Bugün gerek ülkemizde, gerekse Kur'anın indirildiği Arabistan da dahil diğer bütün İslam ülkelerinde, herhangi bir zeminde ve ekran önünde din adına konuşanların neredeyse tamamı Kur'anın önüne geçirdikleri hadislerle konuşmakta, kamu vicdanında ve mantığında en saçma olduğu kabul edilen hadisler dahi ilâhiyatçı akademisyenler tarafından çok hararetle savunulabilmekte, Müslümanlara din diye dayatılmaktadır. Peygamberimizin vefatından sonraki yılların ilk zamanlarında dilden dile dolaştırılarak ortaya çıkarılan, milyonla ifade edilen sayılardaki hadislerle, yüz yıllardır beyinleri yıkanarak uyutulmuş olan Müslümanlar, sayıp sevdikleri Peygamberin sözü olduğunu zannederek, Allah’ın önüne geçirerek maalesef şirke, Kur’an ayetlerini terk ederek küfre girdiklerinin bile farkında olamamaktadır. Artık Kur’anın yerine ellerinde hadis kitapları ile dolaşmakta, Kur’anı da anlaşılmadan sadece Arapçasının okunduğu zaman, her harfine on sevap kazanılacağı bir kitap olarak düşünmektedir. Böylece İslam denilip bugün yaşanmakta olan dini inançlarda, belirginleşen bir şekilde gelenekselleştirilmiş olarak görülmektedir ki, bütün yaşam tarzları, ibadet anlayışı, hadis ve rivayetlerin nakilleriyle ( Peygamberin söylediğine ve anlattığına inanılan sözlerle ) yürümektedir. Bilhassa Kur’andaki pek çok ayetle yapılan uyarıların aksine, dinin parça parça edilip gruplara bölünmesi, Mezhep, Tarikat ve Cemaat önderlerinin çok sahip çıktıkları hadis ve rivayetlerin Kur’anın, Peygamber’in de Allah’ın önüne geçirilmesiyle Hakk Din olan İslam, adeta Allah’ın dini olmaktan çıkmış, onun yerini Tarikatların, Cemaatlerin oluşturduğu Ehli Sünnet veya Ehli beyt dedikleri grupların dinleri almıştır.
Kur'anın anlaşılmak üzere okunmadığı, içinde bulunan uyarıların ve hatırlatmaların neler olduğunun bilinmediği, aklın kullanılmadığı, duyarsızlık ve tembellik içinde yaşandığı, mensubu oldukları dinin gereklerinin hiç sorgulanmadığı Müslüman toplulukları, Yusuf Sûresinin 111. ayetinde " Kur'an, uydurulan bir hadis / söz değildir. Ancak sadece, içinde konu edilenlerin doğrulaması, inananlar için her şeyin ayrıntılı açıklaması, bir yol gösterme ve rahmettir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, Kur'an başkalarının uydurduğu sözler dizisi değildir. Dinimizin yegâne kaynağı yüce kitabımız Kur'anda Yasin Sûresinin 1 - 6. ayetlerinde " Babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız gaflet içindeki bir toplumu kendisiyle uyarasın diye Aziz ve Rahim / engin merhamet sahibinin indirdiği, hakim / yasalar içeren Kur'an kanıttır ki sen o elçilerdensin. Hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerindesin. " denilerek ve daha bir çok ayetle yapılan çok ciddi uyarıların farkında olmadan, daha önceki toplumlar gibi, asırlarca içinde kaldıkları gafletle, Kur'anın dışında yaşadıklarını dosdoğru bir yol ve Allah’ın dini, Peygamberi de onun söylediğini zannettikleri hadislerle, Allah’ın ortağı haline getirmektedirler. Müşrik Araplarda olduğu gibi aradan geçen bin beş yüz yılda hiç bir şey değişmemiştir. Halbuki Kur'an ayetlerine baktığımız zaman Hud Sûresinin 2. ayetinde " Bu Kur’an, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, sadece Allah’a kulluk edin, diye ayetleri hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından konmuş muhkem / bozulması engellenmiş, kanun, düstur ve ilkeleri ayrıntılı olarak açıklanmış uyarıcı ve müjdeleyici bir kitaptır. " ifadeleriyle Allah'tan başkasına kulluk edilemeyeceği, ortak koşulamayacağı, Kur'anı sadece Allah'ın üstelik de ayrıntılı olarak açıklayacağı, Necm Sûresinin 3 - 4. ayetlerinde, " O boş ve iğreti arzusundan da konuşmuyor. O’nun size söyledikleri ; İnen o ayet grupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. " denilmekte, Peygamberin sadece Allah'ın vahyine uyduğu, insanlara aktardığı sözlerin sadece vahiy olması gerektiği, Furkan Sûresinin 56 - 57. ayetlerinde de " Ve Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere gönderdik. " ifadeleriyle vahyin tebliği ile görevli bir haberci olduğu belirtilmektedir.
Hücurat Sûresinin 1. ayetinde " Ey iman etmiş kimseler ! Allah'ın ve Elçi'sinin iki eli arasında öne geçmeyin / dinde kendi görüşlerinizi öne çıkarmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. " ifadeleriyle belirtilerek adeta " Allah ve Elçi'sini yalan söz ve iftiralarınıza malzeme yapmayın. Allah'ın kitabında olmayanı var göstermeyin ve Rasûlullah'ın söylemediği, yapmadığı bir şeyi söylemiş, yapmış gibi aktarmayın, size bir emir verildiğinde onu tartışmadan, itiraz etmeden uygulayın " denilmektedir. Ama buna rağmen insanları etraflarında toplayarak, kendilerine bir çevre, itibar ve dünya çıkarlarını elde etme amacında olan bir takım Önder, Veli, Evliya, Seyit, İmam denilen, tabiri caizse Ulemaüs sû / Kötülük Uleması olan kişiler, daha sonraki zamanlarda Peygamber adına söylenen sözleri daha işin başında din eğitimi için “ Hadislere inanmamak, güvenmemek, insanı dinden çıkarır, hadis olmadan din olmaz. " ( Müslim 833 ) gibi hadislerle tehdit etmekte, ısrarla Kur’anın hadislere ihtiyacı vardır nüzul sebebi ve rivayetler olmadan Kur'an anlaşılmaz diyerek Kur'anı hadis ve rivayetlere mahkûm eden şartlandırmayla beyinleri yıkamaktadır. Çünkü siz her aradığınız şeyi Kur'anda bulamazsınız, Arapça olduğu için anlayamazsınız, ama Arapça da olsa hatim ettiğiniz zaman her harfine, her kelimesine sevaplar kazanırsınız yalanıyla insanları kandırmakta, küfre girdiklerinin, dibine kadar şirk batağına gömüldüklerinin de farkında olmamaktadır. Oysa Kur’an ayetlerine baktığımız zaman durum hiç de öyle görünmemektedir.
İBRAHİM 4 : Ve Biz, onlara açıkça ortaya koysun diye, her resûlü / elçiyi / peygamberi yalnız kendi toplumunun diliyle gönderdik.
ZÜMER 27 - 28 : Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak : Allah’ın koruması altına girsinler diye bu Kur’anda insanlar için her türlüsünden örnek verdik.
YUSUF 3 : Şüphesiz ki Biz onu akıl edersiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.
ZUHRUF 2 : Mubin / apaçık Kitap kanıttır ki : Biz onu aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir okuma yaptık.
KAMER 17 : " Biz Kur'anı anlamanız için kolaylaştırdık, yok mu öğüt alan ? "
Aksine bu ayetlerde Kur’anın apaçık, mubin, anlaşılır olduğu, anlaşılmak üzere okunup, öğüt alınarak aklın kullanılması gerektiği, her türlü örnek ile gerekli açıklamaların yapıldığı dile getirilmektedir. Ayetlerde Kur'anın pürüzsüz bir Arapça ile indirilmiş olması vurgusu doğru değerlendirilmelidir. Bu vurgu, Kur’anın salt Arapça ile indirilmiş olmasına değil, kolayca anlaşılıp önce Arapların öğüt alması için o toplumun dili olan Arapça olmasınadır. Üstelik de Sad Sûresinin 87. ayeti ile " Kur'an bütün alemler için bir öğüttür. " ifadelerinde belirtildiği gibi Kur’an evrensel olup, bütün dünya insanlarını muhatap kıldığı için, her toplum Kur’anı anlayıp akıl etmek ve öğüt almak için kendi dilinden okumakla yükümlüdür.
FUSSİLET 44 : Ve eğer Biz, o öğüdü / Kur’anı yabancı dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar : “ Ayetleri ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi ? Yabancı dil mi, Arapça mı ? “ diyeceklerdi. De ki : “ O iman eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır. ” İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o öğüt / Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.
Kur’anın ne olduğunu, Yüce Rabbimizin bizim için indirdiği bu Kitapla bizden ne istediğini, neyi yapıp, neyi yapmayacağımızı öğrenebilmemiz, ona inanıp öğüt alabilmemiz, hayatımızın rehberi yapabilmemiz için, mutlaka onun anlaşılması gerekmektedir. Oysa asırlardır " Sünneti Seniye " denilerek inandırılan anlayış ve uygulamalar ile Kur’anın ne olduğu, içinde hangi bilgilerin, mesajların bulunduğu insanlarımız tarafından bilinmemektedir. Ayette özellikle Arap toplumunun kullandığı deyimlerle onların sağırlığına, duymayan, kör olan, anlamayan yapılarına, Allah'ın sanki çok uzaklarda olduğu yanlış inançlarına atıf yapılarak bütün insanlığa seslenilmektedir. Halbuki insanların sapkın düşüncelerini ve kalplerindeki yanlış inançlarını gidermek ve kalplerindeki bu yanlış hastalıkları tedavi etmek için şifa olduğu bildirildiği halde, şirk batağında olan din adamı kisvesinde hadis uyduranlarca, yüzyıllardır abdestsiz Kur'ana el süremezsiniz, aradığınız her şeyi Kur'anda bulamazsınız, Kur'andan din öğrenilemez denilerek insanlar çeşitli bahanelerle Kur'andan uzaklaştırılmışlardır. Oysa Enam Sûresinin 38. ayetinde Yüce Rabbimiz Allah'ın " Biz Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık " bu Kitap mufassaldır, eksiği, gediği yoktur, Bakara Sûresinin 2. ayetinde " Kuşkusuz onda şüphe olmayan Kitap " demesine rağmen, haşa Allah Kendi anlatmak istediği dini anlatamamış, eksik bırakmış denilmeye çalışılmaktadır.
Bundan dolayı Kur'anı ve Allah'ı yeterli görmeyenlerin oluşturduğu Dinler, küfrün egemen olduğu şirk dinidir. Yaşatılan bu Kur'an dışı din ile Kur’an, sevgisi, saygısı ile güzel bir kılıfta saklanıp duvara asılarak hapsedilmiştir. Müslümanlar, böyle olunca da inandırıldıkları hadis ve rivayetlerle sadece Ramazan ayında Kur’anı yılda bir kez eline almakta, hiç kimsenin bir şey anlamadan imamın son sür'atle Arapça okuduğu ve adına mukabele denilen uygulama ile Kur'anın hatim edildiği, sonunda da ölülere hasıl olan sevabın bağışlanması ile görevin en güzel bir şekilde eda edildiği zannedilmektedir. ( Kur'anı Hatimle Mukabele Etme Geleneği başlıklı makalemizde geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Ramazan aylarında din görevlilerinin, bu ay Kur’an ayıdır, bu ayda Kur’ana sıkı sıkıya sarılalım, Kur’anı baş tacı edelim dediklerini çok duyuyoruz da, fakat Kur’anı anlayabilmek için Türkçe meallerini okuyalım diyen, veya Kur’anın nasıl baş tacı edileceğini açıklayan bir din görevlisine de nedense şahit olamıyoruz. Zaten din görevlileri de büyük çoğunlukla Hadis ve rivayet eğitiminden geçtikleri için hiç o tarafa değinmemekte, üstelik birileri de çıkıp Kur'anı mealinden okumak haramdır diyebilmekte, konuşmalarında neredeyse bütün dini Kur'anın dışında Sünneti Seniye denilen uydurma hadislerle, rivayetlerle, kerametlerle aktarmaktadırlar. Oysa farkında olmadıkları halde bu şirk içindeki uygulamaların içerisinde olanlar, Enam Sûresinin 22 - 23. ayetlerinde " Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz ortak koşan kimselere " Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? " diyeceğiz. 23 : Sonra onların ateşlere atılmaları " Ey Rabbimiz, vallahi / Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik, demekten başka bir şey değildi. " ifadeleriyle belirtilen, hesap günündeki mahşer alanında o korkunç ve ürkütücü sorgulamanın muhatabı olacaklardır. Yeminlere sığınarak inkâr etmeye çalışmaları da onlara bir yarar sağlamayacaktır.
İslam tarihinde Hadis uydurma, Peygamberimiz daha hayatta iken başlamış, rivayetler ortaya çıkmış, bu rivayetler kendisine ulaştırıldığı zaman da Peygamberimiz, “ Kim bilerek ve kasten benim üzerime bir yalan söylerse, ateşten yerine yerleşsin. “ diyerek insanları uyarmıştır. Bütün Peygamberler, kendilerine gelen vahiyleri saklamadan, değiştirmeden, kendi heva ve düşüncelerini eklemeden, olduğu gibi insanlara aktarmak zorunda olduklarından, elçilik görevlerini gerektiği gibi yerine getirmişler ve Yüce Rabbimizin mesajlarını insanlara ulaştırmışlardır. Peygamberimiz de Maide Sûresinin 67. ayetinde " Ey Resul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O’nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna kılavuzluk etmez. " ifadeleriyle belirtildiği gibi bu ilâhi sistem içerisinde aynen gereğini yerine getirmiştir. Öte yandan peygamberin dahi Hakka Sûresinin 44. ayetinde " Eğer Elçi / Muhammed bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O’ndan tüm gücünü alırdık. Sonra ondan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Allah'ın vahyinden başka sözleri dine ilave edemeyeceğinin çok şiddetli bir uyarısı yapılmaktadır.
Ayetlerde görüldüğü gibi Peygamberin ve O'na inanacak bütün insanların çok ciddi tehdit ile uyarılmasının yanı sıra, Kur'anda bu konuda yer alan daha pek çok ayetle, değişik şekillerdeki uyarılarla Allah'ın Peygamberinden bile Kur'anı korumasına, O'nun bir hece, bir harf bile eklemesine izin vermemiş olmasına rağmen, maalesef Peygamberimizin ölümünden iki yüz yıl sonra, üzerine atfedilen sözler “ Hadis “ adı altında dilden dile dolaştırılmaya ve toplanmaya başlanmıştır. Kur’andaki hükümleri yaşamakla yükümlü ve din adına sadece Kur’anı tebliğ etmekle görevli olan, dine kendisinden bir şey ilave etmesi veya eksiltmesi söz konusu olmayan Peygamberimiz, bu konuda bir takım saptırma girişimlerin olabileceğini düşünmüş olmalı ki, sağlığında vahiylerin dışında kendisinden herhangi bir sözün veya davranışın yazılmasına izin vermemiş, kendisine yöneltilen sorulara cevap verebilmek için bizzat vahyin gelmesini beklemiştir. O nedenle Kur’anda pek çok ayet ( kul ) ( Söyle ) “ De ki “ ifadesiyle başlamakta, soruların cevapları Allah tarafından açıklanmaktadır. " De ki " ifadesiyle başlayan ayetler de Peygamberin kendisine ait ifadeler, hadis değil, bizzat Allah'ın sözleridir.
Daha Peygamberimizin sağlığında dahi indirilen vahiyler, öncelikle Ebu Leheb başta olmak üzere Peygamberimizin amcaları, müşrikler, inançsızlar, Yahudi ve Hristiyan din adamları olmak üzere birçok insanı rahatsız etmeye başlamış, muhalif gruplar oluşmuştur. Verilen çok büyük mücadelelerin ardından istemeyerek de, mecburen de olsa bu grupların bir çoğu zoraki Müslüman olmuşlardır. Ancak daha sonraları Tevrat'ı ve Yahudi geleneklerini çok iyi bilip hurafe, gelenek ve rivayetleri din yapan, bunları ön plana çıkararak Müslümanlık adına tefsir yazmaya başlayan eski Hahamlardan Abdullah bin Sebe, Abdullah bin Selem, Kabül Ahbar, Vehb bin Münebbih gibi Yahudilikten dönmeler, kendi din bilgilerini ve hurafeleri topluma İslam'ın gerekleri olarak kabul ettirmeye başlamışlardır. Aslında hadisler, zoraki Müslüman olmuş Peygamberimizin düşmanları ve münafıklar tarafından uydurulmuştur. Bu münafıklar, Kur'anın birçok ayetini kendi inanç, kültür ve görüşlerine göre saptırarak insanları yanlış yönlendirmişlerdir. Ortada başka bilgili insanlar olmayınca da bu yanlış bilgileriyle kendilerini topluma çok kolay kabul ettirmişler, fakat ardından münafıklıkla / ikiyüzlülükle Halife Ömer, Osman ve Ali'nin öldürülmeleriyle sonuçlanacak olan birçok düşman grupları da oluşturmuşlardır. Bu kısa dönemde Kur'ana dokunamadıkları ve değiştiremedikleri için, acı ve hüzünlerle süslenmiş, Yahudi hurafeleri, hadis ve rivayetleri, masalları ile dolu 20 civarında tefsir oluşturulmuş, bunlar da Tirmizi ve Taberi'nin tefsirleri ile sahihtir denilerek dokunulmaz addedilmiş, Kur'anın önüne geçen din kitabı yapılıvermiştir.
Tarihte belirgin bir şekilde hadis uydurma hareketi, ilk defa 648 yılında, yanlışlarla ve kıyımlarla dolu hayatı olan Halife Osman zamanında başlamış, ardından da aynı aileden gelen Emevi Halifelerinin gücü ve yönetimi elde etmek için pek çok Müslüman’ın ve sahabenin öldürülmesine bir dayanak bulma mecburiyetiyle devam edilerek çoğaltılmıştır. 750 yılına kadar Emevi, ondan sonra da Abbasi devleti Halifeleri döneminde Allah'a, Kitabına ve Peygambere ihanet eden Arapların eliyle 900 lü yıllara gelindiğinde ise uydurulan hadislerin sayısı altı yüz binlere ulaşmıştır. Sonradan ilave edilmiş numarasız besmeleleri saymazsak Kur'anda yer alan toplam 6234 ayete rağmen, her ayetin karşısına ortalama olarak neredeyse 100 hadis çıkartılmış, Kur'ana aykırı bu anlamsız, yanlış teşebbüslerle değil günümüzde yaşanması, okunması bile Peygamberimizin 23 yıllık risalet hayatına sığmayacak kadar çok sayıdaki ağızdan ağza ulaştırılmış hadis biyografisi ortaya çıkmıştır. Bu hadisleri, önceleri Ebu Hureyre ve İbnü'l Kab, daha sonra da Sahihi Buhari, Sahihi Ebu Müslim, Süneni Tirmizi, Süneni Ebu Davut, Süneni Nesai, Süneni İbn i Mace gibi imam denilen kişiler, kitaplar halinde bir araya getirmiş ve bu altı kişinin oluşturduğu esere de Kütübü Sitte adı verilmiş, Ehli Sünnet denilen mezheplerce de şirk olduğu halde Kur’anın önüne geçmiş bir din kitabı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Hicri 200 lü yıllarında yazılmaya başlanmış bu eserlerde Buhari'de 9082, Müslim'de 7275, Nesai'de 5224, Ebu Devud'da 5274, Tirmizi'de 3951, İbni Mace'de 4341 olmak üzere, sözde sahih diye ayıklanmış olduğu söylendiği halde bugün toplam olarak neredeyse 35 binin üzerinde hadis bulunmaktadır. İmam denilen, inanç ve amel adına el üstünde tutulmuş bu kişilerin isimlerinin önüne sahih veya sünen eklemelerinin yapılması, yıllarca ağızdan ağza dolaşan ve onların toplayıp da ortaya çıkardıkları bu hadislerin doğru olduğunu ispat etmez. Halbuki buna rağmen, üstelik de önümüzde korunmuş ve gerçek olarak kitabımız Kur'an ve Allah'ın orijinal vahyi ve mesajları bulunduğu halde, buna rağmen artık bugün görülmektedir ki, Peygamber sözleri olduğu iddia edilen hadisler, Dinde Allah’tan ve O'nun sözlerinden de öne geçirilmiştir. Allah’ın ayetlerini yok sayıp küfür ve O’na ortak koşma olan şirk günahı, tamamen umursanmaz hale gelmiştir. Sadece Allah’a dua etmek olan namazın yanında, sünnet adıyla Peygamber için de daha fazla sünnet namazı kıldırılır olmuştur. Ciltler dolusu kitaplarla Mezhepler, Cemaatler arasında haram, helâl, mekruh, sünnet farklılıkları ile birinin olur dediğine diğerinin olmaz dediği şirketler dini oluşturulmuştur. Yaşanan Din, Allah’tan çok Peygambere ait bir Din haline getirilmiş, bir beşer olan Resulullah, hadis ve rivayetlerle Kâinatın efendisi, Dinin ortağı yapılmış, Dinde Allah’tan sonra hüküm koyucu Şarî haline getirilmiştir.
Oysa peygamberden alınacak örnekler hadis kitaplarında değil, Ahzab Sûresinin 21.ayetinde " Andolsun ki Allah elçisinde sizin ; Allah’ı ve son günü uman ve Allah’ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi aslında güzel örnekler Allah'ın ayetlerindedir. Ama buna rağmen bu yanlış kabuller, her konuda hadislerle boğulan Müslümanların hayatının içine öylesine sokulmuştur ki, yapılan, yaşanan ve Din adına yerine getirilen her amelde yüzlerce hadis hemen devreye sokuluvermiştir. Allah'a ve Peygambere saygısızlık olan ve Kur'an artı Sünnet denilerek yaşanan ve yaşatılan dine karşı, Ali İmran Sûresinin 86. ayetinde " İmanlarından ve şüphesiz elçinin hak olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra küfreden / Allah'ın ilâhlığını Rabliğini bilerek reddeden bir topluma Allah nasıl kılavuzluk eder ? Ve Allah şirk koşarak yanlış / kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez. " ve ardından da 87. ayette de " İşte onların cezaları, Allah'ın, meleklerin / doğal güçlerin / haberci ayetlerin, insanların hepsinin dışlayıp gözden çıkarması, sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların üzerlerinedir. " ifadeleriyle belirterek oysa onlar için yapılan uyarılarla alacakları karşılık önemle dillendirilmektedir.
Sünnet : Yol, gidiş, tabiat, uygulama demektir. Kişiler için de kullanılabilir. Bu durumda o kişinin iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışları anlaşılır. Kur’anda ise “ Allah’ın Sünneti “ ( Sünnetullah ) ifadeleri yer alır. Allah’ın uygulaması, uygulama şekilleri, hükümleri, kuralları, kanunlarıdır. Kur’anda olmamasına rağmen bir de “ Peygamber Sünneti “ kavramı icat edilmiştir. Halbuki Kur'an ayetlerine göre Allah, hükmüne peygamberler de dahil hiç bir kişiyi veya bir varlığı ortak etmemektedir. Kehf Sûresinin 26. ayetinde ; " Onlar için O'nun astlarından bir veli / dost, yardım edip koruyup kollayan yoktur. Allah kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. " denilmektedir. Bu nedenle Peygamber de dahil hiç bir kimsenin Din adına hüküm koyma yetkisi yoktur. Yüce Rabbimiz Furkan Sûresinin 43. ayetinde " Kötü duygularını, tutkularını kendine ilâh / tanrı edinen kişiyi gördün mü ? Peki onun üzerine sen mi vekil oluyorsun ? " Gaşiye Sûresinin 22. ayetinde " Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. " Enam Sûresinin 107. ayetinde " Biz seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık. " ifadeleriyle belirtildiği gibi kendisine zulmeden, aşağılayan, reddeden, hakaret eden, dışlayan müşriklere yapacağı davette vekillik, zorbalık ve bekçilik olmak üzere üç şeyi yasak koyarak Peygamberimize yol ( sünnet ) göstermekte, başka birçok ayette de bunlarla ilgili açıklamalarını yapmaktadır. İşte Peygamberimiz aslında her alanda olduğu gibi bu tebliğ etme alanında da Rabbimizin yolunu ( Sünnetini ) izlemiş, Kur'an sünneti, Kur'an ahlâkı ile hareket ederek Risaletini başarıyla tamamlamıştır. İşte Sünneti Seniye diye biz Rabbimizin Kur'an ile Peygamberimize gösterdiği bu yollara deriz. Peygamberimizden alınacak örnekler bunlardır ve onun büyük bir Kur'an ahlâkı üzerine olduğudur. Uydurma hadis, rivayet ve kerametler bizleri bağlamamalıdır.
Hadis : Sonradan meydana getirilen, yaratılmış olan söz demektir. Bu sözcük Kur'an için Kur'anda yer aldığı zaman " Ahsenil Hadis / en güzel hadis " tir. Kur'anın dışında kullanıldığı zaman ise Allah'ın sözünün üzerine söz söylenmiş anlamına geldiğinden dolayı sürekli bir negatiflik oluşturmaktadır. Kur'anı ve içindekileri, Yaratan Allah'ın sözü olduğunu bilen ve saygı gösteren bir mümin, Kur'anın dışındaki herhangi bir hadisi kaynak edinmez. Üstelik de Şura Sûresinin 21.ayetinde " Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır ? Eğer " Fasl Sözü " / Kelimetül Fasl / Hükümlerini açık bir şekilde dile getiren sözler olmasaydı, aralarında kesinlikle işleri bitirilmişti. Ve şüphesiz şirk koşarak yanlış ; kendi zararına iş yapanlar ; kendileri için acı bir azap olanlardır. " ifadelerinde belirtildiği gibi yapılan uyarılara rağmen şirk batağına saplanmış olanlarca, Hadis uydurmanın ve hadisleri dinin bir kaynağı olarak kullanmanın veya kullandırmanın ;
* Müslümanları, kendi silahı ile vurmak, dini yozlaştırmak, parçalamak ve birbirlerine düşürmek.
* Bazı mezhep ve tarikatların oluşumuna, güçlenmesine zemin hazırlamak.
* Cahil halkın, peygamber sevgisinden yararlanıp, Tarikat ve Cemaatlerce kolayca taraftar yaparak onları sömürmek.
* Yönetici konumundaki Halife, sultan, padişah gibi devlet başkanlarının gözüne girme isteği.
* Devlet yönetimindeki yöneticilerin haksızlıklara karşı, halkın tepkisini dini kullanarak bastırmak.
* Din adamı kisvesindeki bazı sapıkların, halkı kendi çevresinde toplayarak ibadet ve takvaya yöneltmek bahanesiyle kandırmak istemesi, gibi çeşitli nedenleri ve hedefleri vardır. Bu bağlamda Bakara Sûresinin 61 - 71 ayetlerinde Yahudilerce kurban edilerek kesilecek sığırın ayrıntıları ile ilgili olarak sorulan sorulara atıf yapılarak yine Maide Sûresinin 101. ayetinde bütün insanlar saçma ve gereksiz sorular konusunda uyarıldığı halde, tıpkı Yahudilerin saçmalıkları gibi Kur'anı yeterli görmeyenler de birçok konuda gereksiz, saçma sorular sormuşlar, cevabını Kur'anda bulamayınca, kendilerinin uydurdukları cevapları da " tırnağın hangi sırayla kesileceğinden, sakalın kaç karış bırakılacağına, helaya hangi ayakla girileceğinden, hangi taraf üzerine yatılacağına kadar, tutarsız ve saçma olan yüzlerce emir ve yasağı, hadis diye sunarak din haline getirmişlerdir.
Kur'anın orijinalinde hadis olarak yer alan sözcüğün geçtiği bütün ayetlerde, yapılan saptırma amaçlarına yönelik olarak neredeyse meallerin tamamında " söz " diye çevrilmektedir. Bu ise kişiler tarafından oluşturulmuş Kur'an dışındaki sözlerle ortaya çıkacak bazı art niyetli amaçları gizlemektedir. Bunların sonucunda Kur'anın dışında Peygamberimizin adına atfedilerek kişiler tarafından oluşturulmuş ve aktarılmış olan sözler / Hadisler, Ravi, İsnad ve Ulumü'l Hadis, gibi temel metotlara dayandırılarak ve genel hatlarıyla bütün İslami eğitimin söz konusu olduğu zeminlerinde en öncelikli olarak ele alınıp başlı başına Hadis İlmi diye İslam'da ayrıca bir ilim dalı oluşturulmuştur. Bu ilim dalı içerisinde ;
* Sema / yükseklik, kıraat / okumak ve münavele / rivayetin verilişi gibi geleneksel rivayet metotlarından yola çıkılarak " merfu / zincir atlanarak nakledilen, mevkuf / zinciri kesik " gibi hadis türlerine " Sika / ravinin güvenirliği, mütkin / sağlam olan ve leyyin / yumuşak ve kolay olan gibi ravi : Rivayet eden nitelemeleri yapılmıştır.
* Hadisler " ilelül / kusurlu hadis, garibü'l / tuhaf hadis gibi alt disiplinleri ile müstakil maddeler halinde işlenir.
* Hadisler rivayet zincirinde yer alan kişilerin sayısına göre Mütevatür / yaygın , Meşhur / ünlü, Ahad / bir tek kişiden nakledilen, Garib / tuhaf haberler olarak isimlendirilmiştir.
* Hadis toplayıcılarının kabul edilebilir ve güvenilir olmalarına göre hadisler, Sahih / gerçek doğru, Hasen / güzel bulunan, Mevzu / uydurulmuş olarak sınıflandırılmıştır.
* Hadis kültürü içerisinde aslında Allah katında çok ciddi bir sorumluluğu oluşturan, hadisle ayet hükmünün kaldırıldığına, hükmü kalkmış hadislerden de söz eden Nasih ve Mensuh inancına da çok yoğun bir şekilde yer verilmektedir. Allah'ın birçok ayetinin, bazılarına göre 40 veya 25 ayetin hükmünü kaldıran sahih hadis uygulamaları ve inancı ile, Şirke ve küfre girildiğinin uyarıldığı ayetler saklanarak görmemezlikten gelinmektedir.
Uydurulmuş hadisler incelendiği, sorgulandığı zaman görülecektir ki, Kur’ana, Sünnetullah’a, ( Allah’ın Kâinatı yönetmedeki kurallarına, kanunlarına, ilkelerine, hükümlerine ) aykırı oldukları gibi, akla, mantığa, bilimin, teknolojinin bugün ortaya koyduğu gerçeklere de uymamaktadır. Anlamları ve ifadeleri çoğunlukla bozuktur, sözlerin ve rivayetlerin konusu, Peygamberimizin şahsiyetine yakışmayacak ölçüde bayağıdır. Kendi aralarında da çelişkilerle, aslında Peygamberimize hakaretlerle ve iftiralarla da doludur. Kur'an ahlakı ile yoğrulmuş Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine ve Kur'anın hükümlerine aykırıdır, saçmadır. Rivayet eden ravilerin, kişilerin çıkarları doğrultusundadır. Tarihi ve coğrafi bilgilere hiç uymaz, rüyada öğretildiği iddiasıyla sunulur. Bu hadis ve rivayetlerin çoğu da bilhassa Emevi ve Abbasi Halifelerinin zulümlerini örtbas etmek ve onları suçsuz göstermek ve halkın tepkisini bastırmak üzere saray beslemesi, din ehli dedikleri ulemaya özel isteklerle uydurtturulmuştur. Üstelik de gerçek tarihi olaylarla, rivayet edilen olaylar birbirine iyice karışmış, gerçek olaylar ayırt edilemez hale gelmiştir. Bunlardan bazı hadis örneklerine bir bakalım ;
* Bir kertenkele öldüren, bir kâfir öldürmüş gibi sevap kazanır. ( Müslim ) * Güneş, şeytanın iki boynuzu arasında doğar. ( Nesai 279 ) * Kadının aklı ve dini eksiktir. ( Ebu Davud 4679 ) * Allah Ahirette kendini tanıtmak için açıp bacağını gösterir. ( Buhari 97 / 24 ) * Allah benimle görüştü, el sıkıştı. ( Hanbel 5 / 243 ) * Dinini değiştireni öldürün. ( Buhari 12 / 1883 ) * Kadınlar arasında iyi bir kadın, ancak yüz karga içindeki bir tek alaca karga gibidir. ( Buhari 9 / 1391 ) * Cehennemde en şiddetli azap ressamlaradır. ( Buhari Tesavir 89 ) * Dünya balığın sırtındadır, balık başını sallarsa deprem olur. ( İbni Kesir tefsir 2 / 29 ) * Keçi recm ayetini yemiş. ( İbn i Mace 36 / 194 ) Hiç bir peygambere verilmeyen ümmetime şefaat etme yetkisi bana verildi. ( Buhari )
İnanılan, peşinden gidilen, sahip çıkılan hadislerin saçmalıklarına, Kur'an ayetlerinin uyarılarına rağmen aykırılıklara bakar mısınız ? Kertenkele neden öldürülecekmiş ? Çünkü uydurma rivayetlerle ateşe atılan İbrahim peygamber için bütün mevcudatın dışında sadece o su taşımamış. Arkadaşların Dünyanın yuvarlak olduğundan da haberleri bulunmamaktadır. Kadın neden aşağılanmaktadır ? Çünkü zihniyet kadını eve kapatmak ve köle yapmak, bu dünyada da Ahiret hayatında da hizmetkârı huri olmasını istemektedir. Kur'an ayetlerine göre Allah'ı hiç kimse gözü ile göremez de bunlar görebilirler, Allah'ı da bir insan bedenine sokarak eli, kolu, gözü, kulağı ile düşünürler. Şefaat ( yardım etme ) konusunda Allah'tan başka Ahiret gününde hiç bir kimsenin şefaatçi olamayacağı bir çok ayetle belirtilmiş olmasına rağmen, bizimkiler günahı işleyip işleyip peygamberin, mürşitlerin kendilerini kurtaracağına inanmaktadırlar.
Kur'an ayetlerine aykırı olarak binlerce uydurulmuş hadislerde, * İçine sineğin düştüğü çorbanın içilmesinin helal olduğu " ( Buhari Tıp 58, Ebu Davud Et'ime 49 ) * Deve sidiğinin hastalıklara şifa olduğu, ( Buhari Tıp 5 / 1 Hanbel 3 / 107 ) Bazı Kur'an ayetlerinin okunmasının, baş diş ve çeşitli vücut rahatsızlıklarına iyi geleceği, * Ebu Musa El Eşari’den nakille ; “ Nebiyy i muhterem ( s.a.v ) içinde su bulunan bir kap istedi. Ellerini yüzünü kabın içinde yıkadıktan sonra içine mübarek ağzından su püskürttü. Sonra onlara bu sudan içiniz ve yüzünüze göğsünüze dökünüz buyurdu. “ ( Buhari 148. Hadis ) gibi absürt ve saçmalıkların olduğu, kadını aşağılayan, insan yerine koymayan, abdest suyunun içileceğine kadar sağlıksız bir uygulamanın kutsal bir inanç yapıldığı hadisler de yer almaktadır. Abdestin, namazın, duanın her ayrıntısı için de vaciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını bildiren yüzlerce hadis bulunmaktadır. Yüce kitabımız Kur'anda Bakara Sûresinin 256. ayetinde " Dinde zorlamak ( tiksindirmek ) yoktur. " uyarısı ile Allah'ın dini zorlaştırmayın dediği ayetlerine rağmen, hadislerle boğulan ibadet şekilleri, adeta yapılmasın, yerine getirilmesin diye sanki bilerek ve özellikle zorlaştırılmıştır. Örneğin, namazda sadece elleri kaldırarak tekbir getirmenin çeşitleri ile ilgili yüz yetmiş civarında hadis bulunmaktadır.
Bazı hadislere de daha fazla önem katmak için, bazı işgüzarlarca neredeyse “ vahiy olup da Kur’anda olmayan “ anlamına gelmek üzere “ Kutsi Hadis “ denilmektedir. Bu hadisler, " bir iki kişinin anlatımıyla Peygamberimiz tarafından nakledilmiş, manası da yine Peygamberimiz tarafından Allah’a nispetle ifade edilmiş hadislerdir " diye tanımlanır. Buna göre sözleri Peygamberimize, manaları ise Allah’a ait olarak kabul edilmektedir. Ama bu hadislerin hem manalarının, hem de sözlerinin Allah’tan olduğunu iddia edenler ve buna inananlar da vardır. Halbuki kutsi hadislerin vahiy olduğunu iddia etmek, bu vahiylerin Peygamber tarafından tebliğ edilmediği ve böylece de vahyin korunmadığını, saklandığını ve değiştirildiğini kabul etmektir. Bu kabul aynı zamanda Peygamberimizin görevini tam olarak yapmadığı anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Hadisi Kutsi inancı, İslam dışı güçlerin Müslümanları fesada uğratmak için geliştirdikleri bir formüldür. İslam’ı yozlaştırma amacına yöneliktir. Sapık inanç ve kabuller dine bu yollarla girmiştir. Bu inançlarla bir taraftan Peygamberimizi abarttıkları sevgiyle göklere çıkartarak Allah'ın yanına ortak edebilmekteler, diğer taraftan da görevini tam yapamamış bir peygamber konumuna sokmaktadırlar. Halbuki pek çok hadis de birbiriyle çelişkiye düşmekte, birbirini yalanlamaktadır.
Kur’an, içine yerleştirildiği mucizelerle, kısa öz ve değişik anlatım tekniği, sözlerdeki uyumu ve armonisi ile Allah’ın bizzat koruduğu, bundan dolayı da ayetlerinin tahrif edilemeyeceği muhkem bir kitaptır. Bundan dolayı Kur’anı kolayca tahrif edemeyeceklerini görenler, O’nun adına uydurulan yalan sözlerle ve rivayetlerle özel emellerine ulaşabilmişlerdir. Halbuki, Allah’ın halis dini İslam‘ın tek ve ana kaynağı olan Kitabımızda, ayetlerle en güzel sözün ( Ahsenel Hadis ) denilerek, Kur’an ve içindeki sözlerin olduğu bildirilmekte ve bu sözün üzerine başka bir sözün söylenemeyeceği uyarısı yapılmaktadır.
ZÜMER 23 : Allah, ahsenel hadis / sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap halinde indirmiştir. Ondan Rabblerine saygısı olanların tüyleri ürperir.
VAKIA 81 : Peki şimdi siz bu hadisi / sözü / Kur’anı mı küçümsüyorsunuz.?
Öte yandan Casiye Sûresinin 6. ayetinde " İşte bunlar, Bizim sana hak / gerçek ile okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla / gerçek olarak okuyoruz. Artık onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra, hangi hadise / söze / hangi olguya inanacaklar ? " denilerek Din ve inanç adına Allah'tan başka hiç bir kimsenin sözünün bir değerinin olamayacağı belirtilmekte, Tur Sûresinin 34. ayetinde de " Aslında onlar inanmıyorlar. Peki onun gibi bir hadisi / sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler. " ifadeleriyle de yapısal olarak gerek edebi açıdan, gerekse de içerik olarak tartışılmaz bir mucize olan Kur'anın ayetleri ile inanmayanlara ve ayetlerinin yerine başka sözleri geçirenlere meydan okunmakta, daha birçok ayette de Rabbimiz, Kendisinin bu en güzel sözünün üzerine Peygamberimizin dahi söz söyleyemeyeceği, Allah’ın vahyettiklerinin üzerine ( dine ) herhangi bir hüküm ilave etmesi veya eksiltmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmektedir. Peki bu uyarılara uyulmuş mudur ? Yoo ! uyarılara rağmen aksine bugün çoğunlukla Müslümanlar tarafından maalesef uydurulmuş hadis kitapları ön plana çıkartılmış, insanları kandırmak için Kur'an yetmez denilerek Tarikat ve Cemaatlerin en çok kullandıkları argümanlar olmuş, Kur'an terkettirilmiştir. Mekke müşrikleri de Kur'ana karşı ilgisiz olup beğenmemekte ve başka bir kitabın onun yerini almasını istemekteydiler.
YUNUS 15 : Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar ; “ Bundan başka bir Kur’an getir, yahut bunu değiştir. “ dediler. De ki : “ O’nu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.
ENAM 114 : Ve O size Kur’anı ayrıntılı olarak indirdiği halde, Allah’tan başka hakem / Hakk ile hükmeden birini mi arayayım ? de.
MÜRSELAT 50 : Artık onlar Kur’andan sonra hangi hadise / söze inanacaklar ?
KALEM 36 – 38 : Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz ? Yoksa içinde ders aldığınız şeyler “ Siz bu alemde neyi beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak “ garantisi verilmiş olan size ait bir kitap / yazılı belge mi var ?
Bütün bu ayetlerin çok ciddi uyarılarına rağmen, bu ayetler görmemezlikten gelinerek, gözlerden ve belleklerden uzak tutularak bugün, Tarikat ve Cemaatlerin içerisinde yer alan Müslümanların pek çoğu, maalesef uydurulan hadis ve rivayetlerle adeta Kur’anı terk ederek " Sünneti Seniye " denilen bu yanlış ve Kur’ana aykırı olan, Kur’an dışı dini yaşamaktadırlar. Çünkü, bu grupların takip ettiği kitapları yazanların yararlandıkları ana kaynaklar, hadislerin ve rivayetlerin toplandığı Kütübü Sitte adlı kitaplar ve sekiz yüzlü yıllarda ilkel şartlarda ve dar olanaklarla yapılan klasik tefsirlerdir. Üstelik Kur’anın kapsamındaki ( Tarih, Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Astronomi, Kozmoloji, Sosyoloji gibi ) pek çok ilim dallarının, o dönemdeki kullanılan dil kalıplarının ve deyimlerinin, buna bağlı olarak Allah’ın kullandığı mecazi ve edebi sanatlarının en güzeli anlatım tekniğinin uzmanlığından yoksun olan bu tefsirciler, Kur’an bütünlüğü içerisinde ayetleri tam ve doğru olarak değerlendirememişler, düz mantıkla yaptıkları yorumlarla, insanların da yanlış inançlara yönelmelerinin sorumlusu olmuşlardır. Adeta Müslümanlardan saklanan, dini sohbetlerde hiç değinilmeyen ayetlerle Yüce Rabbimiz Allah’ın çok şiddetli uyarılarını da görmezden gelmişlerdir.
ARAF 3 : Rabbinizden size indirilene uyun ve O’nun astlarından, yol gösteren, yardım eden ve koruyan sözde yakınlara / velilere, evliyaya uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.
BAKARA 170 : Ve onlara “ Allah’ın indirdiğine uyun “ dendiği vakit, aksine “ Biz atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız “ dediler. Ataları bir şeye akıl erdiremez ve kılavuzlandıkları doğru yolda olmasalar da mı ?
ALİ İMRAN 80 : Ve Allah size, melekleri, zorbaları, zorba yönetimleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra size küfrü emreder mi ?
FURKAN 30 : Peygamber de “ Ey Rabbim ! hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’anı mahcur / terk edilmiş bir şey edindi dedi.
Kur’an, okunup anlaşılması, aklın kullanılması, diriler için bir öğüt, hidayet rehberi olması gereken bir Kitap değil de, Mezhepler, Tarikatlar ve Cemaatler eliyle uydurulan hadis ve rivayetlerle maalesef ölüler için mezarlıkların, yaşayanlar için ise baş ağrısı, diş ağrısı, yılan sokması kitabı haline getirilmiştir. Kur’anın ilk emri “ oku “ dur. Ama bu emir bugün öğüt almak için değil de, tamamen yanlış tarafa yönlendirme ile sadece Arapçasının hiç bir şey anlamadan mahreci, tecviti, kıraatı ile makamlandırılarak okunup, her harfine sevap kazanmak ve bu sevabı da ölenlere hediye etmek anlayışına dönüştürülmüştür. Böyle olunca Kur’anın içerisinde hangi uyarıların, öğütlerin olduğu bilinmemekte, İslam’ın temel ilkesi Tevhit'ten ( Allah'ı birleme bilincinden ) bihaber olan Müslümanlar, Allah’ı gereği gibi tanıyamamakta, uydurma hadislerin etkisi ile O’nu gökyüzünde çok uzaklarda ulaşılamayan yerde, Sidreti Müntehada bir tahtta oturduğunu zannetmekte, ara sıra yeryüzüne inerek meleklere sorarak durumdan haberdar yapılmakta, buna bağlı olarak uydurulmuş Miraç masallarına, Peygambere yaptırılmış uzay seyahatine, Allah’a ulaşılamadığı için yeryüzündeki Veli, Evliya, Seyit, Şeyh, Şıh, Kutup, Gavs, Mürşit denilen halifelerine, Allah’a yaklaştırmak için etten kemikten yapılmış putların aracılığına inanmaktadır.
Yüzlerce hadis ve rivayetle, Kendisi de bir beşer olan Peygamberimize, insan ve doğa üstü bir uluhiyet ile mucizeler isnat edilmiş, yüzlerce doğa üstü mucizesi anlatılmış, abartılan sevgi ile Kâinatın efendisi denilmiş, Seyit denilmiş, Mevlana denilmiş, Habib denilmiş, Senedena denilmiş, evvelin ve ahirin efendisi yapılmış, bir insan için peygamberlik makamından daha büyük bir makam olamayacağı halde bununla yetinilmemiş, Sallallahu aleyhi ve selem ( s.a.v ) demeden ismi anılmamaya başlanmış, Kur’andaki Ahzap Sûresinin 56. ayetinde ve diğer ayetlerdeki salavat sözcüklerinin asıl anlamı saptırılarak ve üstelik de Cin Sûresinin 18. ayetinde " Mescitler sadece Allah içindir. Öyleyse Allah ile birlikte hiç kimseyi çağırmayın. " denildiği halde, sadece lafta kalan salavat getirme anlayışı camilerin ve namazın içerisine sokulmuş, bununla cennet ve cennette yetmiş huri vaatleri yapılmış, tamamen şirk ve küfür ile dolu olan sela verme, cami minarelerinden her fırsatta okunan bir gelenek haline getirilmiştir. Kur’anda Ali İmran Sûresinin 80, Tevbe Sûresinin 31. ayetlerinde Allah’ın “ Din bilginlerini, din adamlarını, Peygamberleri Rabler / Efendiler edinmeyin Bana ortak koşmayın “ uyarıları tamamen inkâr edilmiştir. Kur'andaki Allah'a ve Elçisine itaatin emredildiği ayetler maalesef farklı algılanmakta, elçinin görevinin sadece tebliğ etmek olduğu gerçeği, bu tebliğin de sadece Kur'anda olduğu ve Enam Sûresinin 19. ayetinde " De ki : Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür ? De ki : Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur'an vahyolundu. Allah'la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz ? De ki : Ben etmem. De ki . O ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım. " ifadeleriyle belirtildiği halde, Allah eşittir Kur'an, Elçi eşittir Hadis ve sünnet diye Allah ile elçi arasında ayrım yapılmaması gerekir. Bu yapılan ayrım, Allah'ın kelamını tahrif ve çarpıtmadır, Allah'a ortak koşmaktır, Elçinin mesajına ihanettir, Allah'a saygısızlıktır. Kur'anın, içinde şüphe bulunmayan, korunmuş ve mufassal olan bir Kitap olmasına rağmen, içinde binlerce itilaf ve şüphe bulunan, yüzde doksan dokuzuna güvenilmeyen, zanlara dayanan hadislerle dolu Kitaplara muhtaç edilmesidir. Böylece Allah'ın ayetlerle anlatmak istediğini anlatamadığını, Elçisine muhtaç olduğunu kabul etmektir. Oysa Şura Sûresinin 52. ayetinde " İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden / Kendi işimizden olan ruhu / bilgiyi / Kur'anı vahyettik. Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur / ışık yaptık... " denildiği gibi, peygamberi doğru yola ileten, getiren bizatihi Kur'an değil midir ?
Kur’an ayetlerinin onca uyarılarına rağmen, Kur’anı terk eden, Kur'anın içeriğini bilmeyen, bu nedenle Allah'ı ve Peygamberi gerektiği gibi tanımayan, Allah’a gerçek manada yönelmeyen, Allah’tan başka neredeyse Peygamberi dahi Rabb edinip şirke bulaşan, Hakk dininden ayrılarak, parça parça gruplara bölünen, Mezhep, Tasavvuf ve Tarikatlarla cemaatleşen ve Cemaat imamlarını, velilerini, evliyalarını, önderlerini Allah’a yaklaştıracak aracılar olarak gören Müslümanlar, hadislerle boğdurulan Kur’an dışında yaşadıkları yozlaşmış dini terk etmedikçe, hadislerle yatıp hadislerle kalkmaya devam ettikçe, akıllarını kullanmazlarsa, üzerilerindeki belalardan, musibetlerden, huzursuzluklardan, mutsuzluklardan, geri kalmışlıktan, medeniyetsizlikten ve kavgadan asla kurtulamamanın yanı sıra, Ahiretlerini de kaybederek Allah katında da küfür ve şirk suçunun muhatabı olacaklardır. Oysa ayetlerde de göreceğimiz gibi Allah katında tek bir din vardır !
ALİ İMRAN 19 : Şüphesiz Allah katında din İslam'dır.
ALİ İMRAN 85 : Kim İslam'dan başka din ararsa, bilsin ki o din ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
MAİDE 44 : Şu halde siz de insanlardan korkmayın. / saygı duyup ürpermeyin Benden korkun / Bana saygı duyup ürperin ve ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.
Bütün bunlara rağmen bugün ülkemizde yine de çoğunlukla yaşanan dini inançla, hayatın her alanında insanları hadisler yönlendirmektedir. Evde aile hayatından başlayarak oturmada, yatmada, kalkmada, sofrada yemekte, içmede, cinsel yaşamda, evlenmede, boşanmada, kadına bakışta, giyinmede, kuşanmada, tuvalette, hastalıkta, sağlıkta, camide, tekkede, namazda, Haccda, oruçta, niyazda, duada, üç aylarda, kandil gecelerinde, Ramazanda, sokakta, çalışmada, iş hayatında, mezarlıkta, türbede, okulda, ölülerin duasında, şifa diye okutulan ayetlerde, dokuz yaşında kızla evlenme izninde, şalvarda, cilbabda, örtünmede, sarıkta, sakalda, bıyıkta, kadının saçında başında, aklında, Arapları övüp, başkalarına sövmede, kertenkeleye cihat açmada, ayakta hacet görmeye, idrarın kabirde sıkmasına, varıncaya kadar daha yüzlerce konuda, altı yüz bin hadis, ayıklanıp yedi bine düşürülen sahih denilen hadis, mütevatir hadis, meşhur hadis, Ahad hadis, garip hadis, merfû hadis, mevkuf hadis, mevzu hadis, hasen hadis, kutsi hadis, sünen hadis, kırk kutsi hadis, hadis, hadis, hayatın ve dinin boğulduğu, Kur’anın hükmünü ortadan kaldıran nasih ve mensuh hadis, Kur’anı sadece Arapça hiç bir şey anlaşılmadan okutturup, ölülere hediye ettirip, mezarlıkların ve ölülerin kitabı yaptıran hadis. Peygamber sevgisini saygısını abartarak Şari yapıp, Allah'ın yanına ortak getiren ve şirk batağına bulaştıran hadis. !
Kur'anı ve Allah'ın vahyini, tamamen arka planda bırakıp sadece mezarlıklarda ve hatimlerde okunan ontolojik bir kitap haline getirenler, adeta Peygamberi Dinin sahibi yapıp uydurulan hadisleri Din yaşamlarının önüne geçirenler, böylece Hadislerin peşinden gidenler, kendileri için felâketlerle dolu bir yolun kapısını aralamaktadır. Kur'an bize yeter diyen Kur'an müminlerini de Peygamber inkârcısı sapık ve ebedi Cehennem ehli olarak gören bugünün ehli sünnetçi Tarikat ve Cemaat konuşmacıları, örneğin, Nisa Sûresinin 65. ayetindeki " Artık hayır ! Rabbine andolsun ki onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar. " ifadeleri, Haşr Sûresinin 7. ayetinde " Allah'ın o kent halkından, Resulüne / Elçi'sine verdiği fey'ler / ganimetler, Savaşmadan elde edilen gelirler içinizden yalnız zenginler arasında gücün getirdiği refah olmasın diye Allah'a, Resule / Elçi'ye yakınlık sahiplerine, göç eden fakirlere - ki onlar Allah'ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Allah ve Resulüne / Elçi'sine yardım ederler. İşte onlar doğruların ta kendileridir. - yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Resul / Elçi size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, azabı çok çetin olandır. " ifadeleri de inançları için delil göstermektedirler. Bu ayetlerde aslında pek çok ayrıntı ile değişik konulara dikkat çekilmekle beraber, Bedir savaşının ardından katılan savaşçılara ekonomik durumlarına, sahip oldukları çocuklarının sayısına ve aile yapılarına göre Peygamberin adaleti ve yetkisi dahilindeki yaptığı ganimetin dağıtımına itiraz eden sahabelere " Elçi size neyi verdiyse onu hemen alın " diyerek çok ciddi bir uyarı yapılmaktadır. Fakat buna rağmen bu bölümü paragraftan, gerçeğinden ayrı ele alarak çok kapsamlı bir hüküm olarak aktarmakta, Peygamberin Sünneti deyip, Peygambere hüküm / teşri oluşturma yetkisi vererek, adeta bütün konularla ilgili olarak hüküm koymada Allah'a ortak etmektedirler.
Bu bağlamda neredeyse bütün Allah'a ve elçisine uyun denilen ayetleri alın size tokat gibi gelecek Peygamber sünnetinin ve hadislerin temel dayanağı ve delili olan ayetler diye göstermektedirler. Ama ayetlerin asıl mesajını saptırarak yalan söylemektedirler. Oysa tek bir ayeti diğer ayetler arasındaki bağlarını kopararak değil de yer aldığı paragraf ve ardından da Kur'an bütünlüğünde peygamber hükmünün ne olduğuna bakacak olursak, Nisa Sûresinin 105. ayetinde " Şüphesiz Biz, Bizim sana gösterdiğimiz gibi insanlar arasında hükmedesin diye Kitab'ı hak / gerçek olarak indirdik. Sen de hainler için savunucu olma ! " denilerek peygamberin gerçek olarak indirilen Allah'ın vahyi Kur'an ile, Nur Sûresinin 54. ayetinde " De ki ; " Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin. Artık eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki o'nun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer Elçi'ye itaat ederseniz, kılavuzlandığınız doğru yola girersiniz. Elçi'nin üzerine olan da, sadece apaçık mesajı iletmektir. " denilerek belirtildiği gibi aslında Hadisçiler tarafından saptırılan bu ayette de peygamberin tek görevinin Allah'ın mesajlarını tebliğ etmek, itaat edilecek hükmün ve uyulması gerekenin peygamber mesajları ve bu mesajların da aslında sadece Allah'ın vahiyleri olduğu belirtilmektedir. ( " Terkedilmesinden Korkulan Peygamber Sünneti Nedir ? " başlıklı yazımızda Kur'anda peygamber sözcüğünün yerine yer alan Nebi ve Resül sözcükleri arasındaki işlev ve nüans farkının ne olduğunu görebilirsiniz )
Sonuç olarak Yüce Rabbimizden dileyelim ki, ben Müslüman’ım diyenlere, şirkten, çok sevdiğimiz Peygamberimizi dahi Allah’ın yanında ikileme yaparak Allah'a ortak koşmaktan, uzak durabilmeyi nasip eylesin. Ahkaf Sûresinin 5. ayetinde, " Ve Allah'ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışından habersizdirler de. " denilen uyarılara kulak verilerek, Allah’tan başka peygamberden şefaat istemekten, türbelerden, velilerden, ölülerden yardım istemekten vazgeçilsin. Yukarıda değindiğimiz Şura Sûresinin 21. ayetinde " Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır. " denilerek, yine dinde kural koymanın sadece Allah'a ait olduğunun bildirilmesine rağmen, Allah'ın yerine uydurma hadislerle, Dinde inanca ve amele hüküm koyan Tarikat ve Cemaatlerin esaretinden, sorgulayarak, akıllarını kullanarak kurtulmaya çalışsınlar. Unutulmamalıdır ki sorgulanmayan din, kişinin kendisine ait din değil, başkalarının gütmesiyle yaşanan bir dindir.
Kâinatı, Evreni, Dünyayı, üzerindeki bütün mevcudatı yaratan Yüce Rabbimiz, kıyamete kadar sadece Kur'anı koruyacağını vaat etmiştir. Vakıa Sûresinin 77 - 78. ayetlerinde “ Hiç kuşkusuz O, şerefli Kur’andır. Saklanmış, korunmuş bir kitaptır. “ diyerek Kur’anın kaybolmayacağını, bozulmayacağını, Kendisinin Kur’anı koruyacağını, beyan etmektedir. Yine Hicr Sûresinin 9. ayetinde de Rabbimiz, “ Hiç kuşkusuz Biz, O, öğüdü / Kur’anı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz O’nun için koruyucularız. “ diyerek, Biz sözcüğü ile vurgu üstüne vurgu yaparak Emrinde hiç aksaklık vermeyen Kur'andaki 19 kod sistemi de dahil, Allah'ın kurduğu sistemlerle, Kur’anın kesinlikle kıyamete kadar korunacağını, var olacağını, yaşayacağını, insanlara hidayet ve hakkı tanıtmaya devam edeceğini önemle belirtmektedir. Kur’anın Hakk Dininde sadece Allah’ın Sünneti ve Ahsenil Hadis dediği vahyi vardır. Zuhruf Sûresinin 43. ayetinde " Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, dosdoğru yol Allah'ın vahiylerindedir, İnsanlar sadece Allah'ın vahyine uymak zorundadır. Üstelik de Zuhruf Sûresinin 44. ayetinde “ Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur’an senin için de toplumun için de bir öğüttür. Siz yakında sorgulanacaksınız. “ ifadeleriyle hesap gününde hadis ve rivayetlerden değil, bilakis Kur’andan sorgulanacağımız belirtilmektedir. Bu nedenle Allah'ın korumasını talep edenlerin, ancak dinimizin yegâne kaynağı ve peygamberimizin de bize yegâne emaneti olan Kur'ana yönelmeleriyle kurtulması mümkündür. Müslümanlar kendi durumlarını uydurma hadislerin peşinden koşarak değil, Kur’an ışığı altında, Allah'ın indirdiği ayetlerin hükümleriyle, sorgulayarak, akıllarını kullanarak ve objektif olarak değerlendirmeli, tevbe ederek sadece Yüce Rabbimiz Allah’a sığınmalı, gerçek manada Kur’an mümini olarak, din gününün azabından kurtulabilen, Allah katında zafere ulaşabilen kullar olmaya çalışmalıdır. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR