Yüce Rabbimiz Allah katında tek Din olan İslam dışı ilkel ve batıl dinlere sahip topluluklarda, mitolojik doğa üstü olayların nakli ve inançları tarih boyunca egemen olmuş, yarı tanrı ve doğa üstü güçlere sahip bir çok insan figürünün yaptıkları ile ilgili insan üstü ve hayal ürünü farklı anlatımlara gerçekmiş gibi inanılmış, toplumların hayatında sihir, kehanet, büyü ve keramet denilen mucizevi olaylara inanmak çok kolay ve yaygın olmuş, aynı zamanda kurnazlar tarafından insanların sömürülmesi için, eğlence aracı olarak da kullanılmıştır. Bundan, Teolojik düşünce de tarih boyunca etkilenmiştir. O dönemlerin Haman veya sihirbaz denilen din adamları, kâhinleri, mecnunları, medyumları, falcıları ruhlarla, gerçek olmayan cinlerle konuştuklarını iddia eder, karıştırdıkları birtakım kimyasal maddelerle duman, renk değişimi elde ederek büyü, tılsım, el çabukluğu göz boyama oyunları ile gizemli bir havaya bürünür, bu yeteneğin, gücün kendilerine Tanrı tarafından verildiğini söylerlerdi. Bundan dolayı her dönemde insanlar, Allah'ın görevlendirmiş olduğu ve kendileri gibi yeyip içen, çarşılarda dolaşıp alışveriş yapan bir insanı peygamberliğe layık görmemişler, Enbiya Sûresinin 41. ayetinde " Ve hiç kuşkusuz senden önce bir çok elçiyle alay edildi. " denildiği gibi onlara karşı çıkmışlar, inanmamışlar, alay etmişler, onların sıra dışı ve sadece sözlü beyana dayanan iddialarına karşı, onlardan sıra dışı kanıtlar istemişler ve o güce sığınma arzusu ile, bu olağan dışılıklar isteğinde ısrarcı olmuşlardır. Bütün peygamberlerden bir el hareketiyle dağları yürütmesini, gökten su indirmesini, dağı altın yapmasını, gökten sofralar indirmesi gibi mucizeler istemişlerdir.
Geçmişte yaşamış insanların, hayatlarının gerçeği ve gereği olduğunu kabul ettikleri bu tür aldatmalara inandıkları ve kandıkları gibi, bugün de, gelecekte de bu kandırmalar ve inançlar, insan oğlunun fıtri yapısındaki akıl ve mantık dışı olumsuz dürtülerinin çok kolaylıkla ön plana çıkabilmesinden dolayı hep var olacaktır. Çünkü mucize, kehanet, sır, tılsım, büyü dini ile insanları kandırmanın en kolay yolu olan “ Tapınmanın dinleri “ ile, söz, akıl, mantık, vicdan dini olan gerçek Hakk Dini, hayatın kendisinin mucizeliği, tarih boyunca hep karşı karşıya gelmiştir. Hatta tapınak dinleri ve batıl inançlar, çok kolaylıkla ve hazır elde edilebildiğinden, ikincisini hep bastırmış, istila etmiştir. Hala da öyledir, bugün dahi Ehlisünnet ve Ehlibeyt ekolü içerisinde olan Tarikat ve Cemaatler, peygamber mucizelerine inanmanın, inancın önde gelen şartlarından biri olarak görmektedirler. Çünkü insanlar çoğunlukla akıllarını, vicdanlarını kullanmakta tembel ve ketumdurlar, bilgi edinerek düşünceyi kullanmamakta, önlerine konulan yanlışı sorgulamamakta da ısrarcıdırlar. Sürü halinde cehaletin sarmalında başkalarının aklına uymaya, Kur'anın ifade ettiği gibi ( Raina / bizi güt ) demeye ve güdülmeye çok yatkındırlar.
Oysa Kur’anda bu tür inançların ve mucizelere dayalı din anlayışının, insanların mucize ve kehanet taleplerinin, İsra Sûresinin 59. ayetinde " Bizi mucizelerle peygamber göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin onu yalanlamış olmasıdır. Semud kavmine o dişi deveyi verdik. Ama onlar bunu hiç önemsemediler. Oysa Biz ayetleri / mucizeleri / tahrip ve helâk edici doğa olaylarını, ancak uyarıp korkutmak için göndeririz. " ifadelerinde belirtildiği gibi geçmiş dönemlerde de, Peygamberimiz döneminde de reddedildiği, Allah’ın yönetiminin ve ikna etmesinin yolunun bu olmadığı, Allah’tan başka hiç bir insanın doğa üstü olaylarla mucize oluşturamayacağı, bundan başka da daha pek çok ayrıntılı ayetlerle bize anlatılmaktadır.
Mucize : İnsan aklını ve kudretini aciz bırakan, onun güç yetiremeyeceği şeyler ve olaylardır. Kur’anda mucize sözcüğü yer almaz. Bunun yerine ısrarla “ ayet “ sözcüğü kullanılmıştır. Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz sınırsız ve devasa yapıdaki gökyüzü ve sistemleri, kendi bedenimiz de dahil gökte ve yeryüzünde yaratılmış ve var olan canlı cansız her şeye Kur'anımızda ayet deniliyor. Olmakta olan, olmuş olan, her şeye de “ yaratma, yaratılış “ deniliyor. Zaten insan için de çevremizde gördüğümüz bütün yaratılmış olanlar, yerde ve gökyüzünde birbirini izleyen olaylar ve bizzat insanın kendisi, insanın yapamayacağı mucize olaylar değil midir ? Bunun yanı sıra Kur’an, bütün peygamberlerin toplumlarına getirdiği şeyin mucize değil, “ söz, açıklama yapma, beyan etmeyi “ ısrarla alametler – göstergeler / ayetün beyyinat olduğunu belirtmektedir. İnsanların kendi varlıklarını, hayatlarında ve çevrelerindeki Allah'ın oluşturduğu mucizeleri de görmeyerek, Peygamberler aracılığı ile indirdiği kitaplarındaki söze dayalı apaçık delilleri yetersiz bularak, her zaman ısrarla olağan dışı mucize istemeleri alışkanlığı, her görevlendirilen peygamberi reddetmelerine neden olduğu gibi, bizim peygamberimizden yapılan talepler de hep bu yönde olmuştur.
MÜMİN 78 : Ve andolsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. Hiç bir elçi, Allah’ın izni olmaksızın bir ayet / alamet – gösterge / mucize getiremez. Artık Allah’ın emri gelince hak ile gerçekleştirilir.
RAD 38 : Andolsun ki Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet / nesil verdik. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni olmadan herhangi bir alamet / gösterge / mucize getirmek de yoktur. Her ecel / sonuç için bir yazı / neden vardır.
ANKEBUT 49 – 50 : “ Fakat bu Kur’an, kendilerine bilgi verilenlerin içlerine işleyen, söze dayalı apaçık ayetlerdir. / mucizedir. Bizim ayetlerimizi ancak zalimler inkâr eder. ” Buna rağmen hala “ O’na Rabbinden güce dayalı olağan üstü mucizeler / ayet indirilmeli değil miydi ? “ diyorlar. Söyle onlara “ O güce dayalı mucizeler / ayetler Allah’ın kudretindedir. Ben sadece uyarıcıyım. ”
Evrende Allah’ın yaratmasının ve yaşamın devamı için koyduğu ( Fizik, Kimya, Biyoloji, Astro Fizik, Uzay, Manyetik etkileşmeler gibi ) kanunlar, kurallar ve nedenler zinciri vardır. Allah'ın değişmez bir ölçüsü, hükmü olan ve Sünnetullah denilen bu zincirde, enerji değişimine bağlı olarak neden sonuç ilişkisiyle olaylar birbirinin peşi sıra oluşur. Bir olay diğerini, o da bir başka olayı meydana getirir. Evrende her olay için neden hasıl olunca sonuç da kaçınılmaz olur. İnsanların anladığı gibi mucize, herhangi bir kişinin kendi hüneri değildir. Aslında mucize Allah’ın fiilleridir. Allah’ın oluşturmalarıdır. Mucize denilen doğa olaylarını her hangi bir peygamberin zamanında oluşturan, yaratan ve gösteren, bizzat Allah’ın Kendisidir. Tarih boyunca gelmiş, geçmiş peygamberlerin hayatındaki inanmayan müşriklere, depremle, yangınla, fırtına ve boranla, sel felaketi ile, volkanik patlamalarla gökten indirilen taşlarla, iklim değişiklikleriyle, değişik bakteri, virüs gibi tek hücreli organizmaların mikrobik salgın hastalıklarıyla verilen cezaların hepsi de Allah’ın Sünnetullah, kanun ve kurallar zinciri ile tecelli ettirdiği mucizeleridir.
İnsanoğlunun, bizzat kendisinde ve başını kaldırdığında gördüğü her şey, “ Enfusi ve afaki “ mucize delilleridir, Allah’ın oluşturmalarıdır ve ayetleridir. El, göz, kulak, kalp, doğum, ölüm, yemek, içmek, su, et, süt, ekmek ve bütün yiyecekler, içecekler, yer, gök ve arasındaki bütün yaratılmış olanlar hepsi birer ayettir. Allah'ın insanlara bahşetmiş olduğu nimetlerdir. Bunların hepsi insanı aciz bırakan şeyler ve olaylardır. Bizim vücudumuzun işleyişi ile ilgili fonksiyonlar ve fıtri olarak var olan mucizeler, yaratılışımız, beslenmemiz, büyümemiz, gelişmemiz, yetişkin olmamız ve hayatımızın sürdürülmesi enfusi mucize delilleridir. Bedenimizin dışındaki gördüğümüz canlı ve cansız varlıklar ve onlardaki harika dizayn, tasarım, ölçü, Evrenin ve doğanın düzeni ve doğa dengesine sağladıkları katkı ve işlev mucizeleri de afaki delillerdir. Bütün bunlar " görünmeyeni görülenlerle ve eserleri " ile gören gözler, işiten kulaklar, akıl eden vicdanlar için Allah'ın varlığının, ilminin, büyüklüğünün, gücünün, zenginliğinin kanıtlarıdır. Fakat bunlara rağmen enfusi ve afaki olarak yaratılmış olanlardaki mucizenin, muzazzam bir matematik hesaplamanın, harika mühendislik tasarımların ve sanatının olduğunun farkına varamayan, Kur'anın mucizevi anlatımlarının bilincinde olamayan birtakım kimseler de ortaya çıkmakta, Kur'anın dışında Mezhepleşme, Tarikat ve Cemaat bölünmeleriyle yanlış yaşanan ve yaşatılan dinlere bakarak önce sığınılacak ve yaratmış olan bir Tanrı var, ama peygamber ve kitap diye bir şey yok inancında Deist, ardından Allah, peygamber, kitap diye bir şey yok, her şey Evrenin kendi iç dinamikleriyle oluşmaktadır inancında olan Ateist, ve onun ardından da Allah'ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez deyip Agnostik ( Bilinemezci ) olduğunu dile getirebilmektedir. Ama kendileri önce yanlışlarla dolu meallerin dışında Kur'anın kendisini bilmiyorlar ki ! Buradan Allah'ı tanıma çabasında ve niyetinde olmuyorlar ki ! Peki Allah yoktur, varlığı da ispat edilemez diyen arkadaşlara soralım ! Enerji değişimleriyle ısınan veya soğuyan havayı, nedeni olan enerjiyi tutabilir misiniz ? Ama var olduğunu sonuçlarıyla hissedersiniz değil mi ? İşte Allah da yarattıklarıyla, oluşturduklarıyla, Evrende kurduğu yaşam düzeni ile kaimdir. Size buğday, arpa, pirinç, nohut, mısır olarak bildiğimiz, şekil, koku, renk ve işlev ile farklı olarak gördüğümüz tahıl ürünlerinden örnek verelim. Hepsinin kökeninde karbon, hidrojen ve oksijen atomlarından oluşmuş glikoz moleküllerinin farklı sayıdaki kombinasyonuyla yer alan nişasta molekülleri bulunmaktadır. Hadi gücünüz, bilginiz, teknolojiniz yetiyorsa laboratuvara girin, yaratılmış ve var olan atomları ve maddeyi kullanarak değil, başka yeni atomlar oluşturun, onlardan da değişik kombinasyonlarla farklı renklerde, kokuda ve yapıda çiçekler, bitkiler, böcekler üretin. Ya da onları salın ortaya kendi iç dinamikleriyle değişik yapıda ve kombinasyonlarla ortaya çıkıversinler !..
Kur’anda, Maide Sûresinin 112 – 115. ayetlerinde, " 112 : Hani havariler “ Ey Meryem Oğlu İsa ! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi ? “ demişlerdi. İsa “ Eğer iman edenlerseniz Allah’ın koruması altına girin “ demişti. 113 : Havariler : “ Biz istiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim. Ve biz de buna tanık olalım. “ dediler. 114 : Meryem oğlu İsa : “ Rabbimiz ! Bizim üzerimize bizim için, öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bir bayram ve senden bir alamet / gösterge olarak gökten bir sofra indir. Ve bizi rızıklandır. Ve Sen rızık verenlerin en hayırlısısın “ dedi. 115 : Allah dedi ki : “ Şüphesiz Ben, onun size indiricisiyim. Artık bundan sonra kim inanmazsa, Ben onu alemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azapla azaplandıracağım. ” diyalogları ile İsa Peygamberin havarilerinin Allah’ın gökten bir sofra indirmesi istekleri dile getirilir. Allah’ da adeta siz farkında değilsiniz amma “ Ben onu size hiç kuşkusuz yer sofrası olarak zaten indirip durmaktayım “ diye cevap vermektedir. Gerçekte görebilen göz, düşünen akıl için, etrafımızda gördüğümüz bütün nimetler, bitkisel ve hayvansal yiyecekler, besinler, içecekler, Yüce Rabbimizin bizim için yarattığı ve binlerce yıldır indirdiği sofralar değil midir ? Rabbimiz de bu ayetle aslında mecazi olarak " Ben size doğru yol için vahyimi, ayetlerimi, yarattıklarımı gösterip sürekli indirip durmaktayım, siz hala bunun farkında değil misiniz ? Aklınızı kullanmaz mısınız ? " diye bize sormaktadır. Tabii ki Kur’anı anlamak için okuyana ve tefekkür edebilene !
Buna rağmen bu ayete bağlı olarak rivayet ve masal mekanizması hemen devreye girmiş ve onlara göre, gökten hazır donanımlı bir sofra inmiştir. Üzerinde de her şey vardır. Kimine göre sofrada kılçıksız, pulsuz bir balık vardı. Kimine göre de sofradaki, dünyadaki tüm yiyeceklerin lezzetini veren bir balıktı. Kimine göre de Cennet nimetlerindendi. Havariler hep bu sofradan beslenirlerdi. Sonra birisi hırsızlık etti ve sofra bir daha inmez oldu.
Yahudiler ortada olmayan gerçek Tevrat dışında Çıkış, Levililer, Tesniye, Sözler, Eski Ahit, Talmut, Tora adını verdikleri, Hristiyanlar ortada gerçek İncil olmadığı halde Kanonik İncil, Apokrif İncil dedikleri yüzlerce sonradan insan eliyle yazılmış, peygamberlere ait pek çok mitolojik olayı mucizeleştirmişler ve bilhassa Yahudi Hahamlarının insanları kandırmak için uydurdukları rivayetleri, masalları Kitabı Mukaddes adlı kitapta toplamışlardır. Bu kitapta anlatılanların hepsi gerçek dışı olan, insanların hayal gücünün ürünüdür. Böyle olduğu halde, yeni Müslüman olmuş, fakat bu eserlerin ve Yunan mitolojisinin etkisinden kurtulamamış klasik tefsircilerin, ama zaafiyetlerinin sonucu, ama cahilliklerinden veya art niyetlerinden, veya başka kaynak da bulamamış olduklarından dolayı Kur’an tefsirlerinde de bu anlatılan mucizevi masalları aynen görmekteyiz. Peygamberimizden önceki peygamberlerle ilgili olarak anlatılanlar, sihir ve mucize karışımı ile gerçek olduğundan farklı algılanmış, Müslümanların hayatına da Peygamber mucizeleri olarak sokulmuştur. Musa’nın asasını yılana çevirmesi, asası ile denizi yarması, kayadan su fışkırtması, İsa’nın ölüleri diriltmesi, körleri iyi etmesi, Yunus’u balığın yutması, kırk gün sonra karnından çıkarması, Ashabı Kehf’in / mağara halkının üç yüz yıl mağarada uyuması, İbrahim’in ateşe atılması ve ateşin onu yakmaması, gökten ona kurbanlık koyun indirilmesi, Kör olan Yakub'un gözlerinin Yusuf'un gömleği ile açılması, Salih'in devesinin kayadan çıkması ve bunun gibi pek çok hikâye de Müslümanların inançları arasına, Peygamberlerin mucizeleri olarak yerleştirilmiştir. Bu noktada Müslüman ulemanın aklının sağlıklı düşünemediğini, özgün ve Kur’anın lafzına uygun gerçekçi yorumlar üretemediğini, Allah’ın Kitabındaki anlatım sanatının inceliklerini yeterince anlayamadığını ve işin kolayına kaçarak, zaten Haham düzmeceleriyle dolu tahrif edilmiş Tevrat’a bakıp tefsir yaptığını görüyoruz. Bugün Kur’an tefsirinin, çevirilerinin düzmece Tevrat / Talmut Eski Ahit esaretinden kurtarılması, gerçeğe yönelik olarak yeniden yorumlanması gerekmektedir. Furkan Sûresinin 20. ayetinde " Biz senden evvel de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, çünkü bütün peygamberler, bizim gibi etten kemikten yapılmış, doğa üstü güçleri olmayan insanlardır.
Kur’an eski dönemlerde yaşanmış olan olaylarla ilgili olarak tarihe dikkat çekerek öğütlerle bilgiler aktarmak üzere peygamber kıssalarını anlatırken, zaman ve mekân bildirmez. Arap edebiyatı şiirinin, dil kurallarının, mecazi anlatım sanatıyla, deyimleriyle müteşabih ayetleri, Cennet ve Cehennemi anlatırken, sahnedeymiş gibi temsili tiyatro sanatını kullanır. Bu nedenle, Kur’anda peygamber kıssaları, masal dinlemeye çok yatkın olan Arapların kullandığı deyimlerle anlatılarak, denk düşen bir dille, bize gerçek yaşanmışlıkların öğüdü ve tarihi bilgiler verilirken, aslında asanın da, dirilen ölünün de, içine atılan ateşin de, insanı yutan balığın da, canlanan kuşun da mecazi ama gerçek dünyadan olan açıklamaları ve karşılıkları vardır. Çünkü gerçek dünyada, mucizelere konu edilen bütün peygamberlerin, bir meslekleri, hepsinde de farklı farklı olan becerileri vardır. Öncelikle de hepsi bizim gibi doğa üstü güçleri olmayan birer insandır. İbrahim peygamber’in gökyüzünü incelediği, gökyüzü araştırmacısı olduğu söylenir. Musa Peygamber’in, barajlar ve su kanalları ile tapınak binalarını inşa edebilen bir mühendis gibi eğitim aldığı, İsa Peygamber’in tıp öğrenimi görmüş olduğu, trahomlu göz hastalığını tedavi edebildiği, Davud peygamberin dağdaki hayvanları, kuşları ehlileştirerek özelliklerini bildikleri, onlardan yararlandıkları tarih kayıtlarında anlatılmaktadır.
MÜŞRİKLERİN PEYGAMBERİMİZDEN MUCİZE İSTEKLERİ : Kitabımız Kur’anda Rabbimiz pek çok ayette Peygamberimize ısrarla “ Ben bir beşerim, Ben de sizin gibi bir insanım, Ben sizin arkadaşınızım, Ben sadece bir uyarıcıyım, mucizeler Rabbimin katındadır. “ dedirttiği halde müşrikler, Peygamberimizden de mucize isteme hastalığını ısrarla sürdürmüşlerdir.
RAD 7 : Ve küfreden, inanmayan şu kimseler “ Rabbinden ona bir mucize indirilmeli değil miydi ? “ diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her toplum için bir yol gösterici vardır.
NİSA 153 : Kitap ehli, / Yahudi ve Hristiyanlar, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Ve onlar kesinlikle Musa’dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi. De : “ Allah’ı bize açıkça göster “ demişlerdi. Sonra da haksızlıkları sebebiyle de kendilerini yıldırım çarptı.
İSRA 90 – 93 : Ve “ Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı, onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin. Yahut Allah’ı ve Melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı. Yahut göğe yükselmelisin, ancak senin yükselişine öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız.” Dediler. Sen de ki : “ Rabbim bütün noksanlıklardan arınıktır. Ben beşer bir elçiden başka bir şey değilim.
Rabbimiz, insanların geçmişten bu yana ortaya koydukları bu tutumlarını tekrarlayacaklarını bildiğinden her meydan okuyuşa, somut bir mucize ile cevap vermeyeceğini ve yine de inanmayacaklarını ( Yunus 96. Enam 7. Enam 111. İsra 59. Nahl 36. İbrahim 9. ) ayetleriyle belirttikten ve gerekli uyarıları yaptıktan sonra da, Mekke müşrikleri için tek ve en büyük mucizenin Kur’an olduğunu söyleyerek Ankebut Sûresinin 51. ayeti ile " Sana indirdiğimiz bu Kur’an, o mucize isteyenlere karşı okunup dururken onlara yetmedi mi ? Bunda inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve öğüt vardır. " ifadeleriyle mucize konusuna noktayı koymuş ve konuyu kapatmıştır.
Yukarıda naklettiğimiz bu kadar uyarı ayetine rağmen, hala gelenekçi kimi müfessirlerde ve günümüzün ünlü ilâhiyatçı öğretim görevlisi profesörlerinde dahi Resulullah'a mucize olarak sadece Kur’an, önceki peygamberlere ise birtakım özel olağan üstü mucizelerin verildiği şeklinde görüş bulunmaktadır. Bu görüş elbette ki tutarlı değildir, Kur’an ayetlerinin inkârıdır, küfürdür. Çünkü bütün peygamberler insandır, hepsine verilenler aynıydı, ( ayetün beyyinat ) söze dayalı ayetler idi. Hiç birisine de insanları yola getirmek için söze dayalı apaçık deliller dışında bir şey verilmemişti. Öncekilere mucize gösterme yeteneği verilmişti ama sonrakilere verilmedi diye peygamberler arasında ayrım yapmak, ( Bakara 136. Ali İmran 84. ) ayetlerinde ( Biz peygamberlerin arasında hiç bir ayrım yapmayız ) denilen sözleri inkâr etmek anlamına gelir. Aynı zamanda Kur’anın genel olarak ortaya koyduğu nakli delillere ve insanlığın eşit şekilde imtihan edilmesi, aynı sorulara muhatap edilmesi ilkesine ters düşer.
KUR’ANIN KENDİSİNİN MUCİZE OLUŞU : Yüce Rabbimizin, Peygamberimizin aracılığı ile söze dayalı olarak gösterdiği bu Kur’an mucizesi, elbette ki Mekke müşriklerinin beklediği türden bir mucize olmamıştır. Ne insanı hayretler içinde bırakan bir görüntüdür, ne de akılları sarsan bir olaydır. İşittikleri, anladıkları, gönülleri kuşatan, idrakleri sarsan, hikmet dolu, edebiyatın en güzel sanat örneklerini gösteren sözler onlara yeterli gelmemişti. Kibirlerinden, atalarının inançlarına bağlılıklarından ve en önemlisi de o günkü bilgi düzeyi ile Kur’anın gerçekten en büyük bir mucize olduğunu kavrayamamışlardı. Halbuki Kur’anın kendisi başlı başına bir mucizedir. Bugün gelişen bilim ve teknoloji ile, Kur’anın bilgisayar ile daha iyi analiz edilebilmesi sonucu geldiğimiz noktada, Kur’anın kesinlikle insan üstü bir kaynaktan, Allah’tan geldiği artık hiç tartışmasızdır. Çünkü, İslam’ın son peygamberi olan Muhammed ( a.s. ) ın daha önce hiç bir dini kaynağı okumayıp ümmi olduğu yapısıyla birlikte, o dönemin insanlarının da bilimden ve teknolojiden uzak olması, Kur’anın gelecekten böylesine ayrıntılı ve incelikli haber vermesi, yazılım zamanındaki bilimsel seviyenin çok üzerinde olması, bilimsel temellere dayalı anlatımlar içermesi ve bu anlatımların gerçek olduğunun, pek çoğunun da bu günkü teknoloji ve bilimle ortaya konmuş olması, bin dört yüz yıl sonra Kur’anın kendisinin mucizeliğini kesinlikle kanıtlamaktadır.
Kur’an ayetlerinin değindiği konulara göre, bugün ortaya konmuş olan mucizeleri ( bilimsel mucizeler ), ( gaybdan verilen haberler ), ( Edebi anlatım sanatı mucizeleri ) ( şifreler ve matematiksel mucizeler ) olarak sınıflandırabiliriz. Bugün sayılamayacak kadar çok olan Kur’anın mucizelerinden bazılarına burada yer vermeye çalışalım.
Bilim adamlarınca Big – Bang denilerek ve tek bir noktadan, sıfır hacimden, adeta hiçlikten form değişikliği ile madde ve enerjinin ortaya çıkması sonucunda Evrenin oluştuğu, sürekli genişlediği, yine belli bir süre sonra Evrenin büyük bir çöküşle eski durumuna döneceğinin iddia edilmesine, Kur’anda Enbiya Sûresinin 104. ayetinde işaret edilmektedir.
ENBİYA 104 : Biz göğü kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, oluşturmaya ilk başladığımız zaman gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu yeniden var edeceğiz. Şüphesiz Biz yapanlarız.
ZARİYAT 47 : Ve sema / Gökyüzü, Evren Biz onu kudretimizle / sağlamca bina ettik. Hiç şüphesiz Biz genişleticileriz.
Bu ayetlerin indirildiği zamanda henüz kitap olmamasına rağmen, bugün insanların okuduğu bir kitap sayfasını buruşturup atmasına vurgu yapılmaktadır. Göğün de okunup buruşturulan kitap sayfaları haline dönüştürüleceği ve göğün büyük bir çöküşle eski durumuna getirileceği ve tekrar yeni bir evrenin oluşturulacağı, zamanımızda ispat edilen Evrenin genişlediği gerçeği, bin dört yüz yıl önceden belirtilmektedir. Enbiya Sûresinin 30 - 33. ayetlerinde " Ve şu kâfirler ; gökler ve yer bitişik bir halde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan oluşturduğumuzu görmediler mi ? Buna rağmen hala inanmıyorlar mı ? Ve Biz yeryüzünün içinde, size sofra olsun diye sağlam kazıklar yaptık. Ve orada kılavuzlandıkları yollarını bulsunlar diye bol bol yollar oluşturduk. Ve Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise gökyüzünün mucizelerinden yüz çevirenlerdir. Ve o geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı oluşturandır. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, bu ayetlerle Kur’anda yaklaşık 1400 yıl önce söylenen, sağlam kazık ifadesi ile dağların bugün depremleri önlediği ispat edilmiştir. İnsanların dünyanın yuvarlak olduğunu dahi bilmediği bu zaman diliminde Güneşin Ay’ın ve gök cisimlerinin uzayda kendi yörüngelerinde yüzdüğü anlatılmaktadır. Evrenin ilk oluşumunda neredeyse sıfır hacimde iken patlama ile ayrışarak genişlediği ve önceleri sıvı halde olduğu gerçeği, bugün Cern deneyleri ile ancak ispat edilebilmiştir. Yine bugünün bilimsel çalışmalarının ortaya koyduğu pek çok gerçek, örneğin ; Göklerin ve yerin yoktan yaratılması ( Enam 101. ), Dağların bulutlar gibi sürüklendiği ifadesi ile sabit durmadığı ( Neml 88. ), Arzın ve Evrenin eksiltildiği ( Rad 41.), Yedi göğün ve yedi yerin yaratılışı ifadesi ile Gökyüzünün ve yeryüzünün katmanları ( Talak 12. ) Evrenin genişlemesi ( Zariyat 47. ) gibi ileriye yönelik olan bilgiler göz önüne serilmektedir.
Bunların yanı sıra Kur’an ayetlerinde ele alınan pek çok isimlerde, kavramlarda, terimlerde matematiksel bağlantılar ve mucizeler yer almaktadır. Örneğin : Dünya ve Ahiret sözcüklerinin tekrarı eşit olarak 115 kere, Şeytan ve Melek sözcükleri eşit olarak 88 kere, İman – küfür sözcükleri eşit olarak 25 kere, Cehennem ve Cennet aynı sayıda 77 kere yer almaktadır. Gün sözcüğü 365, günler sözcüğü 30, ay sözcüğü 12, kadın erkek sözcükleri 23 er kez yer alır ve bu iki sayının toplamı olan 46 da insanın sahip olduğu kromozom sayısıdır. Bu cümleden olarak Kur'anda 1 ayette incir, 7 ayette de zeytin ve ağacından söz edilir. Bu ayrıntı ile ilgili olarak Japon bilim adamları, insanların neden yaşlandıkları ile ilgili yaptıkları araştırmalarda, insan beyninin bir bölgesinden kükürt içerikli bir hormonun genç yaşlarda oldukça fazla miktarda salgılandığını, ilerleyen yaşlarda azaldığını ve böylece yaşlanmanın oluştuğunu tespit etmişler, yaşlanmayı geciktirebilmek amacıyla bitkiler üzerinde yaptıkları araştırmalar sonucunda bir incir ve yedi zeytinden elde ettikleri jelin bunu sağladığını görmüşler. Kur'anda da böyle bir oranda incir ve zeytin sözcüklerinin bulunmasından dolayı, bunun Allah'ın insanlara verdiği bir mesaj ve ipucu olduğunu düşünerek Müslüman olmuşlardır. Gerçekten Kur'anda incir sözcüğü Tin Sûresinde 1 defa, zeytin sözcüğü ise Enam 99, 141, Nahl 11, Müminun 20, Nur 35, Abese 29, Tin 1, ayetlerinde toplam yedi kez yer almaktadır. Bu olay bin dört yüz yıl sonra ortaya konmuş Kur'an mucizesi değil de nedir ?
Kıyamet Sûresinin 3 - 4. ayetlerinde " O insan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor ? Evet, Biz onun parmak uçlarını / tüm organlarını düzenlemeye gücü yetenleriz. ! " ifadelerinde gördüğümüz gibi ayetin orijinalinde kök anlamı itibariyle " güzel koku, parmak uçları, vücudun tüm organları " anlamına da gelerek yer alan " benan " sözcüğü ile kemiklere varıncaya kadar, vücudun en ince ayrıntılarına kadar aynen toparlanıp bir araya getirilebileceği anlatılmaktadır. Son yıllarda parmak izinin her insanda farklı olduğunun bilimsel yolla anlaşılarak keşfedilmesiyle, bu gerçeğin asırlar önce Kur'anda bildirilmiş olması nedeniyle bu nokta Kur'anın mucizeleri arasında görülmeye başlanmıştır. Oysa parmak izindeki benzemezlik mucizesi, sadece parmak izine mahsus değildir. Günümüzde artık yaygın olarak kullanılmaya başlanmış olan ses de, göz retinası da bir benzemezlik mucizesi taşımaktadır. Aslında bu benzemezlik mucizeleri insanın her organında, her dokusunda mevcuttur. Çünkü bütün insanların DNA ve RNA ları dahi birbirinden farklıdır. Peki bütün bu ayrıntılara asırlar önce değinen Kur'an gerçekten mucize bir kitap değil midir ? Bu bilgilerden haberin olunmadığı dönemde bunları bir insanın uydurması mümkün olabilir mi ?
Ankebut Sûresinin 41. ayetinde Allah’a ortak koşanlar, kendilerine veli dedirttiren kişilerin peşinden giderek gruplara bölünenler için, “ Onların evi dişi örümceğin evi gibi tehlikeli bir evdir. “ ifadesi başlı başına mucizelerle doludur. Zira bugün, bilimsel araştırmalar ortaya koymuştur ki, dişi örümceğin beden yapısı diğer hayvanlardan ayrıcalıklı olarak erkek örümceğin beden yapısından daha iridir. Ve dişi örümcek çiftleştikten sonra, erkek örümceği öldürerek yemektedir. Ve bu tehlikeli evi dişi örümceğin ördüğü de ispatlanmıştır. Bunlardan başka, daha pek çok konuda olduğu gibi, Kur’an uzayın genişlediğinden, dünya atmosferinin korunmuş tavan olduğuna, denizlerin altındaki dalgalardan, denizlerin birbirine karışmamasına, bugün uzay biliminin tespit ettiği nebulalara ( Rahman 37 ), gökten inen belli miktardaki suya, insanın yaratılışındaki bugünkü tıbbın ortaya koyduğu en ince ayrıntıya kadar, gözleri ve kalpleri körleşmemiş olanları ve bilhassa bilimsel çalışmaların içinde bulunanları hayran bırakacak mucizeleri, ortaya koymaktadır. Bütün bu bilgiler 1400 yıl önce insanlığın gözünün önüne serilmektedir.
Üstelik de ; Neml Sûresinin 93. ayetinde : " Ve de ki : Allah’a hamdolsun. O size ayetlerini / mucizelerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin yaptıklarınızdan gafil değil. " Fussilet Suresinin 53. ayetinde de : " Biz onlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi / mucizelerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi ? " ifadeleriyle Kur’anın vahyinden sonra, bugün gelinen bilim ve teknoloji ile anlaşıldığı gibi, ileride Allah’ın belirleyeceği bir zamanda önemli işaretlerin belireceği, gerek ileride gerekse insanlık alemi içerisinde “ zikrin “ Kur’anın hakk / gerçek olduğunun kanıtlanacağı bildirilmektedir. Yunus Sûresinin 20. ayetinde de buna benzer şekilde, Kur’anın kendisinin mucize olduğunun ileride anlaşılacağına vurgu yapılmaktadır. Çünkü Hakk olan bu kitap, Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji, Genetik bilim dallarında öylesine bilimsel gerçekleri müteşabih ayetlerle bildirmiş ki, o dönemin koşulları ile bunları idrak etmenin elbette ki imkânı yoktu.
Bugün yine bilgisayar desteği ile ortaya konmuş ve matematiksel bir sistemle, Kur’an içinde 19 lu kod mucizesinin varlığından söz edilmektedir. Yıllar önce de besmeledeki harflerin sayısına atfen 19 bin alemden söz edenler olmuştu amma bu bir zanda kalmıştı. 19 sayısı Kur’anda iniş sırasına göre 4. sırada, elimizdeki Kur’an Mushafında ise 74. sırada olan Müddessir Suresinde geçer. Kur’anda Matematiksel bir yapının kodu olarak 19 lu sistem, 1974 yılında biyokimya doktoru Reşad Halife tarafından ortaya atılmış, EDİP YÜKSEL tarafından günümüzde kitaplaştırılmıştır. Bu sistemde Kur’an içinde pek çok ayrıntı 19 ile bağlantılı olarak gösterilmektedir. 19 kod sistemi Allah'ın Kitabına koyduğu ilâhi bir matematiksel imzasıdır. Orta çağ batı filozoflarından Platon bile " Allah geometri ve matematik kullanmaktadır " demiştir. Ancak Allah'ın Kendisi Kur'an çerçevesinde koyduğu bu 19 kod sistemine mahkûm değildir. Abartarak Allah sözcüğünü de bu sisteme dahil etmek doğru değildir, Allah bu sistemden münezzehtir. Örneğin: * Kur’anın ilk ayeti besmele 19 harften oluşmaktadır. * Kur’an 114 Sûreden oluşmuştur. ( 19 x 6 ) * Kur'anda sonradan ilave edilmiş numarasız Besmelelerle birlikte 6346 ayet bulunmaktadır. ( 19 x 334 ) * İlk vahyedilen Alak Sûresi 19 ayettir, Mushafta sondan 19. sıradadır. Buna benzer daha pek çok örnek de gösterilmektedir.
Yüce Kitabımız Kur’anda, pek çok peygamber kıssaları ile örnekler verilerek, mucizeler konusunda gerekli uyarılarla dikkat çekilmesine rağmen, bazı Müslümanlar uydurulmuş rivayetlerin, masalların, hadislerin sanki gerçekmiş gibi karanlığında yürüyerek, mesela “ Allah isterse neden olmasın “ mantığıyla peşinden gitmekte, dinin bir parçası olarak inanmaya devam etmektedir. Bunu bilhassa, cahil insanları bu masallarla uyutarak etrafında kuru kalabalıkları oluşturmak isteyen grupların, Tarikatların şeyhleri, imamları yapmaktadır. Bilinmelidir ki, burada asıl söz konusu olan husus, Allah’ın bu olaylara gücünün yetip yetmeyeceği değildir. Çünkü Allah’ın her şeye kadir olduğundan hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Allah’ın yarattığı, çevremizde oluşturduğu her şey zaten bizim için mucizedir. Asıl mesele, böyle inançlara Kur’an aklıyla onay verilip verilmediği, Allah’ın Kâinatın işleyişi için Kendisinin koyduğu, kıyamete kadar süreceğini, değişmeyeceğini söylediği kurallara, hükümlere ( Sünnetullah’a ) uyup uymadığıdır.
PEYGAMBERİMİZE ATFEN UYDURULAN MUCİZELER : Bugün Müslümanların yapacakları şey, her konuda olduğu gibi bu mucize konusunda da sadece Yüce Rabbimizin Kur’andaki mesajlarına dikkat etmektir. Bunun için de Kur’anın ayetleri, anlaşılmak üzere meallerinden, tefsirlerinden okunmalı ve tefekkür edilerek akıl egemen kılınmalıdır. Aksi halde Allah’ın sonsuz kudretini dile getirerek, koyu cahil ya da dindar geçinen kalabalıklar üzerinden menfaat sağlayıp, onları istismar etmek isteyen din tüccarlarının önüne geçilemez. Peki geçilebilmiş midir ? Tabii ki geçilememiştir. Bunun sonucunda da bugün Peygamberimize atfedilerek uydurulan yalanlarla, rivayet ve hadislerle aynen müşriklerin istedikleri gibi, Peygamberimiz göğe miraca yükseltilmiş, Ay iki parçaya böldürülmüş, Peygamberin parmaklarından su fışkırttırılmış, hayvanlarıyla beraber koskoca ordunun su ihtiyacı karşılanmış, ağaç köklerini sürüyerek yürüttürülmüş, duvar konuşturulmuş, gelecekten haberler verdirilmiş, buna benzer daha yüzlerce olay, Peygamberimizin mucizeleri denilerek Müslümanların inancına yerleştirilmiştir. Böylece Kur’an bir tarafa bırakılarak, geçmiş ilâhi kitapların tahrif edilmesi sonucu ortaya çıkmış olan gerçek dışı olaylar, diğer peygamberlere atfedildiği gibi, adeta bizim Peygamberimize de en büyük dercesine, yüze katlanarak adapte edilmiştir. Böylece o gerçek Kur’an mümini, Allah’ın son elçisi, hiç bir şeyden habersiz olan Peygamberimiz, Nebilerin Nebisi, ilâhların ilâhı, Kâinatın Efendisi, haline getirilmiştir. Bunu yapanlar, bunlara inananlar, Dinimizin asıl kaynağı Kur'anda Zümer Sûresinin 65. ayetinde : " Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi : Andolsun ki ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gider. Ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. " denilerek şirk ve Allah'a ortak koşma konusundaki uyarısı, üstelikte de Yüce Rabbimizin aynı ayet içerisinde iki defa and içmesi, kasem ederek dikkat çekmesi ifadesiyle uyarılarının yapıldığı bu ve bundan başka yüzlerce ayetinden hiç mi haberdar değillerdir.
Uydurulmuş rivayetler ve hadisler, Sahihi Buhari’ye ait tefsir ve Peygamberin Alametleri, Menkıbeler ve Ensar’ın Menkıbeleri adlı eserlerde yer almakta ve büyük bir Müslüman topluluğunca iştahla ve bir iftihar vesilesi olarak okunmakta, inancın bir parçası olarak yaşanmaktadır. Ve ne acıdır ki, Müslümanlar Kur’anı belki de sadece Arapça okuyup hatim ederek ve hasıl olan sevabı ölülere bağışlama mutluluğu ile avunmakta, bu kitaplara ayırdıkları zamanın yarısı kadar dahi olsa, Kur’anı anladığı dilden okuyup düşünecek kadar bir zamanı bulamamaktadırlar. Unutulmamalıdır ki, Muhammed ( a.s. ) da bir insandır. Bir babadır, aile reisidir, Devlet Başkanıdır, içinde bulunduğu topluluğun bir parçasıdır, onların arasından çıkmış arkadaşlarıdır. Peygamberimizin çocuğunun öldüğü gün, O’nun da gözlerinden yaş akmıştır. O gün meydana gelmiş Güneş tutulması, yıllardır da meydana gelmektedir. O günkü Güneş bu gün de aynı Güneştir. O günkü Ay, bugün de aynı Ay’dır. Mucize Güneş’in tutulması değil, Güneş’in bizzat kendisidir. Ay’ın yarılması değil, Ay’ın bizzat kendisidir. Her ikisi de Allah’ın yaratmasına boyun eğmiş olarak, Allah’ı tesbih etmekte, Allah’ın verdiği görevi hiç aksatmadan milyonlarca yıldır yerine getirmektedirler. Gökyüzüne, yıldızlara bir bakalım, aslında işte gerçek mucize olan gece gündüz, bize her an gösterilmektedir. Neden bunun farkında olamıyoruz ? Eğer düşünüp derinden bakamıyor, çevremizdeki mucizelerin farkında olamıyorsak, her şey gayet normal, olağan dışı bir şey yok ve “ Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın “ demenin idraki içinde değilsek, . Peygamberimiz’in dediği gibi, az gülüp, çok ağlamalıyız.
Bu ana kadar bütün bu anlattıklarımıza ve Kur’an ayetlerinin uyarılarına rağmen, bu ayetleri tamamen yok sayarak, uydurulmuş olan ve Peygamberimizin yüksek ve örnek şahsiyetiyle bağdaşmayan ve sonradan onun adına uydurulmuş hadis ve rivayetlerin bazılarına birlikte bakalım.
AY’IN YARILMASI OLAYI : Muhammed ( a.s. ) ın hicretinden yaklaşık beş yıl önce, Mekke’de bir akşam üstü dolunay halindeki Ay’ın ikiye bölündüğü rivayeti, hadis toplayıcıları Buhari, Ebu Davut, Tirmizi, Müslim ve daha birçok yazarın kitabında yer almaktadır. Günümüzde de bu kaynaklardan yararlanılarak yazılan fakat Kur’anın kendisinin anlaşılmak üzere okunmadığının, incelenmediğinin belli olduğu, Peygamberimizin hayatını anlatan hemen hemen bütün kitaplarda Peygamberin mucizesi olarak yer almaktadır. Klasik Tefsir kitaplarına baktığımızda da yine bu hadis ve rivayet kitaplarının etkisinden kurtulamayarak çeviri yapıldığını, Kur’an bütünlüğünün, anlatım tekniğinin hiç dikkate alınmadığını, gerçekten de Ay’ın yarıldığı şeklinde yorumlara yer verildiğini görmekteyiz. Bu kabullenmelere temel olan Buhari’deki rivayete göre ; * İbn i Mesud dedi ki : Resulullah zamanında Ay iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da diğer tarafında idi. Resulullah şahit olunuz dedi. * Ali ( İbn i Abdullah ) : Biz Resulullah’la beraberdik, Ay yarıldı ve iki parça oldu * İbn i Abbas : Ay Resulullah zamanında yarıldı. * Enes Bin Malik : Ay iki fırkaya ayrıldı.
Bu rivayetlere dayanarak akıl almaz ayrıntılarla ve süslemelerle daha pek çok anlatımlar ilave edilmiştir. Peygamberimizin bir parmağını Ay’a uzattığını ve Ay’ın ikiye bölündüğünü, parçalardan birinin abasının yakasından girip, kolundan çıktığını ileri sürenler olmuştur. Bu uydurmalar sadece bu kadarla kalmamış, Hayber’de ikindi namazının vaktini geçiren Ali’nin namazını vaktinde kılabilmesi için, batmış olan Güneş’in geri geldiğini ileri sürecek kadar pervasızca bir noktaya ulaşmıştır. Bu olayın ravilerine / ilk anlatan tanıklarına baktığımız zaman, ne tesadüftür ki, olayın vuku bulduğunu söyledikleri tarihte, Enes Bin Malik ve İbni Abbas henüz doğmamıştır, Ali de İbni Abdullah da daha çocuk yaşındadırlar. Klasik müfessirler de bu olay için, Kur’andaki Kamer Sûresinin 1. ayetindeki ifadelerin yanlış yorumlanmasını malzeme olarak kullanmışlardır.
KAMER 1 – 2 : İktera betissâatü venşakkal kamer ( O saat / kıyametin kopuş anı yaklaştırıldı. Ay yarıldı / ve her şey açığa çıktı. ) Onlar ise bir mucize / ayet / alamet görseler hemen yüz çeviriyorlar. Ve devam edip giden bir büyüdür diyorlar.
Aslında Kamer Sûresi, bir önce vahyedilen Tarık Sûresinde “ Ashabı meşeme “ diye nitelendirilen ve Cehenneme girecek ve amel defterleri soldan verilecek olanlara Ahiret hayatını ve kıyametin yaklaştığını hatırlatarak, imanın önemini ve Kur’anın bir öğüt kitabı olduğunu vurgulayan bir Sûredir. Bu ayetteki “ şakkal kamer “ ifadesinden ( Ay yarıldı ) tamlamasından, rivayetlerdeki gibi düz mantıkla bir anlamın çıkarılması doğru bir yaklaşım değildir. Kur’anın anlatım tekniğini, mecaz anlatım sanatını, başka ayetlerde de kullanılan benzer tamlamaları görmemektir. Kur’anın lafzını basite almaktır, o dönemdeki Arap geleneğini, Arap kültürünü bilmemektir.
Kamer Sûresinin ilk ayetindeki “ Ay yarıldı “ tamlaması bilhassa kıyamet sahnelerini tasvir eden ayetlerde olayın kesin olacağını vurgulamak ve anlamı güçlendirmek için özellikle “ di ekli geçmiş zaman “ kipi kullanılarak ( gök yarıldı ) ( yer yarıldı ) ( dağlar yürütüldü ) gibi deyimlerle anlatılır. Kur’andaki daha başka ayrılma ile ilgili fiillerin yer aldığı ayetlerde de ( şakka ) sözcüğü kullanılmıştır. Bu ayetteki tamlama ile aslında, kıyametin yaklaştığı o anda artık her şeyin belli olduğu, çatlayarak iyinin kötünün açığa çıktığı anlatılmak istenmektedir. Zaten Arap kültüründe de “ şakk “ sözcüğü, soğuk veya herhangi bir nedenle çatlayan yüzler için, devenin çatlayan tırnakları için kullanılır idi. Sonuç olarak, Peygamberimiz döneminde Ay’ın herhangi bir surette ikiye bölündüğü iddiaları inandırıcı ve gerçekçi değildir. Allah'ın hükmüne, kanunlarına, Kur’an ayetlerine ve Sünnetullah’a uymaz.
GÖĞE YÜKSELME VE MİRAÇ OLAYI : Klasik Hadis ve Rivayet kaynaklarına göre Peygamberimizin Mescit i Haram’dan ( Kâbe’den ) geceleyin Mescit i Aksa’ya yürütülmesine “ İsra “ oradan da sema ya, Allah’ın huzuruna yükseltildiğine inanılan olaya da “ Miraç “ denilmektedir. Bu kaynaklarda, Kur’andaki İsra Sûresinin 1. ayeti ile Necm Sûresinin 1 – 18. ayetleri, Miraç konusuna malzeme yapılmıştır. Sonra da konu allanıp pullanıp, değişik hikâye süslemeleri ile bir efsaneye, Peygamberimizin mucizesine dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda da her yıl Recep ayının 27. gecesi de Miraç Kandili olarak kutlanır. Televizyon kanallarında, Camilerde mevlitler okunur, anlı şanlı ilâhiyat profesörleri, ekranlarda ballandıra ballandıra, Peygamberimizin gökyüzüne nasıl çıktığını, beş vakit namaz farzını nasıl alıp geldiğini, Burak ve Refref binekleriyle uzayda nasıl dolaştığını, gökyüzünde diğer perygamberlerce nasıl karşılandığını, küçük çocukları uyutma masalları gibi anlatırlar. ( Konunun daha geniş ayrıntılarını Miraç Efsanesi ve Kandil başlıklı yazımızda bulabilirsiniz. )
Rivayetçiler, Peygamberimize atfettikleri Ay’ın yarılması, Miraçla göğe çıkarılması mucizeleriyle yetinmemişler, Rabbimizin Ankebut Sûresinin 51. ayetinde “ Onlara okuyup durduğun Kur’an mucize olarak yetmedi mi ? “ diye uyarmasına ve sormasına rağmen, yüzlerce rivayeti uydurmaya devam etmişler, Kur’anda İsra Sûresinin 90 - 93 ayetlerinde ve diğer ayetlerde belirtilen, müşriklerin ne kadar mucize isteği varsa hepsini de peygamberimize yaptırmışlar, adeta müşriklerden de öte gitmişlerdir. Diğer peygamberlere uydurulan ne kadar mucize varsa, bizim peygamberimiz daha güçlüdür, en büyüktür dercesine yüzlerce olay ile gece gündüz mucize göstertmişlerdir. Bu uydurma mucize hikâyeler de keyifle Miratı Kâinat, Kütübi Sitte ve Buhari eserlerinde toplanmış, Tasavvuf Tarikat Şeyhlerinin eserlerinde de insanları kandırmak için önemli bir araç olarak yer almıştır. Bunların bazılarını özetle burada örnekleyelim.
* Muhammed Peygamber, bazı gazalarında susuz kalındığı zaman, mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş ve parmaklarının arasından su akarak, su devamlı taşmıştır. Bazen seksen bazen üç yüz ve Tebük seferinde de yetmiş bin kişi ve hayvanları bu sudan içmiştir. Bu sudan kullanmıştır. Mübarek elini sudan çıkarınca suyun akması durmuştur.
* Bir gün amcası Abbas’ın evine gidip, onu ve evladını yanına oturtup, üzerilerine ihramını örterek “ Ya Rabbi ! Bu benim amcam ve babamın kardeşidir. Bunlar da benim ehli beytimdir. Şu örtümle onları örttüğüm gibi, Sen de cehennem ateşinden kendilerini ört ! buyurdu. Duvardan üç kere amin sesi işitildi.
* Bir gün kendisinden mucize isteyenlere karşı, uzaktaki bir ağacı çağırdı, ağaç köklerini sürüyerek gelip selam verdi. Kelime i tevhitle şehadet etti. Sonra yerine gidip dikildi.
* Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında “ Ya Resulullah ! Beni yeme ben zehirliyim " sesi işitildi.
* Bir gün elinde put bulunan kimseye “ Put bana söylerse iman eder misin ? “ dedi. Adam ben buna elli senedir ibadet ediyorum. Bana hiç bir şey söylemedi. Sana nasıl söyler “ dedi. Resulullah ey put ben kimim deyince, “ Sen Allah’ın peygamberisin “ sesi işitildi. Put sahibi hemen iman etti.
Peygamberimize atfen doğa üstü güçlerle yüzlerce mucize uyarladılar, gaybı bildirttiler, hayal ürünü senaryolarını roman gibi ciltlerle kitap haline getirdiler, cahil halka din diye yutturdular. Bu din tüccarları Peygamberimize yakıştırdıkları bu ilâhi sıfatlarla bu dünyada belki de çok paralar, şöhretler kazandı, cübbelerini tutturdu, eteklerini öptürdü iseler de herhalde, nefislerinin, iblislerinin esaretinden dolayı içine düştükleri küfrün ve şirkin farkına varamadılar. Hiç olmazsa biz kendi varlığımıza, etrafımıza, Kâinata bakabilen ve Allah’ın gerçek mucizelerinin farkında olan, Yüce Kitabımız Kur’anı anlayarak okuyup, Kur’anın kendisinin en büyük mucize olduğunu bilen, onu hayatının rehberi yaparak, mucize, kehanet, sır, gizem, tılsım, peşinden koşmayan Kur’an mümini olalım. Akıl, sevgi ve merhamet kitabı Kur’anı terk etmeyelim, gerçeği burada bulacağımızı bilelim. Akıl dini ile yetinelim. Tapınak dinlerinin esaretinden ve sömürüsünden kendimizi kurtaralım. Kur’anımızdaki Hakk Din ile, iman, aşk ve Allah yolunda mücadele bize ağır gelmesin. Kur’anı kendi anlayabildiği dilden okuyarak akıl edebilen, düşünebilen, sorgulayabilen, tembellik etmeyen, Kur'andan başka mucize aramayanlara, Kur’an müminlerine selam ve müjdeler olsun ! ...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )