Cennet, Allah’a inanmış, bütün benliğiyle, bilgisiyle O’na yönelmiş, peygamberlerine, kitaplarına ve Ahiret gününe iman etmiş, hayatı boyunca emir ve yasaklarına uymaya çalışmış, insan olabilme adına ahlâkı, üretimleri, paylaşımları ve çabalarıyla, Allah'a bağlılığı, sakınması ve samimiyeti ile takva sahibi kullarına, ölümden sonraki Ahiret hayatında, Allah'ın vaat ettiği ödülüdür. Aslında Ahiret hayatının yaşamı ve Cenneti biz insanlar için bir gaybdır, henüz bildiğimiz, algılayabileceğimiz, dünya aklı ile tanımlayabileceğimiz, eşleştirebileceğimiz bir hayat ve mekân değildir. Kâinatın, Evrendeki dünyanın hayatına kıyamet ile son verilmesinin ardından, bizim tasavvur dahi edemeyeceğimiz bambaşka bir kozmik yapıda ve boyuttaki Ahiret hayatı için Cennet o zaman yaratılacak ve hak edene gösterilecektir. Bize ise Kur’anın pek çok ayetinde, dünya hayatında gördüklerimize, bildiklerimize, yaşadıklarımıza, algılayabilip kıyaslayabileceğimiz somut benzetmelere göre Arap dili kuralları, deyimleri ve kültürü de kullanılarak Cennet tasvirleri yapılmaktadır. Bu tasvirlerde hak edeceklere vaat edilenler, bu dünyanın güzellikleriyle, mutluluklarıyla dolu. Yarınlar için kaygının, tasanın, stresin, korkunun, hastalığın, yaşlanmanın, adaletsizliğin, zulmün, yasağın, kötü sözün olmadığı, güneşin sıcağının yakmadığı, soğuğun üşütmediği ebedi bir hayattır ! Bundan dolayı da herkesin canı Cennet istemektedir. Bunun yanı sıra zamanımızda Kur’an çevirilerini yapan, klasik, gelenekçi erkek egemen zihniyetin canı da “ Dervişin fikri ne ise zikri de o dur. “ hesabı, sanki kesinmiş, cinsellik de olacakmış gibi, cinselliklerini sürdürebilmek için cennette de çok sayıda huri istemektedirler.
Geleneksel, klasik tefsircilerin yorumlarına, hayallerine, fantezilerine ve bunlara dayalı olarak uydurulan hadislere göre Cennete giren erkeklere 70 tane huri ve dünyadan da diledikleri iki mümineyi eş olarak alması uygun görülmektedir. Cübbesi, sarığı, sakalı ile birileri de ortaya çıkıp, utanmadan, sıkılmadan, Allah'ın azabından korkmadan İsa Peygamberi babasız dünyaya getiren Meryem valideyi de Peygamberimize Cennette eş yapabilmektedirler. Yüzlerce değişik hadiste de ( İbni Mace Zuhd 39, Buhari Bed'ül Halk 8, Müslim Cennet 14, İbn Kesir II. 454, İbn Kayyim el Cevziyye 334 ) eserlerinde bu sapıklıklar farklı anlatımlarla dile getirilmektedir. Bu öngörülerden başka hadis kitaplarında erkeklere yönelik gerçekte olmayan bir çok uydurma huri anlatımları yer almakta ama bu zihniyet, kadınlara yönelik olarak Cennetteki niteliklerden hiç söz etmemekte, dünyada olduğu gibi Ahiret hayatında da cinsel obje olmanın dışında kadınları yok saymaktadır. Geleneksel İslam anlayışı ile klasik tefsirciler, ayetlerde yer alan bazı ifade ve " hur " sözcüğü kavramını huri diye dişi bir forma soktukları için, çeviri, tefsir ve meallerin tamamına yakını bu ekolden gelen erkekler tarafından yapıldığından, orijinal Kur’an metninden, bu anlayışın dışında bir çeviri söz konusu olamamaktadır. Anlaşılan o ki, Ahirette de cinselliği bekleyip, çok sayıda huriyle fantastik hayaller kuran klasik, gelenekçi müfessirlerin ve onların peşinden gidenlerin, Vakıa Sûresinin 60 - 61. ayetlerinde Rabbimizin : " Ölümü aranızda Biz ayarladık Biz ! Ve Biz sizi benzerlerle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine önüne geçilenler / engellenebilenler değiliz. " ifadeleriyle belirttiği gibi, ölümden sonra bizi tekrar Ahiret hesaplaşması için dirilttiğinde, bambaşka bir kozmik yapıda, belkide çok farklı bir formda, boyutta veya boyutsuz oluşturabileceğinden herhalde haberleri bulunmamaktadır.
Rabbimiz özellikle bu Evrendeki yaşam için gözle görülebilen, hissedilebilen bütün canlı ve cansız varlıkları maddeden nesnel ve üç boyutla hacim kaplayan Fiziksel ve Biyolojik bir yapıda yaratmıştır. Bütün canlı varlıklarda olduğu gibi insanı da, solunum ve beslenme ihtiyacına zorunlu kılmış, bu ihtiyacın karşılanabilmesi için de vücutlarımızda kalp ve beyin denetiminde kan dolaşımının, solunum, sindirim, hareket için enerjinin sağlanabilmesi, vücutta oluşmuş dışkıların ve zararlı maddelerin dışa atılması, his ve duyu organlarıyla yaşamın devamlılığının sürdürülmesi, üreme için de cinselliği ve bütün bunlar için gerekli olan organları ve sistemleri yaratmıştır. Dünya hayatında insan ruha / öz benliğe giydirilmiş beden ile yaşamaktadır amma, kişinin hayatının sonunda ölümle beraber, ruh / öz benlik bedenden ayrılır. Beden, toprakta kalır, topraktan geldiği gibi, bir süre sonra çürüyerek, molekül ve atomlarına ayrılarak topraktaki maddelerin arasına karışır. Artık bu bedenin kişinin yaşamı ile bir bağlantısı kalmamıştır, görevi sona ermiştir. Herhangi bir bilince de sahip değildir. Ahiret yaşantısında ise artık bu bedenle yaşam fonksiyonları, dolayısıyla cinsiyet de üreme de olmayacaktır. Fakat bütün bunlara rağmen " İkinci hayatın sadece ruhlar aleminde başlayıp süreceğini ileri sürmek, bu hayat içinde bedenlerin rol almayacağını söylemek aşırı bir te'vil olur. " ( Gazali secde 32 / 17 ) Diyerek " Haşrı Cismaniyi " inkâr ile filozofların bu kanaatini İslam dışı olarak telakki eden, yukarıda değindiğimiz ayeti de görmemezlikten gelen İmam Gazali'den esinlenen müfessirler çoğunlukta olmuşlardır. Bunun sonucunda sanki dünyadaki hayatın devamı gibi yine etten, kemikten aynı madde yapısında nesnel, üç boyutta, hacim kaplayan Biyolojik bir yapıda yaratılacağımız, aile yakınlarıyla, eşlerle birlikte olunacağı kesinmiş veya üstelik de sadece erkekler girecekmiş gibi, Cennet ödülü olarak ; Örneğin, Kur’anda Nebe Sûresinin 33. ayetinin bir çok değişik müfessirin çevirilerine baktığımız zaman, “ Turunç sineli yaşıt kızlar “ bazı abartılı çevirilerde de “ Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var “ şeklinde meallendirilmiştir.
NEBE 33 : Ve kevaibe etrabe ( 31 - 37. ayet grubunun bu bölümünün orijinali )
Kevaib : Çoğunluğun kabul ettiği gibi " dimdik anlamına gelen " kaabe sözcüğünün çoğulu " değil, Bir sıfat olan ve dolu anlamındaki " Ke'ib " sözcüğünün çoğuludur. Dolayısıyla önceki ayette yer alan " ineb " sözcüğünün bir vasfı olarak " dolu üzüm tanesi " şeklinde de algılanabilir. Arapçada bundan başka göz alıcı, endamlı, genç, kaliteli, yüksek, yüce anlamlarında da kullanılır.
Etrabe : Tam denk, aynı yaşlarda, yaşıt anlamlarında kullanılır. Bunun yanı sıra Teraib, Arapçada göğüs omurga kemiklerine denir. Etrab da aynı kökten gelen yaşıt, akran anlamına gelmektedir. Ayetlerin içinde bulunduğu paragraf bütünlüğünden siyak bağlarının koparılmadığı takdirde aslında bu ayetin karşılığı " Dolu dolu sulu kadehlerle birbirine tam denk aynı boyda olan üzüm taneleri " şeklinde olabilir. Buna rağmen Kur'an ve paragraf bütünlüğündeki gerçek mesajın farkında olamamış olan ve cinselliğin Ahiret hayatında da devam edeceğini zanneden, Kur'anın İslam'ına zarar verecek, aşağılanmasına yol açabilecek birçok müfessirin bu ayet ile ilgili yaptığı Pedofili niteliğinde utanç verici cinsel fantezi içeren çeviri örneklerine bir bakalım !
* Elmalılı Hamdi Yazır : Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
* Abdülbaki Gölpınarlı : Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar.
* Ali Bulaç : Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar
* Mahmut Ustaosmanoğlu : ( Yeni buluğa erme çağında ) göğüsleri henüz kabarmaya başlamış ( hepsi on altısında ) yaşıt eşler.
* Ömer Nasuhi Bilmen : Ve nar memeli hep bir yaşta cariyeler vardır.
* Diyanet 2004 Meali : Kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler var.
* Muhammed Esed : Müthiş uyumlu harika eşler.
* Mustafa İslamoğlu : Dahası dengi dengine göz alıcı eşler.
* Yaşar Nuri Öztürk : Göğüsleri turunç gibi yaşıtlar.
* Erhan Aktaş : Dengi dengine yaşıt görkemli eşler.
* İlyas Yorulmaz : Hepsi aynı boyda tomurcuklar haline gelmiş göz alıcı ( meyveler )
* Mehmet Okuyan : Uyumlu ( olgunlaşmış üzüm ) taneleri.
* Edip Yüksel : Dolu / Sulu ve olgunlaşmış üzüm bağları.
* Hakkı Yılmaz : ( NEBE : 31 – 37 ) : Kesinlikle takva sahibi / sakınan, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden ; Rahman’dan bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar / kurtuluş mekânları, sulak bağlar bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar, çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar orada boş bir söz ve yalan duymazlar.
Bu ifadelerin benzeri Sad Sûresinin 49 – 52. ayetlerinde de " Şüphesiz ki takva sahibi / Allah’ın koruması altına giren kimseler için güzel bir dönüş yeri ; İçlerinde yaslanarak bir çok meyve ve içecekler, istedikleri ve yanlarında hepsi de aynı yaşta, gözleri karşılarındakinden başkasını görmeyen hizmetçilerin bulunduğu, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır. " ifadeleriyle yer almaktadır.
Bu ayetler grubunun öncesinde Nebe 21 - 30. ayetleri içerisinde Allah'ın ayetlerini yalanlayıp azgınlaşmış olanların Cehennem hayatında çekecekleri azap ve cezaların ayrıntıları anlatılırken, 31 - 37. ayetler arasında da Allah'ın ayetlerine inanan ve bu ayetlerin rehberliğinde sakınarak Allah'ın koruması altına girebilmiş kişiler için de ödül olarak Cennet bahçelerindeki kurtuluş mekânları olan sulak üzüm bağlarından ve çiçek bahçelerinden söz edilmektedir. Ama bütün bunlara rağmen örneklerde görüldüğü gibi yanlış içerisinde olan klasik tefsircilerin çok saçma ve Kur'anın gerçek lafzı ile hiç ilgisi olmayan mealleri ortaya çıkmıştır. Fakat yine de bu tefsircilerden farklı olarak, hepsine bu zeminde yer veremediğimiz zamanımızın daha aydın bazı ilâhiyatçı araştırmacıları Prof. Akademisyen müfessirler, cinsellikten uzak, ayetlerin bağlarını koparmadan paragraf bütünlüğünü sağlayan daha gerçekçi çeviriyi yakalayabilmişlerdir. Çünkü ayetlerin orijinalinde, kızlar, meme, cariye, on altı yaş gibi anlamlara gelen sözcükler bulunmamakta, kadehler de kastedildiği gibi " şarap kadehi " değil, bu meyvelerin sularıdır. Paragraf bütünlüğünde ise bahçelerden, üzüm bağlarından söz edilmektedir. Sanki Cennet genel eviymiş gibi herkes kafasına göre bir şeyler eklemiş. Öte yandan Kur’anda klasik tefsircilerin kadın, kız anlamında düşündüğü gibi doğrudan doğruya “ huri “ sözcüğü de olmadığı halde değişik ayetlerde yer alan “ hur “ sözcüğü, değişik köklere bağlanıp aslında sıfat olarak kullanılmıştır. Vakıa Sûresinin 15 - 17. ayetlerinde “ Onlar yaptıklarına karşılık olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Çevrelerinde kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler, beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile hiç büyütülmeyen çocuklar, hurunıynün / parlak inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada sadece söz olarak selam / sağlık, esenlik, mutluluktan başka boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. " ifadesiyle Cennetle ödüllendirilecek olanların dünya yaşamına göre farklı olan yaşam koşulları da tasvirle anlatılmaktadır.
Kur'an'da Cennet veya Cehennem için bütün anlatılanlar, aslında gerçeği ile değil, Bakara Sûresinin 25. ayetinde “ İnanmış ve salihatı işleyen / düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere de, “ Şüphesiz kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetlerin olduğunu “ müjdele. Onlar, oradaki herhangi bir meyveden her rızıklandırılışlarında, “ Bu bizim daha önce rızıklandığımız şeydir “ derler. Ve onlara onun benzeşenleri verildi. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi örnekleme ile bu dünyada bilinen meyvelerin ve nimetlerin bambaşka bir yapıdaki benzerlerinden söz edilmektedir. Bizim bu dünyadaki üç boyutlu hayatımıza göre ancak bildiğimiz ve tanıdığımız dünya nimetleri üzerine örneklemeler yapılmaktadır. Yaşam tarzımız, geleneklerimiz ve kapasitemiz ölçüsünde benzetme ve teşbihlerle anlatımlar yer almaktadır. O yaşamın gerçeklerini, bu dünya yaşamına uygun olan aklımızla, sezgimizle kavrayabilmemiz mümkün değildir. Bu nedenle Ahiret hayatı ile ilgili olan konular bize hep sembolik olarak o zamanın Arap kültüründeki benzer örnekleri gösterilmek suretiyle ifade edilmektedir.
Bir çok dil gibi, Arapçada da sözcüklerin müzekker / eril ve müennes / dişil ayrımı söz konusudur. Türkçede ister kadın ister erkek olsun, üçüncü kişiler sadece “ o “ zamiri ile ifade edilirken, Arapçada ise üçüncü şahıs zamiri olarak erkekler için “ hüve “, kadınlar için “ hiye “ sözcükleri kullanılır, bunun yanı sıra isim, fiil, edat cinsinden tüm sözcüklerin yapısında da bu ayrım görülür, çoğul sözcüklerin de bu ayrımın bir parçası olarak dişil yapıyla ifade edilmesi kuralı bulunmaktadır. Bu ayrıntılar dikkatten kaçırılarak bir çok ayetteki yorumlar, saptırılarak kullanılmış ve insanlar yanlış yönlendirilmiştir. Örneğin Rahman Sûresinin 56. ayetinde de “ Oralarda ins u cin / daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış, el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi, ayetlerdeki sözcüklerin kural gereği olarak dişil yapıda olmalarından dolayı kural unutulmuş, örneğin Diyanet 2004 çevirisinde " Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur. " denilerek bir çok mealde gerçekte de dişil formda kabul edilip dilber olarak saptırılarak yanlış meallendirilmiştir. Cinn kavramı da doğrusuyla ortaya konulamamıştır. Halbuki ayetteki ifadelerin gerçekte de dişil oldukları anlamı bulunmamaktadır. Ele aldığımız bu ayetlerde yer alan ifadelerin ne cinsiyetle, ne de cinsellikle bir ilgisi yoktur. Ayetlerde geçen “ yatmishünne / onlara dokunulmamış “ sıfatından Rabbimizin Cennete girmeye hak kazananları Ahirette kimsenin bilmediği yeni yaratılmış eşlerle, arkadaşlarla eşleştireceği anlaşılmaktadır. Bu eşlerin insan tarafından bilinmeyen cinsten olduğu söylendiğine göre “ dişi “ dilber, kadın olarak nitelendirilmeleri de doğru bir yaklaşım olamaz. Yukarıdaki ayetlerde " parlak iri gözlüler “ olarak çevrilen sözcükler de Arapça orijinalinde “ hur “ ve “ ıyn “ sözcükleridir. Hur sözcüğü " hvr " kökünden türemiş “ parlak siyah göz " demektir. Yapı itibariyle çoğul olan bu sözcük, hem eril yapıdaki “ haver “ hem de dişil yapıdaki “ havra “ sözcüğünün çoğuludur. Hur sözcüğü aslında aynı anda erkek ve kadına ayrımı yapılmadan birlikte isnat edilen, Cennetteki tertemiz eşlerdir, arkadaş ve yardımcılardır.
Efsanelerde, masallarda huri sözcüğü, masal kızı peri anlamına gelir. Huri veya Arapça kullanım şekliyle Hur, dini terim olarak Cennette bulunan dişi varlık, çok güzel kadın anlamında yanlış olarak kullanılmış olsa da, aslında Kur’anda cinsiyeti belirtilmemiş eşler olarak ifade edilmiştir. Aynı kökten türeyen “ hıvar ve muhavera “ karşılıklı sohbet ve diyalog demektir. İsa peygamberin havarileri de bu anlama gelir. İsa’nın havarileri denince, sahabesi ( arkadaşları ), yanında sohbet edenler, yardımcılar olarak anlaşılır. Aslında havari, mecaz anlamında da elbisesi bembeyaz, her türlü ayıptan kötülükten arınmış kimse anlamı da taşımaktadır. Iyn sözcüğü ise “ karası çok geniş gözlüler “ anlamındadır. Bu sözcük de eril yapıdaki “ a’yün “ hem de dişil yapıdaki “ ayna “ sözcüğünün çoğuludur. Hem hur hem de ıyn sözcükleriyle ifade edilen gözler, Arapların çok beğendiği göz tipleridir. Hem kadının hem de erkeğin güzelliğini anlatmak için kullanılır. Bu iki sözcük yukarıdaki ayette gördüğümüz gibi “ Hurunıynün “ olarak kullanıldığında ise “ İri parlak geniş gözlüler “ demek olur. Bu nedenle bir çok tefsirdeki sadece dişileştirilen “ İri parlak gözlü huriler “ ifadesi yanlış ve saptırılmış inançlar olur.
Yüce Rabbimiz Cennet ve Cehennem tasvirlerinde anlattıklarının kesin ve mutlak olacağını vurgulamak üzere sürekli olarak söz konusu ayetlerde di li geçmiş zaman kalıbını kullanmakta, gelecek zaman ifadeleriyle, acabalarla oluşabilecek şaibelere fırsat vermemektedir. Kur'andaki bu kullanım tekniğinden habersiz olan bir çok ilâhiyatçı da şu anda Cennet ve Cehennemin hazır olduğunu iddia etmektedir. Öte yandan klasik tefsircilerin ayetlerdeki “ hur “ sözcüğünü Arapça dil kurallarına göre sadece dişil olarak kullanıp huri şekline dönüştürmelerinin ardından, sanki bize göre şu anda Cennet oluşturulmuş ve oraya gidip gelenler de olmuş gibi, Peygamberimize atfen uydurulan yüzlerce hadis ve rivayette huriler, kafalara göre değişen sayılarda erkeklere Cennet hediyesi olarak sunulmuştur.
* Buhari’den bir hadis : Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehli Cennet arasında ne ihtilaf vardır, ne de düşmanlık. Gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah’ı tesbih ederler. ( Buhari Bed - il Halk 816 )
* Taberiden naklen Mevdudi'den bir hadis : Ümmü Seleme Peygamber ( s.a.s ) e bir gün “ Ya Resulullah ! dünyadaki kadınlar mı, yoksa Cennetteki huriler mi daha iyidir ? “ diye sorar. Resulullah, “ Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir. “ diye cevap verir. Ümmü Seleme “ Niçin ? “ deyince, O, şöyle cevap verir : “ Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve bir çok ibadette bulundukları için. “ der. ( Tefhimül Kur'an Terc. VI. 81 ) ( Bu uydurma rivayetlere inananlar, başka uydurma rivayetlerde de meleklerin sürekli namaz kıldıkları anlatımları ile çelişkiye düştüklerinin bile farkında olamamaktadırlar. )
* Bir başka uydurma hadiste : Muhakkak ki kişi Cennette bir ay miktarı kadar zamanda bin huri ile evlenir, bunlardan her biri ile dünyadaki ömrü kadar aşk hayatı yaşar. ( İmam Şarani Hadis no. 645 ) ( Bunlar resmen sevgiyi, aşkı sadece bedensel ilişkiye dökmüş azgın cinsi sapıklardan farklı değildir. Ahiret hayatında bedensel enerji alışverişi ile entropi değişimi olmayacağından zaman mefhumunun da olmayacağı bilgisinden yoksun bulunmaktadırlar. )
Kur’an ayetlerindeki Cennet tasvirlerinde, cinsellikle ilgili net bir ifade bulunmamaktadır. Üstelik de yeniden yaratılmanın nasıl ve hangi boyutta olacağını bilmemiz kesinlikle mümkün değildir. Buna rağmen ayetlerde yer alan bazı ifadeler, değişik kişilerin yorumlarıyla cinsellik beklentisine dönüştürülmektedir.
FUSSİLET 31 : Cennette kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.
ZUHRUF 70 - 71 : Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Ezvacüküm / Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin Cennete ! Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.
Örneğin bu iki ayetteki nefislerin arzu duyacağı gözlerin zevkleneceği her şeyin varlığı ifadesi ister istemez dünya yaşamındaki erkekleri, en öncelikli düşünceleri olan cinsellik beklentisine götürmektedir. Halbuki ayette, “ Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin Cennete ! “ ifadesi ile kastedilenler dünyadaki eşler değildir. Zira dünyadaki eşlerin her biri ayrı ayrı mükellef kişiliklerdir. Suçun ve cezanın veya ödülün şahsiliği söz konusudur. Dünyada muttaki olan bir kişinin eşinin de muttaki olması, her ikisinin de aynı lütfu hak etmiş olması mümkündür, fakat mutlak değildir. Bunun örnekleri Kur'anda Nuh ve Lut peygamberin kıssalarındaki iman etmemiş eşleri ile verilmektedir. Bu ayetlerde ise konu edilen eşler, Rabbimizin kadın olsun erkek olsun insana Ahirette vereceği ve bizim bu dünyada iken bilemeyeceğimiz, özel olarak yaratılmış eşlerdir, arkadaşlardır. Sonra insanın, cinsellikten başka nefsinin arzu ettiği şeyler olamaz mı ? Elbette ki, güzel kadınlardan başka, bu dünyada olduğu gibi, Ahiret hayatında Cennette de gözlerin zevkleneceği tasavvur dahi edilemeyecek pek çok güzellikler olacaktır.
SECDE 17 : İşte kişi kendisi için yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor.
Bu ayette de ebedi hayatta, kendisine gözler aydınlığı olarak verilecek olan nimetlerin, kimse tarafından bilinemeyeceği, düşünülemeyeceği ölçüde bambaşka bir yaratılma ile değerli nimetler olduğu anlatılmaktadır. Yine yukarıda belirttiğimiz gibi, Vakıa Sûresinden de Ahirette yaratılışın başka bir boyutta ve başka bir şekilde olacağı anlaşılmaktadır. Bu dünyadaki yapının maddeye ait üç boyutla sınırlı olmasından dolayı Ahiretteki varlık boyutunun insan tarafından idrak edilebilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı pek çok ayetteki Cennet tasvirlerinde, bize ancak dünya hayatında algılayabileceğimiz, bizim kapasitemiz ölçüsünde benzetme ve teşbihlerle anlatımları görmekteyiz. Bu nedenle Ahiret hayatında olacaklar, bize Kur’anda bütün detayları ile değil, bizzat sadece dünya hayatımızdaki bazı kesitlerin benzetmeleri olarak anlatılmaktadır. Bu bakımdan cinsellikle ilgili huri beklentilerini dile getiren çeviriler, insanı aldatmanın ötesinde pek gerçekçi ve ikna edici olarak görülmemektedir.
Kur’anda zevc sözcüğü ile değişik ayetlerde, nefislerin, insanların eşleştirileceği ifade edilmekte, bunlardan hiç birinde cinsellik düşüncesi görülmemektedir. Fakat bazı ayetlerde de yine cinsellikle ilgili herhangi bir beyan olmamasına rağmen, zevvecnahum ifadesi, hurilerin insanlarla eşleştirileceği evlendirileceği şeklinde çevrilmektedir. Halbuki her eşleştirme evlendirme anlamına gelmez.
DUHAN 54 : Biz onları hurunıynün ile / parlak iri siyah gözlülerle, kusursuz en ideal tiplerle eşleştirdik.
DUHAN 54 : ( Diyanet 2004 çevirisi ) İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
Ayetin orijinalinde geçen hurun ıynün / parlak iri siyah gözlü, kusursuz en ideal tip anlamındadır. Ve Cennete girenler için verilen eşlerdir. Bu eşlerin dişi olduğuna ilişkin de bir ifade bulunmamaktadır. Bu nedenle pek çok meal ve tefsirde geçen “ iri siyah gözlü huriler “ ifadesiyle güzel kadına izafe edilmesi yanlıştır. Çünkü bu eşlerin yapısı bilinmemektedir. Sadece bazıları ve özellikle ilk olarak Hasan Basri tarafından “ hur “ ve “ ıyn “ sözcüğü dişil olarak algılanmıştır ve ardından da pek çok uydurma hadis ve tutarsız rivayetlerle desteklenmiştir. Üstelik de eşleştirme anlamında olan zevvecnahum sözcüğü de evlendirme anlamına dönüştürülmüştür. Halbuki Ahiret hayatında niteliği bilinmeyen bir yapının ve varlığın, insanlarla buluşturulmasından, eşleştirilmesinden kesin şekilde cinsellikle ele alınarak, onların evlendirilmesinden söz etmek ve sadece erkeklere verilen bir hak olarak düşünmek, kimin ve neye göre hakkıdır. Üstelik sözcüklerin kendisi de dişil bir sözcük olarak dile getirilmemiş iken, bu çeviriler ne kadar gerçek kabul edilebilir. Kur’anda yer alan “ hur “ sözcüklerinin neden huri olarak cinsel eş olmasında ısrar edilmektedir. Bu kabullenme insanlara daha doğrusu sadece erkeklere ne kazandıracaktır. Bu ayette Cennette yeni bir yapılanma ile kastedilen eşleştirme ile erkeğin ve kadının güzel sohbet edeceği arkadaşları veya yardımcıları neden olmasın. Kadın da bu dünyada erkek gibi bir bireydir, Allah’ın ayetlerine erkekler gibi muhatap olan bir insandır. O da hak ettiği zaman elbette ki Cennette eşlerle ve nimetlerle ödüllendirilecektir.
Kur’anda hurilerin yanı sıra, yukarıda yer verdiğimiz Rahman Sûresinin 56. ayetindeki bizim " Bakışlarını dikenler " olarak değindiğimiz ifadeler, yine sadece dişil forma dönüştürülüp saptırılarak ve ayetin orijinalinde olmadığı halde, Diyanet mealinde olduğu gibi, yanlış olarak Cennette erkeklere sunulacak bakire kadınların dilberlerin, zevcelerin olduğuna atıflar yapılmakta, insan ve cinn kavramları da doğru olarak aktarılamamaktadır.
RAHMAN 56 : Fîhinne kâsirâtüt tarfi lem yatmishünne insün kablehüm velâ cânn
Elmalılı Hamdi Yazır meali : Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cinn dokunmuştur.
Hasan Basri Çantay meali : Oralarda gözünü yalnız zevcelerine hasretmiş öyle dilberler var ki, ne insan, ne de cinn kendilerine dokunmamıştır.
Ömer Nasuhi Bilmen meali : O Cennetlerde nazarlarını hasretmiş kadınlar vardır ki, kendilerine onlardan önce ne bir insan ve ne de cin dokunmamıştır.
Ali Bulaç meali : Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmamıştır.
Ayeti tek başına değil de içinde bulunduğu paragraf bütünlüğüne göre ele alacak olursak, daha önceki ayetlerde 46. ayette Cennetteki iki bahçeden, 50. ayette iki pınardan, 54. ayette ellerinin altındaki iki bahçenin meyvelerinden söz edilmektedir. 56. ayetin orijinalinde de “ Fihinne “ ifadesiyle ikiden fazla şeyden söz edilmektedir. Bundan dolayı zamirin gideceği yer, 54. ayetteki anılan bahçedeki meyve ağaçlarıdır. Çünkü ikiden fazla olan onlardır. Bu nedenle bu ayette aslında iki bahçede sanal uydurulmuş kadın, zevce ve dilberlerden değil, içindeki meyvelerden söz edilmektedir. Yine ayetin orijinalinde yer alan “ Kasıratut tarfi “ ifadesiyle kısık bakışlı dilberler değil, aslında eğilen dal uçlarındaki meyvelere ulaşılmanın kolaylığı anlatılmak istenmektedir. İnsan Sûresinin 14. ayetinde de anlatıldığı gibi Cennet meyvelerine erişmenin kolaylığı ile, onları devşirmek için uzaklara gitmenin gerekmeyeceği belirtilmektedir.
VAKIA 35 - 38 : İnna enşe'nâhünne inşââ * Fe cealnâhünne ebkârâ * Uruben etrâbâ * Liashâbil yemiyn
VAKIA 35 - 38 : Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratılışla yarattık. Ki onları sağın ashabı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık.
VAKIA 36 – 38 : ( Diyanet 2004 çevirisi ) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.
Bu ayetlerde de Ahiret hayatındaki yepyeni ve bambaşka bir yaratılmadan söz edilmekte olmasına rağmen ifadeler, gelenekçiler ve klasik tefsirciler tarafından çarpıtılarak ayetlerde geçen niteliklerin “ Müslüman hanımlar “ veya “ huriler gibi ayetlerde bulunmayan öznelere atfedilmesi suretiyle gerçek anlamlarından farklı olarak çevrilmiştir. Burada konu olan “ urub, etrab, ve ebkar “ nitelemeleri aslında 35. ayetteki dişil “ hünne “ ( onlar ) zamiriyle ilgili olup bu zamirle kastedilenler de bir önceki ayet grubunda sayılmış olan Cennet nimetleridir. “ Hünne “ ( onlar ) zamirinin gönderilebileceği bir kadınlar, bakireler ifadesi ne bu ayet grubunda ne de bir önceki ayet grubunda mevcut değildir. Burada “ onlar ( hünne ) “ zamirinin dişil yapıda olması, Arapçanın, çoğul sözcüklerin dişil yapıda ifade edilmesi kuralının bir gereğidir. “ urub “ sözcüğü klasik çevirilerde hep kadınlara izafe edilmiş ve * eşlerine düşkün, * Kocalarına aşık olan kadınlar, * Naz yapan kadın, * Sözleri güzel kadın gibi ifadelerle anlamlandırılmıştır. Lügatlere göre ise Urub sözcüğü “ arube “ ve “ aribe “ sözcüklerinin çoğuludur. Kök anlamı ( dışa vurma, açığa çıkarma ) demektir. Bir lisanın güzel konuşulması da “ arube “ sözcüğü ile ifade edilir. Bununla da meramın açık açık ortaya konuşu, açıklanışı kastedilir. Bu nitelik kadına izafe edilirse, klasik kaynaklarda olduğu gibi “ sevgisini güzel sözlerle ifade eden, eşlerine sevgilerini izhar eden kadınlar “ meali anlamlandırılır. Fakat özellikle dikkat edilmelidir ki, bu açığa vurma niteliği ayetlerde kadınların değil, kiraz, muz, gölgeler, fışkıran su gibi Cennet nimetlerinin sıfatı olarak verilmiştir. Böyle olunca da “ urub “ sözcüğünün anlamı, “ tadını kokusunu, nefasetini, lezzetini dışa vuran, gösteren, ortaya koyan “ demek olur. Buna benzer şekilde “ etrab “ sözcüğünün gerçek karşılığı Cennet nimetlerinin hepsinin bir ayarda, bir seviyede, bir kalitede olduğunu “ ebkar “ sözcüğü de el değmemiş, dokunulmamış, orijinalliği bozulmamış, Türkçede de “ bakir topraklar, bakir orman “ denildiği gibi anlamları taşımaktadır.
Sonuç olarak ; Kur’anda Ahirette cinsel bir yaşam ile hurilerin erkeklerin cinsel bir arkadaşları olduğuna dair net bir ifade bulunmamaktadır. Üstelik de ayetlerle Ahiretteki yapılanmanın bambaşka bir şekilde veya boyutta olacağı kesin bir şekilde ifade edilmektedir. “ En çok salavat getirene Ahirette en çok huri verilecektir “ gibi metinlerle hadislerin uydurma olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Hur sözcüğünü huriler şeklinde çevirip, hadis kültürüyle de beslenen yüzlerce huri ile sınırsız fantastik Cennet hayalleri, hiç kimse heveslenmesin Kur’anda bulunmamaktadır. Uydurma hadis ve rivayetlerle erkeklere vaat edildiği söylenen huri masalları ve beklentilerine kimse kendini kaptırmasın. Hadislerde geçen bu erkek egemen, kadının cinsel arzularını yok sayan yaklaşım, tümüyle Kur’ana aykırıdır, kadınla cinsel ilişki kurma düşkünlüğü ve erkek bencilliğinden başka hiç bir şey değildir. Çünkü Kur’anda pek çok ayette sorumluluğun ve ödülün cinsiyet ayrımının yapılmadığı ifadeler bulunmaktadır. Pek çok konuda olduğu gibi, Ahiret hayatı ve Cennet konusunda da uydurulan hadis ve rivayetlerle kavramlar, çarpıtılıp ters yüz edilerek insanlar sömürülmekte, yanlış olarak yönlendirilmektedir. Dünyanın ve Kâinatın tüm varlığının ve yaşamının kıyamet ile sonlandırılmasından sonra, bizim bilemeyeceğimiz, tahmin bile edemeyeceğimiz bambaşka bir yapıda ve boyutta yaratılacak, üremenin, çoğalmanın, cinselliğin, yaşlanmanın, ölümün olmayacağının belirtildiği Ahiret hayatını kesin olarak dillendirmemiz ve tasvir etmemiz mümkün değildir. Kur'anın dışında anlatılanların hepsi hayal ürünü ve zan olmaktan ileri gitmez. Bütün bunları biz, nimetin asıl sahibine Allah'a bırakalım. Bizim için asıl önemli olan, bu dünyada elimizde fırsat varken, tüm Cennet nimetlerinin üstünde olan Allah’ın rızasını kazanabilmektir. O'na yakınlaşabilmek için yerine getirmemiz gereken amellerin, sorumlulukların, ahlâklı ve düzgün bir insan olabilmenin bilincinde olabilmektir. Bu da ancak Kur’anı anladığımız dilden okuyarak, önümüze konulan yalan ve uydurmaları sorgulayarak, aklımızı kullanarak ayıklayıp, araştırıp doğruya ulaşabilmekle sağlanabilecektir. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları, her iki alemde de sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR