Peygamberimiz Allah’ın ayetlerini tebliğ etme görevinde uzun yıllar müşriklerin reddiye ve çok çetin dirençleriyle karşılaştığı gibi risaletinin ilk yıllarında da çok büyük sıkıntılar yaşamış, ona inanan az sayıdaki fakir, köle ve kimsesiz insanlara akıllara gelmeyecek işkenceler yapılmıştır. Bu nedenle müşrik direncinin sonucu çok az sayıdaki inanmış olanların içinde bulundukları sıkıntılara, maruz kaldıkları işkence ve zulümlere karşı bir nebze olsun manevi bir destek olmak, Allah’a inanıp buyruklarını yerine getirenlerin, Hakka, gerçeğe inanmalarına rağmen çok güçsüz oldukları için zalimlere karşı çıkamayanların korkularını azaltmak, Allah’ın onları koruyacağının ve yardım edeceğinin bildirilmesine yönelik, ayrıca da Allah’ın buyruklarına karşı gelenlerin, inananlara ve zayıflara saldırıda bulunarak zulmedenlerin, güçleri ne olursa olsun, eninde sonunda cezalandırılarak Allah’ın karşısında yok olup gidecekleri de vurgulanmak amacıyla, tahminen M.S. 615 yılında nüzul sırasına göre 19. sırada Mekke’de indirilmiş olan, fakat evlerimizde bulunan Kur’an mushafında 105. sırada yer alan, imamların da sıklıkla namaz Sûresi diye okudukları ve okutturdukları beş ayetlik Fil Sûresi bulunmaktadır.
Bismillahirrahmanirrahim 1 : Elem tera keyfe feale rabbüke bieshabil fiyl 2 : Elem yecal keydehum fiytadliylin 3 : Ve arsele aleyhim tayran ebabiyl 4 : Termihim bihicaratin min siccil 5 : Fecealehum keasfin me'kûl
Rahman Rahim Allah adına ! 1 – 2 : Rabbin filli orduya / ahmaklar, geri zekâlılar, aptallar güruhuna nasıl etti görmedin mi ? / Hiç düşünmedin mi ? onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı ? 3 – 5 : Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar / boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi.
Tabii bir çok çeviri mealinde olduğu gibi Diyanet vakfı meal çevirilerinde dahi yapılan çevirilerle asıl anlatılmak istenenden ve gerçeğinden çok farklı olarak, mecrasından saptırılan ifadelerle kuşlar, olayın kahramanları haline getirilmiştir. Ayetin orijinalinde yer alan “ Ashab ı Fil “ tamlaması, karada yaşayan ve hayvanlar aleminde memeliler sınıfının en irisi olarak bilinen hortumlu hayvanın adına göre “ Fil arkadaşları " anlamına gelir. Fil sözcüğünün Arapçadaki öz anlamı ise “ kıt görüş, öngörüsü zayıf, geri zekâlı, ahmak “ demektir. ( Lisanü’l Arab, Tacü’l Arus ) Aslında çok güçlü ve mükemmel bir hafızası olmasına, bazı aletleri de beceri ile kullanmasına rağmen yeteneklerinin hakkını veremediği düşüncesiyle herhalde Araplar bu hayvana “ Fil “ ismini vermişlerdir. Razi’nin Nefahatü’l Gayb 32. hadisine göre ise “ Fil arkadaşlarının, Kâbe’yi yıkmaya kalkışanların filden daha akıllı olmadıklarına hatta ondan daha aşağı ahmak olduklarına işaret edilir. Çünkü onlar bu kutsal mekânı yıkmak isterken Fil o yöne gitmemekte direnmiştir. “ denilmektedir.
Sûrede yer alan olay, aslında tarih kaynaklarına göre bu sûrenin inmesinden yaklaşık 45 yıl önce peygamberimizin doğduğu 571 yılında veya bazı müfessirlere göre de birkaç yıl önce meydana gelmiş, gerçekten olmuş ve o bölgede, Mekke yakınında yaşanmış bir olaydır. Sûrenin indirildiği zaman diliminde 60 yaşlarında olan ve bu olayı hatırlayan Mekkeliler, Ashab ı Fil mensubu olup bizzat olayı yaşamış ve olaydan sonra yaralanıp sakatlığı nedeniyle ülkesine geri dönememiş kimseler, anlatılan ve söylenenlerle o bölgede yaşayanlar da aynı zamanda bu olayın görgü şahitleridirler. Bir çok insanın bu anlatılan olayı görmüş ve yaşamış olmasından dolayı, o olayın meydana gelişi hakkındaki anlatılanların, bazı abartıların ve saptırılmaların dışında yalan olması ihtimali çok zayıftır. Peygamberimizin doğumunun ilk yıllarında da hayatta olan dedesi Abdül Muttalib de o dönemde Mekke'nin ve Kâbenin yöneticisi ve en ileri gelenlerindendir. Hatta rivayetlerde develerine el konulduğu halde develerini geri isteyen ve Fil Ordusunun başındaki Ebrehe ile tartışan Abdül Muttalib'in " Develerin sahibi benim, Kâbe'yi ise sahibi korur. " dediği diyalogları anlatılır. O dönemde yaşayan bir çok tanığının olmasından dolayı da buna rağmen bazı eski klasik müfessirlerin bu olayı masallaştırmış olmalarının da hiç bir sağlam dayanağı yoktur. Bu nedenlerle Sûrenin başlangıcında “ Duymadın mı ? “ sorgulaması ve hatırlatması yerine daha etkili ve anlamlı olması bakımından Rabbimiz tarafından “ Görmedin mi ? “ ifadesi ile hayret uyandırıcı bir soru şekli kullanılmıştır. Bir bakıma Sûredeki ayetlerle o dönemin zulüm ve işkence görmekte olan müminlerine, Peygamberimize adeta “ Onlardan korkmayın, çekinmeyin, bak Rabbin Fil Ashabını ne hale getirdi ! Gerekirse onları da, sizin düşmanlarınızı da yok ediverir “ mesajlarında bir uyarı ile teselli yapılmakta, moral verilmeye çalışılmaktadır.
Fil Ashabı, Kur’ana göre kötü plan ve emelleri nedeniyle Allah tarafından yok edilmiş bir topluluktur. Habeşistan Krallığının tayin ettiği Yemen Valisi Ebrehe’nin komutasındaki ve gücünü arttırmak için Habeşistan’dan getirtilmiş olan bir filin önde yürütüldüğü ordunun adıdır. ( İbn İshak es - Siret, İbn Hişam es – Siret )
Habeş krallığının Yemen Valisi ve Hristiyan inancında ehli kitap olan Ebrehe, Arapların Kâbe’ye olan saygılarını görmüş, siyasi ve ekonomik amaçlarla Dini de ön plana çıkararak San’a şehrinde “ el kulleys “ adında gösterişli bir kilise yaptırmış, siyasi ve ekonomik bir amaç güderek Arapları da çevredeki bütün insanları da bu kiliseyi ziyaret etmeye çağırmış. Bu davet Araplardan ve çevreden pek rağbet görmemiş, kilisesi de bir Arap tarafından hakaret amacıyla da kirletilmiş. ( Yalnız bilinmelidir ki Arapların bu tür saygısızlıkları, bugün de hala Hacc tavafları esnasında Kâbe'de de görülmektedir. ) Buna çok öfkelenen Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak amacıyla hazırladığı büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürümüştür. Ordunun önünde bulunan Fil’den dolayı bu olayın olduğu yıla da “ Fil Yılı “ denmiştir. Arapların “ Allah’ın Evi “ diye kutsal saydıkları, Allah’ın koruduğu güvenlikli emin ev dedikleri için bu özelliğini taşıyan Kâbe’yi buna rağmen yıkacağını söyleyen Ebrehe, “ Kâbe’yi Allah’ın bile elinden alamayacağını “ da sözlerine ekleyerek büyüklenmiştir.
O zaman diliminde Arabistan yarımadasında kendi aralarında sürekli savaşan bedevi Arap kabileleri yaşamaktadır. Birbirlerine üstünlük sağlayamadıkları halde bu kabileler, kutsal ve tapınmalarının merkezi saydıkları evlerinin yıkılmasını önlemek üzere münferit karşı koyma direncini göstermiş iseler de Ebrehe’nin büyük ordusu karşısında yenilip dağılmışlardı. Bütün bu küçük dirençleri ve karşı koymaları kolaylıkla aşan Ebrehe, Mekke yakınlarında Muassıb denilen yere geldiğinde, “ Kâbe’nin yıkılmasına halkın direnç göstermemesi halinde hiç kimseye dokunmayacağını “ vaat etmiş, bu bölgede otlayan develerine de el koyduğu Mekke'nin yöneticisi Abdül Muttalip ile yaptığı görüşmede, aksi halde bütün şehri yıkacağı ihtarında bulunmuş, halkın şehri boşaltmasını istemiştir. Ertesi sabah Mekke’ye girmek üzere hareket eden Ebrehe’nin ordusu bu vadide, ayetlerde anlatıldığı gibi, gerçekte aniden bastıran öbek öbek yığılan kapkara bulutlarla boran, yağmur, şimşek, gökten yağan dolu, fırtına ve getirdiği kum ve çakıl taşları ile göz gözü görmez müthiş bir tabiat olayı afet ile perişan olmuştur. Ebrehe yaralı olarak San’a şehrine kaçmış ve kısa bir süre sonra da orada ölmüştür. Fil ordusunun helâk olması her yerde duyulmuş, bu olay nedeniyle Kureyş Kabilesi itibar kazanmış, Kureyş’in kervanları gittikleri her yerde adeta dokunulmazlık elde etmişlerdir. Fil olayı, hacı adaylarının bugünkü uygulaması ile vakfe denilip ( bekleşme ) yaptıkları Mekke yakınlarındaki Müzdelife ile Mina arasındaki Muassıb alanında meydana gelmiştir. Bundan dolayı Hacc rükûnları esnasında Müzdelife’de durmak, beklemek, vakfe yapmak, Muassıb’da hızlanarak geçmek Resulullah’ın bir sünneti olmuştur. “ Denilmektedir. ( Mevdudi Tefhimu’l Kur’an VII. 235 )
Sûrenin 2. ayetinde “ Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı ? “ ifadesiyle güçlü olan Filli Orduya karşı Kâbe’yi koruyup himaye eden Allah’ın, Mekke’de yaşayan Kureyş kabilesine verdiği bu nimeti hatırlatılmaktadır. Bunun yanı sıra daha önce Kendi evine ( Kamuya ve bütün insanlara ait olan eve ) saldırmak isteyenleri ezip geçen Allah’ın Elçisine, O'na inanmış azınlığa karşı kendi güçleri ile böbürlenenleri de ezip geçeceği ihtarı yapılmaktadır.
Sûrenin 3 – 5. ayetlerinde “ Ve onların üzerilerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar / boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi. “ ifadelerine bağlı olarak ayetin orijinalinde yer alan “ tayr “ sözcüğü, Sözlüklerde “ Havada uçan kanatlı varlık “ olarak belirtilmiş olan ( tair ) sözcüğünün çoğuludur. Klasik dönemin ve bugünün de anlı şanlı ilâhiyatçı müfessirleri bu anlam gereği olarak ayetin çevirisinde “ Üzerlerine sürü halinde kuşlar göndermedi mi ? “ anlamını vermişlerdir. Bu bağlamda Allah'ın ayetlerini hadis ve rivayetlere mahkûm ederek yanlış meallendiren Diyanet Vakfının da ; Sûrenin 3 – 4. ayetlerin çevirisini “ Onların üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşları yağdıran sürü sürü kuşları gönderdi “ şeklinde, onlarca ismine yer veremediğimiz diğer müfessirlerin de yine aynı şekilde kuşlar anlayışı ve kabulü ile ;
* Ahmet Varol Meali : O kuşlar onlara pişirilip sertleştirilmiş balçık taşları atıyorlardı.
* Ali Bulaç Meali : Onlara siccilden ( pişmiş çamurdan ) taşlar atıyorlardı.
* Dr. Edip Yüksel Meali : Atıyorlardı onlara " siccil " den taşlar.
* Elmalılı Hamdi Yazır Meali : Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.
* Ömer Nasuhi Bilmen Meali : O kuşlar onlara ateşten pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.
* Prof. Dr. Süleyman Ateş Meali : Onlara pişirilip sertleştirilmiş balçık taşları atıyorlardı.
* Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Meali : Onlara pişmiş çamurdan taşlar atıyorlardı.
* Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı Meali : Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi.
* Şaban Piriş Meali : Onların üzerine damgalanmış taşlar atan ebabil kuşlarını gönderdi.
* Sadık Türkmen Meali : Üzerlerine yoğun bir şekilde uçuşan şeyleri gönderdi.
* Süleyman Vakfı Meali : Uçuşan yoğun bulut kütlelerini üzerilerine göndermişti.
Şeklinde birkaç ve çok azınlıkta olan doğru yaklaşımın bulunduğu ama çoğunlukla da gerçekte olmayan uydurma ebabil kuşu kabulüne dayanan rivayet baskısından kurtulamayan, bizim de katılamadığımız çevirilerin yapıldığını görüyoruz. Ehli Sünnet anlayışındaki bir çok müfessirce de konunun fazlaca ayrıntılarına girmenin gereksiz ve kapalı bırakılmasında da hikmetler olacağı belirtilmiş ve işin içinden de uydurulmuş bir çok tutarsız rivayetle sıyrılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda araştırmacı Muhammed Abduh ve arkadaşlarına göre “ Sûrede sözü edilen kuşlardan maksat, bir çeşit gerçek kuş olabileceği gibi sinek, sivrisinek gibi mikrop taşıyan başka canlılar da olabilir. “ denilmiş. Bu küçük canlıların Habeşli askerlerin üzerine mikrop saçmış olabileceklerini ileri sürmüşlerdir. ( Tefsirü cüz i amme sa. 157 – 158 ) İkrime’ye atfedilen bir başka rivayette “ Bu taşlar kime isabet ettiyse onda çiçek hastalığı görüldü. “ denilmiş. ( İbn Hişam es – siretü’n nebeviyye ) Bir başka rivayette “ Hicaz bölgesinde çiçek ve kızamık hastalığı ilk defa bu olaydan sonra görülmüştür. “ denilmiştir. ( Taberi 30 / 196 )
Hamidüddin Ferahi de ayetteki “ termihim “ fiilinin failinin “ gördün mü ? “ ifadesi ile muhatap alınan Mekkeliler ve diğer Araplar olduğunu söylemiş, kuşlar hakkında da onların taş atmadıklarını, aslında olaydan sonra Fil Ashabının cesetlerini, leş yemek için deniz tarafından gelen kuşlar olduklarını belirtmiş. Ona göre Araplar Ebrehe’nin ordusunu taşlamışlar, Allah da tufan göndererek taşlar yağdırmış ve Ebrehe’nin askerlerini helâk etmiştir. Daha sonra da askerlerin cesetlerini yemeleri için kuşlar göndermiştir. Demiştir. Kimilerine göre de Ebrehe’nin ordusunun yanı başında yanardağ patlaması olmuştur. Yanardağdan üzerlerine lavlar yağmış, bu lavlar onları yakıp yok etmiştir.
Halbuki bize göre Sûrenin ayet ve lafız dizilişinin yapısına, yani önce çoğunlukça tayr / kuş anlamı verilen sürülerinin zikredilmesi, hemen sonra üzerlerine pişirilmiş taş yağdırılması, daha sonra da Fil Ashabının yenilmiş ekin haline döndüklerinin açıklanması şeklindeki rivayetlere dayanan meallendirmeleri doğru olarak kabul etmemiz mümkün değildir.
Oysa yakın geçmişte oluşmuş bir olayı anlatan bu Sûre, müteşabih ayet içermemekte, herhangi bir açıklamaya ( tevile ) de ihtiyaç göstermemektedir. Çünkü o günlerde Mekke'de bu olayların çok çeşitli yönden tanıkları bulunmakta, Sûre Peygamberimiz ve arkadaşları tarafından da yadırganmadan çok iyi ve net olarak anlaşılmıştır. Buna rağmen Sûrenin ayrıntıları ile ilgili olarak bir çok tutarsız ve yanlış açıklamanın ortaya çıkması, “ tayr “ sözcüğünün doğrudan doğruya “ kuşlar “ olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sözcüğe “ iki kanatla uçan kuş “ anlamının verilmesi, aslında Kur’an bütünlüğünde başka ayetlerde yer verilen tayr sözcüklerinin kastedilen anlamlarına uymamaktadır. Çünkü Enam Sûresinin 38. ayetinin orijinal ifadelerinde yer alan “ yetiru “ fiili sadece uçar anlamındadır. İki kanadıyla uçmanın anlamı ise “ bicenahayni “ sözcüğünün ilavesiyle oluşturulabilmiştir. Bu durumda “ tayr “ sözcüğünden doğrudan doğruya kuşlara ait olan iki kanatla uçmak anlamının çıkarılması doğru değildir. Sadece “ uçmak “ havada hareket etmek anlamını kabul etmek gerekir. Öte yandan Nahl Sûresinin 79. ayetinde yer alan “ tayr “ sözcüğü “ Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan tayr’a / bulutlara bakmadılar mı ? Onları Allah’tan başkası tutmuyor. Bunda inanan bir toplum için elbette ki alametler / göstergeler vardır. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi, kuşlar anlamında değil, bulutlar anlamında kullanılmıştır. Çünkü gerçekte gökyüzündeki bulutlar da hareket etmekte ve kuşlar gibi öbek öbek yer değiştirmektedir. Ebabil sözcüğü, kök anlamı öbek öbek olma, ağır olma ve bu ağırlıkları kapsama anlamında olan " ibil " ile aynı köktendir. ( Müfredat Mekâyîs' il luğa ) Dolayısıyla ebabil sözcüğünün bir kuş cinsi olarak değil de, aslında öbek öbek gruplar şeklinde çevrilmesi konunun daha doğru anlaşılmasını sağlayacak ve yüklenmiş bulutlarla da bir bütünlük oluşturacaktır.
Bunlara rağmen uydurulan rivayetlerle ayetin orijinalinde yer alan “ ebabil “ sözcüğü İbn Abbas ve Dehhak tarafından “ birbiri arkasından gelenler “ diye, Hasan Basri ve Katade tarafından “ çok “ diye, İbn Zeyd tarafından “ çeşitli yönlerden, sağdan, soldan gelenler “ olarak, Mücahid tarafından “ toplu halde arka arkaya gelen “ anlamında kuşlara bağlantı kurulacak şekilde kabul edilmişler, birçok rivayette de kızgın taş ve tuğla parçalarını getiren kuşların kırlangıca, kekliğe, sığırcığa, yarasaya, hatta zümrüdü anka’ya benzediği iddia edilmiştir. “ Yine bu kabullerin ardından sanki gözleriyle görmüşler ve yıllar sonra o dönemde yaşamışlar gibi bir çok abartılı rivayet de ortaya saçılmıştır ;
* Her kuş, biri gagasında, ikisi ayaklarında olmak üzere üç taş atıyordu. Öldürecekleri kişilerin üzerinde isimleri yazılı olan bu taşlar o adamı öldürüyordu. Taşlar düştüğü yeri delip öte taraftan çıkıyordu. ( Mukatil )
* İkrime, İbn Abbas’tan “ O taşlar herhangi birinin üzerine düştüğünde orada bir kabarcık meydana geliyor ve bu sebeple çiçek hastalığına benzer bir hastalık meydana geliyordu. Bu taşların en küçüğü mercimek, en büyüğü ise nohut kadardı. “
* Fahreddin Razi ; Ebabil kelimesine göre kırlangıca benzetilen bu acayip kuşların sürüler halinde deniz tarafından gelip toplandığını, yalnız Fil vak'asında görüldüğünü iddia etmiştir. ( el Nefatihu’l Gayb 32 / 100 ) anlatımları yapılmış insanların belleğine yanlış olarak yerleştirilmiştir.
Ayetlerin orijinalinde yer alan “ termihim “ fiili, “ bihicaretin “ ifadesi, “ siccil “ sözcüğü Kur’andaki diğer ayetlerde kullanıldığı anlamlarıyla birlikte ele alınarak değerlendirilecek olunursa, “ taş yağdırmak, pişmiş taşlarla, yani volkandan fışkırıp zamanla soğumuş ve toprak örtüsünü kaplamış, yerden kuvvetli rüzgâr yardımı ile kaldırılıp taşınıp, şiddetli yağmur ile birlikte “ Fil Ashabının üzerine yağmış olması ihtimalini güçlendirmektedir. Dolayısıyla Rabbimiz, Fil Ashabının üzerine iri taneli, sert yağmur yağdıran bulutlar yollamıştır. Kur’andaki açıklamalara göre, yağmur ve fırtına Allah’ın ordularındandır. Boran / Yıldırım, gök gürültüsü, kuvvetli rüzgâr, sağanak halinde yağmuruyla, dolusuyla birlikte beliren ve afet olan atmosfer olayı, olay mahalline ulaşırken yol boyunca volkanik dağlardan toparladığı siccilden taşları / pişmiş volkanik cürufları, yağmuruyla, dolusuyla birlikte Fil Ashabının üzerine yağdırmıştır. Bu bölgenin Coğrafi yapısına bakılacak olunursa üstelik de çevrede bir çok krater çukurlarının varlığı bugün dahi çok net olarak görülecektir. Bu olayın ardından Siretü İbn İshak eserinde bu bölgede bir süre otun dahi yetişmediği bildirilmektedir.
Sûrenin 5. ayetinde de “ Onları yenik bir bitki yaprağı gibi yapıverdi. “ ifadesiyle onların sonu ibret verici bir tablo ile gözler önüne serilmektedir. Ayette yaprağın “ yenik “ diye nitelendirilmesi, onun çürüdüğünü, öğütüldüğünü, böceklerin delik deşik ederek yeyip parçaladığını, ya da hayvanların onu yiyerek öğüttüğü andaki halini anlatmaktadır. Böylece boranla yağan taşların da benzer şekilde Fil ordusunun darmadağınık olarak sağa sola kaçışan insanlarının bedenlerini nasıl paramparça ettiklerini somut olarak ortaya koymaktadır. Sonlarının rivayetlerle belirtilen çiçek hastalığı ile de bir ilgisi yoktur.
Saldırgan Fil Ashabının bu şekilde yok edilişi, Allah’ın mucizelerinden sadece biridir, sıradan rastgele meydana gelmiş bir olay değildir. Anlayabileceğimiz ve bir öğüt çıkarabileceğimiz gibi, Yüce Rabbimiz Allah’ın, Beytullah ( Evim ) dediği Kâbe’nin himayesini Mekke müşriklerine bırakmadığı, bütün insanlara açık ve Kamuya ait olan Evini savunmak için olaya bizzat el koyup müdahale ettiği görülür. Böylece Allah, programcılığı, sonsuz güç ve kudretiyle hem Kâbe’yi hem de kısa süre sonra alemlere rahmet olarak göndereceği son elçinin, Peygamberimizin doğacağı şehri kötü niyetlilerin talanından korumuştur. Yine bu olay göstermiştir ki, Yüce Rabbimiz Allah, Ehlikitap Hristiyan / Allah’a inanan olduğu halde Ebrehe ve ordusunun Allah’ın kutsal evini yıkmalarını ve kutsal yurda hakim olmalarını takdir etmemiştir. Gerçek yaşanmış bir olayı anlatan Fil Sûresinin bu kıssasının iyi düşünülmesi ve derslerin çıkarılması gerekir. Tarihte de bir çok İslam düşmanı Allah’ın dinine tuzak kurmaya çalışmış, ama bozguna uğramış, hepsi de helâk olarak tarihin tozlu sayfalarına karışmışlardır. Günümüzde de yine bir çok İslam düşmanı Allah’a, Peygamberine ve Kur’ana saldırılarını sürdürmektedir. Ama tarih boyunca yaşanan olaylardan ders alınmalıdır ki, karşı güçler hangi güçte olursa olsunlar, Allah’ın dini karşısında süper güçlerinin dahi herhangi bir değeri olamaz. Bugün dahi gerçekte Allah’ın yaratmış olduğu ordularından olan ve Karbon, Oksijen, Hidrojen ve Azot atomlarının kombinasyonundan oluşmuş RNA zinciri denilen bir hücreli Covit denilen Virüsün yaşam mücadelesi vererek çeşitli mutasyonlarla süper güç denilen ülkeler de dahil Dünya insanlarına çektirdiği sıkıntılar acaba bizim ibret almamız, aklımızı başımıza toplamamız gereken uyarılar değil midir ?
Sonuç olarak klasik müfessirlerce ebabil kuşlarına atfedilerek masallaştırılan bu olayı, kuş mucizesi diyerek basite indirgeyip, hayretler içerisinde kalıp eğlenmek yerine, Kur’anımızın bize naklettiklerinin gerçeğini anlayarak okuyup, düşünerek, araştırarak ve sorgulayarak bizler de kendimize iletilen gerçek mesajın, öğüdün, yanlışlıklara, kötülüklere ve haksızlıklara karşı Rabbimizin bizzat birtakım mucizevi olaylarla tecelli edip müdahil olacağının farkına varmaya çalışalım. Hacc farızası adı altında yerine getirilen ve Kur’anın anlatımlarıyla da hiç bağdaşmayan tutarsız, saçma ritüellerden arındırılarak Kâbe’yi, Tevhit öğretisinin, İlâhiyatın ilk yüksek okulunu putlardan, sahte ilâhlardan arındırarak kalbimizi ve inancımızı temiz tutalım. Sûrenin başında dikkat çekilen Elem tera ifadesinin uyarısıyla aslında bize de seslenilmekte, önüne konulan hurafe, masal, hadislerle uydurulmuş dinlerin dayatmalarıyla atana, inancına, kalbine yığdığın putları, şirki, yanlışı görmüyor musun ? Kur’anın masal anlatmadığının farkında değil misin ? Senin için öğüt olması gereken Kitabına sahip çıkıyor musun ? Anlayarak okuyor musun ? Aklını kullanıyor musun ? Buna göre yaşıyor musun ? Din kisvesi altındaki Ebrehe’ler her yerde, her dönemde karşınızda olacaktır, dertleri Din, İman, Kâbe değildir. Günümüzde olduğu gibi bütün güçlülerin, muktedirlerin ortak ve tek derdi maddi çıkarlarıdır, kurdukları düzenin bozulmaması, sömürü mekanizmasının ayakta tutulmasıdır. Ama Allah ve Kur’anla beraber olanların zaferi kaçınılmaz bir gerçektir. Uzak olanların sonu ise hüsrandır ! Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR. RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER!...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyinül Kur'an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR