp  kendi  iktidar  savaşını  başlatan  insanın  sonundaki  azap  ve  hüsran  kaçınılmaz  olacaktır.  Cehennemde,  gerçek  doğru  yoldan  ayrılmış  önderlerle,  onlara  uyan,  kendi  akıllarına  güvenmeyen,  aklını  kullanmayıp  onun,  bunun   Cemaat  imamlarının,  Tarikat  şeyhlerinin  peşinden  gidenlerin  birlikte  azabı  tadacağı  ve  birbirlerini  nasıl  terk  edeceklerini,  temsili  sahnelerle   gördük. Ayette,  cezanın  kat  kat  olması,  işlenen  suçlarla  ilgili  sorumluluklarının  hesap  gününe  kadar  devam  edeceğini  göstermektedir.  Bu  demektir  ki,  yanlış  bir  fikir  akımı  ortaya  atan  veya   yanlış  bir  uygulamayı  başlatan  kişi  ve  toplum,  sadece  kendi  hatasından  dolayı  sorumlu  olmayacak,  bu  yanlıştan  etkilenmeye  devam  edenlerden  dolayı  ortaya  çıkan   kötülüklerden  de  sorumlu  olacaklar,  onlardan  da  pay  alacaklardır.  Böylece  daha  sonrakilerin  cezalarıyla  da  cezaları  kat  kat  artmış  olacaktır. Bununla  beraber  iyiliklerin  de  karşılığının  aynı  şekilde  kat  kat  mükâfat  olacağı  çok  tabiidir.  Bu  nedenle  herhangi  bir  yola  öncülük  edip  çığır  açarak  ölenlerin  amel  defterleri  kıyamet  gününe  kadar  açık  olmaktadır.  Şüphesiz,  inançsızların,  müşriklerin,  şirkin  içinde  olduğunun  farkında  bile  olmayanların,  veya  şirk  içinde  olduğu  halde  şirkin  tozunu  bile  üstüne  kondurmayanların,  Rabbimizin  pek  çok  Kur’an  ayetleri  ile  dininizi  parça  parça  edip  bölmeyin  dediği  halde,  Mezheplerle  Tarikatlarla  Cemaatlerle  bölünenlerin,  size  indirilene  uyun,  onu  terk  edip  başka  dostlar  edinmeyin  dediği  halde  aksini  yapanların,  ihtilaf  edip  durdukları  şeylerde,  içine  düşülen  şirk  bataklığında,  Allah  elbette  ki  hükmünü  verecektir. Tarih  boyunca  usanmadan,  ısrarla  yaşadıkları  Evrendeki  mucizeleri  görmeden,  akıllarını  kullanmayarak  O’na  ortak  koşma  sırasına  ve  yarışına  girip,  Kur'anın  dışındaki  kitaplara  sarılıp,  Cemaat  ve  gruplaşmalarla  uydurma  hadis  ve  rivayetlerle  amel  edip,  melekler,  oğullar,  aracı,  yardımcı  yedek  ilâhlar,  Veliler,  Mürşitler  ve  şerikler  isnat  edenlerin  de  belli  ki  sonları  hüsran  olacaktır. 

Kur’anın   İslam’ı  ile  diğer  dinlerin  ilâh  anlayışı  birbirinden  çok  farklı  olup,  İslam  dışındaki  dinler  de,  saf  ve  tertemiz  Tevhide  ve  Tevhitle  var  olan  her  şeyden  arındırılmış  Allah  anlayışına  bir  türlü  yaklaşamamış,  müşrik  Araplar  çok  sayıdaki   aracı  tanrılarına  Hubel,  Lat,  Menat,  Uzza  diye  çok  değişik  isimler  verdikleri  gibi,  birçok  kültürdeki  farklı  dinler  de  İslamiyetin  ilâh  anlayışına  kavram,  hüküm,  işlev  olarak  yaklaşamadıkları  gibi,  isim  olarak  da  yaklaşamamışlardır. Taptıklarına  “  Tanrı,  Rab,  İlâh,  Hüda,  Çalap  gibi  isimler  vermişler  ama  Allah  ismini  verememişlerdir.  Cahiliye  devri  insanları  kendilerine  korkulu  ve  sıkıntılı  anlarında  dua  edip  yardıma  çağırdıkları  ilâhları  sadece  Cinnler,  melekler  ve  putlardan  ibaret  kalmamış,  daha  önce  yaşayıp  ölmüş  olan  şahıslar  da  onların  tapındıkları  ilâhları  olmuştu.  Müşrikler,  ilâh  edindikleri  putların  kendilerinin  dua  ve  yakarmalarını  işittiklerini  ve  kendilerine  yardım  edebilecek  güçlere  sahip  olduklarına  inanıyorlardı.  Bu  bakımdan  ilâh  edinmenin  dua  ve  yakarmayı  işitebilecek  ve  gereğini  yapabilecek  bir  varlığa  inanmak  ve  o  gücü  benimsemek  olduğu  söylenebilir.  Eğer  insan  bu  gücün  sadece  Allah’ta  olduğuna  inanıyor  ve  buna  göre  davranıyorsa,  Allah’ı  ilâh  edinmiş  olur.  Eğer  bu  güce  sahip  başka  şeylerin  ve  nesnelerin  de  varlığına  inanıyor  ve  buna  göre  davranıyorsa,  Allah’tan  başka  şeyleri  ve  nesneleri  de  ilâh  edinmiş  sayılmaktadır.  Günümüzde  de  çoğunluğun  Müslüman  olduğunu  belirtmesine  rağmen,  maalesef  genel  kültürden,  akılcı  düşünceden,  sorgulamaktan  ve  pozitif  bilimden  mahrum  bırakılmaları  nedeniyle,  gerçekten  kendi  dinlerini  değerlendirebilecek  yetkinliğe  sahip  olamadıklarından  dolayı  çoğunluk  insanlarca  Kur’anın  içeriği  ve  uyarıları  bilinmediğinden,  Ahkaf  Suresinin  5.  ayetinde  özellikle  “  Ve  Allah’ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiçbir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler  o  kimselerin  yalvarışlarından  habersizler  de. “  ifadeleriyle  belirtilen  uyarıdan  haberleri  de  olmadığından,  pek  sık  rastlanan  şekli  ile,  bir  ölüden,  türbede  yatan  Evliya  denilen  kişilerden  veya  diriden  ihtiyaçlarının  karşılanması,  bozuk  sağlığının  iyileştirilmesi  veya  iyi  olan  sağlığının  bozulmaması  gibi   değişik  konularda  Şıh  ve  Mürşitlerden  de  yardım  talebinde  bulunulması,  yeni  evlenen  çiftlerin  kendilerine  mutluluk  getireceğine  inanarak  çeşitli  şahıs   mezarlarını  ziyaret   etmeleri  ve  adaklar  adamaları,  çaput  bağlamaları  da  Kur'andaki  Allah’tan  başka  ilâhlar  edinmesinin  ve  Allah’a  ortak  koşmanın  en  belirgin  örneklerindendir.

Bugün  dahi  insanların  büyük  ölçüde  karşı  karşıya  olduğu  bu  sorun,  ilâhi  rehberliğe,  Allah’a  gerektiği  gibi  yönelmemeye,  aklını  kullanamayan,  Tarikat  ve  Cemaat  kitaplarının  esaretinde  kalan  insanların,  Dinimizin  yegâne  kaynağı  Kur’ana  yeterince  ve  gerektiğince  kalplerini   açmamasına  dayanmaktadır.  Bu  sorun,  İslam’daki  Tevhit'in  şirke  karşı,  takvanın  fücura  karşı  güçlendirilebilmesi,  tek  kaynak  olan  Kur’anın  anlaşılarak,  herkesin  kendi  dilindeki  mealinden  okuması  yolu  ile  ancak  çözülebilir.  Çok  geç  olmadan  şirk  sarmalının  içinde   bulunanlar,  emanet  verdikleri  akıllarını  geri  almalı,  akıllarını  kullanmalı,  uyanmalı,  içinde  bulundukları  durumu  sorgulamalı,  tevbe  ederek  çok  merhametli  olan  Yüce  Rabbimiz  Allah’ın  rahmetine  ve  Kur'ana  sığınmalıdırlar.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ   (  Tebyin  ül  Kur’an  )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET