Yüzyıllardır Kur'anı kendi dilinden anlamak üzere okutturulmayan, bu nedenle büyük çoğunluk tarafından içinde nelerin olduğunu bilmeyen Müslüman toplumları, Dinini, inancını, bizzat Kur’an ayetleriyle değil de Mezhep, Tarikat ve Cemaatlerin rivayet, hadis ve ulema görüşleriyle sadece lafta kalacak şekilde yaşatılmaya alıştırılmış, Kur’anın özü, asıl mesajı hiç önemsenmemiş, Kur’anın dışındaki farklı yorumlar ve dayatmalar egemen olmuştur. Buna bağlı olarak Allah’ın zikri, zikir çekmek diye yanlış kavramlarla, Allah, Peygamber, Kur'an gerektiği kadarıyla tanınamadığı halde, Allah’ın birliğine ve Peygamberin elçiliğine şahadet edilmekle, ağız alışkanlığı haline getirilen inşallah, maşallah, şükür ve elhamdülillah lafızlarıyla, sadece iman ettim, namaz kıldım, " Lailâhe illallah " dedim demekle lafta bırakılmakta ve iyi Müslüman olunduğuna inanılmaktadır. Yine sadece " Allahümme salli ala Muhammedin ve ala " diye lafla salavat getirilip, Peygambere selam edilince, Ona ve O’nun emanetine olan görevin yerine getirildiği zannedilmektedir. Kıraatı sadece okuma olarak bilip, “ Euzubillahimineşşeytanirracim " denildikten sonra Kur’anın anlaşılmadan da olsa sadece Arapça okunması ile, herhangi bir işe veya namaza başlanırken, kötü ortama veya tuvalete dahi girilirken de bu lafzın ağız alışkanlığıyla tekrar edildiğinde, Allah’a sığınıldığına, koruması altına girildiğine inanılmaktadır. Bu lafzı dile getirmeden Kur’an ayetlerini ağzına alanlara, herhangi bir işe başlayanlara, edepsizlik, saygısızlık yaftalaması ile üstelik de uydurma hadis, rivayet ve Tasavvufun da uydurma edep kerametleriyle müdahale edilebilmektedir.
Yüce Kitabımız Kur’anda “ istiaze ” ( Allah'a sığınma ) sözcüğü “ aze “ kökü ve türevleri ile isteiz ( Allah’a sığın ), euzu ( ben sığınırım ), uztü ( ben sığındım ) yeuzune ( sığınırlar ), üizuhu ( ondan sığınıyorum ), anlamlarında bir çok ayette ve bunların yanısıra özellikle Nahl Sûresinin 98. ayetinde de;
" Feize gara’tel gurane festeiz billahi mineşşeytanirracim "
“ Öyleyse Kur’anı kıraat ettiğin / öğrenip öğrettiğin zaman racim şeytandan / aklınıza hemen geliveren, düşünülmediği zaman sizi yanlışa yöneltecek kötü düşünceler üreten beyninizdeki iblisten, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın / sığındığına inan. “ denilerek emir kipinde " festeiz " ifadesi yer almaktadır.
Kur'anda racim şeytan kavramı Araf Sûresinin 11 ve 18. ayetleri arasında, gerçekte olmadığı halde, temsili tiyatro sahnelerinde olduğu gibi Allah, Melekler, Adem ( bilgilenmiş ve ünsiyet kazanmış insan ) İblis ( racim şeytan, kovulmuş şeytan ) arasında, konuşturma tekniği ile anlatımlar görmekteyiz. Ayetlerde sözü edilen İblis ( Şeytan ı Racim ) ( Kovulmuş şeytan ) genel olarak tasvir edilmiş şeytandan farklı özel bir şeytandır. Allah'ın Ahiret hayatında hak edenler için oluşturacağı gerçek Cennetinde kötü düşünceler ve kişiler olamayacağı için mecazi bir ifade ile lanetlenmiş, kovulmuş, taşlanmış olduğu söylenen “ İblis “ tir. İblis denilen bu Şeytan, dışarıdan insanları yönlendiren kişiler değil, kişinin kendi içinden, melekesinden, düşünce yetisinden, beyninden, öz benliğinden onu yönlendiren ve fıtri olarak var olan içindeki Şeytandır. Bu nedenle kovulmuş Şeytan / Şeytan ı Racim / İblis, kişinin sudurundadır, göğsündedir, beynindedir, düşüncelerindedir. Hevası, kibri, hırsı, aşırı tutkuları, bencilliği, öfkesi, kini, siniri, kıskançlığı ve kendisini dalalete, yanlış yollara sürükleyen, önüne geçip engelleyemediği bütün olumsuz duygularıdır.
Ayette Kur'an kıraat edilirken ( anlaşılarak okunup, öğrenilip öğretileceği zaman ) racim ( kovulmuş, taşlanmış ) şeytandan Allah’a sığınılması direktifi yapılmaktadır. Bu direktif sadece lafta kalacak şekilde " euzubillahimineşşeytanirracim " ( racim şeytandan Allah'a sığınırım ) denilerek salt sığınma lafzını, ağız alışkanlığı ile dile getirmekle yerine getirilebilecek bir emir değildir. Çünkü ayetin orijinalinde " euzu " ( sığınırım ) diye bir ifade yoktur, " festeiz " emir kipindeki ifade ile " bilakis Şeytan tipler ve güçler tarafından dayatılan düşünce ve amelleri hemen Allah’ın gönderdiği Kur’an terazisinde tartmak, şeytanın akla, fikre zerk etmek istediği zehirleri, olumsuz yönlendirmeleri Allah’ın Kur’an ile bize ikram ettiği uyarıları ile etkisiz hale getirmek, Kur’an ayetlerinin öğütlerini, uyarılarını akılda tutarak karşı koymak, Şeytanın bizi zararlı ve kötü bir yola saptırmasına engel olmak " görevi verilmektedir. Kıraat ediyorum deyip, anlamadan Kur’anın sadece Arapça okunması ile, asıl verilmek istenen mesajın anlamı bilinmeden bu lafzın dile getirilmesi ile bu problemler çözülemez, Allah'a sığınılmış olunamaz. Çünkü ayetin orijinalinde emir kipi ile “ Fa kul estaiz “ sığınırım deyin ! veya “ Allah’a sığınmak istiyorum deyin ! “ gibi bir ifade bulunmamaktadır. Fakat bir çok Kur’an çevirisi yapılırken ve üstelik de Diyanet Vakfı meallerinde dahi sağ alt köşede “ euzubillahimineşşeytanirracim deyin “ açıklaması yapılarak ayetin gerçek anlamı, asıl mesajı saptırılmakta, hafife alınmaktadır. Halbuki ayetin orijinalinde bilakis “ Festeiz “ ifadesindeki “ s “ harfinin itikat anlamı dikkate alındığında, lafzın sadece sözle dile getirilmek olmadığı anlaşılır. Aslında ayetle anlatılmak istenen, " Allah’ın ayetlerinin anlamı, öğütleri bilinerek anlaşıldıktan sonra hafızaya yerleştirilmiş olup, yeterli bilgi ve donanımla zihinsel olarak hazır olunduğuna inandıktan sonra, " kovulmuş şeytanın oluşturduğu hislere, vesvese ve dürtülerine göre değil de, Allah’a ve ayetlerine teslim olarak hayatın sadece o sözlere göre düzenlenmesi gerektiği uyarısıdır. Bundan dolayı da insan mutlaka Kur’an ayetlerinin bilgisine ve öğüdüne sahip olarak aklını çalıştırmaya, düşünmeye yöneldiği zaman ancak kalbe sürekli olumsuz vesvese veren iblisten korunabileceğini bilmeli, Allah'a sığınmanın lafla değil, aynı zamanda O’nun Kitabına, ayetlerine ve öğütlerine sığınmak olduğunun farkında olmalıdır.
Kur’anın birçok ayetinde olduğu gibi Kur'anın dışındaki " Sünneti Seniye " inancı içerisinde elbette ki bu ayetin yorumlanmasında da Kur’anın asıl vermek istediği mesajının dışına çıkılarak farklı kabuller, yorumlar ve inançları sadece lafta bırakılmaya yönelik rivayetler ortaya çıkmıştır. Bu ayetin anlamına binaen ayetteki lafzın önüne sonradan ulema tarafından eklenen “ Euzu “ sözcüğü ile lafzın “ Euzubillahimineşşeytanirracim “ haline getirilerek söylenmesiyle İslam alimleri, bir şeyi Allahü Teala’nın hıfz ve eman’lığına ( eminliğine, güvencesine ) O’nun korumasına ısmarlanmasıdır, bu lafzı ağız ile söyleyen mümin, kendisini Allah’a emanet etmiş, “ Ey Allah’ım ben kendimi sana emanet ediyorum “ diyerek teslim olmuştur denilmekte, ulemanın bir kısmı namaz içerisinde söylenmesi gerektiğini, bir kısmı da söylenmesinin gerekmediğini icma etmektedir.
Gök tabakalarına bile kapı koyma alışkanlığı ve inancında olanların bir başka görüşüne göre de “ Euzubillahimineşşeytanirracim “ demekten maksat, izin almak ve kapıyı çalmaktır. Bir hükümdarın, valinin ve bir yöneticinin makamına gelen, nasıl ki izin almadıkça içeri giremezse, bunun gibi Kur’an okumak isteyen kimse de, Kur’an okumak, Allah’a münacaatta bulunmak, O’nunla konuşmak için “ Euzuyü “ çekmekle hem izin almış, hem de çeşitli şekillerde kirlenmiş olan dilini temizlemiş olur. Denilmektedir. ( Sırlar Hazinesi sa. 296 Celal Yıldırım ) Halbuki Kur'anımızda birçok ayetle istiaze örneklerine yer verilmesine rağmen, Tirmizi, İbn Mace, Buhari eserlerinde neredeyse hayatın her kesiminde sadece lafta kalacak olan birçok istiaze ( dua ile sığınma ) örneklerine yer verilmektedir. Rivayetler nakledilmektedir.
* Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde buyurmuştur ki, “ Cibril bunu ( euzuyü ) bana böylece Levh i Mahfuz’dan getirip okuttu. “ Cebrail’in Peygamber Efendimize ilk indirdiği şey “ istiaze “ ve Besmeledir. Kur’anda “ Rabbin adıyla oku “ emri de buna işarettir. ( Sırlar Hazinesi sa. 296 C. Yıldırım “ İkra bismi rabbikellezi halag )
* İbn i Mesud'dan nakledilen bir rivayette de Efendimiz ( sav ) “ euzubillahimineşşeytanirracim “ de. Zira ben bunu böylece Cibrilden, Mikalden ve Levhi mahfuz’dan aldım. Denilmektedir. ( Cibril, Kur'an ve Allah'ın vahyi, Mikail de eğer peygamber olarak kastediliyorsa pek sıkıntı olmaz. Ama gerçekte olmayan melekler olarak kabul ediliyorsa Kur'ana göre yanlışların içindedir demektir. Peygamberimize Kur'anı gerçekte olmayan Cebrail meleği değil bizzat Allah'ın Kendisi indirmiştir. )
* Buhari Edep / 76. da nakledilen rivayette : İki adam münakaşa ile kavga ediyorlardı. Efendimiz ( sav ) onları görünce şöyle dedi : Ben öyle bir kelime biliyorum ki onu söyleseler öfkeleri giderdi. O “ euzubillahimineşşeytanirracim “ dir. Dedi.
* Tirmizi : İnsanın kalbini şeytanın vesvesesinden muhafaza etmesi, üzerine düşen en birinci vazifedir. Bunun için de en tesirli silahı “ Euzubillahimineşşeytanirracim “ kutsi kelimelerini okumaktır. Bunu Allah ü Teala, Cenab ı Peygamber a.v.s. efendimiz hazretlerine Kur’anı Kerim’de Nahl Sûresinin 98. ayetinde “ Habibim sen Kur’anı okuduğun zaman, Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığın “ buyuruyor. Bu yüce ve kutsi kelimelerin toplu olarak anlamlarında bir çok esrar gizlidir. Mümin Euzübillah, yani ben Allah’a sığınırım demekle kendinin acizliğini, sığındığı Cenab ı Rabbülalem hazretlerinin ise büyüklüğünü, yüceliğini itiraf etmiş oluyor. Bu ise Allah ü Teala hazretlerine yaklaşmanın en sağlam ve müessir yoludur. Denilmektedir. ( Bütün Tasavvuf Evliyalarının Kur’anı ve ayetlerini esrar ve bir sırlar kitabı haline getirdikleri gibi, İmam Tirmizi kardeşimiz de Alaaddin ve Kırk Haramiler masalında olan “ açıl susam açıl “ denildiği zaman açılan hazinelerin kapısı gibi, “ Euzibillahimineşşeytanirracim “ lafzını kutsal bir sır ve esrara dönüştürerek, herhalde bu lafzı söyleyenlere kerametlerle hemen Kur’anın kapısının açılacağını, ayetlerin faziletlerinin ve hazinelerinin hiç bir çaba sarfetmeden insanın belleğine dolacağını zannetmektedir ! Şeytanın vesveselerinden muhafaza edecek olanın, Kur'an ayetlerinin uyarıları olduğunu görmemezlikten gelmektedir.)
İşte Kur’anın asıl vermek istediği öğütler, mesajlar, üstelik de maalesef Peygamberimizin ismi de kullanılarak, Kur'anda Peygamberimize böyle bir hitap yapılmadığı halde " Habibim " denilerek Allah'ın aşık olduğu ve ulaşamadığı sevgilisi yerine koyarak, böyle tutarsız, temelsiz, Kur’an ayetlerini dışarıda bırakan, kavramlarına tamamen aykırı olan, küfür niteliğindeki rivayetlerle, insanlar böylece Allah’ın gerçek Hakk Dininin mecrasından çıkartılmaktadırlar. Kur’an anlaşılmak üzere okutturulmadığı için de terk ettirilmiş olarak Din, sadece lafta kalacak şekilde yukarıda örneklediğimiz benzer ve tamamen Kur’anın dışında uydurulmuş, tutarsız, saçma, birbiri ile çelişkili rivayetlerle yaşatılmaktadır.
Kur’an, Yüce Rabbimiz Allah’ın sosyal bir varlık olduğu için, birlikte yaşamaya mecbur olan insanların hayatında iyiliği, doğruluğu, güzeli, mutluluğu, huzuru, barışı egemen kılmak için, okunup anlaşılması için insanlara gönderdiği talimatıdır. Racim şeytan ( iblis, kovulmuş şeytan, insanın beynindeki olumsuz düşünceleri ) ise Kur’ana yönelen kişiyi, Kur’anı anlamaktan, doğru yorumlamaktan, onunla amel etmekten vazgeçirmek için sürekli olarak bütün gücüyle uğraşır. Kalbine vesvese sokarak, düşünmekten, aklını kullanmaktan, sorgulamaktan onu alıkoymaya çalışır. “ Euzubillahimineşşeytanirracim “ lâfzının ve Kur’anın bu konudaki asıl mesajının ne olduğunu bilen bir mümin, zaten racim şeytanın bütün vesveselerinden arınmış olarak samimi bir kalp ve açık bir zihinle Kur’anı anlamak, öğütlerini belleğine yerleştirmek için okumaya başlar. Çünkü yaşadığımız hayatta çok sayıda ve sürekli olarak her an şeytani vesvese türleri bizi tehdit etmekte, karşımıza çıkmakta, insanların hayatını doğrudan ayırarak yanlışa yönlendirebilmektedir. Bu nedenle Nahl Sûresinin 99 – 100. ayetlerinde, “ Şüphesiz ki iman etmiş ve Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler üzerinde şeytan ı racim’in hiç bir zorlayıcı gücü yoktur. Onun zorlayıcı gücü, en çok kendisine, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın edinenler ve Allah’a ortak koşanların ta kendileri olan kimseler üzerinedir. “ ifadeleriyle Rabbimiz insanı bekleyen büyük tehlikeye dikkat çekmektedir. Bu tehlike şeytan ı racim’dir. İnsan her adımını Allah rızası için ve Kur'an ayetlerinin uyarıları çerçevesinde atmalı, o işlere şeytan ı racim’in burnunu sokmasına izin vermemelidir. Şeytan ı racim’in yapılan işlerde payının ve yönlendirmesinin olması, bu amellerin iyi amel olmaktan çıkması demektir. Örneğin :
Dindar olmakla beraber bilgisiz ve sıradan insanlara yüz yıllardır “ Şu kandil gecesinde şu kadar rekât namaz kılar, şu kadar tespih çekersen bütün günahların af olunur ve cennete girersin “ telkinleri yapılmaktadır. Bu telkinler ve öneriler ilk bakışta insanların hoşuna gitmekte ve kolayına gelmektedir. Çünkü insanın yaratılışından itibaren fıtri olarak faaliyet gösteren içindeki şeytan ( iblis ) ( racim şeytan ) ( kovulmuş şeytan ) bu teklif üzerine hemen harekete geçmekte, bir ham düşünce üretmekte, önerilen bu kolay davranışların benimsenerek ucuza elde etme fikrini insana süslü ve uygun bir şey olarak göstermektedir. Böylece insan kendisine yapılan bu tür telkin ve önerilerle hem Allah’ın bildirdiğinin dışında bir yolla cennet vaat eden şeytanların, hem de bu yolu kendisine süslü ve kolay gösteren beynindeki iblis’in vesveseleriyle karşı karşıya kalmaktadır. ( Mevlit Kandili ve Kur'anda Olmayan Geceler başlıklı yazımızda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. )
İşte Rabbimizin Kendisine sığınılmasının istendiği şeytan vesvesesi bu ve buna benzer kurgulardan oluşmaktadır. Bu nedenle Fussilet Sûresinin 36. ayetinde de “ Ve eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi duyanın ve en çok bilenin ta kendisidir. “ ifadeleriyle böyle durumlarda hemen Allah’a ve dolayısıyla O’nun ayetlerine, öğütlerine sığınılması ve müracaat edilmesi önerilmekte, bu sığınmanın da lafla olamayacağı Müminun Sûresinin 96. ayetinde, “ Sen kötülüğü en güzel bir şeyle sav. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz. “ denilerek şeytanın vesvese ve kötülüklerinden “ kötülüğü en güzel bir şeyle sav “ ifadesiyle kötülüğü savacak ve bütün şeytanları etkisiz hale getirecek olanın, ancak Allah ve Kur’an ayetlerinin olduğu dile getirilmektedir. Görüldüğü gibi ayetlerde Allah’a sığındığını söyle diye bir ifade de bulunmamaktadır. Aslında verdiğimiz bu örnekte yapılacak iş, insanın kendisini sadece Allah’a ve O’nun sözlerine teslim etmesidir. Bunun ardından örneğin : “ Ya Rabbi ! cennetin bedeli nedir ? “ diye Allah’a sığınmak, O’na sormak ve bu sorunun cevabını da mutlaka Kur’anda bulacağına inanmaktır. Ve bu sorunun ardından Kur’ana müracaat ettiğinde Allah’ın cevabını, Cennetin bedelinin “ Muttaki ( sakınanlardan ) olmak, ebrardan olmak, malını ve canını Allah’a satmak, ödünç vermek, ihtiyacından fazla olan malını ve servetini yoksul, yetim ve ihtiyacı olanlar için infak etmek, kendisini ve yakınlarını yanlışlardan arındırarak salihatı işlemek “ olduğunu görecektir. Bundan dolayı da Bakara Sûresinin 1. ayetinde “ Muttaki olmak isteyenler için dosdoğru yol şüphesiz bu Kur’anın içindedir. “ denilerek Allah’ın verdiği cevapların, bütün ayrıntıların, bizzat Kur’anın içerisinde olduğu dile getirilmektedir.
Sonuç olarak eğer kişi, " Euzubillahimineşşeytanirracim " lafzını Kur'anın mesajına göre anlamını doğru olarak yerine getiriyor ve o anlamları bilerek ve düşünerek, amele, eyleme dönüştürüyor, Kur'an ayetlerini rehber edinebiliyorsa, herhangi bir işe koyulurken veya Kur'an okumaya başlarken lafla dile getirmesinde, veya getirmemesinde elbette ki bir sakınca yoktur. Zaten adımlarını Kur'anın rehberliğinde atacaktır ve yanlışlardan sakınacaktır. Fakat buna rağmen Ulema, ayetteki " festeiz " sözcüğünün emir kipi ile " Allah'a sığının " emrinin yerine " euzu " sözcüğü ile " Allah'a sığınırım " ifadesini koymuş ve buradaki asıl mesajı mecrasından saptırarak, sadece lâfla yerine getirilebilecek bir ibadet haline dönüştürmüş olduğundan, buna bağlı olarak Müslümanlara Kur'an okunmaya başlanılacağı zaman, sadece ağızdan " euzübillahimineşşeytanirracim " demeleriyle, Kur'anın bu emrinin yerine getirildiği inancı pek işe yaramayacaktır. Halbuki Kur'anın bu konudaki gerçek mesajı bilinmeden sağdan soldan duyma ile sadece bu lâfzı dile getirmekle, Müslümanlar " Ben Allah'a iman ettim, Allah'a sığındım, O'nun koruması altına girdim " diye inandıklarında, Kur'anı yılda bir kere hiç bir şey anlamadan sadece Arapçasını okuyup, hatim ettim deyip ölülere bağışladıklarında, kendileri hangi öğüdü almış, racim şeytanın baskılarına da neyle karşı koyabilmiş, Allah'a ne ile, nasıl sığınmış olacaklardır ? Gerçekten Allah'a ve Kur'ana yönelmedikleri için de yalancı konumuna düşecek, o zaman elbette ki bu lâfız sadece bir ağız alışkanlığında kalacak, bir şey kazandırmayacaktır ve şekilcilikle riya olmaktan öteye geçemeyecektir.
Diğer taraftan Kur'an ayetlerini bilen, bu lâfzın emrine göre hareket edip Allah'ın ayetleriyle donanarak, Racim şeytanın ne olduğunu bilerek her türlü vesvesesine hazırlıklı olan bir kişinin, Kur'an ayetlerinin orijinalini birilerine aktarırken veya okurken bu lâfzı kullanmaması da bir edepsizlik olmayacaktır. Çünkü bu konudaki Kur'an ayetlerinin içerisinde lâfta kalacak şekilde " Allah'a sığınırım " deyin diye bir emir veya öğüt yoktur. Bu dünya yaşamında Şeytan, kötülük ve vesvese ürettiği, Adem ( ünsiyet kazanmış insan ) ve eşi de Allah'ın bu emrine uymadıkları, kovulmuş şeytanın vesveselerine teslim oldukları için Kur'an ayetlerinde kovulma ifadesiyle belirtildiğine göre, yaşadıkları Cennet gibi bölge, iklim değişiklikleri ile yaşanılamaz bir hale getirilmiştir. Çünkü Allah’ın hem bu dünyadaki Cennetinde, hem de Ahiret hayatındaki Cennetinde kötülük, kötü söz, kötü düşünce, aşırı servet edinme, mal tutkusu yoktur. Bundan dolayı insan beyninde kötü düşünceler de egemen olmamalıdır. Sadece barış, huzur, güzellikle, esenlik ve selam sözü bulunmalıdır. İnsan oğlu da bu dünya hayatında sadece lafla değil, gerçekten Allah’a sığınabildiği, ayetlerini anlayarak okuyup hayatının rehberi yapabildiği ve ancak Racim Şeytan’ın vesveselerinin esaretine girmemeyi başarabildiği ölçüsünde, bu dünyasını da, Ahiret hayatını da gerçek Cennete dönüştürebilecektir. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi ve anlayarak, içselleştirerek okuyabildiğiniz ve hayatın rehberi olarak kullanabildiğiniz Kur’an sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR