 
 Ülkemizde, son yıllarda özellikle dikkat çekici bir şekilde çok büyük para ve kazanım transferinin yoğunlaştığı, vakıfların, derneklerin, sosyal yardım kurumlarının daha kolay gelir elde ettiği bir araç olarak artmış olan, Din sömürüsünün vazgeçilemez ve en önemli gelir kaynaklarından biri haline getirilen ve özellikle de Müslümanların Allah'a yakınlaşacağım dediği halde, ama aslında en çok uzaklaştığı Kurban Bayramı denilen günlerde sadece kan akıtarak toplu bir şekilde hayvan kesmek olarak bilinen Kurban, bu nedenle çok büyük mücadelelerin döndüğü, neredeyse toplumun bütün kesimini meşgul eden bir sektöre dönüşmüştür. Her ne kadar sadece kan akıtılarak hayvan kesmek olarak bilinen kurban ibadeti için kimileri Dinimizde sünnettir, kimileri vaciptir, kimileri sadece zenginler sorumludur deseler de, artık bugün toplumun büyük bir kısmı geleneklerin baskısından dolayı kendisinin de bir hayvan kesip kan akıtmasının gerektiğini dini bir yükümlülük olarak görmektedir. Öyle ki artık farzdır diyenler de çoğalmıştır ve görünen odur ki İslam’ın en büyük farzı haline de getirilmiştir. Bu nedenle ekonomik gücü olan da, olmayan da taksitle veya borç harç da olsa hayvan kesmeye, kan akıtma kervanına katılmaya çalışmaktadır. Halbuki tamamen ilkel toplumlarda pagan inancından aktarılan bir gelenek olan ve aslında üstelik Kur'anda da böyle bir hayvan kesme ile ibadet etme şeklinin bulunmamasına rağmen, maalesef uydurma hadis ve rivayetlerle Müslümanlarda çok yaygınlaşmış, kökleşmiş ve vazgeçilemez bir uygulama haline getirilmiştir. Kurban denilince tabii ki ülkemizde akla hemen o günlerde kurulan hayvan pazarlarındaki kol koparılırcasına yapılan hararetli pazarlıklar, kaçan hayvanların kovalanıp korkutularak saldırgan yapılması, Cemaatlerin, değişik kurumların deri kapma savaşı, etlerin, bağışların toplanma yarışı, kan revan içinde kalan kırsaldaki sokaklar, atılmış bağırsaklar, pervasızca katliam gibi kesilen hayvanlar, kirletilen çevre ile Anadolu’da sucuk doldurma ve kavurmalarla mangal keyifleri gelmektedir. Ortada Allah rızası, Kur'anın öğütleri, Din – Diyanet, akıl, vicdan görülmemekte, fakirin, et yemeyenlerin adı alet edilerek, onların yerine deri ve kurban bağışı fırsatçılarının sektörü beslenmektedir. Bu arada derin dondurucu dolap satışları tavan yapmakta, etlerle tıka basa doldurulmaktadır.
Allah'ın Hakk Dini İslam'da hiç bir dönemde, hayvan veya canlı bir varlık keserek kurban diye bir emir olmadığı halde İnsanoğlu, çok eski dönemlerden bu yana tamamen uyduruk ve totemcilik olan ilkel ve beşeri dinlerde, yaratılışından bu yana binlerce yıldır korktuğu, ürktüğü doğa olayları ve göremediği güçlere karşı, korunma amaçlı olarak kendisinden bazı şeyleri feda etmiştir. Ve tapınak sunaklarında yerine göre herhangi bir canlı varlığı feda ederek kestiği şeylere de kurban denilmiştir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca bütün dinlerde yanlış da olsa toplumsal olarak yerine getirilen kurban inancı vardır. Kurbanlar / feda edilenler, tarih boyunca değişik kültürlerde bazen insan olmuş, bazen kadın olmuş, bazen çocuk olmuş, bazen de altın, gümüş, ziynet eşyaları, hayvanlar, bitkisel yiyecekler olmuştur. Bu kültürlerden yanlış olarak bizim ülkemize de aktarılmış olan bu kurban inancı, zaman zaman bizde adak / Nezir kişinin kendi kendini borca sokması, şükür, asker, çocuk edinme, açılış törenleri adlarında çeşitli beklentilerle eda edildiği gibi, bütün kültürlerde de temelde pazarlık ve korunma beklentisi içerisinde Tanrılara ve tapınaklara adanmıştır. Oysa Enam Sûresinin 136 - 139. ayetlerinde " Ve onlar, Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a bir pay ayırdılar da kendi sapık inançlarına göre " Bu Allah için, şu da ortaklarımız içindir " dediler. İşte ortakları için olan pay Allah'a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür......" ifadeleriyle başlanılarak, ve Maide Sûresinin 103. ayetinde de pay olarak ayrılan bu hayvanların isimleri açıklanarak " Allah, bahîre'den, sâibe'den, vasîle'den ve hâm'dan hiç birini ön görmemiştir. Ancak kâfirler, Allah'a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve onların çoğu akıl erdirmez. " ifadeleriyle müşriklerin samimiyetsiz, yanlış ve çıkarcı davranışları nedeniyle bu sapık inançları ve uygulamaları, Rabbimiz tarafından alayla karışık bir azarlama ile terslenmekte, bizde de üçte biri fakirlere, üçte biri misafirlere üçte biri de kendimize denilerek akılsızca yapılan paylaştırmanın gülünçlüğü vurgulanmaktadır. Böylece haklar, paylar, kurban tipi diye uydurulmuş şeyleri de Allah'ın onaylamadığı, kimseden bu tür paylaştırmayı istemediği de belirtilmektedir.
Aslında ilkel ve çok tanrılı pagan inançlarında olan bu tür kurban inancı, ülkemizde bugünkü anlayışı ve uygulaması ile Kur'anın Hakk Dini İslam'da hiç bir dönemde ve Peygamberimizin zamanında da olmamasına rağmen, Kur'anın bazı ayetlerinin ve içinde yer alan sözcüklerin yanlış yorumlanması, asıl mesajlarından saptırılması, ardından Peygamberimizin vefatından bir süre sonra adına uydurulan rivayetlerle de Allah'a yakınlaşmak için bir hayvan kesimiyle kan akıtarak bayram yapmak, bizim dinimize de geleneksel, toplu bir ibadet şekli olarak yerleştirilmiştir.
Kurban kavramının Kur'anımıza göre aslında Allah'a yakınlaşmak için, ihtiyacı olan insanlarla paylaşmak, yardımlaşmak için, insanların yararına yapılan her türlü maddi ve bedensel fedakârlıklar olması gerektiği halde, bu inancın doğrudan doğruya sadece kan akıtılarak bir hayvan kesmeye dayandırılması, hayvanların en kıymetli servet olduğu, zenginliklerin hayvan sayılarının çokluğu ile ifade edildiği tarım toplumları dönemlerinde söz konusu olmaya başlamıştır. İslam’ın Arap toplumunda doğuş yıllarında da aynı anlayış ve yapı ile, müşrik putperestlerce genellikle tapınaklarda Tanrılar adına bağışlanan koyun, keçi gibi hayvanlarla yapılır idi. Müslümanlıkla beraber Peygamberimizin zamanında olmadığı halde, vefatından yıllar sonra ortaya çıkartılan bir uydurma rivayetle ihdas edilen Kurban Bayramı ve o günlerde toplu olarak hayvan kesilerek kurban adının verilmesi ile, ilkel dinlerdeki anlayıştan farklı olarak, sözde destekleşme, dayanışma, yardımlaşma ve paylaşmayı yaygınlaştırmak, sosyal adaleti tesis etmek, yoksul insanların et yiyebilmesini, zenginlerin de bu paylaşmaya destek olmaları ile katılımlarının sağlanması bahanesi ve anlayışı ile dini bir ibadet geleneği oluşturulmuştur. Bu bağlamda Kur'an dışında Fıkıh kitaplarında uydurma hadis ve rivayetlerin esaretinden kurtulamayarak yazılan kurban konusu ele alınırken, Kur’anda geçen bazı ayetlerin içindeki bazı sözcükler, zorlamalarla mutlaka kurban adıyla kan akıtıp hayvan kesme anlamına dayandırılıp açıklamalar yapılmaktadır. Halbuki Peygamberimizin hayatında bir kez yerine getirdiği Kur'anın Hacc farızası içerisinde gelecek misafirler için Devlet Başkanı olarak kestirdiği hayvanların dışında Kur'anın hiç bir yerinde, toplu olarak hayvan kesin ve o günü bayram yapın diyen bir ayet ve uygulama yoktur.
Eğer dinimizin gereği olan salat / destekleşme, yardımlaşma, dayanışma anlamında olan fedakârlıklar, gerçekten samimi olarak bir hayvan kesip etlerinin fakirlere dağıtılması ile yerine getirilmek isteniyorsa ! İsteyen yılın her hangi bir zamanında istediği zaman hayvan kesebilir, istediğine yedirebilir, istediğine istediği kadar dağıtabilir, karışan, engelleyen elini tutan mı var ? Senenin bir gününün bu iş için beklenmesinin ne gereği olabilir ? O ihtiyaç sahibi insanlar bir yıl boyunca hiç et yiyemeden sadece bir günü mü beklesinler ? Fakat bunlara rağmen bugün Kurban Bayramı denilen günlerde çok etkili bir ibadet geleneğine dönüştürülmüş olan bu toplu olarak hayvan kesme konusunun sorgulamasını tabii ki biz, Kur'anın dışında uydurulan hadis ve rivayetlerle yaşanan dinlerle değil, Hakk Din İslam'ın temel kaynağı Kur'an ile yapmaya çalışacağız.
Mezhep Ulemasının oluşturduğu Fıkıh kitaplarında, ekran yıldızı ünlü konuşmacılarca, Saffat Sûresindeki " zebhin " sözcüğü, Kevser Sûresindeki " venhar " sözcüğü, gerçek anlamından saptırılmış, Hacc Sûresinde 33 - 37. ayetlerinin orijinalinde kurban sözcüğü bulunmadığı halde, bir çok çeviri meallerinde keyfi olarak ekleme ile kurban sözcüğü kullanılmıştır. Ayetlerdeki " hedy " sözcüğü de aslında orada eğitim görecek olan Hacı adaylarının yemesi için zenginler ve infak etmek isteyenler tarafından hediye olarak gönderilen hayvanların kesilmesi ile ilgili olduğu halde ifadeler doğrudan doğruya kurban kes anlamına gelmemektedir. Bütün bunların yanı sıra da Maide Sûresinin 27. ayetiyle başlayan paragrafta aslında Yahudilerin Allah'a yakınlaşması anlamıyla yapılan uyarılar için yer alan " kurban " sözcüğü de yine gerçek anlamından saptırılarak kurban kesme yorumlamalarına delil olarak gösterilmiştir. Biz de kurban üzerine delil olarak gösterilen bu ayetleri incelemeye çalışacağız ;
* Saffat Sûresinin 83 – 113. ayetleri arasında İbrahim Peygamber kıssası olarak anlatılan konularda 99. ayette geçen “ Zebhin “ ve 102. ayette geçen “ Menam “ sözcükleri gerçek anlatılmak istenen anlamlarından farklı olarak klasik ve gelenekçi müfessirlerce “ İbrahim Peygamber’in rüyasında oğlunu kurban ederek kestiği “ şeklinde çeviriler yapılınca, bu çeviriler, bize kurban kesmek İbrahim Peygamberden gelen bir sünnettir şeklinde nakledilmiş ve insanların belleklerine bu şekilde yerleştirilmiştir. Oysa, ayetlerin orijinalinde, asıl Allah’a yakınlaşmak anlamında olan, ne “ kurban “ sözcüğü, ne de bu sözcüğün kökü olan “ kurb “ sözcüğü, ne hediye / bağışlama sözcüğü, ne gökten indirilen koyun, ne de enam / hayvanlar sözcüğü geçmez. Aslında İbrahim peygamberin oğlu ile konuşmasında “ Rüyamda seni kurban ediyorum “ gibi bir anlam da yoktur. Çünkü ayetlerle konunun paragraf bütünlüğü içerisindeki anlatımlarına göre, İbrahim Peygamber'in kavmi, Allah'ın ayetlerine karşı ilgisizdir, duyarsızdır, adeta gaflet içerisinde uykuda olan, uyuyan bir toplumdur. Menam sözcüğünün anlatmak istediği rüya değil, duyarsızlık ve gaflet içerisinde uykuda olunan mekândır, ülkedir. Üstelik de bu kavmin insanları taptıkları tanrılarına, putlarına kadınları öldürerek kurban etmekte ve İbrahim Peygamber de Allah'ın vahyi olan, haksız yere bir can öldürmenin günah olduğunu onlara anlatmaktadır. Bu konularda yazılmış hadislerin, rivayetlerin hepsi uydurmadır. Yahudi din adamlarının dini kitapları Talmut'ta geleneklerini de din yaparak yazdıkları, bize de aynen aktarılan hayal ürünü senaryolardır. Gökyüzünde çayırlar, meralar, hayvan sürüleri yoktur ki gökten bir koç indirilsin. Tamamı Allah’ın değişmez yaratma ve yönetim hükümleri, doğa kanunları ile Sünnetullah'a aykırı anlatımlardır. Bu ayetlerde ana fikir olarak anlatılmak istenen aslında ; İbrahim Peygamberin çok istediği şey, çok yaşlandığı halde öncelikle bir erkek evlattır. O da kendisine verilmiştir. Sonrasında da Allah’a yakınlığı test edilmek suretiyle, en çok sevdiğini feda edip etmeyeceği sorgulanmıştır. Ve bu nedenle Saffat Sûresinin 106. ayetinde de “ Şüphesiz bu, kesinlikle apaçık yıpratarak sınamadır. “ denilmektedir. Bu sınavda İbrahim Peygamber, oğlunu diri diri kesmeye yatıracak kadar şizofren bir hasta değildir, böyle bir kişi de zaten peygamber yapılmaz. O bilakis çok sevdiği biricik oğlunu tam korumaya, gözetilmeye ihtiyacı olduğu bir yaşta, Allah'ın emrine uymak, O’na yakınlaşmak için Mekke’de yalnız, korumasız, babasız, bırakarak oğlundan vazgeçmiştir, onu feda etmiştir. İşte bu ayetlerde ( zebhin ) sözcüğü ile verilmek istenen asıl mesaj ve Allah’a eylemlerle yakınlaşmak budur. Dolayısıyla bu ayetlerle anlatılan Peygamber kıssasında, rüyada veya gerçekte çocuk veya bir hayvan kesilmesi olayı da yoktur. ( İbrahim Peygamber’in Rüyası ve Kurban başlıklı yazımızda, daha geniş bilgi bulabilirsiniz )
* Kur’anda Kevser Sûresinin 2. ayetindeki “ ve'nhar “ sözcüğü de fıkıh kitaplarında ve kurban kesme üzerine konuşanların en çok saptırma ile delil gösterdikleri sözcüklerden birisidir. Çünkü bu Sûrenin çevirisinde piyasadaki meallerin büyük çoğunluğunda, Diyanet çevirileri de dahil bu sözcüğün karşılığı olarak " Rabbin için kurban kes " şeklinde meallendirmeler yapılmıştır. Her ne kadar Ragıp El Esfehani sözlüğünde bu sözcük Hacc ibadeti esnasında yanlış olarak kurban kes anlamında çevrilmiş ve buna istinaden bazı ünlü İlâhiyatçı profesörler de bu ayetin Peygamberimize Arafat’tan Müzdelife’ye geldiğinde nazil olduğundan dolayı bu sözcük bir kurban kesme emridir ve farzdır dese de ; Bu kabuller tarihi gerçeklerle uyuşmamaktadır. Çünkü Kevser Sûresi Peygamberimizin görevinin başındaki ilk yıllarda nazil olmuştur. Bu yıllarda da Hacc ve Hacc esnasında hediye olarak kesilmesi gereken hayvanlarla ilgili ayetler, henüz nazil olmamış ve neredeyse bu Sûrenin indirilmesinden yaklaşık on beş yıldan sonra Medine'de vahyedilmiştir. Peygamberimiz de Kur’andaki Hacc ayetlerinin indirilmesinden sonra ölümüne çok kısa bir süre kala, hayatında bir defa Kur'anın Hacc'ını yapmıştır. Bu esnada Devlet başkanı sıfatıyla misafirlere ikram edilmek, infak etmek üzere hediye olarak gönderilen hayvanları kestirmiştir. Onun öncesinde müşrikler, zaten Kendisini Hacc etmek için Mekke'ye dahi sokmamışlardır.
Her ne kadar Arap dilinde “ nhar “ sözcüğünün göğüs göğüse, karşı karşıya gelme temelinde pek çok olan anlamının yanı sıra, yine göğüs ekseninde kullanılan anlamlarından biri de “ Deveyi göğsünden bıçakla “ şeklinde ise de, bu anlam kurban kes anlamına değil, sadece deve kes anlamına gelir. Oysa her türlü baskı ile yanlızlaştırılarak o günlerde toplumdan tamamen tecrit edilmiş olan Peygamberimizin içinde bulunduğu zor koşullardan dolayı çevresinde olmayan kişilere deve kesip yedirecek, bayram yapacak hali de koşulu da yoktur. Peygamberimiz, zaten Allah'a yakınlaşma yolunda ve Allah adına mücadele verme çabası içerisindedir, bu yolda varını yoğunu da tüketmektedir. Müşrikler sürekli yoluna engel çıkarmakta, aşağılamakta, çeşitli eziyetlere baş vurmakta iken bir de onlara kurban kesip et mi yedirecektir. Ayetteki ifadeleri " Rabbin için kurban kes " diye çevirmenin de o şartlarda mantıklı ve tutarlı bir yanı olamaz. Kevser Sûresinin içerisinde Kurban ile ilgili tek bir ifade dahi yoktur. Üstelik " Kurban kes, Kurban kesmek " gibi ifadeler, Arap dil kurallarına, Kurban sözcüğünün anlamına göre yanlış ifadelerdir. Ayette asıl anlatılmak istenen ise, Peygamberimizin içinde bulunduğu sıkıntılı ve üzüntülü durumunda, O’na moral ve güç vermek için teselli etmek, yılmadan sabırla görevine devam etmesini istemektir. ( Kevser Sûresi ve Kurban başlıklı yazımızda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. )
* Peygamberimizin Medine’ye hicretinden sonra İslam’ın güçlenmesiyle beraber, Kâbe’de / Mescidi Haram’da müşriklerin sapkın Hacc uygulamalarını ortadan kaldırmak ve ıslah etmek üzere Hacc ile ilgili ayetler nazil olmaya başlamıştır. Bu ayetlerden Hacc Sûresinin 33 – 37, Bakara Sûresinin 196, Maide Sûresinin 2, 95. 97. Fetih Sûresinin 25. ayetlerinde İlâhiyat eğitimini hedef kılıp Hacc yapanlar için, mali gücü iyi olan kimselerin hedy sözcüğü ile hediye / bağış olarak gönderdiği ve orada kesilecek hayvanlardan söz edilir. Aslında orada kesilecek bu hayvanlar, orada Hacc yapanların / İlâhiyat eğitimi görenlerin yiyecekleri olmakla beraber, bağışta bulunan varlıklı kişileri Allah’a yakınlaştıracak infaklardır, fedakârlıklardır, eylemlerdir. Fakat bugünkü dünya konjonktüründe artık buna da gerek kalmamıştır, zaten ortadan da kalkmıştır, hem Hacca gidenlerin sayısı artmış, hem de kendi ihtiyaçlarını ve iaşelerini hacıların kendileri karşılar olmuştur. O zamanın koşullarına, anlayışına göre Kur’anın bu çok yerinde olan gerçek mesajı, bugün ise mecrasından saptırılmış, ayetlerin orijinalinde " kurban " sözcüğü yer almadığı halde ve Bizim ülkemizden başka hiç bir Müslüman ülkesinde kurban sözcüğü, hayvan kesmeye verilen bir ad olarak kullanılmaz. Aslında Araplarda kuşluk vaktinde devenin otlatılması, bunun yanında koyun kastedildiğinde de kuşluk vaktinde kesilmesi anlamlarında olduğu halde, ama buna rağmen Fıkıh ve ilmihal kitaplarında, pek çok uydurma rivayete dayandırılarak yer alan, udhiyye sözcüğü ile oraya giden Hacı adaylarının kendilerinin keseceği bir hayvanın şükür kurbanı ibadeti ritüeline dönüştürülmüş, maalesef Din sömürüsünün önemli bir aracı haline getirilmiştir. Bu hediye kurbanların kesilmesi ile ilgili olarak Kütübi Sitte'deki bir rivayet, değişik kişilerin versiyonu halinde anlattığı 26 adet uydurulmuş rivayete dönüşmüştür. Artık bu rivayetler çerçevesinde hacı adaylarının şükür kurbanı adı altında, görmedikleri ve sadece vekâlet verilerek hayvanlarını kendilerinin kestirmesi inancı ve geleneği yerleştirilmiştir. Hoş, bugün Hacc ibadeti uygulamaları da Kur'anın Haccından çok farklı ve şirkle dolu bir yapıya dönüştürülmüş, Tevhit öğretisi, Yüksek İlâhiyat Eğitimi diye bir anlayış kalmamış, kimse yaptığı Umre ve Haccın ne olduğunu, zaten zengin olan Suud ailesini daha da zengin eden, milyonlarca doların döndüğü, vekâleten kestiğini zannettiği hayvanın akıbetini sormaz olmuş, büyük harcamalarla kendi iaşesini lüks otellerde kendisi temin eder ve Allah'a yakınlaşacağım derken daha da uzaklaşmış, başarıyla çöl turizmini yaşamış olarak ve ortak olduğu şirki de sırtına yükleyerek ülkesine dönmüş olur.
* Kurban sözcüğü, Kur'anda bizzat Ali İmran 183, Ahkaf 28, Maide 27 – 31. ayetlerinde anlatılan konuların içerisinde doğrudan doğruya yer alır. Fakat bütün bu ayetlerde geçen “ Kurban “ sözcüklerinin, kan akıtılarak hayvan kesimleri ile yakından uzaktan herhangi bir ilgisi yoktur, bilakis " Allah fakir, biz zenginiz " diyen sapkın Yahudilerin ve müşriklerin inanmama bahaneleri ve Allah'a yakınlaşma vesilesi olabilecek fedakârlıklardan uzak durmaları anlamında kullanılmıştır. Maide Sûresinin ayetlerinde, iki Ademoğlu ifadesiyle iki kişinin kan akıtarak hayvan kesmek değil, Allah’a sundukları iki farklı kurban / fedakârlık / Allah'a yakınlaşma vesilesi anlatılmaktadır. Buna rağmen Fıkıh kitaplarında hayvan keserek kan akıtma şeklinde olan kurban geleneği, taa Adem Peygambere kadar dayanır denilmektedir. Böylece bize daha önceki dinlerin rivayetlerine dayanarak dini inancı içerisinde ulaşan ilk kurban olayı da, Adem Peygamberin iki oğlu arasındaki kurban sunumunda, birinin kabul edilip diğerinin kabul edilmediği temasıdır. Yahudilerin dini kitapları Kitabı Mukaddeste Adem Peygamber kastedilerek, oğullarına da Habil ve Kabil ismi verilerek çok ayrıntılı uydurma hikâyelerle bu konu anlatılır. Ve Kurban inancının temeli olarak da insanların inançlarına Adem Peygamberin oğulları Habil ve Kabil de kurban kesti diye yerleştirilmiştir. Kitabımız Kur'an da İnsanlar tarafından masallaştırılmış olan bu konuyu açıklığa kavuşturmak amacıyla, aslında hayvan kesmek anlamında değil de, fakat Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak sunulan kurban / fedakârlık eylemlerinin temsili anlatımı ile kendi mesajına yer vermiştir.
MAİDE 27 – 29 : Onlara ibney Ademe / iki Ademoğlunun haberini de hakkıyla / gerçeği ile oku. Hani her ikisi Allah'ın rızasını kazanmak için birer kurban sunmuşlardı / bir araç edinmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. O, “ Seni kesinlikle öldüreceğim “ dedi. Diğeri : “ Allah, yalnız muttaki olan / Sakınan / Kendisinin koruması altına girmiş kişilerden kabul eder. Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben elimi, seni öldürmek için uzatacak değilim. Şüphesiz ben alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. Şüphesiz ben isterim ki sen, beni öldürmen nedeniyle oluşacak günahı ve kendi günahını yüklenip de Ateşin ashabından olasın ! Şirk koşarak, küfrederek yanlış ; kendi zararlarına iş yapanların da cezası budur. “ dedi. 30 : Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsühü / bencilliği kendisine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi, sonra da onu öldürdü. Kendisi de zarara uğrayanlardan oluverdi. 31 : Sonra Allah, hemen ona kardeşinin cesedini nasıl gömmekte olduğunu göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O, “ Yazıklar olsun bana, ben şu karga gibi olmaklığımla aciz mi oldum da kardeşimin cesedini gömüyorum “ dedi. Sonra da pişman olanlardan oldu.
Ayetlere göre bu iki kişiden biri hayvancılıkla uğraştığından, kendisini mal tutkusuna ve bencilliğine kaptırmadan, gönül rızası ve samimiyeti ile et, süt, peynir gibi hayvansal ürünlerinden feda ederek Allah’a yakınlaşmak için bir sunum yapmış, ihtiyacı olan insanlarla bu ürettiklerini paylaşmış, doğru bir eylem yürütmüş, fedakârlığı, sunumu, davranışı kabul edilmiş ve kısa bir süre sonra da kendisine verilen nimetlerin çoğalmasıyla Allah'tan karşılığını görmüş. Diğeri ise bahçe ve tarla işleri ile uğraşırken kıskançlığı, mal tutkusu ve bencilliği sonucu Allah’ın olan mülkü sahiplenerek, bahçesini çitle çevirerek sınır ve başkalarına engel koymuş ve bu yapısı ile bahçesindeki meyve, sebze gibi bitkisel ürünlerle Allah'a sunduğu kurban ( fedakârlık ) onu Allah’a yakınlaştıramamış, sunumu ve davranışı kabul görmemiştir. Nedeni ise kıskançlığı, kibri, bencilliği ve mal tutkusu olmuş, sunumunun karşılığını da alamamıştır. Aslında ayetlerde isim de belirtilmediğinden, sözü edilen kişiler doğrudan doğruya Adem Peygamberin oğulları da değildir. Ayetin orijinalinde geçen “ İbney Ademe “ tamlaması, Adem peygamberin iki oğlu demek değil, Adem oğullarından herhangi bir zamanda Adem gibi bilgilenerek ünsiyet sahibi olması gereken, Adem'in izinden giden iki kişi demektir. Buna rağmen pek çok tefsirde “ Adem’in iki oğlu “ olarak çevrilmiştir. Çünkü bu ayetlerin yer aldığı paragraf bütünlüğünde Beni İsrail / İsrail oğulları konu edilmektedir. Ve bu ayette de aslında aynı zihniyette ve karakterde olan İsrail oğulları muhatap alınmaktadır. Bu nedenle 32. ayette de " İşte bunların cereyan edişinden dolayı Biz, İsrail oğullarına " Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. " şeklinde farz kıldık. Ve kesinlikle elçilerimiz onlara açık delillerle geldiler. Sonra da şüphesiz onların birçoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı davranan kimselerdir. " denilerek insanı öldürmenin veya yaşatmanın ayrıntılarına çok ciddi uyarılarla yer verilerek bütün insanlık için farz kılınmaktadır.
Ayetlerde sözü edilen “ Kurban “ ise aslında doğrudan doğruya sadece hayvan kesmek, kan akıtmak değil, Allah’a yakınlaşmak amacıyla yapılan secde etmek, ( boyun eğip teslim olmak ) bu inançla salat etmek, ( destekleşmek, paylaşmak, yardımlaşmak, dine arka çıkmak ) mal ve can ile, maddi, manevi olarak gösterilecek fedakârlıklarla Allah yolunda mücadele etmek, yetimin ikramı, salihatı işleme ( doğruya yöneltme ) gibi her türlü güzel davranışın, amelin, vesilenin adıdır. Sebe Sûresinin 37. ayetinde de " Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve salihatı işlerse / Düzeltmeye yönelik işleri yaparsa, işte onlar, kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık alanlardır. Ve onlar yüksek köşklerde güven içindedirler. " ifadeleriyle gördüğümüz gibi Kurban, Allah'a yönelmek, yakınlaşmak için her vesileye sarılmak, özellikle en çok sevdiği şeylerden feda ederek ihtiyacı olanlara verip başkalarıyla paylaşmak, dağıtmak, yardımlaşmak olduğu halde, buna rağmen Peygamberimizin vefatının ardından, Arap Emevi yozlaşmasıyla anlamı daraltılarak sadece Allah’a yakınlaşabilmek için yılda bir kere kan akıtarak, topluca kesilecek olan hayvan anlayışına endekslenmiştir. Ve sarayda beslenilen, Ulema denilen kişilere uydurtturulan hadislere ve rivayetlere dayandırılmıştır. Oysa Kur’anın Hakk dini, mistik hikâyelerin, masalların, hurafelerin dini değildir. Doğrudan yaşamın, mülkün sadece Allah'a ait olduğu bilincinin ve insanın insan olabilmesinin dinidir. Bu bakımdan Kur’anın anlattığı Kurban, Yüce Rabbimizce asıl önemli olanın, Arap dilinde “ Kurb “ kökünden gelen, “ Allah’a yakınlaşmak “ anlamının bir uzantısı olarak, Allah’a yakın olma fiillerinin ( amel ve vesilelerin ) tamamıdır. Bu fiillerin özünü anlamak için de Rabbimizin, Kendisine ancak sadece bağlılığın, sakınmanın ve takvanın ulaşabileceğini bildirdiği Hacc Sûresinin 37. ayetindeki, " Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah’a ulaşmayacaktır. Ancak O’na sizden takvanız / bağlılığınız, sakınmanız, Allah’ın koruması altına girmeniz ulaşır. " ifadeleriyle Hacc yapanlar için varlıklı kişilerin, infak etmek için hediye olarak gönderdiği hayvanların kesilmesi ile ilgili olarak verilen gerçek mesajı çok iyi anlamak gerekecektir.
Bu ayetin bize aktardığı çok önemli mesaja göre, kestiğiniz, hediye edeceğiniz hayvanların hiç bir ilâhi değeri yoktur, onun üzerine binerek olmayan sırat köprüsünden geçemezsiniz. Bu size bir ayrıcalık da tanımaz. Sadece sizin Allah'a, ayetlerine bağlılığınız, bu yolda göstereceğiniz çabalarınız, takvanız / sakınma bilinciniz, fadakârlığınız ancak sizi kurtarabilir denilmektedir. Bugün ülkemizde genel olarak görülen uygulamalarla, yaşamı boyunca infak etmemiş, hiç bir şeyini paylaşmamış, sermaye ve mal tutkusu ile yatıp kalkmış, birilerini sömürmüş, kendisini toplumun ve halkın üstünde görmüş olanların Allah’tan kopuk bir yaşama rağmen ibadet ve geleneğin zorunluluğu olarak algılanıp kesilen, öldürülen hayvanlar, Kur’an ayetlerine göre asla Kurban değildir. Ancak Adem oğullarından birisinin sunduğu kurban gibi, bencillik nefsinin doyurulması ile geleneklere yönelik bir eylemdir. Aslında “ Kurb “ sözcüğünün ifade ettiği yakınlık, kişinin Allah'tan uzak sürdürdüğü yaşamını gözden geçirmesi, yakınlaşma adına eylemlere geçmesi, çaba ve emek harcaması, fedakârlıklara yönelmesi olmalıdır. Bu eylem yılda bir kez, sadece bir gün bir hayvanın kanını akıtmakla olmaz, Allah’a sürekli yakın olma eylemleri ile ancak mümkün olabilir. Kur’anda, Kurba sözcüğü ile yakınlaşma eyleminin uygulanış biçimi, Bakara Sûresinin 83. ayetinde " Ve hani Biz, İsrailoğullarının kesin sözünü almıştık : “ Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana babaya, / izl kurba yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz, salatı ikame ediniz / mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma, toplumu aydınlatma, eğitim ve sosyal yardım kurumları oluşturunuz, ayakta tutunuz ve zekâtı veriniz. “ Sonra çok azınız müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz yüz çeviren kimselersiniz. " denilerek çok güzel veciz bir ifade ile anlatılmaktadır.
Ayette Allah’a yakınlaşmak için halka yardım etme, dayanışma, paylaşma, yardımlaşma, eğitim ve öğretime önem verme, mal ve servet yığmaktan kaçınma, sevdiğimiz şeylerden fedakârlık yaparak Allah yolunda ve yoksul insanlar için, yakınlar ( yakın çevremizde gördüklerimiz ) ve yetimler için harcama gibi bir bütünlük anlatılmaktadır. Ezcümle yakınlaşmanın yolu, yetimlerden, miskinlerden, yardıma muhtaç olan insanlardan geçmektedir. Ama ayette bunun öncesinde de çok önemli bir uyarı bulunmaktadır. " Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz " diye nefis, bencillik, hırs gibi duyguları aşırı bir tutku ile put yapmadan ve bunları üretenlerden, Hacı, Hoca Efendi, Şeyh, Seyit, Şıh, Cemaat İmamı gibi şirk batağında olanların peşine düşmeden, Hakk Dini sadece Allah’a özgülemek de Allah’a yakınlaşmanın en önemli adımı olarak belirtilmektedir. Bunun yanı sıra Müslümanın kendisini Allah’a yakınlaştıracağının belirtildiği ve bu fiillerin, amellerin neler olabileceği Kur’anda pek çok ayetle de anlatılmaktadır. ( Alak 19. Vakıa 11, Fatır 32. Tevbe 100. Mümin 7. ) gibi ayetlerde de genel olarak ana hatlarıyla, secde edip, boyun eğerek Allah’a ve ayetlerine teslim olma, hayırlarda hep ön planda olma, gerektiğinde maldan, yurttan olma, mal ve can ile Allah yolunda insanlık adına mücadele etme ve çaba harcama. ! ayrıntıları anlatılmaktadır.
Yukarıda ele alıp kısaca açıklamaya çalıştığımız ve fıkıh kitaplarında, din adına kurban konusunda konuşanlarca delil gösterilen ayetlerde, aslına bakılırsa konu edilen olayların, bugün ülkemizde uygulanan hayvan keserek kan akıtma anlayışı ile hiç bir ilgisi yoktur. Üstelik de Rabbimiz, Nisa 92, Bakara 178, Maide 32, Enam 151, İsra 33 ayetlerinde haksız yere insan öldürmeyi, haksız yere cana kıymayı da yasaklamaktadır.
Ülkemizde, Peygamberimizi seveceğiz, Onun izinden ve sünnetinden gideceğiz, hadislerine uyacağız diyerek, Kur'anı geri planda bırakıp, sadece Arapça hiç bir şey anlamadan okuyup, adeta terk edip, Kur’an doğrultusunda Allah inancını doğru bir zemine oturtturamayanlar, Kur’anın mesajlarını yeterince doğru ve gerektiği gibi algılayamayanlar, bugün uydurma hadis ve rivayetlerle uygulanmakta olan toplu olarak Kurban ( hayvan kesme ) kan akıtma şartlanması ile dahil oldukları sömürü ve şirk düzeninde, Allah’a yakınlaşıyorum derken aslında O’ndan hızla uzaklaşmaktadırlar. Zira kutlanan Kurban bayramının bu günkü anlayışı ile kesilen hayvanlar, aynen çok tanrılı, ilkel pagan inançlarındaki kurban anlayışından pek farklı görünmemekte, şirk dininin görüntülerini yansıtmaktadır. Peygamberimizin sağlığında, Onun yanında yaşayanlar elbette ki, Kur'an ayetlerinin Elçiye uyun emrinin gereğini Kur'an öğretisi içerisinde en doğru bir şekilde yerine getirmişlerdir. Peygamberin zamanında ne Mekke'de, ne de Medine'de Hacc ibadeti farz olununcaya, İlâhiyat eğitimi için Hacc yapan İlâhiyat öğrencilerine hediye edilecek hayvanlardan söz edilen zamana kadar, rivayetlerin, tarihi belgelerin hiç birinde kurban olayı ile ilgili bir anlatım yoktur. Peygamberimiz ve o günün Müslümanları toplu olarak kurban kesme şeklinde bir ibadeti kesinlikle yapmamışlardır. Bugün ise biz de eğer gerçekten Allah'a ve Elçisine uymak, O'nun izinden gitmek istiyorsak, şahsına atfedilen uydurma hadislere değil, O'nun bize yegâne emaneti olan Kur'ana sahip çıkmamız ve bu Kitabı anlayarak okumamız gerekir. Kur'anın anlattığı Kurban anlayışına göre ve de İslam'da toplu bir şekilde hep birlikte kan akıtarak hayvan kesin diye bir emir yoktur. Allah'a yakınlaşmak isteyen bir mümin, yılın değişik zamanında istediği kadar hayvan etini yoksullara dağıtarak veya yedirerek Allah'a yakınlaşabilir ve adı Kurban olur. Tarlasında, bahçesinde sebze, meyve yetiştiren bir mümin, fazlasını veya istediği kadarını yoksullara dağıtır, Allah'a yakınlaşır ve adı Kurban olur. İhtiyaçtan fazla olan parasını sürekli olarak yoksullara dağıtan, sosyal yardım kurumlarına bağışlayan bir müminin infakı Allah'a yakınlaşmak olur ve adı Kurban olur. Bir yetimin başını okşaması, müminin, destekleşmek, yardımlaşmak ve paylaşmak üzere yaptığı her türlü güzel davranış ile Allah'a yönelip O'nu anması, Allah'a yakınlaşmak olur, adı kurban olur. Bir amelin kurban olabilmesi için, mutlak olarak kan akıtılması gerekmez. Allah'a yakınlaşmak için bir vesile ile Allah'ı arayanlar, O'nu ancak fakirlerin, yetimlerin, yardıma muhtaç olan insanların, Eğitim, Öğretim ve Sosyal Yardım Kurumlarının yanlarında bulabilirler.
Bayram yapmak, bayramlaşmak, görüşmek, bir arada mutlu olmak, kucaklaşmak, sevinmek, iyiliği, güzelliği paylaşmak, Allah katında zafer kazanıp hak edenler için büyük bir nimettir ve övünç kaynağıdır. Fakat bugün Müslümanlarca yaşanmakta olan Kurban Bayramı geleneği de sanki Allah'ın gerçek hükümleri ve mesajları tam olarak yerine getirilebilmiş gibi ve üstelik de çok tutarsız bir rivayete dayanmaktadır. Kütübi Sitte'de yer alan altı kitaptan, sadece Ebu Davut ve Nesai kitaplarında, bir çok önemli sahabe dururken, soyu yıllarca Peygamberimizin soyunun düşmanı olan, mücadelesinde hep karşısında olup, Mekke fethedilinceye kadar Müslümanlığı reddeden Ümeyye oğulları soyundan da gelen Abdullah ibn As'tan nakledilen bir rivayet yer almaktadır. Bu rivayete göre güya Peygamberimiz ; " Ümirtü biyevmi etaiden cealallahu teala lihaze hümme " ( Hayvan kesme, Allah'a yaklaşma gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. ) demiş. Elbette ki eğer Peygamberimizin ağzından nakledilen bu söylenti gerçek ise, Kur'anda ayet olarak yer alması gerekir. Halbuki " ümirtü " emrolundum ifadesiyle Kur'anda ( Enam 14, Hud 112, Mümin 66, Yunus 72 ve 104, Rad 36, Zümer 11 ve 12, Şura 15, Neml 91, 92 ) gibi ayetlerde doğrudan doğruya " Müslümanların ilki olmakla, adaletli olmakla, mümin olmakla, dosdoğru olmakla, sadece Allah'a kulluk etmekle, Ortak koşmamakla, Kur'anı okumakla, ) gibi, çeşitli konularda Peygamberimizin emrolundum dediği on bir ayet bulunmakta ve bunların içerisinde bayramla ilgili böyle bir emrolunma emri yer almamaktadır. Siyer kitaplarında da toplu olarak bayram yapıldığına dair de herhangi bir sahih kayıt bulunmamaktadır. Kur'anda " bayram " diye bir sözcük de yoktur. Abdest, namaz, peygamber gibi sözcüklerle beraber " bayram " sözcüğü de bize Farsçadan geçmiştir. Bu sözcüğün karşılığı Arapçada " ıyd " dir. Yukarıda belirttiğimiz uydurma rivayette yer alan " etaiden " ifadesi de bayram yapmak anlamına gelmektedir.
Dinimizin, ibadetlerimizin tek kaynağı Kur'andır. Şura Sûresinin 21. ayetinde ; " Yoksa onların Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır ? " denildiği gibi, Kehf Sûresinin 26. ayetinde ; " .... Allah, Kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. " ifadelerinden dolayı, zaten Peygamberlerin din ve ibadet adına " teşri " ( kanun ve hüküm ) koyma yetkileri yoktur. Buna rağmen Peygamberimize atfen iftiralarla böyle bir yetkiyi verebilmek, Kurban Bayramını ihdas edebilmek, O'nun ismini kullanabilmek için birileri " Kur'anda yer almayan vahiyler " kutsi hadisler kavramını uydurmuşlar, bunun için de Enfal Sûresinin 7. ayetindeki " Allah'ın vaadi " ifadelerinin anlamını saptırarak malzeme olarak kullanmışlardır. Sadece kan akıtarak hayvan kesmenin sonucunda Mangal keyfi ile et kavurması ziyafetleri, kurban derisi ve bağışlarını çarpma vesilesi olarak, Kurban Bayramını da böylece uydurma bir rivayete dayandırarak tutarsız temellerle icat etmişlerdir. İyi, güzel, bu vesileyle hep birlikte dinlenme, bir araya gelme, kaynaşma fırsatı olsun, bayram yapalım, mutlu olalım da ! Acaba Müslüman toplumları olarak içinde bulunduğumuz savaşlar, mezhep çatışmaları, terör, şiddet, ölümler, gasplar, cinayetler, zulüm, nedenleriyle, gözyaşının eksik olmamasından, ekonomik, sosyal, eğitim, bilim ve teknoloji açısından geri kalmışlıkla, fakirlik ve işsizlikle, batıya göçlerle övünülecek, bayram yapabilecek halde miyiz ? Allah katında başarı ile gerçekleştirdiğimiz hangi zaferin, neyin bayramını kutlayacağız ? En önemlisi de Müslüman toplumları olarak bugün hep birlikte hayvan kanı akıtma ile kurban keseceğiz derken, gerçekten Allah'ın ayetlerinin ve Kur'anın yolunda olduğumuzdan emin miyiz ?
Selam ! aklını kullanabilenlerin, Allah’a ve Kur'ana gerçekten yönelmiş olabilenlerin, atalardan gelen yanlış gelenek baskılarından kendini kurtarabilenlerin, Allah’ın ayetlerini, öğütlerini hayatının rehberi yapabilenlerin, bu yolla gerçek Bayramı ve kurtuluşu yaşayabilenlerin üzerine olsun. Çünkü ancak Bayram yapmak, kutlamak, gerçekten secde ederek, boyun eğerek Allah'ın bütün hükümlerini Kur'an ayetlerine göre yerine getirip, Allah'a ve ayetlerine teslim olarak yaşayanların, dosdoğru yolu bulanların, Allah katında zafer kazanabilenlerin hakkı olacaktır !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR