Konu Detay

ADEM'İN YASAK AĞACI

 27.02.2017
 2782

Kur’anımızda,  Adem  ve  eşinin  bir  süre  Cennette  ( Aslında  yeryüzündeki  yeşil  örtüsü  bol  Cennet  gibi  bir  bölgede )  yaşadıkları,  yasaklanmış  ağaca  yaklaşarak  işledikleri  hatadan  dolayı,  her  türlü  güzellik  ve  olanaklarla  donatılmış  Cennet  gibi  bölgeden  kovuldukları /  çıkarıldıkları  birçok  çeviri  meallerinde  düz  mantık  ve  ayetlerdeki  lafızlarıyla  aynen  kabul  edilerek  anlatılır. Bu  anlatımlara  dayalı  olarak,  onların  yaklaştıkları  ve  yasaklanmış  oldukları  ağacın  ne  olduğu,  uzaklaştırıldıkları  Cennetin   Ahiretteki  mi ?  Dünyadaki  mi ?  olduğu,  yüzyıllardır  tartışma  konusu  olmuş,  bu  konularda  da  gerek  Yahudi  kaynakları  Tevratta,  Hristiyanların  Apokrif  İncil  kaynaklarında   anlatılanlara  bağlı  olarak  bizde  de  insan  eliyle  yazılmış  kaynaklarda,  çeviri  meallerinde  yüzlerce  rivayet  ve  hadis  ortalığı  istila  etmiştir. Bu  nedenle  Adem  ve  Havva’ya  yasak  konmuş  ağaç  denildiğinde,  çoğunlukla  insanların  gözünde  aynı  tablo  canlanır.  Bu  tabloda  yemyeşil  bir  orman  içerisinde,  avret  yerleri  ağaç  yaprağı  ile  örtülmüş   Adem  ve  elinde  elmayı  ısırmış  Havva  ile  yanlarında  ağaca  dolanmış  bir  yılan  görülür.  Rivayet   senaryoları  biraz  fark  gösterse  de  hemen  hemen  hepsinin  ana  fikri  aynıdır. Suçlu,  Cennete  kaçak  olarak  giren  kötü  akılla  vesveseyi  veren  yılan  görünümünde  şeytandır  ve  Adem’i  kandıran  ise  Havva’dır.  Burada  erkek  olduğu  için  Adem  masumdur  ve  kandırılandır.  Bu  nedenle  de  kadın,  dünya  hayatı  var  oldukça,  kadını  aşağılayan  zihniyet  tarafından  günahkâr  olarak  bilinecektir. Sesi  ve  erkeğe  karşı  kendini  savunması,  saçının  bir  telini  dahi  göstermesi  haram  ve  Cehennemlik  olacaktır.

Halk  kültüründe  de  inanılmış  ve  kanıksanmış  olan  bu  masallardan  birine  ana  hatlarıyla  baktığımız  zaman ;   "  Üstelik  de  daha  önce  ayakları  olan  yılan,  Ahiret  Cennetinin  kapısında  bekçilerden  biridir. Kovulmuş  şeytan  ne  yapar,  ne  eder  yılanı  kandırır  ve  onun  sırtında   Adem  ve  Havva’yı  kandırmak  ve  saptırmak  için  Cennete  girer. Melek  olmanın  ve  ölümsüzlüğün  güzelliğini  anlatarak,  Havva’nın  yasak  ağaçtaki  elmayı  yemesine  ikna  eder.  Elmayı  ısıran  Havva  da,  Adem’i  kandırarak  elmayı  yemesini  sağlar.  Yasaklanmış  bu  meyveyi  yedikleri  için  de  Cennetten  kovulurlar.  Şeytan  yeryüzünde  Seylan  adasına,  Havva  Hint  okyanusunda  Serendip  adasına,  Adem  de  ondan  ayrı  ve  uzak  olarak  Arabistan’daki  Hicaz  bölgesine  gökten  bir  uzaylı  gibi  ışınlanarak  düşerler. Yılan  bu  suça  ortak  olduğu  için  cezalandırılır  ve  ayaksız  olarak  yeryüzünde  sürünmeye  mahkum  edilir.  Şeytan  yapacağını  yapmıştır,  bu  nedenle  Cennetten  kovulan  şeytan,  Adem  soyunu  dünya  hayatı  var  oldukça   kandırmaya  devam  edecektir.  ( Taberi, Tarih  Darû  Süveydan  I. 121,  Mes'ûdi  Mürücü'z  Zeheb  I. 34 -  60 )  Adem  ve  Havva’ya  gelince  hatalarını  fark  etmişler,  tevbe  etmişler,  bağışlanma  dilemişler,  İmam  Kastalaninin  Mevahibi  Ledünniyye  eserindeki  uydurma  bir  hadise  göre,  Allah’  da  onları “ Levlâke  levlâke  lema  halâktul  eflâk “  ( Sen  olmasaydın  Ben  bu  kâinatı  yaratmazdım )  dediği  daha  dünyaya  gelmemiş  Muhammed  peygamberin  yüzü  suyu  hürmetine  affetmiştir.  Bugünkü  Arabistan’da  Mekke  şehrinin  yakınlarındaki  Arafat  denilen  tepede,  yıllar  sonra  onları  birbirine  kavuşturmuştur.  İfadeleriyle  anlatılır. Hacc  ritüellerinin  arasına  da  sıkıştırılmış  bu  inanç  nedeniyle  Hacı  adayları,  tamamen  uydurma  olan  bu  hikâyeleri  de  gerçekmiş  gibi  kabul  ederek,  onların  bu  acılarına  ve  buluşmalarına  tercüman  olmak  için,  her  Kurban  bayramı  arifesinde  bu  tepe  etrafında,  niye  beklediklerini,  niye  ağlaştıklarını  bilmeden  vakfe  denilen  bu  ritüeli  yerine  getirirler.

Tabiidir  ki  baştan  itibaren  Adem'in  ( ilk  insanın ) Cennette  yaratıldığı  yanlış  inancının  temel  alınmasının  ardından  gelen  bu  ve  buna  benzer  Yahudi  uydurması  olan  rivayetlerin  neresinden  tutulsa,  her  tarafından  saçmalık,  Kur’ana  ve  Allah'ın  kanunları  Sünetullah'a  aykırılık  dökülmektedir. Bu  hayal  ürünleri  senaryoları  ve  masalları  yazanlar  ve  bunlara  inananlar,  belli  ki  Arap  kültürü  ve  dil  kurallarına  göre  Kur’anı  ve  içindeki  kavramları  anlamamakta,  ya  da  hiç  okumamaktadırlar.  Biz  de  geniş  bir  tartışma  konusu  olan  Adem  ve  eşinin  atıldıkları  Cennetin,  Ahirette  mi,  yoksa  bu  dünyada  mı  olduğuna,  üzerinde  pek  çok  spekülasyonun  yapıldığı  yasaklanmış  ağacın  ne  olduğuna,  dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  Kur’an  ayetleri  ile  ışık  tutmaya  çalışacağız.

Kur’anın  biz  Müslümanlara  öğüt  verme  yöntemlerinde,  bazı  ayetlerle  geçmişteki  kıssalar  anlatılır,  bazen  içine  mecaz  sanatı  da  katılarak  müteşabih  (  birden  çok  benzeşen  anlamlara  sahip )  ayetler  kullanılır,  bazı  ayetlerde  de  sanki  yaşanmış  gibi,  meleklerin,  şeytanın,  insanları  temsil  eden  Ademin,  peygamberlerin  ve  ölmüş  kişilerin  konuşturulduğu  tiyatro  sanatı  ile  temsili  sahneler  yer  alır. Fakat  bu  anlatım  yöntemleri   Arap  dil  kuralları,  deyimleri  ve  kültürü  göz  önünde  bulundurulmadan  genellikle  düz  mantıkla  doğrudan  doğruya  sözcük  lafızları  ile  anlaşılmış,  başka  yönlere  çekilmiş, klasik  tefsirciler  tarafından  çoğunlukla  asıl  anlatılmak  istenenlerden,  Kur’anın  asıl  vermek  istediği  mesajından  saptırılarak,  hadislerle  rivayetlerle  konuların  açıklanması  geleneğini  doğurmuştur. Adem  peygamber  ile  ilgili  yanlış  yerleşmiş  olan  bu  gibi  konulardaki  rahatsızlığını  dile  getirmek  isteyen  İlâhiyatçı  araştırmacı  yazar  İhsan  Eliaçık  Hoca  da ;  Şairin, “ Zifiri  karanlıkta  gelse,  şiirin  hasını  ayak  sesinden  tanırım,  Ne  zaman  bir  köy  türküsünü  dinlesem  şairliğimden  utanırım. “ dediği  gibi, “ Ben  de  ne  zaman  kıssaların  anasını  okusam,  Bedri  Rahmi  Eyüboğlu  gibi  utanırım. “  diyerek,  bizim  de  Adem  kıssalarında  gördüğümüz  saçmalıklarla  dolu  temelsiz  inançlarla  ilgili  düşüncelerimize  tercüman  olmuşlardır.

Ele  alacağımız  konunun  daha  kolay  ve  doğru  anlaşılabilmesi  için,  ayetlerde  ve  açıklamalar  içerisinde  geçecek  olan  Adem,  Melek,  Şeytan,  İblis,  Dünya,  Ahiret,  Ağaç,  Cennet,  Hubut,  Varak,  Melekeyn,  Vesvese,  Sevete  gibi  kavramların  öncelikle  Arap  dil  kurallarına  göre  Kur’an  öğretisi  içerisinde  doğru  olarak  bilinmesi  ve  ele  alınması  gerekir.  Eğer  bu  kavramlar  Kur'anın  müteşabih  ve  mecazi,  eril  ve  dişil  anlatım  teknikleri  ve  dil  kuralları  çerçevesinde  doğru  olarak  algılanacak  olursa,  henüz  kıyamet  kopup  Evrendeki  varoluşa  son  verilip  gerçek  Ahiret  Cenneti  oluşturulmamış  olduğundan,  bu  konu  ile  ilgili  ayetlerde  sözü  edilen  Cennetin  Ahiretteki  Cennet  olmayıp  bu  dünyadaki  Cennetten  söz  edildiği,  Kur'anın  anlattığı  gerçek  Ahiret  Cennetinde  şeytanın,  herhangi  bir  yasağın  olamayacağı,  yasaklanmış  ağacın  da  gerçek  bir  ağaç  olmadığı,  bu  dünyadaki  somut  ve  bilinen  kavramlarla  ilgili  olduğu  görülecektir.  Bu  konuya  Kur’anda  pek  çok  Sûrenin  ayetleri  ile  yer  verildiği  gibi,  en  geniş,  toplu  ve  ayrıntılı  olan  bilgiyi  de  Araf  Sûresinin  ayetlerinde  görüyoruz.

ARAF  19  :  Ve  yaademuskün  ente  ve  zevcükel  cennete  feküla  minhaysü  şi'tüma  velatekraba  hazihişşecerate  fetekuna  minezzalimiyn

ARAF  19  : Ve  “ Ey  Adem ! /  Bilgilenmiş,  ünsiyet  kazanmış  insan !  Sen  ve  eşin  cennete  yerleşin,  dilediğiniz  yerden  de  yiyin  ve  yasak  ağaca  / şecerete /  girift,  çekişmenin  kaynağı  olan  şu  şeye  yaklaşmayın. /  Malın,  mülkün,  paranın  tutkunu  olmayın.  Yoksa  zalimlerden  /  zulmedenlerden,  yanlış,  kendine  zararlı  iş  yapanlardan  olursunuz  “ dedi.

Araf  Sûresinin  bundan  önceki  ayetlerinde, 11. ayetten  başlayarak   insan  ve  iblis’in  kim  olduğu,  iblis’in  görevi,  iblis’in  ( insanın  kendi  içindeki  olumsuz  duygularının  ve  dürtülerinin )  insanı  nasıl  yanıltacağı  temsili  sahnelerle  anlatılmıştır.  Bu  ayetle  başlayan  bölümlerde  ise,  iblis’in  insan  üzerindeki  pratik  yansıması  gösterilmeye  başlanmaktadır. Bu  ayette  Allah,  Adem  peygambere  değil,  ( daha  doğrusu  yeryüzünde  topraktan  ilk  yaratılmanın  ardından  çoğalmış,  ünsiyet  kazanmış,  bilgi  sahibi  olmuş  insanlara )  şöyle  seslenmektedir :  “  Ey  Adem ! Sen  ve  eşin  Cennette  yerleşin,  orada  yaşayın,  dilediklerinizi  de  yiyin,  şu  ağaca  /  aşırı  çoğaltma  ve  istifleme  arzusu  ile  mala,  mülke,  paraya  yaklaşmayın. Yoksa  zalimlerden  olursunuz. “  Ayetten  anlaşıldığına  göre,  insanoğlu ( Adem  ve  eşi )  Cennete (  Dünya  üzerinde  yeşili,  her  türlü  nimeti   bol  bir  bölgeye )  yerleştirilmiş  ve  burada  bir  konu  (  mal,  mülk  ve  para  tutkusu )  hariç,  kendilerine  her  türlü  özgürlük  ve  nimet  verilmiştir.

Bu  ayetteki  Adem  ve  eşi  konusu  ile  yasaklanan  ağaç  ve  yerleştirildikleri  Cennet  konuları,  İsrailiyatın  Yahudilik  anlatımlarının  etkisinden  kurtulamayarak  Müslümanlar  arasında  maalesef  yanlış  bilinmektedir,  İlk  insanın  Adem  Peygamber  olduğuna,  Cennette  yaratıldığına  inanılmaktadır.  Halbuki  Kur’anın  birçok  ayetinde  belirtildiği  gibi  Adem'in ( tüm  insanların ) yaratıldığı  toprak,  başka  bir  alemde  veya  Ahiretteki  Cennette  değil,  yeryüzündedir.  Burada  topraktan  bir  bitki  olarak  yaratılmıştır,  tavır  tavır,  aşama  aşama  geliştirilmiştir,  bilgilendirilerek  ünsiyet  kazandırılmış,  akıl,  zekâ,  düşünme,  vicdan  ve  irade  ile  hayvanlardan  farklı  ve  üstünlüklü  hale  getirilmiştir.  ( Adem  ve  İnsanın  Yaratılışı  başlıklı  yazımıza  bakabilirsiniz.)  Diğer  taraftan,  Ahiretteki  gerçek  Cennetin  birçok  niteliği  de  Kur’anda  açıklanmaktadır.  Bu  ayetlerdeki  açıklamalara  göre  Ahiretteki  Cennet,  ebedilik  yurdu  olup,  nimetleri  bitmez  ve  tükenmezdir.  Orada  kötü  düşünce,  şeytan  ve  şeytana  uyup  günaha  girme  ve  boş  laf  olmadığı  gibi,  konulmuş  herhangi  bir  yasak  ve  kovulma  da  söz  konusu  değildir.  Oysa  bu  ayetle  sözü  edilen  ve  Adem’in  yerleştirildiği  dünyadaki  Cennette  her  şey  geçicidir  ve  orada  Adem’e ( insanlara ) bir  yasak  konmuştur.  Dolayısıyla  bu  ayetteki  Cennet  sözcüğünden  Ahiretteki  Cennet  anlaşılmamalıdır. Cennet :  Sözcük  anlamıyla  “  Üstü  yapraklarla  örtülü  sulak,  yeşili  ormanı  bol  arazi  parçası  “  demektir.  Ahiret  Cenneti  ise  Vakıa  Sûresinin  12 - 17. ayetlerinde  "  İşte  öne  geçenler  Naim  Cennetindedirler.  Çoğu   evvelkilerdendir,  çok  azı  da  sonrakilerdendir.  Onlar  yaptıklarına  karşılık  olarak  mücevherlerle  işlenmiş  tahtlar  üzerindedirler.  Karşılıklı  onların  üzerlerinde  yaslanırlar.  Çevrelerinde   kaynağından   doldurulmuş   testiler,  ibrikler,  kadehler  /  ki  ondan  ne  başları  ağrıtılır,  ne  de  akılları  giderilir,  beğendiklerinden  meyveler,  canlarının  çektiğinden  kuş  eti  ile :  /  Hiç  büyütülmeyen  çocuklar,  saklı  inciler  gibi  iri  gözlüler  dolaşırlar.  Orada  boş  söz,  saçmalama  ve  günaha  sokan  şeyleri  işitmezler.  Sadece  söz  olarak  “ Selam  /  sağlık  esenlik  mutluluk  huzur,  barış  “  derler.  "  ifadeleriyle  anlatıldığı  gibi  dünya  Cennetinden  çok  farklıdır. Yine  Vakıa  Sûresinin  61. ayetinde  belirtildiği  gibi   Evrendeki  yaşam  boyutundan  çok  farklı  bir  kozmik  yapıda,  boyutta  veya  boyutsuz  olacaktır.

Kur'an  Ahiret  hayatındaki  Cennet  ve  Cehennem  özelliklerini,  orada  yaşanacakları  mecazi  ve  sembolik  kavramlarla  temsili  sahnelerle  anlatırken,  kesin  olacağını  vurgulamak  amacıyla,  dili  geçmiş  zamanla  anlatım  tekniğini  kullanır.  Bizim  zaman  algımıza  göre  de  aslında  Ahiret  hayatının  Cennet  ve  Cehennemi  henüz  yaratılmamıştır. Burada  gerçek  olan,  Adem ( insanoğlu ) mükâfat  yurdu  olan  uhrevi  Cennette  yaratılıp  da  oradan  dünyaya  indirilmiş  değildir.  Adem  ( insanlar )  yeryüzünün  yeşil,  ormanlık,  sulak  bir  bölgesinde  Cennet  gibi  bir  yerde  yaratılmıştır.  Zaten  insanın  yaratılmasından  önce,  dünya  üzerinde  insan  elinin  değmediği  her  yer,  suyu,  ağacı,  yeşil  örtüsü  bol  olduğundan  Cennet  gibidir. Üstelik  de  Kur'anda  Nuh  Sûresinin  17. ayetinde  "  Ve  Allah  sizi  yeryüzünde  bir  bitki  olarak  bitirdi. "  denilerek  insanların  ( ademin )  Ahiretteki  Cennette  değil,  bizzat  yeryüzünde  yaratıldığı  ifade  edilmektedir.  Sonra   Adem  ve  eşinin,  hatasından  dolayı  da  yaşadıkları  bölge  Cennet  niteliğinde  olmaktan  çıkarılmış,  yaşanmaz  bir  başka  bölge ( çöl )  haline  dönüştürülmüştür. Yaşadıkları  bölge  kuraklık  ve  iklim  değişikliği  ile  Cennet  gibi  olma  özelliğini  kaybetmiştir. Yasaklanan  şecer / ağaç,  ise  ayette  müteşabih  ( birden  fazla  benzer  anlamlı ) olarak  kullanılan  bir  ifadedir. Yahudilerin  dini  kaynağı  Tevrat'ın  hurafelerle  dolu  anlatımlarının  etkisinden  kendilerini  kurtaramayan  bazı  tefsirciler  bu  ifadeyi  düz  mantıkla  hakikat  manasında  kabul  edip,  Kur’anı  buna  göre  anlama  çabasına  girmişlerdir. Bu  ayette  geçen  şecer = ağaç  sözcüğü  bu  yaklaşımdan  dolayı  çok  değişik  kabullenmelere  maruz  kalmıştır.  Örneğin  *  İbn i Mesud,  İbn i  Abbas,  bu  ağacın  “ üzüm  ağacı “  olduğunu  ve  şarabın  da  bu  yüzden  yasaklandığını  söylemişlerdir. * Ebu  Malik,  Katade, “  Bu  ağaç  sümbüldür  “  ( buğday  başağıdır ) Eskiden  buğdayın  her  bir  tanesi  baldan  tatlı  sığır  böbreği  büyüklüğündeydi. Allah  Adem’in  tevbesini  kabul  edince,  onu  Adem  soyuna  gıda  yaptı.  Demişler. *  İbn  Cüreyc  de  bu  konuda  “  Bu  ağaç  incir  ağacıdır. Bu  bakımdan  bir  kimsenin  rüyasında  incir  yediğini  görmesi,  pişmanlık  duyacağı  şeklinde  yorumlanır.  Çünkü  Adem  onu   yediği  için  pişmanlık  duymuştur. “  açıklamasını  yapmıştır. 

Yasaklanmış  ağacın  hakikat  manasıyla  kabul  edilip  her  kafadan  yapılan  bu  uydurma  masalımsı  açıklamalar,  Yahudilerin  Kitab ı  Mukaddesteki  açıklamalarıyla  örtüşmektedir. Bu  örtüşme,  klasik  anlayışı  ve  tefsirleri  temsil  eden  bu  kişilerin,  o  dönemde  başka  kaynak  da  bulamadıkları  için,  Yahudilerin  uydurma  masal  anlatımlarının  etkisinden  kurtulamadıklarını  göstermektedir. Halbuki  Kur'anımızın  60. ayetinde  "  Ve  hani  Biz,.........şeceratel  mel'unete /  lânetlenmiş  ağaçtan  / uzak  durulmasını  istediğimiz  altın,  mal,  mülk  tutkunluğunu  da,  yalnız  insanlara  bir  imtihan  için  yapmışızdır. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  Allah'ın  lanetlediği  melun  ağaçtan  söz  edilmektedir.  "  Şecerei  melune "  mal  tutkunluğudur,  uzak  durulması,  dışlanması  gereken  ağacın  / şecerin  altın,  gümüş,  servet - mal  olduğu  belirtilmektedir.  Lânet  sözcüğü  de  Araplarda,  kovmak,  iyilik  ve  faydadan  mahrum  bırakmak,  sülalenin  veya  ailenin  bir  ferdini  dışlamak,  münasebeti  kesmek,  uzaklaşmak  demektir.  Allah'ın  lanet  etmesi  ise  haşa  bir  küfür  değil,  dünyada  ve  Ahirette  dışlaması,  nimetlerinden  ve  rahmetinden  mahrum  bırakması  demektir.

Ayetteki  yasaklanan  ağaç  konusunun  tam  olarak  açıklığa  kavuşturulabilmesi  için,  ayetlerde  geçen  “ lânet,  şecer “  ve  Araplarda  kullanıldığı  gibi  “ mal  -  mülk “  sözcüklerinin  kökenine  inmek  gerekir. Şecer :  Bitki  cinsindendir. Gövdesi  üzerinde  desteksiz  duran,  Kış  mevsiminde  dahi  varlığını  koruyan  bitkidir. Aynı  zamanda  ağaç  sözcüğü  anlamında  “  karışık,  karmakarışık,  girift  “  demektir.  Ağaca  bu  ismin  verilmesi  de  dallarının,  yapraklarının  iç  içe  geçmiş,  karışık,  karmakarışık,  girift  olmasındandır. Bunun  yanı  sıra  bu  sözcük,  ihtilaf  ve  sarf  etme  anlamlarında  da  kullanılır. Çünkü  ihtilafların  ekserisi  mal  anlaşmazlığı  yüzündendir.  İnsanlar  için  en  çok  sarf  edilen  ve  harcaması  yapılan  şey  de  maldır.  Mal  sözcüğü  de  Türkçeye  Arapçadan  gelmiş  bir  sözcüktür.  “ Tüm  eşyadan  altın  ve  gümüşten  sahip  olunan  şey “  demektir. Arapların  mal  dediği  şey  de  genellikle  devedir.  Ayetteki  anlatılan  sözcüklerin  ve  ifadelerin  gerçek  manasına  baktığımız  zaman,  Hümeze  Sûresinin  2 - 3.  ayetlerinde  de  "  O  ki  malı  toplayıp  ve  malının  gerçekten  kendisini  sonsuzlaştırdığını  sanarak  onu  çoğaltan,  tekrar  tekrar  sayandır. "  denilerek  insanın  kötü  karakterinin  ifade  edildiği  gibi,  burada  Allah  insanın  mal  tutkusundan  ve  hırsından  uzak  olmasını  istemekte,  Adem  ve  eşini  bu  vesile  ile  ( aslında  bütün  insanları )  aşırı  mal  düşkünü  olmaktan  men  etmekte,  İblis  de ( insanın  fıtri  olarak  yaratılıştan  sahip  olduğu  arzuları,  bencilliği,  hevası,  tutkuları,  hırsı,  kibri,  aç  gözlülüğü,  doyumsuzluğu  ile ) Adem  ve  eşini  mal  tutkusu  ve  hırsına  yönelterek,  açığa  çıkarıp  aldatmaktadır.

Netice  olarak  gerçekte  ne  böyle  bir  olay  olmuştur,  ne  de  ortada  bir  ağaç  vardır.  Çünkü  ayetlerde  temsili  anlatım  tekniği  kullanılmış  olup,  bütün  insanlarca  öğüt  alınması  için  her  şey  temsili  olarak  anlatılmıştır. Bu  temsilin  sahnesi  Cennet, ( Dünya  üzerinde  yaşanmaya  en  uygun  yeşil  bir  bölge )  sahne  dekoru  ise  şecer / ağaç  ( mal,  altın,  gümüş,  arpa,  buğday,  hurma,  deve )  dir.  Oyuncuları  da  Adem  ve  eşi  ( bütün  insanlar )  ve  onları  kandıran,  mal  tutkusuna  yönelten  iblis  (  kişinin  tutkuları,  arzuları,  hırsı,  bencilliği  ve  kibri )  dir.  Bu  temsili  anlatımlara   biz  insanlara  öğüt  olsun  diye,  bundan  sonraki  ayetlerde  de  devam  edilir,  iblis’in,  olumsuz  duygularının  insanları  nasıl  yanlış  bir  yola  sürükleyebileceği  sergilenmeye  çalışılır. ( İblis  kavramı  için  Şeytanı  Kur’andan  Tanıyalım  başlıklı  yazımıza  bakabilirsiniz. )

ARAF  20  :  Derken  iblis,  onların  kendilerinden  gizli  kalan  çirkinliklerini  kendilerine  göstermek  için  onlara  vesvese  verdi.  Ve  Rabbiniz  başka  bir  sebepten  dolayı  değil,  sırf   ikinizin  de  birer  melek  /  iradesiz  güç  olmanız  ya  da  sonsuz  olarak  kalıcılardan  /  değişmeyen  birer  varlık  olmanız  için  sizi  ağaçtan  /  girift,  çekişmenin  kaynağı  olan  şu  şeyden,  maldan  mülkten,  paradan  men  etti.  Bunları  size  yasakladı  dedi.

Bu  ayette  konulan  yasağa  karşı,  iblis’in /  Racim  Şeytanın /  Kovulmuş  Şeytanın  derhal  harekete  geçtiği  görülmektedir. Onu  harekete  geçiren  husus,  Adem’e ( insana ) “  şu  ağaca  yaklaşma “  emrinin  verilmesidir.  Bu  yasak  anında  tepki  getirmiş, İblis  ( insanın  düşünce  yetisi, olumsuz  duyguları ) vesvese  üretimine  geçerek  bu  yasak  hakkında  bahaneler,  gerçekler  aramaya  ve  ileri  geri  fikir  yürütmeye  başlamıştır.  Ayetteki  “ melekeyn  =  iki  melek “  sözcüğünü,  aynı  kökte  olan  " Malik "  sözcüğünden  dolayı  ebedi  kalıcılar  ve  iki  kral  olarak  kabul  etmek  de  mümkündür. Bu  kabulü  Taha   Sûresinin  120. ayetinde  geçen  “ eskimez (  çökmez )  mülk ( saltanat )  ifadesi  de  desteklemektedir. Bu  kabullenmeye  göre   Adem  ve  eşi,  İblis’in  etkisiyle  özgürlüğü,  krallığa,  malik,  sahip  olmaya  tercih  etmiş  olmaktadırlar. Bu  ayetin  orijinalinde  yer  alan  Vesvese  ifadesi,  alçak  bir  sesle,  fısıltıyla  gizli  bir  düşünce  aşılamak,  bir  işe,  bir  eyleme  yöneltmek. “  demektir. Sevete  sözcüğü  de  çirkinlikler  demektir. Allah'ın  yapmayın  dediği  her  türlü  çirkin  ve  kötü  işi  yapmak  anlamında  olan “ sue “  sözcüğünden  türemiştir.

ARAF  21  : Ve  “  Elbette  ben,  size  öğüt   verenlerdenim  “  diye  onlara  yemin  etti. /  Kanıtlar  ileri  sürdü.

Bu  ayette  iblis’in  onları  kandırmak  için  hangi  kanıtı  kullandığı  açıklanmamıştır,  ancak  aynı  Surenin  11.  ayetinden  başlayarak  anlatılan  paragrafta  yer  alan  daha  önceki  ayetlerde  anlatıldığı  gibi  bu  kanıtlar,  İblis’in  Ademden  üstün  olduğunu  iddia  ettiği  ve  kendisinin  enerjiden  ve  Adem’in  de  topraktan,  maddeden  yaratıldığı  hususunu  kullandığı  ve  olanı  biteni  ben  sizden  daha  iyi  bilirim,  demiş  olduğu  düşünülebilir.

ARAF 22  :  Böylece  onları  aldatarak  aşağılığa  düşürdü.  Onlar,  karmakarışık  ve  çekişmenin  kaynağı  olan  şeyin ;  /  malın  mülkün,  paranın  pulun,  tadına  varınca,  hırsları  doyumsuzlukları  devreye  girdi  ve  mal  mülk,  para  pul  istifçiliğine  başladılar.  Rableri  onlara  seslendi.  Ben  size  ağacı  “  mal  mülk,  para  pul,  tutkunu  olmayı  ” yasaklamadım  mı ?  ve  size  “ bu  şeytan,  kesinlikle  sizin  için  apaçık  düşmandır  “ demedim  mi ?

Ayetin  bildirdiğine  göre  Adem  ve  eşi,  İblis’in  vesvesesini  ölçüp  biçmeden,  düşünmeden  uygulamış  ve  içlerinde  gizli  olan  çirkinlikleri,  yani  istenmeyen,  sevilmeyen  kötü  huyları  ortaya  çıkmıştır. Konulmuş  olan  yasağı  çiğnemişler,  Allah'ın  yapmayın  dediğinin  aksini  yapmışlardır. Ortaya  çıkan  ilk  çirkinlik  ise  istifçiliktir.  Ayetin  orijinalindeki  “ varak “  sözcüğüne  bağlı  olarak   genellikle  kastedilen  Cennet  yaprakları,  gerçek  anlamında  ağacın  yaprakları  değil,  Arap  dil  bilimcilerinden  Cevheri’ye  göre  “ gümüşlerden  yapılma,  develerden  meydana  gelme  mal  varlığı “  İbni  Side’ye  göre  de “  Koyun  ve  develerden  meydana  gelen  davar  sürüsüdür. “  Genel  olarak  da  çok  mal  anlamındadır. Bu  açıklamalara  göre  ayetteki  “ varaku’l  cennet = cennet  yaprağı “  ifadesi,  insana  haz  veren  para,  mal,  mülk  ve  çeşitli  nimetler  anlamına  gelmektedir. Rabbimiz  bunların  neler  olabileceğine  değişik  ayetlerde  olduğu  gibi  Ali  İmran  Sûresinin  14. ayetinde  de  "  Kadınlara,  oğullara,  kantar  kantar  yığılmış  altın  ve  gümüşe,  salma  güzel  atlara,  etinden,  sütünden  yararlanılan  hayvanlara  ve  ekinlere  duyulan  tutkulu  aşırı  istek,  insanlara  süslü  /  çekici  kılındı.  Bunlar  basit  dünya  hayatının  kazanımlarıdır. Ve  Allah,  varılacak  güzel  yer,  Kendi  katında  olandır. "  ifadeleriyle  açıklamaktadır. Bu  ayette  süslü  kılındığı  belirtilen  aşırı  istek  ve  tutku  örneklerinde  aslında  bütün  insanlar  kastedilirken  tağlip  / baskınlık  sanatıyla  kadınlar  sözcüğü  de  yer  almaktadır. Bu  sanat  ile  aslında  kadınlara  erkekler,  erkeklere  de  kadınlar  olmak  üzere  bütün  insanlara,  dünya  nimetlerine  aşırı  istek  ve  tutku  süslü  gösterildi  mesajı  verilmek  istendiği  halde  tağlip  sanatı  dil  kuralını  bilmeyenler  tarafından  kadının  aşağılandığı,  mal  yerine  konulduğu  iddiaları  dile  getirilebilmekte,  Kur'an  eleştirilerek  aşağılanmaya  çalışılmaktadır.

Adem  ve  eşi,  Kur’anda  varaku’l  cennet  olarak  adlandırılmış  olan  “ iğreti  yaşamın  faydalarını  sağlayan  şeylere  dadanmışlar  ve  bu  tarz  süsleri  üst  üste  koyarak (  bütün  süsleri )  bir  araya  toplayarak  üzerlerine  almışlardır. Yaşamlarının  ayrılmaz  parçası  haline  getirmişlerdir.  Adem  ve  eşinin,  nimetlerin  tadına  varınca,  onların  esiri  olmaları  ve  tutkuyla  bağlandıkları  bu  nimetlerden  ayrılmamak  için  onlara  sımsıkı  sarılmaları,  bu  gün  de  karşılaşılan  manzaralardandır.  İğreti  dünya  hayatının  süslerinden  bir  tanesini  bile  dışarıda  bırakmadan  hepsine  sahip  olmak  isteyen  ve  olan,  faydalandıkları  nimetleri  adeta  üstlerine  yapıştırıp  tam  anlamıyla  bir  mal  istifçisi  haline  gelen  insanlar  hiç  de  az  değildir.  O  halde  bu  ayetlerle  bize  verilmek  istenen  mesaj,  bu  uyarılar,  kesinlikle  bir  masal  gibi  algılanmamalıdır. Bilinmelidir  ki  “ kendisine  ilham  edilmiş  fücurun  iblis’in  etkisiyle  dışa  vurması  “  şeklinde  ortaya  çıkan  ve  Allah  katında  çirkin  olan  bu   insan  davranışları,  Adem  ve  eşine  yani  ( ilk  insanlara )  kadar  dayanmaktadır.  İnsan  yaratıldığı  ilk  zamanlarda  ne  ise  hiç  değişmez,  bugün  de  odur.  Kur'anımızda  Tekasür  Sûresinde  de  çoklukla  yarışma  şeklinde  olarak  anlatılan  bu  hastalığın,  dünyayı  Cehenneme  çevirdiğini  bildiren  Rabbimiz,  Araf  Sûresinin  22. ayetinin  sonunda  da  dünyanın  Cehenneme  dönüşmeye  başlamasından  dolayı  “ Ben  sizi  o  ağaçtan  men  etmedim  mi  ve  size  bu  şeytan  kesinlikle  sizin  için  apaçık  bir  düşmandır  “  demedim  mi  ?  demektedir.

ARAF   23  : Onlar /  her  ikisi  de  “ Ey  Rabbimiz !  Biz  kendimize  haksızlık  ettik  ve  eğer  bizi  bağışlamazsan  ve  bize  Rahmetinle  işlem  yapmazsan  kesinlikle  zarara  uğrayacaklardan  oluruz. “  dediler.

Bu  ayette  Rabbimizin  müdahalesi  üzerine  Adem  ve  eşinin  yapmış  oldukları  yanlış  hareketi  kabullenip  hemen  hatadan  dönüş  yaptıkları  görülmektedir.  Kur’anın  anlatımlarına  göre,  iblis’in  dürtüsü  Adem’le  eşini  birlikte  etkilemiştir. Klasik  yorumcuların,  iblis’in  önce  Adem’in  eşini  kandırdığı  şeklindeki  yorumları  Kur’ana  uymamaktadır.  Yahudiliğin  ve  Hristiyanlığın  “  ilk  günah  “  anlayışına  temel  teşkil  eden  İsrailiyat  anlatımı  kısmen  Müslümanlar  arasında  da  etkili  olmuştur.  Bundan  dolayı  da  Adem’in  eşi  tarafından  kandırıldığı  ve  onun  etkisiyle  Cennetten  kovuldukları  şeklindeki  kadını  aşağılayan  bir  mantığın  halk  kültüründe  yerleşmesine  neden  olunmuştur.

ARAF  24  : Allah  birbirinize  düşman  olarak  alçalın,  sizin  için  yeryüzünde  bir  süreye  kadar  kalmak  ve  yararlanmak  vardır.  Dedi.

Bu  ayette  Yüce  Allah,  Adem  ve  eşi  için  nihai  kararını  açıklamıştır.  Bu  kararın  daha  açık  olarak  ne  olduğunu  anlamak  için  Kur’anda  başka  ayetlere  de  bakmamız  gerekecektir. Bakara  Sûresinin  37 – 38  ayetlerinde  “ Sonra  da  Adem,  Rabbinden  birtakım  kelimeler  aldı /  kendisine  vahyedildi.  Biz  dedik  ki  :  Hepiniz  oradan  inin,  artık  size  Benim  tarafımdan  bir  kılavuz  geldiğinde,  kim  uyarsa,  onlar  için  hiçbir  korku  yoktur.  Onlar  mahzun  da  olmayacaklardır. Sonra da  Allah  onun  tevbesini  kabul  etti. “  denilerek  ayetlerin  orijinalinde  yer  alan  " hubut / uhbitu " sözcüğü  İsrailiyat  etkisinden  kurtulamayan  müfessirler  tarafından  Adem  ve  Havva'nın  Cennetten  yeryüzüne  kovulduğu  ve  gökyüzündeki  Cennetten  aşağı  düşürüldüğü  şeklinde  anlamlandırılmıştır. Oysa  burada  Allah'ın  yapmayın  dediğine  rağmen  yaptıkları  hatadan  dolayı  insanların  Allah'ın  gözünden  düşecekleri,  değersiz  hale  gelecekleri  anlatılmaktadır.  İşin  aslında  ortada  uhrevi  bir  Cennet  de,  Cennetten  kovulan  da  yoktur.  Ayette  “  birbirinize  düşman  olarak  alçalın “  ifadesi  de,  Adem  soyunun  /  bütün  insanların,  çoğaltma  yarışı  sonucu  çirkinlikleri  ile  birbirine  düşmanca  davranışlar  içine  girebileceğini,  dünya  yaşamında  insanların  sürekli  olarak  beynindeki  olumsuz  dürtüleri  olan  iblis'le  mücadele  etmek  zorunda  kalacaklarını  bildiren  bir  uyarıdır.  Bu  uyarı  aslında  sadece  Adem  ve  eşine  verilen  bir  uyarı  değil  bütün  insanlığa  yöneltilen  bir  uyarıdır.  Çünkü  daha  sonraki  26. ayette  de  Allah,  “  Ey  Ademoğulları  “ diyerek  bütün  insanlığa  hitap  edecektir.

ARAF  25  :  Allah  “  orada  yaşayacaksınız,  orada  öleceksiniz  ve  oradan  çıkarılacaksınız  “  dedi.

ARAF  26  : Ey  Ademoğulları !  Size  çirkinliklerinizi  örtecek  giysi,  süslenecek  elbise  indirdik.  Ve  takva /  sakınma,  Allah’ın  koruması  altına  girme  elbisesi : O  daha  hayırlıdır.  İşte  bu  düşünüp  öğüt  alırlar  diye  Allah’ın  ayetlerindendir.

Daha  önceki  23. ayette  Adem  ve  eşi  Allah’a  yalvararak,  “ Sen  bizi  bağışlamazsan  ve  bize  rahmetinle  muamele  etmezsen  biz,  kesinlikle  zarara  uğrayacaklardan  oluruz “  diyerek  bağışlanma  ve  rahmet  dilemişlerdi.  Bu  ayet  de  insanoğluna  Rabbimizin  rahmetini  tecelli  ettirdiğini  bildirmektedir.  Herkesin  bildiği  gibi,  O’nun  rahmeti,  elçiler  göndermek  ve  bu  elçiler  aracılığıyla  kitap  indirmek  suretiyle  insanlığa  kılavuzluk  etmesidir.  Rabbimizin  bu  ayetteki  çirkinliklerinizi  örtecek  giysi,  süslenecek  elbise  indirdik  sözleri,  klasik  tefsirciler  tarafından  “ Biz  size  çirkin  yerlerinizi ( cinsel  organlarınızı )  örtecek  pamuk,  yün,  keten  ve  deri  elbise  indirdik “  diye  algılanmış  ve  avret  yerlerinin  örtülmesinin  gereği  ve  önemine  dair  açıklamalar  yapılmıştır.  Bu  anlayış  bu  gün  de  aynı  şekilde  devam  ettirilmektedir. Halbuki  bu  ayette  sözü  edilen  takva  elbisesi,  insanı  Allah’a  karşı  işleyebileceği  her  türlü  çirkinliklerden,  isyan  etmekten,  şirke  girmekten,  küfürden,  İblis'in / Racim  Şeytanın /  Kovulmuş  Şeytanın  olumsuz  yönlendirmelerinden  koruyan  bir  elbisedir. Takva :  sözcüğü “  bir  şeyi  korumak,  himaye  etmek,  ona  zarar  verecek  şeylerden  çekinmek,  sakınmak,  bir  şeyi  başka  bir  şeyle  bir  tehlikeye  karşı  korumaya  almak,  zararlı  şey  ile  korunacak  şey  arasına  bir  engel  koymak “  anlamına  gelir. Ancak  bundan  başka  değişik  değişik  sakınma  odaklı  pek  çok  tanım  da  yapılmıştır.  Diyebiliriz  ki  : Takva  :  “  İnsanın  kendisini  Allah’ın  koruması  altına  koyarak,  ahirette  kendisine  zarar  ve  acı  verecek  şeylerden  sakınması,  ya  da  günahlardan  uzak  durması  ve  iyiliklere  sarılması  “ dır. ( Kovulmuş  Şeytandan  Allah'a  Sığınmak  başlıklı  makalemizde  Racim  Şeytan'dan  korunma  konusunda  ayrıntılı  bilgiler  bulabilirsiniz. )

Sonuç  olarak ;  Kur’anda  ayetlerle  anlatılan  Adem  ve  eşinin  yasaklanmış  ağaç  ile  ilgili  kıssası,  gerçekte  olmuş  bir  olay  değildir. Tiyatro  sahnesindeymiş  gibi  öğüt  vermek  üzere,  Adem  ve  eşi  ifadesiyle  insanın  olumsuz  tutkularını  anlatan  temsili   sahnelerdir. Çünkü  farklı  bir  boyutta  metafizik  ve  ontolojik  olarak  yaratılmış,  maddesel  görünüme  bürünebilen,  konuşan  şeytan  ve  iblis  diye  bir  varlık  zaten  yoktur. Şeytan,  kişinin  fıtri  olarak  yaratılmasında,  içinde  var  olan  ve  onu  dalalete  sürükleyebilecek  olan,  kötü  huyları,  dürtüleri,  nefsi,  bencilliği,  hırsı, tutkuları,  kibri  gibi  duygularıdır.  Bu  duyguların  ön  plana  çıkmasıdır. Kur’anın  bu  ayetlerde  sözünü  ettiği  Cennet,  bu  dünyadaki  yeşil,  ormanlık  ve  sulak  bölgelerdir. Yasaklanmış  ağaç  da  temsili  ve  mecazi  anlatımla,  mal  ve  istifçilik  tutkusudur.  Ahiret  Cenneti  her  ne  kadar  zamandan  ve  mekândan  münezzeh  olan  Yüce  Rabbimizin  bilgisinde  ise  de,  bizim  zaman  algılayışımıza,  bize  göre  kıyamet  kopup  dünya  ve  Kâinatın  yapısı  bozulmamış  ve  ortadan  kaldırılmamış  olduğundan  dolayı  henüz  Ahiret  hayatı  başlamamış,  Cennet  veya   Cehenneme  hiç  kimse  de  girmemiştir.  Her  ne  kadar  ana  hatlarıyla  Kur’anda  Ahiret  Cennetinin  özellikleri  tasvir  edilse  de,  bize  göre  kıyametten  sonra  kurulacak  olan  ve  bambaşka  bir  kozmik  yapıdaki  Ahiret  Cennetinin  nasıl  olacağını  bizim  bilmemiz  mümkün  değildir. Kur’anın  Adem  diye  söz  ettiği  kişi,  insanlığın  atası  olarak  bilinen  ve  Cennette  yaratıldığına  inanılan  Adem  Peygamber  değil,  yeryüzündeki  topraktan,  önce  bir  bitki  gibi   binlercesinin  aynı  anda  yaratıldığı,  çiçekli  bitkilerde  olduğu  gibi  eşeysiz  üreme  ile  aynı  genlerden,  nefisten  eşinin  de  yaratıldığı,  tavır  tavır,  aşama  aşama   geliştirilerek  ünsiyet  kazandırıldıktan  sonra  yeryüzüne  halife  yapılan  doğaya  ve  çevresine  hükmedebilen  insanlardır. İşte  yukarıda  ele  aldığımız  ayetlerle,  insanın  içine  düşebileceği  tutkuları  ve  sonuçları  öğüt  olarak  anlatılmaya  çalışılmaktadır.  Biz  de  Kur’anın  bu  öğütlerinden  çıkardığımız  dersten,  içimizdeki  dürtülerden,  hırstan,  nefisten  dolayı,  arzularımıza,  isteklerimize,  heveslerimize  gem  vurmaya  çalışalım,  her  şeyin  fazlasının  bize  zarar  verebileceğini  bilerek,  ifrat  ve  tefrit  arasında  kalmaya,  her  davranışımızda  haddi  aşmamaya  çalışalım.  Kur’anın  öğütleri  daima  bizim  hayatımızın  rehberi  olsun.  Bunun  için  din  adına  önümüze  konulan  her  rivayete  inanmadan  önce  mutlaka  Kur’an  öğretisi  içinde  test  edelim,  sorgulayalım,  aklımızı  kullanalım,  Kur’anımızı  sık  sık  anladığımız  dilden  okumaya  çalışalım.  Geçici  olan  bu  dünya  nimetlerinin  bizi  esir  almasına  izin  vermeyelim.  Hem  bu  dünyamızı,  hem  de  Ahiret  dünyamızı,  kendi  elimizle  Cehenneme  dönüştürmeyelim.  Gerçek  Cennette  tek  söz  olacak  olan  Selam !,  bu  dünyada  iken  de  sizinle  beraber  olsun.

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET