Konu Detay

MUSA PEYGAMBERİN ASASI

 01.01.2017
 2924

Bir  öğüt  olan  Yüce  Kitabımız  Kur’anın,  öğüt  verme  yöntemlerinden  biri  de  geçmiş  peygamberlerin  ve  kavimlerin  yaşadıkları  olayları,  hayatlarından  kesitleri,  kısa  ve  öz  ifadelerle  pek  çok  konuyu  kıssalar  halinde  anlatarak,  kıssadan  hisse  almamızı  sağlamaktır. Bu  olaylar  bütün  toplumlarda,  kulaktan  kulağa  dolma  hikâyelerle,  masallarla,  efsanelerle  mucizeler  gibi  yüz  yıllardır  abartılarak  anlatılmaktadır.  Ancak,  Kur’anın   bize  anlattıkları,  ne  mucizedir,  ne  masaldır,  ne  hikâyedir,  ne  de  efsanedir. Kur’andaki  ayetlerle  ele  alınan  Kıssalar,  geçmişte  yaşanmış  gerçek  olayları,  denk  olan  bir  anlatımla  vermek  istediği  mesaja  örnek  teşkil  edecek  şekilde  anlatımlardır. Kur’an,  bu  yöntemiyle,  gerek  geçmiş  olaylardan  ibret  alınıp  hisse  çıkarılması  ve  gerekse  eski  toplumların  hayatında  yaşanan  yanlış  olaylar  üzerinden,  Allah’ın  değişmez  Sünnetini  ( Kanun,  kural,  hüküm  ve  ilkelerini ) anlamamız  bakımından  bize  rehberlik  etmektedir.  Allah,  Kur’anda  bu  kıssaları  anlatırken,  daha  kolay  anlasınlar  diye  bilhassa  o  devirdeki  efsane  ve  masal  dinlemeye  yatkın  olan  Arap  toplumunun  kullandığı  deyimleri  ve  ifade  tekniklerini  kullanmıştır. Ama  yine  de  bu  kıssalar,  maalesef  Yahudi  kaynaklarındaki  doğa  üstü  efsanelerinden  kurtulamayan  bugünün  Prof.  unvanına  sahip  ünlü  ilâhiyatçı  ve  akademisyenleri  tarafından  dahi   bize  intikal  ettirilen  yorumlarla,  masal,  hikâye,  mucize  kavramından  öteye  geçememektedir. Öyle  ki  Sünnetullah'ın  ne  olduğundan  bihaber,  üstelik  de  Rabbimizin  Ankebut  Sûresinin  51. ayetinde  “ Onlara  okuyup  durduğun  Kur’an  mucize  olarak  yetmedi  mi ? “  diye  uyarmasına  ve  sormasına  rağmen,  bazı  kendisine  Şeyhül  Ekber  denilen  zatı  ulema  hazretleri  " Peygamber  mucizelerini  inkâr   edenler  kâfirdirler "  yaftasını  yapıştırmaktadırlar. Bundan  dolayı  da  Kur’anın  vermek  istediği  asıl  mesajın  farkına  varılamamış,  mucizelerin,  masalların  hurafelerin,  ardından  da  Şeyhül  Şeytanların  uydurma  kerametlerinin  peşine  düşülmüştür. Kur'anımızda  34  Sûrede  135  ayette  yer  alan  Musa  Peygamberin  kıssası  da  maalesef  yerleşmiş  bu  inançların  sonunda  uydurulmuş  mucizelerle  dolu  olarak  bilinmektedir. Bu  nedenle   Musa  Peygamberin  asası  halk  kültüründe  her  türlü  sihre  ve  güce  sahiptir,  yılan  olup  diğer  yılanları  yutmaktadır,  dokunduğu  Kızıl  denizini  ikiye  yarıp  yol  açmaktadır,  topraktan  suları  fışkırtmaktadır. Gökten  çekirgeleri,  kurbağaları  sel  gibi  yağmuru  yağdırmaktadır.

Gençliğimde, 1960  lı  yılların  başında, “ On  Emir “  isimli   Amerikan  Holivud  sinemasının  yapımı  olan  bir  film  izlemiştim.  Çok  da  etkileyici,  inandırıcı,  gerçekmiş  izlenimini  veren   mucizevi  sahnelerle  doluydu.  Mısırda  İsrail  oğullarına  zulümle  hüküm  süren  Firavunun  ülkesinde  küçük  bir  bebek,  bir  sepetin  içinde  Nil  nehrine  bırakılıyor,  nehir  kıyısında  bulunan  kadınlarca  bulunarak  saraya  götürülüyor,  Firavunun  karısı  onu  evlatlık  olarak  büyütüyor,  iyi  bir  saray  eğitimi  veriliyor.  Musa  adı  konulan  genç,  kaza  ile  bir  cinayet  olayına  karışınca  korkusundan,  Mısırdan  ve  saraydan  kaçarak  ve  Sina  çölünü  de  geçerek  Medyen  ülkesinde  bir  aileye  sığınıyor. Ailenin  kızlarından  biri  ile  evlenerek  on  yıl  çobanlık  yaptıktan  sonra  ailesiyle  tekrar  Mısıra  dönmek  üzere  yola  çıkıyor.  Çölde  ateş  bulmak  için  çıktığı  Tur  dağında  Allah,  kendisini  elçi  olarak  seçtiğini  bildiriyor  ve  Firavuna  göndererek  halkını  zulümden  kurtarması  görevini  veriyor. Ve  eline  de  çobanlık  yaparken  kullandığı  asasını  almasını  istiyor.  Musa,  saraya  gelip  Allah’ın  isteklerini  iletince  Firavun  ile  mücadelesi  başlıyor,  Firavunun  ikna  olabilmesi  için,  asa  yılan  olup,  saray  sihirbazlarının  yılanlarını  yutuyor,  gökten  pişmiş  volkanik  kızgın  taşlar  yağıyor,  Nilden  kırmızı   kan  renginde  sular  sokaklara  taşıyor,  çekirge  istilası  ile  kıtlık  baş  gösteriyor  ve  Firavun  halkını  salgın  hastalıklar  kuşatıyor. Sonunda  Firavun,  İsrail  oğullarının  mısırdan  çıkmasına  izin  veriyor  ama  kızıl  denizden  karşı  tarafa  geçecekleri  zaman  pişman  olarak  arkalarından  onlara  ordusuyla  yetişmeye  çalışıyor.  Bu  esnada  Musa’nın  asası  tekrar  devreye  giriyor  ve  deniz  ikiye  bölünüp  ortasından  bir  yol  oluşuyor,  kavmin  öbür  tarafa  geçmesi  sağlanıyor.  Arkadan  gelen  Firavun  ordusunun  geçtiği  anda  da  sular  kapanarak  onların  boğulup  helâk  olmasını  sağlıyor.

Tabiidir  ki  Amerikan  sinemasının  Musa  Peygamber  ile  ilgili  seyirciye  aktardığı  bu  hikâyelerin  kaynağı, Yahudilerin  kitabı  olan, Tevrat’ın  Çıkış,  Levilliler,  Sayılar, Tekvin  Tesniye  bölümlerindeki  sonradan  haham  uydurmaları  olan  dini  metinlerdir. Kitabı  Mukaddes  dedikleri  kitaplarında  da  bu  olaylarla  ilgili  yüzlerce  ayrıntı  yer  almaktadır. Bu  hikâyelerin  etkisinden  kurtulamayan  sekizyüzlü  yılların  klasik  tefsircileri  de  aynı  anlayışlarla,  Müslümanların  inançlarına,  Musa  peygamber  kıssasını  peygamber  mucizeleriyle  yansıtmışlardır. Musa  Peygamberin  yaşadığı  olayların  tarihi  yönünün  aslına  baktığımızda,  M. Ö  yaklaşık  1300  ve  1400  yılları  arasında  Mısır'da,  Nil  nehri  çevresindeki  delta  vadisinde,  Kur'anımızda  da  çok  etkili  bir  şekilde  anlatılan  ve  Firavun  denilen,  babadan  oğla  geçen  krallık  yönetimi  hüküm  sürmekteydi. 

ALAK  6 – 7  :  Kella  !  innel  insane  leyedga,  enraüstagna !  ( Hayır  hayır  senin  düşündüğün  gibi  değil,  insan  kendini,  zengin,  güçlü,  yeterli  gördüğü  zaman  kesinlikle  tuğyanlaşır,  tagutlaşır,  firavunlaşır,  haddi  aşar,  azar.  Zulmün  her  türlüsünü  yapar )

KASAS  4  :  Şüphesiz  ki  Firavun,  yeryüzünde  yüceldi  ve  idaresi  altındaki  insanları  grup  grup  yaptı,  onlardan  bir  grubu  güçsüzleştirmek  için  de  bunların  oğullarını  boğazlıyor,  eğitimsiz  bırakıp  niteliksiz  bir  kitle  oluşturarak  güçsüzleştiriyor,  kızlarını  da  sağ  bırakıyordu.  Şüphesiz  ki  o  bozgunculardan  idi.

İnsanları  sınıflara  ayırıp,  hükmünü  ve  zulmünü   sürdürebilmek  için  din  adamlarını,  halkın  zenginlerini,  komutan  ve  askerlerini   yanına  alan  Firavun,  Duha  Sûresinin 31. ayetine  göre  azgın  bir  zorba,  Ankebut  Sûresinin  39. ayetine  göre  büyüklük,  ilâhlık  taslayan  nitelikleri  ile  anlatılırken,  Şuara  Sûresinin 10. ayetine  göre  de  kavmi,  zalimler  topluluğudur.

İsrail  oğulları  denilen  ve  Yakub  peygamber  ve  onun  oğlu  Yusuf  peygamberin  soyundan  gelen  Yahudi  halkı  buraya  yerleşmiş  ve  çoğalmışlardı. Ancak  bu  halk,  Nil  deltasında  en  ağır  taş  işlerinde  boğaz  tokluğuna  köle  olarak  çalıştırılıyor,  Firavunun  gördüğü  bir  rüyanın  korkusundan  da  erkek  çocukları  doğar  doğmaz  öldürülüp  Nil  nehrine  atılıyordu. Halkı  gruplara  bölüyor,  eğitimsiz,  mesleksiz  fakir  bıraktırarak  güçsüzleştiriyordu. Bundan  dolayı  İsrailoğulları  halkı  buradan  ayrılmak  ve  kendi  atalarının  ülkesi  olan  Kenan  iline (  Bugünkü  Filistin’e )  gitmek  istiyorlardı  ama  kölelik  düzeninden  vazgeçmek  istemeyen  Firavun  da  buna  izin  vermiyordu. İmran  ailesi  de  böyle  bir  ortamda  dünyaya  gelen  erkek  bebeklerini,  öldürüleceği  korkusu  ile  ancak  üç  ay  saklayabilmiş,  sonunda  da  bir  sepet  içerisinde  Nil  nehrine  bırakmak  zorunda  kalmışlardır. Yukarıda  bir  sinema  filmi  sahneleriyle  değindiğimiz  olaylara, Kitabımız  Kur’anda  da  oldukça  ayrıntılarla  yer  verilirken,  bebeğin  suya  bırakılması  önerisini  de  Allah’ın  vahyettiği  ayetle  belirtilmektedir.

KASAS  7  :  Ve  Biz  Musa’nın  anasına  vahyettik. “ Onu  emzir.  Eğer  O’nun  için  korkarsan,  onu  nehre  bırakıver,  korkma  ve  üzülme.  Şüphesiz  Biz  onu  sana  döndüreceğiz  ve  kendisini  elçilerden  biri  yapacağız.

Annesi  Musa’yı  bir  sepet  içinde  Nil  nehrine  bırakır.  Yahudi  kaynaklarına  göre  Firavunun  kızı,  Kur’ana  göre  ise  karısı  Asiye  Musa’yı  nehir  kenarında  bulur,  saraya  getirir  ve  itirazlara  rağmen  evlat  edinir. En  sonunda  da  Musa  Peygambere  inanan  bir  Müslüman  olur.

KASAS  8  :  Sonra  da  Firavun  ailesi  o’nu  kendileri  için  bir  düşman  ve  üzüntü  olmak  üzere  “ buluntu “ olarak  aldı.  Şüphesiz  Firavun,  Haman  ve  bu  ikisinin  askerleri  hata  edenler  idi.  9  :  Ve  Firavunun  karısı : “ Benim  ve  senin  için  göz  aydınlığı !  Onu  öldürmeyin,  belki  bize  bir  yararı  dokunur,  ya  da  onu  evlat  ediniriz “  dedi. Ve  onlar  işin  farkında  olmuyorlar.

Tarih  boyunca  her  zorba  yönetimin  yanında  halkı  din  yolu  ile  kandırmak  için  din  adamları  ve  düzenin  baskı  ile  sürdürülebilmesi  için  de  askeri  komutanlar  ve  zenginleşmiş  sermaye  kesimi  halk  olmuştur. Bu  ayette  de  sözü  edilen  Haman,  eski  Mısırda,  tanrı  Amon’a  nispet  edilen  rahipler  grubunun,  din  görevlilerinin  Arapçalaşmış  adıdır. Karun,  ise  zengin  sınıfını  sembolize  eden  sermayeyi  temsil  eder.  Ama  aslında  Firavunun  sömürdüğü  halkın  arasından  onlara  ihanet  eden  işbirlikçilerdir. Sarayda  iyi  bir  eğitim  alan,  sevilen,  sayılan  Musa,  adeta  inşaatın  bütün  ayrıntılarını  ve  hesaplamalarını  bilen  bir  mühendis  gibi  yetiştirilmiştir. Nil  çevresinde  barajların,  bentlerin,  su  kanallarının  inşasında,  piramitlerin  yapımında  görev  ve  sorumluluklar  almıştır. Kendisine  bu  yeteneklerin  verilişi  de  yine  Kasas  Sûresinin  14. ayetinde   Ve  Musa  yiğitlik  çağına  girip  oturaklaşınca,  Biz  O’na  yasa  ve  bilgi  verdik. Ve  Biz  güzel  davrananları  işte  böyle  karşılıklandırırız. /  ödüllendiririz  "  ifadelerinde  olduğu  gibi  yine  Kur'an  ayetleriyle  belirtilmektedir.

Ancak  gençlik  çağında  kaza  ile  aslında  onu  korumak  için  karıştığı  kavgada  bir  kıptinin ( bir  Mısırlının )  ölümüne  neden  olur  ve  korkusundan  dolayı  Mısır’dan  kaçmak  zorunda  kalır. Bu  olaylar  zinciri  de  Kasas  Sûresinin  15.  ve  21. ayetleri  arasında  anlatılır. Musa,  çölü  geçerek  Medyen  ülkesine  gider.  Bu  ülke  rivayetlere  ve  Yahudi  kaynaklarına  göre  o  dönemde  yaşayan,  Medyen  halkı  ve  Şuayb  Peygamberin  ülkesidir.  Rivayetlere  göre  de  onun  yanına  sığınmış  ve  onun  kızlarından  birisi  ile  evlenmiştir.  Burada  on  yıl  kalıp  çobanlık  yaptıktan  sonra  ailesi  ile  birlikte  tekrar  Mısır’a  dönmeye  karar  vermiştir.  Bu  yolculuğun  ayrıntılarına  Musa  henüz  peygamber  olarak  görevlendirilmemiş  iken  Kasas  Sûresinin  29.  ayetinde  "  Artık  Musa  süreyi  doldurup  ehlihi  / ailesiyle,  yakınlarıyla  yola  çıkınca,  ânese  min  cânibit  tûri  nârâ  /  dağ  tarafından  ateşi  hissetti.  Ehline /  ailesine,  yakınlarına  " Benim  size  bir  haber  getirmem  için  siz  bekleyin ;  ben  bir  ateşi  hissettim.  Yahut  ısınırsınız  diye  o  ateşten  bir  parça  getiririm "  dedi. "  ifadeleriyle  başlanmaktadır.  Çoğunluk  müfessirlerin  Sina  çölünde  Tur  dağı  diye  yanlış  dillendirdikleri  anlatımlarla  yolculuk  esnasında  Musa'nın  bir  gece  ateş  bulmak  için  dağın  zirvesindeki  bir  ışığa  doğru  giderek  Tur  dağına  çıktığında,  kendisine  elçilik  görevi  tebliğ  edildiği  anlatımları  yapılmaktadır. Ancak  bu  şekildeki  ayet  çevirileri  orijinal  kullanılan  sözcüklerin  yapısına  göre  tamamen  tutarsızlık  ve  yanlışlıklarla  doludur.  Yıllarca  dağlarda  koyun  çobanlığı  yapmış  Musa'nın,  ailesi  ve  yakınlarıyla  birlikte  kalabalık  olarak  Mısır'a  doğru  çıktığı  yolculukta,  gerekli  tedbirleri  ve  hazırlıkları  yapmadan  çıkması,  yanında  ışık  için,  ısınma  için  ateş  yakacak  malzemelerin  bulunmaması  mümkün  değildir. Ayetin  orijinalinde  yer  alan  " Tur "  sözcüğü,  üzerinde  ağaç  olan  dağ  demektir. " Sina " sözcüğü  de  bereketli,  bitkisi  bol,  zeytin,  incir  ağacının  yetiştiği  dağ  demektir. Halbuki  bugün  Filistindeki  dağlara  bakılacak  olursa  çıplak  ve kuru  dağlardan  başka  yeşillik  diye  birşey  görülmemektedir.  Dolayısıyla  bu  ayette  ve  Tin  Sûresinde  yer  alan  Turi  Sinin  ifadelerinin  Musanın  ateş  bulmak  için  çıktığı  söylenen  dağ  ile  yakından  uzaktan  bir  ilgisi  yoktur.  Üstelik  de  ayet  çevirilerinde,  ateşle  ısınma  gibi  bir  anlatım  da  bulunmamaktadır.  Ayetin  orijinalindeki  " ânese "  sözcüğü  kanaat  getirmek,  hissetmek  anlamına  gelmektedir. Dolayısıyla  ateş  hissedilmez,  varsa  görülür.  Bu  nedenle  " nâr "  sözcüğünün  buradaki  anlamı  da  gerçekten  bir  ateş  değil,  esaret,  perişanlık  ve  sıkıntıdır.  Musa  da  bu  ayette  aslında  Mısır'da  bıraktığı  İsrailoğullarının   perişanlığını  hissetmiştir. Ayetin  sonunda  yer  alan  sözcükte  Tı  harfinin  aslı  Te  dir,  desteklemek  anlamındaki  salv  kökünden,  Arap  dil  kuralları  ile  türetilmiş  olduğundan   "  Tastalûn "   sözcüğü  ile  de  aslında  "  umulur  ki  bu  hissiyata  siz  de  destek  olursunuz "   anlamındaki  ifade  aktarılmaktadır.  Ayetlerdeki  sözcükler  mecazi  mürsel  sanatı  ile  kullanılmıştır.  Bu  olayın  benzerine  ve  devamına,  daha  geniş  ayrıntılarına  da  Taha  Sûresinin  ayetlerinde  değinilmektedir.

TAHA  10   :  İzraâ  nâran  /  Hani  O  bir  ateş  görmüştü  de  ehline  /  ailesine,  yakınlarına  “ Kesinlikle  ben  bir  ateş  gördüm.  Ondan  size  bir  kor  parçası  getirmem,  yahut  ateş  üzerinde  bir  kılavuz  bulmam  için  siz  bekleyin “  demişti.  11 - 12  :  Sonra  onun  yanına  geldiğinde  seslenildi :  “ Musa !  Ben,  senin  Rabbin  olan  Benim.  Hemen  nalınlarını  çıkar.  /  Yakınlarını  ve  mallarını  burada  bırak.  Şüphesiz  sen  temizlenmiş  vadide,  Tuva’dasın. /   iki  kere  temizlenmiş  bir  vadidesin.  13  :  Ve  Ben  seni  seçtim.  O  halde  vahyedilecek  olan  şeye,  14  :  Hiç  şüphesiz  ki  Ben  Allah’ın  ta  kendisiyim.  İlâh  diye  bir  şey  yoktur  Benden  başka !  O  halde  bana  kulluk  et.

Ayetlerin  orijinal  lafızlarının,  birçok  müfessir  tarafından  görülen  şeyin /  nârın   doğrudan  doğruya  ateş  olduğuna  dayandırılmasıyla,  çok  yanlış,  tutarsız  ve  temelsiz   meallendirmeler  yapıldığını  görmekteyiz.  Ayetin  orijinalinde  yer  alan  " raâ "  sözcüğü  lafız  olarak  aslında  doğrudan  doğruya  gözle  görmek  değildir,  mecazi  olarak  akıl  ve  düşünme  ile  hissetmek,  tahmin  etmek,  tahayyül  etmek  anlamlarında  da  kullanılmaktadır. Nâr  sözcüğü  de  doğrudan  doğruya  her  zaman  Kur'an  ayetlerinde  ateş  anlamında  değil,  genellikle  büyük  sıkıntılar,  olumsuzluklar  için  kullanılmaktadır.  Dolayısıyla  burada  Musa,  aslında  ısınmak  için  bir  ateş  görmüş  değildir,  Mısır'da  bıraktığı  kavmi  İsrailoğullarının  içinde  bulunduğu  sıkıntıları,  perişanlığı,  ızdırabı  vicdanında  değerlendirerek  hissetmiştir. Ayetin  orijinalinde  yer  alan  " anestü "  ifadesiyle  de  bu  hissiyatına  kanaat  getirdiği  belirtilmiştir.   Ayette  sözü  edilen  " nalınlarını  çıkarmak "  ifadesi  ile  ilgili  olarak  da  pek  çok  farklı,  yanlış,  tutarsız,  dayanaksız   yorumlar  yapılmıştır. * Peygamberin  pabuçları  ölmüş  eşek  derisinden  imiş,  de  böyle  mukaddes  vadiye  girilmezmiş,  * Ayağı  vadide  kaymasın  diye  Allah,  pabuçlarını  çıkar  demiş,  *  Bu  zamanda  biz  ayakkabılarımızı  çıkartarak  camiye  girdiğimiz  için,  onun  da  pabuçlarının  çıkarılması  istenmiş  v.s. 

Halbuki,  bu  ifade  Türkçedeki  gibi  bir  işe  başlanacağı  zaman  “  Kolları  sıva,  paçaları  kıvır,  yola  koyul  “  şeklindeki   deyimlere   benzemektedir.  Musa  peygamberden  de  bu  mecaz  ifade  ile,  artık  kendisinin  tamamen  bu  göreve  odaklanması,  görevini  yaparken  ehlinin,  malının  mülkünün,  kısaca  hiç  bir  şeyin  kendisine  ayak  bağı  olmamasının  sağlanması  istenmektedir. Bu  nedenle  adeta  vadi  sözcüğü  ile  takip  edilecek  yol  kastedilerek,  bu  yol  iki  kere  temizlenmiş  peygamberlik  yoludur.  Artık  sen  peygamberlik  yolundasın,  Kollarını  sıva,  her  şeyi  arkanda  bırak,  sadece  vahye  kulak  ver,  yeni  işine  başla  denilmiştir. Bundan  dolayı  da  Yahudi  kaynaklarında  anlatıldığı  gibi  de  Musa  ailesinden  ve  yakınlarından  ayrılarak  Mısır'a  önce  yalnız  gitmiş  ailesi  ve  yakınları  ile  de  yıllar  sonra  buluşmuştur. Dolayısıyla  bu  ayet  grubunun  bize  asıl  vermek  istediği  mesajın  doğrusu  "  Hani  Musa  bir  nârı  /  İsrailoğullarının  perişan  halini  görmüştü  de  ehline /  ailesine,  yakınlarına  kesinlikle  ben  İsrailoğullarının  perişan  halini  sezdim,  ondan  da  size  az  da  olsa  bir  kurtuluş  yolu  bilgisi  getirmem,  yahut  o  ateşten /  İsrailoğullarının  perişanlıktan  kurtulmaya  yönelik  bir  kılavuz  /  yol  bulmam  için  siz  beklentide  olun. "  demişti.  Sonra  geldiğinde,  bu  sıkıntıyı  gidermeye  karar  verdiğinde  ona  seslenildi.   “ Musa !  Ben,  senin  Rabbin  olan  Benim.  Hemen  nalınlarını  çıkar.  /  Yakınlarını  ve  mallarını  burada  bırak.  Şüphesiz  sen  tuva’dasın. / iki  kere  temizlenmiş  bir  vadidesin. Sen  elçilik  yolundasın  13  :  Ve  Ben  seni  seçtim.  O  halde  vahyedilecek  olan  şeye, 14  :  Hiç  şüphesiz  ki  Ben  Allah’ın  ta  kendisiyim.  İlâh  diye  bir  şey  yoktur  Benden  başka !  O  halde  bana  kulluk  et. " şeklinde  olmalıdır.

Bu  seslenmelerin  bir  ağacın  etrafında  oluşmuş  kozmik  bir  perdenin  arkasından  Allah'ın   Musa'ya  nasıl  seslendiği,  Kasas  Sûresinin  30 – 32.  ayetlerinde : “ Sonra  oraya  vardığında  o  bereketli  toprak  parçasındaki  vadinin  sağ  tarafından,  bir  ağaçtan  seslenildi :  Ey  Musa  beri  gel,  korkma  kesinlikle  sen  emniyette  olanlardansın. “  ifadeleriyle  anlatılmaktadır.  Ardından  da   konuşmalara  nasıl  devam  edildiği  Taha  Sûresinin  ayetlerinde  yer  almaktadır.

TAHA  17  : Ve  sağ  elindeki  nedir  ey  Musa !  18  :  Musa,  “  O  benim  asamdır,  ona  dayanırım,  onunla  koyunlarıma  yaprak  silkelerim.  Ve  onda  benim  için  başka  yararlar  da  var “  dedi.  19 :  Allah : “  Ey  Musa !  Onu  / çobanlığı  bırak,  yerleşik  hayata  geç. 24  :  Firavuna  git,  şüphesiz  o  azdı “  dedi. 20  -  23  : ( Fe  elkâhâ  fe  izâ  hiye  hayyetün  tes'a  )  O  da  onu  hemen  bıraktı  /  yerleşik  hayata  geçti.  Bir  de  ne  görürsün !  Artık  sağ  elindeki  ;  Kendisine  vahyedilen  bir  kitap,  koşan  bir  candır.  Sosyal  hayatın  kaynağıdır.  25  :  Musa : “  Rabbim !  33  :  Seni  tüm  noksanlıklardan  çok  arındırmamız  34  :  Ve  Seni  çok  anmamız  için  göğsümü  aç  26  :  İşimi  bana  kolaylaştır. 27  :  Dilimden  de  düğümü  çöz  28 :  Ki  sözümü  iyi  anlasınlar  29  :  Ve  ehlimden,  30  :  Kardeşim  Harun’u  29 :  Benim  için  bir  vezir  kıl.  31 :  Onunla  arkamı  kuvvetlendir.  32  :  İşimde  bana  onu  ortak  et.  35 :  Şüphe  yok  ki  Sen  bizi  görüp  duruyorsun. “  dedi.

Ayette  soru  ile  başlanması,  mutlaka  bir  bilgi  almak  için  değildir,  zaten  Allah,  onun  elinde  ne  tuttuğunu  görmektedir  ve  bilmektedir.  Soru  Musa  Peygamberin  dikkatini  asaya  çekerek,  kendisine  verilecek  göreve  hazırlama  amacına  yöneliktir.  Ayette  sayılanların  dışında  “ onda  benim  için  başka  yararlar  da  var “  şeklindeki  ifade  ile  asanın  daha  başka  işler  için  de  kullanıldığı  anlatılmaya  çalışılmıştır.  Mesela,  dağda  bayırda  çobanlık  yapan  bir  kişi  yiyecek  içecek  torbasını  asasının  ucunda  taşır,  bitki  köklerini  eşeler,  su  bulmak  için  toprağı  kazar,  sürüsünü  güder,  vahşi  hayvanlara  ve  saldırganlara  karşı  bir  silah  olarak  kullanır. Bundan  dolayı  asa  üzerinde  pek  çok  işlev  toplanmıştır.  Ancak  Musa  Peygamberin  bu  sözlerinden  sonraki  gelişmeler  göstermektedir  ki,  artık  çoban  iken  peygamber  olan  Musa’nın  asasının  çobanlıktaki  görevleri  bitmiştir.  Yani  artık  asa,  eski  işleri  için  Musa’ya  lazım  değildir.  Bundan  sonra  sağ  elinde  tutacağı  asa  başka  bir  şeydir.  Tüm  batıl  olan  şeyler  o  şey  ile  yok  edilecek  ve  insanların  gerçekleri  görmesi  o  şey  ile  sağlanacaktır.  O  şey  de  kullanması  için  sağ  eline  verilmiş  olan  Allah’ın  vahyidir,  ayetleridir  ve  Kitap  Tevrat’tır.  Musa  Peygamber  peltek  ve  tutuk  bir  konuşmaya  sahip  olduğundan  ayette  de  gördüğümüz  gibi  kardeşi  Harun’un  kendisine  yardımcı  olarak  verilmesini  istemiştir.  Bu  isteğin  yerine  getirildiği  de  yine  Taha  Sûresinin  20 - 23. ayetleri  içerisinde   anlatılmakta,  Musa’ya  verilen  iki  ayetten  söz  edilmektedir.  Bunlardan  biri,  çoban  asasının  yerine  verilmiş  olan  vahiyler,  ayetler  ve  Tevrat,  ikincisi  de  ifade  yeteneği  olmadığını  ifade  ederek  meramını  iyi  anlatabilmesi  için  istediği  yardımcı,  gücüne  güç  katacak  olan  Kardeşi  Harun’un  da  peygamber  olarak  yanında  görevlendirilmesidir.

Yukarıdaki  Kasas  Sûresinin  ayetlerindeki  ifadelere  dikkat  edilirse  Allah’ın,  Musa  Peygambere   bir  ağacın  etrafında  oluşmuş  kozmik  bir  perdenin  ardından  seslendiği  gibi,  bizim   Peygamberimize  de  Necm  Sûresinin  1 – 18  ayetlerindeki  anlatımlarla,  bir  sedir  ağacından  ve  kozmik  bir  perde  arkasından  doğrudan  seslenildiği  dile  getirilmektedir.  Musa  Peygambere  de,  bizim  Peygamberimize  de  aynı  şekilde  arada  Cebrail  olmadan  seslenilerek  vahiyler  indirilmiştir. Ama  bu  ayetlerin  gerçeklerine  rağmen  hala  bizim  ünlü  ulemamız,  Peygamberimize  Allah'ın  vahyini  Cebrail  meleğinin  getirdiğini  iddia  etmektedirler. ( Halbuki  Şura  Sûresinin 51. ayetinde  Allah’ın  bir  beşer  ile  nasıl  konuşacağı  açıklanmaktadır  ve  Cebrail  meleğinden  de  hiç  söz  edilmemektedir. )  Asa   sözcüğü,  aslında  toplanma  ve  uyuşma  anlamına  gelmektedir.  Üzerinde  dayanmak,  yaprak  silkelemek,  koruyuculuk  ve  daha  pek  çok  işlev  toplanmıştır.  Dayanmak  için  kullanılan  asaya  baston  denmesinin  nedeni  de  el  ve  parmakların  üstünde  toplanarak  tutulmasındandır.  Ancak,  Allah’ın  vahyi  ile  muhatap  kılınan  Musa’nın  sağ  elinde  tuttuğu  asası  artık,  çobanlık  işlevlerini  yerine  getiren  asası  değil,  onun  yaşadıkları,  tecrübeleri,  kuvvetle  tuttuğu  Allah’ın  vahiyleri,  kitabı  ve  eğitimle  aldığı  bilgi  birikimleridir.  Nitekim   Bakara  63.  Araf  145,  Meryem  12. ayetlerinde  kuvvetle  tutulacak  şeyin  “ Kitap  ve  İlâhi  vahiyler “  olduğu  belirtilmektedir. Asa  sözcüğü  Kur’anda  6  ayette  yer  alır.  Taha  Sûresinin 18. ayetinde  çoban  asası,  diğerleri  ise  Musa’nın  vahiyle  ve  hayat   tecrübeleri  ve  eğitimi  ile  edindiği  bilgi  birikimini  ifade  eder.  Bundan  dolayı  gerçekte  Musa’nın  firavuna  alamet,  gösterge  ( mucize )  göstermek,  sudan  geçmek  ve  taş  kalpli  İsrail  oğullarını  adam  etmek  için  kullandığı  asa “  Musa’nın  bilgi  birikimi,  kendisine  verilen  vahiyler  ve  Kitap’tır.

Musa'nın  Tur  dağında  aldığı  peygamberlik  görevinin  ardından  aslında  o  esnada  bunalıma  girmiş,  daha  önce  öldürdüğü  bir  insandan  dolayı  yaşadığı  travmayı  henüz  üzerinden  atamamış,  Firavunla  yapacağı  mücadele  kendisini  ürkütmüştür. Bu  nedenle  yanına  aldığı  yardımcısı  ile  deniz  kenarında  bir  bölgeye  giderek  arayış  içerisinde  olmuştur.  Bu  bölgede  tanıştığı  bilge  bir  kişiden  öğütler  almış,  bunalımlarından  kurtulmuştur.  Bunun  üzerine  Kur'anda  Kehf  Sûresinin  60  ve  81.  ayetleri  arasında  anlatıldığı  gibi   " Alim   Kul  "  ifadeleriyle  aslında  ismi  bildirilmeyen  bir  peygamber  ile  yolculuğa  çıkmış,  yaşananlardan  bir  takım  dersler  alarak  Firavunla  yapacağı  mücadele  için  ön  bilgilerin  sahibi  olmuştur. ( Bu  yolculuktaki  olayların  ayrıntılarını  " Hızır  Kimdir ?  Gerçek  midir ?  "  başlıklı  yazımızdan  öğrenebilirsiniz. )  Kendisi  için  eğitim  olan  bu  yolculuktan  sonra  da   Musa  Peygamber  Mısır’a   gelerek  görevine  başlar.  Mısırda  Firavun,  o  dönemde  bütün  kralların  genel  bir  adı  olup  azgınlığın  zulmün  simgesi  bir  unvandır.  Mısırlılar  Firavunlarının  bir  tanrı  olduğuna  inanırlar,  onu  Gök  ve  Güneş  tanrıları  Amon,  Ra  ve  Aton’la  eş  tutarlardı. Ülke  toprakları  Firavunun  mülküydü,  insanları  da  kölesiydi.  Allah’ın  emrini  yerine  getirmek  ve  ayetlerini  Firavun’a   tebliğ  etmek  üzere,  Musa  peygamber  ve   kardeşi  Harun,  birlikte  Firavunun  karşısına  çıkarlar.

ARAF  104 – 105  :  Ve  Musa,  “  Ey  Firavun !  Ben  kesinlikle  alemlerin  Rabbi  tarafından  gönderilmiş  bir  elçiyim.  Allah  hakkında  haktan  başkasını  söylememek  bana  bir  yükümlülüktür.  Gerçekten  ben  size  Rabbinizden  apaçık  bir  delil  ile  geldim.  Bu  nedenle  İsrail  oğullarını  gönder  benimle  “  dedi.    106  :  Firavun  “  Eğer  bir  alamet / gösterge ( mucize )  ile  geldiysen,  getir  hemen  onu,  tabii  eğer  doğru  kimselerden  isen  “  dedi.

Firavun  ile  Musa  peygamberin  karşılıklı  olarak  bu  konuşmaları  daha  detaylı  ve  uzun   olarak  Şuara  Sûresinde  anlatılmaktadır.

ŞUARA  18  :  Firavun  şöyle  dedi : “  Seni  biz  küçük  bir  çocuk  olarak  alıp  aramızda  büyütmedik  mi ?  Hayatından  bir  çok  yıllar  aramızda  kalmadın  mı  ?   19  :  Sonunda  sen  o  yaptığın  işi  de  yaptın. /  Adam  öldürdün.  Sen  nankörlerden  birisin  “  dedi.  20  :  Musa,  “  Ben  o  işi  şaşkınlardan  biri  olduğum  zaman  yaptım.  Sizden  korkunca  da  hemen  kaçtım.  21  :  Derken  Rabbim  bana  hüküm  ve  hikmet  bahşetti. /  Yasalar  ilkeler  bahşetti  ve  beni  elçilerden   biri  yaptı.  22  :  O  başıma  kaktığın  nimet  de  İsrail  oğullarını  kendine  köle  edinmiş  olmandır.  “  dedi.  23  :  Firavun,  Alemlerin  Rabbi  dediğin  de  nedir  ki ?  dedi.  24  :  Musa :  “  Eğer  yakinen  bilmiş  olsanız,  O  göklerin,  yerin  ve  ikisi  arasında  bulunan  şeylerin  Rabbidir. ”  Dedi.  25  :  Firavun  yanı  başında  bulunanlara  “  İşitiyor  musunuz ?  “  dedi.  26  :  Musa, “  O  sizin  Rabbiniz  ve  daha  önceki  atalarınızın  da  Rabbidir.  “  dedi.  27  :  Firavun,  “  Size  gönderilen  bu  elçiniz  şüphesiz  delinin  biridir  “  dedi.  28  :  Musa,  “  Şayet  aklınızı  kullanırsanız,  O  doğunun,  batının  ve  ikisinin  arasında  bulunanların  Rabbidir.  “  dedi.  29  :  Firavun :  “  Benden  başka  ilâh  edinirsen,  andolsun  ki  seni  zindana  kapatılmışlardan  yaparım.  “  dedi.  30  :  Musa : “  Sana  apaçık  bir  şey  getirmiş  olsam  da  mı ? “  dedi.

Bu  karşılıklı  konuşma  ve  diyalogların  anlatımı,  Sûrenin  51. ayetine  kadar  devam  eder.  Bu  anlatımlarda  Firavun,  din  adamlarını,  halkın  gözünü  boyayıp  kandıran  sihirbazlarını,  kâhinlerini  toplayarak,  Musa’nın  sahip  olduğu  vahiy  bilgilerini  etkisizleştirmek  için  herkesin  gözü  önünde  olacak  meydanda  bir  yarışma  düzenler.

ŞUARA  43  :  Musa  onlara "  Ortaya  koyun  ne  koyacaksanız ! "  dedi.  44  :  Bunun  üzerine  onlar,  birikimlerini,  eski  inanç  ve  tezlerini / Çer  çöplerini,  eften  püften  bilgilerini  ortaya  koydular  ve  "  Firavun'un  gücü  hakkı  için  şüphesiz  elbette  bizler  galip  olanlarız "  dediler.  45  :  Sonra  Musa  birikimini  ortaya  koydu ;  Bir  de  ne  görsünler,  onların  uydurduklarını  yutuyor  da  yutuyor. 46 - 48  :  Sonra  etkin  bilginler  boyun  eğip  teslimiyet  gösterenler  olarak  bırakıldılar. "  Biz  alemlerin  Rabbine ;  Musa  ve  Harun'un  Rabbine  iman  ettik "  dediler.

Bu  müsabaka  ile  ilgili  karşılıklı  atışmaların  söze  ve  bilgiye  dayalı  atışmaların  daha  ayrıntılı  açıklamaları,  Araf  Sûresini 117 - 122  ve  Taha  65 - 70.  ayetlerinde  de  değişik  ifadelerle  anlatılmaktadır.  Ancak  bu  atışmalarda  Firavunun  gücüne  sığınarak  yemin  ederek  başlayan  ve  kendilerine  çok  güvenen  sihirbazların  Musa’nın  ortaya  koyduğu  bilgileri  çürütecek  bilgilere  sahip  olmadıkları  görülür. Bunun  karşısında  bu  sihirbazlar  ve  kâhinler,  Musa  peygambere  iman  ettiklerini  bildirirler. Bu  ayetlerde  sözü  edilen  ve  ortaya  atması  istenen  asası,  Musa’nın  cebindeki  güç  ve  elindeki  beyazlık,  Musa  peygambere  Allah  tarafından  verilen  ayetlerdir,  onun  bilgi  birikimleridir  ve  elinin  altında  ona  yardımcı  olmaya  hazır  olan  ve  elçi  tayin  edilen  kardeşi  Harun’dur. Çünkü  Harun’un  ifade  yeteneği  Musa’dan  daha  çok  kuvvetli  idi.  Ayetlerin  orijinal  ifadelerinde  Firavunun  sihirbazlarının /  Bilginlerinin  tezleri  "  İp  ve  değnek "  olarak  nitelendirilmiştir. Bu  ifadelerin  Türkçedeki  karşılıkları  ise  yılan  olacak  sopa  değil, " Çer,  çöp,  ipsiz  sapsız,  temelsiz  "  deyimlerine  benzetilebilir. İşin  aslı  böyle  iken,  ayetlerin  orijinalinde  yılan  diye  sözcükler  yer  almamakta  iken,  çeviri  yapan  ve  konuyu  aktaran  birçok  müfessir,  rivayetlerle,  masallarla  sihirbazlara  meydanda  yılanlar  attırmışlar,  Musa’nın  asasını  dev  bir  yılana  dönüştürüp  sihirbazların  yılanlarını  yutturmuşlardır. Taha  Sûresinin  yukarıda  yer  verdiğimiz  20. ayetinin  orijinalinde  yer  alan  Hayye  sözcüğü,  birçok  müfessirin  ve  özllikle  Diyanet  çevirilerinde  dahi  yılan  olarak  anlaşılınca,  bu  kıssanın  doğru  anlaşılmasında  veya  anlaşılamamasında  kilit  sözcüklerden  birisi  olmuştur. Halbuki  hayat  sözcüğünden  gelen  bu  sözcük  "  bir  kere  yaşam "  demektir.  Araplar ;

*  Uzun  ömürlü  olmasından  dolayı  yılana  " hayye "  derler.

*  Hain  sinsi  olana  "  O  hayye'den  daha  zalim "  derler. 

*  Kadın  erkek  uzun  yaşayana  "  O  hayye'nin  tekidir  "  derler.

*  Gözü  keskin  olana  "  O  hayye'den  daha  iyi  görür  "  derler. 

*  Kişi  akıl,  zekâ  ve  dehada  zirvede  olduğu  zaman  " O  vadinin  hayye'sidir. "  derler.

* Ölü  ve  sönük  yıldızlar  arasında  parlak  ve  canlı  yıldız  kümelerine  de  hayye  derler. Şeklinde  bu  sözcüğü  birçok  şekilde  kullanırlar. Dolayısıyla  hayye  sözcüğü  doğrudan  doğruya  yılan  demek  olmayıp,  hayat  ve  canlılık  demektir. Tabii  bu  olayı  yılanlarla  anlatanlar  ve  bu  olaya  bu  şekilde  inananlar,  Allah’ın  yaratmadaki  sünnetinden,  koyduğu  fiziksel,  biyolojik  kanunlardan,  bir  hücreli  varlıklardan,  maddeyi  meydana  getiren  atom  ve  moleküllere  varıncaya  kadar  cansız  ve  canlı  varlıklara  kodlayarak  koyduğu  sınırlardan,  Kur’an  ayetlerinden,  bu  kuralların,  kanunların,  Sünnetullah’ın  kıyamete  kadar  Allah  tarafından  asla  değiştirilmeyeceğinden,  peygamberlerin  de  bir  insan  olduğundan,  hiç  bir  peygambere  mucize  oluşturma  yetkisinin  verilmediğinden  belli  ki  haberleri  bulunmamaktadır. 

Sihirbazlıkla,  illizyonla  göz  boyamacılığın,  kehanette  bulunup,  yıldızlara  bakarak  falcılığın,  gaybi,  geleceği  bildiklerini  iddia  edenlerin,  Mısır’da  yaygın  olmasına rağmen,  Mısır  ileri  gelenlerinin,  Haman’ların,  din  adamlarının,  kâhinlerin,  Musa  peygamber  hakkında  “ Muhakkak  bu  çok  bilgili  bir  sihirbazdır,  o  sizi  yurdunuzdan  çıkarmak  istiyor “  demeleri  ve  onu  kendileri  için  büyük  bir  tehdit  olarak  kabul  etmeleri  Firavunu  korkutmuştur. Çünkü  aynı  zamanda  Musa  peygamber,  köle  olan  İsrail  oğullarının  bir  ferdidir,  kendisine  inanan  halk  kitlesi  de  etrafında  toplanmıştır.  Bundan  dolayı  da  yönetim  düzeni  ve  mevcut  hayat  sisteminin  tamamen  değişmesi  de  söz  konusudur.  Firavunun  kendine  göre  inançları  ve  menfaatleri  vardır.  Bütün  mısırın  olanaklarının  ve  insanlarının  sahibinin  kendisi  olduğunu  iddia  etmektedir. Bu  düşüncesi  de  bize ;  Zuhruf  Sûresinin  51. ayeti  ile  “  Ve  Firavun  toplumunun  içinde  seslendi.  Ey  toplumum !  Mısır  hükümdarlığı  ve  altından  akıp  giden  şu  ırmaklar  benim  değil  mi ?  Hala  görmüyor  musunuz ?  Yahut  ben,  şu  zavallının  ta  kendisi  olan ;  nerede  ise  meramını  anlatamayan  kişiden  daha  hayırlı  değil  miyim?  Hem  onun  üzerine  altın  bilezikler  atılmalı  veya  kendisiyle  beraber  sımsıkı  saflar  halinde  melekler  gelmeli  değil  miydi ?  dedi. “   şeklinde  nakledilmektedir.  Burada  aslında  Firavunun  reddettiği  husus,  Allah’ın  elçiler  göndererek  emirler  bildirmesi  ve  kendisinin  yeryüzündeki  hükümranlığına  müdahale  edilmesidir. Tabii  ki  Firavun,  Musa  peygamberin  tebliğini  reddetmiş  ve  mücadelesine  başlamıştır.  Bu  mücadele  İbrani  kaynaklarına  göre  20  yıl  sürmüştür. Ayrıntıları  da  ana  hatlarıyla  Araf  Sûresinde  anlatılmaktadır.

ARAF  132  :  Ve  Firavunun  toplumu  “ Sen  bizi  kendisiyle  büyülemek  için  her  ne   alamet  /  gösterge  /  mucize  getirsen  de  biz  sana  inananlar  değiliz  “  dediler.  133  :   Biz  de  belirli  aralıklarla  ayetler  /  alametler / göstergeler  /  mucizeler  olmak  üzere,  üzerlerine  tufanı,  çekirgeleri,  haşereleri,  kurbağaları  ve  kan  gönderdik.  Yine  büyüklük  tasladılar  ve  bir  suçlular  toplumu  oldular.

Bu  20  yıllık  dönem  içerisinde,  Firavun  ve  topluluğu,  İsrail  oğulları  üzerindeki  baskılarını  ve  zulmünü  iyice  arttırmış,  buna  karşı  da  ayette  görüldüğü  gibi  Mısırlıların  üzerine  de  Allah’ın  değişik  değişik  cezalandırmaları  tecelli  etmiştir. Aşırı  yağışlarla  su  baskınları  meydana  gelmiş,  ekinleri,  bağ  ve  bahçeleri  çekirgeler  istila  etmiş,  açlık  ve  kıtlık  başlamış,  bit,  pire,  tahta  kurusu,  kene  gibi  böcek  türlerinin  istilası  ile  salgın  hastalıklar  ortaya  çıkmış,  yağan  yağmurun  oluşturduğu  bataklıklarda  çoğalan  kurbağalar  şehir  sokaklarını  istila  etmiş,  burun  kanaması  ile  tezahür  eden  bir  salgın  hastalık  yayılmıştır. Elbette  ki  bu  olaylar,  Musa'nın  asasının  mucizeleri  değil,  Allah'ın,  isyan  içerisinde  olan  kavmi  cezalandırmak,  belalandırmak  için  tecelli  ettiği  musibetlerdir,  bize  göre  Allah'ın  Mucizeleridir. Mısır  toplumunun  Yüce  Allah  tarafından  uğratıldığı  bu  belalar  sonucunda  Firavun  ve  yanındakiler,  teslim  olacaklarını  dile  getirmişlerdir.

ARAF  134  :  Ve  ne  zaman  ki  bu  azap  üzerlerine  çöktü :  “  Ey  Musa !  Sana  olan  ahdi  /  verdiği  söz  nedeniyle  bizim  için  Rabbine  dua  et.  Eğer  sen  bizden  bu  cezayı  kaldırırsan  sana  kesinlikle  iman  edeceğiz.  Ve  kesinlikle  İsrail  oğullarını  seninle  göndereceğiz. “  dediler.

Bu  ayette,  başlarına  gelen  azaplardan  dize  gelen  Kıptilerin  ( Mısır  halkının  )  bu  azaplardan  kurtulabilmeleri  için  Musa  peygambere  ricaya  gittikleri  anlatılmaktadır.  Ancak  Araf  Sûresinin  135.  ayetinde  hemen  onun  ardından  onların  iki  yüzlülükleri  ve  sözlerinde  durmadıkları  da  dile  getirilmektedir.

ARAF  135  :  Ne  zaman  ki,  ulaşacakları  bir  süreye  kadar  onlardan   cezayı  kaldırdık,  derhal  sözlerinden  cayıveriyorlar.  136  :  Biz  de  şüphesiz  ayetlerimizi  yalanladıkları  ve  onlardan  gafil  olmaları  nedeniyle  onları  cezalandırıp  adaleti  sağladık.  Ve  onları  bol  suda  /  nehirde  boğduk.

Ayette,  İsrail  oğullarının  bol  sudan  geçirilerek  kurtarılmaları  ile  ilgili  Kitabı  Mukaddeste  pek  çok  rivayet  ve  gerçek  dışı  masallara  yer  verilmiş,  Musa  peygamberin  asası  ile  kızıl  denizi  yarıp  yol  açtığı  ne  yazık  ki  bizim  tefsir  kitaplarımıza  bile  aynen  geçmiştir. Bu  konudaki   masal  inancını  özetle  burada  anlatmaya  çalışalım.

* Musa,  kavmi  İsrail  oğulları  ile  birlikte  sevinçle  gece  yarısı  Mısırdan  ayrılarak  yola  çıktı. *  Halkın  kaçtığı  Firavun’a  bildirilince,  kölelerimizi  kaybediyoruz  diyerek  savaş  arabalarını  hazırlattı. *  Ordusuyla  peşlerine  düştü. * Firavun  yaklaşırken  İsrailliler  onları  görünce  dehşete  kapılarak  Rabbe  feryat  ettiler. *  Musa’ya  “  Mısır’da  mezar  mı  yoktu  da  bizi  çöle  ölmeye  getirdin ?  “  dediler. *  Musa  korkmayın  dedi,  yerinizde  durup  bekleyin.  Rabb  bu  gün  sizi  nasıl  kurtaracak  görün.  Rabb  sizin  için  savaşacak,  siz  sakin  olun  yeter.  *  Rabb,  Musa’ya  “  Sen  asanı  kaldır,  elini  denize  uzat,  sular  yarılacak  ve  İsrailliler  kuru  toprak  üzerinde  yürüyerek  denizi  geçecekler. *  Musa  dediğini  yaptı. Rabb  bütün  gece  güçlü  doğu  rüzgârları  ile  suları  geri  itti.  Denizi  karaya  çevirdi.  Sular  ikiye  bölündü. *  İsrailliler  denizi  geçtiler. * Mısırlılar  arkalarından  geliyordu. Ordusuyla  Firavun  onları  izliyordu. *  O  anda  deniz  olağan  haline  döndü.  Firavun’un  bütün  ordusunu  yuttu. *  Rabb  o  gün  İsraillileri  Firavun’un  elinden  kurtardı.  Bunun  üzerine  İsrail  halkı  Rabbe  ve  kulu  Musa’ya  güvendi. ( Çıkış  14 :  Bab  1 / 31 )

Bu  hikâyenin  gerçeğini  anlayabilmek  için  yine  Kur’anda  Şuara  Sûresindeki  ayetlerle  anlatılanlara  dikkatle  eğilmemiz  gerekecektir.

ŞUARA  63  : Sonra  Musa’ya  “  Vur  asanı  /  birikimini  o  bol  suya  /  nehire )  diye  vahyettik.  Sonra  o  bol  su  yarıldı.  / Barajlar  yapıldı  her  bir  parça  baraj, ulular  ulusu  bir  dağ  gibi  oluverdi.

Bu  ayet  ile  ilgili  olarak  Diyanet  2004  çevirinde  ise  deniz,  Musa'nın  asası  ile  ikiye  yardırılmıştır. : 

ŞUARA  63  :  Bunun  üzerine  Musa’ya  “  Asan  ile  denize  vur  “  diye  vahyettik.  Deniz  derhal  yarıldı. Her  parçası  koca  bir  dağ  gibiydi.

Müfessirlerin  çoğu,  ayetlerdeki  ifadelere,  sanki  olaylar  arka  arkaya  hemen  aynı  anda  olmuş  gibi  yaklaşmaktadırlar. Halbuki  Musa'nın  verdiği  bu  mücadelenin  önce kavminin  arasına  girip  onları  eğitmesi,  örgütlemesi  gibi  neredeyse  25  yıl  süren  bir  hazırlık  safhası  ve  gizli  gizli  yer  altı  çalışmaları  vardır.  Mısırdan  çıkış  süreci  ise  neredeyse  45  yıla  ulaşmıştır. Bu  ayette  daha  önce  Firavunun  yanında  iken  Musa’ya,  aslında  bilgi  birikimini  kullanarak  Nil  nehri  üzerinde  barajlar  kurmasının  vahyedildiği,  sonra  da  suyun  dağlar  gibi  parçalara  ayrıldığı,  yani  yüksek  barajların  yapıldığı  açıklanmaktadır.  Çünkü  o  zamanda  Afrika  kıtası  ile  Asya  kıtasını  ayıran  Süveyş  kanalı  da  yoktu.  Kıtalar  birleşik  durumda  idi. Çok  geniş  bir  alanda  Nil  nehrinin  oluşturduğu  geniş  bir  delta  ovası  ve  üzerindeki  nehir  kolları  bulunmakta  idi. Tarihte  de  bilinen  en  eski  barajın  M.Ö. 2900  yıllarında  Nil  nehri  üzerinde  kurulmuş  olan  15  metre  yüksekliğinde  barajdır. Kur’anın  açık  ifadesine  göre  baraj  birden  çoktur.  Ayrıca  Musa  sarayda  iken  aldığı  eğitim  ile  tapınak  inşaatlarında,  nehirdeki  bentlerin  ve  ovadaki  kanalların,  su  arklarının  yapımında  sorumluluklar  almış,  mühendislik  yapmıştır. Bu  bölgede  papirüs,  şeker  kamışı  ve  çeltik  tarımı  yapılmış,  arazi  de  sığ  suların  kaplandığı  bir  deniz  görünümünde  idi. Bu  nedenledir  ki  bu  bölgeye  de  "  Kamış  Denizi "  adını  vermişlerdi. Kitabı  Mukaddeste  "  Kamış  denizini  ikiye  bölene,  İsraili  ortasından  geçirene,  Firavunla  ordusunu  kamış  denizine  dökene,  kendi  halkını  çölde  yürütene  sevgisi  sonsuzdur  " (  Mezmurlar  136. Bölüm  1 - 16 )  şeklinde  Yahudilerin  şiirsel  olarak  dua  ettikleri  dile  getirilmektedir.  Bu  nedenledir  ki  Firavun : “ Bu  altımdaki  nehirler  benim  değil  mi ?  demektedir. İşte  bu  anlatılan  masalların  gerçeği  olan  olayda   Musa,  kavmini  Kızıl  denizden  değil,  kendisine  inananları  yanına  alarak  bu  bentlerden  ve  arkların  arasındaki  kuru  yollardan  geçirmiş,  kendilerini  takip  eden  Firavun  ve  ordusunu  bu  kamış  denizi  denilen  tarım  arazilerine  çekmiş,  onlar  arazide  iken  barajları  yıkarak  Firavun  ve  ordusunun  boğulmasını  sağlamıştır.

Bu  olayın  sonu  ile  ilgili  olarak  Kitabı  Mukaddeste  *  Rab  o  gün  İsraillileri  Mısırlıların  elinden  kurtardı.  İsrailliler  deniz  kıyısında  Mısırlıların  ölülerini  gördüler. ( Çıkış  14. Bab  25 - 31 ) Denilmekte,  aynı  bu  ifadeyi  teyit  eder  bir  şekilde  Kur’anda  Bakara  Sûresi  50. ayetinde  de  “  Ve  siz  bakıp  dururken  Firavunun  ordusunu  suda  boğmuştuk  “  ifadesi  yer  almaktadır. Buradan  anlaşıldığına  göre  bu  boğulma  olayı  Kızıl  Denizde  olmamıştır.  Çünkü  yüz  üç  kilometrelik  bir  mesafeden,  denizin  bir  yakasından,  diğer  yakasındaki  Firavunun  ve  ordusunun  boğuluşunu  ve  cesetlerini  görme  imkânı  yoktur. Dolayısıyla  Musa'nın  Kızıldeniz’i  asasıyla  yarması  anlatımları  gerçek  değildir. Gerçekten  olay,  her  şeyin  net  görülebileceği  baraj  havzası  gibi  daha  küçük  bir  alanda  cereyan  etmiştir. Böylece  Firavun  ve  toplumunun  ileri  gelenlerinin  sonu,  Sebe  halkının  “  Arim  seli  “   baraj  seli  ile  helâk  edildikleri  gibi,  onların  da  baraj  selinde  boğulmak  olmuştur. Böylece  onlar,  yüce  makamları,  bahçeleri,  nehirleri,  malları,  hükümranlığı,  dünyanın  bolluk  içindeki  mekânlarını  terk  etmişler,  sanki  nimetler  denizinden  çıkıp,  cehennemin  çukurunda  boğulmuşlardır.

Bu  olayın  ardından   Musa  peygamber,  kavmi  ile  birlikte  Kenan  iline  doğru  yola  koyulur. Yolda  konakladıkları  Tur  dağının  eteklerinde,  Musa  40  gün  eğitilmek  üzere  Allah  tarafından  dağa  çağırılır. Kur’an,  bu  görüşmeleri  de  bize  anlatır.

ARAF  142  :  Ve  Musa  ile  otuz  geceye  sözleştik  ve  süreyi  bir  on  geceyle  tamamladık. Böylece  Rabbinin  tayin  ettiği  vakit  tam  kırk  geceye  tamamlandı. Ve  Musa,  kardeşi  Harun’a  “  Toplum  içinde  benim  yerime  geç,  ıslah  et  ve  bozguncuların  yoluna  uyma  “ dedi.  143  :  Ne  zaman  ki  Musa,  belirlediğimiz  vakitte  geldi  ve  Rabbi  ona  söz  söyledi.  Musa,  “  Ey  Rabbim !  Göster  bana  kendini  de  bakayım   Sana  “  dedi.  Rabbi  ona  dedi  ki : “ Beni  sen  asla  göremezsin,  velakin  şu  dağa  bak,  eğer  o  yerinde  durabilirse,  sen  de  Beni  göreceksin. “  Daha  sonra  Rabbi  dağa  tecelli  edince  onu  paramparça  ediverdi.  Musa  da  baygın  olarak  yere  yığıldı.  Ayılıp  kendine  gelince  de  “  Seni  tenzih  ederim,  Sana  döndüm  ;  Tevbe  ettim  ve  ben  inananların  ilkiyim  “  dedi. 144  :  Allah  dedi  ki,  “ E y  Musa  !  Mesajlarımla,  kelamımla  seni  insanlar  üzerine  seçtim.  Şimdi  sana  verdiğimi  al  ve  kendisine  verilen  nimetlerin  karşılığını  ödeyenlerden  ol.  145  :  Ve  Biz  onun  için  o  levhalarda  her  şeyden,  bir  nasihat  ve  her  şey  için  bir  ayrıntı  yazdık.  “  Haydi  onları  kuvvetle  al,  toplumuna  da  en  güzel  şekilde  almalarını  emret. ”

Ayette,  Musa  peygambere  verildiği  ve  bütün  insanlar  tarafından  üzerinde  “  On  Emrin  “  yazılı  olduğu  şeklinde  bilinen  iki  levhanın  cinsi  ve  üzerine  yazının  nasıl  yazıldığına  dair  kesin  bir  bilgi  bulunmamaktadır.  Bu  konuda  da  çok  değişik  rivayetler  anlatılmaktadır.  Öte  yandan  İsra  Sûresinin  101. ayetinde  " Ve  andolsun  Biz,  Musa'ya  apaçık  dokuz / birçok  ayet / alamet,  gösterge  verdik. "  ifadeleri  yer  almaktadır. Buradaki  9  ayet  ifadesini  9  mucize  olarak  kabul  eden  bazı  müfessirler,  aslında  her  biri  o  bölgede  Allah'ın  kanunları  ile  yürüyen  ve  normal  olarak  cereyan  eden  doğa  olayları  reaksiyonlar  olduğu  halde,  asanın  yılana  dönüşmesi,  elinin  ışık  saçması,  tufan,  bit,  kurbağa,  çekirge  istilası,  suyun  kan  rengine  dönüşmesi,  denizin  yarılması,  kayadan  su  fışkırması  gibi  olayları  Musanın  9  mucizesi  olarak  kabul  etmişlerdir. Aslında  bunların  hiç  birisi  de  Musanın  oluşturduğu  mucizesi  değildir.   Hiç  bir  peygamberin  de  doğa  üstü  mucize  gösterme  yetkisi  yoktur.  Aslında  bu  ayette  Musa'ya  verilen  10  emirden  söz  edilmektedir. Yahudilerin  bir  kısmının  peşinden  gittikleri  bu 10  emrin, Samiri  nüshasında  iki  emrin ( cümlenin ) tek  bir  emir  gibi  birleştirilerek  9  emir  olarak  aktarılmış  olduğundan  ayette  bu  dokuz  emirden  söz  edilmektedir. Evet  Musa'ya  9  mucize  değil  fakat,  biri  Vahiy  olan  Kitap,  diğeri  de  kendisine  vezir  olarak  yardım  etmesi  için  peygamber  yapılan  kardeşi  Harun  olmak  üzere  sadece  iki  mucize  verilmiştir. Bu  paragrafta  diğer  ayetlerde  anlatılan  önemli  bir  nokta  vardır,  o  da  hiç  bir  beşerin  Allah’ı  gözü  ile  göremeyeceğidir.  Ama  bu  ayetlerin  mesajına  rağmen  bizim  ulema  dediklerimiz  ve  peşlerinden  gittiklerimiz,  uydurma  miraç  olayı  ile  Peygamberimizi  yedi  kat  gök  sınırına  çıkarmış,  Allah'la  görüştürmüş,  pazarlık  yaptırtmıştır.  Mevlit  şiiriyle  methiyeler  düzdürmüştür.

Musa  peygamber,  40  gün  dağda  kaldığı  süre  içinde  kavmi,  Harun  peygamberin  uyarılarını  dinlememiş,  Samiri  adındaki  bir  Kıpti’nin  peşine  takılarak  altından  bir  buzağı  yapmışlardır.  Onu  tanrı  yerine  koyarak,  eğlencelerle  ayinler  düzenlemişler  ve  sapkınlığa  düşmüşlerdir. Dağdan  üzerinde  Allah'ın  ayetlerinin  yazılı  olduğu  levhalarla  inen  Musa  peygamber,  gördüğü  duruma  oldukça  öfkelenmiş  ve  kendisine  inanan  ve  tevbe  edenlerle  beraber  tekrar  yoluna  devam  etmiştir.  Sapkınlığa  yol  açan  Samiri  de  elbette  ki  Allah’ın  gereken  cezalandırması  ile  karşılığını  bulmuştur. Tevrat  kaynaklarında  daha  sonra  cüzzam  hastalığına  yakalanarak  kötü  bir  şekilde  öldüğü  yazılmaktadır. Bu  olaydan  sonra  Musa  peygamber  uzun  ve  meşakkatli  bir  yolculukla  İsrailoğullarını  vaadedilmiş  toprakları  olan  Kenan  ili  yakınındaki  Ürdün  kıyılarına  kadar  getirir. Burada  Eriha  şehrinin  karşısındaki  dağa  çıkar  ve  Kenan  ilini  ( Filistin’i )  seyreder.  Ancak  oraya  varamaz.  Kardeşi  Harun’u  vekil  tayin  eder,  120  yaşlarında  iken  burada  vefat  eder.  Musa  peygamberin  şeriatının  temeli,  Sina  dağında  kendisine  buyrulan  meşhur  On  Emir’e  dayanır.  Burada  Moab  ülkesinde  bir  dereye  gömülür.  Mezarının  yeri  belli  değildir.

Kur’anda  daha  pek  çok  değişik  Surelerde  ve  ayetlerde  geniş  bir  şekilde  değişik  kesitlerle  anlatılan  Musa  Peygamber  kıssası,  aslında  bize  Firavuni  düzenleri,  bu  düzenlerin  yapılarını  ancak  baskı,  zulüm  ve  zorbalıkla  sürdürebileceklerini,  onların  düzeninde  adalet,  eşitlik,  insan  hak  ve  özgürlüklerinin  olmayacağını  anlatmaktadır. Böyle  yönetilen  toplumlarda,  her  şey  sömürü  düzeninin  korunması  ve  devamlılığının  sağlanması  amacına  yönelik  olarak  düzenlenir. Toplum  sınıflara   bölünür, etkisizleştirilir,  düzen  için  tehlikeli  görülenler  yok  edilir.  Bu  nedenle  bizim  Peygamberimiz  de  dahil,  bütün  Peygamberlere,  öncelikle  hep  böyle  düzeni  kurmuş, çeşmenin  başına  oturmuş  muktedirler  ve  üst  düzey  yöneticiler  ile  din  adamları  karşı  çıkmışlardır. Bu  düzenin  savunucuları  için  peygamberler  her  zaman  tehlikeli  olmuşlardır. Peygamberlerin  çağrıları  onların  menfaatleri  için  daima  bir  tehdit  olmuştur. Kur’anın  “ Mele “  dediği  ve  din  adamları  Haman,  üst  düzey  yöneticileri,  askeri  komutanlar  ve “  Karun “  dediği  zenginler,  daima  bu  düzenin  destekçileri  işbirlikçileri  ve  koruyucuları  olmuşlardır. ( Peygamberimizin  hayatına  ve  Kur’andaki  diğer  peygamberlerin  kıssalarına  bir  bakın,  mücadele  hep  aynıdır. )

Fakat,  Kur’anı  anladığı  dilden  okutturulmayan  ve  aklını  kullanamayan  Müslümanlar  da,  bütün  dünyada  olduğu  gibi  bizim  ülkemizde  de,  gerçek  Kur’an  mesajından  yoksun  olarak,  bu  kıssalardan  kendisi  için  gerekli  dersi  çıkartamayarak  rivayetlerle  masalların,  mucizelerin,  hurafelerin  peşinden  gitmektedirler. Bu  nedenle  bugün  dünyada  huzur  içerisinde  yaşayan  Müslüman  ülkesi  pek  yok  gibidir. İslam’ın  beşiği  olarak  görülen  ve  Kur’anın  indirildiği  Mekke  şehrinden  canlı  ve  naklen  tavaf  yayını  yapılırken  dahi,  Arapça  fon  konuşmalarına  kulak  verildiğinde,  sürekli  olarak  anlattıkları  rivayettir,  Revaül  Ebu  Hureyre  r.a.  Revaül  Müslim  r.a.  diyerek  masal  anlatmaktadırlar.  Araplar  dahi,  aynen  bizde  olduğu  gibi, Kur'anı  anlamaya  çalışmadan  yüzünden  okumaktadırlar.  Müslümanlar  akıllarını  masal  anlatanlara  emanet  etmektedirler. Bunun  sonucunda  da  bugün,  Müslümanlar  mezhep  savaşlarıyla  birbirini  kesmekte,  yüz  binlerce  insan,  doğup  büyüdüğü  ve  kendi  inancının  var  olduğu  ülkesinden,  Musa’nın  kavminin  aksine  adeta  inancını  terk  ederek,  inancının  olmadığı  ülkelere  kaçarak  sığınma  mücadelesi  vermektedir. Çünkü  Rabbimizin  mesajları  terk  edilmiştir. Hakk  Dinin  yerini,  Kur'an  yeterli  görülmeyip,  Kur'anın  dışında  Mezhep,  Tarikat  ve  Cemaatlerin  uydurma  hadis  ve  rivayetlerle  oluşturduğu  dinler  almıştır. İnsanlar  akıllarını  kullanıp,  kendi  durumlarını  değiştirmedikçe,  Kur’anı  anladığı  dilden  okuyup  rehberliğini,  hayatlarının  reçetesi  yapmadıkça,  Yunus  Sûresinin 100. ayetinde  "  Ve  Allah  kirliliği  /  azabı  aklını  kullanmayanların  üzerine  bırakır. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  Rabbimiz  de  bu  durumu  değiştirip,  sadece  lafta  Müslümanım  diyen  toplumları,  pisliklerden  ve  belalardan  kurtarmayacaktır.  Allah'ın  hükmü  tecelli  etmeye  devam  edecektir. Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

 

 

 

 

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET