Yüce kitabımız Kur’anda Enbiya Sûresinin 34. ayetinde “ Biz senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. 35 : Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. " denildiği gibi, canlı olan “ Her nefis ölümü tadacaktır “ günü gelince her insanın da hayatı elbette ki sona erecektir. Bundan dolayı insanlık tarihi boyunca bu güne kadar milyarlarca insan dünyaya gelmiş ve bu dünyadan ayrılmıştır. İnsanın ölümü dediğimiz bu dünyadaki hayatın sonlanması, tarih boyunca bütün toplumlarda ortaya çıkan kültürlerin, geleneklerin, törenlerin bir vesilesi olmuştur. Kişinin sosyal ve ekonomik konumu, içinde bulunduğu toplumun inançları, her dönemde bu törenlerin ölçüsünü ve yapısını meydana getirmiştir. Aslında insanın yaratılışından bu yana Allah'ın katında ve Kur'anın İslam'ında olmadığı halde, neredeyse bütün kültürlerde, ölümle beraber kabirde de hayatın devam edeceği yanlış inancının bir sonucu olarak bu törenler, her toplumda çok farklı geleneklerle yerine getirilmektedir. Ölenlerin kimileri bir yıllık yiyecekleri ile, kimileri eşyaları ve altınları ile, kimileri saraylarda ve köşklerde, kimileri türbelerde, kimileri de kara topraklarda ıssız bir köşede gömülmüşler, kimilerinin cesedi yakılmış, kimilerinin külleri suya savrulup atılmış. Ama Yaratan, hayat veren, insanın önüne sayısız nimetleri seren ve dünya hayatının sonunda Ahiret hayatı için mahşer günündeki hesaplaşmada Allah’ın huzuruna iman ve güzel amel zenginliği ile çıkılmasının gerektiği her zaman göz ardı edilmiştir.
Bugün her ne kadar bizde artık ilkellikten sıyrılarak definde cepsiz kefen kullanılmakta ise ve yanına herhangi bir eşya konulmasa da, aslında yanlış da olsa, yine de kabirde hayatın ve sorgulamanın olduğu yanlış inancından dolayı, katkısı olsun diye meyyitin aklına, İmamların Arapça talkını / telkini ile kopya verilip ne olur ne olmaz düşüncesi ile yardım edilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Kur'anda bir çok ayette belirtildiği gibi, Fatır Sûresinin 22. ayetinde " Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / her dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. " denilerek belirtildiği, üstelik beden canlılığı gittikten sonra başka bir boyuta geçmiş olan meyyitin artık hiç bir şeyi duymayacağı, sağlığında bile Arapça anlamadığı halde böyle bir tutarsız, saçma, Kur'anın bir çok ayetine aykırı olan yanlış gelenek, kabir defni esnasında uygulanmaya devam edilmektedir. Uydurulmuş hadislerle, zanlarla yerleşmiş olan ölümden sonra bu kabir hayatı inancının bir sonucu olarak, ardından okunan Kur'an ayetlerinin hasıl olan sevabı hediye olarak gönderilmeye, kabirler mermer taşlarıyla donatılarak güvenli, sanki rahat yaşanılabilecek bir mekân haline getirilmeye çalışılmaktadır. Ölenin evinde törenler yapılmakta, dünya hayatının sosyolojik ve ekonomik yansımaları aynen bu törenlerde de görülmektedir. Çok zengin, makam sahibi kişilerin anlı şanlı, çiçekli çörekli, çok kalabalık cenaze törenlerinin ikramları, ardından mermerlerle işlenmiş duvarlarla sınırlandırılmış aile mezarlıkları, türbeler haline getirilmiş kabirlerinin yanı sıra, Yunus’un “ Bir garip ölmüş diyeler, üç gün sonra duyalar, soğuk suyla yuyalar “ dediği gibi dört kişinin omuzladığı tabutla garip ölümlerinin hazinliğine, kimsesizler için denilen kara toprak yığını halindeki kabirlere de tanık olmaktayız.
Hacc ibadeti için gidenler, Umre ziyaretçileri Baki mezarlıkları denilen yerlerdeki isimsiz, toprak yığını halindeki kabirleri görmüşlerdir. Peki sadece on altı kişi ile yattığı odanın içerisinde, " Cenaze namazı denilen tören olmadan " kazılan bir çukura üzerindeki elbise ile defnedilen İslam'ın son peygamberi Muhammed ( a.s. ), İslam'ın zaferine canları ile katkıda bulunan Hamza ve yüzlerce sahabenin Mekke ve Medine'deki mermersiz, taşsız, isimsiz ve toprak yığını halindeki mezarlarından dolayı onlar da mı gariptirler ? Aslında cesedin çürüyerek kötü bir görünüm oluşturup çevre kirliliği yaratacağını, bundan dolayı toprak altına gömülmesinin gerektiğini, Maide Sûresinin 31. ayetinde belirtildiği gibi insan oğluna göstermiş olan toprağı eşeleyen kargalardır. Ama bu törenlerde insanların bir çok uydurma hadis ve rivayetler sonucunda edindikleri gereksiz, Kur'ana aykırı olan saçmalıklarını, geleneklerindeki gerçek Hakk Dininin dışındaki yanlışlıklarını gördüklerinde de herhalde kargalar bile gülmekten kendilerini alamamaktadırlar.
Kur'anımızda değişik ayetlerde bu konu ile ilgili, " Ölmüş bir insan cesedinin organlarının, dokularının, hücrelerinin, parçalanarak oluşmuş molekül ve atomlarının ister toprakta, ister denizde, ister havada olsun, saklandığı her yer anlamında olan kabr " kökünden gelen kabir, kubur, mekabir, makber gibi sözcükleri görmekteyiz. Kubur sözcüğü kabir sözcüğünün çoğuludur. Arapçada insan bedeninin gizlendiği, saklandığı bölgeye de makber denir. Tekasür Sûresinde de çoklukla yarışanların eninde sonunda gireceği yer olarak belirtilerek mekabir olarak da yer alır. Mahşer günü diriltilmesi anlatımlarında da insan nerede, nasıl ölürse ölsün, cesedi ister çukura, ister toprağa gömülerek saklansın, ister cesedi yakılarak külleri savrulsun, ister yanarak kül olsun, ister denizde boğularak parçalansın balıklara yem olsun, ister havada uçak kazasında parçalanarak dağılsın, bütün ölenlerin bir çok ayette değinildiği gibi Hacc Sûresinin 7. ayetinde de " Kıyamet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, fil kubur / bütün kabirlerde olan kimseleri diriltecektir. " ifadelerinde gördüğümüz gibi bütün ölenlerin kabirlerden, saklandıkları, tutuldukları yerlerden çıkarılarak Allah'ın huzurunda ruhları / öz benlikleri ile toplanacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla kabir sözcüğü sadece bizim mezarlıklardaki ölenin bedeninin saklandığı toprak yığını olarak düşünülmemelidir. Çünkü dünya üzerinde hangi vesilelerle, nerede ve nasıl ölmüşler ise bedenlerinin dışındaki ruhları aynı yerde kabzedilmektedir. Kaf Sûresinin 2 - 4. ayetlerinde " Ama onlar, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler, bu şaşılacak bir şeydir. Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi ? Bu uzak bir dönüştür. Dediler. Biz yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmişizdir. Yanımızda da çok iyi kaydedip koruyan bir kitap vardır. " ifadeleriyle de ölenlerin hiç bir şeyinin yok olup kaybolmayacağı, bir yerlerde, atom, hücre, molekül olarak mutlaka suda, toprakta veya havada saklı tutulacağı / el müstekar sözcüğü ile veya geçici olarak bir yerlerde veya el müstevda sözcüğü ile başka yapılarda bulundurulacağı, Enam 97, Hud 6, Bakara 36. ayetlerinde belirtilmektedir. Ama parçalanmış, ruhtan ayrılmış, canlılığını yitirmiş bu insan cesedi ile kabirlerde sorgulamanın olacağı, hayatın devam edeceği gibi yanlış inançlara hiç kimse de kendisini kaptırmasın.
Kabir Hayatı, meleklerin kabir sorgulaması ve Kabir Azabı inancı, Araf inancı ve Kur’anda daha pek çok konu ve kavramda olduğu gibi yanlış anlaşılmış, uydurulan hadis ve rivayetlerin etkisiyle de toplumumuzda bir din kültürü oluşturulmuştur. Kur'anın dışında daha ziyade hadis ve rivayet kitaplarının eğitiminden geçmiş ve bunlardan nemalanan din görevlileri de, büyük bir hazla toprak altı korkularını ve işkencelerini, kendileri bunlardan muafmış edasıyla ve heyecanıyla bin iki yüz yıldır bu ülkede mütedeyyin ve cahil insanlara anlatmaktan adeta zevk almaktadır. Bu nedenle bugün toplumumuzda büyük bir çoğunluk, öldükten sonra toprak altında kabirde de hayatın devam edeceğine inanmakta, önüne konulan uydurulmuş hadis ve rivayetlerin etkisiyle de yılan, çiyan ve böceklerle yapacağı mücadelelerden uykuları kaçmaktadır. Bu nedenle de insanların kafasında bu konuda benliklerinden, Kur'an, Bilim ve mantık ile ilgili eksiklerinden, yanlışlarından ve korkularından kaynaklanan * Kabirdeki azap bedenimize mi ruhumuza mı olacak ? * Kabirde de ruhumuz bizimle beraber mi olacak ? * Kabir azabının süresinde adalet var mıdır ? * Kabirdekiler bizi görür mü ? Bizi işitir mi ? Ayak seslerimizi duyar mı ? Selamımızı alır mı ? Okunan Yasinler onu ferahlatır mı ? Peygamber kabirdeki ölülerin sesini işitmiş midir ? Kabir azabı yoktur diyen kâfir mi olur ? v.s. gibi değişik değişik sorular oluşmaktadır.
KABİR HAYATI : Dinimizin ve inancımızın yegâne kaynağı olması gereken Kur'anımıza bakacak olursak, Yunus Sûresinin 64. ayetinde " Onlara dünya hayatında ve Ahiret hayatında müjde vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu en büyük kurtuluşun ta kendisidir. " Zümer Sûresinin 26. ayetinde " Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri yönden azap geliverdi. Sonra Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı. " denildiği gibi, bu ayetlerden başka Hud 15. İsra 19. Fussilet 30. Sebe 34. Kasas 42. Şura 20. Nahl 104. Naziat 7. Araf 32. daha bir çok ayetle de Dünya ve Ahiret hayatlarından olmak üzere sadece iki hayattan söz edilmektedir. Böylece de üçüncü bir alemin veya Kabir hayatı diye de başka bir hayatın olmadığı, Kur’an ayetleri ile de ortaya konulmaktadır. Bunlara rağmen Kabir Hayatı konusundaki inançlar için, her ne kadar Kur'andaki bazı ayetlerin saptırılarak yanlış yorumlanan anlamı delil olarak gösterilmeye çalışılsa da, büyük çoğunlukla inançların temelini uydurma hadisler, rivayetler oluşturmaktadır. Bu hadis ve rivayetlerin yüzlercesinde yukarıdaki sorulara cevap gibi bir çok açıklamayı değişik değişik ifadelerle görmekteyiz. Bu hadis ve rivayetlere göre, bedenin ölümüyle başlayıp sanki hayatın ve canlılığın toprak altında da bilinçli olarak devam ettiğini varsayan bir anlayışla, Allah'ın huzurunda mahşer günü toplanmasına kadar devam edecek olan hayata Kabir Hayatı denilmektedir. Kabir hayatı, Yahudi ve Hristiyan kitap ehli inançlarında da Müslümanlıkta da Berzah diye anılmaktadır. ( Tirmizi “ Zuhd “ 5 , İbn Mace “ Zuhd “ 32. ) hadislerinde de “ Kabir Ahiret duraklarının ilkidir, bir kimse eğer o duraktan kurtulursa, sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa sonrakileri geçmek onun için daha zor olacaktır. “ denilmekte ve Kabir hayatının kabulü de Ahiret hayatına dahil edilmektedir. Sanki kabre daha önce girilmiş, yaşanmış ve çıkılmış gibi, uydurma senaryolardan oluşan Kabir Hayatı inançlarına ilişkin ayrıntılar anlatılmaktadır. Bunlardan bazı senaryolara baktığımızda görelim ne gibi saçmalıklar anlatılmaktadır.
* Ölü kabre konunca ruh ölüye geri döner. Münker ve Nekir adında iki melek kabre gelirler ve sual sorarlar. Günahkârlar ve kâfirler için kabirde azap, şiddet ve meşakkat vardır. Müminler için ise nimet ve rahatlık vardır. Kabre giren kişinin dünya ile ilişkisi biter. ( Diyorlar ama öte yandan başka birçok hadiste de defin için gelenlerin sesini de duyduklarını, onların selamlarını aldıklarını da söylerken çelişkiye düştüklerinin de farkında değildirler. ) Kabirde ölüler çeşitli hallerde olurlar. Bazısı ökçe üzerinde oturur, bazısının ruhu dünya semasından başka melekler alemini dolaşır, bazısı kabirde uykuda olur. Birinci Sur’da uyanır. Bazısının ruhu kabirde bir süre durduktan sonra cennet kuşuna biner, Cennete kadar uçar. Şehitlerin ruhu yeşil kuşların kursağında cennet ağaçlarına asılı dururlar. Enbiya ve Evliya ruhları kıyamete kadar uçar ve çoğu gece görünür. Kabre konulan insana gelen iki melek " Rabbin kimdir ? Peygamberin kimdir ? Dinin nedir ? diye sorar, İman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevap verirler ve kendilerine Cennet kapıları açılır ve Cennet gösterilir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremezler ve onlara da Cehennem kapıları açılır ve Cehennem gösterilir. Kâfir ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içerisinde azap görürken, müminler de nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir. ( Tirmizi Cenaiz 70 ) Aynı rivayetin bir benzeri olan anlatımlar değişik versiyonlarla ağızdan ağza değiştirilerek içine bir çok saçmalıklar eklenerek Buhari Cenaiz 128. de de yer almaktadır.
Kur'anın pek çok ayetinin uyarılarına, özellikle günde defalarca okunan Fatiha Sûresi içerisinde " Maliki yevmiddiyn " hesap gününün sahibi sensin denilerek Allah'ın hakkı ve yetkisi tasdik edildiği, bir çok ayette de tek bir din gününden / hesap gününden söz edildiği halde, bu sözden dönülerek, ayetlerin üstü örtülerek, henüz sura üflenip kıyamet kopmadığı ve Cennet ile Cehennem oluşturulmadığı gibi, Sünnetullah'a küfür niteliğinde aykırı olan buna benzer saçmalıklarla dolu anlatımlarla Kabir Hayatının var olduğuna inananlara göre, gerçekte insan gibi konuşan melek diye bir varlık olmadığı halde, böylece yanlış olarak bilinen meleklerin kabir sorgulaması ile kabir hayatı başlamış olacaktır.
Kabir Hayatının gerçekten olabilmesi için ruhun ( bilincin, öz benliğin ) bedene tekrar geri dönmesi, canlılığın devam etmesi gerekir. Halbuki yaşamakta olan beden ile artık ölen beden arasında boyut farkı oluşmuştur. Bundan dolayı ölen bir kişiye dünyadan hiçbir şey duyurulamaz. Oysa ölümle beraber fişi çekilmiş, kapatılmış bir bilgisayar disketi gibi kabzedilmiş olan ruhun, artık kabirde geriye dönmeyeceği de Yasin Sûresinin 31 - 32. ayetlerinde, " Kendilerinden önce nice kuşakları helâk ettiğimizi, bunların kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi ? Onların hepsi de toplanıp sadece Bizim huzurumuzda hazır bulundurulacaklardır. " Meryem Sûresinin 98. ayetinde, “ Ve Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. / değişime yıkıma uğrattık. Onlardan herhangi bir kimse hissediyor musun ? Yahut onlara ait hafif bir ses duyuyor musun ? “ yine Bakara Sûresinin 28. ayetinde, " Siz Allah'ın ilâhlığını, Rabbliğini nasıl örtersiniz ? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz. " denilerek belirtildiği gibi, ölen eski kuşaklardan ve insanlardan geriye dönen ve kabirlerden seslenen olmadığının ifade edilmesinin yanı sıra, ölenlerin kabirlerde değil, sadece Allah'ın huzurunda kişinin ruhunun, kapatılmış olan disketinin açılarak uyandırılıp, toplanmak için tekrar canlandırılacakları anlatılmaktadır. Bu da sonuçta kıyamet koptuktan sonra mahşer günündeki dirilme ve hesap gününde Allah'ın huzurunda toplanma olacaktır. Kur'anda olmadığı halde kabir hayatı diye anlatılan rivayetlerin tamamının her hangi bir hükmü yoktur. Hepsi zan ve hayal ürünü uydurmalardan başka bir şey değildir.
KABİR AZABI : Ölen biri için enerji değişimi ve alışverişi ile hareket yoksa, Entropi de sıfırdır, bunlara bağlı olarak zaman da yoktur denilen İzafiyet Teorisine göre zaman boyutunun, mefhumunun olmadığının bilinemediği, düşünülemediği ve anlaşılamadığı için yanlış Kabir Hayatı inancı ile beraber, hayatın kabirde de devam edeceğine inanıldığına göre elbette ki ardından kâfirler ve günahkârlar için de kabirde azap inancı ortaya atılacaktır. Bunun sonucunda da ciltlerle kitaplar dolusu senaryolar, ardı ardına birbiriyle yarışır şekilde birbirini izlemiştir. Bu yazar ve senarist kardeşlerimiz herhalde kabirlerin içerisine girmişler, bir süre gözlemlemişler, ruhun ölmüş bedene nasıl geri döndüğünü de görmüşler, öyle ki aslında ontolojik ve metafizik / fizik ötesi melek diye bir varlık olmadığı halde meleklerin isimlerine, konuşmalarına kadar kayıtlar tutmuşlar, tespitler, çekimler yapmışlar. Veya gece gündüz 23 yıllık risalet hayatında, Peygamberimizle yatıp kalkmışlar, yanından bir saniye ayrılmadan ve ağzından her çıkanı zabıt kâtipleri gibi kaleme almışlar. Arap kültüründe ne kadar korku, azap, işkence varsa hepsini senaryolarına doldurmuşlar, halkın da çoğunlukla Kur'an cahili, bilinçsiz ve sorgulamaktan uzak olmasından dolayı herhalde kitaplarını da çok satanlar arasında yarıştırmışlar, bir çok haksız kazancı, menfaati de kazanmışlardır. Bu eserlerde ;
* Abdullah bin Mesud'dan Kur'anın İslam'ını katledenlerin başında gelen İmam Gazali'nin nakli olan bu tür rivayetlerin birinde : " Ölü kabre konulunca Ruman adında bir melek seslenerek amelini yaz der. O kişi burada ne kağıt ne de kalem var nasıl yazayım der. O melek kefenin kağıdın, tükürüğün mürekkebin, parmağın kalemindir diye cevap verir ve kefeninden bir parça koparıp ona verir. O kişi yazmayı bilmese dahi o an günahlarını, sevaplarını yazar. Melek yazılı olan parçayı ölünün boynuna asar. ( Bu absürt senaryoya İsra Sûresinin 13. ayeti de saptırılarak delil gösterilir. ) Sonra siyah yüzlü korkunç iki melek dişleri ile yeri yararak gelir. Gözleri şimşek çakar gibi, sözleri gök gürler gibi, nefesleri de rüzgâr gibidir. İkisinin de çok büyük ve ağır demir kırbaçları vardır. Kul onları görünce ruhu ölüm anındaki gibi olur. Melekler şiddet ile sual ederler. Sorulara cevap veremez. O sırada ona ateşten bir yatak getirin ve Cehenneme açılan bir pencere açın, oradan ateşli ve ciğeri parçalayan rüzgâr gelsin buyrulur. Bu arada pis kokulu, çirkin görünüşlü biri görülür ve “ Sana zamanında haber verilen kötü gün ve durumundasın “ der. Bu senaryo dövmelerle, işkencelerle devam eder gider. İnsan ister istemez merak ediyor ! bu anlatılan saçmalıkları dinleyenlerden acaba biri çıkıp da " arkadaş sen gece üstünü örtmeden açıkta yatmışsın, akşam da yemeği fazla kaçırmışsın " sen neler saçmalıyorsun ya hu demiş midir ?
Ancak bu soruyu sorabilmek ve bu hikâyelerin uydurma saçma bir masal olduğunu söyleyebilmek için, insanlarımızın da Kur'anda tarif edilen " Melek " kavramını doğru anlamaları, onların üç boyutlu insan gibi gören, konuşan bir yapıya dönüşmeyeceklerini, onların aslında Allah'ın koyduğu hükümlerle, doğa kanunları, kuralları için birer enerji gücü olduğunu, yaşadığımız yer yüzünde kıyamet de kopup güneş katlanıp dürülmediğinden, yıldızlar söndürülerek dağlar yürütülüp denizler kaynatılmadığından, her şey ortadan kalkmadığından, henüz Ahiret hayatı için bizim zaman algımıza göre gerçek Cennet ve Cehennemin de yaratılmamış olduğunu bilmeleri gerekmektedir. Ayrıca bu saçmalıklara inanan arkadaşlara sormak lazım, ölen bir kişinin ağzında tükrük, elinde hareket edebilecek can mı kalmıştır ? !..
Bu tür hikâyeleri yüzyıllardır dinleyen mütedeyyin kardeşlerimiz de yıllardır göz yaşlarını tutamayıp hizaya gelmiş ve Kur’anı terk etmiş olmaktan herhalde vazgeçmişlerdir. Bu hikâyeleri anlatan din görevlilerinden ve dinleyip ürperen ve de göz yaşlarını akıtan kardeşlerimizden acaba kaç kişi bu hurafelere delil olarak gösterilen Kur'an ayetine bakıp da test edebilmiştir, sorgulayabilmiştir ? Onların yerine delil gösterilen bu ayete biz bakalım ve test edelim.
İSRA 13 – 14 : Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız. “ Oku kendi kitabını ! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter. "
Ayette aslında kabirdeki sorgulamadan değil, açıkça kıyametten sonra toplanılacak mahşer günündeki durumdan söz edilmektedir. Aslında kabirle ilgili hiç bir ifade ve ima da yoktur. Ayetin orijinalinde “ tair “ sözcüğü ile Arapların her hareketini takip ettikleri ve ona göre hüküm oluşturdukları kuş karakterine atıf yapılmakta ve “ kuşun boynuna dolanması “ deyimi ile insanın bir anda yapıp geçiverdiği amellerinin bile kendisinden ayrılmayacağı, bu amellerin kayıtlarının her zaman ve Ahirette de insanla birlikte olacağı vurgulanmaktadır. İnsanın her türlü davranışlarının kayıtları kuş gibi uçup gitmezler, kolye gibi herkesin boynunda asılı dururlar denilmektedir. Kur'an ayetlerindeki anlatımlarda Yüce Rabbimiz Allah, Arapların daha kolay anlayabilmeleri için daima onların kültüründe var olan mecaz anlatımlı ata sözlerini ve deyimleri kullanmaktadır. Aslında insanın boynuna dolanan, iyi veya kötü kendi yaptıkları, kendi beyninde mikro cip gibi mevcut olan hafıza, bellek hücrelerindeki kayıtlardır. Ruh / Can / Öz benlikte bulunan ve Allah tarafından bizim bilmediğimiz bir yapıda ve bir yerde kabzedilen bu kayıtlar, bedenin ölümüyle beraber dondurulmakta, zaman mefhumu ortadan kaldırılmakta, fişi çekilerek adeta bir bilgisayar disketi gibi kapatılmaktadır. Hesap gününde kişinin diriltilmesi anında ise bir uçağın kara kutusu, bilgisayarın ana belleği gibi açılacak, bir video kaydı gibi canlı olarak kendisine gösterilecektir. Bu anlam çerçevesinde Zilzal Sûresinin 7 – 8. ayetlerinde de “ Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı kötülük işlerse onu görecektir. “ denilmektedir. Ama bütün bunlar kabirde değil, kıyametten sonra dirilme olan mahşer gününde Yüce Allah'ın huzurunda olacaktır.
Beyhaki, Katade, Suyuti, Ebu Hureyre, Buhari, Tirmizi, Ebu Davud, Müslim, İbn Mace, Nesai ve bunların dışında yüzlerce imam denilen Ulemanın naklettiği ve Peygamberimiz buyurdu ki denilerek başlanılan rivayetleri dinleyen mütedeyyin insanlarımız, büyük bir saygı duydukları Peygamberimizin isminden dolayı ister istemez bu anlatılanların etkisi altında kalmaktadırlar. Çünkü sorgulayamadıklarından dolayı da kendilerine anlatılanları gerçekten Peygamberimizin söylediğine inanmaktadırlar. Bu eserlerdeki uydurma rivayetlerin bazılarına bakalım kabir azabı konusunda Peygamberimize ana hatlarıyla daha neler söyletmişler !..
* İdrardan sakının ! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır. ( Taberani ) * Cuma gecesi “ Fatiha “ ve 15 kere Zilzal Sûresini okuyarak iki rekât namaz kılan kabir azabından emin olur. ( Deylemi ) * Peygamber efendimiz bir cenazede “ Ya Rabbi bunu kabir azabından koru “ diye dua etmiştir. ( Müslim, Tirmizi ) * Hiç şüphe yok ki, ölü defnedilip arkadaşları yanından ayrıldıkları zaman, kendisini Ahirete yolcu edenlerin ayak seslerini işitir. ( Buhari ) * Herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar o ölü ona arkadaşlık eder. Ve ona karşılık verir. ( Buhari, Müslim ) * Resulullah efendimiz kabri ziyaret ederken mevtaya selam verirdi. Mevtadan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyaret edenin ve ziyaret olunanın hallerine göre kimine dua edilir, kiminden de yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her Müslüman bilir ve inanır. ( 5 Evliyalar Ansiklopedisi Türkiye Gazetesi ) * Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir, ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur. ( Tirmizi, Kıyamet 26. ) * Evet kabir azabı vardır ve haktır ( Nesai, sehiv 64 ) * Her peygamber kabrinde diri olup namaz kılar. ( Beyhaki, Ebu Ya'la ) * Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez. Bir mümin salavat okuyunca bir melek salavatı bana haber verir. ( İbn Mace, Ebu Davud )
Bu hadislerin, bu rivayetlerin neresinden tutarsanız tutun her tarafından saçmalık, Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine hakaretler, Kur’ana aykırılık ve ayetlerin inkârı ile dinde küfür, dökülmektedir. Yüce Rabbimizin 23 yılda Kur’an ayetleri ile eğittiği, her harfinin zerresine uyduğu, hayatının rehberi yaptığı, Kur’an ile yatıp, Kur’an ile kalktığı, en güzel ahlâkın timsali Allah Resulünün Kur'anı yanlış anlaması, Kur’an dışında ve Kur’ana aykırı sözleri söylemiş olması, Allah’ın ayetlerini unutmuş olması, inkâr etmiş olması mümkün değildir, tamamı uydurmadır. Bir de bu saçmalıklarla ilgili olarak Kur'ana bakalım Yüce Allah, bu konularda neler söylemiş.
ARAF 33 : De ki : “ Rabbim …… haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri, Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram etmiştir. ”
HÜCURAT 1 : Ey iman etmiş kimseler ! Allah'ın ve Elçi'sinin iki eli arasında öne geçmeyin. / Dinde kendi görüşlerinizi öne çıkarmayın.
AHKAF 5 : Ve Allah'ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışından habersizler de.
NECM 3 – 4 : O boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. O’nun size söyledikleri ; inen o ayet grupları kendisine vahiy edilen vahiyden başka bir şey değildir.
Ayetlerde belirtildiği gibi peygamberimizin asla kendi hevesine uyarak, insanlara kendisini farklı göstererek, her hangi bir konuda söz söylemesi ve kendi kafasına göre bir şeyleri uydurması söz konusu dahi olamaz. Ölülere bir şeyler göndermeye, kabirdekilerle konuşmaya çalışması veya kabirdekilere selam veriniz, onlardan yardım isteyiniz demesi asla mümkün değildir. Bundan dolayı da Kur’anın pek çok ayetinde kendisine yöneltilen sorulara vahiy gelmeden cevap vermediğini, gelen ayetlerde de “ deki “ ifadesi ile başlayan pek çok ayetle sorulan sorulara ayetle cevap verildiğini görmekteyiz. Çünkü Maide Sûresinin 67. ayetinde " Ey Resul ! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O’nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. " denilerek belirtildiği gibi Peygamberimizin her hareketi için kendisini yönlendiren ayetler bulunmaktadır. Öte yandan " Allah'ın ve Elçi'sinin iki eli arasında öne geçmeyin " ifadesi ile de yalan ve iftiralarınızla Allah ve Elçi'sini malzeme yapmayın. Allah'ın Kitabında olmayanı var göstermeyin ve Rasulûllah'ın söylemediği, yapmadığı bir şeyi söylemiş ve yapmış gibi aktarmayın denilmektedir.
Ayette de belirtildiği gibi peygamberimizin Kur’an dışına çıkması mümkün değildir. Elçiler her türlü şart altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür. Mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, vahye ekleme yapamazlar, kendi aleyhinde olsa bile mesajı tebliğ etme zorundadırlar. Hele hele Hakka Sûresinin 44. ayetinde " Eğer elçi / Muhammed bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O’ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O’ndan can damarını kesinlikle keserdik " ifadeleriyle yapılan tehdit, önce Peygamberi ve ardından da bütün inananları bağlamaktadır. Bu nedenle Kur’anda olmayan sözler ve ifadeler, ardından inanç olarak gidilecek Peygamber sözleri değildir. Kur’anda olmayanlar din de değildir. Hiçbir kimse Allah ve Din adına laf üretmemeli, Din adına verilecek hükümler mutlaka Kur’andan olmalıdır. Öte yandan kabirdekilerden, ister Peygamber, ister Evliya olsun ölülerden yardım istenmesinin de şirk olacağı ( Secde 4. Bakara 123. Rum 13. ) gibi pek çok Kur’an ayeti ile dile getirilmektedir. Üstelik de Zümer Sûresinin 19. ayetinde “ Peki üzerine azap kelimesi hak olmuş kimseyi, artık ateşteki o kimseyi sen mi kurtaracaksın ? “ denilerek doğrudan yöneltilen ifadelerle hesap gününde suçlulara Peygamberimizin bile yardım edemeyeceği belirtilmektedir. Bu nedenle türbelerde, kabirlerde yatanlardan, ölülerden, " şefaat ya Resulullah diyerek " bugün aramızda olmayan Peygamberden yardım istemek Kur’an ayetlerini inkâr etmektir, küfürdür, şirktir. Çünkü onlar artık hiç bir şey duymazlar, onların dünya ile olan ilişkileri ve onlara dünya hayatı için verilen yetkileri sona ermiştir. Yardım isteyecek olan, her yerde ve her zaman hiç kimsenin yüzü suyu hürmetine deyip aracı yapmadan sadece Yüce Rabbimizden istemelidir. Müslüman olduğunu söyleyenler, hesap gününde hiç bir kimsenin, Peygamber de dahil şefaat ( yardım ) edemeyeceğini bilmelidirler. ( Şefaat Ya Resulullah Demek Doğru mudur ? başlıklı yazımızda daha geniş bilgi bulabilirsiniz.)
Bu hadis ve rivayet örneklerinde ana hatlarıyla, kabir azabından Allah’a sığınma duaları, kovuculuk eden iki insanın gördüğü azap, idrar kirliliğine karşı kabrin sıkması, Peygamberin kabirlerden işittiği sesler, Kabir azabı ile ilgili peygamber sözleri, ölü idrak edemez, dolayısıyla kabir azabı yoktur diyenlere yönelik kâfirdir denilen korkutmalar ve daha bunların etrafında oluşturulmuş pek çok rivayet yer almaktadır. Bütün bunlar Sahihi Buhari Tecridi Sarih Tercümesinde, Tirmizi, Ebu Hureyre, Müslim kitaplarında farklı farklı ilave ve ifadelerle yer almaktadır. Bunlardan en popüler olan ve insanların belleğinde köklü bir yer oluşturmuş olan Buhari Kitalül Cenaiz 128 nolu hadise bir bakalım ; Enes Bin Malik’ten nakledilmiştir.
Resulullah şöyle buyurdu : “ Kul kabri içine konulduğu ve arkadaşları ile cemaati geriye dönüp gittikleri zaman ki ölü, bunların yürürken çıkardıkları ayak seslerini bile işitir. Ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona " Şu Muhammed adlı kimse hakkında ne der idin ? diye sorarlar. Bu soruya muhatap olan mümin kul, Onun Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim. Der. Bunun üzerine melekler tarafından , Allah azap yerine sana Cennetten bir oturacak makam tebdil etti denilir. De o mümin yerini görmüş olur.” Katade rivayetinde ; “ O mümine kabri içinde bir genişlik verileceği bize zikrolundu “ dedi ve sonra yine Enes Bin Malik hadisine döndü. Resulullah şöyle buyurdu ; “ Münafık ve kâfir olan kula gelince, o da “ Ben O’nun hakkında bir şey bilmiyorum, ben sadece insanların onun hakkında söyleye geldikleri sözü söylerdim. Diye cevap verir. Bunun üzerine ona, Anlamadın ve uymadın denir ve ona demirden tokmaklarla öyle bir vuruş vurulur ki, derhal şiddetli bir sayha ile bağırır. Bu sesi insan ve cinlerle beraber bu ölüye yakın olan her şey işitir. “ ( Bu rivayetleri anlatanlara, inananlara sormak gerekir. On binlerce yıl önce yaşamış ve Muhammed'in peygamber olduğu dönemden önce ölmüş milyarlarca insana da kabirde bunların aynısı mı sorulmuştur ? On binlerce yıldır onlar azap içerisinde midirler ? )
Aynı rivayet başkaları tarafından da allanarak pullanarak değişik şekillerde ve ilavelerle anlatılmıştır. Tirmizi’de de gördüğümüz bu rivayetin benzerinde söz konusu sorgu meleklerine Münker ve Nekir ( kötü ve çirkin ) isimleri verilmiştir. Öte yandan Tirmizi tefsirinde Taha Sûresinin 124. ayetindeki ifadeleri de aslında Kur’an öğüdünden uzak duranlar için dünya hayatındaki sıkıntılardan söz edildiği ve ayetin orijinalinde kabir hayatı ile ilgili hiç bir ifadenin yer almamasına rağmen “ Feinne lehü me’işeten danken “ ifadesine dayandırarak “ Mümin kabrinde yemyeşil bir bahçe içerisindedir. Ay'ın on dördü gibi aydınlatılır " denmekte, 99 tennin yılanının da kâfirleri kıyamete kadar yalayıp, sokup azap edeceği söylenmektedir. Oysa ayetin aslına bakacak olursak ;
TAHA 124 - 126 : Kim benim anılmamdan / Benim öğüdümden / Kur’andan mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak toplantı alanına toplarız. O der ki : “ Rabbim ben gören biri olduğum halde beni neden kör olarak bu yere çıkardın ? “ Allah der ki bu böyledir. Ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin. Bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun.
Ayetlerdeki ifadelerin gayet açık olmasına, bizzat kıyametten sonraki mahşer toplanması anındaki durumdan söz edilmesine ve hatta körlüğün sebebinin de çok net bir şekilde açıklanmasına rağmen, kabir hayatına ve kabir azabına malzeme yapılan ayetlerden biri olmuştur. Ebu Hureyre de bu ayete dayandırarak bir rivayet nakletmiştir. Bu rivayete göre de, Mümin kabrinde yeşil bir bahçe içindedir. Kabrinde ona yetmiş arşın genişliğinde yer açılır. Ve onun kabri dolunayın aydınlattığı gibi aydınlatılır. “ Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli vardır. ” Ayetinin kimin için indirildiğini bilir misiniz ? – Allah ve Resulü daha iyi bilir dediler. Resulullah buyurdu ki ; “ Kabir içinde kâfirin azabı şöyledir. Ona 99 tennin musallat edilir. Tennin nedir bilir misiniz ? 99 Yılandır. Her yılanın yedi başı vardır. Kıyamete kadar bu yılanlar onu yalarlar. Üstüne zehir üflerler.
Kabir Hayatının ve buna bağlı olarak suçlular için kabir azabının olduğuna inananlar ve iddia edenler ( Mümin 46 ), ( İbrahim 27. ) ( Ali İmran 169. ) ( Bakara 154. ) ( Tevbe 101. ) ( Tur 47. ) ayetlerini de delil olarak göstermektedirler. Bu ayetlerin tahliline ve gerçek anlatılmak istenenlere bir de biz bakalım ! Buhari Tefsiri Sûre 14 ile İbrahim Sûresinin 27. ayetinin, peygamberimizin kabir nimeti hakkında indiğini açıkladığını dile getirmiştir.
İBRAHİM 27 : Allah iman edenleri, basit dünya yaşamında ve ahirette sabit bir söze / imana sabitler….
Ayette yine kabir ile ilgili herhangi bir ifade ve ima yoktur. Gerçekte Dünya ve Ahiret hayatından söz edilmekte, iman edenlerin hem dünya hayatında hem de Ahiret hayatında daima üstün olacakları dile getirilmektedir. Aynı şekilde içerisinde kabir ile ilgili herhangi bir ima bulunmamasına rağmen Tur Sûresinin 47. ayetinde " Evet şirk koşarak yanlış kendi zararlarına iş yapan kimselere, bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyorlar. " denilen ve ayetteki " bundan aşağı bir azap var " ifadesinin kabir hayatı için söylendiği iddia edilmektedir. Halbuki bu ayet, tek başına değil de, aynı Sûrenin 45. ayetinde " Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. " denilen ifadelerle başlayan paragraf bütünlüğü ile ele alınacak olunursa, konu çok daha net ve kolay anlaşılacak, ayetin kabir azabı ile hiç bir ilgisinin olmadığı görülecektir. Çünkü Yüce Rabbimiz Allah, müşriklerin artık inanmayacaklarını bildiğinden, Peygamberimize de " Artık onları baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar " ifadesiyle mecazen kıyametten sonraki o çok büyük azabı görecekleri güne kadar bu dünyada artık onları kendi hallerinde bırak, zaten bu dünyada da yaşarken bir çok azapla karşı karşıya geleceklerdir " demektedir. Çünkü Yüce Rabbimiz bu dünyada da dilediği kullarının elindeki zenginliği, mallarını ve sevdiklerini alarak, çok değişik hastalık, fitne ve belalarla, musibetlerle azaplandırmaktadır. Bu azapların tümü de Cehennem azabının yanında hafif kalan ve dünya yaşamında görülebilen azaplardır.
Yine Kur'anda şehitler konusunun ele alındığı Bakara Sûresinin 154 ve Ali İmran Sûresinin 169 - 171. ayetlerinde " Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler. Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rabbleri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, müminlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler. " ifadelerindeki " onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından rızıklanmaktadırlar " ifadeleri de ruhun kabirde bedene tekrar geri döndüğünü kabul edip, Kabir Hayatındaki rızıklandırma şeklinde yorumlanarak, öldükten sonra rızıkla ödüllendirme varsa, onun zıttı olan azaplandırma da olabilir denilmektedir. Halbuki Yüce Rabbimiz Allah, birçok ayette azmış, aklı ve vicdanı dumura uğramış zalimlere, Allah'ın vahyine duyarsız kalanlara, " onlar ölülerdir, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler, kalpleri vardır onunla hissetmezler, hatta onlar dört ayaklı hayvanlardan daha beterdir " demektedir. Bunun tersine de Kur'an ve Allah'ın ayetleri ile tanışıp, Allah'a yönelmiş olanlara da diriler demektedir. İşte bundan dolayı bu ayet grubunda Allah yolunda öldürülüp, şehit olup huzuruna gelmiş olanlara da Rabbimiz, onları ayetleri ile tanışmış diri kimseler arasına koymakta ve Ahiret hayatındaki ödüllerinden söz etmektedir. Öte yandan herhangi bir iyi olayda çığır açarak öncü olarak ölenlerin kıyamet gününe kadar amel defterleri açık olacağından dolayı, onların şahsında da, onları örnek alarak arkadan gelip Allah yolunda çarpışarak şehit olacakların da kazanacakları ve onların kazancından da önceki şehitlerin örnek olmalarından dolayı da pay almaya devam edecekleri anlatılmaktadır. Kur'anın dışındaki Tasavvuf inancında olduğu gibi şehitlerin kabirde Allah'ın nimetleriyle çok mutlu olup, bu dünyada yaşamakta olanların arasında da diri olarak dolaştıkları diye bir şey yoktur. Bu güne kadar kim hangi şehidin veya ölmüş Tasavvuf Şeyhinin dünya hayatında dolaştığını görmüştür ?
Kur’anda pek çok ayette hep Dünya hayatı ve Ahiret hayatı denilerek sadece iki hayattan ve bu iki hayatta karşılaşılabilecek iki çeşit azaptan söz edilmekte ve hiç bir ayette açık ve net olarak kabir hayatı denilen bir üçüncü hayatın varlığından, o hayattaki azaptan söz edilmemektedir. Fakat ölmüş olan ve toprağa karışmış, parçalanmış yok olmuş bedene ve Allah tarafından mahşer gününe kadar rüyasız bir uykuda gibi bilinçsiz olarak kabzedilmiş olan ruha rağmen, bir çok müfessir Ahiret Hayatı kavramı içerisine zorlamalarla Kabir Hayatını da dahil etmektedir.
MÜMİN 46 : Firavunun yakınlarını ise azabın kötüsü ateş kuşattı. Onlar sabah akşam / sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün ise “ Firavunun yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun ! “
Kur’an bütünlüğünün anlatım tekniğinde, sözcüklerin ifadelerini zenginleştirmek ve anlamını daha etkili hale getirmek için zıtlı ve ikili sözcükler kullanılır. ( Doğu - Batı , her yön ) ( Gece – Gündüz, her zaman, sürekli ) ( Dünya ve Ahiret, her yerde ve her zaman ) ( İns u cinn, bildiğiniz bilmediğiniz herkes ) örneklerinde olduğu gibi bu ayette de kullanılan sabah – akşam ikilemesi ile, sürekliliği ve devamlılığı ifade etmek için kinaye olarak kullanılmaktadır. Buna rağmen hadis ve rivayetlerle kabir hayatının varlığına inananlar, ayetteki sabah akşam azap ifadesini de düz mantıkla kabir azabına yormaktadırlar. Halbuki kabirde olsun veya Ahiret hayatında olsun güneş diye bir varlık ve sabah akşam diye bir kavram yoktur. Bu ayette asıl anlatılmak istenen, yaptıkları bütün kötülüklerden, zaten içinde bulunduğu zulümden dolayı firavun ve yakınlarının dünya hayatında bile huzurlu olamayacakları, her zaman ve sürekli olarak bir tedirginlik ve korku içinde olacakları, bunun da bir Cehennem azabından ve ateşinden farklı bir şey olmayacağıdır. Onları sabah akşam kuşatan şey, sıkıntıları, stresleri ve dünyada yaptıkları kötülüklerin korkularıdır, huzursuzluklarıdır, uykularının kaçmasıdır. Bundan dolayı da bu dünya hayatında da sürekli bir ateş içindedirler ve ondan sonra zaten hesap gününde de ateşin en şiddetlisine atılacaklardır. Bu ayette de kabir ile ilgili hiç bir ima yoktur. Kur’anın anlatım tekniği bu ayeti Kabir azabına delil yapanların dikkatinden kaçmıştır. Zorlamalarla rivayetlere destek bulmaya çalışmışlardır.
TEVBE 101 : Ve yanınızda bedevi Araplardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara. Sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir.
Bu ayette de yine zan ile yaklaşılarak kabir azabına atıfta bulunmaya çalışılmıştır. Aslında iki kez azapla biri kabirde diğeri de cehennemdeki azap değil, Tevbe Sûresinin 55. ve 85. ayetlerinde de dile getirildiği gibi, iki kez azap ifadesiyle dünya hayatındaki tutkularla, mallar ve evlatlar aracılığıyla, dünya hayatında sürekli yaşanan sıkıntılar ve ölüm anında yaşananlar kastedilmektedir. Münafıklara ve inanmayanlara mecazi anlatımla, ifadenin daha etkili olması sağlanarak anlatılmaya çalışılmaktadır. Bunlara ilave olarak yine Kabir Hayatına malzeme yapılan Tekasür Sûresinde de aynı şekilde “ Mallarınızla, çokluklarınızla yarışırsınız, bu çokluk yarışını kabirlere kadar sürdürürsünüz, mal ve çoğaltmak tutkusuyla dünyanızı kendi elinizle cehenneme çevirirsiniz, bundan dolayı daha dünyada iken bizzat gözünüzle cehennemi görürsünüz. “ uyarısında bulunulmaktadır. Bu ayetlerin asıl mesajını kavrayamayanlar bugün de kabir definlerinde hala kabir hayatına atfen mezarlıklarda Tekasür Sûresini bir dua olarak okutturmakta ve hiç bir şey anlamayan insanlara da amin dedirttirmektedirler. Keşke kabirlerde defin görevini yerine getiren İmam kardeşlerimiz, Arapçayı güzel okudukları kadar, Yüce Kitabımızın asıl mesajlarını anlayarak, bu okuduklarının asıl anlamlarını, fırsat bulmuşken kabirde defin görevine katılanlara anlatabilmiş olsalar, herhalde insanlarımız hurafelerin içerisinde böylesine boğulup kalmazlardı.
Kur’an, hadis ve rivayetlerdeki diyaloglarla sözü edilen melekleri ve onların bütün ayrıntılarıyla özelliklerinin ve isimlerinin belirtilerek insanların önüne konan bu hurafeleri onaylamaz. Hepsi Kur'andaki kavramlara, Allah'ın yönetmedeki kanunlarına, kurallarına, verdiği hükümlerine ve Sünnetullah'a aykırıdır. Ve bunlarla ilgili tek bir bilgi dahi yoktur. Çünkü Zümer Sûresinin 23. ayetinde belirtildiği gibi Kur’anın kendisi ( Ahseni Hadis ) en güzel sözdür. Bu sözün üzerine peygamber dahi olsa hiç kimse bir söz söyleyemez. Enam Sûresinin 38. ayetinde de Kitapta hiç bir şeyin eksik bırakılmadığı belirtilir. Bu nedenle Din adına Ahiret hayatına ait inanmamız gerekenlerin tamamı Kur’anın doğruları içindedir.
Buna rağmen hadis ve rivayetlerle anlatılan Kabir Hayatı ve Kabir azabı görüşleri, üstelik mezheplere göre de farklı farklı olmakta ve Kur’anla çeliştikleri gibi birbirleri ile de çelişmektedirler. Mezheplerde, Tarikatlarda, Tasavvuf inançlarında, azabın nasıl olacağı, sorunun bedene mi, ruha mı sorulacağı, azabın sadece kabirde bedene mi, yoksa ruhla birlikte mi çektirileceği, ruhun bedene döneceği veya dönmeyeceği hep tartışılmaktadır. Üstelik aynı mezhebin içinde olanlar dahi ittifak halinde değillerdir. Bir kısmı Müslüman çocuklarının da sorguya çekileceğini söylerken, bir kısmı peygamberlerin, çocukların ve şehitlerin sorgudan muaf tutulacağını söylemektedirler. Bu görüşleri savunanların, görüşlerini nereye dayandırdıkları da belli değildir. Aslında Kur'ana göre olmaması gereken ve kendilerini aynı noktaya getirecek olan Ehli sünnet ekolüne göre de " Kabir azabına iman edilmesi vaciptir ve inanmayanlar kâfirdir. " denilmektedir.
Önce şunu iyi bilmeliyiz ki, inançlar sağlam, açık ve net delillere dayanmalıdır. Zannetmekle, zorlamalarla, anlam tahrifatları ile veya kehanetle, rüya ile inanç olmaz. Allah'ın Hakk Dini İslam inancında Mezhep, Tarikat ve Cemaatlerle bölünme de, farklılık da olmaz. Mezhep, içtihadi konularda kişilerin farklı yorumları ve anlayışlarıdır. Kur'anda bu farklı yorumlamayı ve farklı algılamayı onaylayan sarih bir ayet de yoktur. Ehli Sünnet Vel Cemaat ekolünün sanki meşru imiş gibi peygamberimize atfettikleri bütün hadisler gibi “ Yahudiler 71 fırkaya, Nasraniler 72 fırkaya, benim ümmetim de yakında 73 fırkaya ayrılacak, biri hariç diğerleri helak olacak “ hadisi de tamamen Kur’ana, Peygamberimizin Kur’an ile aldığı eğitimi ve bağlılık ahlakına aykırıdır.
Bazı mezhepler azabın kabirde olacağını ileri sürerken, bazıları da ruhun bedenle birleşmeden Berzah Alemi denilen ve ruhun kabzedildiği yerde azap göreceğini söylemektedirler. Kur’ana göre aslında “ Berzah “ geriye dönmeyi veya birbirine karışmayı önleyen bir “ Engel “ demektir. Bu sözcük Kur’anda Rahman Sûresinin 20. ve Furkan Sûresinin 53. ayetlerinde birbirine karışmayan iki deniz, iki su arasında karışmayı önleyen bir engel ( yoğunluk farkı ) olarak, Müminun Sûresinin 100. ayetinde de ölmüş olan birinin dünya hayatına geri dönememesi için arkasında olan bir engel ( ecel engeli ) anlamında kullanılmaktadır. Buna rağmen ille de bir yerlerde ölen bir kişiye azap çektirmek isteyen rivayetçiler, bu kez Yahudi ve Hristiyan inançlarından gelen anlayışa benzer şekilde berzah sözünün yanına ayette olmadığı halde “ alem “ sözünü de ekleyerek Müminun Sûresinin 99. ve 100. ayetlerini inançlarına delil olarak kullanmışlardır.
MÜMİNUN 99 – 100 : Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde “ Rabbim ! terk ettiğim şeylerde salihi işlemem için beni geri döndür “ dedi. Hayır kesinlikle onun düşündüğü gibi değil. Bu şüphesiz onun söylediği boş bir sözdür. Onların tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir berzah / engel vardır.
Bu ayetlerde öğüt olması amacıyla temsili olarak, ölenlerin pişmanlıkla geriye dönme istekleri ve aldıkları cevap anlatılmaktadır. Ve ölmüş olanların kesinlikle geriye dünya hayatına dönemeyecekleri ve bunun için onların arkalarında bir engelin olduğu ve aslında kendilerine verilen ecel denilen sürenin bittiği dile getirilmektedir. Eğer gerçekten ölüm ile haşr arasında berzah alemi diye bir hayat olsaydı, onu da Rabbimiz mutlaka “ Yevmiddin, Mahşer, Cennet, Cehennem, Dünya ve Ahiret hayatı, Abdest, Oruç gibi çeşitli kavramlarda yaptığı gibi bizzat berzah alemi konusunu da Kendisi, temsili konuşturmalarla açıklamalar yapardı. Oysa Secde Sûresinin 12. ayetinde " Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak : Ey Rabbimiz ! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz derlerken bir görsen ! " ifadelerinde hesap gününde suçlularda olabilecek pişmanlıkların temsili anlatım örneğinden de anladığımız gibi, gerçekten de ruhun, artık dünya hayatına veya berzah alemine veya bedene geri dönmesine engel vardır. Bu engel adı konmuş, saati dakikası, saniyesi belirlenmiş ve tehiri mümkün olmayan eceldir, ölümdür, hükmü ilâhidir. Bunlardan dolayı kabir azabı ile ilgili bütün bu kabullenmeler, Kur’anın pek çok ayeti ile ters düşmektir.
Kur’anda ölüm ile beraber bedenden ayrılan ve sadece Allah'ın bildiği bir yerde kabzedilen, bilinçsiz bir şekilde tutulan “ ruhun “ ( cannın ) durumunun ne olduğu nerede tutulduğu konularında bize hiç bir bilgi verilmemektedir. Bedensiz ruh, ( can ) bir tür enerji zannedilmesinin dışında nasıl bir yapıdadır, nereye gider, bedensiz varlığını ne kadar ve nasıl sürdürebilecektir, bunların hepsi bizim için gayb dir. Kabir hayatı ve azabı inancı, ruhların ( canların ) ölümsüzlüğü ilkesine dayandırılmaktadır. Bu ise hiçbir dayanağı olmayan tümüyle varsayımdan zandan başka bir şey değildir. Her şeye kadir olan ve ruhu ( cannı ) da yaratan Allah, bedenin ölümü ile ruhu ( cannı ) da kabzettiği yerde bir süre öldürmeye, bilinçsiz bir şekilde bir yerde tutmaya gücü yetmez mi ? Kur’an ile bildirildiğine göre Allah, insan için dünya ve ahiret hayatı olarak iki alem yaratmıştır. Açıkça da pek çok ayette bu iki hayat dile getirilmektedir. Bu hayatların bir üçüncüsü yoktur. Dünya hayatında insan ruha ( canna ) giydirilmiş beden ile yaşamaktadır amma, ahiret hayatında nasıl bir yapıda yaşayacaktır, o da bizim için gaybdır. Vakıa Sûresinin 60. ayetinde de " Ölümü aranızda Biz ayarladık Biz. Ve Biz sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine, önüne geçilenler, engellenebilenler değiliz. " denilerek Ahiret hayatındaki yapımızın üstelik bambaşka bir yapıda, bambaşka bir boyutta veya boyutsuz olacağı belirtilmektedir. Hadis ve rivayetlerle anlatılanlar ise Kur'anda yer almayan zanlardan başka bir şey değildir.
Kur’an ayetlerindeki temsili anlatımlara göre yine Mahşer günü hesap vermek üzere uyandırılanların hiç biri de kabirde gördükleri herhangi bir azaptan söz etmemektedirler. Kimse Allah’ın emanetinde kaldığı ölüm zamanının ve mekanının farkına bile varmayacak, öldükten sonra hemen mahşer alanında haşrolduğunu düşünecek ve ayetlerde de belirtildiği gibi ölümden sonra kabirde çok kısa kaldıklarını zannedeceklerdir. İster on bin yıl önce, ister on gün önce ölmüş olsunlar, Kur’anda örneklendiği gibi çekirgeler gibi aynı anda haşredilecekler ve kabre girmiş, ruhu ( cannı ) kabzedilmiş olanlar için zaman kavramı olmayacaktır.
YASİN 51 - 52 : Ve Sur’a üflenmiştir. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar. Onlar “ Eyvah başımıza gelenlere ! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı. / kim uyandırdı. Bu Rahman’ın vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylediler.
YUNUS 45 : Ve insanlar Allah’ın onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi aralarında tartışırlar.
RUM 55 : Ve kıyametin kopacağı gün, günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı. Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki : “ Andolsun ki Allah’ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz. Artık o gün şirk koşarak yanlış iş yapanlara mazeretleri yarar sağlamaz. Onlar bağışlanmazlar da.
Ayetlerde görüldüğü gibi hesap günü, haşr toplanmasında, kimse ölümü ile dirilişi arasındaki döneme ait hiç bir şeyi bilmemektedir. Hatırlamamaktadır. Herkes rüyasız bir uykudan kalkar gibidir. Üstelik ayet ifadelerinden suçlu oldukları halde " Eyvah başımıza gelenlere " diye hayret içinde uyananlar dahil, kimsede de sıkıntıdan kalkan, azaptan, sorgulamaktan kurtulmuş bir şikâyet yoktur. Eğer gerçekten kabir azabı ve sorgulaması diye bir durum olsaydı onu da Rabbimiz, temsili anlatımlarla mutlaka dile getirirdi. Bunların dışında kabir azabının olmadığına işaret eden daha pek çok Kur’an ayetini de görmekteyiz.
DUHAN 56 : Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar.
İSRA 52 : Sizi çağıracağı gün / diriltileceğiniz gün O’nu överek ve O’nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.
Sonuç olarak, ölümden sonra hayatın kabirde devam edeceği ve hemen ölümün ardından kabirde sorgunun başlayacağı ve bu sorguya göre de kabirde kişinin ameline göre iyiyi veya azabı yaşayacağına dair anlatılanların tümü Kur’an dışıdır. Dolayısıyla Kabir hayatı denilen toprak altında, ölen insan için ne karabasan, ne de tatlı rüya diye bir şey yoktur. Ölümün ardından ne yaşanacaksa, hesap gününde Rahman ve Rahim olan Alah'ın takdirine göre yaşanacaktır. Anlatılan Kur’an dışındaki hadis ve rivayetlere inananlara aslında tek bir ayeti söylemek dahi yeterli olacaktır. Çünkü her gün namazda okunan Fatiha Sûrelerinin içerisinde defalarca 4. ayette “ Maliki yevmiddiyn “ ( Hesap, din, karşılık gününün sahibi ) denilerek Allah'la sözleşme yapılmakta, Alemlerin Rabbi Allah’ımıza yönelinmektedir. Allah, hiç bir kimseyi, Peygamberleri de melekleri de hükmüne ortak etmez. Hesap gününün bir tek sahibi vardır. O da Rabbimiz Allah’tır. Bu hesap da mezarda değil, kıyametin kopması, dünyanın ve Evrenin hayatına son verildikten sonra tekrar diriltilmenin ardından Mahşer gününde sorulacaktır. Çünkü Allah’ın adaleti, merhameti gereği bütün ölenlerin amel defterleri kıyamete kadar açık tutulacak, kişinin bıraktığı iyi ameli, eserleri, onun sevaplarını arttırmaya devam edebilecek veya kötü işler yapanların da bıraktıkları, onların günahlarının artmasına sebep olabilecektir. Rahman Sûresinin 39. ayetinde " O gün ne insana ne cinne / bildiğiniz bilmediğiniz, tanıdığınız tanımadığınız herkese günahından sorulmaz. " denildiği gibi bu sorgulamada da dinin nedir, peygamberin kimdir, tanıyor musun, tanımıyor musun, yaptın mı yapmadın mı, diye değil, peygamberlerin, meleklerin, ayetlerin tanıklığında, canlı bir video gösterisi gibi kendisinin yaptıkları, bütün ayrıntıları ile gösterilecek, kendisi de yaptıklarına tanık edilecektir. Araf Sûresinin 6. ayetinde “ Andolsun gönderilen elçileri de sorguya çekeceğiz “ denildiği gibi insanlarla beraber peygamberler de dahil herkes sorguya çekilecektir.
Kur'an ayetlerinde görüldüğü gibi suçlulara günahlarından sorulmayacağı, herkesin neler yaptığının bütün ayrıntılarıyla o gün ortaya çıkacağı ve sorguya gerek kalmayacağı vurgulamaktadır. Bu sorgulama, suçlulardan neler yaptıklarını, onların yüzüne vurup onları azarlama, yaptıkları suçlardan onları hesaba çekme şeklinde bir sorgulamadır. Uydurma rivayetlerle anlatılan, Münker ve Nekir sorgulamasındaki gibi sorup cevap alma sorgulaması değildir. Bu sorgulamaların ağırlığından insanların kurtulabilmeleri için de daha dünyada iken hangi konularda sorgulama ve hesaba muhatap olacakları ( Tekasür 8. ) ( Zuhruf 19. 44. ) ( Nahl 56. ) ( Enbiya 13. ) ( Enbiya 23. ) gibi bir çok ayetle, kendilerine verilen nimetten, infak edip etmediğinden, ifrat ve tefrit arasında onları nasıl kullandığından, melekleri Allah’ın kızı, Peygamber, Evliye, Veli, Şeyh, Mürşit gibi Allah'ın yaratmış oldukları kişileri ve diğer putları aracı saymalarından, Allah'a ortak koşmalarından, öğüt şan şeref olan Kur’anın ayetlerini öğrenip hayatına rehber edip etmediğinden, içinde şımarılıp azılan evlerden, yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından, yapmamaları gerektiği halde yaptıklarından sorgulanacakları belirtilmektedir. Böylece insanın yaptığı hareketlerden, davranışlardan sorumlu olduğunu, suçluların cezalandırılacağı vurgulanmaktadır. Orada kişinin Rabbim budur, peygamberim şudur diye cevap verip vermemesinin bir önemi yoktur. Çünkü ruh ( cann ) hafıza ve bellek hücreleri üzerindeki kayıtlar, eylemlerin işaretleri, her şeyi apaçık gösterecektir. Zaten belli olan ve görünen bir şeyi sormanın bir anlamı ve gereği de yoktur. İşte o asıl Allah’ın huzurundaki hesap gününde o anda insanın üzerinde dağlardan daha ağır bir yük bulunacaktır. Ama kurulacak adalet terazisinde iyilikleri ağır basanlar bu ağırlıktan derhal ve çok çabuk kurtarılarak mükâfatlandırılmak üzere cennete sevk edileceklerdir.
Ülkemizde yerleşmiş olan yanlış ve Kur’an dışı bu Kabir Hayatı ve Azabı ile ilgili bütün hurafelerin dinimizden inancımızdan temizlenmesi, insanlarımızın şirk batağından, Kur’an dışındaki yanlış din anlayışından, yanlış yerleşmiş geleneklerden, Peygamberimize yapılan iftiralardan kurtarılması gerekmektedir. Bu da ancak, Kur’anımızı anladığımız dilden okuyarak, gerektiği gibi Allah’ımızı, Kitabımızı, Dinimizi, Peygamberimizi tanıyarak, önümüze konulan her bilgiyi Kur’an ile test ederek, birilerine emanet verdiğimiz aklımızı geri alarak, sorgulayarak, kendi aklımızı kullanarak mümkün olabilir. Henüz hayatta iken, kurtuluş ve işlenmiş olan günahlardan bağışlanmak için tevbe kapıları açık iken, bizi yanlış inançlara sevk etmekte olan rivayet ve hadisleri hayatımızdan çıkararak, dinimizin yegâne kaynağı olan Kur’anımıza yönelelim ve hayatımızın yegâne rehberi ve reçetesi yapalım. Furkan Sûresinin 30. ayetinde “ Benim toplumum şüphesiz bu Kur’anı mahcur / terk edilmiş bir şey eyledi “ diyerek, hesap gününde bizimle beraber sorgulanacak olan Peygamberimizin bu şikâyetinden kurtulabilenlerden olalım. Böylece hurafelerden arınıp, Kur’anı hayatının yegâne rehberi edinebilmiş olanlar, mutlaka uykularında kabir azabı karabasanlarından uzaklaşmış olacak, hem bu dünyada hem de Ahiret hayatındaki huzuru ve mutluluğu yakalayabilecektir. Zamanlı zamansız putlaştırılmış kabir ziyaretlerinde Kur'an uyarılarının aksine ölenlere hatimler, Yasinler, sevaplar hediye etmek yanlışından vazgeçecektir. Kur'anın doğruları ile Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR. RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )