Her şeyin yaratıcısı olan Yüce Rabbimiz Allah, insanlık tarihi boyunca yarattığı kulları için uygun gördüğü davranış ve yaşam tarzını belirlemek, insanlar arasında sevgiyi, barışı, adaleti, huzuru ve mutluluğu sağlamak için, zaman zaman insanlar arasından peygamberler seçerek ve onların aracılığı ile yazılı emirler, sayfalar ve kitaplar indirerek doğru yolun kılavuzu olmak üzere insanları hakka, hukuka, adalete ve tevhide davet ettirmiştir. Geçen zamanlar içerisinde Allah’ın elçilerine ve indirdiklerine uyanlar olmuş, uymayanlar, dalalete sapanlar, azanlar, sapkınlığa düşenler, Allah’ın varlığını ve birliğini unutanlar, reddedenler, doğa üstü olaylara ve güçlere inanan, bu güçleri ve güçlüleri putlaştırarak Allah’tan başkalarına ilâh diyenler, kendisini ilâh yerine koydurup insanlara zulüm eden, kaos oluşturan zalimler, Allah, peygamber, kitap yoktur diyen reddiyeciler olmuştur.
Tarih boyunca değişik peygamberlere yöresel olarak indirilen çeşitli zamanlardaki sayfaların ve buyrukların, kâğıdın ve yazılımın olmadığı dönemlerde de sözde kalarak indirilen vahiyler de dahil hepsine Kur'anda kitap denilmektedir. Kâğıdın kullanılabilme olanaklarının artmasına bağlı olarak bu güne kadar değişik zaman ve mekânlarda insanlığa gönderilmiş ismi bilinmeyen birçok peygamberin olduğu, bunun yanı sıra ise 25 peygamber ile Allah’ın indirdiği 4 yazılabilmiş kitabın ismi bilinmektedir. Bunlar, Zebur, Tevrat, İncil ve son olarak bizim Peygamberimiz Muhammed ( a. s. ) a indirilen Kur’andır. Ancak bugün bizim Kitabımız Kur'anın dışındaki Kitapların hiç birisinin orijinali ve aslı ortada değildir. Onların yerini Din ve inanç adına, Allah'ın vahyinden çok farklı, kültürün ve geleneklerin de din yapıldığı, Yahudilerde insanlar tarafından yüzyıllarca süren aralıklarla tamamlanarak değişik zamanlarda yazılmış olan Tesniye, Çıkış, Levilliler, Talmut, Tekvin, Tora, Tanna, Eski Ahit Tevrat denilerek, Hristiyanlarda ise birçok sayıda yine İsa peygamberden yıllar sonra birtakım insanların anlattığı çok sayıda Kanonik, Apokrif İnciller, Mektuplar Yeni Ahit Müjde denilerek, İsa'nın gezdiği yerlere göre biyografisinin yazıldığı, mitolojik hikâyelerle doldurularak saptırılmış Kitaplar almıştır.
İster taş tablete, ister kâğıt üzerine yazılabilmiş olarak indirilen bütün emirlerin, kitapların temel ilkesi, aslında içinde hiyerarşinin ve aracıların olmadığı Tevhit / Allah’ı birlemek O'na ortak koşmamak / La ilâhe illallah / Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur demenin bilincini gerektiren ve Allah katında tek bir din olan İslam’dır. Her kitap, bir önceki, ama Allah'ın orijinal vahyi olan kitabı tasdik eder, zamanla unutulmuş ve saptırılmış olan Tevhit ilkelerini hatırlatan ve tekrar düzeltip güncelleyerek insanların önüne koyan niteliktedir. Ali İmran Sûresinin 3 - 4. ayetlerinde " Allah sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı hak ile indirdi. O daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Furkan'ı / doğruyu yanlışı da o indirdi. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Kur'anda da önceki kitaplar tasdik edilmektedir. Ancak ayetin ifadelerine göre dikkat etmemiz ve göz önünde bulundurmamız gereken noktalar vardır. Kur'an, Yahudi ve Hristiyanların temel dini kitapları olan Kitabı Mukaddeste anlatılanların tamamını, bugün değiştirilmiş ve bir çok yönden saptırılmış olan anlatımları değil, kendi içerisinde bu kitaplar ile ilgili yer alan anlatımları doğru olarak kabul etmekte, onaylamakta, zaman zaman da yer vermektedir. Toplumların sosyal yaşamları, medeniyetleri geliştikçe de kitapların zaman içerisindeki kapsamları ve hitabeti de gelişme göstermektedir. Bu emirlerin, hitabetin en sonuncusu, bütün insanlığa yöneltilmiş olan, özünde aynı olmakla beraber kapsamının, ayrıntılarının en gelişmiş olanı, evrensel olarak kıyamete kadar da yaşayacak olan, Dinimizin temeli ve aslında bir öğüt olan Kitabımız Kur’andır. Bu nedenle, ilk peygamber Adem'den bu yana gelmiş bütün peygamberler, İslam’ın elçileridir ve bizim de peygamberlerimizdir. Biz onların hepsine ve onlara indirilenlere inanırız, hepsini sayarız Bakara 136. ve 285. Ali İmran 84. ayetlerinde ifade edildiği gibi bizim de yükümlü olmamızdan dolayı, onların hiç birini diğerinden ayırmayız.
BAKARA 136 : Deyin ki : “ Biz Allah’a, bize indirilene / Kur'ana İbrahim’e ve İsmail’e ve İshak’a ve Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilenlere / Tevrat'a ve İncil'e ve peygamberlere Rabblerinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız. Ve biz ancak O’nun için İslamlaştıranlarız.
Kaosun, zulmün, haksızlığın, sapkınlığın, sömürünün had safhada olduğu, muktedirler, güçlüler, yöneticiler tarafından insan onur ve haysiyetinin ayaklar altına alındığı her dönemde, Yüce Rabbimiz Allah, Rabliğinin gereği olarak gidişatı değiştirmek için duruma müdahale ettiği, Enam Sûresinin 12. ayetinde " De ki : “ Göklerde ve yerde olanlar kim içindir ? “ De ki : “ Allah / bütün insanlık içindir “ Allah, rahmeti kendi zatı üzerine yazmıştır. " ve yine Leyl Sûresinin 12. ayetinde " Doğruya ve güzele yol göstermek sadece Bizim üzerimizedir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Rahmeti, hidayeti kendi üzerine farz kılmıştır. Rabbimiz, tarih boyunca toplumların her kaos dönemlerinde peygamberler göndererek, kitaplar indirerek müdahaleci olduğu gibi bu sefer de 40 yaşına geldiğinde Peygamberimiz Abdullah oğlu Muhammed'i elçi seçerek görevlendirmiş ve O’na vahyettiği Kur’an ile dünya gidişatına el koymuştur. Muhammed ( a.s. ) içinde bulunduğu Mekke toplumunda peygamber olmadan önce, her ne kadar sevilen, güvenilen, dürüst ve emin bir kişiliğe sahip ise de, O’ da neticede orada yaşayan insanların arkadaşı, O da o toplumun bir bireyi idi, ama doğru, ama yanlış o kültürü biliyor, onu yaşıyordu. Bu nedenle Kur'anda Peygamberimizin, peygamberliğinden önceki hayatına ait bazı ayrıntılara genel ifadelerle değinilen ayetler de yer almaktadır.
DUHA 6 – 8 : O, Seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi ? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi ?
ŞURA 52 : İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden olan Kur’anı vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu kullarımızdan dilediğimizi kılavuzladığımız bir nur / ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin.
Denilerek, ayette aslında Peygamberimizin de herkes gibi bir insan olduğuna, o toplumun bir parçası olarak onun da Tevhit'den haberi olmadığı zamanda kusur işleyebileceğine yanlışlıklar içinde olduğuna dikkat çekilmektedir. ( Peygamberimizi doğumu esnasında uydurma kerametlerle kutsallaştıran ve sevgi abartıları ile putlaştıranlara duyurulur ! ) Öte yandan Mekke müşrikleri gibi aynı inanç ve gelenekler içerisinde yaşayan, herhangi bir eğitimi ve genel bilgisi olmayan bir insanın, her dönemde zaman zaman inkârcılar / kâfirler, ateistler tarafından iddia edildiği gibi Kur'an ayetlerindeki eşi benzeri bulunamayacak muazzam hitabeti ve anlatımları, geleceğe yönelik mucizevi bilgileri, kendiliğinden uydurmuş veya o dönemde geleceğe ait bu bilgilere sahip olmadıkları, dünyanın yuvarlak olduğunu dahi bilmedikleri halde birtakım Yahudi ve Hristiyan bilgili kişilerin, papazların yetiştirerek hazırlaması veya öğretmiş olması mümkün müdür ? Buna rağmen, tarihin her döneminde peygamberlere karşı reddiyecilerin olduğu gibi, bizim Peygamberimize de kendi döneminden başlayarak bugünümüze gelinceye kadar iftiralar atan, karalayan, aşağılayan reddiyeciler, inkârcılar hep ola gelmiştir.
Şu bir gerçektir ki, bireysel ve toplumsal hayatın sağlıklı, düzenli ve huzur içinde sürdürülebilmesi, toplum yaşamında belirli kuralların, ilke, prensip ve adaletin olmasına bağlıdır. Aksi halde kargaşa ve çatışma kaçınılmaz olur. İnsanların fıtri yapısından ve bencilliklerinden dolayı kurallar genellikle ve büyük ölçüde muktedir olan kural koyucudan yana olduğu için, koydukları kurallarda tam adalet ve hakkaniyet, toplumun bütün kesimlerine eşit olarak pek dağılamaz. Dünya üzerinde bugün bunun birçok örneği de görülmektedir. Oysa Allah, ezelden ebede her şeyi bilen, en iyi gören, kullarından herhangi bir çıkarı olmayacağına, hiçbir ayrım yapmayacağına, hiçbir şeyi de eksik, yetersiz ve kusurlu oluşturmayacağına göre, O’nun koyacağı kurallar ve prensipler, hem mükemmel, hem eksiksiz, hem adil, hem de evrensel olacaktır. O nedenledir ki, kullarının yapacağı görevleri, ibadetleri, uyacağı kuralları bizzat Kendisi belirlemiş ve kök anlamı " birikip dağılma " olan, harflerin birikerek sözcükleri, sözcüklerin cümleyi oluşturması ve bunların aktarılmasının yolu da okumak olan / Okunacak kitap / Öğrenilecek öğretilecek Kur'an adı altında Peygamberimize vahiylerle indirmiş, biz insanlara tebliğ etmesini istemiştir. Vahiy : Hu'dan gelen, Hu'ya ait olan sırlar, bilgiler, gizli bilgilendirmek, içe işletmek, kalbe koymak demektir. Hu, İbranicede Allah demek olduğu için, bu itibarla Vahiy, Allah'a ait olan hakikatlerdir, seslenmelerdir. Kâinatta var olup yaratılmış olan her varlık, vahiy akışıyla var olmuştur. Zerreden kürreye bir hücreli mikro organizmalardan başlayarak, atom ve atom altı taneciklere, Evrenin devasa yapısına varıncaya kadar her varlığın üzerinde, tohumun çimlenmesi gibi vahiyle oluşturulmuş bilinç, akıl ve işlevini sapmadan yürütecek olan kodlama, ölçülendirme / kader bulunmaktadır.
Kur'anın tamamlanmasında, Peygamberimize vahyin indirilmesi ve tebliğ edilmesi süreci 23 yılı almıştır. Kolay kavranması ve verilmek istenen mesajların sürekli ve canlı tutulması amacıyla aynı konudaki ayetlerin bazıları, değişik Sûrelerin içerisinde küçük farklılıklarla tekrarlanarak necm necm, paragraf paragraf, parça parça indirilmiş, Peygamberimizin son 23 yıllık yaşamı, Kur’an olmuştur. Peygamberimize elçilik görevi, Milattan Sonra 610 yılında, ilk olarak Alak Sûresinin ilk 5 ayeti vahyedilerek verilmiştir.
ALAK 1 - 5 : İkra bismirabbikelleziy halak * Halakelinsane minalak * İkra verabbükel ekrem * Elleziy allemebil kalem * Allemel insane malem ya'lem
ALAK 1 - 5 : Yaratan Rabbinin adına oku / öğren, öğret. O, insanı alaktan / kan pıhtısından yarattı. Oku ! / Rabbini öğren, tanı, tanıt. Senin Rabbin kerem / bütün ikramların ve zenginliklerin sahibidir. O, kalemi yaratan, insana okumayı yazmayı öğretendir.
Ayette yer alan “ ikra “ sözcüğü, toplamak ve dağıtmak anlamı ekseninde, vahyolunacakları zihninde toparla, oku, dağıt, tebliğ et anlamlarında mecazen kullanılmıştır. Kısaca da ( öğren, öğret ) diye ifade edilebilir. Peygamberimize verilen bu görev, yaratan Rabb adına olup, yerine getirilecek görevde, kişisel bir amaç ve çıkar söz konusu değildir. Ayette kalem sembolü ile bundan böyle ilim akıtılacağı, onun aracılığı ile de dağıtılacağına dikkat çekilmektedir. Peygamberimiz, Allah’ı ilk olarak bu ayetlerde, Rabb ( Terbiye edip eğiten, yaratılanları programlayıp yöneten, Efendi ) Halık ( Yaratan ), Ekrem, Kerim ( en cömert, en zengin, ikram sahibi ), olarak tanımaya başlıyor. Daha sonraki ayetlerle de yavaş yavaş diğer isim ve sıfatlarını öğrenecek, gerekli bilgilerle donatılacaktır. Bu nedenle Muhammed ( a.s. ), ilk vahyin ardından hemen göreve başlatılmamış, eğitilmek üzere bir süre gerekli bilgilerle donatılmış, bazen 5, bazen 10 veya daha fazla necm necm / parça parça, paragraf paragraf vahyedilen çeşitli Sûrelerin ayetleri ile muhatap olacağı insanların karakterleri, davranışları ile bilgilendirilmiştir. Bu ayetlerin ardından Kalem, Müzzemmil ve diğer Sûrelerin ayetleriyle eğitilmeye devam edilmiş, gece sessizliğinde nasıl çalışacağı, görevine nasıl hazırlanması gerektiği öğretilmiştir.
Görevine başlatıldıktan sonra da mücadelelerle, sıkıntılarla, çilelerle, zorluklarla, tehditlerle, baskılarla ve bütün bunlara karşı sabırla / gereken akılcı mücadelelerle sürdürdüğü Peygamberlik görevi 23 yıl sürmüştür. Kur’anın bütün ayetleri onun hayatı olmuş, onlarla yatmış, onlarla kalkmış, onlarla düşünmüş, onlarla konuşmuş, davranışlarına yön vermiş, onlarla aile reisi olmuş, onlarla baba olmuş, onlarla devlet başkanı olmuş onlarla insanların arkadaşı olmuş onlarla düşmanlarına karşı savunma savaşı vermiş, onlarla hayatını tüketmiştir. Bu zaman içerisinde sonradan ilave edilmiş numarasız besmeleleri saymazsak kendisine 6234 ayet indirilmiştir. Bu ayetlerin yaklaşık 4800 ü Mekke’de, geri kalanı da Medine’de nazil olmuştur. Bu ayetler Kur’anda 114 başlıkla belirlenmiş Sûreler halinde bir araya getirilmiştir. Peygamberimize nazil oluş sırasına göre ilk Sûre 19 ayetlik Alak Sûresi, son Sûre de 3 ayetlik Nasr Sûresidir.
Ayet : Alamet / gösterge demektir, nişan, mucize, ibret, açık delil gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise, Kur’anda baş tarafı ve son tarafı belirlenmiş bazen harf, bazen kelime, bazen cümle, bazen de cümleler topluluğudur. Fakat ayet denilince sadece Kur'anımızdaki cümleler, yazılar düşünülmemelidir. Bir çok ayette dile getirildiği gibi de Casiye Sûresinin 3 - 5. ayetlerinde " Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde müminler için ayetler / göstergeler, / alametler vardır. Ve sizin oluşturuluşunuzda ve türetip yaydığı küçük büyük tüm canlılarda da kesin bilgiyle inanan bir toplum için ayetler / göstergeler, alametler vardır. Ve gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve Allah'ın gökten bir rızıktan indirip de onunla yeryüzünü ölümden sonra dirilttiği şeyde ve rüzgârları evirip çevirmesinde aklını çalıştıran bir toplum için ayetler / göstergeler, alametler vardır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, Kur'ana göre yerde, gökyüzünde ve ikisinin arasındaki mikro organizmalardan, en büyük yapıdaki canlılara, atom altı parçacıklarından, galaksilere, yıldızlara varıncaya kadar zerreden küreye yaratılmış, kodlanmış işlev kazandırılmış ve var olan her şey ayettir. Her birindeki yapı, bilinç, davranış ve şekil farklılıkları bir ayettir, bir mucizedir, bir delildir, bir öğüttür, bizim için hatırlatmadır. Göremediğimiz, kalben inandığımız, bizden başka bir formda ve yapıda olan Allah'a bizi götüren kanıtlardır. İşte bu ayetleri, bütün varlıklardaki delilleri, kanıtları okuyarak, gözleyerek görebilenler, aklını kullanarak düşünenler, var olan her şey nereden ? nasıl ? niçin ? var oldu sorgulaması için, aslında hepsinin de Allah'ın bir yaratması olduğu, kurallar zinciri olduğu halde, sadece bilimsel evrim sınırı içinde kalmadan yaratılmanın metafizik boyutunun da olduğunu gözardı etmeyerek çaba harcayabilenler, neden sesi hiç çıkmıyor ve konuşmuyor diyenler de dahil, Allah'ı tanırlar ve Allah'a şahitlik edebilirler.
Sûre : Sözcüğün ilk anlamları " artık, birikinti, duvar, kenti çevreleyen sur, evin odası, salon, mutfak bölümleri " demektir. Kur'an sûresi denilince ise Kur'anın bölümleri veya inişe göre konu bölümleri amaçlanır. Yüksek makam, mevki, şan şeref, alamet, bir şeyi diğerinden ayıran engel gibi anlamlara da gelir. Kur’anda terim olarak ise en az 3 ayetten oluşan ve sonradan insanlar tarafından özel bir ad verilmiş ayet gruplarıdır. Sûreler içlerindeki dikkat çekici bir sözcüğe veya genel içeriğine göre örneğin, Bakara, Nisa, Yusuf gibi isimlerle isimlendirilmiştir. Bu isimlendirmelerin Allah ve Resulü ile herhangi bir ilgisi yoktur. Sûre isimleri sonradan insanlar tarafından konulmuştur. Örneğin Bakara Sûresi 286, Kevser Sûresi ise 3 ayetten oluşmaktadır. Sûreler içerisinde " Bir kerede inen ayetler grubuna " necm " denir. Necm ; Bir ayetten ibaret olabileceği gibi, onlarca ayetten de oluşmuş olabilir.
Peygamberimizin göreve başlamasıyla, her gün akşam üzeri Safa tepesine çıkarak, kendisine vahyedilen ayetleri tebliğ etmesi, bu ayetlerdeki uyarılar, Mekke’nin ileri gelen din adamlarına, yöneticilerine ve zenginlerine rahatsızlık verir, tedirgin eder. Bundan dolayı da reddiyelerle Peygamberimize muhalif olmaya, cephe almaya, direnmeye başlarlar. Mecnun derler, sihirbaz derler, konuşmalarını engellemeye çalışırlar, alay ederler, hakaret ederler, çocuklara taş attırırlar. Bu muhaliflerin başını da amcası Ebu Leheb ve karısı çekmektedir. Çünkü Kur’anın mesaj ve uyarılarında, Mekke'yi yöneten dokuz kişilik heyetin kurduğu sömürü düzenine son verilmesi istenmekte, tevhide dönün / Allah’ı birleyin. Allah’a ortak koşmayın, başkasına kulluk etmeyin, putlarınızı Allah'a aracı yapmayın, yedek ilâhlarınızı terk edin, cömert olun, malınızın kırkta birini değil, ihtiyaçtan fazlasını fakirlerle paylaşın, insanları sevin, köleleri azat edin, onlar da sizin gibi insandır, Allah’ın kuludur, zayıfı koruyun, haksızlık etmeyin, adil olun, zalim olmayın, öldürmeyin, yalan söylemeyin, çalmayın, denilmektedir.
Allah, parça parça indirdiği ayetlerle, bir taraftan Peygamberimize muhalif olanları engellemek, onları etkisizleştirmek için, Kıyamet, Mahşer, Cehennem sahneleriyle uyarılar yapar, diğer taraftan Peygamberimizin Allah katında çok itibarlı olduğunu belirtir, zaman zaman düştüğü sıkıntılar ve çaresizlikler karşısında Tebbet, Tekvir, Fil, İnşirah, Kevser Sûrelerinin ayetleri ile de Peygamberimizi zulüm görmekte olan az sayıdaki müminleri teselli eder, Onlara moral vererek, desteğini gösterir. Ancak zaman ilerledikçe Allah’ın ayetlerini inkâr eden, kendi düzenlerinin bozulacağından, menfaatlerinin yok olacağından endişelenen o zamanın muktedirleri, müşrikleri, işkence ve zulümlerini daha da arttırarak inkârlarına devam ederler. Peygamberimize, ailesine, yakınlarına, O’na inanan az sayıdaki fakir ve kimsesiz olan kölelere baskı uygulayıp, toplumdan tecrit etmeye başlarlar. Ele geçirdikleri kimsesiz, sahipsiz müminlere akla gelmeyecek ağır işkencelere yönelirler. Bu zulme dayanamayan bir kısım müminler, Habeşistan’a göç etmek zorunda kalırlar.
Mekke’de, Peygamberimizin 12 yıl süren sabır dolu büyük mücadelesine, azmine ve çabasına rağmen, inananların sayısı ancak 100 ü geçmeyecek kadar az sayıda idi. Üstelik müşrikler zulümde iyice azmışlar ve hatta artık Peygamberimizi öldürmeyi bile kararlaştırmışlardı. Bu süre içinde Peygamberimiz, önce dedesi Abdulmuttalib’i, sonra da hamisi ve ona arka çıkan amcası Ebu Talib’i kaybetmiş, korumasız ve yalnız kalmıştı. Ardından da zevcesi ve eşi, kızlarının anası Hatice valideyi kaybetmiş, üzüntü ve sıkıntılar içine girmişti. Üstelik de bütün mal varlığını İslam’a ve inananlara harcamış, maddi açıdan da iyice tükenmişti. İşte Peygamberimiz böyle zor koşullarda iken, Allah’ın vesile kıldığı, daha önceden Kur’anı dinleyip de inanmayı düşünen, Medineli kabilelerinin ileri gelenlerinden bir gurubun daveti üzerine, Allah’ın inayeti ve desteği ile Miladi 622 yılında, Mekke’den Medine’ye hicret eder. Bu olay aynı zamanda Hicri takvimin de başlangıcıdır.
Peygamberimizin, Medine’ye yerleşmesinin ardından nazil olan ayetlerin mesajları, içerikleri de değişmeye başlar. Çünkü artık Peygamberimizin muhatap olacağı kesimin yapısı da farklıdır. Burada yerleşik olan ehli kitap sahibi Yahudiler, Hristiyanlar ve Medine’den göç eden muhacirler ve ensar denilen oranın yerli halkı hep birlikte beraber yaşayacaklar ve bunların arasında barış ve beraberlik tesis edilmeye çalışılacaktır. Bu nedenle Kur’an ayetlerindeki mesajlar, Yahudi inancına, Hristiyan inancına, kardeşliğe, yardımlaşmaya paylaşmaya, dayanışmaya ve oradaki bazı iki yüzlü münafıklara yönelmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra, gerçek müminlerin nitelikleri, imanın esasları, eğitim konuları, toplu yaşamadaki düzenin kuralları, faiz, içki kumar, fal okları gibi zararlar, evlenme, aile hukuku gibi birçok sosyal ve toplumsal ilkeler, kurallar, ayetlerde yer almaya başlamıştır. İbrahim, İshak, İsmail, Musa ve İsa ve daha pek çok peygamberin hayatlarından ve tevhit bilinciyle yapılan mücadelelerinden kıssalarla örnekler verilerek, uyarılarda bulunulmuş, müminlere büyük hedefler, sosyal ve siyasal stratejiler ( yeni kıble ) gösterilmiştir.
Mekke müşrikleri, Peygamberimizin, Medine’ye hicret etmesi ve oraya yerleşmesinin ardından, yine de rahat durmamışlardır. Kendi kurdukları düzenleri için bir tehdit olarak gördüklerinden dolayı, O’nu ve ilâhi mesajı yok etmek için, türlü türlü tuzaklara baş vurmuşlar, fitneler oluşturmuşlar, bozguncuları araya sokmuşlar ve sonunda da ordular hazırlayarak, savaşla yok etmeye kalkışmışlardır. Önce Bedir kuyularının olduğu yerde, sonra Uhud dağı eteklerinde, sonra da müşriklerin çok büyük bir ordu ile gelerek yaptıkları Medine kuşatmasında, Hendek savaşı denilen savunmayla, Müslümanlar, büyük sınavdan geçmiş, Allah’ın desteği ve yardımları, Müslümanların canlarını ortaya koymaları neticesinde, İslamiyet ayakta kalmayı başarabilmiştir. Bu savaşlara bağlı olarak Müslümanların ve ihanet eden münafıkların, davranışlarıyla, Allah’ın Müslümanlara verdiği desteklerle ilgili pek çok savaş ayeti de, Enfal, Saf, Bakara, Tevbe gibi Sûreler içerisinde indirilmiş, Peygamberimize ve Müslümanlara yol gösterilmiştir. Moral verilmiştir.
Bu savaşların ardından, İslamiyet büyümeye başlamış, Müslüman olanların sayısı hızla artmış, Medine’de adeta sosyal ve siyasal kuralları ile bir İslam Devleti ortaya çıkmıştır. Daha sonra da yine Allah’ın müjdelemesi ve inayeti ile Mekke şehri fethedilmiş, müşrikler ortadan kaldırılmış, Kâbe’de putlar yıkılmış, Allah’ın birliği / Tevhit anlayışı egemen olmuş, İslam’ın önü tamamen açılmış ve Allah’ın zaferi gerçekleşmiştir. Peygamberimiz, Mekke fethinin ardından, bir yıl sonra Mekke’ye tekrar gelmiş ve hayatında ilk ve son defa Kur'anın Haccını yapmıştır. Peygamberimizin hayatında bir kez yaptığı bu haccına aynı zamanda veda haccı da denir. Kur’anın son Sûresi olan Nasr Sûresi de bu esnada nazil olmuştur. Kur’an eksik kalan Maide Sûresinin 3. ayeti ile de yine burada tamamlanarak bitirilmiştir.
NASR 1 - 3 : Allah’ın yardımı ve fethi geldiği ve sen insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, hemen hamd et. / Rabbinin övgüsüyle beraber her türlü noksanlıklardan Kendisini arındır ve O’ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O, ezelden beri Tevvab olandır. / Tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verendir.
MAİDE 3 : Bugün sizin dininizi, kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslam’ı seçtim.
Bu ayetlerin ardından, kısa bir süre sonra Peygamberimiz, geçirdiği bir beyin rahatsızlığının sonucunda 632 yılında dünya hayatına veda eder. Böylece Kur’an ayetleri ile önce Resülullah’a sonra da bütün insanlığa, kıyamet gününe kadar yaşayacak, kulluk terbiyesi öğretilmiştir. Herkes şahit olmuştur ki, Resülullah, canını hiçe sayarak, bütün malını, varlığını, Allah yolunda harcayarak, sabrın bütün sınırlarını zorlayan baskı ve saldırılara rağmen, hayatını ortaya koyarak Risaletini başarı ile tamamlamıştır, Allah katındaki İslam'ın yegâne kaynağı olan Kur'anımızı da hayatımıza kazandırarak bütün Müslümanlara emanet etmiştir.
DİNİMİZİN TEMELİ KUR’ANIMIZ NASIL BİR KİTAPTIR : Hicr Sûresinin 9. ayetinde Rabbimiz, “ Hiç kuşkusuz Biz, O, öğüdü / Kur’anı Biz indirdik, " Dediği gibi, Kur'an Rahman'ın gönderdiği bir Kitaptır, Rahman Sûresinin 1 - 2. ayetlerinde de " Rahman ! Allemel Kur'an " ifadeleriyle belirtildiği gibi de Rahman, aynı zamanda da Kur'anın ve Peygamberimizin öğretmenidir. Kur'an her ne kadar ilk olarak Arap toplumuna hitap etmiş olsa da, muhatapları dünya üzerindeki tüm insanlardır. Nisa 105, Yunus 57, İbrahim 52, ayetlerinde değinildiği gibi ve Sad Sûresinin 87. ayetinde " Kur'an bütün alemler için bir öğüttür. " ifadelerinden, Evrensel olduğu gibi Yüce Rabbimiz de Maide Sûresinin 3. ayetinde " Artık size olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamı seçtim " demiş olduğundan dolayı, insanlığa bundan sonra Allah tarafından başka bir kitap gönderilmeyeceği için de, dünya var oldukça kıyamete kadar bütün insanlığın ve Müslümanların Dini inancının, yaşamlarının güzellikleri için rehber edineceği tek ve temel kaynağı Yüce Kitabımız Kur'an olacaktır. Nahl Sûresinin 44. ayetinde " Biz sana da o öğüdü / Kur'anı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik. " denilerek belirtildiği gibi düşünmeleri, sorgulamaları, aklın kullanılması ve insanlara öğüt olması için indirilmiş olan Kur’anın, şiirsel, ezgisel, melodik, okunduğu zaman kulağa hoş gelen, manevi haz ve huzur veren bir yapısı vardır. Ayetlerin ve sözlerin sıralanışında mükemmel bir armoni, seslerin uyumu, dizaynı, kısa ve öz anlatım tekniği, ilettiği hüküm ve içerdiği gaybi bilgiler, teşbih, mecaz, kinaye, kafiye, nehy, nida, icaz, icmal, musavat, mukabele, zikir, cinas, seci, iltifat gibi edebi sanatların en güzel örnekleriyle, Arapça olan Din dili anlatımları bulunmaktadır. Divan Edebiyatının bütün sanatları da Kur'andan alınmıştır. Harflerin telâffuzundaki diksiyon, ince, kalın, bazı cümle sonlarında uzatılarak seslendirmeler, kullanılan ses uyumları, hele hele kendi dillerinden okunduğu için elbette ki Arapça bilen ve anlayanlar için bir haz, huzur ve bilgi kaynağı olacaktır. Üstelik içerisindeki öğütlerin, uyarıların azametinden zaman zaman gözlerden yaşlar dökülecek, pişmanlıklar dile gelecek, bazı ayetlerin şiddetli azap uyarılarından da ayakların bağı çözülecektir.
Kur'an, çıkış noktası alemlerin Rabbi Allah olan, ele aldığı, öngördüğü her kanunda, getirdiği her düzenlemede kendisinden başka otoriteye asla izin verilmeyen, tahammülü olmayan, her şeyin belge ve delil değerini kendisi belirleyen, hiç bir şekilde kendi içinde bir tutarsızlığı, eksiği, gediği olmayan, hiç bir haberi, kanunu, düzenlemesi tartışmaya açık olmayan, kendisini keşfetme dışında bir yaklaşımı kabul etmeyen bir kitaptır. O kendisinden hiç bir şeyin gizlenemeyeceği, her şeyin, her olayın her zerresini bilen, zamanların ve mekânların var edicisi, hiç bir şeyin kendisini kuşatamayacağı, tam tersi her şeyin tek kuşatıcısı, yanılmayan, yorulmayan, bıkmayan, dikkatsiz olmayan, kandırılması, olayları yanlış anlaması, engellenmesi mümkün olmayan Yüce Allah’ın vahyidir. Her belge delil değerini kendisini oluşturan kişiden alır. Kur’an delil olma değerini Yüce Allah’tan almaktadır. O belgenin delil olma değeri Yüce Allah’ın şanının değeridir. Bu yönüyle Kur’an, tarih oluşturmak için başvurulan, hadislerle aktarılmaya çalışılan kaynaklardan ayrılmaktadır. O eksikliği tamamlanacak bir belge değildir çünkü Maide Sûresinin 3. ayetinde " ....Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım.... " denilmiş olduğundan eksik değildir. Nisa Sûresinin 82. ayetinde " ... Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde bir çok karışıklıklar bulurlardı. " ifadeleriyle belirtildiği gibi O tutarsızlığı başka bir şey ya da kişi tarafından düzeltilecek belge değildir çünkü ; tutarsızlığı yoktur. Yunus Sûresinin 37. ayetinde " Ve bu Kur'an, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir.... Onda şüphe edilecek hiç bir şey yoktur. Alemlerin Rabbindendir. " denildiği gibi, O verdiği yanlış bilgileri kendinden daha doğru ve daha üstün bir kaynakla düzeltilebilecek bir belge değildir. Çünkü düzeltilmesi gereken bir yanlışı olmadığı gibi O’ndan daha doğru ve üstün bir belge de yoktur. Sadece O’nun belge değerini ortaya koymak bile, insan gücünün çok üstündeki bir kitabı, değersiz bir müellifin derlemesi gibi olacaktır. Kur’an’ı diğer kaynaklarla aynı kategoride değerlendirmek, daha en baştan doğruya ulaşmak için izlenilen yöntemin doğru olmadığını, edinilecek bilgilerin, verilecek haberlerin doğru bir sonuca götürmeyeceğini göstermektedir.
Kur’an ayetlerinin yarısından fazlası, toplumların ibret alması bakımından geçmiş kavimlerin kıssalarına tahsis edilmiştir. Kur’an bu kıssaları konu edinirken tamamen Yusuf kıssasına ayrılmış olan Yusuf Sûresinin dışında kronolojik bir sıra takip etmemek gibi kendine özgü bir yöntem uygular. Bunun yanı sıra Kur’an birkaç istisnası olmakla birlikte anlattığı kıssalarda yer, zaman ve özellikle vahye karşı tavır takınmış olanların ismini de belirtmez. Kur’an’da vahye karşı duranlar arasında en çok geçen isim Firavun olmasına rağmen, bu bile bir kişinin ismi olmaktan ziyade sözcüğün asıl anlamı “ büyük ev “ demek olmasına rağmen tarihin her döneminde ve toplumlarında ortaya çıkabilecek bir kötülük unvanıdır. Kişi isimlerinde olduğu gibi, olayların geçtiği yer isimleri hakkında da Kur’an istisnalar dışında herhangi bir yer ismi belirtmez. Ad, Semud, İrem, Tubba, Ress, Eyke, Medyen, Bekke gibi isimleri belirtse bile, belirttiği bu isimler tarihte bilinen şekliyle olmaktan çok o döneme ve kendine aittir. Bu isimler Mekke isminde olduğu gibi bugün değişmiş olabilir. Konu edindiği kıssalardaki olayların geçtiği zaman ile ilgili ise hiçbir açık bilgi vermez. Kıssalar Âdem ile Muhammed (a.s) arasındaki oldukça uzun bir zaman dilimine yayılmış olmasına rağmen hiçbirinde tarih vererek zamanı belirtmez. Hatta hangi elçinin önce, hangisinin sonra geldiği, iki elçi arasında hangi olayların yaşandığı hep “ min ba’dihi veya min ba’dihim ” ( ondan veya onlardan sonra ) şeklinde anlatılır. Hangi elçinin önce hangisinin sonra geldiği de bu ibarelere göre belirlenir. Örneğin Araf Sûresinin 69. ayetinde “ Sizi uyarması için içinizden bir kişiye Rabbinizin hatırlatıcı sözlerinin gelmesine şaşırdınız mı ? Hatırlasanıza, Nuh kavminden sonra sizi halifeler, sonradan gelen nesiller yaptı. Sizi boy pos / daha iri yapılı hale getirdi. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki umduğunuza kavuşasınız. ” denildiği gibi, paragraf akışında Hud peygamberin Nuh peygamberden sonra geldiği ve diğer peygamberlerin sırasının da Hud kıssasını anlatan ayetlerden anlaşılmaktadır. Ayette “ Nuh kavminden sonra sizi halifeler yaptı ” ibaresi Hud (a.s) ın Nuh peygamberden sonra gelen elçi olduğunu bildirmektedir. Ama ne Nuh’un ne de Hud’un geldiği zamandan bahsedilmemektedir. Kur’an bazı kıssalarda zaman ve mekân bildirilmediği gibi resullerin dahi ismini vermez. Bunlardan başka Zülarneyn, Ashabı kehf, Lokman kıssaları da ismini verdiği halde Kur’an’ın diğer bölümleriyle hiç ilgisi yokmuş gibi duran ve daha başka kıssalar da bizlere ibret olması bakımından anlatılmaktadır.
Kur’an konu edindiği kıssalarla ilgili böyle bir yöntem izlerken, öte yandan konu edindiği kıssalarda geçen isimlerin hemen hemen tamamının kıssaları da Tevrat ve İncil’de de konu edilmektedir. Üstelik kıssalarla ilgili Kur’an’ın vermediği bir çok ayrıntının bu kaynaklarda verilmesi tarihle uğraşanları ister istemez kıssaları tarih ve rivayet üzerinden detaylandırmaya yöneltmiştir. İslam tarihçilerinin Kur’an kıssalarıyla ilgili Tevrat ve İncil’i de dikkate almaları kınanacak bir durum değildir. Ancak Ali İmran Sûresinin 3. ayetinde “ Allah sana sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi eninde sonunda O kitapların aslını da Yüce Allah’ın gönderdiğinde bir şüphe yoktur. Ama daha sonraları aslının hurafe ve mitolojik masallarla saptırılarak sonradan insanlar tarafından yazılmış olan anlatımları ise elbette ki Kur'an ile onaylanmamaktadır !.
Ehli Sünnet inanç temelindeki Müslüman alimler arasında sünnet’in / hadis ve rivayetlerin de Kur’an’a eşit hatta bazı durumlarda aslında küfür olduğu halde Kur’an’ın da üstünde delil değeri taşıdığı söylenmektedir. İnsanları böyle bir anlayışa sevk eden etken, Kur’an’ın eksik, kapalı, anlaşılması zor bir kitap olduğu düşüncesidir ki, bu tamamen şirktir. Kıssalarda zaman ve mekân belirtilmemesi, bazı ibadetlerin ( namazın rekât sayıları ve hangi şekle göre kılınacağı, zekâtın yüzde kaç verileceği gibi ) şekillerinin hiç olmaması bu anlayışı besleyen deliller olarak gösterilir. Bu düşünceye de Kur’an üzerinden vardıklarını belirtirler. Yani onları böyle bir anlayışa Kur’an sevk etmiş ve hatta emretmiştir. Bu düşünceyi savunanlar özellikle Kur’an’da Nisa 59, Maide 92, Ahzap 33, Muhammed 13, gibi bir çok ayette geçen “ Allah’a ve Resulüne itaat edin ” ifadesini saptırarak delil olarak belirtmektedirler. Oysa Sünnet / hadis ve rivayet dediğimiz olgunun nasıl ve ne şekilde oluştuğuna, kökeninin kim ya da kimler olduğuna, yapısını nelerin oluşturduğuna baktığımızda Kur’an’a eşdeğer olmadığı gün gibi ortadadır. Eşdeğer değildir. Çünkü Kur’an’ın hiçbir sözcüğü, diğerlerinden ayrılabilecek yapıda değildir. Bunun yanında Kur’an ayetleri, hadislerde olduğu gibi sünen, hasen gibi herhangi bir tasnife de tabi tutulamaz. Kur’an delil değerini bizzat kendinden almaktadır, ortadadır ve incelemeye açıktır. Kur’an’ın içinde rivayetlerde olduğu gibi tasnife tabi tutulacak bir sözcük dahi yoktur ve olamaz da !
Dünya insanlarına indirilmiş son Kitap olmasından ve Enbiya 107, Araf 158, ve bunlara benzer şekilde Sebe Sûresinin 28. ayetinde " Ve Biz, seni de ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. " ifadeleriyle belirtildiğinden dolayı Peygamberimiz de tüm insanlığın, farklı diller konuşan tüm halkların da peygamberidir. Bu nedenle de Kur'anın diğer dillere çevrilmesi, diğer toplumlar tarafından da anlaşılması zorunludur. Ancak Kur'an anlaşılmak üzere diğer dillere çevrilirken rivayetlere, nüzul sebeplerine mahkûm edilmemelidir, aksi halde Kur'ana değil, rivayetlere meşruluk kazandırılmış olunur ki bu da şirktir. Buna rağmen, büyük çoğunlukla Müslümanlar, özellikle ülkemizde bugün Kur'anı sadece Ramazan aylarında imamın önünde mukabele adı altındaki gelenekle okumayı takip etmekle ve hatim edip hasıl olan sevabı ölülere hediye etmek inancıyla Kur'anı okuduğunu, çok güzel bir ibadet görevini yerine getirdiğini zannetmektedir. Arapça bilmediği için hiç bir şey anlamadan yapılan okumalardan dolayı da, bütün haz ve duygulardan, Kur'anın mesaj ve öğütlerinden, üstelik kazanılabilecek sevaplardan da mahrum kalmaktadır. Manevi olarak bir duygusallık da kazanılamadığı halde, bu tür yanlış uygulamaları savunanlardan ünlü bir öğretim görevlisi, astarı yüzünden pahalı olacak niteliğiyle “ Kur’anı dinlerken ağlayınız, içinizden ağlamak gelmiyorsa hiç olmazsa ağlar gibi yapınız “ diyebilmekte, insanlara Kur'an meallerinden anlayarak okuma önerisi yerine riyakârlığı öğütlemektedir.
* Kur'anımızın konusu da, muhatabı da ölüler değil, yaşayan insanlardır. Tevhid / Allah'ın birlenmesi / Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur deme bilincinin kazanılmasının yanı sıra Kitap, Din ve gidilecek dosdoğru yol da birlenmedikçe gerçek imana kavuşulamaz. Bugün Müslümanlar için Allah katında tek Kitap Kur'andır, tek din ve tek yol da sadece Kur'andadır. Kur'andan din öğrenilmez, yetmez, her aradığınızı bulamazsınız deyip, Kur'anın önünde, arkasında veya yanında başka bir kitap önerenler ve edinenler, müşrik olurlar. Zaman zaman Müslümanlarca okunan Kur'anın, anlaşılamaması ile ilgili sorunlar dile gelmektedir. Oysa bu sorunlar tek taraflıdır, muhatap olan insanların yetersizliğinden, gerekli alt yapı eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Veya Kur'anı değişik dillere meal çevirisi yapma noktasında olanların, Kur'anı, Kur'an bütünlüğündeki bağlamından koparıp, vahiy dışı rivayet ve hadis bağlantısıyla oluşan ön yargı ile hareket etmeleridir. Mufassal / eksiği, gediği olmayan Kur'an, sadece Kur'an sözcüklerinin karşılığı ile meallendirilmelidir. Bu bakımdan İbrahim Sûresinin 4. ayetinde " Ve Biz onlara, açıkça ortaya koysun diye, her peygamberi yalnız kendi toplumunun diliyle gönderdik. " ifadeleriyle belirtildiğine göre, Yüce Rabbimiz bütün gönderdiği kitapları, muhatap kılarak mesajını iletmek istediği toplumların kendi dilleriyle gönderdiği gibi, mesajın toplumlar tarafından doğru anlaşılabilmesi için bizim peygamberimize de Arap olmasından dolayı Kur'anı Arapça olarak indirmiştir. Oysa Kur'anın evrensel olmasından dolayı yeryüzündeki bütün toplumlar tarafından okunması ve öğütlerinin, hatırlatmalarının anlaşılması, bu nedenle farklı dilde olan, dolayısıyla Arapça bilmeyen toplumlarda da Kur'anın o toplumun diline göre tercüme edilmesi gerekmektedir.
Ama gözden ve dikkatten kaçırılmamalıdır ki, diller arasındaki kültür, gelenek farklılıkları, dil kalıpları nedeniyle nesnelerin, fiillerin durumları, sembol ve duyguların bire bir aynen çevirisi mümkün olamamaktadır. Bu nedenle de çevirilerde, özgün metnin özellikleri ve vurguları tam olarak aktarılamayıp, sadece anlam aktarılması mümkün olabilmektedir. Aslı Arapça ve en ileri derecede bir edebiyat mucizesi olan, birçok ayeti de müteşabih / birden fazla sayıda benzeşen anlamları bulunan Kur'anın da Arapçadan başka bir dile aynen bire bir tercümesi / eşdeğer ifadesi kesinlikle mümkün değildir. Öyleyse Kur'anın sanatsal özelliği, derin duyguları orijinalinde kalmak üzere, benzeşen anlamlardan doğru ve en uygunu olan tercih edilerek hedef dile mesaj aktarımı yapılmak durumundadır. İşte bu yöntemle elde edilen anlamdaki çeviriye meal denir. Mealler kişiden kişiye değişen çıkarımlarla mutlak doğru / Allah'ın muradının aynıyla ifadesi olarak kabul edilmese de, ama bütün bunlara rağmen, her toplumun bireylerinin kendi dilleri ile Kur'anın çeviri meallerinden dahi anlayarak yapacağı okumalarla görülecektir ki, bütün önceki dinler ve doktrinler de dahil toplumsal hayatın her basamağı için, Kur'anın bir çok mucizevi devrimi zamanımızdan bin dört yüz yıl önce ilân ederek ortaya koyan nasıl muazzam, mufassal, eksiksiz, donanımlı hükmi bir kitap olduğu görülecektir.
* Kur'anda mucizevi devrimlerin en önemlilerinden biri ile bir çok ayette değinilerek Yunus Sûresinin 100. ayetinde " Allah pisliği / kirliliği / azabı aklını kullanmayanların üzerine bırakır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi " Aklın egemenliği ilân edilmiştir. " Bu bakımdan İslam'ın en ünlü fakihlerinden İmam Azam Ebu Hanefi, belirlediği bütün amellerde aklın süzgecinden vazgeçmemiş, Ragıp el Esfehani de Kur'anın bu özelliğine istinaden " Akıl her alanda olduğu gibi dinde de egemen, komutan olmalıdır. " demiştir. Kur'anı ayet ayet anlayarak okuyup, düşünen, aklını kullanarak sorgulayabilen, içerisindeki bilgilere vakıf olabilen, bu temel öğüt ve bilgilerle alt yapı oluşturarak istenenleri, nedenlerini kendi hayatı ile birleştirebilenler, hayatın içindeki her olayın, her varlığın kaynağının Allah'la ilintili olduğunun farkına varır. Bütün varlıklar aleminde özellikle hedeflenen insanın, Kur'an ile kazanması gereken bütün özelliklerinin kaynağının da Allah'ın, hemen hemen her ayetin başında veya sonunda Kendisini tanıttığı, sözünü ettiği örneğin, Rahman, Rahim, Gafur, Vehhab, Alim, Aziz, Hakim, Şafi, Kerim gibi isimleri ve sıfatları ile Esmai Hüsnasındaki özellikleri olduğunu anlar. Bu özelliklerin farkına varıp, kendine rehber edinip, hayatında da uygulamaya çalışabildiği ölçüde, bütün bu özellikler de Allah'la kulun yakınlaşmasının, bütünleşmesinin vesilesi olur. Kur'anda da bu bağlamda bir çok kez akıl ve düşünmekten söz edilir. Yusuf Sûresinin 2. ayetinde " Şüphesiz ki Biz onu akıl edersiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik. " denildiği gibi 10 kez aklınızı kullanın, Bakara Sûresinin 219. ayetinde " Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye ayetlerini işte böyle açıklıyor. " ifadesinde gördüğümüz gibi 14 kez düşünürsünüz diye, Rum Sûresinin 8. ayetinde " Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için oluşturmuştur. " denildiği gibi, 13 kez bunu hiç düşündünüz mü ? Enbiya Sûresinin 10. ayetinde " Hiç kuşkusuz Biz, size zikir / öğüdünüz, şan şerefiniz içinde olan bir kitap indirdik. Buna rağmen hala akıllanmayacak mısınız ? " ifadelerinde gördüğümüz gibi 21 kez aklın kullanılmadığı ile ilgili, Enam Sûresinin 50. ayetinde " Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum. De ki : Kör ile gören eşit olur mu ? Hala düşünmüyor musunuz ? denildiği gibi 18 kez hala düşünmüyor musunuz ? gibi uyarı ifadeler yer almaktadır.
Bu bakımdan peygamberimize ilk seslenilen ayetle " oku / öğren öğret " emrinin verilmesiyle beraber " Okumak temel bir ibadet " yapılmış, ilmin yolu hedef gösterilmiştir. İbadetin bir çok tanımı yapılmış, örnekleri ile anlatılmıştır. Şirk yuvasına dönüşmesi istenmeyen Kilise, Havra, Mescit gibi resmi mabetlerin yıkılması istenmiş, Peygamberimiz kapalı mekânlardaki tapınak dinlerini yıkıp, ibadeti, mescit ve secde edilen yer anlayışını sokağa, evlere ve bütün yeryüzüne taşıyarak bir devrimci olmuş, Kur'an bunu mucizevi bir devrim olarak ilân etmiştir. Çünkü Kur'an bunu önceden bilmiştir ki Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün de " Bugün Mescitlerde kılınan namaz şirkin ta kendisidir " dediği gibi siyasete bulaştırılmış Camilerde imam önderliğinde ağızdan neyin çıktığı bilinmeyen şekliyle kılınan namazlar şirke bulaşmaktan öteye geçememektedir. Camilerde Kur'anın tanımladığı ibadetler değil, bin iki yüz yıl önce Arap Emevi saltanatının ortaya koyduğu Muaviye sünneti Müslümanlara din diye yutturulmaktadır. Bu nedenle ünlü filozof ve fakihlerden Muhammed İkbal de " Benim ibadetim iki rekât namaza sığmaz " demekte, Enes bin Malik, Ahmet bin Hambel, Ebuzer el Gufari, Şa'bi gibi zamanın birçok müfessirinin de şirk ve siyaset yuvasına dönüştürülen Mescitlere gitmediği görülmektedir. Aslında Peygamberimiz namaz kıldırma memuru değildir. Kur'ana göre sadece namaz kılmak değil, bütün meşru fiiller ve dostun yüzüne tebessüm etmek dahi ibadettir. Kur'anı tanımak, anlamak, ne olduğunu öğrenmek isteyen ister bugüne kadar Müslüman olduğunu söyleyenler olsun veya Kur'ana karşı olduğunu dile getiren inanmayan Deist, veya ister Dini reddeden Ateist, bilinmezci Agnostik olanlar olsun, bilgilerini sağlam bir temele oturtmak zorundadırlar. Bunun için öncelikle sırası ile ayetleri arka arkaya anlayarak okuyup düşünerek, çaba harcayarak kendi hayatlarıyla birleştirerek, anlatımlardaki mucizevi bütünlüğün, mükemmelliğin farkına vararak temel bilgiler oluşturmalıdırlar. Kur'an iman edenlerden ne istiyor ? Neden istiyor ? Bu isteklerin insanlara bir zararı var mıdır ? Yok mudur ? Davranışların, yaşanılanların hangisi kimlere ve neden zararlıdır ? gibi sorgulamalarının karşılıklarını bulmalı ve Kur'an bütünlüğü içerisinde değerlendirmelidirler.
* Kur'an içine girilip, gerektiği gibi anlaşılarak okunduğu, düşünülerek sorgulandığı zaman görülecektir ki salih amel işlemek ifadesi kapsamında, insanların akıl ile doğruyu seçebilmelerini, merhametli, affedici, adil, zayıfı koruyan, hakkını savunan ve sabrederek gerektiği gibi mücadele ederek koruyabilen, ilmi arayan, cömert ve paylaşımcı olan, dürüst olan huzur verici ve kendisinden başkalarını da seven bir yapıya sahip olmalarını istemektedir.
* Kur’an, Yunus Sûresinin 37 - 39. ayetlerinde " Ve bu Kur'an Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin sadece içinde konu edilenlerin tasdiki ve o Kitabın / Tevrat'ın ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Onda şüphe edilecek hiç bir şey yoktur. Alemlerin Rabbindendir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi önceki kitapları tasdik etmek üzere Allah’ın katından vahiyle indirilmiştir. İsra Sûresinin 88. ayetinde " De ki : Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları bu Kur'anın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler. " yine Bakara Sûresinin 23. ayetinde " Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi kulumuza indirdiğimiz sûrelerin benzeri olan bir sûre de siz getirin. Allah'ın astlarından tüm tanıdıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz. " denilerek Rabbimiz bizzat Kendisi Kur'anı tartışmaya ve sorgulamaya açmakta, meydan okumakta, Kur'anın tamamen Allah'ın bir indirmesi olduğunu, varlığının ve birliğinin kesin delili, Rabbliğini kullarına tarif edip, dosdoğru yolu gösteren, hidayet rehberi olarak indirildiğini, böyle bir metnin Peygamber de dahil insanlar tarafından asla oluşturamayacağını belirtmektedir.
* Kur’anın, mucizevi devrimlerinden biri de, Araf Sûresinin 3. ayetinde " Rabbinizden size indirilene / Kur’ana uyun. Ve O’nun astlarından velilere / evliyaya yol gösteren, yardım eden ve koruyan sözde yakınlara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz. " ifadelerinde gördüğümüz gibi " Kişi egemenliğinden, ilkelerin, kuralların egemenliğine geçişin " sağlanması olmuştur. Bu Kitap, aynı zamanda ilâhi kanunlar, ilkeler, hükümler, düsturlar ve her türlü sosyal, ekonomik, hukuki, idari, beşeri, medeni, ahlâki, düzeni temin eden, insan haklarını inanç üstü bir temele oturtturan ve ortaya koyan bir kitaptır. Allah ile kişiler arasında doğru yola sevk edecek, Evliya, Mürşit, İmam denilen aracılar yoktur. Bu nedenle Tevbe Sûresinin 34. ayetinde " Ey iman etmiş kişiler ! Şüphesiz hahamlardan / bilginlerden, rahiplerden / din adamlarından birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. " ifadelerinde gördüğümüz gibi yine mucizevi bir devrimle Kur'an, " Dinler tarihi, din sınıfı, din adamları, sınıflar arasındaki hiyerarşiyi tartışmaya, eleştiriye açan " Hücurat Sûresinin 13. ayetinde de " Ey insanlar ! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden oluşturduk. ... Şüphesiz ki Allah katında en değerliniz, en çok Allah'ın koruması altına girmiş olanınızdır. " denilerek dindarlığın üstünlük olduğu anlayışının Kur'an tarafından yıkılmış olması da mucizevi bir devrimi ilân eden Kitap olmuştur. Dindarlık ve Din adamları sınıfı, insanlar arasında üstünlük ölçüsü değildir. Sadece Allah ve insan arasındadır.
* Kur'anın mucizevi devrim olarak ilân ettiği konulardan birisi de ilmin tek üstünlük derecesi yapılmasıdır. Hayatın bütün alanlarını, İnsan yaşamını ve gelişimini yönlendiren ve kolaylaştıran, içerisinde Fizik, Kimya, Biyoloji, Astronomi, Kozmoloji, Eğitim, Psikoloji gibi nice bilgileri ve neredeyse her ilmin içinde bulunması nedeniyle içeriği ve öğretisiyle eşsiz bir Kitaptır. Fesahat / anlatımda açıklık, düzgünlük ve amaca uygunluk, belagat / derin anlamı ifade yeteneği ve icaz / az sözle çok şey anlatma bakımından pek çok edebi sanat açısından edebi bir şaheserdir. Ankebut Sûresinin 48. ayetinde " Ve sen bundan önce herhangi bir kitaptan okumuyordun. Sen Kur’anı kendiliğinden yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı, batıla inananlar kesinlikle kuşku duyacaklardı. " Yusuf Sûresinin 4. ayetinde " Sana bu Kur’anı vahiy etmekle Biz, şimdi kıssaların en güzelini anlatacağız. Halbuki bundan önce sen kesinlikle bu konu hakkında bilgisizlerdendin. " ifadeleriyle belirtildiği gibi oysa Allah Elçisi Muhammed ( a.s. ) ın ne edebi bir geçmişi, ne de herhangi bir bilim dalında öğrenimi vardır. Dolayısıyla zaman zaman müşriklerce, hatta günümüzde dahi Ateistler tarafından iddia edildiği gibi, dünyanın yuvarlak olduğunun dahi bilinmediği, bilimden uzak olarak yaşanan ilkel bir dönemde, böyle bir Kitabı kendisinin uydurarak yazmış olması mümkün değildir. Kur’an, yapısal yönü ile de bir çok mucize içermektedir. Geniş hacmine, içeriğine rağmen Nisa Sûresinin 82. ayetinde " Halâ Kur'anı gereği gibi düşünmezler mi ? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde bir çok karışıklıklar bulurlardı. " ifadeleriyle belirtildiği gibi hiç bir açıdan çelişki ve tutarsızlık bulunmayan bir kitaptır.
* Kur’an, geçmişe ait kıssalarda olduğu kadar geleceğe ait bilgiler de vermektedir. Bu bilgilerin gerçek olduğu zaman içerisinde bilimin gelişmesiyle beraber bir bir ortaya çıkmaktadır. İnsanı ve yaratılışındaki amacı, Dünya ve Ahiret hayatını, Cennet ve Cehennemi, hikmet ve hakikati, Allah’ı, varlığı ve azameti ile düşünmeye vesile olmaktadır. Bilim ve teknolojinin gelişmediği, iletişimin, haberleşmenin çok kısıtlı ve adeta olmadığı çok ilkel dönem içinde yaşamakta olan bir insanın veya peygamberin kendiliğinden aynıyla bugün doğrulanan bu tür haberleri verebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla hiç tartışmasız Kur'an, Allah'ın vahiy ile indirmesinden başka bir şey değildir.
* Kur’an, kendi özelliklerini, içeriğini, yapısını, amacını, koyduğu hedefi ve hükümleri yine kendisi bize ayetlerle göstermektedir. Fussilet Sûresinin 2 - 4. ayetlerinde " Arapça bir Kur'an, müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir toplum için ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmış, bölüm bölüm ayrılmış, Rahman ve Rahim olan Allah'tan indirilmiş bir Kitap ! Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler. " ifadeleriyle Kur'anın detaylı, gayet iyi anlaşılan, müjdeci, uyarıcı bir Kitap olduğu, buna rağmen ciddiyetsiz bahanelerle Mekkeli müşriklerin Kur'andan uzak durmaları belirtildiği gibi Rabbimizin Kendisi ayetleri açıklamakta ve tefsir etmektedir. Biz de aslında Kur'anın bu yüceliğini, bize yönelttiği mesajlarını kavrayabilmek için hiç olmazsa Türkçe meallerinden okuyarak tefekkür etmek, düşünmek ve Allah'ın vahyi ile sık sık beraber olmak mecburiyetindeyiz. Bu nedenle de İsra Sûresinin 9. ayetinde “ Şüphesiz ki Bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam şeye ; rüşde kılavuzlar. “ denilerek en doğru ve sağlam yolun adresi için Kur’an gösterilmektedir.
HUD 2 - 4 : Bu Kur’an, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, sadece Allah’a kulluk edin, diye ayetleri hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından konmuş muhkem / Bozulması engellenmiş, kanun, düstur ve ilkeleri ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.
YASİN 2 - 6 : Ataları / babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız bir toplumu uyarasın diye, Aziz ve Rahim / mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah’ın indirdiği hikmet dolu / Yasalar içeren Kur’an kanıttır ki : Sen o elçilerdensin. Hiç şüphesiz Sen doğru bir yol üzerinesin.
Ayetlerden anlaşılacağı gibi Kur’an, hikmet dolu, ayrıntılı olarak açıklanmış, hakim olan, muhkem olan ve doğru yoldaki Allah’ın elçisi Peygamberimize aracı olması için Aziz ve Rahim olan Allah’ın indirdiği Kitaptır. Hikmet : Zulüm ve fesada engel olup, adaleti sağlayan, ilkeler, yasalar, kanunlar, kurallar ve düsturlar dır. Bu nedenle Kur'anda Bakara Sûresinin 193. ayetinde belirtildiği gibi " Zulmün ve zalimliğin tek düşman edilmesi " de Kur'anın mucizevi bir devrimi ilân etmesidir. Hakim : Yasa ve hikmet ( hüküm ) koyan, zulüm ve fesadı engelleyen demektir. Aynı zamanda Rabbimizin güzel isimlerinden biridir. Kur’anda 97 kez yer alır. 92 si Allah’ın sıfatı mahiyetinde, 5 i de Kur’anın niteliği olarak kullanılmıştır. Muhkem : Hüküm içeren demektir. Anlamı açık ve net olan, herkes tarafından kolayca anlaşılabilen, ilke, kural belirten ayetlere muhkem ayetler denir. Bu tür ayetler " içerisinde insanları kargaşadan, yanlış iş yapmaktan engelleyen, alıkoyan ilkelerin bulunduğu " ayetlerdir.
Maide Sûresinin 44. ayetinde " .....Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ; Allah'ın İlâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden kimselerin ta kendileridir. " 45 : ..... Ve kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin yanlış iş yapanların ta kendileridir. " 47 : İncil ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fasıkların / hak yoldan çıkanların, kendilerine zulüm edenlerin ta kendileridir. 49 : Sana da Tevrat'ın bir bölümünden kendisinin içinde konu edilenleri doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hak ile Kitab'ı / Kur'anı indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. " ifadeleriyle hükmetmenin önemine dikkat çekilmektedir. Ancak gerek Yahudi, gerek Hristiyanlar ve sonunda da biz Müslümanlar için çok önemli vurgularla dile getirilen " hükmetme " kavramı bir çok tefsirci tarafından tam ve doğru olarak anlaşılamamış, Tarikat ve Cemaatler tarafından Müslümanlar farklı kabullere yöneltilmişler, bundan dolayı da Cumhuriyet ve laiklik din düşmanlığı, dinsizlik olarak görülmeye başlanmıştır. Oysa hükmetmenin gerçekten ne olduğunu Şura Sûresinin 15. ayetinde " .... Ve de ki : Ben Allah'ın Kitap'tan indirdiğine inandım ve ben aranızda adaleti gerçekleştirme görevi ile emrolundum.... " Hadid Sûresinin 25. ayetinde " Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti / adaleti ayakta tutmaları ve Allah'ın Dinine ve elçilerine kimse kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri işaretleyip bildirmesi, göstermesi için beraberinde kitabı ve ölçüyü indirdik .... " ifadeleriyle yine Rabbimiz bize Kur'an ayetleriyle açıklamakta, insan ve hayat ilişkilerinin içerisinde, bütün toplumlarda her zaman ve her yerde adaletli olunmanın gerektiği emredilmektedir.
Kur’an, hüküm içeren, kanun, kural, ilke koyan bir kitap olduğu gibi, içerisinde bütün ilim dallarını barındıran, kendinden önceki kitapları da tasdik eden, şiirsel anlatımın bütün sanatlarının içinde yer aldığı edebi bir şaheserdir. Gerçeklere dayalı ve bizim için gayb olan birçok tarihi olayları bize aktararak, geçmişten bilgiler verdiği gibi, geleceğe / gayba ait bilgileri de bize vermektedir.
FECR 6 - 13 : Ad toplumuna, sütunların sahibi İrem’e, vadilerde kayaları kesen Semud topluluğuna, o kazıkların sahibi Firavuna, Rabbinin ne yaptığını görmedin mi? Onlar ki o ülkelerde azıtmışlardı. Bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı.
ŞUARA 123 : Ad, elçileri, mesajları / gönderilmişleri yalanladı. Hani kardeşleri Hud onlara demişti ki : “ Siz Allah’ın koruması altına girmez misiniz ? Şüphesiz ki ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’ın koruması altına girin. Ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum.
ALİ İMRAN 44 : İşte bu algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem’e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin.
HUD 49 : İşte Nuh ile ilgili anlatılanlar, sana vahiy ettiğimiz gaybin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz.
FETİH 27 : Andolsun ki Allah, Elçisine o görüntüyü “ Siz Allah dilerse kesinlikle güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak korkmadan Mescidi Haram’a gireceksiniz “ vizyonunu hak ile doğru çıkardı.
SAD 67 : De ki : O, Kur’an çok büyük önemli bir haberdir. / Olaydır.
Kur’an, hem dünyadaki, hem de Ahiretteki mutluluğun anahtarıdır. Çünkü içinde yer alan konular, insanlığın dünya ve Ahiretteki mutluluğunu gözeten ilkeleri öğretmektedir. Bir çok ayette olduğu gibi Bakara Sûresinin 3 - 4. ayetlerinde " Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan / infak eden / başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlayan. " ifadeleriyle salatın ikame edilmesiyle, destek ve paylaşmanın, önemine değinilerek Paylaşmayan bir dünyanın mutlu ve huzurlu olamayacağının mucizevi bir devrim ile ilânı yapılmaktadır. Dolayısıyla her iki dünyadaki mutluluğun da reçetesi olan bu ilkelerin insanlığa haber verilmesi, hiç bir aklını kullanabilen insanın gözardı edemeyeceği çok önemli ve çok büyük bir haberdir ve çok önemli bir olaydır.
Kur’an, Furkan, Mushaf, Zikir, Ümmül kitap, Kitabullah, Nur, isimleri ile de bilinir. Zümer Sûresinin 23. ayetinde " Allah Ahseni'l Hadis'i / Sözün en güzelini müteşabih, ikişerli bir kitap halinde indirmiştir. Ondan Rabbine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu Allah’ın rehberidir. Allah onunla dileyeni doğru yola iletir…." ifadelerinde gördüğümüz gibi sözlerin en güzelidir. Çünkü incelendiğinde, gerek edebi sanatlar açısından, gerçekten de içerisinde çelişki, tutarsızlık, akıl ve fıtrata aykırılık olmaması bakımından, gerekse de mutluluk vaat etmesi bakımından tartışmasız bu niteliği hak etmektedir. Allah'ın sözünün / ayetlerinin üzerine söz olmaz. Dinde Allah'tan başka peygamber de dahil hiç kimse hüküm koyamaz. Bu nedenle Kur'anda birçok ayetle de insanlar tarafından sonradan oluşturulan sözleri hadis diye din yapanların yanlışlığı, Kur'anın mucizevi bir devrimi ve öngörüsü olarak ilân edilmektedir, bu yola tevessül edecek, zulme, küfre ve şirke bulaşabilecek olanlar uyarılmaktadır. ( Hadislerle Boğulan Din ) başlıklı makalemize bakabilirsiniz.
VAKIA 81 - 82 : Şimdi siz bu hadis’i mi / sözü mü küçümsüyorsunuz ? Ve Allah’ın verdiği rızka O’nu yalanlayarak mı karşılık veriyorsunuz.
TUR 33 - 34 : Yoksa “ O, Kur’anı kendisi uydurup söyledi mi diyorlar. Hayır inanmıyorlar. Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler.
MÜRSELAT 50 : Artık onlar Kur’andan sonra hangi hadise / söze inanacaklar ?
Bu ayetlerde, temiz akıl sahibi insanlara sözün en güzeli olan Kur’an tanıtılmaktadır. Kur’anın ikili, karşıtlık metodu ile anlatımına göre, insanların Kur’an karşısındaki tutumlarına işaret edilmiştir. Rabblerine saygısı olanların ancak ondan istifade edebileceği vurgulanmıştır. Kur’anda karşıtlık metoduna göre, iyiler - kötüler, yer - gök, ins - cinn, hak - batıl, cennet - cehennem, gibi pozitif ve negatif olgular daima bir arada verilmektedir. Ayette söz edilen müteşabih kavramı, Kur’anın mucize olan yönlerinden, ayetlerinin özelliklerinden biridir. Kur’an ayetlerinin özellikleri ile ilgili en önemli ayrıntıyı Ali İmran Sûresinin 7. ayetinde " Allah sana bu Kitabı indirendir. Bu Kitaptan bir kısmı, muhkem ayetlerdir, ki bunlar Kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabih ayetlerdir. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, insanları dinden çıkarmak, ortak koşmaya sürüklemek ve onun anlamlarından, en uygununun tespitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun anlamlarından en uygun olanının tespitini, ancak Allah ve bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yeteneği olanlar öğüt alırlar. " denilerek belirtilen muhkem ve müteşabih ifadeleriyle görmekteyiz.
Muhkem ayetler, açık ve net olan, kişisel davranışları, aile ve sosyal hukukunu, toplum kurallarını ve ilkelerini belirleyen, her okuyanın kolayca anlayabileceği ayetlerdir, Kur’anın temel ilkeleridir. Toplum düzeninin sağlanması, zulümden fesattan, kan dökmekten, her türlü kötülükten toplumun arındırılması gözetilmektedir.
Müteşabih ayetler ise, sanatsal mucize içeren, indiği dönemlerde insan havsalasının ulaşamayacağı konulara, bilgilere ve gayba dair ayetlerdir. Bu ayetlerle aslında Kur’anın hiç şüphesiz Allah kelamı olduğu ortaya çıkar. Müteşabih ayetlerin birbirine benzeşen, hepsi de açık ve anlaşılır olan birden fazla anlamı vardır. Bu anlamlardan hangisinin öncelikle birinci sırada kastedildiği ancak Allah tarafından ve de aynı zamanda yukarıdaki ayette belirtildiği gibi, bilim dallarında uzman olanlarca tevil edilebileceği ( birinci sırada öncelikli karşılığının ortaya konabileceği ) bildirilmektedir. Ki bugün Fizik, Biyoloji, Kimya, Astronomi, Uzay ve Kuantum bilimi dallarında daha önceden bilinmeyen pek çok geleceğe yönelik müteşabih ayetin gerçek karşılığı tevil edilmiştir. Ne olduğu ortaya konmuştur.
Kitabımız Kur’an, ister muhkem, ister müteşabih olsun, bütün ayetleriyle Mubindir. / Allah’ın indirdiği ortada olan apaçık olan kitaptır. Enam Sûresinin 38. ayetinde " Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. " denildiği gibi, Mufassaldır. / Hiç bir şey eksik bırakılmamıştır. Yüce Rabbimiz Allah, yarattığı hiç bir şeyi eksik, kusurlu, yetersiz oluşturmadığı gibi Kur'anımızı da hiç bir eksiği, gediği, yanlışı, kusuru olmadan oluşturmuştur. Bu nedenle Kur'an yetersiz, siz aradığınız her şeyi Kur'anda bulamazsınız, Kur'andan din öğrenilmez diyenler kesinlikle şirkin dibine inmişlerdir. Kur'an Peygamberimize Arapça bir dil ile vahyedilmiştir. Çünkü Peygamberimiz Arap toplumu içerisinde yaşamaktaydı, Arapça konuşuyordu ve hitap edeceği toplum da Arap idi. İnsanlar düşünüp öğüt alsınlar, kolayca okuyup anlasınlar ve kendi dillerinden Allah’ı ve İslam’ı tanıyabilsinler diye İbrahim Sûresinin 4. ayetinde değinildiği gibi, bütün peygamberler için kendi dilinden tebliğin yapılması ile seçilen bu yöntem, Allah’ın bütün elçileri ve onların gönderildiği toplumlara uyguladığı genel ilkesi olmuştur.
ZÜMER 27 - 28 : Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak : Allah’ın koruması altına girsinler diye bu Kur’anda insanlar için her türlüsünden örnek verdik.
ZUHRUF 2 : Mubin / apaçık, açıklayan Kitap kanıttır ki : Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir okuma yaptık.
Bu ayetlerde Kur’anın pürüzsüz bir Arapça ile indirilmiş olması vurgusu iyi değerlendirilmelidir. Bu vurgu, Kur’anın salt Arapça ile indirilmiş olmasına değil, kolayca anlaşılıp öğüt alınması, aklın kullanılabilmesi için o toplumun dili olan Arapça olmasınadır. Ama Fussilet Sûresinin 44. ayetinde " Ve eğer Biz, o öğüdü / Kur’anı, yabancı dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar : “ Ayetleri ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi ? Yabancı dil mi, Arapça mı “ diyeceklerdi. De ki : “ O iman eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır. ” İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o öğüt / Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir. " ifadeleriyle yine de bu seslenişi kulaklarıyla duymayan, gözleriyle görmeyen ve anlamayan müşriklere Arap toplumunun dil kuralları ve deyimleriyle uyarılar yapılmaktadır.
Kur’anın ne olduğunu, Yüce Rabbimizin, bizim için indirdiği bu Kitapla, bizden ne istediğini, neyi yapıp, neyi yapmayacağımızı öğrenebilmemiz için, Ona inanıp öğüt alabilmemiz, hayatımızın rehberi yapabilmemiz için mutlaka onun anlaşılması gerekmektedir. Maun Sûresinin 4. ayetinde " Yazıklar olsun o salatlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş içerisinde olanlara " denilerek yapılan uyarılarla riyakârlığın en sinsi ve en tehlikeli şirk olduğunu Kur'an bize mucizevi bir devrim olarak ilân etmektedir, aynı zamanda anlamını bilmediği metinleri bilmeyerek, anlamayarak okuyanlar lanetlenmektedir. / dışlanmaktadır. Bu yolun her türlü kötülüğün sembolü olan şeytana çıktığı belirtilmektedir. Buna rağmen bu günkü anlayış ve uygulamalar ile Kur’anın ne olduğu, içinde hangi bilgilerin, hangi öğüdün, uyarının bulunduğu insanlarımız tarafından bilinmemektedir. Kur’anımıza inanıyoruz, sayıyoruz, güzel işlemeli özel kılıfların içerisinde saklıyoruz, evimizin duvarında en yüksek yerlere asıyoruz. İmanın şartlarından biri de Allah’ın kitaplarına, Kur’ana inanmaktır diyoruz. Abdestsiz dokunulmayacağına yanlış da olsa inanıyoruz, üç defa öpüp incitmeden yerine koyuyoruz, Ramazan ayında adına mukabele denilen uygulama ile ancak elimize alıyoruz ve hatim etmek üzere imam efendinin önüne oturup 50 dakika son sür’at hiç bir şey anlamadan Arapça okunuşunu dinliyoruz. Bir ay boyunca okunan, dinlenen Kur'anı, ayetleri de ölülerimizin ve büyüklerimizin ruhlarına hediye ediyoruz, böylece görevin en güzel bir şekilde eda edildiğini zannediyoruz. Bize ne getirip götürdüğünü hiç merak etmiyoruz. Zaman zaman da hatim paylaşıp hiç bir şey anlamadığımız Arapça telaffuzları yine ölülerin ruhuna hediye ediyoruz. ( Kur'anı Mukabele İle Hatim Etme Geleneği başlıklı makalemize bakabilirsiniz. )
Büyük bir şirk olduğu halde büyüklerimiz önderlerimiz de siz Kur’andan bir şey anlayamazsınız, Kur’anın Türkçe mealinden hatim olmaz diye bizi korkuttukları için, biz de böylece Kur’anın içinde neyin olup, neyin olmadığını tabii ki bilmiyoruz ve hiç de merak etmiyoruz. Arapça olduğu için O’ndan din öğrenilemez denilerek insanlarımız yüzyıllardır Kur’andan uzaklaştırılmışlar, böylece Kur’an, sevgisi ve saygısı ile güzel bir kılıfta asılan duvara hapsedilmiştir. Ramazan aylarında din görevlilerinin, bu ay Kur’an ayıdır, bu ayda Kur’ana sıkı sıkıya sarılalım, Kur’anı baş tacı edelim dediklerini duyuyoruz da fakat Kur’anı anlamak için, Türkçe meallerini ve Tebyinini okuyalım diyen veya Kur’anın nasıl baş tacı edileceğini açıklayan bir din görevlisine de nedense şahit olamıyoruz. Halbuki Kur'anın şirki Kur'anın anlaşılarak meallerinden okunmasıyla ancak öğrenilebilir. Yüzyıllardır Yüce kitabımız Kur’an, ölülerin ve mezarlıkların kitabı olmaktan çıkamamış, asıl kalplerdeki hastalıkları, toplumdaki kötülükleri, gidererek öğüt ve şifa olma görevine kavuşamamıştır. Oysa Yüce kitabımız Kur’an, Rabbimizin Tüm dünya insanlarına hitaben indirdiği evrensel ve son kitabıdır. Bu nedenle de tüm dünya insanları bu Kitabı kendi dillerinde okuyarak anlayacaklar ve İslam’ı bu Kitaptan öğreneceklerdir. Türkler Türkçe, Ruslar Rusça, İngilizler İngilizce, Almanlar Almanca okuyarak gerçek Hakk dini öğreneceklerdir. Çünkü bu kitap, Yasin Sûresinin 69 - 70 ayetlerinde " Ve Biz, O’na şiir öğretmedik. Bu O’nun için yaraşmaz da. O, sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler üzerine hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’andır. " ifadeleriyle belirtildiği gibi ölüler için değil, bizzat diriler için bir öğüt ve hidayet rehberidir. Bu ayetin uyarısına rağmen özellikle Yasin Sûresini mezarlıklar için, ölüler için okunan ve her okunuşa Kur'anı on kere okumuş sevabının verileceği bir Sûre haline getiren bir çok hadis ve rivayet uydurulmuştur.
* Kim kabristana girer de Yasin okursa, o gün Allah onların azabını azaltır. Onu ölülerinizin yanında okuyun. Allah ona kolaylık verir. ( Ebu Davut Cenaiz 20 ) * Kim sabahı ettiğinde, Yasin Sûresini okursa, o gün Allah onun azabını azaltır. Akşama kadar ona kolaylıklar sağlanır. ( İbn i Hubban Camiussagir 2/128 ) * Şüphesiz, her şeyin kalbi vardır. Kur’anın kalbi de Yasin’dir. ( Tirmizi Fedailul Kur'an 7 ) ( Allah’ın hiç bir ayetinin değerini, bir diğerinden farklı değerde tutamayız.
Kabristanda Yasin okuma ile ölünün azabının azalacağını söylemek, kabirde azap olacağı ve kabir hayatının olacağı inancına zemin hazırlamak için uydurulmuş ve Kur’an ayetleri ile çelişen iddialardır. Oysa Kur’anımızda Dünya hayatı ve Ahiret hayatı ifadelerine yer verilen iki hayattan söz edilen onlarca ayet yer alırken bir üçüncü hayatın ve kabir azabının olacağı, anlamı saptırılmış ayetlerden başka bir ayet yoktur. Yasin Suresi, mezarlıkta da, evde de veya herhangi bir yerde de okunabilir. Ancak Arapçasının ardından da gerçek anlamını öğrenebilmek ve öğüt alabilmek için Türkçe meallerinin ve Tebyininin de okunması şartıyla. Aksi halde Kur’anı sadece Arapça okuyup içinde anlatılmak istenenleri anlamaya çalışmayan Müslümanlar, Furkan Sûresinin 30. ayetindeki Peygamberimizin “ Benim toplumum şüphesiz şu Kur’anı mahcur eyledi. " ( terk edilmiş bir şey haline getirdi. Kur'anın dışında bir hayat yaşamaktadır ) şikâyetinden kurtulamayacaklardır.
Dinimizin gereklerinin doğru olarak anlaşılması, Kur'anın ve Peygamberimizin risaletinin büyüklüğünün, Kur'anın içindeki kavramların basamak basamak daha kolay kavranabilmesi, aslında Kur'anın ve ayetlerin Peygamberimize indiriliş ( nüzul ) sırasına göre okunması ile daha doğru bir adım olacaktır. Ancak bugün evlerimizdeki Kur'an Mushafı buna uygun bir tertipte değildir. Her ne kadar Çin'de, batıda kâğıt icat edilmiş ve kullunılmakta ise de, Peygamberimizin zamanında o dönemde Arabistan'da henüz kullanılabilecek kadar kâğıt yoktu. Ayetler katip sahabeler tarafından necm necm, paragraf, paragraf, bölüm bölüm, kemik, tahta, taş parçası ve ince deri üzerine yazılmakta ve çoğunlukla da sahabelerin ezberinde idi. Peygamberimiz vefat ettiği zaman Ali bin Talib, Ubeyd bin Kaf, Hafza, İbn Mesud gibi kişilerin ayetlerin iniş sırasına göre ayrı ayrı oluşturduğu 8 Kur'an Mushafı bulunmakta idi. Öte yandan Peygamberimizin vefatından sonra Halife seçilen Ebu Bekir zamanında, Kur’anı ezberinde bulunduran ve elinde yazılı ayetlerin bulunduğu sahabeler bir araya toplanmış, bütün ayetler bir araya getirilmiş, ayetlerin ana fikir bağlantılarına göre Sûrelendirme işlemleri yapılmış, hemen apar topar bir Kur’an Mushafı oluşturulmuştu. Daha sonra 3. Halife Osman'ın devreye girerek, elinde hazır nüzul sırasına göre hazırlanmış Mushaf bulunduğu halde, Ali bin Talib'e de haber verilmeden oluşturulan sahabeler komitesi, tertil ve tedebbüre, paragraf bütünlüklerine dikkat etmeden başlangıç adıyla Fatiha Sûresini birinci sıraya koyup, ardından da en fazla sayıda ayetin bulunduğu Bakara Sûresinden başlayarak uzun Sûreleri art arda sıralamışlar ve namaz Sûreleri denilen ve ayet sayısı az olan 20 Sûreyi de en sona yerleştirmişler ve bu tertiple resmi bir Kur'an Mushafı oluşturmuşlardır.
Osman Mushafı adı verilen bu mushafta ayetlerin Peygamberimize vahyediliş, nüzul / indiriliş sırası, tedebbür / müteşabih ayetlerin tevili için gerekli öncelik sırası göz önünde bulundurulmamış, kronoloji dikkate alınmamış, tertile / düzgün, birbirine karıştırılmadan dizime riayet edilmemiş, birçok necmin / bölümün / paragrafın cümleleri yerli yerinde tertip edilememiştir. Bazı Sûrelerin içindeki ayetlerin farklı yerlere yerleştirilmiş olmasından dolayı anlam ve paragraf bütünlüğü, özne, yüklem ve zamir bağlantıları dikkatlerden kaçmıştır. Bundan dolayı bazı anlam bütünlüklerinde kopukluklar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla günümüze kadar ulaştırılmış olan bu mevcut Mushafın bugünkü düzeniyle, ne kadar emek verilirse verilsin, ne kadar çalışılırsa çalışılsın bu Mushafla Kur'anı doğru anlamamız ve anlatmamız mümkün olamayacaktır. Bu işle uğraşan, bilen kişiler ya Allah'tan yana, ya da Halife Osman'ın Mushafındaki tertibinde " icma " var yalanına uyanlardan yana olacaklardır. Bu şekilde hazırlanmış Mushaf, halbuki Kur'anın " Arabiyyen / en mükemmel anlatım ve gramer kurallarına eksiksiz uyum ve mübin / apaçık dediği niteliğine uymamaktadır. Bazı paragraflarda iki cümle arasına birçok başka cümlenin sokulduğu, bir cümlenin ayet halindeki ögelerinin, işaret ettiği zamirinin, onlarca cümle sonrasına taşındığı görülmektedir. Bugün evlerimizde bulunan Osman Mushafındaki bu olumsuzluklar nedeniyle birçok ayet yanlış anlaşılmakta, ya da hiç anlaşılamamaktadır. Bir çoğu ekleme, çıkarma yapmadan, parantez açmadan anlaşılmaz konumda bulunmaktadır. Ayetlerin, Sûrelerin nüzul sıraları göz önünde bulundurulmadığından, aynı Sûre içinde öne veya daha geriye alınması gereken ayetler, necmler bulunmaktadır. Böylece evlerimizde bulunan bugünkü Kur’an Mushafını, anlaşılması zor ve kafaları karıştıran bir kitap haline getirmişlerdir. Adeta cinayet işlemişlerdir. Maalesef sorumlular tarafından da hiç önemsenmemektedir.
Halife Osman zamanında bu şekilde oluşturulan Kur’an Mushafı kitaplaştırılmış, daha önceleri harekesiz olan harfler, daha sonraki yıllarda Müslümanlığın yayılmasının ardından, sözcüklerin üzerine konulan esre, ötre, tutar, cezm, tenvin gibi çizgi ve noktalarla seslendirme farklılıkları, cümle başlangıç ve bitişleri belirlenerek imlâ kuralları oluşturulmuş, okuma birlikteliği sağlanmaya çalışılmıştır. Fakat kişi içtihat ve tercihlerine göre yapılan bu noktalama ve harekelendirmeler sonucu maalesef bir takım hatalar yapılmış, farklı anlamların kabulüne neden olunmuştur. Peygamberimize vahyedilen ayetlerin her birinin gereksinimlere, yaşanan olaylara göre bir nüzul sebebi ve amacı vardır. Ama ayetleri Kur'an lafzının dışında doğrudan nüzul sebepleri denilen rivayetlere göre yorumlamak da doğru değildir, yanlış yönlendirmelere sebebiyet verilebilmektedir. Aslında kendisi de zaten bir tefsir olan Kur'anı, müfessirlerin Kur'an ayetleriyle anlamaya ve meallendirmeye çalışmaları gerekir. Halbuki çocukluğundan itibaren Peygamberimizin yanında bulunan yeğeni Ali bin Talib, inen her ayetin de en yakın tanığı idi. Sahabe içinde de ondan daha bilgili olan kimse de yoktu. İlk defa da o necm necm indirilmiş olan ayetleri sıralamaya sokarak yazmış ve Klasik eserlerde de söylenerek bilindiği gibi Ali Mushafını oluşturmuştu. Bu Mushafın varlığı da herkes tarafından biliniyordu. Klasik kaynaklarda bu Mushafın, ayetlerin necm necm nüzul sırasına göre tertiplendiği, ayetlerin hiç bir değişikliğe uğramadan yazıldığı, her bir harfin, ayetin aynen Peygamberin okuduğu gibi yazıldığı anlatılmaktadır.
Ama buna rağmen bugün maalesef Ali Mushafı ortada yoktur. Özellikle de olduğu belli olan Halife Osman'ın, Ali bin Talib'e haber de görev de vermemiş olmasından dolayı İslam adına en büyük cinayet işlenmiş, yapılması gereken en büyük zarar da verilmiştir. Aynı zamanda Halife Osman'ın bu tasarrufu öldürülmesinin de nedeni olmuştur. Ama böylece Kur'an işlerliğini çekiciliğini yitirmiş, Peygamberimizin zamanında toplumları canlandıran, hak ile batılı birbirinden ayıran, öğüt bırakan, bilginleri ve bilge kişileri yerlere kapandıran, topluma can, ışık olan, ikna etmedik, ölmeden kendisine inanmadık insan bırakmayan Kur'an, orijinal lafzından, hayatın içinde olmaktan çıkarılmış, bugüne geldiğimizde ise mezarlık, cami ve efsaneler kitabı konumuna sokulmuştur. Dinin de artık bu mushaftan anlaşılamaz olması nedeniyle, dini anlamak ve öğretmek için Mezhep İmamları, Tarikat Şeyhleri, Cemaat liderleri türemiştir. İşte bugün elimizde, evlerimizde bulunan Osman Mushafı ile bu katliam yapılmıştır. Kur'anın İslam'ı yerine, yerden ot biter gibi Mezhep ve Tarikat dinleri ortaya çıkmıştır. Halbuki üstelik de aynı zamanda Yüce Rabbimiz, pek çok ayette Peygamberimize indirilmiş olan vahyin, Kitabın açık ve net olduğunu, pürüzsüz olduğunu, her okuyanın onu anlayacağını beyan etmektedir.
NEML 2 - 3 : Bunlar salatı ikame eden, zekâtı / vergiyi veren ve ahirete de kesin inanan kişilerin ta kendileri olan müminler için doğru yol rehberi ve müjdeci olmak üzere Kur’anın ve apaçık bir kitabın ayetleridir.
ŞUARA 2 : Bunlar, mübin / apaçık, açıklayan kitabın ayetleridir.
Kur’anın sıfatlarından birisi olan, mübin sözcüğü “ apaçık, açıklayıcı, ortada olan “ anlamında olup daha pek çok ayette yer almaktadır. Gerçekten de inançlı, inançsız olan herkes için Kur’an apaçıktır, açıklayıcıdır. O’nu anladığı dilden her okuyan ve dinleyen, O’nun neye çağırdığını, neyi emredip neyi yasakladığını , neyi iyi, neyi kötü kabul ettiğini kolayca anlar. Enam Sûresinin 155 - 157. ayetlerinde " Ve Kur'an kiminiz " Kitap sadece bizden önceki iki topluluğa indirildi ; Biz ise o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk " kiminiz de " Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk " demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir Kitaptır. O nedenle rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin..... Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. " ifadelerinde görüldüğü gibi anlamama ve haberimiz yoktu gibi mazeretlerin kabul edilmeyeceği belirtilmektedir. O’nu anladığı dilde okuyan hiç kimse ben bu kitabı anlayamadım, ne demek istediği belli değil, haberim yoktu diyemez. Tabiidir ki kişilerin inanıp inanmamaları ayrı bir konudur. Kur’an hiç kimsenin zorla yakasına yapışmıyor. Allah kullarına seçme ve irade kullanma özgürlüğünü de vermiş. Ama sık sık da değişik ayetlerde, hala aklınızı kullanmıyor musunuz ? diye de uyarısını tekrarlamaktadır. Üstelik Kur’anda, insanlar ikna olsunlar diye, kendi varlıkları ile ilgili olsun veya çevrelerindeki olaylarla ilgili olsun, yerde gökte olanlarla ilgili olsun, her şey, örneklerle tekrar tekrar detaylandırılarak açıklanmıştır.
KEHF 54 : Ve şüphesiz Biz, bu Kur’anda insanlar için her örnekten, geniş geniş açıkladık. İnsan ise tartışma yönünden her şeyden daha çok olandır.
İSRA 41 : Biz, bu Kur’anda onların akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip çevirdik, farklı şekillerde açıklama yaptık.
İSRA 89 : Ve andolsun ki Biz, bu Kur’anda insanlar için her örnekten evirip çevirmişizdir. Yine de insanların çoğu gerçeği örtmekten vazgeçmediler. / inkârda ısrarcı oldular.
Kur’anda pek çok ayette, “ ez-zikir “ ifadesiyle mecazı mürsel sanatında “ öğüt verme “ anlamı ekseninde bütün semavi kitaplar ( vahiy, Kur’an, İncil ve Tevrat ) için Zikir adı kullanılmıştır. Bu nedenle Kur’anın bir adı da Zikir dir. Kur’anda, Allahın anılması anlamında olan “ Zikrullah “ tamlaması da birçok ayette yer alır.
SAD 1 - 3 : Zikir / öğüt sahibi Kur’an kanıttır ki, onlardan önce nice kuşakları yıkıma / değişime uğrattık Biz. Onlar da çağrıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi. Aksine o kâfirler, bir gurur ve bölünme içindedirler.
ZUHRUF 44 : Ve şüphesiz sana vahiy edilen / Kur’an, senin için de, toplumun için de gerçekten bir zikir / bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız.
ARAF 205 : Ve her zaman kendi içinden, korkarak ve alçala alçala yüksek olmayan bir sesle zikret / Rabbini an ve umursamazlardan olma.
ZÜMER 22 : Peki Allah kimin göğsünü İslam’a açarsa , o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı ? Öyleyse Allah’ı zikretmeye / anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlar sapıklık içindedirler.
Kur’anın bir adı da Zikir olduğundan, Kur’anı okumak da bir zikirdir. Ve öğütleri hatırlamaktır, aynı zamanda da Allah’ı anmaktır. Halk arasında yaygın olduğu gibi tespih aleti ile de, zikir saatleri ile de pazarlık konusu yapılarak bilmem kaç defa falanca kelimeyi papağan gibi söylemek zikir değil, şirktir, kişilerin aldatılmasıdır.
Yüce Rabbimiz, Kur’an ayetlerini, parça parça, değişik aralıklarla, değişik zamanlarda Peygamberimizin ve içinde bulunduğu toplumun durumlarına ve hayattaki gelişmelere göre indirerek, koyduğu emir ve yasakları sık sık, tekrar tekrar gündeme getirerek, ayetlerin yavaş yavaş ve daha kolay kavranmasını sağlamıştır. Böylece de kâfirlere işin başında bir defa meydan okunarak geçiştirilmesi yerine, tekrar tekrar aynı konularda inen ayetlerle her defasında meydan okunması, uyarı yapılması fırsatı sağlanmıştır.
FURKAN 32 : Kâfirler : / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden kimseler, “ Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi ? “ dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyle parça parça indirdik. Ve Biz onu tane tane birbirine karıştırmadan vahiy ettik.
İSRA 106 : Ve Kur’anı Biz O’nu insanlara beklentilere göre öğrenip, öğretesin diye parça parça ayırdık ve Biz, O’nu indirdikçe indirdik.
Bu ayetlerde, parça parça inen ayetlerin, paragraf paragraf düzene konulması, Kur’anın indirildiği şekliyle sıralanması, tertip edilmesi, ayette geçen “ tertil “ sözcüğü kullanılarak Peygamberimize öneride bulunulmakta, ayetlerin tane tane ele alınarak ve birbirine karıştırılmadan okunup değerlendirilmesi istenmektedir. Bundan dolayı, Yüce Kitabımız Kur’an, konularına göre, paragraf, paragraf , necm, necm, iniş sırasına göre tertip ve bir tasnif yapılarak okunması gereken , içinde yer alan konuları, problemleri, en güzel şekilde ortaya koyarak kendisi açıklayan bir kitaptır. Bu nedenle de en güzel tefsirdir.
Tefsir : Anlaşılmamış, kapalı, müşkül, müphem bir sözü, bir konuyu, bir meseleyi anlaşılır hale getirmek ve açıklamaktır. Zaten kendi kendini açıklamakta olan, tefsirlerin en güzeli kitabımız Kur’anı, biz de hakkını vererek okumalı öğrenip öğretmeli gereken öğüdü alarak, hayatımızın rehberi yapmalıyız.
BAKARA 121 : Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nu okumasının / izlemesinin hakkını vererek okurlar, izlerler. İşte onlar O’na iman ederler. Her kim de kitabı reddederse, işte onlar zarara uğrayanlardır.
ARAF 204 : Ve esirgenmeniz için, Kur’an okunduğu zaman / öğrenilip, öğretildiği zaman hemen ona kulak verin ve susun.
MÜZZEMMİL 20 : Hiç kuşkun olmasın Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyledir. Allah geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin bu işi kolaylıkla yapamayacağınızı bildi de sizin için bu görevi hafifletti. O halde Kur’andan kolay geleni okuyun / öğrenin, öğretin. Sizden hastalar olacağını bildi, bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah’ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde ondan kolay geleni okuyun / öğrenin, öğretin. Salatı ayakta tutun, zekâtı verin…..
Arapçada, hazırdaki bir Kur’an metnini okumaya Tilavet denir. Aynı zamanda Kur’an ayetlerine saygı duymak, lafzına ve manalarına saygı duymaktır. Ayetlerde geçen Kıraat ise önce bir şeyleri zihinde, sonra kitapta toplayıp, hazırlayıp, başkalarına sözlü veya yazılı olarak aktarmaktır. Kur’anda insanların okumaları, anlamaları, öğüt almaları ve akıllarını kullanmaları için pek çok uyarı ve bilgi ayeti yer almaktadır. İşte yukarıdaki örnek ayetlerde de Kur’an okunurken O’nu dinlemenin adabı öğretilirken, saygıyla, sessiz ve can kulağı ile dinlenmesi emredilirken, asıl vurgulanmak istenen ise Kur’andan bir şeylerin öğrenilip anlaşılması ve bir şeylerin öğretilmesidir. Ve bunun için de bize önerilen, Peygamberimizin yaptığı gibi, gecenin sessizliğinde ve daha kolay öğreneceğimiz, daha kolay anlayabileceğimiz, Kur’andan kolayımıza gelen ayetleri okumak ve öğrendiklerimizi de yakınlarımıza öğretmektir. Hiç kimseden Kur'anın tamamını öğrenmesi veya anlaması beklenemez. Ancak her kes kendi hayatı için, uğraşı alanı için lazım olanı alabilmelidir. Ayetteki kolayına geleni okuyun ifadesinin anlamı budur. Anlayamadığımız ayetler üzerinde gereksiz vakit kaybetmemektir. Çünkü her kesin eğitim düzeyi ve kapasitesi, hayattaki ilgi alanı farklı farklıdır. Üstelikte bazı ayetler çok kolay anlaşılabilen muhkem ayet iken, bazı ayetler de o konuda uzmanlaşmayı ve belli bir birikimi gerektiren müteşabih ayetlerdir.
Kur’an, şiirsel sanat anlatımı ile, Arapça kelimeler arasındaki uyumu, bağlantılarıyla, armonisiyle, okuyan ve dinleyen insanlara ilahi bir haz sunmaktadır. Ancak Kur’anı sadece Arapça okuyarak ilâhi hazzı duyan kişinin, bunda kalmayıp kendi anlayacağı dilden de okuyarak, asıl hedef olan ilâhi mesaja kavuşması çok daha önemlidir. Aksi halde Kur’anın sadece Arapça okunarak hasıl olan sevabın ölülere bağışlanma uygulamasının ne ölüye ne de diriye bir yararı olmayacaktır. Kur’an bize ölülerin hiçbir şeyi duymayacağını, görmeyeceğini, onlara hiçbir şeyin gönderilemeyeceğini ayetlerle anlatmakta ve bizleri uyarmaktadır.
NEML 80 : Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin. Ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
EN'AM 36 : Ancak dinleyenler karşılık verir. Ölüleri ; Onları da Allah diriltir. Sonra yalnız O’na döndürülürler.
RUM 52 : Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarına dönmüş giderlerken sağırlara da dinletemezsin.
FATIR 22 : Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / her dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.
Allah, vicdanları dumura uğramış ve inatçılıkları, dik kafalılıkları, geleneklerine körü körüne bağlılıkları, kendilerini doğru ile yanlışı birbirinden ayırma duygusundan mahrum bırakmış ve bu yüzden de inanmayan ve Kur’andan uzak duranları, kör, sağır ve kabirdeki ölüler olarak nitelendirmiştir.
Peygamberimizin yaşadığı dönemde müşrikler, gece hayatında bir araya gelirler, saçma sapan gerçek dışı şiirlerle, doğa dışı olayları anlatan masallarla, rivayetlerle ve mucize hikâyeleri ile vakit geçirirler, eğlenirlerdi. Peygamberimizin karşısına çıkıp da sık sık ona inanabilmeleri için ondan mucize göstermesini isterlerdi. Kur’an ayetlerinde, onların bu istekleri ve Rabbimizin onlara verdiği cevaplar da yer almaktadır.
ENBİYA 5 - 6 : Aksine onlar : “ Bunlar karmakarışık düşlerdir. Yok yok onu kendisi uydurdu. Yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse önceki gönderilenler gibi bize bir alamet / gösterge / ayet / mucize getirsin “ dediler. Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler. ?
YUNUS 96- 97 : Şüphesiz, şu aleyhlerinde Rabbinin kelimesi hak olmuş olan kimseler, kendilerine bütün alametler / göstergeler / mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler.
İSRA 59 : Ve Bizi, alametleri / göstergeleri / mucizeleri göndermekten ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu.
ANKEBUT 50 : Ve onlar, “ O’na Rabbinden alametler / göstergeler / mucizeler indirilmeli değil miydi ? ” dediler. De ki : Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım.
ANKEBUT 51 : Kendilerine okunan Kitabı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi ? Bunda inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır
Ayetlerde görüldüğü gibi, müşriklerin ısrarla mucize isteklerine, bizzat Rabbimiz tarafından Ankebut Sûresinin 51. ayeti ile Kur’anın tek ve yeterli bir mucize olduğunun bildirilmesi suretiyle gerekli cevap verilmiştir. Böylece Kur’anın, onların bekledikleri mucizelerden daha büyük daha mükemmel bir mucize olduğu beyan edilmektedir. Peygamberimize verilen tek mucize Kur’andır. İnişinden kıyamete kadar her yörede, yapısal yönleriyle, içerdiği hikmetlerle, bilime ve geleceğe ait verdiği bilgiler ve mucize ayetlerle her zaman yaşayacaktır ve taptaze duracaktır. Oysa insanoğlu, şöyle bir kendine ve vücudunun yapısına ve işleyişine, kafasını kaldırıp çevresindeki yaratılmışlara, yere ve gökyüzünün azametine bir baksa ve bir düşünse, her şeyin bir mucize olduğunu görecektir.
Kur’anın bunca ayetine, uyarılarına, açıklamalarına ve tehditlerine rağmen, Kur’anı anlayacağı dilden okumaktan uzak tutulan Müslümanlar, uydurulmuş hadislerin, rivayetlerin karanlığında yürütülerek saçma sapan, akıl dışı, mantık dışı ve Allah’ın koyduğu kanunlara ( Sünnetullah'a ) aykırı birçok mucize denilen masallara, uydurulmuş rivayetlere ( söylentilere ) ve üstelik de bizzat Peygamberimizin ve Allah’ın da adını kullanarak inandırılmışlardır. Üstelik de bunları, dinin ve inancın bir gereği olarak da yerleştirmişlerdir.
Bu gün de hala “ Allah isterse neden olmasın “ yaklaşımı ile bir çok uydurma masala gerçekten olmuş gibi inanılmaya devam edilmektedir. Halbuki kimsenin Allah’ın kudretinden ve yapacaklarından bir kuşkusu olamaz. Burada asıl düşünülmesi gereken nokta, bu olayların Kur’an ayetleri ile onaylanıp onaylanmadığı, akla ve Sünnetullah’a uyup uymadığıdır. Bu olaylara ve anlatılanlara hemen inanmak yerine, insanların asıl yapmaları gereken şey, her konuda olduğu gibi, Kur’anımızla sorgulamak, Rabbimizin mesajlarını dikkate almaktır. Aksi takdirde Allah’ın sonsuz kudretini bahane eden koyu cahillerin, ya da dindar geçinen, Kur’andan bihaber kalabalıklar üzerinden prim devşirmek isteyen art niyetlilerin, dine zarar vermesinin ve Kur'anda Necm Sûresinin 39. ayetinde " Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden / emeğinden / alın terinden başka şey yoktur. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, Bakara Sûresinin 219. ayetinde de “ Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki : “ İhtiyaçtan fazlasını harcayın “ ifadeleriyle birçok ayette de kenz ( aşırı tutku ile mal ve para biriktirme ) yasaklanıyor, ihtiyaçtan fazlasının infak edilmesi, ihtiyacı olanlarla, en yakınında bulunanlarla, miskinlerle, fakirlerle, yetimlerle, eğitim, hayır ve sosyal yardım kurumlarıyla paylaşılmasının istenmesine, bin dört yüz yıl önce emeğin ve artık değerin belirleyici ölçüsünün mucizevi bir devrim ile ilân edilmesine rağmen Kur'anı anlamak üzere okutulmadığından dolayı, masum insanların ve emeğin sömürülmesinin önüne geçilemez. Bugün insanları, kandırarak Allah'la aldatarak Kur’andan uzaklaştıran zihniyet ile bunun yanında reddiyeci Ateist inancındakiler daha Peygamberimiz zamanından başlayarak, tarih boyunca çeşitli bahanelerle insanların kafasına fitneler sokarak Kur’an düşmanlığına başlamıştır.
YUNUS 15 : Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar “ Bundan başka bir Kur’an getir. Yahut bunu değiştir. “ dediler. De ki : O’nu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.
İSRA 73 : Az kalsın onlar seni, sana vahiy ettiğimizden uzaklaştırarak, ondan başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp, seni ateşte yakacaklardı.
EN'AM 38 : Biz kitapta hiçbir şeyi eksik / yetersiz bırakmadık. Sonra onlar Rabblerine toplanacaklardır.
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi insanlara gerekli olan reçetelerin hepsi eksiksiz olarak Kur’anda mevcuttur. Kur’an hiç bir ilkeyi, hükmü, dışta bırakmamıştır. Buna rağmen geçen zaman içinde neredeyse bütün Kur’an ayetleri gözardı edilerek, yeterli de görülmeyerek Casiye Sûresinin 6. ayetinde " İşte bunlar, Bizim sana hak / gerçek ile okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla / gerçek olarak okuyoruz. Artık onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra, hangi hadise / söze / hangi olguya inanacaklar ? " denilerek Din ve inanç adına Allah'tan başka hiç bir kimsenin sözünün bir değerinin olamayacağı belirtilmekte, birçok ayette Kur'anın mucizevi bir devrimi olarak hadisleri din yapanların şirki deşifre edilmekte olmasına rağmen, 700 lü yıllardan itibaren Peygamberimizin Hadisi ( sözü ) denilerek pek çok hikâye, rivayet yazan kişiler, imam, müfessir, hoca efendi, üstat ortaya çıkmış, risaleler yazılmış, din hükümlerini içeren fıkıh kitapları ile ibadet şekilleri, yüzlerce farzlar, sünnetler, vacipler, şartlar, haramlara bağlanmış, fetvalar verilmiş, adeta din zorlaştırılarak ulaşılamaz, inananlar için nefes alamaz bir inanç silsilesi haline getirilmiştir. Üstelik de bütün bunlar, Kur'anın içerisindeymiş gibi, dinin sahibi böyle emretmiş, din bir bütündür, ya hepsine uyarsın, ya da kâfir olursun tehditleri ile insanlar korkutulmuştur.
Bir çok ayette değinildiği gibi Fatır Sûresinin 5. ayetinde " Ey insanlar ! Hiç şüphesiz, Allah’ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın. " denilerek daha önceleri hiçbir kitapta olmadığı halde " Allah ile aldatma " Kur'anın mucizevi bir devrimin ilânı olarak din diline sokulmuş, Din adamları, din sınıfı dinler tarihi, eleştiriye açılmıştır. Ama bunlara, yapılan bu uyarılara rağmen insanlar Allah'la aldatılmışlardır. Rabbimizin çeşitli ayetlerle, Biz bu kitapta her şeyi etraflıca açıkladık, hiç bir şeyi eksik bırakmadık ve üstelik de Peygamberin dahi Allah’a isnat ederek herhangi bir sözü din adına uyduramayacağı, şiddetli ve kesin ihtarlarla belirtilmiş olmasına rağmen, bugün Peygamberimize atfedilen binlerce uydurma hadisle, Cemaat ve Tarikat önderleri eliyle Allah'la aldatılan ve Kur'anı anlaşılmak üzere okutulmayan Müslümanlara, Kur’anın dışında bir din yaşatılmaktadır. ( Kur'an Dışında Yaşanan Dinler başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. )
Kur'an ayetleriyle bize yerine göre biri beşer, insan olan Resül ve diğeri de Kitap Resül olmak üzere elçi olarak iki türlü Resül'den söz edilmektedir. Örneğin Bakara Sûresinin 101. ayetinde " Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir Resül / Elçi geldi, daha önce kendilerine Kitap verilen kimselerden bir grup, sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. " ifadelerinde gördüğümüz gibi ayetin orijinal lafızlarını dikkate aldığımız zaman, burada sözü edilen Resül, Kitap olan Resüldür. Nisa Sûresinin 170. ayetinde " Ey insanlar ! Şüphesiz Resül / Elçi, size Rabbinizden hakkı / gerçeği getirdi. Öyleyse kendi yararınıza olarak hakka inanın. Eğer inanmazsanız, bilin ki göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. " ifadelerinde de ayetin başında yapılan " Ey insanlar ! " hitabı ile bütün dünya insanlarına seslenilmekte, indirilmiş olan Resül Kitabın, yani Kur'anın evrensel olduğu dile getirilmektedir. Çünkü beşer Resül olan son Peygamber Muhammed ( a.s. ) vefat ettikten sonra elçilik görevini Resül Kitap olan Kur'an yerine getirecektir. Rabbimiz de Vakıa Sûresinin 77 - 78. ayetlerinde “ Hiç kuşkusuz O, şerefli Kur’andır. Saklanmış, korunmuş bir kitaptır. “ diyerek Kur’anın kaybolmayacağını, bozulmayacağını, Kendisinin Kur’anı koruyacağını, beyan etmektedir. Yine Hicr Sûresinin 9. ayetinde de Rabbimiz, “ Hiç kuşkusuz Biz, O, öğüdü / Kur’anı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz O’nun için koruyucularız. “ diyerek, Biz sözcüğü ile vurgu üstüne vurgu yaparak Emrinde hiç aksaklık vermeyen Kur'andaki 19 kod sistemi de dahil, Allah'ın kurduğu sistemlerle, Kur’anın kesinlikle kıyamete kadar korunacağını, var olacağını, yaşayacağını, insanlara hidayet ve hakkı tanıtmaya devam edeceğini önemle belirtmektedir.
Aslında ayetlerde Kur'anın korunduğunu anlatmak üzere kullanılmış olan Levhi Mahfuz ifadesi, maalesef gerçek anlamından saptırılarak, Mezheplerin hadislerle kader anlayışının içine yerleştirdikleri bir kavram haline getirilmiş, ardından da bu kader levhası kavramı ekseninde oluşturulmuş pek çok rivayet ve hadis uydurulmuştur. Kur’andan onay almayan bu kabul ve inançların aksine Kur'anın korunduğunu kasteden Levhi Mahfuz ifadesi, Kur’anda Buruç Sûresinin 22. ayetinde yer almakta, ayetteki ifadeler aslında daha önceki Sûrelerden Abese Sûresinin 11. ve 16. ayetlerindeki paragrafın bir devamı gibi görünmektedir. " Hayır hayır hiç te öyle değil, O bir düşündürücüdür. Dileyen onu düşünüp öğüt alır. Değerli sayfalar içindedir. Yüceltilmiş, tertemiz temizlenmiş sefirlerin ellerinde saygın güvenilir korunmuş levhada “ levhi mahfuzda “ şerefli bir Kur’andır. " şeklinde ayetler arasında bir anlam bütünlüğü oluşmaktadır. Bu anlam bütünlüğü içerisinde ayette “ korunmuş levha “ ( levhi mahfuz ) ifadesinden Kur’anın korunduğu ve korunacağı anlaşılmaktadır. Ayette yer alan Mecid ( yüce, şerefli, köklü ) ifadesi de Kur’an için zikredilmiştir.
BURUÇ 19 – 22 : Fakat o kâfirler hala bir yalanlama içindedirler. Oysa Allah onları arkalarından kuşatıcıdır. Aksine o levhi mahfuzda / korunmuş levhada şerefli bir Kur’andır.
Bu ayetle, Allah’ın sözünden daha yüce, daha üstün, daha köklü bir sözün olamayacağı ve Vakıa 77.- 78. , Hicr 9. ayetleriyle de belirtildiği gibi Kur’anın korunduğu ve korunacağı ifade edilmektedir. Levh sözcüğünün esas anlamı tahta, yonga, gemi tahtası demektir. Daha sonraları üzerine yazı yazılan her türlü yassı şey için kullanılır olmuştur. Buna göre üzerine yazı yazılabilen deri parçası, kemik parçası, taştan tabletler, kağıtlar, zamanımızdaki bantlar, c.d.ler bilgisayar tabletleri hepsi levh kapsamında anlaşılmalıdır. Burada kullanılan “ levhi mahfuz “ tamlaması ise, mecazi olarak Kur’anın korunduğunu, korunacağını anlatmaktadır. Mezhepler bu tamlamayı ise kaderin bir levhası olarak nitelendirmekte ve oluşturulan uydurma rivayetlerle de bu inançlarına güç katmaya çalışmaktadırlar. Bu rivayetlerde dedikleri Levhi Mahfuz altındandır, bir başkasında gümüştendir, bir başkasında yakuttandır, bir başkasında arşın sağ tarafındadır, bir başkasında semadadır, bir başkasında İsrafilin alnındadır, Matiryun meleğinin kucağındadır gibi saçma söylemler ciddiyetten, gerçekten, tutarlı destek ve dayanaktan yoksun kuruntulardır ve Kur’andan da onay almamaktadır. Kur’an, lafız, nazım anlatımı ve içeriği, ayetler arasındaki armonisi ile bir bütündür ve bir mucize anlatımına sahiptir. Bu nedenle herhangi bir eksiltme veya bir ilâve veya değiştirme hemen sırıtır ve armonisi bozulur. Araştırmacı yazar Dr. Edip Yüksel, Allah’ın Kur’anı 19 kodlu sistemi ile koruduğunu iddia etmekte ve Kur’anın matematiksel yapısı üzerinde bilgisayar destekli yapılan bağlantıları da bu 19 lu kod sistemine göre değişik ayetlerde, surelerde ve kavramlarda açıklamaktadır.
Peygamberimiz zamanında, diğer dinlerin ortaya çıkış dönemlerine göre, insanlık tarihi de oldukça aydınlık bir dönemi yaşamaktadır. Bu dönemde birçok eski medeniyet zirvededir. Olaylar, artık ilkel de olsa kayda geçirilebilmektedir. İlk günden itibaren pek çok insan ayetleri, kolaylıkla ezberleyebilmiştir. Böylece tarihin her döneminde bu güne kadar Kur’anı ezberinde tutan on binlerce hafız mevcut olmuş, bundan sonra da olacaktır. Bundan dolayıdır ki Kur’an kıyamete kadar canlı ve diri olarak yaşayacak, ayakta olacak ve işlevine devam edecektir. Dinin, dosdoğru yolun, yegâne ve temel kaynağı olarak insanların hidayet rehberi olacaktır.
Sonuç olarak Müslümanlığı kabul ediyoruz, Kur’anımıza inanıyoruz, sayıyoruz, güzel işlemeli özel kılıfların içerisinde saklıyoruz ve evimizin duvarında en yüksek yere asıyoruz. İmanın şartlarından biri de Allah’ın kitaplarına ve Kur’ana inanmaktır diyoruz. Aslında yanlış da olsa abdestsiz dokunulmayacağına inanıyoruz, üç defa öpüp incitmeden yerine koyuyoruz, Ramazan ayında ancak elimize alıyoruz ve hatim etmek üzere imam efendinin önüne oturup 50 dakika hiç bir şey anlamadan Arapça okunuşunu dinliyoruz. Bir ay boyunca okunan bu ayetleri de ölülerimizin ve büyüklerimizin ruhlarına hediye ediyoruz. Bize ne getirip götürdüğünü hiç merak etmiyoruz. Zaman zaman da hatim paylaşıp hiç bir şey anlamadığımız Arapça telaffuzları yine ölülerin ruhuna hediye ediyoruz. Böylece Kur’anın içinde neyin olup, neyin olmadığını tabii ki bilmiyoruz, ve hiç de merak etmiyoruz. Maalesef yüz yıllardır Dinimizi çok yanlış ve ters taraflardan öğrenmeye başlamış, atalarımızın bizi yanlış yönlendirmelerinin etkisinden, aklımızı kullanarak kendimizi gerçek Zikre / Kur'ana yöneltememişiz. Oysa Yusuf Sûresinin 111. ayetine baktığımız zaman ; " Andolsun ki Yusuf, babası, kardeşleri kıssalarında kavrama yeteneği olanlar için bir ibret vardır. Kur'an uydurulan bir hadis / söz değildir. Ancak sadece, içinde konu edilenlerin doğrulaması / kendinden önceki kitapları tasdik etmesi, inananlar için her şeyin ayrıntılı açıklaması, bir yol gösterme ve rahmettir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, * Kur'an ve içindeki kıssalar, öğütler, bilgiler Peygamber tarafından uydurulmuş değildir. * Kur'an kendisinden öncekileri tasdik eder. * Kur'an din adına her şeyi açıklamaktadır. * Kur'an iman edenler için dosdoğru yolun rehberidir. * İnananlar için bir rahmettir. Bu Kitap, bize Peygamberimizin yegâne emanetidir. Eğer peygamberimizi gerçekten seviyor, sayıyorsak, O’nun Kur’an yolunda verdiği mücadelenin büyüklüğünün farkında isek, sadece lafla O’na salavat getirerek değil, Kur’an ayetlerini göz önünde bulundurup, anlamlarını bilerek, düşünerek, emrettiği gibi O’nun emanetine layıkıyla sahip çıkmamız gerekir. Biz Kur’anı anladığımız dilde okuyup, O’nu terk etmiş duruma düşmediğimiz, sadece Kur’anın öngördüğü Hakk Dinin öğütleriyle yaşayabildiğimiz ve Peygamberimizin bizden şikâyetine muhatap olmadığımız zaman, şüphesiz ki hem Peygamberimiz, hem de Rabbimiz bizden razı olacaktır. İşte asıl o zaman Peygamberimizin izinden gitmiş olacağız, Allah’ın rahmetine mazhar olabileceğiz. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları ile fazileti sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Prof. Dr. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK ( Kur'anda Mucizevi Devrimler )
RAMAZAN DEMİR ( Yusuf 1. Hadım Edilen Nebi )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR