 
 Gecenin gündüzü, gündüzün geceyi kovaladığı, hayatın sürüp gittiği, zamanın dilimlerinden biri olarak bilinen haftanın yedi gününden bir günü, aslında ibadetin sürekliliği esas olduğu halde, Allah’a inandıklarını söyleyen insanlarca, özellikle daha yoğun olarak kendilerini yaratan Rabb’lerine yönelmek için ayırmayı düşündükleri gün olmuştur. Bu nedenle Hristiyanlar, Kiliselerinde Pazar gününü Allah’a daha yoğun bir ibadet günü olarak, Yahudiler, Cumartesi gününü Sebt günü / Şabbat diyerek, hiç bir iş yapmama, dinlenme, yasaklara uyma, aşırıya kaçmama ve Allah’a yalvarma günü olarak belirlemişlerdir. Rivayetlerle anlatılanlara göre, biz Müslümanlar için de Allah’a özellikle yoğunlaşmak için düşünülerek ayırabileceğimiz gün olarak, Cuma günü kalmıştır. Peygamberimiz, Mekke'de 13 yıl sabırla, dirayetle, azimle sürdürdüğü tebliğ etme mücadelesine rağmen, gördüğü hakaret, aşağılama, yalanlama, saldırı ve sonunda da ölüm tehdidinin yanı sıra, Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin önderlerinin kendileri için de siyasi destek kazanma amaçlarına bağlı olarak yaptıkları davet üzerine artık Medine’ye hicret etme kararını almıştır. Fakat önce, çoğunlukla Allah’ın vahyine ve Tevhit inancına daha sıcak duran Medine’lileri, Allah'ın Kur'andaki ayetleri ile tanıştırmak ve eğitmek üzere, kendilerine Alperen denilen on iki sahabeyi Medine’ye göndermiştir. Medine’de Allah’a inanmış, Ehli Kitap Yahudiler ve Hristiyanlar da çoğunlukta yaşamaktadır. Dinlerinin gereği Hristiyanlar Pazar günü, Yahudiler de Cumartesi günü kendi aralarında toplanmaktadırlar. O günlerde onları toplayıp, Kur'anı tanıtmanın olanağı yoktur. Cuma günleri ise Medine’de Pazar kurulmakta, çevre köylerden gelenlerle birlikte büyük kalabalıklar oluşmaktadır. Bunu fırsat bilen sahabeler, Kur'an öğretimi ile Allah'ın vahyini duyurmak için Peygamberimizin de izin verdiği sahabe Mus'ab İbn Umeyr'in önderliğinde, insanları toplama günü olarak Cuma gününü belirlemişlerdir. Bu sahabeler, bazen öğle üzeri, bazen öğleden sonra veya öğleden önce, değişik yerlerde, ahırlarda ve değişik zamanlarda toplayabildikleri insanlara Kur'an ayetlerini duyurmaya, anlatmaya çalışmışlardır. Böylece Medine'de Kur'anın ve Peygamberimizin tanıtımını sağlamışlardır. ( Cuma Salatı ) ( Suyuti, ed - Durrul Mensûr VI, 218, İbn Sad Tabakat III, 118 ) O günlerden sonra Peygamberimizin Medine’ye Hicret etmesi ve daha sonra da bir İslam devletinin kurulmasıyla sürdürülen bu uygulama, böylece Müslümanların toplanma, bir araya gelme günü, Cuma günü olarak yerleşmiş, gelenekselleştirilmiş ve bütün Müslümanlarca daha sonra da Kur'an ile onaylanmadığı halde abartılarla kutsallaştırılmış bir gün haline getirilmiştir.
Bugüne geldiğimizde ise geçen zamanlar içerisinde ulema tarafından uydurulmuş bir çok hadis ve rivayet dayatmasıyla Cuma denildiğinde, Allah’ın rahmetinin daha fazla tecelli edeceği, bütün hayırların bu günde olacağı düşünülmekte, insanların Cuma günleri, yaldızlı cümlelerle donatılmış iyi dileklerle tebrik edilmekte, evlenme ve gerdek geceleri, bazı uydurma Kandil Geceleri Cuma gecesine denk getirilmekte, Cuma günleri kadınların herhangi bir iş tutması kınanmakta, insanların boy abdesti almaları istenmekte, o güne mahsus olmak üzere pek çok şeyden sakınmaları ve daha hassas olmaları önerilmektedir. Yüce Kitabımız Kur’anda Rum Sûresinin 17. ayetinde “ O halde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde, gece sırasında, öğleye erdiğinizde, her zaman Allah’ın tesbih edilmesidir. / Tüm noksan sıfatlardan arındırılmasıdır. " denilerek, oysa sabah akşam, gece gündüz, mecazi anlatımıyla Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımanın ve tanıtmanın sürekliliğine dikkat çekildiği, yine Ali İmran Sûresinin 191. ayetinde de " Elbetteki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan.." ifadeleriyle belirtildiği gibi, dinimizde süreklilik esastır. Allah'a yaklaşmak ve O'nu anmak ( Kur'anı anlayarak okumak, ayetleri tefekkür etmek, namaz kılmak, Allah'a ibadet etmek ) için hiçbir günün, başka bir güne, hiçbir yerin başka bir yere üstünlüğü yoktur. Halk arasında Ayetel Kürsi olarak bilinen Bakara Sûresinin 255. ayetinde belirtildiği gibi, Allah, mutlak varlıktır, zamandan ve mekândan münezzehtir. O, her yerdedir ve her zaman diridir ve bizimledir. Böyle özel, üstünlüklü günleri, yerleri Allah'la beraber olmak için tahsis etmek, aylardan bazılarının, yılın veya haftanın bir gününe ibadeti yoğunlaştırarak kutsallaştırmak, işlenmiş günahların günlük, haftalık, aylık, yıllık gibi zet raporlarıyla silineceğinin uydurma hadislerle inançlaştırılması, Allah'ı yeterince tanımamak, Allah'a güvenmemektir, peygamberin üzerine atfedilen uydurma hadis ve rivayetleri Kur'anın önüne geçirerek şirk batağına saplanmaktır.
Kur'an ayetlerinde namaz sözcüğü doğrudan doğruya yer almadığı halde, bir çok ayette yer alan salat sözcüğü, ulema tarafından doğrudan doğruya sadece namaz diye kabul edilince, bugün ülkemizde Cuma günü öğle vakti Camilerde kılınan toplu namaza da Cuma namazı denilmekte, bu namazın diğer namazlardan çok daha faziletli olduğu düşünülmektedir. Bu konuda Peygamberimizin adına uydurulan “ Üç Cuma namazına katılmayan bizden değildir. Üç gün Cuma namazını terk edenin kalbi mühürlenir “ ( İbn Mace ikamet 93 ) hadisi de çok etkili olmaktadır. Ama bu ve bunun gibi dayatmalar Kur'anın değil, bizzat Emevi zulmünün Ehli Beyte hutbede yapacakları küfrü zorla herkese dinletmek amacıyla saptırma ve zorlamasının sonucudur. Bu bağlamda Fıkıh kitaplarında Cuma gününün önemi, kuralları, hükümleri, namazının rükûnları, farzları, vacipleri, hutbenin okunması ve yapısı, getirisi, götürüsü konularında da ortaya konulmuş binlerce imamın farklı farklı görüş ve fetvaları bulunmaktadır. * Cuma’dan daha faziletli bayram yoktur ( Deylemi ) * Cuma diğer günlerin efendisidir, Ramazan ve Kurban bayramı günlerinden daha da kıymetlidir. ( Buhari ) * Cuma günü bir defa İhlas Sûresini okuyan, Kadir gecesini idrak etmiş olur. ( Tergip üs salat ) * Cuma gününü birleştirerek iki gün oruç tutan için, on Ahiret günü oruç sevabı vardır. ( Beyhaki ) * Üzerine güneş doğan en hayırlı gün Cuma günüdür. Adem o gün yaratıldı, o gün Cennete konuldu ve yine o gün Cennetten çıkarıldı. ( Müslim Cuma 18 ) gibi tutarsız, temelsiz, yalan ve uydurma pek çok hadisle, rivayetle insanlar şartlandırılmaktadır. Çünkü, Kur'anımıza göre ne " Kadir Gecesi " diye bir kandil gecesi vardır, ne kıyamet kopup da henüz oluşturulmadığı için Adem Cennette yaratılmıştır, ne de Cennetten kovulmuştur. Yaratılan İlk insan topluluklarında, bizim peygamberimizin öncesindeki peygamberler zamanında da haftalık yedi gün isimleri de, kavramı da yoktur.
Üzerinde yüzlerce imamın, ulemanın değişik görüşler beyan ederek, farzının, sünnetinin, zuhri ahirin, bidat olup olmadığının tartışıldığı ve sonunda da Dinimizin içerisine sonradan sokulmuş ve yerleştirilmiş olan zamlandırmanın tipik bir örneği de Cuma günü öğle vaktinde kılınan Cuma namazıdır. Merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Hoca " Allah'ın son elçisi olan Peygamberimiz, hayatının hiç bir döneminde Camide iki rekât Cuma namazının dışında namaz kıldırmamıştır. Oysa bugün Cuma namazı, ön sünnet, son sünnet kavramlarıyla Camilerde 16 rekât olarak kıldırılmaktadır. Bunları dayatmaya, Allah'ın yerine hüküm koymaya hiç kimsenin hakkı yoktur. " Demiştir. Kalem Sûresinin 36 - 41. ayetlerinde " Sizin neyiniz var ? Nasıl hükmediyorsunuz ? 37 - 38 : Yoksa içinde ders aldığınız şeyler : " Siz bu alemde neyi beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak " garantisi verilmiş olan size ait bir yazılı belge mi / Kitabınız mı var ? 39 : Ya da size karşı kıyamet gününe kadar sürecek, " Siz her ne hüküm verirseniz kesinlikle öyle olacak " diye üzerimizde yeminler / taahhütler, üstlenmeler mi var ? 40 : Sor bakalım ahireti yalanlayan o kişilere, içlerinden böyle bir şeyi hangisi garanti etmektedir ? 41 : Yoksa onların ortakları mı var ? O halde ortaklarını getirsinler, eğer doğrulardan iseler. " ifadeleriyle ve Kehf Sûresinin 26. ayetinde " Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmez. " denildiği gibi Peygamberin dahi veya Ulema denilen kişilerin Allah'ın ortağı olamayacağı, Kur'anın hiç bir yerinde namazın kaç rekât olacağından söz edilmemesine rağmen, Din adına namaz şu vakitte şu kadar rekâttır diye hüküm oluşturamayacağı, Allah'tan başka hiç kimsenin Din adına hüküm ve kural koyamayacağı uyarısına önemle dikkat çekilmektedir.
Bunlara rağmen, Cuma Sûresinin 9. ve 10. ayetlerinde belirtilen “ Çağrıldığında hemen Allah’a koşmak “ ve “ Hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından nasibinizi arayın ” ifadelerine, Allah'ın vermemiş olmasına rağmen Cuma namazına çakma ve uydurma belgelerle sünnet denilerek ilave edilmiş olan on dört rekâtlık namaz, Kur'anın uyarılarına tamamen aykırıdır, küfürdür, şirktir. Ve hele hele “ Eğer Cuma namazı kabul edilmediyse düşüncesiyle normal öğle namazı yerine geçsin diye 4 rekâtlık zuhri ahir namazı kıldırmak, mantıksızlığın, küfrün, Allah’ı yeterince tanımamanın, Onun yerine hüküm koymanın dik alasıdır. Dahası da Peygamberimizin iki rekâtlık namaz süresini aşmayacak şekilde hutbe okumalarında hassas olmasına, üstelik de bu okumayı, ders vermeyi sadece istekli olanlar için namaz sonrasında uygulamasına rağmen, bugün ise Cuma namazının önünde olması, zorunlu olarak ve üstelik de haddi aşan süre uzatmalarıyla uygulanması ile böylece insanlar neredeyse bir saatten fazla camide tutulmaktadır. Sıcak günlerde yorgun olarak işten, tarladan ara vererek gelmiş olan insanlar, uzatılan ve siyasetin de içine sokulduğu hutbeler esnasında bedenen, ruhen ve resmen uyuklamaktadır. Arapça okunanlardan hiç bir şey anlamadıkları, hiç bir şey soramadıkları, konuşamadıkları ve sadece dinlemek zorunda oldukları bir uygulamanın içerisinde, Bakara Sûresinin 104. ayetinde " Ey iman etmiş kimseler ! Raina / Sen bizim çobanımızsın, Sen bizi güt, biz seni güdelim demeyin, unzurna / Bizi gözet deyin ve kulak verin. Çok acıklı azap da yalnız kâfirler içindir. " denilerek yapılan uyarıdan habersiz olarak, ister istemez uyutulan cemaat aksine sürü olmaktan ileri gidememektedir.
Cuma gününde Müslümanların toplanmasına, bir araya gelmesine ait emirler, aslında Kur’anda Bakara Sûresinin 238. ayetinde " Salavatı / salatları / Mali yönden zihinsel açıdan destekleşmeyi ve destekleşme kurumlarını ve salatul vustayı / En hayırlı salatı / Haftalık toplantı salatını / Cuma Salatını el birliğiyle koruyun. " denilmekte, Cuma Sûresinin 9. ayetinde de " Ey iman etmiş kişiler ! Yevmi’l Cum’a / toplantı günü salatı için seslenildiği zaman zikrullaha / Allah’ın anılmasına hemen koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz işte bu sizin için daha hayırlıdır. 10 : Sonra da salat gerçekleştirildiğinde, hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın armağanlarından / nimetlerinden arayın. Ve zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız için Allah'ı çok anın. " ifadeleriyle de bu emirlere davet çıkarılmaktadır. Ayette geçen “ Salatul Vusta “ ifadesi yıllardır çok tartışılmasına rağmen, vusta / vasat sözcüğünün karşılığının düz mantıkla doğrudan doğruya orta olarak kabul edilmesinden dolayı net olarak açıklığa kavuşturulmamış, çoğunluk Ulema tarafından da “ Orta namaz “ diye anlaşılmasında mutabakata varılmıştır. Ama bu sefer de “ Orta namaz “ ile günün hangi namazının kastedildiği hususunda da anlaşılamamış, farklı görüşler ortaya çıkmış, kimisi sabah namazı, kimisi öğle namazı, kimisi de ikindi namazı diyerek değişik yorumlarla bütün vakitlere de sahip çıkılmıştır. Zaten aslında salat, sadece namaz kılmak anlamında olmayıp çok kapsamlı olup ve çeşitli toplumsal aktiviteleri de beraberinde gerektirdiğinden, bu yorumların, kabullerin hepsi de tutarsızdır. Aslında ayette yer alan “ Salatul Vusta “ nın ne olduğunun, Peygamberimizin ve sahabenin döneminde gayet iyi anlaşıldığından hiç kuşku yoktur. Çünkü Peygamberimize bu konuda herhangi bir soru yöneltilmemiş ve herhangi bir tartışmanın olduğu da bu güne kadar bizlere yansımamıştır.
Bugün ise “ Salatul Vusta “ nın karşılığının " orta namaz " değil de, gerçeğe en yakın bir şekilde “ En yararlı, en hayırlı salat “ olarak kabul edilmesi ve anlamlandırılması gerektiğini, araştırmacı yazar Hakkı Yılmaz, İşte Kur’an. net sitesinde ve Tebyin'ül Kur'an eserinde ; Bütün Arap dil kuralları ve kök sözcüklerinin karşılığını ve Kur’anda da pek çok ayette bu sözcüklere verilen anlamları da ortaya koyarak, geniş bir çalışma ile açıklamıştır. " İşte aslında Cum’ayı / toplanmayı farz kılan bu ayettir ve salavatlar ifadesiyle, çok çeşitli olan salatın içerisinde hele hele özellikle en hayırlısı olan vusta salatı / en hayırlı salatı koruyun uyarısı yapılmaktadır. Bu ayette korunması istenen en hayırlı salat da, Cuma Sûresinde çıkartılan davetle yerine getirilmesi gereken, toplanma günü salatıdır. " Demektedir.
Bu ayetlerde yer alan salat sözcükleri, maalesef pek çok çeviri meallerinde sadece namaz kılma olarak çevrilmiş, ayetteki asıl mesajlar ortadan kaldırılmış ve dar bir çerçeveye oturtulmuştur. Ayette yer alan ( Yevmü'l Cum’a ) terkibini Cuma günü olarak çevirmek, Arapça olan iki sözcükten birini Türkçeleştirip, diğerini Arapça olarak bırakmaktır. Bu ise asıl anlamın kapalı kalmasına neden olmuş, ardından da bir çok yanlış inanç ve amel ortaya çıkmıştır. Aslında Cum’a sözcüğü de Arapça olup, anlamı toplanma demektir. O nedenle bu terkibe Toplantı Günü anlamının verilmesi daha doğru olur. Ayette yer alan salat sözcüğünün anlamı da bugün bilindiği gibi, doğrudan doğruya sadece namaz kılmak değildir. Destekleşmek anlamı ekseninde, mali / Parasal ve bedensel yardımlarla ve zihinsel / eğitim ve öğretimle kazanılan bilgiler açısından paylaşmak, dayanışmak, yardımlaşmak, bireylerin ve toplumun sorunlarının giderilmesinde omuz vermek, sorumluluklar almak, dine arka çıkmak, Allah’ın ayetlerini öğrenmek ve öğretmekle beraber, Allah’tan da dua ederek destek ve yardım dilemektir. İşte aslında En Hayırlı Salat / Salatul Vusta Toplantı gününün yapılması gerekenlerinin ayrıntıları, Cum'anın fazileti de, diğer günlere göre olan üstünlüğü de buradadır, bu ifadelerin, toplumsal paylaşma ve dayanışma uygulamasının ancak yerine getirilebilmesinin içerisindedir. Bu nedenlerle ayette " salat gerçekleştirildiğinde " ifadesi de önemle yer almaktadır.
Peygamberimiz de Kur’anın hükmüne tamamen uyarak salat etmiş, Kur’anı hayatı yapmış, onunla ahlâklanmış, onunla kalkmış, onunla düşünmüş, onunla amel etmiş, onunla Devlet Başkanı olmuş, onunla salatı ikame etmiş / İnsanlar arasında destekleşme, yardımlaşma ve dayanışma mekanizmalarını oluşturmuş, huzuru, adaleti, hakça paylaşmayı İslam’ın hayatına yerleştirmiştir. Müminlerle daima istişarelerde bulunmuş, kendi başına karar vermemiş, toplanma ile oluşturulan şura kararlarına göre hareket etmiştir. Bu amaçla bilhassa Cuma toplantı günlerinde, ayette “ en hayırlı salat “ diye ifade edilen “ Vusta Salat’ı “ ikame etmiş, salatı korumuş, ayakta tutmuş, bu çerçevede önce Allah'ın ayetleri ile eğitim ve öğretim çalışmalarını yapmış, müminleri aydınlatmıştır. Ardından da insanların sıkıntılarını, dertlerini ihtiyaçlarını görüşüp, gönüllü destek verecek olanları tespit edermiş, gerekli dayanışma mekanizmalarını oluştururmuş. Daha sonra da topluca dua ve namazın edasına geçilirmiş. Resülullah bütün bu destekleşme, salat çalışmalarını aynı zamanda bir okul ve dayanışma mekânı olan Mescitte, Toplanma günü / Cuma günü sırasıyla yaparak ayette de istendiği gibi salatı gerçekleştirirmiş.
Cuma günündeki toplanma salatını Allah tespit etmemiştir. Toplantı gününün hangi gün, hangi saatte olacağı, Nisa 43, ve Maide 6. ayetlerinde belirtildiği gibi, ne söylediğini bilememe, cünup olmama, asgari temizlenme ile başkalarını rahatsız etmeme gibi ayrıntılar dışında bu toplantıda salatın nasıl icra edileceği ve katılma koşulları, Kur'anda verilmemiştir. Karar Müslümanların kendilerine bırakılmıştır. Sadece Salatların en hayırlısı olduğu ve özellikle bu vusta salat'ın kesinlikle korunması gerektiği belirtilmiştir. Ayette toplantı günü olarak ifade edildiğine göre, günün herhangi bir saatinde de Toplantı Salatı uygulanabilir. Bunu da bölge Müslümanları sosyal ve ekonomik koşullara göre kendileri ayarlayabilirler. Nitekim Medine’ye gelen on iki sahabe, insanları ancak Cuma günü uygun oldukları, bazen öğleden önce, bazen öğle üzeri, bazen de öğleden sonra, her hangi bir saatte toplayabilmeyi başarabildikleri zamanlarda, salatı ( Kur'anın eğitim öğretim, paylaşma, yardımlaşma, destekleşme ) çalışmalarını o saatte uygulamışlardır. Ülkemizde Alevi Bektaşi inancındaki Müslümanlar da bu nedenle bu tür çalışmalarını Perşembe günü akşamında yapmaktadırlar. Bugüne kadar gelmiş olan Cuma günü ve öğle saati uygulamaları bir teamüldür. Her ne kadar Ehli Sünnet Fıkıh kitapları, orta namazı kabullenmesine dayanılarak bu vakti, Cuma ( toplantı ) günü öğle vakti olarak belirlemişlerse de, Resulullah’ın öğleden evvel, öğleden sonra da uyguladığı bazı sahih hadislerde bildirilmektedir.
Ayette Toplantı günü, salat için çağırılınca “ Allah’ın anılmasına hemen koşulması “ istenmiştir. Demek ki toplanılarak yapılacak olan bu salat içinde Allah’ın anılması da sağlanacaktır. Bunun en iyi şartlarda gerçekleşmesi, en iyi verimin sağlanması için gerekli önlemler alınmalıdır. Ehli Sünnet Fıkıh kitaplarında ise bu önlemler için, özgür olmak, yerli nüfusundan olmak, misafir olmamak, erkek olmak, temiz ve sağlıklı olmak, gibi çok çeşitli şartlar ön görülmektedir. Klasik eserlerde de bu konu ile ilgili pek çok ayrıntıya yer verilmiştir. En önde geleninde ise ; * Allah’a ve Ahiret gününe inananlara Cuma namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan muaftır. Denilmektedir. Özellikle kadınlar bu farzın dışında tutulmaktadır. Bu nedenle de bin dört yüz yıldır kadınlar camilerde yoktur. Halbuki Yüce Rabbimiz, Cuma Sûresinin 9. ayetinde olduğu gibi, “ Ey iman etmiş kişiler ! veya Ey insanlar ! “ hitabı ile davet, tüm emir ve yasakları Ahzab 35, Nisa 124, Nahl 97, Tevbe 72, Nisa 32, ayetlerinde de belirtildiği gibi, milliyet, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan tüm insanlara genel ve mutlak olarak bildirmektedir. Kadını asla ikinci sınıf insan, aklı ve dini noksan Müslüman olarak nitelememiş, ayrımcılığa, ötekileştirmeye zemin hazırlayacak ayrıntılara yer vermemiştir. Bu açık hitaba rağmen birtakım Ulema denilen insanlar, bu cümlenin Arap dil kurallarına göre eril olmasından dolayı diyerek, kendilerini Allah’ın yerine koyarak, kadınlara Cuma namazı farz değildir icması ile onları camilerden uzak tutmayı başarmışlardır. Sırf kadınları aşağılama, onları ikinci sınıf bir insan yerine koyma, evine kapatarak toplumdan uzaklaştırma hedeflerine maalesef ulaşmışlardır. Bundan dolayı kadın da, kadının adı da bin dört yüz yıldır Camilerde yoktur. Çünkü Camilerin mimari yapısında dahi, baştan itibaren kadın yok sayılmaktadır. Zorlamalarla, bugün geç de olsa Camilerin girişi ve çıkışı problemli, izve ve bakımsız bölgeleri kadınlara ayrılmaya çalışılmakta ise de, artık bu da pek işe yaramamaktadır. ( Kur’anda Kadın Hakları başlıklı yazımızda, kadına bakış konusu ile ilgili daha geniş bilgiyi bulabilirsiniz. )
Peygamberimizin Mekke döneminde içinde bulunduğu koşullardan, Cum'a ile ilgili ayetlerin henüz nazil olmamış olduğundan dolayı, Cum'a günü Mekke'de bu konuda her hangi bir uygulama ve toplu namaz kılma uygulaması yoktur. Tarihi kayıtlara göre Peygamberimiz ilk Cum’ayı Ranune denilen yerde Salim İbni Avf Mescidinde icra etmiştir. Hicret esnasında ise ilk olarak Medine yakınlarında Kuba’da konaklamış, burada ilk Mescidin yapılmasına katılmış, Cuma günü Medine’ye doğru gitmek üzere yola çıkıp Benu Selim yurduna gelince orada hutbe okuyup ilk defa Cum’a günü salatını icra etmiştir. Hutbe ayette yer alan Allah'ın anılması / zikrullah emrinin bir bölümünün yerine getirilmesidir. Bu şart mezhepler ve imamları arasında değişik şekillerde yorumlanmıştır. Kimisi İmam Azam Ebu Hanife'nin bir yorumunu yanlış anlamış, minberde imam sadece “ Allah “ dese de bu emir tamamlanmış olur demiştir. Kimisi hutbeyi Arabiden başka dil ile okumak tahrimen mekruhtur demiştir. ( İbn i Abidin ) Kimisi de hutbede dört halifenin ismini yüksek sesle okumak, ehli sünnet olmanın alametidir. Demiştir. ( İslam Ahlakı ) Bunun ardından da Cinn Sûresinin 18. ayetinde “ Ve şüphesiz ki Mescitler sadece Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. / Kulluk etmeyin. " ayetinin uyarısının aksine, inadına Cami duvarlarına Halife isimleri asılmaya başlanmıştır. Bugün de bu uygulamalara aynen devam edilmektedir. Bir tek kişinin sözü ile Allah'ın sözü, ayeti inkâr edilmiştir. Tabiidir ki bu uygulama, Camilerin içine sokulmuş küfürler, bununla kalmamış, bidat kapısı aralanmıştır. Bu ise küfürlerden sadece bir tanesidir. Hasan Basri de " Cuma namazının hükümlerini belirleyen Kur'an ayetlerinde Hutbe diye bir yükümlülük ve farz yoktur. " demiş, Emevi zalimlerinin sonradan dine soktukları bir bidat olarak belirtmiştir. ( Kal'aci Fikhu'l Hasan El Basri 1 379 - 380 )
Hutbe bugün belirli bir gündeme göre icra edilmektedir. Gerçekte Allah için olan Mescitlerde, herkesin hem de sansürsüz olarak, kısıtlanmadan söz hakkı vardır. O esnada görüşülen konu, Allah’ın anılmasına yönelik “ Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. “ anlayışı çerçevesinde olması gerektiğinden, hiç bir Müslüman görüş ve eleştirisinden ötürü engellenmemeli, nasıl ki Mescidi Haram ve çevresinde hayvanlara dahi dokunulmazlık ve bir özgürlük var ise, her Mescit'de de tam bir dokunulmazlık hakkına sahip olmalıdır. Peygamberimiz ve sahabeler bu konularda çok hassas olmuşlar, hatta hutbe denilen bu uygulama ile verilmesi gereken dersi, Peygamberimiz, arzu edenlerin ve gönülden isteyenlerin takip etmesini sağlamak için kılınan namazın ardından uygulamış, zamanı kısıtlı olan, hasta, yaşlı veya yola gidecek olan insanların daha fazla zamanlarını almak istememiştir. Ama bu uygulama, daha sonra Emeviler zamanında, kimseyi konuşturmamak, zulümlerini örtbas etmek, kendi siyasi görüşlerini zorla benimsetmek, Halife Ali ve ailesine, Ehlibeyte yapacakları küfrü mecburen dinletmek amaçlarıyla, namazın önüne alınarak zihniyet tamamen tersine dönüştürülmüştür. ( Serahsi el - Mebsut 2/37 ) ( İbn i Kesir Tefsir Cumu'a ayeti 11. 4 - 367 - 368 )
Tabii bugün Emevi zulmünü unutup, kendilerini Ehli Sünnet Vel Cemaat mezhebinin bir devamı olarak görenler, Serahsi'nin bu eserindeki açıklamayı da başka uydurma hadislerle gidermeye ve kanaatlerle de Cuma Sûresinin 11. ayetinin nüzul sebeplerini de ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Siyaset gereği eleştiriye ve sorgulamaya tahammülü olmayanlar, yaptıkları zulmün, haksızlıkların konuşulmasını istemeyen despot yönetimler, ulema denilen saray beslemesi şahsiyetsizler aracılığı ile “ Mescit’de dünya kelamı konuşulmaz “ ( Sahihi Buhari Kitâbü'l Cum'a bap 35. No 57 ) uydurma fetvası ile soru sormayı, konuşmayı hatta " sıkıştım git biraz öteye " demeyi bile yasaklamışlardır. Bu yasaklama ile aslında en hayırlı salatın işleyişinde yer alması gereken halkın, Müslümanların diline kilit vurulmuş, böylece Cum’a / toplanmanın asıl işlevi, hayırlı salat olması anlayışı, sadece on altı rekât bir şey anlamadan kılınan, harala gürele / pür telaş içerisindeki yat kalk namazına dönüştürülmüştür. Allah'ın, ayette Salat ı Vusta'yı koruyun emri de yok sayılmıştır. Bugün de bizim Camilerimizde uygulanan Cuma Namazı ritüeli, Allah'a, Resulüne ve Kur'ana ihanet eden Arap Emevi dönemi anlayışı ile aynen sürdürülmektedir. Meryem Sûresinin 59. ayetinde " Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler. Şehvetlerine uydular. Azgınlıklarının cezasını çekecekler. " denildiği gibi, Kur'anda pek çok ayetle de salatı koruyamayan toplumların halbuki nasıl helâk oldukları, egemenliklerini ve güçlerini nasıl kaybettikleri, Semud, Ad, Eyke ve Lut kavimlerinin içine düştükleri şirk ve küfür, ibret alınsın diye anlatılmaktadır.
Ayette ifade edildiği gibi salatın ( Mali ve zihinsel açıdan destekleşmenin, paylaşmanın, dayanışmanın ) Kur'an İslam'ının hayatından çıkarılıp atılması, Allah'ın emrinin inkârıdır ve küfürdür. Bu ayetteki " salatın zayi edilmesi " ifadesine, namazın vaktinin geçirilmesi şeklinde anlam verilerek anlam basitleştirilmeye ve daraltılmaya çalışılmış, vaktinde kılınmayan namazlar için ceza görüleceği yorumu getirilerek Müslümanlar korkutulmuştur. Sadece namaz konusunda daha duyarlı olmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Fakat iyi niyetli olsa da Kur'an ayetlerinin gerçek anlamının bozulması da doğru değildir. Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanlar, neredeyse bin dört yüz yıldır Cuma günlerinde maalesef sadece harala gürele yat kalk bir namaz ile Camileri tıka basa doldurarak görevlerini eda ettiklerini zannetmektedirler. Fakat yine de kavga, gürültü, çatışma, kan, ölüm, acı, geri kalmışlık, adaletsizlik, haksızlık, yoksulluk ortadan kalkmamaktadır. Acaba Allah'ın bu ayetteki uyarısı mı tecelli etmektedir.
Küfrün, şirkin, siyasetin ve dayatmanın içine sokulduğu, zulüm ideolojilerini yaymanın en güzel aracı olarak gördükleri Mescitleri ve oradaki ibadeti, sadece Allah için ( Mesacidullah ) olması gereken yapıdan, Tevbe Sûresinin 107 - 108. ayetlerinde de " Ve zarar vermek, küfre yardım etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak için ve daha önce Allah ve elçisine karşı savaş açmış bozgunculuğa teşebbüs etmiş olanlara gözcülük ve yardım etmek için Mescid i Dırar / zararlı mescit yapan şu kimseler “ Biz en güzelden başka bir şey istemedik “ diye yemin de ederler. Allah da tanıklık eder ki şüphesiz bunlar kesinlikle yalancıdırlar. Sen o mescidin içinde sonsuza dek dikilme. / görev yapma. İlk gününde Allah’ın koruması altına girme üzerine kurulan mescit elbette içinde görev yapmana daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınan kimseleri sever. " ifadeleriyle belirtildiği gibi olması gereken amacından saptırılmış, şaşaalı, gösterişli, amacı farklı bir yapıya ( Dırar Mescidine ) döndürdükleri için, Peygamberimiz de zamanındaki öyle bir mescidi yıktırmış, yaktırmış, daha sonraları da aynı şekilde o zamanın pek çok alimi de, içine düşülen küfre, şirke de ortak olmamak, onaylamamak için, böyle Mescitlere gitmemeye başlamış, Fakihlerden Şa'bi de " Öyle bir zaman geldi ki, benim için şu Küfe Mescidinden daha sevimli bir mekân kalmadı. Oysa bugünün çöplükleri bile bu mescitten daha hayırlıdır. " demiştir. ( İbn i Sad 6 / 175 beyan )
İslam’ın ve Kur'anın aslı ile ilgisi olmayan bugünkü anlayışlar ve uygulamalar da aktif, uyanık, diri olması gereken Müslümanları, koyun sürüsü haline getirmek için birileri tarafından icat edilmiş ve bunda da muvaffak olunmuştur. Duvarlarına asılmış Allah'ın isminden başka kişi isimleriyle, galeriye dönüştürülmüş ve hiç bir şey anlaşılmayan, okunamayan sanatsal Arapça yazılarıyla, süsü, şaşaası, konforu ile, sadece yat kalk ile namaz kılmaktan başka bir işe yaramayan yapı içerisinde, uydurma hadis ve rivayetlerin esaretine mahkum edilmiş olduklarından, Camilerde bugün bilinçli Müslüman yoktur. Ya da var olanlar, yerleşmiş sistemin baskısına teslim olup ses çıkaramamaktadır. İmamın hutbede söyledikleri yalan, yanlış da olsa, balık peygamberi yuttu da dese, melekler kapıdan girenlerin kimliklerini tespit edip sevaplarını da anında yazdılar denilse de ses çıkarılmaz, soru sorulmaz, itiraz edilmez. Böyle bir işe kalkışan da hiç tereddütsüz karga tulumba alaşağı edilir. Peygamberimizin ve dört halifenin zamanındaki Cuma Salatlarında, oysa salatın bütün ayrıntıları da, kadın da vardır, herkes rahatlıkla sorularını sormaktadır, salatın paylaşılmasına, yardımlaşma, dayanışma etkinliklerine katılmaktadır. Hemen celallendiği ile tanınan, otorite ve adaleti ile hükmettiği bilinen Halife Ömer’in dahi hutbe okurken “ Susun ve beni dinleyin “ dediğinde “ Ya Ömer Üzerindeki elbiseyi nereden bulduğunu, ona nasıl sahip olduğunu bize açıklayıp ikna etmeden seni dinlemeyiz. “ diyebilen erkek cemaat de, bir başka gün “ Allah’ın sınır koymadığı Mehir’de sen nasıl bir kısıtlamaya gidersin ? “ diye itiraz ederek kadın haklarını savunan kadın cemaat de bugün tarihe karışmıştır. Zaten bugün Mescitlerde namazın dışında, salatın diğer uygulamaları da, Kur'an ayetleriyle aktarılması gereken hutbe de tamamen ortadan kaldırılmış, yerini peygamberin hadisleri almıştır. Sadece nereye gittiği belli olmayan, denetlenemeyen, Cami ve Kur'an kursu yapımı, konforlu Müftülük binalarının donanımı gibi nedenlerle neredeyse her Cuma günü paralar toplanmakta, adeta insanlara para ile namaz kıldırılmaktadır.
Çoğunlukla imamlar, sadece Kur'anın dışındaki hadis ve rivayetlerin eğitiminden geçirildiklerinden, Kur'anın içerisindeki pek çok kavramı, ezberledikleri, okudukları Arapça lafızların, ayetlerin, Fatiha Sûresinin dahi anlamını bilmemekte, ellerine tutuşturulan hazır hutbe metinlerini dahi tam ve doğru okumakta zorlanmakta, namaz biter bitmez de bir an önce Cami'yi kilitleyip kaçma düşüncesinde olmaktadırlar. Ve bunun için de maaş alıp, sadece insanlara parayla namaz kıldırmaktan öteye geçememektedirler. Aralarında canla başla Allah'ın ve Kur'anın Hakk Dinini öğretmeye çalışan, hurafe, bidat, uydurma hadis ve rivayetlerden kendisini arındırmış imamları ki mutlaka vardır ve zaman zaman Niğdeli İmam Muzari ( Çiftçi İmam ) gibi örneklerini de görüyoruz, saygı ile onları tenzih ediyoruz.
Cuma namazı içerisinde okunan hutbe, / Allah’ın anılması aslında Toplantı gününün, önemli bir unsurudur. Allah’ın ve vahyinin hatırlandığı, ayetlerin eğitim ve öğretiminin yapıldığı, fikir alışverişlerinin olduğu, soruların sorulduğu, en hayırlı salatın icra edildiği bir unsurudur. Fakat bu önemli olan unsur, daha sonraki zamanlarda Emevi Saltanatının dayattığı değişiklerle işlevini artık bugün aynen yerine getirememekte, hutbede Arapça söylenen ve okunanlardan hiç kimse bir şey anlayamamakta, okunan bir veya birkaç ayetin bir cümle ile kısa bir açıklaması yapılarak yetinilmekte, sanki Rabbimiz ayetlerini yeterince açıklayamamış gibi, bu konudaki Kur’anın Mubin / apaçık, mufassal / tam ve eksiksiz bir kitap olduğu, pek çok ayetle belirtilmesine rağmen, açıklamanın geri kalanı Peygamberimize hadislerle tamamlattırılmaktadır. Bu uygulama da tesniye ile Cami içerisinde Peygamberimizi ibadetin içerisine Allah'ın yanına koymaktır, Kur’anın pek çok ayetine aykırıdır, şirktir. Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine hakarettir. Peygamberimizin Mescidi, Cuma Gününün " En hayırlı salat " olma özelliklerinden farklı bir yapıya dönüştürüldüğündendir ki, Enes Bin Malik, ve pek çok sahabe ve meşhur saray paralarının hesabını soran Ebu Zer el Gufari de Emevi Mescitlerine gitmemişlerdir. Bu gün de aynı Emevi dönemindeki Cami içerisi Selefi anlayışı sürdürülmekte, hiç kimse hutbe okuyan imama veya ders veren hatibe soru soramamaktadır. Yaşanan Cum'a Peygamberimizin değil, Allah'a, Kur'ana ve Peygambere ihanet etmiş ve düşmanı olan Muaviye'nin Cum'asıdır. Ki o Muaviye, Bedir savaşında kardeşini ve büyük oğlunu kaybeden, intikam için yemin eden ve Uhud savaşı esnasında Peygamberimizin amcası Hamza'yı katlettiren, göğsünü parçalattırıp ciğerlerini çıkarttıran, kulaklarını, burnunu kestirip ipe dizdiren kadının ve ömrü boyunca Peygamberimizin baş düşmanı olan Ebu Süfyan'ın oğludur. Sağlığında Peygamberimizden alamadığı intikamını, O'nun kurduğu Muhammedi İslam düzenini bozarak almıştır.
Allah'a has kılınmış Hakk Dinin ve Kur’anımızın felsefesine, en hayırlı salatın uygulanmasının ve korunmasının isteğine aykırı olan bugünkü uygulama ve zihniyetin değişmesi için, aldıkları hadis ve rivayet eğitiminin etkisinde kalmış ve Din adına maaş alarak sorumluluk üstlenenlerin, bugün herhangi bir istek ve çabalarını görememekteyiz. Kur'anın dışında biz teamüllerimizden, büyüklerimizden ve atalarımızdan gördüklerimizden vazgeçemeyiz denilen, sorgulayamadığımız ve adeta akıl tutulması ile, akıl ve vicdanımızı kullanamadığımız bir ölü toprağı üzerimize serpilmiştir. Hiç bir işe yaramayan, kuru kuruya sadece Peygamberimize lafla salavat getirterek, Cuma ezanından önce, içinde küfürlerle ve şirkle dolu, peygamber sevgisinin ve methiyesinin abartılı bir tezahürü olan Sela verme geleneğini sonradan dinin içerisine sokmakla, Peygamberimizi çok sevip çok andıklarını söyleyenler, sünnet deyip kıl, tüy, cübbe, takke, sarık gibi gereksiz uygulamalarla putperestliğin peşinden koşanlar, gerçekte Peygamberimizin uygulamalarına sahip çıkamamakta, Onun asıl emanetini koruyamamaktadırlar. Onun yegâne emaneti olan Kur'anı terk edip boynunu bükük bırakmaktadırlar. Çünkü bugün Müslümanlara din diye yaşatılanlar, namaz diye kıldırtılanlar, dinin içine sokulan bidatlar, Cami içine sokulan uygulamalar, Kur'anın dini değil, Tarikat ve Cemaatlerin hadis ve rivayetlerle yaşattıkları uydurma dinlerdir, Allah'a, Resulüne ve Kur'ana hainlik eden Muaviyenin Emevi Selefi Arap dinidir.
Cuma günleri kılınan toplu namazlarla, okunan hutbelerle, aslında en hayırlı salatla çözülmesi gereken problemlerden bugün, kimin herhangi bir sıkıntısı, derdi, tasası, engeli çözülmekte veya ihtiyacı giderilmektedir ? Kapı önündeki dilencilerden başka, kim hangi problemini dile getirebilmektedir ? Sadece Arapça okumalarla hiç bir şey anlaşılmadan, zamanla yarış halinde fazladan kılınan namazlar, acaba ne işe yaramaktadır ? Bu günkü mescitlerin Peygamberimizin sağlığında yıktırdığı Dırar Mescidinden bir farkı var mıdır ? Ama gözardı edilip unutulmamalıdır ki en ciddi, korkunç ve ürkütücü olanı da Enam Sûresinin 22 - 23. ayetlerinde " Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz ortak koşan kimselere " Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? " diyeceğiz. 23 : Sonra onların ateşlere atılmaları " Ey Rabbimiz Vallahi / Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik, demekten başka bir şey değildi. " ifadelerinde görüldüğü gibi, Allah'ın huzurundaki küfür ve şirkin muhatabı olarak sorgulanmaları kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda insanların evlerinde üç dört kişi ile önce Kur'an ayetlerini inceleyerek, ardından da daha anlamlı, huşu ve hudu içerisinde kıldıkları iki rekâtlık bir namaz, küfür ve şirke ortak olmamaktan dolayı, belki de Allah katında daha makbul bir namaz ve yerine getirilmiş salatı vusta olacaktır.
Peygamberimizin Toplanma gününün salatında, Zikrullah uygulaması ile, gözden geçirilen ayetlerle, aslında Müslümanların bir nevi haftalık bakımları yapılıyor, inanç ve amelleri revize ediliyor, sonraki günlerde yapılacaklar programlanıyor, insanlar arasındaki ihtilaflar çözüme kavuşturuluyor, yaşamlarındaki aksaklıklar, tasalar, sıkıntılar, dertler gideriliyor, hiç kimseye alet olmadan her Müslüman’ın katılımı ile özgürce tam bir dokunulmazlık ile eleştiriler istişare edilip karara bağlanıyordu. Ayrıca bu toplanmalar vesilesi ile destekleşme, dayanışma, paylaşma ve yardımlaşmalarla, Müslümanlar tanışıp konuşuyor, dostluklar tazeleniyor, bilgiler ve bilinçler de artıyordu. Sürü gibi Cami’ye doluşup, uyuklayıp uyuklayıp dağılmıyorlardı. İşte onun içindir ki toplantı gününün salatı, Kur’anda “ es Salatul Vusta “ En Hayırlı Salat olarak nitelendirilmiştir. Ayetin sonunda da özellikle sağlanan bu dinamizmle “ Allah’ın nimetlerini aramak için yeryüzüne dağılın “ denilmektedir. O dönemde Allah’ın Resulünün desteğini, salatını arkasında gören müminler için bu ne kadar büyük bir şereftir. Ne kadar büyük bir kazançtır. İşte bu en hayırlı salatın ikamesidir ve korunmasıdır. İşte bu nedenlerle biz Müslüman kardeşlerimize Cumanız mübarek olsun diyerek kutsallaştıramıyoruz, ancak her gününüz Allah'ın selamı ile mutluluk ve güzelliklerle dolu olsun diyoruz.
Ancak bugün Peygamberimiz cisim olarak artık aramızda olmadığı için, Onun Cuma / toplanma günü salat uygulaması sonradan sadece namaz kılmaya endekslendiği, Camiler bölge bölge Cemaat sahiplenmeleriyle neredeyse dırar mescidi haline dönüştürülüp Kur'anın hedeflediği Mescit anlayışı Emevi Arap zulmü ile tamamen tersyüz edildiği, bugün de aynı uygulamaların ve inancın sürdürülmekte olduğu için, biz bu şereften ve kazançtan maalesef yoksun bulunmaktayız. Bu şerefe bizim de nail olabilmemiz, Peygamberimizin salatını, desteğini kazanmamız için, Onun risaletine, bütün Müslümanlara yegâne emaneti olan Kur’ana, gerektiği gibi sahip çıkarak Onun arkasından gitmemiz, artık gözümüzü açmamız, uykudan uyanmamız, üzerimizdeki serpilmiş ölü toprağını silkelememiz gerekir. Bütün bunlar da, Kur’anın herkes tarafından bizzat anlaşılarak okunması, aklın, vicdanın egemen kılınması, Din adına önümüze konulanların mutlaka sorgulanması ile ancak mümkün olabilecektir. Hatemun Nebi son Peygamber Muhammed (a.s. ) ın gerçek Cum'a Salatını özlemek ve ona kavuşmayı istemek her Müslümanın hakkıdır. Allah, insanın akıl ve vicdanındadır. Allah'ın selam ve rahmetinin sizinle beraber olması, Cumanızın, Kur’anın belirlediği ve öngördüğü “ En Hayırlı Salat “ olabilmesi dileğiyle !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR