Konu Detay

CENNETİN HURİLERİ

 05.02.2017
 8707

Cennet,  Allah’a  inanmış,  bütün  benliğiyle,  bilgisiyle  O’na  yönelmiş,  peygamberlerine,  kitaplarına  ve  Ahiret  gününe  iman  etmiş,  hayatı  boyunca  emir  ve  yasaklarına  uymaya  çalışmış,  insan  olabilme  adına  ahlâkı,  üretimleri,  paylaşımları  ve  çabalarıyla,  Allah'a  bağlılığı,  sakınması  ve  samimiyeti  ile  takva  sahibi  kullarına,  ölümden  sonraki  Ahiret  hayatında,  Allah'ın  vaat  ettiği  ödülüdür.  Aslında  Ahiret  hayatının  yaşamı  ve  Cenneti  biz  insanlar  için  bir  gaybdır,  henüz  bildiğimiz,  algılayabileceğimiz,  dünya  aklı  ile  tanımlayabileceğimiz,  eşleştirebileceğimiz  bir  hayat  ve  mekân  değildir.  Kâinatın,  Evrendeki  dünyanın  hayatına  kıyamet  ile  son  verilmesinin  ardından,  bizim  tasavvur  dahi  edemeyeceğimiz  bambaşka  bir  kozmik  yapıda  ve  boyuttaki  Ahiret  hayatı  için  Cennet  o  zaman  yaratılacak  ve  hak  edene  gösterilecektir.  Bize  ise  Kur’anın  pek  çok  ayetinde,  dünya  hayatında  gördüklerimize,  bildiklerimize,  yaşadıklarımıza,  algılayabilip  kıyaslayabileceğimiz  somut   benzetmelere  göre  Arap  dili  kuralları,  deyimleri  ve  kültürü  de  kullanılarak  Cennet   tasvirleri  yapılmaktadır. Bu  tasvirlerde  hak  edeceklere  vaat  edilenler,  bu  dünyanın  güzellikleriyle,  mutluluklarıyla  dolu.  Yarınlar  için  kaygının,  tasanın,  stresin,  korkunun,  hastalığın,  yaşlanmanın,  adaletsizliğin,  zulmün,  yasağın,  kötü  sözün  olmadığı,  güneşin  sıcağının  yakmadığı,  soğuğun  üşütmediği  ebedi  bir  hayattır !  Bundan  dolayı  da  herkesin  canı  Cennet   istemektedir.  Bunun  yanı  sıra  zamanımızda  Kur’an  çevirilerini  yapan,  klasik,  gelenekçi  erkek  egemen  zihniyetin  canı  da  “ Dervişin  fikri  ne  ise  zikri  de  o  dur. “  hesabı,  sanki  kesinmiş,  cinsellik  de  olacakmış  gibi,  cinselliklerini   sürdürebilmek  için  cennette  de  çok  sayıda  huri  istemektedirler.

Geleneksel,  klasik  tefsircilerin  yorumlarına,  hayallerine,  fantezilerine  ve  bunlara  dayalı  olarak  uydurulan  hadislere  göre  Cennete  giren  erkeklere  70  tane  huri  ve  dünyadan  da  diledikleri  iki  mümineyi  eş  olarak  alması  uygun  görülmektedir.  Cübbesi,  sarığı,  sakalı  ile  birileri  de  ortaya  çıkıp,  utanmadan,  sıkılmadan,  Allah'ın  azabından  korkmadan  İsa  Peygamberi  babasız  dünyaya  getiren  Meryem  valideyi  de  Peygamberimize  Cennette  eş  yapabilmektedirler. Yüzlerce  değişik  hadiste  de  ( İbni  Mace  Zuhd  39,  Buhari  Bed'ül  Halk  8,  Müslim  Cennet  14,  İbn  Kesir  II. 454,  İbn  Kayyim  el  Cevziyye  334 ) eserlerinde  bu  sapıklıklar  farklı  anlatımlarla  dile  getirilmektedir.  Bu  öngörülerden  başka  hadis  kitaplarında  erkeklere  yönelik  gerçekte  olmayan  bir  çok  uydurma  huri  anlatımları  yer  almakta  ama  bu  zihniyet,  kadınlara  yönelik  olarak  Cennetteki  niteliklerden  hiç  söz  etmemekte,  dünyada  olduğu  gibi  Ahiret  hayatında  da cinsel  obje  olmanın  dışında  kadınları  yok  saymaktadır. Geleneksel  İslam  anlayışı  ile  klasik  tefsirciler,  ayetlerde  yer  alan  bazı  ifade  ve  "  hur "  sözcüğü    kavramını  huri  diye  dişi  bir  forma  soktukları  için,  çeviri,  tefsir  ve  meallerin  tamamına  yakını  bu  ekolden  gelen  erkekler  tarafından  yapıldığından,  orijinal  Kur’an  metninden,  bu  anlayışın  dışında  bir  çeviri  söz  konusu  olamamaktadır.  Anlaşılan  o  ki,  Ahirette  de  cinselliği   bekleyip,  çok  sayıda  huriyle  fantastik  hayaller  kuran  klasik,  gelenekçi  müfessirlerin  ve  onların  peşinden  gidenlerin,  Vakıa  Sûresinin  60 - 61. ayetlerinde  Rabbimizin  : "  Ölümü  aranızda  Biz  ayarladık  Biz !  Ve  Biz  sizi  benzerlerle  değiştirmemiz  ve  sizi  bilmediğiniz  bir  şeyde  inşa  etmemiz  üzerine  önüne  geçilenler  /  engellenebilenler  değiliz. "  ifadeleriyle  belirttiği  gibi,  ölümden  sonra  bizi  tekrar  Ahiret  hesaplaşması  için  dirilttiğinde,  bambaşka  bir  kozmik  yapıda,  belkide  çok  farklı  bir  formda,  boyutta  veya  boyutsuz  oluşturabileceğinden  herhalde  haberleri  bulunmamaktadır. 

Rabbimiz  özellikle  bu  Evrendeki  yaşam  için  gözle  görülebilen,  hissedilebilen  bütün  canlı  ve  cansız  varlıkları  maddeden  nesnel  ve  üç  boyutla  hacim  kaplayan  Fiziksel  ve  Biyolojik  bir  yapıda  yaratmıştır. Bütün  canlı  varlıklarda  olduğu  gibi  insanı  da,  solunum  ve  beslenme  ihtiyacına  zorunlu  kılmış,  bu  ihtiyacın  karşılanabilmesi  için  de  vücutlarımızda  kalp  ve  beyin  denetiminde  kan  dolaşımının,  solunum,  sindirim,  hareket  için  enerjinin  sağlanabilmesi,  vücutta  oluşmuş  dışkıların  ve  zararlı  maddelerin  dışa  atılması,  his  ve  duyu  organlarıyla  yaşamın  devamlılığının  sürdürülmesi,  üreme   için  de  cinselliği  ve  bütün  bunlar  için  gerekli  olan  organları  ve  sistemleri  yaratmıştır.  Dünya   hayatında   insan  ruha  /  öz  benliğe  giydirilmiş  beden  ile  yaşamaktadır  amma,  kişinin  hayatının  sonunda  ölümle  beraber,  ruh  /  öz  benlik  bedenden  ayrılır.  Beden,  toprakta   kalır,  topraktan  geldiği  gibi,  bir  süre  sonra  çürüyerek,  molekül  ve  atomlarına  ayrılarak  topraktaki  maddelerin  arasına  karışır.  Artık  bu  bedenin  kişinin  yaşamı  ile  bir  bağlantısı  kalmamıştır,  görevi  sona  ermiştir.  Herhangi  bir  bilince  de  sahip  değildir.  Ahiret  yaşantısında  ise  artık  bu  bedenle  yaşam  fonksiyonları,  dolayısıyla  cinsiyet  de  üreme  de  olmayacaktır.  Fakat  bütün  bunlara  rağmen  "  İkinci  hayatın  sadece  ruhlar  aleminde  başlayıp  süreceğini  ileri  sürmek,  bu  hayat  içinde  bedenlerin  rol  almayacağını  söylemek  aşırı  bir  te'vil  olur. "  ( Gazali  secde  32 / 17 )  Diyerek  "  Haşrı  Cismaniyi  "   inkâr  ile  filozofların  bu  kanaatini  İslam  dışı  olarak  telakki  eden,  yukarıda  değindiğimiz  ayeti  de  görmemezlikten  gelen  İmam  Gazali'den  esinlenen  müfessirler  çoğunlukta  olmuşlardır.  Bunun  sonucunda   sanki  dünyadaki  hayatın  devamı  gibi  yine  etten,  kemikten  aynı  madde  yapısında  nesnel,  üç  boyutta,  hacim  kaplayan  Biyolojik  bir  yapıda  yaratılacağımız,  aile  yakınlarıyla,  eşlerle  birlikte  olunacağı  kesinmiş  veya  üstelik  de  sadece  erkekler  girecekmiş  gibi,  Cennet  ödülü  olarak ;  Örneğin,  Kur’anda  Nebe  Sûresinin  33. ayetinin  bir  çok  değişik  müfessirin  çevirilerine  baktığımız  zaman,  “ Turunç  sineli  yaşıt  kızlar   “  bazı  abartılı  çevirilerde   de  “ Memeleri  tomurcuklanmış  yaşıt  kızlar  var  “  şeklinde  meallendirilmiştir.

NEBE  33  : Ve  kevaibe  etrabe  ( 31 - 37.  ayet  grubunun  bu  bölümünün  orijinali )

Kevaib  :  Çoğunluğun  kabul  ettiği  gibi  "  dimdik  anlamına  gelen  "  kaabe  sözcüğünün  çoğulu "  değil,  Bir  sıfat  olan  ve  dolu  anlamındaki  "  Ke'ib  "  sözcüğünün  çoğuludur. Dolayısıyla   önceki  ayette  yer  alan  " ineb "  sözcüğünün  bir  vasfı  olarak  "  dolu  üzüm  tanesi  "  şeklinde  de  algılanabilir.  Arapçada  bundan  başka  göz  alıcı,  endamlı,  genç,  kaliteli,  yüksek,  yüce   anlamlarında  da  kullanılır.

Etrabe  :  Tam  denk,  aynı  yaşlarda,  yaşıt  anlamlarında  kullanılır. Bunun  yanı  sıra  Teraib,  Arapçada  göğüs  omurga  kemiklerine  denir. Etrab  da  aynı  kökten  gelen  yaşıt,  akran  anlamına  gelmektedir.  Ayetlerin  içinde  bulunduğu  paragraf  bütünlüğünden  siyak  bağlarının  koparılmadığı  takdirde  aslında  bu  ayetin  karşılığı  "  Dolu  dolu  sulu  kadehlerle  birbirine  tam  denk  aynı  boyda  olan  üzüm  taneleri  "  şeklinde  olabilir. Buna  rağmen  Kur'an  ve  paragraf  bütünlüğündeki  gerçek  mesajın  farkında   olamamış  olan  ve  cinselliğin  Ahiret  hayatında  da  devam  edeceğini  zanneden,  Kur'anın  İslam'ına  zarar  verecek,  aşağılanmasına  yol  açabilecek  birçok  müfessirin  bu  ayet  ile  ilgili  yaptığı  Pedofili  niteliğinde  utanç  verici  cinsel  fantezi  içeren  çeviri  örneklerine  bir  bakalım !

*  Elmalılı  Hamdi  Yazır  :  Memeleri  tomurcuklanmış  yaşıt  kızlar.

*  Abdülbaki  Gölpınarlı  :  Ve  memeleri  yeni  sertleşmiş  yaşıt  kızlar.

*  Ali  Bulaç  : Göğüsleri  henüz  tomurcuklanmış  yaşıt  kızlar

*  Mahmut  Ustaosmanoğlu  :  ( Yeni  buluğa  erme  çağında )  göğüsleri  henüz  kabarmaya  başlamış ( hepsi  on  altısında )  yaşıt  eşler. 

*  Ömer  Nasuhi  Bilmen  :  Ve  nar  memeli  hep  bir  yaşta  cariyeler  vardır. 

*  Diyanet  2004  Meali  : Kendileriyle  bir  yaşta,  göğüsleri  çıkmış  genç  kızlar  ve  dolu  dolu  kadehler  var.

*  Muhammed  Esed  :  Müthiş  uyumlu  harika  eşler.

*  Mustafa  İslamoğlu  :  Dahası  dengi  dengine  göz  alıcı  eşler.

*  Yaşar  Nuri  Öztürk  :  Göğüsleri  turunç  gibi  yaşıtlar.

*  Erhan  Aktaş  :  Dengi  dengine  yaşıt  görkemli  eşler.

*  İlyas  Yorulmaz  :  Hepsi  aynı  boyda  tomurcuklar  haline  gelmiş  göz  alıcı ( meyveler )

*  Mehmet  Okuyan  :  Uyumlu  ( olgunlaşmış  üzüm )  taneleri.

*  Edip  Yüksel  :  Dolu / Sulu  ve  olgunlaşmış  üzüm  bağları.

*  Hakkı  Yılmaz  : ( NEBE : 31 – 37 ) : Kesinlikle  takva  sahibi  /  sakınan,  Allah’ın  koruması  altına  girmiş  kişiler  için,  göklerin,  yerin  ve  bu  ikisi  arasındakilerin  Rabbinden ;  Rahman’dan  bir  karşılık  ve  yeterli  bir  bağış  olarak  korunaklar /  kurtuluş  mekânları,  sulak  bağlar  bahçeler,  üzümler,  hepsi  bir  seviyede  tomurcuklar,  çiçek  bahçeleri,  dolu  dolu  su  kapları  vardır. Onlar  orada  boş  bir  söz  ve  yalan  duymazlar.

Bu  ifadelerin  benzeri  Sad  Sûresinin  49 – 52. ayetlerinde  de  " Şüphesiz  ki  takva  sahibi  /  Allah’ın  koruması  altına  giren  kimseler  için  güzel  bir  dönüş  yeri ;  İçlerinde  yaslanarak  bir  çok  meyve  ve  içecekler,  istedikleri  ve  yanlarında  hepsi  de  aynı  yaşta,  gözleri  karşılarındakinden   başkasını  görmeyen  hizmetçilerin  bulunduğu,  kapıları  kendilerine  açılmış  olan  Adn  cennetleri  vardır. "  ifadeleriyle  yer  almaktadır.

Bu  ayetler  grubunun  öncesinde  Nebe  21 - 30. ayetleri  içerisinde  Allah'ın  ayetlerini  yalanlayıp  azgınlaşmış  olanların  Cehennem  hayatında  çekecekleri  azap  ve  cezaların  ayrıntıları  anlatılırken,  31 - 37.  ayetler  arasında  da  Allah'ın  ayetlerine  inanan  ve  bu  ayetlerin  rehberliğinde  sakınarak  Allah'ın  koruması  altına  girebilmiş  kişiler  için  de  ödül  olarak  Cennet  bahçelerindeki  kurtuluş  mekânları  olan  sulak  üzüm  bağlarından  ve  çiçek  bahçelerinden  söz  edilmektedir.  Ama  bütün  bunlara  rağmen  örneklerde  görüldüğü  gibi  yanlış  içerisinde  olan  klasik  tefsircilerin  çok  saçma  ve  Kur'anın  gerçek  lafzı  ile  hiç  ilgisi  olmayan  mealleri  ortaya  çıkmıştır. Fakat  yine  de  bu  tefsircilerden  farklı  olarak,  hepsine  bu  zeminde  yer  veremediğimiz  zamanımızın  daha  aydın  bazı  ilâhiyatçı  araştırmacıları Prof. Akademisyen  müfessirler,  cinsellikten  uzak,  ayetlerin  bağlarını  koparmadan  paragraf  bütünlüğünü  sağlayan  daha  gerçekçi  çeviriyi  yakalayabilmişlerdir.  Çünkü  ayetlerin  orijinalinde,  kızlar,  meme,  cariye,  on  altı  yaş  gibi  anlamlara  gelen  sözcükler  bulunmamakta,  kadehler  de  kastedildiği  gibi  "  şarap  kadehi "  değil,  bu  meyvelerin  sularıdır.  Paragraf  bütünlüğünde  ise  bahçelerden,  üzüm  bağlarından  söz  edilmektedir.  Sanki  Cennet  genel  eviymiş  gibi  herkes  kafasına  göre  bir  şeyler  eklemiş.  Öte  yandan  Kur’anda  klasik  tefsircilerin  kadın,  kız  anlamında  düşündüğü  gibi  doğrudan  doğruya  “ huri “  sözcüğü  de  olmadığı  halde  değişik  ayetlerde  yer  alan  “ hur “  sözcüğü,  değişik  köklere   bağlanıp  aslında  sıfat  olarak  kullanılmıştır. Vakıa  Sûresinin  15 - 17. ayetlerinde   “  Onlar  yaptıklarına  karşılık  olarak  mücevherlerle  işlenmiş  tahtlar  üzerindedirler.  Karşılıklı  onların  üzerinde  yaslanırlar.  Çevrelerinde  kaynağından   doldurulmuş  testiler,  ibrikler,  kadehler,  beğendiklerinden  meyveler,  canlarının  çektiğinden  kuş  eti  ile  hiç  büyütülmeyen  çocuklar,  hurunıynün  /  parlak  inciler  gibi  iri  gözlüler  dolaşırlar.  Orada  sadece  söz  olarak  selam  /  sağlık,  esenlik,  mutluluktan  başka  boş  söz,  saçmalama  ve  günaha  sokan  şeyleri  işitmezler. "  ifadesiyle  Cennetle  ödüllendirilecek  olanların  dünya  yaşamına  göre  farklı  olan  yaşam  koşulları   da  tasvirle  anlatılmaktadır. 

Kur'an'da  Cennet  veya  Cehennem   için  bütün  anlatılanlar,  aslında  gerçeği  ile  değil,  Bakara  Sûresinin  25. ayetinde  “  İnanmış  ve  salihatı  işleyen  / düzeltmeye  yönelik  işler  yapan  kimselere  de, “  Şüphesiz  kendileri  için  altlarından  ırmaklar  akan  cennetlerin  olduğunu  “  müjdele.  Onlar,  oradaki  herhangi  bir  meyveden  her  rızıklandırılışlarında,  “  Bu  bizim  daha  önce  rızıklandığımız  şeydir  “  derler.  Ve  onlara  onun  benzeşenleri  verildi. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  örnekleme  ile  bu  dünyada  bilinen  meyvelerin  ve  nimetlerin  bambaşka  bir  yapıdaki  benzerlerinden  söz  edilmektedir.  Bizim  bu  dünyadaki  üç  boyutlu  hayatımıza  göre  ancak  bildiğimiz  ve  tanıdığımız  dünya  nimetleri  üzerine  örneklemeler  yapılmaktadır.  Yaşam  tarzımız,  geleneklerimiz  ve  kapasitemiz  ölçüsünde  benzetme  ve  teşbihlerle  anlatımlar  yer  almaktadır. O  yaşamın  gerçeklerini,  bu  dünya  yaşamına  uygun  olan  aklımızla,  sezgimizle  kavrayabilmemiz  mümkün  değildir. Bu  nedenle  Ahiret  hayatı  ile  ilgili  olan  konular  bize  hep  sembolik  olarak  o  zamanın  Arap  kültüründeki  benzer  örnekleri  gösterilmek  suretiyle  ifade  edilmektedir.

Bir  çok  dil  gibi,  Arapçada  da  sözcüklerin  müzekker / eril  ve  müennes  /  dişil  ayrımı  söz  konusudur. Türkçede  ister  kadın  ister  erkek  olsun,  üçüncü  kişiler  sadece  “ o “  zamiri  ile  ifade  edilirken,  Arapçada  ise  üçüncü  şahıs  zamiri  olarak  erkekler  için  “ hüve “,  kadınlar  için  “ hiye “  sözcükleri  kullanılır,  bunun  yanı  sıra  isim,  fiil,  edat  cinsinden  tüm  sözcüklerin  yapısında  da  bu  ayrım  görülür,  çoğul  sözcüklerin  de  bu  ayrımın  bir  parçası  olarak  dişil  yapıyla  ifade  edilmesi  kuralı  bulunmaktadır. Bu  ayrıntılar  dikkatten  kaçırılarak  bir  çok  ayetteki  yorumlar,  saptırılarak  kullanılmış  ve  insanlar  yanlış  yönlendirilmiştir. Örneğin  Rahman  Sûresinin  56.  ayetinde  de  “  Oralarda  ins u  cin  /  daha  önce  bildik,  bilmedik,  geçmiş,  gelecek  hiç  kimse  tarafından  dokunulmamış,  el  ve  göz  değmemiş,  bakışlarını  dikenler  vardır. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi,  ayetlerdeki  sözcüklerin  kural  gereği  olarak  dişil  yapıda  olmalarından  dolayı   kural  unutulmuş,  örneğin  Diyanet   2004  çevirisinde  "  Oralarda  bakışlarını  sadece  eşlerine  çevirmiş  dilberler  vardır.  Onlara  eşlerinden  önce  ne  bir  insan,  ne  de  bir  cin  dokunmuştur. "  denilerek  bir  çok  mealde   gerçekte  de  dişil  formda  kabul  edilip  dilber  olarak  saptırılarak  yanlış  meallendirilmiştir.  Cinn  kavramı  da  doğrusuyla  ortaya  konulamamıştır. Halbuki  ayetteki  ifadelerin  gerçekte  de  dişil  oldukları  anlamı  bulunmamaktadır. Ele  aldığımız  bu  ayetlerde  yer  alan  ifadelerin  ne  cinsiyetle,  ne  de  cinsellikle  bir  ilgisi  yoktur.  Ayetlerde  geçen  “  yatmishünne  / onlara  dokunulmamış  “  sıfatından  Rabbimizin  Cennete  girmeye  hak  kazananları  Ahirette   kimsenin   bilmediği   yeni   yaratılmış   eşlerle,  arkadaşlarla   eşleştireceği   anlaşılmaktadır.  Bu  eşlerin  insan  tarafından  bilinmeyen  cinsten  olduğu  söylendiğine  göre  “ dişi “  dilber,  kadın  olarak  nitelendirilmeleri  de  doğru  bir  yaklaşım  olamaz. Yukarıdaki  ayetlerde  "  parlak  iri  gözlüler  “  olarak  çevrilen  sözcükler  de  Arapça  orijinalinde  “ hur “  ve  “ ıyn “  sözcükleridir.  Hur  sözcüğü  "  hvr  "  kökünden  türemiş  “  parlak  siyah  göz "  demektir.  Yapı  itibariyle  çoğul  olan  bu  sözcük,  hem  eril  yapıdaki  “ haver “   hem  de  dişil  yapıdaki  “ havra “  sözcüğünün  çoğuludur.  Hur  sözcüğü  aslında  aynı  anda  erkek  ve  kadına  ayrımı  yapılmadan  birlikte  isnat  edilen,  Cennetteki  tertemiz  eşlerdir,  arkadaş  ve  yardımcılardır.  

Efsanelerde,  masallarda  huri  sözcüğü,  masal  kızı  peri  anlamına  gelir.  Huri  veya  Arapça  kullanım  şekliyle  Hur,  dini  terim  olarak  Cennette  bulunan  dişi  varlık,  çok  güzel  kadın  anlamında  yanlış  olarak  kullanılmış  olsa  da,  aslında  Kur’anda  cinsiyeti  belirtilmemiş  eşler  olarak  ifade  edilmiştir.  Aynı  kökten  türeyen  “  hıvar  ve  muhavera  “  karşılıklı  sohbet  ve  diyalog  demektir.  İsa  peygamberin  havarileri  de  bu  anlama  gelir.  İsa’nın  havarileri  denince,  sahabesi  ( arkadaşları ),  yanında  sohbet  edenler,  yardımcılar  olarak  anlaşılır.  Aslında  havari,  mecaz  anlamında  da  elbisesi  bembeyaz,  her  türlü  ayıptan  kötülükten  arınmış  kimse  anlamı  da  taşımaktadır.  Iyn  sözcüğü  ise  “  karası  çok  geniş  gözlüler “  anlamındadır.  Bu  sözcük  de  eril  yapıdaki  “ a’yün “  hem  de  dişil  yapıdaki  “ ayna “  sözcüğünün  çoğuludur. Hem  hur  hem  de  ıyn  sözcükleriyle  ifade  edilen  gözler,  Arapların  çok  beğendiği  göz  tipleridir. Hem  kadının  hem  de  erkeğin  güzelliğini  anlatmak  için  kullanılır.  Bu  iki  sözcük  yukarıdaki  ayette  gördüğümüz  gibi  “  Hurunıynün “  olarak  kullanıldığında  ise  “ İri  parlak  geniş  gözlüler “  demek  olur. Bu  nedenle  bir  çok  tefsirdeki  sadece  dişileştirilen  “ İri  parlak  gözlü  huriler “   ifadesi  yanlış  ve  saptırılmış  inançlar  olur.

Yüce  Rabbimiz  Cennet  ve  Cehennem  tasvirlerinde  anlattıklarının  kesin  ve  mutlak  olacağını  vurgulamak  üzere  sürekli  olarak  söz  konusu  ayetlerde  di  li  geçmiş  zaman  kalıbını  kullanmakta,  gelecek  zaman  ifadeleriyle,  acabalarla  oluşabilecek  şaibelere  fırsat  vermemektedir. Kur'andaki  bu  kullanım  tekniğinden  habersiz  olan  bir  çok  ilâhiyatçı  da  şu  anda  Cennet  ve  Cehennemin  hazır  olduğunu  iddia  etmektedir.  Öte  yandan  klasik  tefsircilerin  ayetlerdeki  “  hur  “  sözcüğünü  Arapça  dil  kurallarına  göre  sadece  dişil  olarak  kullanıp  huri  şekline  dönüştürmelerinin  ardından,  sanki  bize  göre  şu  anda  Cennet   oluşturulmuş  ve  oraya  gidip  gelenler  de  olmuş  gibi,  Peygamberimize  atfen  uydurulan  yüzlerce  hadis  ve  rivayette  huriler,  kafalara   göre  değişen  sayılarda  erkeklere  Cennet  hediyesi  olarak  sunulmuştur. 

* Buhari’den  bir  hadis  :  Cennet  ehlinden  her  birinin  iki  kadını  vardır  ki,  vücutlarının  şeffaflığından  baldır  kemiklerinin  ilikleri  etinin  üstünden  görünür.  Ehli  Cennet  arasında  ne  ihtilaf  vardır,  ne  de  düşmanlık. Gönüller  sanki  bir  gönül,  sabah  akşam  Allah’ı  tesbih  ederler.  ( Buhari  Bed - il  Halk  816 )

* Taberiden  naklen  Mevdudi'den  bir  hadis : Ümmü  Seleme  Peygamber ( s.a.s )  e  bir  gün “ Ya  Resulullah !  dünyadaki  kadınlar  mı,  yoksa   Cennetteki  huriler  mi  daha  iyidir ? “ diye  sorar.  Resulullah, “  Dünyadaki  kadınların  üstünlüğü,  yüzün  astara  üstünlüğü  gibidir. “  diye  cevap  verir.  Ümmü  Seleme  “  Niçin ? “  deyince,  O,  şöyle  cevap  verir : “  Dünyadaki  kadınlar  namaz  kıldıkları,  oruç  tuttukları  ve  bir  çok  ibadette  bulundukları  için. “ der. ( Tefhimül  Kur'an  Terc. VI. 81 ) ( Bu  uydurma  rivayetlere  inananlar,  başka  uydurma  rivayetlerde  de  meleklerin  sürekli  namaz  kıldıkları  anlatımları  ile  çelişkiye  düştüklerinin  bile  farkında  olamamaktadırlar. )

* Bir  başka  uydurma  hadiste : Muhakkak  ki  kişi  Cennette  bir  ay  miktarı  kadar  zamanda  bin  huri  ile  evlenir,  bunlardan  her  biri  ile  dünyadaki  ömrü  kadar  aşk  hayatı  yaşar. ( İmam  Şarani  Hadis  no. 645 )  ( Bunlar  resmen  sevgiyi,  aşkı  sadece  bedensel  ilişkiye  dökmüş  azgın  cinsi  sapıklardan  farklı  değildir. Ahiret  hayatında  bedensel  enerji  alışverişi  ile  entropi  değişimi  olmayacağından  zaman  mefhumunun  da  olmayacağı  bilgisinden  yoksun  bulunmaktadırlar. )

Kur’an  ayetlerindeki  Cennet   tasvirlerinde,  cinsellikle  ilgili  net  bir  ifade  bulunmamaktadır. Üstelik  de  yeniden  yaratılmanın  nasıl  ve  hangi  boyutta  olacağını  bilmemiz  kesinlikle  mümkün  değildir. Buna  rağmen   ayetlerde  yer  alan  bazı  ifadeler,  değişik  kişilerin  yorumlarıyla  cinsellik  beklentisine  dönüştürülmektedir.

FUSSİLET  31  : Cennette  kullarının  günahlarını  çok  örten,  onları  cezalandırmayan  ve  bağışı  bol  olan,  engin  merhamet  sahibinden  bir  ikram  olarak  sizin  için  nefislerinizin  arzuladığı  her  şey  var.  Orada  istediğiniz  şeyler  de  sizin  içindir.

ZUHRUF  70 - 71  : Bugün  size  korku  yoktur  ve  siz  üzülmeyeceksiniz.  Ezvacüküm / Siz  ve  eşleriniz  ağırlanmış  olanlar  olarak  girin  Cennete !  Orada  nefislerin  arzu  duyacağı,  gözlerin  zevkleneceği  her  şey  vardır.

Örneğin  bu  iki  ayetteki  nefislerin  arzu  duyacağı  gözlerin  zevkleneceği  her  şeyin  varlığı  ifadesi  ister  istemez  dünya  yaşamındaki  erkekleri,  en  öncelikli  düşünceleri  olan  cinsellik  beklentisine  götürmektedir. Halbuki  ayette, “ Siz  ve  eşleriniz  ağırlanmış  olanlar  olarak  girin  Cennete ! “  ifadesi  ile  kastedilenler  dünyadaki  eşler  değildir.  Zira  dünyadaki  eşlerin  her  biri  ayrı  ayrı  mükellef  kişiliklerdir. Suçun  ve  cezanın  veya  ödülün  şahsiliği  söz  konusudur. Dünyada  muttaki  olan  bir  kişinin  eşinin  de  muttaki  olması,  her  ikisinin  de  aynı  lütfu  hak  etmiş  olması  mümkündür,  fakat  mutlak  değildir.  Bunun  örnekleri  Kur'anda  Nuh  ve  Lut  peygamberin  kıssalarındaki  iman  etmemiş  eşleri  ile  verilmektedir. Bu  ayetlerde  ise  konu  edilen  eşler,  Rabbimizin   kadın  olsun  erkek  olsun  insana  Ahirette  vereceği  ve  bizim  bu  dünyada  iken  bilemeyeceğimiz,  özel  olarak  yaratılmış   eşlerdir,  arkadaşlardır.  Sonra  insanın,  cinsellikten  başka  nefsinin  arzu  ettiği  şeyler  olamaz  mı ?  Elbette  ki,  güzel  kadınlardan  başka,  bu  dünyada  olduğu  gibi,  Ahiret  hayatında  Cennette  de  gözlerin  zevkleneceği  tasavvur  dahi  edilemeyecek  pek  çok  güzellikler  olacaktır.

SECDE  17  : İşte  kişi  kendisi  için  yaptıklarına  karşılık  gözler  aydınlığı  olacak  şeylerden  gizlenmiş  olan  şeyleri  bilmiyor.

Bu  ayette  de  ebedi  hayatta,  kendisine  gözler  aydınlığı  olarak  verilecek  olan  nimetlerin,  kimse  tarafından  bilinemeyeceği,  düşünülemeyeceği  ölçüde  bambaşka  bir  yaratılma  ile  değerli  nimetler  olduğu  anlatılmaktadır. Yine  yukarıda  belirttiğimiz  gibi,  Vakıa  Sûresinden  de  Ahirette  yaratılışın  başka  bir  boyutta  ve  başka  bir  şekilde  olacağı  anlaşılmaktadır. Bu  dünyadaki  yapının  maddeye  ait  üç  boyutla  sınırlı  olmasından  dolayı  Ahiretteki  varlık  boyutunun  insan  tarafından  idrak  edilebilmesi  mümkün  değildir.  Bundan  dolayı  pek  çok  ayetteki  Cennet  tasvirlerinde,  bize  ancak  dünya  hayatında  algılayabileceğimiz,  bizim  kapasitemiz  ölçüsünde  benzetme  ve  teşbihlerle  anlatımları  görmekteyiz. Bu  nedenle  Ahiret  hayatında  olacaklar,  bize  Kur’anda   bütün  detayları  ile  değil,  bizzat  sadece  dünya  hayatımızdaki  bazı  kesitlerin   benzetmeleri  olarak  anlatılmaktadır. Bu  bakımdan  cinsellikle  ilgili  huri  beklentilerini  dile  getiren  çeviriler,  insanı  aldatmanın  ötesinde  pek  gerçekçi  ve  ikna  edici  olarak  görülmemektedir.

Kur’anda  zevc  sözcüğü  ile  değişik  ayetlerde,  nefislerin,  insanların  eşleştirileceği  ifade  edilmekte,  bunlardan  hiç  birinde  cinsellik  düşüncesi  görülmemektedir.  Fakat  bazı  ayetlerde  de  yine  cinsellikle  ilgili  herhangi  bir  beyan  olmamasına  rağmen,  zevvecnahum  ifadesi,  hurilerin  insanlarla  eşleştirileceği  evlendirileceği şeklinde  çevrilmektedir. Halbuki  her  eşleştirme  evlendirme  anlamına  gelmez.

DUHAN   54  :  Biz  onları  hurunıynün  ile  /  parlak  iri  siyah  gözlülerle,  kusursuz  en  ideal  tiplerle  eşleştirdik.

DUHAN  54  :  ( Diyanet  2004  çevirisi )  İşte  böyle.  Ayrıca  onları  iri  siyah  gözlü  hurilerle  evlendirmişizdir.

Ayetin  orijinalinde  geçen   hurun ıynün  / parlak  iri  siyah  gözlü,  kusursuz  en  ideal  tip  anlamındadır. Ve  Cennete  girenler  için  verilen  eşlerdir.  Bu  eşlerin  dişi  olduğuna  ilişkin  de  bir  ifade  bulunmamaktadır.  Bu  nedenle  pek  çok  meal  ve  tefsirde  geçen  “  iri  siyah  gözlü  huriler “  ifadesiyle  güzel  kadına  izafe  edilmesi  yanlıştır. Çünkü  bu  eşlerin  yapısı  bilinmemektedir. Sadece  bazıları  ve  özellikle  ilk  olarak  Hasan  Basri  tarafından “ hur “  ve  “ ıyn “  sözcüğü  dişil  olarak  algılanmıştır  ve  ardından  da  pek  çok  uydurma  hadis  ve  tutarsız  rivayetlerle  desteklenmiştir. Üstelik  de  eşleştirme  anlamında  olan   zevvecnahum   sözcüğü  de  evlendirme  anlamına  dönüştürülmüştür.  Halbuki  Ahiret  hayatında  niteliği  bilinmeyen  bir  yapının  ve  varlığın,  insanlarla   buluşturulmasından,  eşleştirilmesinden  kesin  şekilde  cinsellikle  ele  alınarak,  onların  evlendirilmesinden  söz  etmek  ve  sadece  erkeklere  verilen  bir  hak  olarak  düşünmek,  kimin  ve  neye  göre  hakkıdır.  Üstelik  sözcüklerin  kendisi  de  dişil  bir  sözcük  olarak  dile  getirilmemiş  iken,  bu  çeviriler  ne  kadar  gerçek  kabul  edilebilir.  Kur’anda  yer  alan  “ hur “  sözcüklerinin  neden  huri  olarak  cinsel  eş  olmasında  ısrar  edilmektedir.  Bu  kabullenme  insanlara  daha  doğrusu  sadece  erkeklere  ne  kazandıracaktır. Bu  ayette  Cennette  yeni  bir  yapılanma  ile  kastedilen  eşleştirme  ile  erkeğin  ve  kadının  güzel  sohbet  edeceği  arkadaşları  veya  yardımcıları  neden  olmasın.  Kadın  da   bu  dünyada  erkek  gibi  bir  bireydir,  Allah’ın  ayetlerine  erkekler  gibi  muhatap  olan  bir  insandır. O  da  hak  ettiği  zaman  elbette  ki  Cennette  eşlerle  ve  nimetlerle  ödüllendirilecektir.

Kur’anda  hurilerin  yanı  sıra,  yukarıda  yer  verdiğimiz  Rahman  Sûresinin  56. ayetindeki  bizim  "  Bakışlarını  dikenler "  olarak  değindiğimiz  ifadeler,  yine  sadece  dişil  forma  dönüştürülüp  saptırılarak  ve  ayetin  orijinalinde  olmadığı  halde,  Diyanet  mealinde  olduğu  gibi,  yanlış  olarak   Cennette  erkeklere  sunulacak  bakire  kadınların  dilberlerin,  zevcelerin  olduğuna  atıflar  yapılmakta,  insan  ve  cinn  kavramları  da  doğru  olarak  aktarılamamaktadır.

RAHMAN  56  :  Fîhinne  kâsirâtüt  tarfi  lem  yatmishünne  insün  kablehüm  velâ  cânn

Elmalılı  Hamdi  Yazır  meali  :  Oralarda  gözlerini  yalnız  eşlerine  çevirmiş  dilberler  var  ki,  bunlardan  önce  onlara  ne  insan  ne  de  cinn  dokunmuştur.

Hasan  Basri  Çantay  meali  :  Oralarda  gözünü  yalnız  zevcelerine  hasretmiş  öyle  dilberler  var  ki,  ne  insan,  ne  de  cinn  kendilerine  dokunmamıştır.

Ömer  Nasuhi  Bilmen  meali :  O  Cennetlerde  nazarlarını  hasretmiş  kadınlar  vardır  ki,  kendilerine  onlardan  önce  ne  bir  insan  ve  ne  de  cin  dokunmamıştır.

Ali  Bulaç  meali  :  Orada  bakışlarını  yalnızca  eşlerine  çevirmiş  kadınlar  vardır  ki,  bunlardan  önce  kendilerine  ne  bir  insan,  ne  bir  cin  dokunmamıştır.

Ayeti  tek  başına  değil  de  içinde  bulunduğu  paragraf  bütünlüğüne  göre  ele  alacak  olursak,  daha  önceki  ayetlerde  46. ayette   Cennetteki  iki  bahçeden, 50. ayette  iki  pınardan,  54. ayette   ellerinin  altındaki  iki  bahçenin  meyvelerinden  söz  edilmektedir. 56. ayetin  orijinalinde  de  “  Fihinne “  ifadesiyle  ikiden  fazla  şeyden  söz  edilmektedir. Bundan  dolayı  zamirin  gideceği  yer,  54. ayetteki  anılan  bahçedeki  meyve  ağaçlarıdır. Çünkü  ikiden  fazla  olan  onlardır. Bu  nedenle  bu  ayette  aslında  iki  bahçede  sanal  uydurulmuş  kadın,  zevce  ve  dilberlerden  değil,  içindeki  meyvelerden  söz  edilmektedir. Yine  ayetin  orijinalinde  yer  alan  “  Kasıratut  tarfi  “   ifadesiyle  kısık  bakışlı  dilberler  değil,  aslında  eğilen  dal  uçlarındaki  meyvelere  ulaşılmanın  kolaylığı  anlatılmak  istenmektedir. İnsan  Sûresinin  14. ayetinde  de  anlatıldığı  gibi  Cennet  meyvelerine  erişmenin  kolaylığı  ile, onları  devşirmek  için  uzaklara  gitmenin  gerekmeyeceği  belirtilmektedir.

VAKIA  35 - 38  : İnna  enşe'nâhünne  inşââ * Fe  cealnâhünne  ebkârâ * Uruben  etrâbâ  * Liashâbil  yemiyn

VAKIA  35 - 38  : Şüphesiz  Biz,  kirazı,  muzu,  gölgeleri,  fışkıran  suyu  öyle  bir  yaratılışla  yarattık.  Ki  onları  sağın  ashabı  için  albenili  ve  hepsi  bir  ayarda  hiç  dokunulmamışlar  yaptık.

VAKIA  36 – 38  : ( Diyanet  2004  çevirisi ) Onları  ahiret  mutluluğuna  erenler  için,  hep  bir  yaşta  eşlerini  çok  seven  gösterişli  bakireler  yaptık.

Bu  ayetlerde  de  Ahiret  hayatındaki   yepyeni  ve  bambaşka  bir  yaratılmadan  söz  edilmekte  olmasına  rağmen  ifadeler,  gelenekçiler  ve  klasik  tefsirciler  tarafından  çarpıtılarak  ayetlerde  geçen  niteliklerin  “ Müslüman  hanımlar  “  veya  “  huriler  gibi  ayetlerde  bulunmayan  öznelere  atfedilmesi  suretiyle  gerçek  anlamlarından  farklı  olarak  çevrilmiştir.  Burada  konu  olan  “ urub,  etrab,  ve  ebkar  “  nitelemeleri  aslında  35. ayetteki  dişil  “ hünne “  ( onlar )  zamiriyle  ilgili  olup  bu  zamirle  kastedilenler  de  bir  önceki  ayet  grubunda  sayılmış  olan  Cennet  nimetleridir. “ Hünne “  ( onlar )  zamirinin  gönderilebileceği  bir  kadınlar,  bakireler  ifadesi  ne  bu  ayet  grubunda  ne  de  bir  önceki  ayet  grubunda  mevcut  değildir. Burada  “ onlar  ( hünne ) “  zamirinin  dişil  yapıda  olması,  Arapçanın,  çoğul  sözcüklerin  dişil  yapıda  ifade  edilmesi  kuralının  bir  gereğidir. “ urub “  sözcüğü  klasik  çevirilerde  hep  kadınlara  izafe  edilmiş  ve *  eşlerine  düşkün, * Kocalarına  aşık  olan  kadınlar, * Naz  yapan  kadın, * Sözleri  güzel  kadın  gibi  ifadelerle  anlamlandırılmıştır. Lügatlere  göre  ise  Urub  sözcüğü  “ arube “  ve  “ aribe “  sözcüklerinin  çoğuludur.  Kök  anlamı  ( dışa  vurma,  açığa  çıkarma )  demektir.  Bir  lisanın  güzel  konuşulması  da  “  arube “ sözcüğü  ile  ifade  edilir.  Bununla  da  meramın  açık  açık  ortaya  konuşu,  açıklanışı  kastedilir. Bu  nitelik  kadına  izafe  edilirse,  klasik  kaynaklarda  olduğu  gibi  “ sevgisini  güzel  sözlerle  ifade  eden,  eşlerine  sevgilerini  izhar  eden  kadınlar “  meali  anlamlandırılır.  Fakat  özellikle  dikkat  edilmelidir  ki,  bu  açığa  vurma  niteliği  ayetlerde  kadınların  değil,  kiraz,  muz,  gölgeler,  fışkıran  su  gibi  Cennet  nimetlerinin  sıfatı  olarak  verilmiştir. Böyle  olunca  da  “ urub “  sözcüğünün  anlamı, “  tadını  kokusunu,  nefasetini,  lezzetini  dışa  vuran,  gösteren,  ortaya   koyan “  demek  olur.  Buna  benzer  şekilde  “ etrab “  sözcüğünün  gerçek  karşılığı  Cennet  nimetlerinin  hepsinin  bir  ayarda,  bir  seviyede,  bir  kalitede  olduğunu  “ ebkar “  sözcüğü  de  el  değmemiş,  dokunulmamış,  orijinalliği  bozulmamış,  Türkçede  de  “  bakir  topraklar,  bakir  orman  “  denildiği  gibi  anlamları  taşımaktadır.

Sonuç  olarak ;  Kur’anda  Ahirette  cinsel  bir  yaşam  ile  hurilerin  erkeklerin  cinsel  bir  arkadaşları  olduğuna  dair  net  bir  ifade  bulunmamaktadır.  Üstelik  de  ayetlerle  Ahiretteki  yapılanmanın  bambaşka  bir  şekilde  veya  boyutta  olacağı  kesin  bir  şekilde  ifade  edilmektedir. “ En  çok  salavat  getirene  Ahirette  en  çok  huri  verilecektir “  gibi  metinlerle  hadislerin  uydurma  olduğu  rahatlıkla  anlaşılmaktadır.  Hur  sözcüğünü  huriler  şeklinde  çevirip,  hadis  kültürüyle  de  beslenen  yüzlerce  huri  ile  sınırsız  fantastik  Cennet  hayalleri,  hiç  kimse  heveslenmesin  Kur’anda  bulunmamaktadır. Uydurma  hadis  ve  rivayetlerle  erkeklere  vaat  edildiği  söylenen  huri  masalları  ve  beklentilerine  kimse  kendini  kaptırmasın. Hadislerde  geçen  bu  erkek  egemen,  kadının  cinsel  arzularını  yok  sayan  yaklaşım,  tümüyle  Kur’ana  aykırıdır,  kadınla  cinsel  ilişki  kurma  düşkünlüğü  ve  erkek  bencilliğinden  başka  hiç  bir  şey  değildir. Çünkü  Kur’anda  pek  çok  ayette  sorumluluğun  ve  ödülün  cinsiyet  ayrımının  yapılmadığı  ifadeler  bulunmaktadır. Pek  çok  konuda  olduğu  gibi,  Ahiret  hayatı  ve  Cennet  konusunda  da  uydurulan  hadis  ve  rivayetlerle  kavramlar,  çarpıtılıp  ters  yüz  edilerek  insanlar  sömürülmekte,  yanlış  olarak  yönlendirilmektedir.  Dünyanın  ve  Kâinatın  tüm  varlığının  ve  yaşamının  kıyamet  ile  sonlandırılmasından  sonra,  bizim  bilemeyeceğimiz,  tahmin  bile  edemeyeceğimiz  bambaşka  bir  yapıda  ve  boyutta  yaratılacak,  üremenin,  çoğalmanın,  cinselliğin,  yaşlanmanın,  ölümün  olmayacağının  belirtildiği  Ahiret  hayatını  kesin  olarak  dillendirmemiz  ve  tasvir  etmemiz  mümkün  değildir.  Kur'anın  dışında  anlatılanların  hepsi  hayal  ürünü  ve  zan  olmaktan  ileri  gitmez.  Bütün  bunları  biz,  nimetin  asıl  sahibine  Allah'a  bırakalım.  Bizim  için  asıl  önemli  olan,  bu  dünyada  elimizde  fırsat  varken,  tüm  Cennet   nimetlerinin  üstünde  olan   Allah’ın  rızasını  kazanabilmektir. O'na  yakınlaşabilmek  için  yerine  getirmemiz  gereken  amellerin,  sorumlulukların,  ahlâklı  ve  düzgün  bir  insan  olabilmenin  bilincinde  olabilmektir.  Bu  da  ancak  Kur’anı  anladığımız  dilden  okuyarak,  önümüze  konulan  yalan  ve  uydurmaları  sorgulayarak,  aklımızı  kullanarak  ayıklayıp,  araştırıp  doğruya  ulaşabilmekle  sağlanabilecektir.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları,  her  iki  alemde  de  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET