 
 İnsanın konuşabilen sosyal bir varlık olarak yaratılması, kendisini tanımaya başlaması ve ardından da toplu yaşamaya geçmesi ile birlikte her toplumda güçlülerin oluşturduğu sömürü, zorbalık ve zulmün ardından Yaratan yüce Rabbimiz, bozulan dengeyi ve huzuru tesis etmek, kaosu yok etmek, insanlar arasında adaleti, barışı, huzuru, ahlâkı sağlamak, Kendi Rabbliğini ve Tevhit ilkesini tanıtmak üzere elçiler göndermeye ve insanları öğütlerle doğru yola davet ettirmeye başlamıştır. Fakat buna rağmen kendilerini ilâh yerine koyan her toplumun güçlüleri, muktedirleri kurdukları sömürü düzenini koruyabilmek için Allah'ın davetine karşı durmuş, Peygamberlerini ve kitaplarını inkâr etmiştir. Böylece tarih boyunca sürecek olan Allah ile sahte ilâhların, Tevhit ve Şirk dinleri arasındaki savaş da başlamıştır. Her şeyi programlayıp yöneten, çekip çeviren Yüce Rabbimiz Allah, yarattığı kullarına fıtri olarak akıl, düşünme ve seçme özgürlüğü için de irade vermiştir. Ama insan, tarih boyunca peygamberler aracılığı ile indirilen Allah'ın vahyinden, tertemiz, katkısız olan Tevhit’den / Allah'ı birlemekten, Hakktan / gerçekten hoşlanmamış, işine gelmemiş, razı olmamış, ille de fıtratında var olan diğer beşeri zaaflarının, hırsının, aç gözlülüğünün, kibrinin, nefsinin peşine düşerek, sanki ölmeyecekmiş gibi kendisinin iktidar savaşını başlatmıştır. Bu savaşın bir tarafında insanın kendisi, tavan yapmış bencilliği, diğer tarafında da bütün Kâinatın, Yerin, Göğün ve arasındakilerin sahibi, Yaratıcısı olan Yüce Rabbimiz vardır. Tabiidir ki sonuç baştan bellidir, mutlak olarak zafer, Yaratan, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın olacaktır. Ama dünyadaki basit ve geçici hayatın zenginliklerine, güzelliklerine, süsüne, nimetlerine aşırı derecede bağlanan ve aldanan insanoğlu genellikle nefsinin, bencilliğinin, kibrinin esiridir, hayatının sonunda Rabbinin huzuruna döndürüleceğinin farkında da değildir. Yahut ölümden sonraki hayata, Allah'a ve mahşer günündeki sorgulamasına hiç inanmamaktadır.
Böyle olunca insanın sahiplenme, gücü, zenginliği elinde tutma savaşı ve tutkusu, tarih boyunca hiç eksik olmamış, Mısır'ın mitolojik dinlerinde Osiris, eski Çin'de Çang - Ti soyu, Hint dinlerinde İndra, Sümerlerde Marduk, İran'daki Mecusilikte değişik isimlerde birbiri ile savaşan iyilik ve kötülük Tanrıları, Yahudilikte Yehova, eski Yunan'ın mitolojik Olimpos tanrıları, orta Asya Türklerinde Kurt, Arap yarımadasında Al - İlâh'ın kızları denilen Melekler gibi her toplumun güçlüsü, muktediri, önde geleni, koruyup kollayan, gözeten, her şeye sahip ilâh yerine konmuş, bunun üzerine de güçlülerin sürekli bir ilâh olma, yandaşlarının da ortak koşma anlayışı egemen olmuş, hatta peygamberimizin ölümünün hemen ardından Müslümanlıkta dahi, Allah’ın yarattığı bütün canlı ve cansız varlıklar, doğa güçleri, güçlü, muktedir olan halife, sultan, padişah, mürşit denilen insanlar, Allah’a ortak yapma sırasına sokulmuştur.
İlâh, sözlük anlamı “ örtünmek, gizlenmek, alışmak, kulluk / kölelik etmek " demektir. Bu sözcük genelde “ İbadet edilen, tapınılan, ululanan, yüceltilen “ nesnelerin adı olarak kullanılmaktadır. Bu sözcüğe “ ihtiyaçları gideren, işlenen amellerin karşılığını veren, sükûnet bahşeden, huzur, rahatlık veren, yücelik, hükmü altına alıp kötülüklerden koruyan “ anlamlar da yüklenmektedir. İlâh adlandırmasının kökeni İbranicede “ eloah “ sözcüğüne dayanmaktadır ve en kudretli Tanrıya verilen addır. İlk İslam tarihçisi Taberi’nin naklinde de “ elehe “ sözcüğü mabut, tapılacak İlâh anlamına gelmektedir. Razi’de sevilen mabut, bazı alimlere göre de sevgi anlamına gelmektedir. Ama bu sözcük sonradan yuvarlanarak Arapçaya İlâh şeklinde geçmiştir. Peygamberimizin zamanındaki Mekke Müşrikleri de Sin ya da Hubel olarak adlandırdıkları en kuvvetli ve büyük olan Ay tanrılarını ifadeye güç katan “ al “ ekiyle birlikte “ al – ilâh “ olarak isimlendirerek tapınmaktaydılar.
Kur’anın İslam’ının saf Tevhit akidesi, tapılacak, ibadet edilecek ve yüceltilecek olanın, Kâinatı ve içindeki enerjiyi, bütün maddeyi, eşyayı canlı ve cansız varlıkları yaratanın, yoktan var edenin sadece Allah olduğu inanç temeline dayanır. Bundan dolayı Kur’anın Allah kavramı ile diğer dinlerdeki Tanrı olan ilâh kavramı arasında anlam, kavram, oluşturma, hükmetme ve işlev bakımından tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklılıklar bulunur. Dünya üzerinde diğer dinlerdeki ilâhlar, o inançtaki insanların korkularının, ihtiyaçlarının ürünü olup, insanların ihtiyaçlarına göre ortaya çıkarılmış ve şekillenmiştir. Hüküm koyma özellikleri olmayan ve insanların korkularının, ihtiyaçlarının ortadan kalkması halinde fonksiyonlarını kaybeden bu ilâhlar, insanlarla birlikte var olup, insanlarla birlikte yok olurlar. Ve tarih boyunca bir çok kavmin yok olmasıyla da böyle olduğu görülmüştür. Ama Kur'andaki Allah, Hadid Sûresinin 3. ayetinde, “ O, el Evvel / ilktir, el Ahir / sonsuzdur, Vezzahiru / açıktadır, Velbatinu / içtedir ve O Alimdir / her şeyi en iyi bilendir. “ denilerek evvelin, sonun, her şeyin sahibi ve yaratıcısı olup zaten vardır. Kur’anın İslam’ında kişi ilâhını kendi ihtiyaçları doğrultusunda edinemez. Çünkü İslam, ibadet edilecek İlâh’ın tek, mutlak varlık ve yaratıcı, tek hüküm koyucu olduğu esası üzerine oturtulmuştur. Bundan dolayı yaratmanın sahibi Allah katında tek bir din olan İslam, akıl ve irade ile yaratılmasından bu yana bütün insanları işte bu İlâha, yani Kur'andaki Allah’a iman ve ibadet etmeye çağırmaktadır. Kur’anın İslam’ındaki Allah, mutlak yaratıcı olduğundan her şeyden önce de vardır. Varlığı zatı ile kaimdir. Varlığını ayakta tutmak için Kendisinden başka hiç bir desteğe, güce ihtiyacı yoktur ve ebedi olduğu için insanla ve toplumlarla birlikte yok olmaz. ( Allah ile ilgili daha geniş bilgileri sitemizdeki " Allah'ı Kur'an İle Tanıyalım " başlıklı makalemizde bulabilirsiniz )
Tarihte bir çok toplum Allah'ın gönderdiği peygamberlere ve onlara indirilen kitaplara itiraz etmiş, inanmamak için direnç göstermiş, bahaneler uydurmuş, Allah’tan başka ilâhlar edinmiş, onlara tapmışlardır. Bu toplumları Kur'an bize Meryem Sûresinin 81. ayetinde “ Ve onlar, kendileri için bir güç, şan şeref olsun diye Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler. “ Hud Sûresinin 101. ayetinde “ Ve onlara Biz haksızlık etmedik, fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış / kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah’ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiç bir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar. ” Nahl Sûresinin 20 – 22. ayetlerinde de “ Ve onların Allah’ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık Ahirete inanmayan şu kimseler ; Onların kalpleri tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük olduğuna inanan kimselerdir. ” Denilerek eski çağlarda ve cahiliye dönemlerinde Allah’ın vahyinden haberleri olmayan veya inkâr eden insanların durumları ve yaptıkları yanlışlıklar çok ayrıntılı ve etkili ifadelerle anlatılmaktadır. Bunun sonucunda da onların durumları ise Ahkaf Sûresinin 27 – 28. ayetlerinde “ Kesinlikle Biz kendi komşularınız olan memleketleri helâk ettik. / Değişime yıkıma uğrattık. Ayetleri onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi ? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu onların yalanlarıdır / Uydurmakta oldukları şeydir. “ ifadeleriyle çok çarpıcı bir şekilde açıklanmaktadır.
Kendi yaratılışında ve çevrelerindeki oluşturulmuş mucizelerin, ilâhi gücün farkına varamayan insanoğlu, çoğunlukla Tevhide ve sadece Allah’ın koruması altına girmeyi reddetmiş, öldükten sonra tekrar dirilmeye, Ahirete ve hesap gününe inanmamış, ayetlerin ve uyarıların inkârı ile küfre girmiş, aracı putlarla ortak koşarak şirk yolunu tercih etmiştir. Dinimizin yegâne kaynağı Kur'anda Beyyine Sûresinin 1 - 3. ayetlerinde " Kitap Ehlinden ve ortak koşanlardan küfretmiş / Allah'ın ilâhlığını, Rabbliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, kendilerine hüküm / açık delil / içinde tertemiz, sapasağlam yazgılar bulunan, tertemiz sayfaları okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi gelinceye kadar serbest bırakılmadılar, gözden çıkarılmadılar. 4 : Ve o Kitap verilen kişiler, ancak kendilerine açık kanıt geldikten sonra ayrılığa düştüler. 5 : Oysa ki onlara sadece dini Allah için arındıran kişiler halinde Allah'a kulluk etmeleri, salatı ikame etmeleri, zekâtı vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru, eksiksiz, aşınmaz dindir. " denilerek Mümin Sûresinin 57. ayetinde de " Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. " ifadeleriyle belirtildiği gibi halbuki aklını kullanan ve sorgulayan bir insan için, ilâhi vahye kulak vermese bile çevresinde, gökyüzünde canlı ve cansız yaratılmış olanların hakikate işaret eden mucizelerle donatılmış olduğu belirtilmekte, ana hatlarıyla Allah katındaki dinin yapısına, Allah'ın büyüklüğüne işaret edilmektedir. Buna rağmen insanların çoğu, göklerin ve yerin yaratılmasının, insanın yeniden yaratılmasından daha büyük mucizeler taşıdığını idrak edememekte, bizzat görmedikleri için Allah'ın büyüklüğünü algılayamamakta, Ahirete inanmak istememektedirler. Furkan Sûresinin 43. ayetinde " Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü / hiç düşündün mü ? 44 : Yoksa sen onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun. Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar. " denilerek çok ciddi bir uyarı yapıldığı halde, işte Allah’ın insana bahşettiği akıl nimetinin kullanılmayışı, Allah’ın Tevhit / La ilâhe illallah Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur deme ve şuuruna sahip olma yolunun seçilememesi, Tevhit ve hidayetten yoksun kalınması, şirk batağına bulaşmasının sebebi olmaktadır.
Ayetlerde  belirtildiği  gibi  insanların  çoğunun  nankörlüklerine  ve  hayvanlıklarına   rağmen  Leyl  Sûresinin  12. ayetinde  "  Doğruya  ve  güzele  yol   göstermek  sadece  Bizim  üzerimizedir. "  Enam  Sûresinin  12.  ayetinde  "  De  ki  :  “ Göklerde  ve  yerde  olanlar  kim  içindir ?  “  De  ki  : “ Allah  içindir. “  Allah,  rahmeti  kendi  zatı  üzerine  yazmıştır. "  ifadelerinde  görüldüğü  gibi  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Rahman  ve  Rahim  olması  ve  Rabbliğinin  gereği  de  rahmeti  Kendi  üzerine  farz  kılmasından  dolayı,  Adem  Peygamberle   başlayarak,  insanlara  tarih  boyunca  değişik  zamanlarda  ve  değişik  bölgelerde  ardı   ardına   gönderdiği   Peygamberlerle,  sabırla  Tevhit'e  ( Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur )  demenin  bilincine  ve  hiç  bir  şekilde  ve  hiç  bir  kimseyi,  Allah'ın  yanında  veya  O'nun  yerine  ilâh  yaparak  Allah'a  ortak  koşmama  davetini  sürdürmüştür.  Fakat  hepsi  de  birer  beşer,  insan  olan  ve  doğa  üstü  güçleri  olmadığı  için  toplumlara  gönderilen  bütün  peygamberler  ve  Tevhit  inancı  reddedilmiş,  inanılmamış,  büyük  dirençler  gösterilmiştir.  Aksine   tarih  boyunca  Rabbimizin  indirdiği  Kitaplar,  emirler,  uyarılar  dışında  başka  kaynaklar  aranmış  ve  Allah’tan  başka,  Allah’ın  yarattıklarından  ( astlarından )  gökyüzünden,  yeryüzündeki  doğa  güçlerinden,  taştan,  tahtadan  yaptıkları  putlardan,  büyük  ve  güçlü  saydıkları  kişilerden,  yol  gösteren  yardım  eden  ve  koruyan  yakınlar  Veliler,  önderler  edinilmiştir. Böylece  de  insanlar  arasında  yönetenler  ve  yönetilenler  olmak  üzere  sınıfsal  farklılıklar  oluşturulmaya  başlanmıştır.
Kitabımız Kur’anda ( min dinillahi ) şeklinde ifadenin yer aldığı ayetlerde, aslında Allah’ın yarattıklarının hepsine “ seviyesi düşük “ anlamına gelmek üzere Allah’ın Astları denir. Her dönemde, her peygamberle Yüce Rabbimiz, insanın sahip olduğu olumsuz özelliklerini, kendisini ateşe götürecek davranışlarını ortadan kaldırıp, onun adil, vefakâr, cömert, erdemli, iffetli, paylaşımcı, barışsever, sevgi dolu biri olup, dalaletten / her türlü kötülükten, şirkten / ortak koşmaktan kurtularak, Tevhit ve hidayet yolunda olmasını sağlamak için ona kulluk ( ibadet ) görevlerini vermiştir. İbadet : Kulluk / Kölelik etme, Kulun, sahibine / Kendisini yaratan Allah’a, yaratan Rabbi tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi, Allah'ın koyduğu kurallara ve belirlediği insanlık yaşamının düzenine uymasıdır. Ancak ülkemizde Ulema denilen bazı kişilerce saptırılmış olan din anlayışıyla, ibadet denildiğinde, yapılacak kulluğun, Allah’a teslimiyetin bütün amelleri değil, İslam’ın beş şartı denilen, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi Emevi belirlemesi fiiller akla gelmektedir. Kur’anda Allah’ın, Kendisine nasıl kulluk edilmesi gerektiğini belirlediği 6234 ayetin tamamı İslam’ın şartı iken, İslam’ın şartı 5 tir demek, küfürdür, şirktir. Allah'ın diğer ayetlerini görmemezlikten gelmektir. İnsanların bütün yaşamı boyunca, insanlık adına üretilen her iş, her güzel davranış, Allah’ın Kur’an ayetleri ile yapın veya yapmayın dediği her şey ibadettir.
NİSA 172 : Mesih ve yakınlaştırılmış melekler / İsa ve İsa’ya yardım ettiğine inandıkları melekler / doğa güçleri, Allah’ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler. Ve kim O’na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini yakında Kendisine toplar.
Ayetin orijinalinde aslında Allah'ın İsa'ya büyük lütuflarda bulunduğu, İsa'nın şımarıp kulluktan, Allah'a ibadet etmekten kaçınmadığı beyan edilmekle beraber, buna rağmen İsa peygamber nezdinde ehli kitap olan Hristiyanlar için bir ültimatomla gerçek inanca davet edilip Ahirette düşecekleri perişanlık bildirilerek uyarılmaktadır. Ayette Allah’a “ abd “ olmak ile O’na “ ibadet etmek " aynı anlamda kullanılmıştır. İbadet sözcüğü, Arapçada “ abede “ fiilinin mastarıdır. Kölelik anlamına gelir. Köle, köle olmak, kölelik, gibi kavramlar “ abd “ kökünden türemiştir. Bu kavramlar, İslam’ın ne olduğunu veya ne olmadığını anlatan anahtar kavramlardır. Her şey için Allah’a muhtaç olan insan ile, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin yaratıcısı ve sahibi, sonsuz güç ve kudreti olan Allah arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği, Kur’anda bu kökten gelen sözcüklerle anlatılmaktadır. Eğer şart öne sürülecekse Kur’anın ve İslam’ın tek şartı vardır, o da Allah’a teslim olarak emir ve öğütlerine uymaktır. Bu da yalnızca Allah’a köle olmak, O’na Kur'an ayetleriyle yönelmek ve kimseyi, hiç bir şeyi aracı yapmamak ve ortak koşmamakla olur.
İnsanın isteyerek, inanarak Allah’a kul / köle olmasıyla, insanın insana olan köleliği birbirine karıştırılmamalıdır. Köle olunmaya layık olan, sadece sonsuz yüce olan Allah’tır. İnsanların uygulama ve anlayışlarına göre ise köle ; Kendi iradesi olmayan, efendisi ne derse, ne isterse onu karşılıksız olarak yapmakla yükümlü olan, koşulsuz ve mutlak olarak itaat eden, efendisini memnun etmeye çalışan kimsedir. Kul ; sözcüğü eski Türkçe’den gelen bir sözcüktür. Esir, köle anlamındadır. Türkçede genellikle “ Allah’ın kulu “ denilerek, dini ya da inancı ne olursa olsun yaratılmış insanlar ve Allah'ın hükmüne uyan bütün doğa güçleri, canlı ve cansız varlıklar anlamlarında kullanılmaktadır. Peygamber, Padişah, Sultan, Halife, Veli, İmam, Şeyh, Mürşit herkes Allah katında kuldur. Hiç kimse Allah katında kulluğun üstüne çıkamaz. Bu anlamda insanlar Allah’tan başkasına kul olamaz. Hiç kimseyi Efendi / Rabb yerine koyamaz. Zariyat Sûresinin 56 - 57. ayetlerinde " Ben ins ve cinni / Bildiğiniz ve bilmediğiniz gelmiş geçmiş herkesi yalnızca bana kulluk etsinler diye oluşturdum. Ben onlardan bir rızk istemiyorum. Ben onların Bana yedirmelerini de istemiyorum. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, Rabbimiz, kullarına Kendi katındaki konumlarını bildirmektedir. Bu nedenle zaten ve bilhassa Allah'ın rızıklandırdığı ve oluşturduğu nimetlerle doyurduğu insanların hadlerini aşarak ilâhlık, Rabblik taslamaya kalkmamaları, kesinlikle Yaratandan başkasına boyun eğip kul olmamaları uyarısında bulunmaktadır. İnsanların yapacağı bu kulluk görevine aslında Allah'ın ihtiyacı yoktur. Çünkü insanın yapacağı kulluk, kendi iyiliğine, mutluluğuna yöneliktir. Hedef, insanların toplu yaşamındaki iyiliği, huzuru, mutluluğu hakkı, hukuku, adaleti sağlayacak insanlık erdemine kavuşturmaktır. Bu nedenle eğer yapılacaksa ancak Allah, sadece kendisine kulluk edilmesini ister. Hükmüne kimseyi de ortak etmez.
KEHF 26 : De ki : “ Allah mağarada ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. “ Göklerin ve yerin gaybı yalnızca O’nun içindir. O ne güzel görür, O ne güzel işitir. Onlar için O’nun astlarından bir veli / dost, yardım edip, koruyup kollayanı yoktur. Allah Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.
BAKARA 107 : Göklerin ve yerin egemenliğinin şüphesiz yalnız Allah’a ait olduğunu ve sizin için Allah’ın astlarından bir veli / yakın ve bir yardımcı olmadığını bilmedin mi ?
BAKARA 22 : Yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızk olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.
Yakınlık kurulacak, güvenilecek, ayetlerine yönelerek izinden gidilecek olan, sadece Yüce Rabbimiz Allah’tır. Allah’ın taşıdığı sıfatlara O’ndan başka hiçbir varlık sahip olamaz. Bunun aksine Allah’ın taşıdığı sıfatları insanların Güneşe, Aya, yıldızlara veya büyük kişilerin taştan yapılmış putlarına veya dini liderlere, hatta Peygamberlere atfedilerek onlardan yardım istenmesi, yakarılması, tapınılması ortak koşmaktır, şirktir. Kur'anda pek çok ayette, örneğin Araf Sûresinin 3. ayetinde " Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp başka dostlara / koruyacak, yardım edecek velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. " ifadeleriyle bu konuda çok da şiddetli uyarıların bulunmasına rağmen, Peygamberimizin vefatından sonra, bugün Müslümanlar da akıllarını kullanmayarak, Kur'an ayetlerindeki uyarıları gözardı ederek tıpkı müşriklerin " Bizi Allah'a yakınlaştıracaklar " diyerek yaptıkları gibi, birtakım kendisine Gavs Hazretleri, Kutup, Kutbul Aktab, Mürşit, Evliya, İmam, Şeyh denilen kişilere uymak, onların peşinden gitmek, Allah’ın yanında onları da yüceltmek, Cennete kavuşturacak kişiler olarak, hatta şefaat ya Resulullah diyerek Peygamber de dahil sevgisini dahi abartarak onlardan yardım istemek suretiyle Allah’a ortak koşar hale gelmişlerdir.
Şirk nedir : Mülk ve hükümde, saltanatta ortaklık demektir. Allah’ın yetki ve imtiyazlarından, Zati ve Subuti sıfatlarından, en güzel isimlerinde yer alan tasarruflarından birini ya da birkaçının Allah’tan başka Peygamber, Padişah, Sultan, Veli, Evliya, Gavs, Kutub, Mürşit, Hoca, İmam, Üstat, Şıh, Seyyit gibi yeryüzünde Allah'ın gölgesi olarak kabul edilen somut kişilere ya da soyut herhangi bir varlığa yakıştırılması, verilmesi veya uyarlanmasıdır. Bu eylemde ve inançta olanlara da Kur'anda müşrik denilmektedir.
* Kelam ilmi ile meşgul olanlara göre şirk, Yaratılmış olanlara, Kadir i Mutlak olan Allah’ın sıfatlarından gaybı bilme, yaratma, alemde tasarruf etme, günahlardan arındırma, hidayete erdirme ve saptırma gibi özelliklerin başka insanlara, değişik Tanrılara, melek, cinn, şeytan v.s varlıklara atfedilmesi şirk olarak kabul edilir.
* Antropomorfizm'e / İnsan Bilimcilik / İnsani vasıfların başkasına atfedilmesi göre de ( El, kol, ayak var edilmesi, gözü ile görmesi, kulağı ile sesleri işitmesi gibi vasıflarla insana benzetilmesi ve inanılması ) Allah’ın uluhiyetine uygun olmayan vasıfların, Kendisine atfedilmesi de şirktir. Allah'ın görmesi, işitmesi, her şeye kadir olması, eli kolu olması gibi, Evrendeki yarattığı madde ve enerjiye bağlı oluşumların ve yeteneklerin bir kısmının insanda da var olan duyuların hepsinden Allah münezzehtir, Allah, bizim sınırlı dünya aklımızla algılayamayacağımız bambaşka bir formdadır.
Kur’ana göre Nisa Sûresinin 48. ayetinde " Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini bağışlamaz. Bunun altındakileri dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur. " ifadeleriyle belirtildiği gibi şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Zümer Sûresinin 65. ayetinde " Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi : Andolsun ki ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gider. Ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. Onun için tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve sahip olduğun nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol. “ denilerek Rabbimizin aynı ayet içerisinde iki defa kasem ederek / ant içerek / dikkat çekerek / kanıt göstererek ısrarla uyarmasına, kişinin bütün güzel amellerinin, yaptığı iyiliklerin, güzel ahlakının dahi boşa gideceğini bildirmesine rağmen, Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanım elhamdülillah diyenlerin çoğunluğunun, Kur'anı anlamak için okumadıklarından dolayı tarih boyunca çok çeşitli yollarla, Allah’a ortak koşarak şirke girdiklerini görüyoruz. Bu nedenle Kur’andaki ayetlerin neredeyse tamamına yakınında Tevhit ve Şirkle mücadele konusu yer alır. Tarih boyunca Allah'ı yeterince tanıma çabası içerisinde olamayan insanoğlu, o kadar çok değişik yollardan inancıyla, davranışıyla, konuşmasıyla ortak koşma günahının ve riskinin içerisindedir ki, bu nedenle Allah'a ortak koşmanın, Şirkin bir çok çeşidinden söz edilebilir. Örneğin ;
* Bütün varlıklara birden fazla tanrının hükmettiğine inanıp, Güneş, Ay, yıldızlar, gezegenler gibi semavi varlıklara, tabiat kuvvetlerine, ölümsüz ve tam ilâh sanılan insanlara, canlı cansız varlıklara tapınmak, onlara yalvararak yardım isteyip ibadet etmek şirktir. Nahl Sûresinin 51. ayetinde " Ve Allah buyurdu : “ İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. O halde yalnız Benden korkun. / Yalnız bana kulluk edin. " ifadeleriyle değinildiği gibi Dualist ( iki tanrıcı ) ve Politeist ( çok tanrıcı ) inançlar bu çerçevede değerlendirildiğinde, Saffat Sûresinin 158. ayetinde " Ve onlar, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. " ifadeleriyle batıl inançlara yapılan atıfla belirtildiği gibi, Zerdüştlük ve Mani dinlerinde kötülüğün, zarar veren şeylerin ayrıca kötülük tanrısı ve güçleri tarafından yaratıldığına inanılır. Tanrılardan biri de " iyilik tanrısı " dır. Kötülüklerin kaynağı ve yöneticisi Ahriman, Div, Angra Manyudur. Bunların yanı sıra " ebedi mukaddesler " denilen altı tanrı daha bulunmaktadır. Bu nedenlerle Yüce Rabbimiz Sebe Sûresinin 40. ayetinde " Ve o gün Allah, onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere / doğa güçlerine " şunlar mı size tapıyorlardı " diyecektir. " ifadeleriyle uyarısını yapmaktadır. Benzer şekilde Cinn Sûresinin 18. ayetinde " Ve şüphesiz ki mescitler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. / kulluk etmeyin " ifadeleriyle belirttiği gibi bu inançta olanları ve bugünün biz Müslümanlarını da Cami içerisinde ve dışında kılınan namazlar esnasında, Peygamberimizin de ibadetin içine katılarak, yapılan tesniye ( ikileme ) dualarla şirke bulaşmamalarının önemine dikkat çekmektedir. İbadet ve kulluk görevlerinin sadece Allah için yapılmasını istemekte, hiç bir mescitte, hiç bir yerde, hiç bir şekilde Kendisine ortak koşulmasını, yapılan eğitim, öğretim ve diğer kulluk görevlerinde şirke bulaşılmasını istememektedir. Bu nedenledir ki, yanlış olarak da olsa, bilmeden de olsa, ya da iyi niyetle de olsa, Rabbimizin men ettiği halde Müslümanların, içine düşebilecekleri şirk konusunda, secdegâh olarak edindikleri Cami ve Mescitlerde daha da fazla dikkatli olması gerekmektedir.
NAHL 52 : Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler de yalnız O’nundur. Din de daima O’nundur. Böyle iken siz Allah’tan başkasına mı kendinizi koruma altına aldırtıyorsunuz.
ENBİYA 22 : Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu. / düzenleri bozulurdu.
Ayetlerde Rabbimiz, insanlar Tevhit ( Allah’ı birleme ) ( La ilâhe illallah ) ( Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur.) deme ilkesinden sapmasınlar, insanlar arasındaki birliği de sağlayarak sınıfsal farklılıkları ve ayrımcılığı ortadan kaldırsınlar diye mescitlerde nasıl şirke bulaşılabileceğine işaret ettiği gibi, herkesi de bu davranıştan men ederek dikkatli olmaya çağırmaktadır. Ayetlerin açık ve net hükmünün gereği, mescitlerde sadece Allah’a dua edilmeli, sadece Allah’tan yardım dilenmeli, yönelmek şöyle dursun, bir başkasının adı peygamber dahi olsa kesinlikle Allah'ın yanında anılmamalıdır. Peki bugün böyle mi olmaktadır, bu uyarılara uyulmakta mıdır ? Bir kocaman hayır. Peygamberimizin vefatından yıllar sonra ortaya çıkan hadis ve rivayet yazarlarının, Kur’an tefsircilerinin eserlerine bağlı kalan, Ulema denilen gelenekçiler, çoğunlukla bu ayetin, Yahudi ve Hristiyanların Allah ile birlikte Musa’ya, İsa’ya, Meryem’e de dua etmelerine yönelik olduğunu ileri sürmüşler, biz Müslümanları ise hiç muhatap kılmamışlar, şirkin tozunu dahi üzerilerine almamışlardır. Bundan dolayı da bugün Camilerimizde ibadet esnasında yanında Peygamberimizin ismi olmadan, Allah'ın adı anılmamaktadır. Sanki Peygamber Allah'ın ortağı imiş, veya bir çok uydurma hadisle dinin sahibi imiş gibi, Cami duvarlarına Allah ve Muhammed ismi birlikte asılmaktadır. Oysa Kur'anda yirmi dört ayette yer alan " Lailâhe İllallah " Tevhit ifadesinin hiç birinin ardından, hiç bir peygamberin ismi anılmamaktadır. Biz elbetteki Peygamberimizi sayarız, severiz, onun üstün Kur'an ahlâkını örnek alırız, çabalarını, azmini, sabrını, fedakârlıklarını takdir ederiz, O'nun bize emaneti olan Kur'ana sahip çıkar, izinden gideriz. Ama en büyük günah olan şirkten sakınmak için de, Kur'an ve Tevhit öğretisine göre Allah'a ibadet esnasında, bunları ayrı tutmak zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz.
* Tanrıyı, Allah'ı bizdeki tasavvuf inancında olduğu gibi bir bütünün parçası kabul etmek de şirktir. Allah bütün yarattıklarından münezzehtir. Allah’a inanmakla beraber O’na başka şeyleri ortak koşan Yahudi ve Hristiyanların Teslis inancı da şirktir. Tevbe Sûresinin 30. ayetinde " Ve Yahudiler “ Üzeyir Allah’ın oğludur “ dediler. Hristiyanlar da “ Mesih Allah’ın oğludur “ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla daha önce yaşayan kâfirlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar. " Meryem Sûresinin 35. ayetinde " Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “ ol “ der. O da oluverir. " Maide 73. ayetinde de " Andolsun “ Allah üçün üçüncüsüdür “ diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere acı veren bir azap dokunacaktır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Yahudilerin Üzeyir'e, Hristiyanların İsa’ya Allah’ın oğlu demesi, Meryem’e Ruhul Kudüs denilerek uluhiyet verilmesi ile Allah, üçün üçüncüsüdür denilerek inancın içine sokulmuşlar, Allah'a ortak edilmişlerdir. Rabbimiz de bu konularda biz Müslümanlara Peygamberinizi bana ortak koşarak aslında siz de onlar gibi yapmayın diyerek uyarısını yapmaktadır. Peki bir soralım bugün Müslümanlar bu uyarıların farkında olup uyarılara uymakta mıdır ?
* Allah'tan gelen yaratılış ve oluşumları, dışsal etkiyi reddedip, evrensel oluşumları, maddenin ve Evrenin kendi iç dinamikleri olduğunu kabul eden ve Allah'ı yok sayan Ateist, Allah'ın varlığına inanıp peygamberin ve kitabın olmadığını söyleyen Deist, Allah'ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez diyen bilinmezci Agnostik anlayış ta şirktir. Bu nedenle müşrik denilince sadece akla Allah’a oğullar isnat edenler, ikidir, üçtür diyenler, Allah’ın yarattıklarının bir çoğunu Kendisine ortak koşanlar gelmemelidir. Bunun yanı sıra Allah’a inanılıp da aynı zamanda sevginin, saygının, bağlılığın, Allah’tan daha fazla başka bir şeylere, nesneye, Evliya, hatta Peygamber denilen kişilere gösterilip tutku ve saplantı haline getirildiğinde, onlar da müşrik olur. Örneklenen ayetlerden hiç ders alınmamışçasına Müslümanlar, bugün de Peygamberimizi seveceğiz sayacağız, O’nu yücelteceğiz derken Yahudi ve Hristiyanların düştüğü hataya aynen düşmektedirler. Kâinatın Efendisi diyerek Allah’ın sıfatlarına ortak etmekte, Allah'ın ismine kayıtsız kalanlar, Peygamber denildiğinde ellerini kalplerinin üzerine koyup, hemen salavat getirmektedirler. Oysa kılınan namazlarda Fatiha sûresi günde kırk kez okunurken “ Yalnızca Sana kulluk ederiz, yalnızca Senden yardım dileriz “ denilmektedir. Amma acaba dil ile söylenenlerin, beyinle bağlantısı kurulup, Allah'a verilen sözün farkında olunmakta mıdır ? Bunun kalplerde de yeri var mıdır ?
Toplumların yaşamında şirk bugün de çok yaygındır. Aslında insanın farkında olmadan, Allah’ın rızasına muhalif olarak yardım umduğu, Allah’tan başka rızasını aradığı her varlık, Allah’a tercih ettiği her şey, Allah’tan başka edindiği birer ilâhtır, puttur. Bu hassasiyetten dolayı insan, her an şirk tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yaşadığımız sürece Kur'an ayetlerinden uzak kalır, dikkatli ve bilinçli olmazsak, şirk her an çok yakınımızda olacaktır. Günümüzde hemen hemen herkes, şirkin büyük bir günah olduğunu duyar, ama bunun kendisiyle bir ilgisinin olduğunu hiç aklının ucuna bile getirmez. Kendi içinde bulunduğu durumu, Kur’anı anladığı dilden hiç okumadığı için de sorgulayarak değerlendiremez. Bu konuda belki de kulaktan dolma bilgilerle müşriklerin, ( şirk koşanların ) Peygamberimiz zamanında sadece taştan, tahtadan oyulmuş heykellere secde eden, putlara tapan insanlar olduğunu zanneder. Günümüz insanlarının inancına göre, çoğunlukla Peygamberimizden önce Kâbe’deki putlara tapanlar putperesttirler. Unutulmamalıdır ki, halbuki onlar da Allah var diyorlardı, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât verip infak ediyor ve hacc yapıyorlardı. Oysa put, sadece taştan, tahtadan yardımcı sahte ilâhlar değil, kişinin Allah’ın dışında hayatında saplantı halinde büyük bir ihtirasla hedef kıldığı, maddi manevi, bedenli bedensiz her şeydir. Örneğin, aşırı tutkulu hale gelen para da bir puttur. Şehvet de bir puttur. Abartılmış bir evlat sevgisi de, abartılarak Allah'ın yanına konulmuş Peygamber sevgisi de bir puttur. Her hangi bir şeye, veya Kur'anın yerine herhangi bir kitaba vazgeçilemez gözüyle aşırı bağlanılması, aracı yapılan Evliya ve Mürşitler de puttur.
Peygamberimizden önce Allah’a kulluk ve ibadet hakkındaki sapmalar, meleklerin, cinlerin, herhangi bir canlı veya cansız varlığın heykellerinin, sahte ilâhlar edinilip Allah’a ortak koşulması şeklinde iken, Peygamberimizin vefatından sonra, geçen zaman içerisinde Allah’a kulluk ve ibadet hakkındaki sapmalar, daha ziyade din kisvesi altındaki hazret unvanı da verilen kişilerin ( Evliyanın, İmamların, Üstatların, Hacıların, Hoca efendilerin, Şeyhlerin, Şıhların, Mürşit ve Gavsların ) ululaştırılması şekliyle ortaya çıktığı gibi, heves, para, kadın, makam, mevki, ideoloji, gibi tagutların ( haddin aşılmasının ) farkında olarak veya olmayarak, yedek ilâh edinilmesi şeklinde de ortaya çıkmıştır. Oysa Rabbimiz bütün bu sapkınlıkların uyarısını, pek çok ayetle Kur'anda dile getirmektedir.
ALAK 6 – 8 : Kesinlikle hayır ! Senin düşündüğün gibi değil. Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan kendini yeterli / güçlü, zengin, kuvvetli gördüğünde kesinlikle azar. Tagutlaşır. / Tugyanlaşır, firavunlaşır, haddini aşar, zulüm, sapkınlık, isyan, küfür, içinde olur. Kendini ilâhlaştırır.
Halbuki Yüce Rabbimiz, Peygamberimizi Müddessir Sûresinin 4 - 5. ayetleri ile görevine ilk defa başlatırken, " Vesiyâbeke fe tahhir, Ve rucze fehcür. " ifadesi ile dikkatini pis olan şeylere ve şirke çekerek, “ Sakın pisliğe bulaşma, seni lekeleyecek her türlü işten, şaibeden, davranıştan, şirkten uzak dur “ diyerek daha işin başında uyarısını yapmış, O’nun şahsında bizlere de gerekli mesajı göndermiştir.
BAKARA 165 : İnsanlardan kimi de Allah’ın astlarından birtakım eşler tutan / O’na ortak koşan kimselerdir. Onları Allah’ı sever gibi seviyorlar.
MAİDE 44 : ......İnsanlara saygı duyup ürpermeyin, Bana saygı duyup ürperin. Benim ayetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
Tarihe ve günümüze baktığımızda insanların çoğunluğunun, iradesini Hakktan / gerçekten yana koymadığını, zanna, hırsa ve hevese dayanan, kendisine dışarıdan aktarılan eksik yanlış bilgi kırıntılarını gerçek zannederek, onlara körü körüne sarıldığını ve kendi kendini şirkin ve dalaletin kucağına attığını görmekteyiz. Bunun yanı sıra cahil insanların Allah’ı ve Peygamberi yeterince tanıyamadıklarından ve takdir edemediklerinden, Peygamberimize bağlı kalacağız, onu methedip, sevip sayacağız ve yücelteceğiz derken, aslında o da Allah'ın bir kulu ve bir insan olduğu halde, O'nu insan ve doğa üstü bir konuma getirerek, isminin sürekli olarak Allah'ın yanında anılması ile, Allah'a ortak ettiklerinin farkında bile olmadan şirke bulaşabilecekleri görülmektedir. Kur’anın anladığı dilden mealini veya tefsirini okutturulmayan insanların çoğunluğu, yanlış seçimlerinin sarmalında dolanmaya devam ederken, Tevhidi ( La ilâhe illallah ) Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur demenin şuurunu bir hakikat olarak bilip ve kabul ederek gereğince yaşayamadığı için, dalalete ve şirk bataklığına ve de dolayısıyla ateşe sürüklenmektedirler. Bundan dolayı da yukarıda örneklediğimiz Zümer Suresinin ayetleriyle Yüce Rabbimiz Allah, aynı ayetin içerisinde iki defa kasem ederek Kendisine ortak koşacak olanların bütün güzel amellerinin boşa gideceğinin önemle uyarısını yapmaktadır.
* Zuhruf Sûresinin 51. ayetinde " Ve Firavun toplumunun içinde seslendi, “ Ey toplumum ! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akan şu ırmaklar benim değil mi ? Hala görmüyor musunuz ? " yine Naziat Sûresinin 21 - 25. ayetlerinde " Sonra da Firavun yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de : “ Ben sizin en Yüce Rabbinizim ! “ dedi. Allah da dünya ve ahiret azabıyla yakalayıverdi. " ifadeleriyle dile getirildiği gibi İnsan, kendi hevesini, basit arzularını, şehvetini, tutkularını aşırı derecede ön plana çıkaran yanlış davranışlarla da kendini ilâhlaştırarak şirke kaptırabilir. Ayetlerdeki firavun gibi, kendisini ilâhlaştıran örnekleri her dönemde, her toplumda görebiliriz. Kendisini güçlü, zengin, her şeyin sahibi olduğunu zanneden, kendisini hırslarının esaretine kaptıran zalimler, zulümleri ile her şeye Allah gibi hükmederek şirkin batağına gömülürler. Aynı temayı Musa Peygamber kıssalarında da görmekteyiz.
MÜMİN 27 : Musa da : “ Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz’e sığınırım. “ dedi.
ZÜMER 59 : Tam tersi sana ayetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden ; Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddedenlerden oldun.
* Bugünün hayatında örneklerini çok sıklıkla gördüğümüz gibi, bencilliğinin, şımarıklığının, taşkınlığının sömürmenin esiri olarak, haddini aşıp, başkalarına karşı haksız davranışlarda bulunmak ve payına razı olmayıp başkalarının haklarına tecavüz ederek haksızlık etmek, haset ve çekememezlik nedeniyle kişinin kendi nefsine taptığı kişileri de şirke götürür.
KASAS  50  : Buna  rağmen  eğer  sana  cevap  vermezlerse,  bil  ki  onlar,  yalnızca  heveslerine  uymaktadırlar.  Allah’tan  bir  yol  gösterici  olmaksızın  kendi  hevesine  uyandan  daha  sapık  kim  olabilir.  Kesinlikle  Allah  şirk  koşarak  yanlış ;  Kendi  zararlarına  iş  yapan  topluma  yol  göstermez.
KASAS 77 : Bir zaman toplumu ona / Karun’a demişti ki, “ Şımarma ! şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah’ın sana verdiğinde ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
* Atalarının, babalarının, büyüklerinin yolunu körü körüne takip ederek, gelenek, görenek, örf ve adetlere sıkı sıkıya bağlı kalarak, yanlış da olsa onların peşinden gitmek, ırk ve soya aşırı bağlılık ve bütün bunların temel nedeni olan cehalet de kişileri şirke götürebilir. Cehalet insanları tembelleştirir. Doğruya ulaşmak için hiçbir çabada bulunmazlar. Atalarının kendilerine bıraktığı mirası, hiç sorgulamadan aynen kabul ederek yaşarlar. Çoğunluğa, sürüye ve zanna uyarlar.
ZUHRUF 23 : Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri “ Şüphesiz biz, babalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız “ demişlerdi.
BAKARA 170 : Ve onlara, “ Allah’ın indirdiğine uyun “ dendiği vakit, “ Aksine biz atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız “ dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi ?
* Kalbimizde herhangi bir varlığa veya Peygamber de dahil herhangi bir kişiye gösterdiğimiz aşırı sevgi, saygı, bağlılık, korku, veya umut, Allah’a karşı hissettiğimizden fazla ise, bu da şirktir.
ALİ İMRAN 80 : Ve Allah, size Melekleri, zorbaları, zorba yönetimleri ve Peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra size küfrü emreder mi ?
TEVBE 31 : Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini / din adamlarını tanrı edindiler.
BAKARA 96 : Ve sen kesinlikle onları, insanların yaşamaya en hırslısı, Allah’ın ortağı olduğunu kabul etmiş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular. Oysa çok uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür.
Şirk, Yüce Kitabımız Kur’anda da “ Günah ı Kebair “ diye nitelendirilerek büyük günahlardan daha tehlikeli olarak görülüp, kâfirliğin ta kendisi olarak belirtilmektedir. Bu doğrudan doğruya Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini inkâr etmektir.
FURKAN 3 : Kâfirler, / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek inkâr edenler, ise, O’nun astlarından, bir şey oluşturmayan, kendileri oluşturulmuş olan, kendileri için zarar ve yarara gücü olmayan, ölüme ve hayata güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.
İBRAHİM 42 : Sakın şirk koşarak yanlış; Kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah’ın bilgisiz olduğunu sanma. Ancak O, onları başlarını dikerek koşacakları, gözleri dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların gönülleri bomboştur.
ENBİYA 98 : Kesinlikle siz ve Allah’ın astlarından taptıklarınız, cehennemin odunusunuz. Yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz.
Rabbimiz, bu ayetlerle şirkin insan için ne kadar kötü bir şey olacağını açıklarken, Yunus Sûresinin 104 - 106. ayetlerinde de " De ki : “ Ey insanlar ! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorsanız, iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Ve lâkin sizin canınızı alacak olana / Allah’a taparım. Ve ben müminlerden olmamla ve tüm benliğini ortak koşmaktan Hakka dönen biri olarak Din’e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma ! Ve Allah’ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma ! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış kendi zararına iş yapan kimselerden olursun “ diye emrolundum. " ifadesini dile getirerek Peygamberimiz aracılığı ile de bir uyarı yapmakta, yüzünü hanif olarak Din’e döndür ifadesi ile tüm benlik, kimlik ve kişiliğimizle yanlıştan dönerek sadece Allah’a yönelen kullar olmamız istenmektedir. İbrahim Peygamber de aklını kullanarak yaptığı sorgulamalarla, yanlıştan dönüp Allah’ın istediği gibi yüzünü Hakk Din’e döndüren ilk Haniflerdendir. Hanif : Şirkten / Allah’a ortak koşma yapısından, Tevhide / Allah’ı birlemeye dönmektir. Allah’ın vahyinin dışına çıkmamak, sadece onunla amel etmektir. Bütünüyle Allah’ın buyruklarına teslim olmaktır.
YUNUS 18 : Onlar Allah’ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar. Ve “ Bunlar Allah katında bizim yardımcılarımız “ diyorlar. De ki : “ Siz Allah’a göklerde ve yerde Kendisinin bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz ? “ Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. Ve çok yücedir.
HACC 13 : O, Allah’ın astlarından kendine zarar ve menfaat vermeyecek şeylere yalvarıyor. İşte bu çok uzak sapıklığın ta kendisidir. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcıdır. Ne kötü koruyucu ve kötü yoldaştır.
ANKEBUT 41 : Allah’ın astlarından yardımcı yol gösterici, yakın edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümcek evidir. Keşke onlar bilselerdi.
Bu ayetlerle Allah’a ortak koşanların durumu, kötü yoldaşlıklarla, sapkınlıkla nitelendirilirken, çok da ilginç bir örnek olarak, dişi örümceğin evinin yapısı ile kendilerine, ne kadar ciddi bir tehlikenin içinde oldukları uyarısı yapılmaktadır. Allah’ın astlarından veli ( Rahip, Haham, Hoca, İmam, Hoca efendi, İmam efendi, Şıh, Şeyh, Seyyit, Evliya, ), dost edinenlerin ortaklıklarının durumunun dişi örümcek yuvası gibi ne kadar çürük ve ne kadar korumasız, sağlam ve güvenilir bir yapı olmadığı anlatılmaktadır. Bir başka açıdan da, örümceğin bu çürük eve bir sinek avlayabilmek için harcadığı emekle, daha fazla yarar sağlayacak başka işler yapabileceği, buna benzer şekilde, müşriklerin de geçici dünya nimetlerine aşırı umut bağlayıp, aşırı çaba harcayıp akıllarını kullanmadıkları ima edilmektedir. Dünyanın bu kadar emeğe ve yanlış adımlara değmeyeceği ve bu kadar dünyaya bel bağlanmasının boşuna olacağı anlatılmaya çalışılmaktadır. Üstelik de öte yandan dişi örümcek, yaptığı bu çürük evde eşi ile çiftleştikten sonra erkek örümceği öldürmektedir. Bu açıdan da düşünüldüğünde, dişi örümcek yuvası en yakın dost için bile tehlikeli bir yuvadır. Öyleyse bu ayetle verilmek istenen mesaja göre, Allah’ın astlarından kişilere veya nesnelere yakın, koruyucu, yardım edici, kurtarıcı, gözüyle bakıp, onları veli / dost edindikleri takdirde, kendilerine örümcek yuvasına benzer şekilde bir felaket tuzağı hazırlamış olmaktadırlar.
ENBİYA 66 : İbrahim ; “ O halde Allah’ın astlarından size hiçbir şekilde fayda sağlamayan ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz. ? Size de Allah’ın astlarından taptıklarınıza da yazıklar olsun. Siz hala akıllanmayacak mısınız ? “ dedi.
ZÜMER 3 : İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar / veliler edinenler, " Biz onlara sadece, Bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz, " diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanı doğru yola iletmez.
Ayette “ Allah’ın astlarından edinilen veliler, dostlar “ ifadesi ile Allah’a ortak koşulan, canlı cansız nesneler ve kişiler kastedilmektedir. Tarih boyunca, Yahudiler ve Hristiyanlar, Allah’a oğul isnat etmişler, melekler için müşrikler Allah’ın kızları demişler, kimi toplumlar, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara tapmışlar, kimileri de Lat, Uzza, Menat, Hubel, gibi nesneleri put edinmişlerdir. Geçmişteki bu sapkınlıklar bu gün de farkında olarak veya olmayarak çeşitli şekillerde devam etmektedir. Öyle ki bazı din adamları, Tarikat şeyhleri, Cemaat imamları toplumlar tarafından ilâh, Mabut, Mehdi, Kâinatı yönetecek Kutup ve Gavs hazretleri konumuna getirilmektedir. Onların, birtakım görünmez güçlere ve fonksiyonlara sahip olduklarına, onların Allah’ın yakınları ve hatırlı kulları olduğuna inanılmaktadır. Bundan dolayı da onların aracı olmalarını, kendilerini Allah’a yaklaştırmalarını isterler. Böylece de şirk batağına saplanırlar. Ayrıca toplumumuzda Türbe ve Yatır denilen mezarlara gidilerek orada yatan kişilerden, Evliya denilerek yardım istenmesi, adaklar adanması uygulaması da çok yaygındır. Halbuki birisinin bir mezara gidip, ölüye dua etmesi, ona bir şeyler duyurmaya çalışması, onunla konuşması, ölünün tanrı olduğuna inanmasa da sadece o mezarda mum yakıp gelmesi dahi şirk sebebidir. Bu tür bir uygulama daha önceki dönemde şirkin pençesine düşmüş olanların bir taklididir. Çünkü Yüce Kitabımız Kur’anda belirtildiği gibi ölülere hiçbir şey işittirilemez, gönderilemez, ölülere bu dünyada herhangi bir şey yapma kudreti verilmemiştir. Bu uygulama ve inançların Allah katında hiç bir akli ve nakli delili yoktur.
HACC 71 : Ve onlar Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde onlara ait bilgiler bulunmayan Allah’ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve şirk koşarak yanlış iş yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.
ZÜMER 44 : De ki : Bütün yardım, destek, kayırma Allah’ındır.
ALİ İMRAN 151 : Biz Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O’na ortak koşmalarından dolayı, onların kalplerine korku salacağız. Onların varacakları yer ateştir. Şirk koşanların barınağı da ne kötüdür.
BEYYİNE 6 : Şüphesiz ortak koşup küfretmiş olan şu kişiler, içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin ateşi içindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötülerinin ta kendileridir.
Bu ayetlerle hüküm verecek olanın da cezalandıracak olanın da, her şeyin kontrolünün, Allah’a ait olduğu birçok yönüyle açıklandıktan sonra, müşriklerin kendilerini bağışlattıracak şefaatçilere bel bağlama inançlarının sakatlığına değinilmiştir. Şefaat : Terim anlamı ile, “ Ahirette bir kimsenin bağışlanmasını istemek, aracı olmak, rica etmek, başkası hesabına yalvarmak, ona yardım etmektir. Sözcük anlamı içerisinde de, yüksek mevkide, makamda bulunan birinin, düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, destek olması, ona aracılık etmesi, torpil olmasıdır. ( Şefaat Ya Resulullah Demek Doğrumudur ? başlıklı yazımızda bu konuda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Günümüzde de yaygın olan ve uydurma hadislerle Peygamberimize atfedilen şefaat etme inancı aslında Peygamberimizin zamanındaki sapkın müşrik inancından gelmektedir. Müşrikler tamamen olmasa da “ dirilme, toplanma “ diye bir şey yoktur, olsa bile orada bizim şefaatçilerimiz var, onlar bize yardımcı olurlar deyip, Haşr gününü inkâr ediyorlardı. Bugün de her aklına geldikçe " Şefaat ya Resulullah " diyerek bu anlayışı sürdürmek isteyenler varsa, bilmeliler ki, bu anlayışlarını değiştirmedikleri takdirde şirke bulaşmış olduklarından, Peygamberimizin, şefaat ettiği değil, şikayet ettiği ümmetinden olacaklardır.
EN AM 22 : Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz ortak koşan kimselere " Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? " diyeceğiz. 23 : Sonra onların ateşlere atılmaları " Ey Rabbimiz Vallahi / Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik, demekten başka bir şey değildi.
SAFFAT 33 : Cezada / azapta onlar ortaklık ederler.
FURKAN 27 : O gün zalim kimse çaresizlik içinde ellerini ısırıp şöyle diyecektir. “ Ne olur ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım. “
Bu ayet grubunda Rabbimiz, kıyametin dehşet verici sahneleriyle karşılaşacak olan inançsızları, müşrikleri, o gün hissedecekleri pişmanlığı, bir tiyatro sahnesi ile sergileyerek uyarmaktadır. Hele hele Cehennem azabını gördükleri zaman yeminle pişmanlıklarını dile getirenlerin durumunun düşünülmesi dahi çok ürkütücüdür. Oysa Müslümanım diyen insanlarımızın büyük bir çoğunluktaki kısmı, beş vakit namazı kılıyorum, oruç tutuyorum, hacca da gittim, peygamberimize de sabah akşam salavat getiriyorum diyerek gönül rahatlığı içerisinde olmakta, ama Kur'anı bilmediğinden dolayı kendisine Kur'anın dışında uydurulan dini yutturduklarının, küfür ve şirke bulaştıklarının dahi farkında olmadan yaşamaktadırlar. O gün kıyametin ardından, Allah’ın huzurunda her topluluk İsra Sûresinin 71. ayetinde " O gün Biz bütün insanları önderleri ile çağıracağız. " ifadesiyle belirtildiği gibi, kendi peygamberi ile veya peşinden gittikleri, kendisine veli yaptığı önderi ile beraber haşr edilerek toplanacaktır. Bu buluşmada, dağlardan, yer yüzünden, göklerden daha ağır basan o büyük sorgulamaya ilişkin, bütün peygamberler son tanıklıklarını sunacaklardır. Sapkınlar, müşrikler ve suçlular, Allah’ın kendilerine neyi ilettiğinin tanığı ve kanıtı olarak peygamberleri bulacaklar ve böylece sapıklığa düşme sebebinin ne kadar yemin etseler, bizzat kendileri olduğu açığa çıkacaktır. Kur’anda bundan başka pek çok ayette yapılan sahnelendirmelerin arkasından da aslında, o gün yalanlayanların vay haline ! uyarısı yapılmaktadır.
ARAF 37 : Öyleyse Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha yanlış ; Kendi zararına iş yapan kimdir ? İşte onlara Kitaptan payları erişecektir. Sonunda elçilerimiz canlarını almak üzere onlara gelince “ Allah’ın astlarından yakardıklarınız nerede ? “ derler. Onlar, “ Yakardıklarımız bizden sapıp ayrıldılar. “ derler. Ve kâfirler / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddedenler olduklarına bizzat kendileri tanıklık ederler. 38 : Allah, şöyle der ! “ Sizden önce gelip geçmiş bildiğiniz bilmediğiniz / cinn ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin “ Her topluluk arkasından gidip sapıklığa düştüğü yoldaşına lanet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman, peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için ; “ Ey Rabbimiz ! şunlar bizi saptırdılar, onlara bir kat daha ateş azabı ver “ derler. Allah, der ki ; “ Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. “ Fakat bilmiyorsunuz.
AHZAB 67 - 68 : Ve dediler ki : " Ey Rabbimiz ! Şüphesiz biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz ! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini tam anlamıyla dışla. / Rahmetinden mahrum bırak.
BAKARA 166 : Ve şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan o kimseler, azabı görecekleri zaman, kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke görselerdi.
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, katkısız, tertemiz olan " Tevhit " inancına karşı beşeri zaaflarının peşine takılıp kendi iktidar savaşını başlatan insanın sonundaki azap ve hüsran kaçınılmaz olacaktır. Cehennemde, gerçek doğru yoldan ayrılmış önderlerle, onlara uyan, kendi akıllarına güvenmeyen, aklını kullanmayıp onun, bunun Cemaat imamlarının, Tarikat şeyhlerinin peşinden gidenlerin birlikte azabı tadacağı ve birbirlerini nasıl terk edeceklerini, temsili sahnelerle gördük. Ayette, cezanın kat kat olması, işlenen suçlarla ilgili sorumluluklarının hesap gününe kadar devam edeceğini göstermektedir. Demektir ki, yanlış bir fikir akımını ortaya atan, yanlış bir uygulamayı başlatan kişi ve toplum, sadece kendi yanlışından dolayı sorumlu olmayacak, bu yanlıştan etkilenmeye devam edenlerden dolayı ortaya çıkan kötülüklerden de sorumlu olacaklar, onlardan da ceza payı alacaklardır. Böylece daha sonrakilerin cezalarıyla da cezaları kat kat artmış olacaktır. Bununla beraber iyiliklerin de karşılığının aynı şekilde kat kat mükâfat olacağı çok tabiidir. Bu nedenle herhangi bir yola öncülük edip çığır açarak ölenlerin amel defterleri kıyamet gününe kadar açık olmaktadır. Şüphesiz, inançsızların, müşriklerin, şirkin içinde olduğunun farkında bile olmayanların, veya şirk içinde olduğu halde şirkin tozunu bile üstüne kondurmayanların, Rabbimizin pek çok Kur’an ayetleri ile dininizi parça parça edip bölmeyin dediği halde, Mezheplerle Tarikatlarla Cemaatlerle bölünenlerin, size indirilene uyun, onu terk edip başka dostlar edinmeyin dediği halde aksini yapanların, ihtilaf edip durdukları şeylerde, içine düşülen şirk bataklığında, Allah elbette ki hükmünü verecektir. Tarih boyunca usanmadan, ısrarla yaşadıkları Evrendeki mucizeleri görmeden, akıllarını kullanmayarak O’na ortak koşma sırasına ve yarışına girip, Kur'anın dışındaki kitaplara sarılıp, Cemaat ve gruplaşmalarla uydurma hadis ve rivayetlerle amel edip, melekler, oğullar, aracı, yardımcı yedek ilâhlar, Veliler, Mürşitler ve şerikler isnat edenlerin de belli ki sonları hüsran olacaktır.
Günümüzde hala çoğunluğun Müslüman olduğunu belirtmesine rağmen, maalesef genel kültürden, akılcı düşünceden, sorgulamaktan ve pozitif bilimden mahrum bırakılmaları nedeniyle, gerçekten kendi dinlerini değerlendirebilecek yetkinliğe sahip olamadıklarından, çoğunluk insanlarca Kur’anın içeriği ve uyarıları bilinmediğinden, Ahkaf Sûresinin 5. ayetinde özellikle “ Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? Üstelik tapılan kimseler o kimselerin yalvarışlarından habersizler de. “ ifadeleriyle belirtilen uyarıdan haberleri de olmadığından, pek sık rastlanan şekli ile, bir ölüden, türbede yatan Evliya denilen kişilerden veya diriden ihtiyaçlarının karşılanması, bozuk sağlığının iyileştirilmesi veya iyi olan sağlığının bozulmaması gibi değişik konularda Evliya ve Mürşitlerden de yardım talebinde bulunulması, yeni evlenen çiftlerin kendilerine mutluluk getireceğine inanarak çeşitli şahıs mezarlarını ziyaret etmeleri ve adaklar adamaları, çaput bağlamaları da Kur'andaki Allah’tan başka ilâhlar edinmesinin ve Allah’a ortak koşmanın en belirgin örneklerindendir.
Bugün  dahi  insanların  büyük  ölçüde  karşı  karşıya  olduğu  bu  sorun,  ilâhi  rehberliğe,  Allah’a  gerektiği  gibi  yönelmemeye,  aklını  kullanamayan,  Tarikat  ve  Cemaat  kitaplarının  esaretinde  kalan  insanların,  Dinimizin  yegâne  kaynağı  Kur’ana  yeterince  ve  gerektiğince  kalplerini   açmamasına  dayanmaktadır.  Bu  sorun,  İslam’daki  Tevhit'in  şirke  karşı,  takvanın  fücura  karşı  güçlendirilebilmesi,  tek  kaynak  olan  Kur’anın  anlaşılarak,  herkesin  kendi  dilindeki  mealinden  okuması  yolu  ile  ancak  çözülebilir.  Çok  geç  olmadan  şirk  sarmalının  içinde   bulunanlar,  emanet  verdikleri  akıllarını  geri  almalı,  akıllarını  kullanmalı,  uyanmalı,  içinde  bulundukları  durumu  sorgulamalı,  tevbe  ederek  çok  merhametli  olan  Yüce  Rabbimiz  Allah’ın  rahmetine  ve  Kur'ana  sığınmalıdırlar.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !...
ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..
Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ   (  Tebyin  ül  Kur’an  )