Konu Detay

FİL ORDUSUNU KUŞLAR MI YENDİ !

 17.12.2021
 788

Peygamberimiz  Allah’ın  ayetlerini  tebliğ  etme  görevinde  uzun  yıllar  müşriklerin  reddiye  ve  çok  çetin  dirençleriyle  karşılaştığı  gibi  risaletinin  ilk  yıllarında  da  çok  büyük  sıkıntılar  yaşamış,  ona  inanan  az  sayıdaki  fakir,  köle  ve  kimsesiz  insanlara  akıllara  gelmeyecek  işkenceler  yapılmıştır. Bu  nedenle  müşrik  direncinin  sonucu  çok  az  sayıdaki  inanmış  olanların  içinde  bulundukları  sıkıntılara,  maruz  kaldıkları  işkence  ve  zulümlere  karşı  bir  nebze  olsun  manevi  bir  destek  olmak,  Allah’a  inanıp  buyruklarını  yerine  getirenlerin,  Hakka,  gerçeğe  inanmalarına  rağmen  çok  güçsüz  oldukları  için  zalimlere  karşı  çıkamayanların  korkularını  azaltmak,  Allah’ın  onları  koruyacağının  ve  yardım  edeceğinin  bildirilmesine  yönelik,  ayrıca  da  Allah’ın  buyruklarına  karşı  gelenlerin,  inananlara  ve  zayıflara  saldırıda  bulunarak  zulmedenlerin,  güçleri  ne  olursa  olsun,  eninde  sonunda   cezalandırılarak  Allah’ın  karşısında  yok  olup  gidecekleri  de  vurgulanmak  amacıyla,  tahminen  M.S. 615  yılında  nüzul  sırasına  göre  19.  sırada  Mekke’de  indirilmiş  olan,  fakat  evlerimizde  bulunan   Kur’an  mushafında  105.  sırada  yer  alan,  imamların  da  sıklıkla  namaz  Sûresi  diye  okudukları  ve  okutturdukları  beş  ayetlik  Fil  Sûresi  bulunmaktadır.

Bismillahirrahmanirrahim 1 : Elem  tera  keyfe  feale  rabbüke  bieshabil  fiyl  2 : Elem  yecal  keydehum  fiytadliylin 3 :  Ve  arsele  aleyhim  tayran  ebabiyl  4 : Termihim  bihicaratin  min  siccil  5 : Fecealehum  keasfin  me'kûl

Rahman  Rahim  Allah  adına !  1 – 2  : Rabbin  filli  orduya / ahmaklar,  geri  zekâlılar,  aptallar  güruhuna  nasıl  etti  görmedin  mi ? / Hiç  düşünmedin  mi ?  onların  kötü  planlarını  boşa  çıkarmadı  mı ?  3 – 5  :  Ve  onların  üzerlerine,  onlara  pişmiş  taşlar  ile  birlikte  iri  taneli  yağmur  yağdıran  öbek  öbek  bulutlar  / boran  gönderdi  de  onları  bir  yenik  bitki  yaprağı  gibi  yapıverdi.

Tabii  bir  çok  çeviri  mealinde  olduğu  gibi  Diyanet  vakfı  meal  çevirilerinde  dahi  yapılan  çevirilerle  asıl  anlatılmak  istenenden  ve  gerçeğinden  çok  farklı  olarak,  mecrasından  saptırılan  ifadelerle  kuşlar,  olayın  kahramanları  haline  getirilmiştir.  Ayetin  orijinalinde  yer  alan  “ Ashab ı  Fil  “  tamlaması,  karada  yaşayan  ve  hayvanlar  aleminde  memeliler  sınıfının  en  irisi  olarak  bilinen  hortumlu  hayvanın  adına  göre  “ Fil  arkadaşları "  anlamına  gelir. Fil  sözcüğünün  Arapçadaki  öz  anlamı  ise  “  kıt  görüş,  öngörüsü  zayıf,  geri  zekâlı,  ahmak  “  demektir. ( Lisanü’l   Arab,  Tacü’l  Arus )  Aslında  çok  güçlü  ve  mükemmel  bir  hafızası  olmasına,  bazı  aletleri  de  beceri  ile  kullanmasına  rağmen  yeteneklerinin  hakkını  veremediği  düşüncesiyle  herhalde   Araplar  bu  hayvana  “ Fil “  ismini  vermişlerdir.  Razi’nin  Nefahatü’l  Gayb  32. hadisine  göre  ise  “  Fil  arkadaşlarının,  Kâbe’yi  yıkmaya  kalkışanların  filden  daha  akıllı  olmadıklarına  hatta  ondan  daha  aşağı  ahmak  olduklarına  işaret  edilir.  Çünkü  onlar  bu  kutsal  mekânı  yıkmak  isterken  Fil  o  yöne  gitmemekte  direnmiştir. “  denilmektedir.

Sûrede  yer  alan  olay,  aslında  tarih  kaynaklarına  göre  bu  sûrenin  inmesinden  yaklaşık  45  yıl  önce  peygamberimizin  doğduğu  571  yılında  veya  bazı  müfessirlere  göre  de  birkaç  yıl  önce  meydana   gelmiş,  gerçekten  olmuş  ve  o  bölgede,  Mekke  yakınında  yaşanmış  bir  olaydır. Sûrenin  indirildiği  zaman  diliminde  60  yaşlarında  olan  ve  bu  olayı  hatırlayan  Mekkeliler,  Ashab ı  Fil  mensubu  olup  bizzat  olayı  yaşamış  ve  olaydan  sonra   yaralanıp  sakatlığı  nedeniyle  ülkesine  geri  dönememiş  kimseler,  anlatılan  ve  söylenenlerle  o  bölgede  yaşayanlar  da  aynı  zamanda  bu  olayın  görgü  şahitleridirler. Bir  çok  insanın  bu  anlatılan  olayı  görmüş  ve  yaşamış  olmasından  dolayı,  o  olayın  meydana  gelişi  hakkındaki  anlatılanların,  bazı  abartıların  ve  saptırılmaların  dışında  yalan  olması  ihtimali  çok  zayıftır.  Peygamberimizin  doğumunun  ilk  yıllarında  da  hayatta  olan  dedesi   Abdül  Muttalib  de  o  dönemde  Mekke'nin  ve  Kâbenin  yöneticisi  ve  en  ileri  gelenlerindendir.  Hatta  rivayetlerde  develerine  el  konulduğu  halde  develerini  geri  isteyen  ve  Fil  Ordusunun  başındaki  Ebrehe  ile  tartışan  Abdül  Muttalib'in  "  Develerin  sahibi  benim,  Kâbe'yi  ise  sahibi  korur. "  dediği  diyalogları  anlatılır. O  dönemde   yaşayan  bir  çok  tanığının  olmasından  dolayı  da  buna  rağmen  bazı  eski  klasik  müfessirlerin  bu  olayı  masallaştırmış  olmalarının  da  hiç  bir  sağlam  dayanağı  yoktur.  Bu  nedenlerle  Sûrenin  başlangıcında  “ Duymadın  mı ?  “ sorgulaması  ve  hatırlatması  yerine  daha  etkili  ve  anlamlı  olması  bakımından  Rabbimiz  tarafından  “ Görmedin  mi ? “  ifadesi  ile  hayret  uyandırıcı  bir  soru  şekli  kullanılmıştır.  Bir  bakıma  Sûredeki  ayetlerle  o  dönemin  zulüm  ve  işkence  görmekte  olan  müminlerine,  Peygamberimize  adeta  “  Onlardan  korkmayın,  çekinmeyin,  bak  Rabbin  Fil  Ashabını  ne  hale  getirdi !  Gerekirse  onları  da,  sizin  düşmanlarınızı  da  yok  ediverir  “  mesajlarında  bir  uyarı  ile  teselli  yapılmakta,  moral  verilmeye  çalışılmaktadır.

Fil  Ashabı,  Kur’ana  göre  kötü  plan  ve  emelleri  nedeniyle  Allah  tarafından  yok  edilmiş  bir  topluluktur.  Habeşistan  Krallığının  tayin  ettiği  Yemen  Valisi  Ebrehe’nin  komutasındaki  ve  gücünü  arttırmak  için  Habeşistan’dan  getirtilmiş  olan  bir  filin  önde  yürütüldüğü  ordunun  adıdır. ( İbn  İshak  es -   Siret,  İbn  Hişam  es – Siret )

Habeş  krallığının  Yemen  Valisi  ve  Hristiyan  inancında  ehli  kitap  olan  Ebrehe,  Arapların  Kâbe’ye  olan  saygılarını  görmüş,  siyasi  ve  ekonomik  amaçlarla  Dini  de  ön  plana  çıkararak  San’a  şehrinde  “ el  kulleys “  adında  gösterişli  bir  kilise  yaptırmış,  siyasi  ve  ekonomik  bir  amaç  güderek  Arapları  da  çevredeki  bütün  insanları  da  bu  kiliseyi  ziyaret  etmeye  çağırmış.  Bu  davet  Araplardan  ve  çevreden  pek  rağbet  görmemiş,  kilisesi  de  bir  Arap  tarafından  hakaret  amacıyla  da   kirletilmiş.  ( Yalnız  bilinmelidir  ki  Arapların  bu  tür  saygısızlıkları,  bugün  de   hala  Hacc  tavafları  esnasında   Kâbe'de  de  görülmektedir. )  Buna  çok  öfkelenen  Ebrehe,  Kâbe’yi  yıkmak  amacıyla  hazırladığı  büyük  bir  ordu  ile  Mekke  üzerine  yürümüştür.  Ordunun  önünde  bulunan  Fil’den  dolayı  bu  olayın  olduğu  yıla  da  “  Fil  Yılı “  denmiştir.  Arapların  “ Allah’ın  Evi “  diye  kutsal  saydıkları,  Allah’ın  koruduğu  güvenlikli  emin  ev  dedikleri  için  bu  özelliğini  taşıyan  Kâbe’yi  buna  rağmen  yıkacağını  söyleyen  Ebrehe,  “  Kâbe’yi  Allah’ın  bile  elinden  alamayacağını  “  da  sözlerine  ekleyerek  büyüklenmiştir.

O  zaman  diliminde  Arabistan  yarımadasında  kendi  aralarında  sürekli  savaşan  bedevi  Arap  kabileleri  yaşamaktadır. Birbirlerine  üstünlük  sağlayamadıkları  halde  bu  kabileler,  kutsal  ve  tapınmalarının  merkezi  saydıkları  evlerinin  yıkılmasını  önlemek  üzere  münferit  karşı  koyma  direncini  göstermiş  iseler  de  Ebrehe’nin  büyük  ordusu  karşısında  yenilip  dağılmışlardı. Bütün  bu  küçük  dirençleri  ve  karşı  koymaları  kolaylıkla  aşan  Ebrehe,  Mekke  yakınlarında  Muassıb  denilen  yere  geldiğinde, “  Kâbe’nin  yıkılmasına  halkın  direnç  göstermemesi  halinde  hiç  kimseye  dokunmayacağını  “  vaat  etmiş,  bu  bölgede  otlayan  develerine  de  el  koyduğu  Mekke'nin  yöneticisi  Abdül  Muttalip  ile  yaptığı  görüşmede,  aksi  halde  bütün  şehri  yıkacağı  ihtarında  bulunmuş,  halkın  şehri  boşaltmasını  istemiştir. Ertesi  sabah  Mekke’ye  girmek  üzere  hareket  eden  Ebrehe’nin  ordusu  bu  vadide,  ayetlerde  anlatıldığı  gibi,  gerçekte  aniden  bastıran  öbek  öbek  yığılan  kapkara  bulutlarla  boran,  yağmur,  şimşek,  gökten  yağan  dolu,  fırtına  ve  getirdiği  kum  ve  çakıl  taşları  ile  göz  gözü  görmez  müthiş  bir  tabiat  olayı  afet  ile  perişan  olmuştur.  Ebrehe  yaralı  olarak  San’a  şehrine  kaçmış  ve  kısa  bir  süre  sonra  da  orada  ölmüştür.  Fil  ordusunun  helâk  olması  her  yerde  duyulmuş,  bu  olay  nedeniyle  Kureyş  Kabilesi  itibar  kazanmış,  Kureyş’in  kervanları  gittikleri  her  yerde  adeta  dokunulmazlık  elde  etmişlerdir.  Fil  olayı,  hacı  adaylarının  bugünkü  uygulaması  ile  vakfe  denilip  ( bekleşme )  yaptıkları  Mekke  yakınlarındaki  Müzdelife  ile  Mina  arasındaki  Muassıb  alanında  meydana  gelmiştir. Bundan  dolayı  Hacc  rükûnları  esnasında  Müzdelife’de  durmak,  beklemek,  vakfe  yapmak,  Muassıb’da  hızlanarak  geçmek  Resulullah’ın  bir  sünneti  olmuştur. “  Denilmektedir. ( Mevdudi  Tefhimu’l  Kur’an  VII. 235 )

Sûrenin  2. ayetinde  “ Onların  kötü  planlarını  boşa  çıkarmadı  mı ? “  ifadesiyle  güçlü  olan  Filli  Orduya  karşı  Kâbe’yi  koruyup  himaye  eden  Allah’ın,  Mekke’de  yaşayan   Kureyş  kabilesine  verdiği  bu  nimeti  hatırlatılmaktadır. Bunun  yanı  sıra  daha  önce  Kendi  evine ( Kamuya  ve  bütün  insanlara  ait  olan  eve )  saldırmak  isteyenleri  ezip  geçen  Allah’ın  Elçisine,  O'na  inanmış  azınlığa  karşı  kendi  güçleri  ile  böbürlenenleri  de  ezip  geçeceği  ihtarı  yapılmaktadır.

Sûrenin  3 – 5. ayetlerinde  “ Ve  onların üzerilerine,  onlara  pişmiş  taşlar  ile  birlikte  iri  taneli  yağmur  yağdıran  öbek  öbek  bulutlar / boran  gönderdi  de  onları  bir  yenik  bitki  yaprağı  gibi  yapıverdi. “  ifadelerine  bağlı  olarak  ayetin  orijinalinde  yer  alan  “ tayr “  sözcüğü,  Sözlüklerde  “  Havada  uçan  kanatlı  varlık “  olarak  belirtilmiş  olan   ( tair )  sözcüğünün  çoğuludur. Klasik  dönemin  ve  bugünün  de  anlı  şanlı  ilâhiyatçı  müfessirleri  bu  anlam  gereği  olarak  ayetin  çevirisinde  “ Üzerlerine  sürü  halinde  kuşlar  göndermedi  mi ? “  anlamını  vermişlerdir. Bu  bağlamda  Allah'ın  ayetlerini  hadis  ve  rivayetlere  mahkûm  ederek  yanlış  meallendiren  Diyanet  Vakfının  da ;  Sûrenin  3 – 4.  ayetlerin  çevirisini   “  Onların  üzerine  pişkin  tuğladan  yapılmış  taşları  yağdıran  sürü  sürü  kuşları  gönderdi  “  şeklinde,  onlarca  ismine  yer  veremediğimiz  diğer  müfessirlerin  de  yine  aynı  şekilde  kuşlar  anlayışı  ve  kabulü  ile  ;

Ahmet  Varol  Meali  :  O  kuşlar  onlara  pişirilip  sertleştirilmiş  balçık  taşları  atıyorlardı.

Ali  Bulaç  Meali  :  Onlara  siccilden (  pişmiş  çamurdan )  taşlar  atıyorlardı.

Dr. Edip  Yüksel  Meali  :  Atıyorlardı  onlara  "  siccil "  den  taşlar.

Elmalılı  Hamdi  Yazır  Meali  :  Onlara  balçıktan  pişirilmiş  sert  taşlar  atıyorlardı.

Ömer  Nasuhi  Bilmen  Meali  :  O  kuşlar  onlara  ateşten  pişirilmiş  sert  taşlar  atıyorlardı.

Prof.  Dr.  Süleyman  Ateş  Meali  :  Onlara  pişirilip  sertleştirilmiş  balçık  taşları  atıyorlardı.

Prof.  Dr.  Yaşar  Nuri  Öztürk  Meali  :  Onlara  pişmiş  çamurdan  taşlar  atıyorlardı.

Prof. Dr.  Bayraktar  Bayraklı  Meali  :  Üzerlerine  balçıktan  pişirilmiş  taşlar  atan  sürü  sürü  kuşlar  gönderdi.

Şaban  Piriş  Meali  :  Onların  üzerine  damgalanmış  taşlar  atan  ebabil  kuşlarını  gönderdi.

*  Sadık  Türkmen  Meali  :  Üzerlerine  yoğun  bir  şekilde  uçuşan  şeyleri  gönderdi.

*  Süleyman  Vakfı  Meali  :  Uçuşan  yoğun  bulut  kütlelerini  üzerilerine  göndermişti.

Şeklinde  birkaç  ve  çok  azınlıkta  olan  doğru  yaklaşımın  bulunduğu  ama  çoğunlukla  da  gerçekte  olmayan  uydurma  ebabil  kuşu  kabulüne  dayanan  rivayet  baskısından  kurtulamayan,  bizim  de  katılamadığımız  çevirilerin  yapıldığını  görüyoruz.  Ehli  Sünnet  anlayışındaki  bir  çok  müfessirce  de  konunun  fazlaca  ayrıntılarına  girmenin  gereksiz  ve  kapalı  bırakılmasında  da  hikmetler  olacağı  belirtilmiş  ve  işin  içinden  de  uydurulmuş  bir  çok  tutarsız  rivayetle  sıyrılmaya  çalışılmıştır.  Bu  bağlamda  araştırmacı  Muhammed  Abduh  ve  arkadaşlarına  göre  “  Sûrede  sözü  edilen  kuşlardan  maksat,  bir  çeşit  gerçek  kuş  olabileceği  gibi  sinek,  sivrisinek  gibi  mikrop  taşıyan  başka  canlılar  da  olabilir. “  denilmiş. Bu  küçük  canlıların  Habeşli  askerlerin  üzerine  mikrop  saçmış  olabileceklerini  ileri  sürmüşlerdir. ( Tefsirü  cüz i  amme  sa.  157 – 158 ) İkrime’ye  atfedilen  bir  başka  rivayette “  Bu  taşlar  kime  isabet  ettiyse  onda  çiçek  hastalığı  görüldü. “  denilmiş. ( İbn  Hişam  es – siretü’n  nebeviyye )  Bir  başka  rivayette  “  Hicaz  bölgesinde  çiçek  ve  kızamık  hastalığı  ilk  defa  bu   olaydan  sonra  görülmüştür. “  denilmiştir. ( Taberi  30 / 196 )

Hamidüddin  Ferahi  de  ayetteki  “ termihim “  fiilinin  failinin  “  gördün  mü ?  “  ifadesi  ile  muhatap  alınan  Mekkeliler  ve  diğer  Araplar  olduğunu  söylemiş,  kuşlar  hakkında  da  onların  taş  atmadıklarını,  aslında  olaydan  sonra  Fil  Ashabının  cesetlerini,  leş  yemek  için  deniz  tarafından  gelen  kuşlar  olduklarını  belirtmiş.  Ona  göre  Araplar  Ebrehe’nin  ordusunu  taşlamışlar,  Allah  da  tufan  göndererek  taşlar  yağdırmış  ve  Ebrehe’nin  askerlerini  helâk  etmiştir. Daha  sonra  da  askerlerin  cesetlerini  yemeleri  için  kuşlar  göndermiştir.  Demiştir. Kimilerine  göre  de  Ebrehe’nin   ordusunun  yanı  başında  yanardağ  patlaması  olmuştur.  Yanardağdan  üzerlerine  lavlar  yağmış,  bu  lavlar  onları  yakıp  yok  etmiştir.

Halbuki  bize  göre  Sûrenin  ayet  ve  lafız  dizilişinin  yapısına,  yani  önce  çoğunlukça  tayr / kuş  anlamı  verilen  sürülerinin  zikredilmesi,  hemen  sonra  üzerlerine  pişirilmiş  taş  yağdırılması,  daha  sonra  da  Fil  Ashabının  yenilmiş  ekin  haline  döndüklerinin  açıklanması  şeklindeki  rivayetlere  dayanan  meallendirmeleri   doğru  olarak  kabul  etmemiz  mümkün  değildir.

Oysa  yakın  geçmişte  oluşmuş  bir  olayı  anlatan  bu  Sûre,  müteşabih  ayet  içermemekte,  herhangi  bir  açıklamaya  ( tevile )  de  ihtiyaç  göstermemektedir.  Çünkü  o  günlerde  Mekke'de  bu  olayların  çok  çeşitli  yönden  tanıkları  bulunmakta,  Sûre  Peygamberimiz  ve  arkadaşları  tarafından  da  yadırganmadan  çok  iyi  ve  net  olarak  anlaşılmıştır. Buna  rağmen  Sûrenin  ayrıntıları  ile  ilgili  olarak  bir  çok  tutarsız  ve  yanlış  açıklamanın  ortaya  çıkması, “ tayr “  sözcüğünün  doğrudan  doğruya  “ kuşlar “  olarak  kabul  edilmesinden  kaynaklanmaktadır. Bu  sözcüğe  “  iki  kanatla  uçan  kuş “  anlamının  verilmesi,  aslında  Kur’an  bütünlüğünde  başka  ayetlerde  yer  verilen  tayr  sözcüklerinin  kastedilen  anlamlarına  uymamaktadır. Çünkü  Enam  Sûresinin  38. ayetinin  orijinal  ifadelerinde  yer  alan  “ yetiru “  fiili  sadece  uçar  anlamındadır.  İki  kanadıyla  uçmanın  anlamı  ise  “ bicenahayni “  sözcüğünün  ilavesiyle  oluşturulabilmiştir. Bu  durumda  “ tayr “  sözcüğünden  doğrudan  doğruya  kuşlara  ait  olan  iki  kanatla  uçmak  anlamının  çıkarılması  doğru  değildir. Sadece  “ uçmak “  havada  hareket  etmek anlamını  kabul  etmek  gerekir. Öte  yandan  Nahl  Sûresinin  79. ayetinde  yer  alan  “ tayr “  sözcüğü  “  Gök  boşluğunda,  bir  emre  boyun  eğdirilmiş  olan  tayr’a  /  bulutlara  bakmadılar  mı ?  Onları  Allah’tan  başkası  tutmuyor.  Bunda  inanan  bir  toplum  için  elbette  ki  alametler /  göstergeler  vardır. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi,  kuşlar  anlamında  değil,  bulutlar  anlamında  kullanılmıştır.  Çünkü  gerçekte  gökyüzündeki  bulutlar  da  hareket  etmekte  ve  kuşlar  gibi  öbek  öbek  yer  değiştirmektedir. Ebabil  sözcüğü,  kök  anlamı  öbek  öbek  olma,  ağır  olma  ve  bu  ağırlıkları  kapsama  anlamında  olan "  ibil "  ile  aynı  köktendir.  (  Müfredat  Mekâyîs' il   luğa )  Dolayısıyla  ebabil  sözcüğünün  bir  kuş  cinsi  olarak  değil  de,  aslında  öbek  öbek  gruplar  şeklinde  çevrilmesi   konunun  daha  doğru  anlaşılmasını  sağlayacak  ve  yüklenmiş  bulutlarla  da  bir  bütünlük  oluşturacaktır.

Bunlara  rağmen  uydurulan  rivayetlerle  ayetin  orijinalinde  yer  alan  “ ebabil  “  sözcüğü  İbn  Abbas  ve  Dehhak  tarafından  “  birbiri  arkasından  gelenler  “  diye,  Hasan  Basri  ve  Katade  tarafından  “ çok “  diye,  İbn  Zeyd  tarafından  “ çeşitli  yönlerden,  sağdan,  soldan  gelenler “  olarak,  Mücahid  tarafından “ toplu  halde  arka  arkaya  gelen “  anlamında  kuşlara  bağlantı  kurulacak  şekilde  kabul  edilmişler,  birçok  rivayette  de  kızgın  taş  ve  tuğla  parçalarını  getiren  kuşların  kırlangıca,  kekliğe,  sığırcığa,  yarasaya,  hatta  zümrüdü  anka’ya  benzediği  iddia  edilmiştir. “  Yine  bu  kabullerin  ardından  sanki  gözleriyle  görmüşler  ve  yıllar  sonra  o  dönemde  yaşamışlar  gibi  bir  çok  abartılı  rivayet  de  ortaya  saçılmıştır ;

* Her  kuş,  biri  gagasında,  ikisi  ayaklarında  olmak  üzere  üç  taş  atıyordu. Öldürecekleri  kişilerin  üzerinde  isimleri  yazılı  olan  bu  taşlar  o  adamı  öldürüyordu.  Taşlar  düştüğü  yeri  delip  öte  taraftan  çıkıyordu. ( Mukatil )

*  İkrime,  İbn  Abbas’tan  “  O  taşlar  herhangi  birinin  üzerine  düştüğünde  orada  bir  kabarcık  meydana  geliyor  ve  bu  sebeple  çiçek  hastalığına  benzer  bir  hastalık  meydana  geliyordu.  Bu  taşların  en  küçüğü  mercimek,  en  büyüğü  ise  nohut  kadardı. “

* Fahreddin  Razi ;  Ebabil  kelimesine  göre  kırlangıca  benzetilen  bu  acayip  kuşların  sürüler  halinde  deniz  tarafından  gelip  toplandığını,  yalnız  Fil  vak'asında  görüldüğünü  iddia  etmiştir. ( el  Nefatihu’l  Gayb  32 / 100 ) anlatımları  yapılmış  insanların  belleğine  yanlış  olarak  yerleştirilmiştir.

Ayetlerin  orijinalinde  yer  alan  “  termihim “  fiili,  “ bihicaretin “  ifadesi,  “ siccil  “  sözcüğü  Kur’andaki  diğer  ayetlerde  kullanıldığı  anlamlarıyla  birlikte  ele  alınarak  değerlendirilecek  olunursa,  “ taş  yağdırmak,  pişmiş  taşlarla,  yani  volkandan  fışkırıp  zamanla  soğumuş  ve  toprak  örtüsünü  kaplamış,  yerden  kuvvetli  rüzgâr  yardımı  ile  kaldırılıp  taşınıp,  şiddetli  yağmur  ile  birlikte “  Fil  Ashabının  üzerine  yağmış  olması  ihtimalini  güçlendirmektedir.  Dolayısıyla  Rabbimiz,  Fil  Ashabının  üzerine  iri  taneli,  sert  yağmur  yağdıran  bulutlar  yollamıştır.  Kur’andaki  açıklamalara  göre,  yağmur  ve   fırtına  Allah’ın  ordularındandır.  Boran  /  Yıldırım,  gök  gürültüsü,  kuvvetli  rüzgâr,  sağanak  halinde  yağmuruyla,  dolusuyla  birlikte  beliren  ve  afet  olan  atmosfer  olayı,  olay  mahalline  ulaşırken  yol  boyunca  volkanik  dağlardan  toparladığı  siccilden  taşları /  pişmiş   volkanik  cürufları,  yağmuruyla,  dolusuyla  birlikte  Fil  Ashabının  üzerine  yağdırmıştır. Bu  bölgenin  Coğrafi  yapısına  bakılacak  olunursa  üstelik  de  çevrede  bir  çok  krater  çukurlarının  varlığı  bugün  dahi  çok  net  olarak  görülecektir. Bu  olayın  ardından  Siretü  İbn  İshak  eserinde  bu  bölgede  bir  süre  otun  dahi  yetişmediği  bildirilmektedir.

Sûrenin  5. ayetinde  de  “  Onları  yenik  bir  bitki  yaprağı  gibi  yapıverdi. “  ifadesiyle  onların  sonu  ibret  verici  bir  tablo  ile  gözler  önüne  serilmektedir.  Ayette  yaprağın  “ yenik “  diye  nitelendirilmesi,  onun  çürüdüğünü,  öğütüldüğünü,  böceklerin  delik  deşik  ederek  yeyip  parçaladığını,  ya  da  hayvanların  onu  yiyerek  öğüttüğü  andaki  halini  anlatmaktadır. Böylece  boranla  yağan  taşların  da  benzer  şekilde  Fil  ordusunun  darmadağınık  olarak  sağa  sola  kaçışan  insanlarının  bedenlerini  nasıl  paramparça  ettiklerini  somut  olarak  ortaya  koymaktadır. Sonlarının  rivayetlerle  belirtilen  çiçek  hastalığı  ile  de  bir  ilgisi  yoktur.

Saldırgan  Fil  Ashabının  bu  şekilde  yok  edilişi,  Allah’ın  mucizelerinden  sadece  biridir,  sıradan  rastgele  meydana  gelmiş  bir  olay  değildir.  Anlayabileceğimiz  ve  bir  öğüt  çıkarabileceğimiz  gibi,  Yüce  Rabbimiz  Allah’ın,  Beytullah ( Evim )  dediği  Kâbe’nin  himayesini  Mekke  müşriklerine  bırakmadığı,  bütün  insanlara  açık  ve  Kamuya  ait  olan  Evini  savunmak  için  olaya  bizzat  el  koyup  müdahale  ettiği  görülür.  Böylece  Allah,  programcılığı,  sonsuz  güç  ve  kudretiyle  hem  Kâbe’yi  hem  de  kısa  süre  sonra  alemlere  rahmet  olarak  göndereceği  son  elçinin,  Peygamberimizin  doğacağı  şehri  kötü  niyetlilerin  talanından  korumuştur. Yine  bu  olay  göstermiştir  ki,  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Ehlikitap  Hristiyan  / Allah’a  inanan  olduğu  halde  Ebrehe  ve  ordusunun  Allah’ın  kutsal  evini  yıkmalarını  ve  kutsal  yurda  hakim  olmalarını  takdir  etmemiştir. Gerçek  yaşanmış  bir  olayı  anlatan  Fil  Sûresinin  bu  kıssasının  iyi  düşünülmesi  ve  derslerin  çıkarılması  gerekir. Tarihte  de  bir  çok  İslam  düşmanı  Allah’ın  dinine  tuzak  kurmaya  çalışmış,  ama  bozguna  uğramış,  hepsi  de  helâk  olarak  tarihin  tozlu  sayfalarına  karışmışlardır.  Günümüzde  de  yine  bir  çok  İslam  düşmanı  Allah’a,  Peygamberine  ve  Kur’ana  saldırılarını  sürdürmektedir.  Ama  tarih  boyunca  yaşanan  olaylardan  ders  alınmalıdır  ki,  karşı  güçler  hangi  güçte  olursa  olsunlar,  Allah’ın  dini  karşısında  süper  güçlerinin  dahi  herhangi  bir  değeri  olamaz. Bugün  dahi  gerçekte  Allah’ın  yaratmış  olduğu  ordularından  olan  ve  Karbon,  Oksijen,  Hidrojen  ve  Azot  atomlarının  kombinasyonundan  oluşmuş  RNA  zinciri  denilen  bir  hücreli  Covit  denilen  Virüsün  yaşam  mücadelesi  vererek  çeşitli  mutasyonlarla  süper  güç  denilen  ülkeler  de  dahil  Dünya  insanlarına  çektirdiği  sıkıntılar  acaba  bizim  ibret  almamız,  aklımızı  başımıza  toplamamız  gereken  uyarılar  değil  midir ?

Sonuç  olarak  klasik  müfessirlerce  ebabil  kuşlarına  atfedilerek  masallaştırılan  bu  olayı,  kuş  mucizesi  diyerek  basite  indirgeyip,  hayretler  içerisinde  kalıp  eğlenmek  yerine,  Kur’anımızın  bize  naklettiklerinin  gerçeğini  anlayarak  okuyup,  düşünerek,  araştırarak  ve  sorgulayarak  bizler  de  kendimize  iletilen  gerçek  mesajın,  öğüdün,  yanlışlıklara,  kötülüklere  ve  haksızlıklara  karşı  Rabbimizin  bizzat  birtakım  mucizevi  olaylarla  tecelli  edip  müdahil  olacağının  farkına  varmaya   çalışalım.  Hacc  farızası  adı  altında  yerine  getirilen  ve  Kur’anın  anlatımlarıyla  da  hiç  bağdaşmayan  tutarsız,  saçma  ritüellerden  arındırılarak  Kâbe’yi,  Tevhit  öğretisinin,  İlâhiyatın  ilk  yüksek  okulunu  putlardan,  sahte  ilâhlardan  arındırarak  kalbimizi  ve  inancımızı  temiz  tutalım. Sûrenin  başında  dikkat  çekilen  Elem  tera  ifadesinin  uyarısıyla  aslında  bize  de  seslenilmekte,  önüne  konulan  hurafe,  masal,  hadislerle  uydurulmuş  dinlerin  dayatmalarıyla  atana,  inancına,  kalbine  yığdığın  putları,  şirki,  yanlışı   görmüyor  musun ?  Kur’anın  masal  anlatmadığının  farkında  değil  misin ?  Senin  için  öğüt  olması  gereken  Kitabına  sahip  çıkıyor  musun ?  Anlayarak  okuyor  musun ?  Aklını  kullanıyor  musun ?  Buna  göre  yaşıyor  musun ?  Din  kisvesi  altındaki  Ebrehe’ler  her  yerde,  her  dönemde  karşınızda  olacaktır,  dertleri  Din,  İman,  Kâbe  değildir. Günümüzde  olduğu  gibi  bütün  güçlülerin,  muktedirlerin  ortak  ve  tek  derdi  maddi  çıkarlarıdır,  kurdukları  düzenin  bozulmaması,  sömürü  mekanizmasının  ayakta  tutulmasıdır.  Ama  Allah  ve  Kur’anla  beraber  olanların  zaferi  kaçınılmaz  bir  gerçektir. Uzak  olanların  sonu  ise  hüsrandır !  Allah’ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur’anın  doğruları  sizinle  olsun !

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR.  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER!...

Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyinül Kur'an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET