 
 Bugün ülkemizde din adına yaşananlara bakıldığında, görünürde daha ne olsun denilecek ölçüde, din adına yapılması gerekenlerin hepsinin yapıldığı düşüncesi ve inancı hakimdir. Yüzde doksan dokuz nüfusun büyük bir çoğunluğu " Müslümanım elhamdülillah " dediği için, günlük hayatta konuşmasına sıklıkla yukarıda Allah var diye başlıyor, nüfus cüzdanlarında da dini İslam diye yazılıyor. Camilerin kapıları beş vakitte ardına kadar açık, yıldan yıla sayıları hızla artıyor, neredeyse her mahallede bulunan Kur’an kurslarında, çocuklara, yetişkinlere hiç bir şey anlamasalar da, mahreçten ve tecvitten Arapça okuma öğretiliyor. Kandil gecelerinde, Cuma ve bayram namazlarında camiler dolup taşıyor, mevlitler, ezanlar gümbür gümbür okunuyor, küfür de olsa türbeler her gün her saat balık istifi dolup, okunmuş şekerler dağıtılıp, çaputlar bağlanıyor, okunan Kur'an hatimleri mezarlıklarda bol bol ruhlara hediye ediliyor. Sünnet terkedilmez diye namazlar da kılınıyor, oruçlar tutuluyor, insanlarımız akın akın Hacc ve Umre seyahatlerine katılıyor, yüzyıllardır da eller havada dualar ediliyor, Allah’a yakarılıyor. Kadınlar saçının telini göstermekten korkuyor. Büyüklerimizin bize öğrettiği gibi İslam’ın beş şartı da hiç eksiksiz yerine getiriliyor. İmanın altı şartı da ezbere biliniyor. Sakal, sarık, cübbe, şalvarla Arap kıyafetleri ile görüntü de tamam. Neredeyse din, inanç ve ibadet adına hiç eksik yok. Zaman zaman da elde tespih binlerce kere toplu zikirler çekiliyor. Eh artık bütün bunların ardından da, bu dünyada huzur ve mutluluk Müslüman’ım diyenlerin olacaktır, yaşanılan din, inanç ve ibadetler, Ahirette de ödül olacak olan Cennete götürecektir beklentisi kaçınılmaz olur. Ahiret bilinemez ama dünyada yaşanırken, bugüne kadar Müslüman görünümündeki ülkelerde ve bizim ülkemizde de din adına yapılanların, Kur'anın ve İslam'ın gerektirdiği ahlâkı, adaleti, hakkı hukuku, toplumlarda huzuru, mutluluğu, barışı, sevgiyi, esenliği, sağladığını sonuç olarak görememekteyiz. Müslüman görünümlü ülkelerin neredeyse tamamında, eğitim, ekonomik, sosyal, sınai, bilimsel ve teknolojik gelişme, sağlık hizmetleri, insanca yaşama olanakları yetersiz. Bu dünyanın özlenen refahı mutluluğu, huzuru ve toplumsal barışı maalesef yok. Bütün bunlardan dolayı, büyük çoğunlukta insan, adaletsizlikten, hukuksuzluktan, şiddetten, soygundan, talandan, yalandan, işsizlikten, açlıktan, umutsuzluktan, yoksulluktan bedbaht ve mutsuz. Adeta inancını terk edercesine insanlar, Müslüman olmayan ülkelere sığınma veya oralara göç ederek yerleşme düşüncesini taşımakta, mücadeleler vermektedir.
Bugün Müslüman görünümlü ülkelerin geldiği bu sonuca baktığımız zaman, yaşanan dinin, inancın ve ibadet şekillerinin bir yerlerinde ya eksiklikler, ya da yanlışlıklar bulunduğu hiç şüphesizdir. Çünkü Allah’ın gerçek ve Hakk Dini İslam, hiç kuşkusuz güzel ahlâk, adalet, insanların mutluluğu, refahı, huzuru, esenliği için vardır. Gerçek din, güzelliği, başarıyı, gelişmeyi ve insanların yararına ne gibi bir iyilik varsa onu üretir. Ama dünya yaşamında, Müslüman görünümlü toplumlarda, bir de Hakk Dinin karşısında tapınak dinleri bulunmaktadır. Acaba gerçek Hakk Dinin içerisinde olduğunu düşünenler, Müslüman görünümde oldukları halde farkında olmadan tapınak dinlerine geçmiş olabilirler mi ? Halbuki Yüce Kitabımız Kur'anda bir çok ayette öncelikle Peygamberimizin şahsında, orijinal " imürtü " emrolundum ifadeleriyle, Enam Sûresinin 14. ayetinde " Müslümanların ilki olmakla " Yunus Sûresinin 104. ayetinde " Müminlerden olmakla " diğer ayetlerde de kiminde " Alemlerin Rabbine teslim olmakla, dosdoğru olmakla, adaletli olmakla, sadece Allah'a kulluk ederek O'na ortak koşmamakla, Kur'anı okumakla emrolundum. " örnekleriyle biz Müslümanlara da emirler iletilmektedir. Bu nedenle biz önce kendimize bu emirlere uyup uymadığımızı, gerçekten Müslüman, mümin, adil, dosdoğru ve gerektiği gibi sadece Allah'a teslim olan iyi bir kul olup olmadığımızı sormamız gerekmektedir.
Mümin, Allah’a, Meleklerine, Peygamberlerine, Kitaplarına ve Ahiret gününe iman etmiş, inanmış ve güvenmiş kişiye denir. Kur'anın tanımladığı Müminler, ( İman etmiş, inanmış ve güvenmiş kişiler ) sürekli aksiyon ve güzel şeyleri üretme halindedir, Kur'an ayetleriyle belirlenmiş olan dosdoğru yoldadır. İman ise, gerçekte yeterli bilgi sahibi olduktan sonra akıl ile İnanmaktır, Allah'a güvenmektir, gizlisi saklısı olmamaktır. Mümin olarak Dinin ve ibadetin yaşanmasında samimiyettir ve ihlastır. İnandığını kesinlikle yaşamaktır. Tabii ki iman ettiğini söyleyen kişilerin Allah’a verdiği bu sözünün ardından peygamberleri aracılığı ile indirdiği kitaplarındaki öğüde aynen uymaları beklenir. Bunun için de Yüce Kitabımızın içerisindeki öğütlerin ve uyarıların neler olduğunun bilinmesi, aklın kullanılması, bu çerçevede de her ortam ve zeminde adaletin gözetilmesi gerekir. Yeterli bilgi sahibi olmadan, akıl devreye sokulmadan da oysa gerçek imana ulaşılamaz ve gerçek mümin olunamaz.
Eğer Allah’a, Meleklerine, Peygamberlerine kitaplarına ve Ahiret gününe inanıldığının söylenmesi, kılınan namazlar, tutulan oruçlar, yapılan Hacc ve Umre ziyaretleri, dua için kalkan eller ve yakarmalar, Kur’an kursları ve okunup ölülere bağışlanan hatimler, yapılan infaklar, kadının tesettürü, toplumda insanca yaşama olanaklarını, huzuru, mutluluğu sağlamıyorsa, din adına yapılanların tamamı demek ki, Kur’anın öğütleri ile örtüşmemekte, bir işe yaramamakta, yapılanlar boşa gitmektedir. Demek ki Allah’a ağızdan verilen bu inanma sözlerine rağmen, dosdoğru ve adaletli olunamamakta, Allah'a teslim olunarak Kur'ana tamamen veya büyük çoğunlukla uyulmamakta, ya da insanlara din adına yapmaları gerekenler yanlış veya eksik öğretilmektedir, veya Kur'an, anlaşılmak üzere okunmamaktadır. Ya da Müslümanlar, Müslümanlığın gerektirdiği enerjiyi, dinamizmi, aktifliği, çalışkanlığı, dürüstlüğü, sağlamlaştırıcılığı gösterememektedirler. Halk ozanı Yunus’un “ Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil. “ dediği gibi belki de kılınan namazlar namaz değildir, maun mücrimi gönüller, yıkılan kalpler tamir edilememektedir. Belki de insanlar yanlış bir yola sevk edildikleri, inandırıldıkları için kandırılmaktadır, Din adına yaptıklarının çoğunlukla yanlış olduğundan, Allah'la aldatıldıklarından bile haberleri yoktur.
Belki de bu görünüm ile yaşanan dinin, inancın ve ibadet şekillerinin tekrar gözden geçirilmesi, sorgulanması ve gerekirse yanlış ve eksik uygulamaların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu neyle, nasıl yapılacaktır ? Elbette ki toplumsal bir ayağa kalkış / kıyam ile Kur’ana müracaat edilerek, anlaşıldığı şekilde okunarak ve bu güne kadar yapılanların test edilerek sorgulanması ile ancak mümkün olacaktır. Bu nedenle dinimizin yegâne ve gerçek rehberi Kur’anın, artık ölüler için hiç bir şey anlamadan sadece Arapça okunmasından vazgeçilip, duvarda asılı işlemeli kılıfından çıkarılıp, her gün onu anlayarak Türkçe mealinden okuyup tefekkür edilmesi, doğru ve gerçek Hakk Din yolunun bulunması gerekmektedir. Çünkü yüce kitabımız Kur’anda, İsra Sûresinin 9. ayetinde “ Şüphesiz ki Bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam şeye ; rüşde kılavuzlar. “ denilerek en doğru ve sağlam yolun adresi için Kur’an gösterilmekte, insanlığın huzuru, mutluluğu, barışı ve zafere ulaşması için gerekli olan, değerler, kurallar bütünü, gerçek hayatın dini ve insanlığın izleyeceği asıl yolu olarak tanıtılmaktadır.
CASİYE 20 : Kur’an insanlar için kalbi idrakler, kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir.
Ayette de belirtildiği gibi Allah’ın yolu, insanlık aleminin vicdanı, yol gösterici ve toplumlar için sevgi ve merhamet kaynağı olan Kur’an içerisindedir. Bu nedenle de Kur’an pek çok muhkem ayetle gerçekten Allah’a ve yoluna inanmış olan müminlere emirlerle, uyarılarla, öğütlerle yol göstermektedir. Bu öğütlere de, her zaman öncelikle, kılınan namazın, tutulan orucun ve bütün amellerin ( ibadetin ) işe yaraması için, kişilerin imanlarının sağlam, şirke bulaşmamış olmasıyla, Kur'anın yerine konulan ve tapınak dinlerine dönüştüren uydurma hadis ve rivayet kitaplarının terk edilmesi, kendisine veli, yol gösterici, koruyup kollayıcı, aracı olarak görülen kişilerin ardına düşülmemesi uyarılarıyla başlanır.
ZÜMER 23 : Allah, ahsenel hadis / sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap halinde indirmiştir. Ondan Rabblerine saygısı olanların tüyleri ürperir.
VAKIA 81 : Peki şimdi siz bu hadisi / sözü / Kur’anı mı küçümsüyorsunuz.?
CASİYE 6 : İşte bunlar, Bizim sana hak / gerçek ile okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla / gerçek olarak okuyoruz. Artık onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra, hangi hadise / söze / hangi olguya inanacaklar ?
ARAF 3 : Rabbinizden size indirilene / Kur'ana uyun ve O'nun astlarından / rahip, haham, hacı, hoca, şeyh gibi kimseleri veliler / yol gösteren, yardım eden ve koruyan sözde yakınlar edinmeyin. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz. Hatırlıyorsunuz.
İSRA 22 : Allah ile birlikte başka ilâh edinme ! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.
ZÜMER 65 – 66 : Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi : “ Andolsun ki ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gider. Ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. Onun için tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve sahip olduğun nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol. “
Bu ayetlerin uyarılarına göre kendimize bir bakalım, acaba Tarikatlara, Cemaatlere, Mezheplere bölünürken, Din, Kur'anın dışında uydurulan hadis ve rivayetlerle ayrı bir din olarak yaşanmakta iken, yine Kur'anın dışında oluşturulmuş Tasavvufa yönelinirken, kantarın topuzunu kaçırarak birilerini yüceltirken Allah’ın yanında ortak koşarcasına şirke bulaşmış olabilir miyiz ? Pek çok ayetteki bölünmeyin, parçalanmayın, gruplara ayrılmayın, size indirileni terk edip, kendisine veli diyenlerin peşine düşmeyin uyarılarını görmemezlikten gelmiş olabilir miyiz ? Eğer öyle ise, kılınan namazların, tutulan oruçların, yerine getirildiği zannedilen yanlış ibadetlerin karşılığının bize olumlu olarak dönmesini bekleyebilir miyiz ? Oysa anlayarak Türkçe mealinden okuduğumuz zaman Kur'anda birçok ayetle değişik şekillerde açıklanmış, müminleri yanlış yollardan döndürecek emir ve uyarıları görmekteyiz.
İSRA 23 – 24 : Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı, anne ve babayı iyileştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “ öf “ deme, onları azarlama, onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı güzel söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki “ Rabbim ! Onlar beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et.
İSRA 25 : Sizin Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer Salihler olursanız elbette O, tam anlamıyla dönenleri bağışlayıcıdır.
Bu ayetlerle öncelikle bizlerin dünyaya gelmesine vesile olan anne ve babamıza karşı olan sorumluluklarımız hatırlatılmakta, Allah'tan başkası, peygamber de dahil, Veli, Mürşit, Şeyh gibi kimseler için ibadet edilemeyeceği belirtilmekte, Allah’ın ilkelerine uymakta gösterilecek samimiyetsizliğe iki yüzlülüğe set çekilmekte, daha önce yapmış oldukları hatalardan dönmek isteyenlere de yeşil ışık yakılmaktadır. Peki biz içimizde olanların farkında mıyız ? Samimi olarak kendimizi, yaptıklarımızı sorgulayabiliyor muyuz ?
İSRA 26 – 28 : Yakınlık sahibine / akrabaya, yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Ve yersiz / kötülüğe harcama yapma, şüphesiz yersiz harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. Ve eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak, akraba, yoksul ve yolda kalmışa yardım etmeyeceksen, o vakitte kendilerine ağır gelmeyecek yumuşak ve tatlı bir söz söyle.
Bu ayetlerde de tevhit inancının bir yansıması niteliğinde olan temel ahlâki ilkelerin sayılmasına devam edilmektedir. Müminlerin sahip olması gereken ekonomik ahlâkın bir göstergesi olarak, servet ve kazançların sadece onları kazananlara ait olmadığı, bu ekonomik değerlerde, akrabanın, yoksulun ve yolda kalmışın da haklarının bulunduğu bildirilmektedir. Ekonomik değerlerin bencilce saçıp savrulması, birçok ihtiyaç sahibinin bu ekonomik değerlerden mahrum kalmasına neden olan bilinçsizce, şeytani bir tutumdur. Çünkü toplumların huzur ve mutluluğunu bozan bir çok sosyal problem, bozuk, bencilce ve savurganlığa dayalı bir mal ve servet kullanımının tezahürleri olarak ortaya çıkmaktadır.
İSRA 29 : Ve elini boynuna bağlanmış yapma / cimri olma, onu büsbütün de saçma / savurganlık yapma. Aksi halde kınanmış ve yaptığına pişman olur kalırsın. 30 : Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediği için rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir. 31 : Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.
Bu ayetteki “ Çocukların öldürülmemesi “ emrine, kız erkek ayrımı yapılmaksızın onların cahil, eğitimsiz, mesleksiz bırakılmamasını da kapsayacak şekilde bakılmalıdır. Çünkü sosyal alanlarda onları donanımsız bırakmak, onları öldürmekten farksızdır. Bu ayetin doğum kontrolü ile bir ilgisi yoktur. Çünkü ayetin orijinalinde yer alan evlât sözcüğü, doğum sonrası aşamayı ifade eden bir sözcüktür. Acaba bu ayetteki asıl mesajı kavrayarak kız çocuklarımızın eğitimi, hayata hazırlanması, ekonomik güce katılması için gerekli hassasiyeti gösterebilmiş miyiz ?
İSRA 32 : Zinaya da yaklaşmayın, yol açacak yollardan uzak durun. Şüphesiz ki o, iğrençliktir ve kötü bir yoldur. 33 : Ve hak ile olmadıkça, Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Ve kim haksızlık edilerek öldürülürse, Biz onun yakınlarına bir yetki vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. 34 : Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da en güzel bir şekilde olması dışında yaklaşmayın. Ahdi / verilmiş sözü de yerine getirin. Şüphesiz verilen sözde sorumluluk vardır. 35 : Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır, ve sonuç olarak daha güzeldir.
Adalet ilkesinin ön planda tutulduğu bu ayette verilen emir çoğul olduğu için tüm kişi ve kurumları bağlamaktadır. Bu emir sadece çarşı pazar esnafını değil, bu emrin hem uygulanmasını, hem de denetimini sağlamakla yükümlü olan kamu otoritesine de verilmektedir. Dolayısıyla bu emir, toplumsal hayatın başta ticari ve mali olmak üzere pek çok yönünü kapsamına almaktadır. Toplum düzeninde oluşabilecek büyük soygunların, yolsuzlukların, suistimal ve haksız kazanç kapılarının daha ilk baştan kapatılması, önlenmesi amacına yöneliktir.
İSRA 36 : Ve hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme ! Şüphesiz kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludurlar.
Toplumsal hayatın ahlâki, hukuki, siyasi, idari tüm yönlerini kapsayan ve bilim, sanat, eğitim alanları için de geçerli olan bu emir, bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmeyi ve ehil olunmayan bir konuda görev üstlenmeyi yasaklamaktadır. Kişinin yeterli araştırmayı yapmadan ve bilgi sahibi olmadan yapacağı her iş, onun “ zann “ ile hareket etmesi demektir. İnsanı zor duruma sokacak bu tür davranışlar, açıkça yasaklanmaktadır.
İSRA 37 : Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme ! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.
Bu ayetle de müminlere bireysel ve toplumsal ilişkilerinde alçak gönüllülükten ayrılmamaları gerektiği mesajı verilmektedir. Bu ilâhi emirden dolayı, İslam’ı gerçekten yaşayan toplumlar, onların yöneticileri, daima mütevazi olmalı, kibir, zorbalık, gurur gibi her türlü kötü özelliklerden uzak kalmaya çalışmalıdırlar. Onların giyecekleri, yiyecekleri, evleri, binekleri hep sade ve gösterişten uzak olmalıdır. Peygamberimizin Devlet Başkanı olduğu halde sadeliğinden dolayı bir yabancının " Hanginiz Muhammed " diye sormak zorunda kaldığı o mütevazi görünümün felsefesi, hayatın her kademesinde yaşanmalıdır. Burada sıraladığımız müminlere emirler niteliğinde olan bu 15 ayet, Yahudi Tevrat kitaplarındaki 10 emir gibidir. Yahudi çocukları dahi bu on emri ezbere bilirler. Bizim Müslüman görünümlü toplumumuzda ise, bu Sûrenin birinci ayetindeki İsra ( gece yürüyüşü ) ile ilgili uydurulan Miraç olayında, Peygamberimize uzay seyahati yaptırılmanın dışında bu öğütlerle kimse pek ilgilenmez.
Kur’anda, Müminun Sûresindeki ayetlerle de müminlerin olmazsa olmaz nitelikleri sayılmaktadır. Toplumsal yaşayıştaki birtakım eylemlerin yapılması, imanın gereği ve tevhit ilkesinin yansıması ve meyvesi olarak sıralanmaktadır. Bunlarla salt imanın mutlaka güzel davranışlarla dışarıya ve toplumsal hayata yansıması gerektiği mesajı verilmektedir.
MÜMİNUN 1 : Kesinlikle inananlar durumlarını korudular. / Zafer kazandılar. 2 : Onlar salatlarında / mali yönden ve zihinsel açıdan paylaşma, dayanışma, yardımlaşma ile dine arka çıkarak destek olmalarında, toplumu aydınlatmaya çalışmalarında gösterişsiz, samimi olan kimselerdir. 3 : Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir. 4 : Ve onlar zekâtı veren / vergiyi veren kimselerdir. 5 – 7 : Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir. Bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir. 8 : Ve onlar emanetlerine ve antlaşmalarına riayet eden kimselerdir. 9 : Ve onlar salatlarını koruyan kimselerdir. 10 – 11 : İşte onlar içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine son sahip olan son sahiplerin ta kendileridir.
Kur'anda Furkan Sûresinde de Allah'ın gerek bu dünyada, gerekse de Ahiret hayatında başarıya ulaşacak kullarını nasıl tarif ettiğini görmekteyiz. Bu ayetlerde Allah'ın davetine uyarak Rahman'a kul olanların sahip oldukları nitelikler belirtilmekte, böylece herkesin örnek alması gereken ideal insan tipi tarif edilmektedir.
FURKAN 63 : Ve Rahman'ın / yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçak gönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman " selam " derler. 64 : Rahman'ın kulları, Rabblerine teslimiyet göstererek ve kulluk görevlerini yerine getirerek gecelerler. 65 - 66 : Ve Rahman'ın kulları, " Rabbimiz Cehennem azabını bizden sav ! Doğrusu onun azabı daimi bir değişim ve yıkıma uğramaktır. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikâmetgâhtır. " derler. 67 : Ve Rahman'ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler. Sıkılık da etmezler. Ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur. 68 - 71 : Ve işte Rahman'ın kulları, Allah ile başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı öldürmezler. Zina da etmezler. Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve salihi işleyenler / düzeltmeye yönelik işler yapanlar bunun dışındadır. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve tevbe edip salihi işleyenler kesinlikle o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. 72 : Ve Rahman'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. 73 : Ve Rahman'ın kulları, kendilerine Rabblerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar. 74 : Ve Rahman'ın kulları, " Rabbimiz ! " Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseleri bağışla. Ve bizi Allah'ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl ! " derler.
İçerisinde insanları kargaşadan ve zulümden engelleyen ilkelerin bulunduğu daha pek çok, açık ve net uyarı ayetleri, Kur’anın çok değişik Sûrelerinde yer almaktadır. Bu ayetler muhkemdir, kesindir ve tek bir anlam ifade ederler. Bu ayetlerden ikinci ve üçüncü başka bir anlam çıkarılamaz.
HÜMEZE 2 – 3 : O ki malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu tekrar tekrar sayandır.
ALİ İMRAN 180 : Ve Allah’ın kendilerine fazlından verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Tam tersi o kendileri için zarardır. Cimrilik ettikleri şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
TEGABUN 15 : Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. 16 : Kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 17 : Allah’a eğer güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat arttırır. Ve sizi bağışlar.
HÜMEZE 1 : Arkadan çekiştirenlerin, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin vay haline !
HÜCURAT 11 : Ey iman edenler ! Bir topluluk diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.
SAFF 2 – 3 : Ey iman etmiş kimseler ! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz ? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında cezayı gerektiren büyük bir suç / günah olarak belirlendi.
NAHL 91 : Ve sözleşme yaptığınızda Allah’a verdiğiniz sözleri yerine getirin. Yeminlerinizi, sözleşmelerinizi sağlama aldıktan ve Allah’ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah, işlediğiniz şeyleri bilir.
ALİ İMRAN 188 : O yaptıkları şeylerle sevinen ve yapmadıkları şeylerle de övülmek isteyenleri sakın hesaba katma ! Onların azaptan kurtulacak bir yerde olduklarını da sanma. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır.
MAİDE 90 : Hamr / aklı örten içecekler, kumar, her türlü kolay kazanç amaçlı şans oyunları, kulluk edilen nesneleri, kişileri temsil eden işaretler, semboller ve fal okları / tüm kehanet araç ve gereçleri, şeytan işinden zarar veren şeylerdir. Bunlardan kaçının.
NİSA 58 : Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.
NECM 39 : Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka bir şey yoktur.
Bu örnek ayetlerde ve Kur’anda daha bir çok ayette görüldüğü gibi uyarılar, toplumsal yaşamdaki insanlar arasındaki davranışlara yöneliktir. Oysa din ve ibadet denildiğinde bu uyarılar ve öğütler hiç kimsenin aklına gelmemektedir. Ülkemizde bugün Din denildiğinde, insanların aklına, ilk önce Cami, Din görevlileri, Hoca, İmam, Şeyh, Efendi, sarık, cübbe, tespih, kandil, türbe, mucize, kehanet, mevlit, ilâhi, tütsü, gibi kavramlar, İbadet deyince de, abdest, namaz, oruç, kadınların tesettürü, camiye gitmek, Hacc ve Umre seyahatleri akla gelmektedir. Dine yönelmek veya dinsizlik, namaz kılmaya, kadınların başını örtmesine endekslenmiştir. Tuvalete sağ ayakla mı girilecek, sağ ayakla mı çıkılacak, bıyık badem mi olacak, kaytan mı olacak, klozet kıbleye mi baktı gibi anlamsız tartışmalarla din hafife alınmakta, mecrasından çıkarılmakta, bayağılaştırılmaktadır. Aksine hak hukuk, adalet, zulüm, tecavüz, açlık, yoksulluk, yolsuzluk, çalma çırpma, işsizlik, çevre talanı görmemezlikten gelinmekte, rutin ve doğal bir hale getirilerek kanıksanmaktadır. İşte o zaman toplumsal yaşamdaki düzen denge, huzur ve mutluluk bozulmakta ve kılınan namazlar, tutulan oruçlar, yapılan ibadetler ve ameller, toplumlardaki huzuru ve mutluluğu tesis etmeye yeterli olamamaktadır. Ayette de belirtildiği gibi, demek ki çalışıp didinmek, yerine getirildiğinin düşünüldüğü ibadetler, Allah katında yeterli görülmemektedir.
Yaşadıklarımızdan ve geldiğimiz noktadan artık ders çıkarılmalıdır ki, İslam’ın olmazsa olmazı, gerçek hak, adalet, doğruluk, dürüstlük, iyi bir toplumsal ahlâk, sözünde durmak, sadakat ve samimiyetle çok çalışıp didinmek gibi evrensel hükümlerdir. Müslümanlık ve İslam miskinlikle, uyuşuklukla bağdaşmaz. Sürekli bir dinamizmi gerektirir. Çağdaş eğitime ve bilime sarılmayı gerektirir. Önemli olan, dinin temelindeki Allah’ın bu hükümlerini hayata geçirebilmektir. Çünkü din yaşanılan hayattan, içinde bulunulan zamanın gereklerinden ayrılabilecek bir kavram ve farklı bir boyut değildir. Ölülerden, ruhlardan, atalardan, ayinlerden, törenlerden, namaz ve oruç gibi nüsuklardan bahsedip, yarabbi şükür deyip cenneti garantiye alındığının düşünüldüğü kişisel ritüeller değildir. Eğer öyle olsaydı Müslüman görünümlü ülkeler, bu gün güllük gülistanlık, huzur ve mutluluğun yaşandığı, dünyada özenilecek bir hayatın hüküm sürdüğü toplumlar olurdu. Artık dine içi boşaltılmış ve şartlanmış bir ritüeller topluluğundaki anlamlar penceresinden bakılmaktan vazgeçilmelidir. İyi bir Müslüman olmak için her şeyden önce eğitimli, bilinçli iyi bir insan olunabilmesi başarılmalıdır. Üç kuruşluk dünya menfaati ve ikbal beklentisi, insanlık onuru önüne geçmemelidir. Bunun için hayata güzelliği, doğruluğu, sevgiyi, merhameti, hakkı hukuku, adaleti katmaya ve tesis etmeye özen gösterilmelidir. Söz namustur felsefesiyle hayatın her alanında kalbin sorumluluk bilinciyle atması, her türlü kötülüğe karşı konulması, mücadele edilmesi, komşunun ve muhtaç olanın yardımcısı, koruyup kollayanı olunması, elinden ve dilinden emin olunan hasletlere sahip olduğu kişiliklerin, ancak din ve ibadetin özünü oluşturacağı bilincine toplum olarak ulaşılmalıdır. Bütün bunlar da toplumun bütün unsurlarının, kesimlerinin, bireylerinin, Kur'anı Türkçe mealinden anlayarak okuyup, Kur’anın öğütlerine harfiyen uyması, Allah’ın gerçek Hakk Dininin yoluna yönelerek hayata geçirilebilmesi ile ancak mümkün olabilecektir. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR