Konu Detay

HADİSLERLE YAŞANAN DİN !

 26.10.2017
 1828

Bugün  gerek  ülkemizde,  gerekse  Kur'anın  indirildiği   Arabistan  da  dahil   diğer  bütün  İslam  ülkelerinde,  herhangi  bir  zeminde  ve  ekran  önünde  din  adına  konuşanların  neredeyse  tamamı  Kur'anın  önüne  geçirdikleri  hadislerle  konuşmakta,  kamu  vicdanında  ve  mantığında  en  saçma  olduğu  kabul  edilen  hadisler  dahi  ilâhiyatçı  akademisyenler  tarafından  çok  hararetle  savunulabilmekte,  Müslümanlara  din  diye  dayatılmaktadır.  Peygamberimizin  vefatından  sonraki  yılların  ilk  zamanlarında  dilden  dile  dolaştırılarak  ortaya  çıkarılan,  milyonla  ifade  edilen  sayılardaki  hadislerle,  yüz  yıllardır  beyinleri  yıkanarak  uyutulmuş  olan  Müslümanlar,  sayıp  sevdikleri  Peygamberin  sözü  olduğunu  zannederek,  Allah’ın  önüne  geçirerek  maalesef  şirke,  Kur’an  ayetlerini  terk  ederek  küfre  girdiklerinin  bile  farkında   olamamaktadır.  Artık  Kur’anın  yerine  ellerinde  hadis  kitapları  ile  dolaşmakta,  Kur’anı  da  anlaşılmadan  sadece  Arapçasının  okunduğu  zaman,  her  harfine  on  sevap   kazanılacağı  bir  kitap  olarak  düşünmektedir.  Böylece  İslam  denilip  bugün  yaşanmakta  olan  dini  inançlarda,  belirginleşen  bir  şekilde  gelenekselleştirilmiş  olarak  görülmektedir  ki,  bütün  yaşam  tarzları,  ibadet  anlayışı,  hadis  ve  rivayetlerin  nakilleriyle  ( Peygamberin  söylediğine  ve  anlattığına  inanılan  sözlerle )  yürümektedir. Bilhassa  Kur’andaki  pek  çok  ayetle  yapılan  uyarıların  aksine,  dinin  parça  parça  edilip  gruplara   bölünmesi,  Mezhep,  Tarikat  ve  Cemaat  önderlerinin  çok  sahip  çıktıkları  hadis  ve  rivayetlerin  Kur’anın,  Peygamber’in  de  Allah’ın  önüne  geçirilmesiyle  Hakk  Din  olan  İslam,  adeta  Allah’ın  dini  olmaktan  çıkmış,  onun  yerini  Tarikatların,  Cemaatlerin  oluşturduğu  Ehli  Sünnet  veya  Ehli  beyt  dedikleri  grupların  dinleri  almıştır. 

Kur'anın  anlaşılmak  üzere  okunmadığı,  içinde  bulunan  uyarıların  ve  hatırlatmaların  neler  olduğunun  bilinmediği,  aklın  kullanılmadığı,  duyarsızlık  ve  tembellik  içinde  yaşandığı,  mensubu  oldukları  dinin  gereklerinin  hiç  sorgulanmadığı  Müslüman  toplulukları,  Yusuf  Sûresinin  111. ayetinde  "  Kur'an,  uydurulan  bir  hadis  /  söz  değildir.  Ancak  sadece,  içinde  konu  edilenlerin  doğrulaması,  inananlar  için  her  şeyin  ayrıntılı  açıklaması,  bir  yol  gösterme  ve  rahmettir. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  Kur'an  başkalarının  uydurduğu  sözler  dizisi  değildir. Dinimizin  yegâne  kaynağı  yüce  kitabımız  Kur'anda  Yasin  Sûresinin  1 - 6. ayetlerinde  Babaları  uyarılmamış,  bu  yüzden  de  kendileri  duyarsız  gaflet  içindeki  bir  toplumu  kendisiyle  uyarasın  diye  Aziz  ve  Rahim  /  engin  merhamet  sahibinin  indirdiği,  hakim  /  yasalar  içeren  Kur'an  kanıttır  ki  sen  o  elçilerdensin.  Hiç  şüphesiz  sen  dosdoğru  bir  yol  üzerindesin. "  denilerek  ve  daha  bir  çok  ayetle  yapılan  çok  ciddi  uyarıların  farkında  olmadan,  daha  önceki  toplumlar  gibi,  asırlarca  içinde  kaldıkları  gafletle,  Kur'anın  dışında  yaşadıklarını  dosdoğru  bir  yol  ve  Allah’ın  dini,  Peygamberi  de  onun  söylediğini  zannettikleri  hadislerle,  Allah’ın  ortağı  haline  getirmektedirler.  Müşrik  Araplarda  olduğu  gibi  aradan  geçen  bin  beş  yüz  yılda  hiç  bir  şey  değişmemiştir.  Halbuki  Kur'an  ayetlerine  baktığımız  zaman  Hud  Sûresinin  2. ayetinde  "  Bu  Kur’an,  Allah’tan  başkasına  kulluk  etmeyin,  sadece  Allah’a  kulluk  edin,  diye  ayetleri  hüküm  ve  hikmet  sahibi  Allah  tarafından  konmuş  muhkem  /  bozulması  engellenmiş,  kanun,  düstur  ve  ilkeleri  ayrıntılı  olarak  açıklanmış  uyarıcı  ve  müjdeleyici  bir  kitaptır. "  ifadeleriyle  Allah'tan  başkasına  kulluk  edilemeyeceği,  ortak  koşulamayacağı,  Kur'anı  sadece   Allah'ın  üstelik  de  ayrıntılı  olarak  açıklayacağı,  Necm  Sûresinin  3 - 4. ayetlerinde, "  O  boş  ve  iğreti  arzusundan  da  konuşmuyor.  O’nun  size  söyledikleri ;  İnen  o  ayet  grupları,  kendisine  vahyedilen  vahiyden  başka  bir  şey  değildir. "  denilmekte,  Peygamberin  sadece  Allah'ın  vahyine  uyduğu,  insanlara  aktardığı  sözlerin  sadece  vahiy  olması  gerektiği,  Furkan  Sûresinin  56 - 57. ayetlerinde  de  "  Ve  Biz  seni  ancak  müjdeleyici  ve  uyarıcı  olmak  üzere  gönderdik. "  ifadeleriyle  vahyin  tebliği  ile  görevli  bir  haberci  olduğu  belirtilmektedir.

Hücurat  Sûresinin  1. ayetinde  "  Ey  iman  etmiş  kimseler !  Allah'ın  ve  Elçi'sinin  iki  eli  arasında  öne  geçmeyin  /  dinde  kendi  görüşlerinizi  öne  çıkarmayın.  Ve  Allah'ın  koruması  altına  girin.  Şüphesiz  Allah  en  iyi  işitendir,  en  iyi  bilendir. "  ifadeleriyle  belirtilerek  adeta  "  Allah  ve  Elçi'sini  yalan  söz  ve  iftiralarınıza   malzeme  yapmayın.  Allah'ın  kitabında  olmayanı  var  göstermeyin  ve  Rasûlullah'ın  söylemediği,  yapmadığı  bir  şeyi  söylemiş,  yapmış  gibi  aktarmayın,  size  bir  emir  verildiğinde  onu  tartışmadan,  itiraz  etmeden  uygulayın "  denilmektedir.  Ama  buna  rağmen  insanları  etraflarında  toplayarak,  kendilerine  bir  çevre,  itibar  ve  dünya  çıkarlarını  elde  etme  amacında  olan  bir  takım  Önder,  Veli,  Evliya,  Seyit,  İmam  denilen,  tabiri  caizse  Ulemaüs sû /  Kötülük  Uleması  olan  kişiler,  daha  sonraki  zamanlarda  Peygamber  adına  söylenen  sözleri  daha  işin  başında  din  eğitimi  için  “ Hadislere  inanmamak,  güvenmemek,  insanı  dinden  çıkarır,  hadis  olmadan  din  olmaz. " ( Müslim  833 ) gibi  hadislerle  tehdit  etmekte,  ısrarla  Kur’anın  hadislere  ihtiyacı  vardır nüzul  sebebi  ve  rivayetler  olmadan  Kur'an  anlaşılmaz  diyerek  Kur'anı  hadis  ve  rivayetlere  mahkûm  eden  şartlandırmayla  beyinleri  yıkamaktadır. Çünkü  siz  her  aradığınız  şeyi  Kur'anda  bulamazsınız,  Arapça  olduğu  için  anlayamazsınız,  ama  Arapça  da  olsa  hatim  ettiğiniz  zaman  her  harfine,  her  kelimesine   sevaplar   kazanırsınız  yalanıyla  insanları  kandırmakta,  küfre  girdiklerinin,  dibine  kadar  şirk  batağına  gömüldüklerinin  de  farkında  olmamaktadır.  Oysa  Kur’an  ayetlerine  baktığımız  zaman  durum  hiç  de  öyle  görünmemektedir.

İBRAHİM  4  :  Ve  Biz,  onlara  açıkça  ortaya  koysun  diye,  her  resûlü  /  elçiyi  /  peygamberi  yalnız  kendi  toplumunun  diliyle  gönderdik.

ZÜMER  27 - 28  :  Ve  andolsun  ki  Biz,  düşünüp  öğüt  alsınlar  diye  pürüzsüz  Arapça  bir  okuma  olarak :  Allah’ın  koruması  altına  girsinler  diye  bu  Kur’anda  insanlar  için  her  türlüsünden  örnek  verdik.

YUSUF  3  :  Şüphesiz  ki  Biz  onu  akıl  edersiniz  diye  Arapça  bir  Kur’an  olarak  indirdik.

ZUHRUF  2  :  Mubin  /  apaçık  Kitap  kanıttır  ki :  Biz  onu  aklınızı  kullanırsınız  diye  Arapça  bir  okuma  yaptık.

KAMER  17  :  "  Biz  Kur'anı  anlamanız  için  kolaylaştırdık,  yok  mu  öğüt  alan ? "

Aksine  bu  ayetlerde  Kur’anın  apaçık,  mubin,  anlaşılır  olduğu,  anlaşılmak  üzere  okunup,  öğüt  alınarak  aklın  kullanılması  gerektiği,  her  türlü  örnek  ile  gerekli  açıklamaların  yapıldığı  dile  getirilmektedir.  Ayetlerde  Kur'anın  pürüzsüz  bir  Arapça  ile  indirilmiş  olması  vurgusu  doğru  değerlendirilmelidir.  Bu  vurgu,  Kur’anın  salt  Arapça  ile  indirilmiş  olmasına  değil,  kolayca  anlaşılıp  önce  Arapların  öğüt  alması  için  o  toplumun  dili  olan  Arapça  olmasınadır. Üstelik  de  Sad  Sûresinin  87. ayeti  ile   "  Kur'an  bütün  alemler  için  bir  öğüttür. "  ifadelerinde  belirtildiği  gibi  Kur’an  evrensel  olup,  bütün  dünya  insanlarını  muhatap  kıldığı  için,  her  toplum  Kur’anı  anlayıp  akıl  etmek  ve  öğüt  almak  için  kendi  dilinden  okumakla  yükümlüdür.

FUSSİLET  44  :  Ve  eğer  Biz,  o  öğüdü  /  Kur’anı   yabancı  dilde  bir  okuma  yapsaydık,  elbette  onlar  :  “ Ayetleri  ayrıntılı  olarak  verilmeli  değil  miydi ?  Yabancı  dil  mi,  Arapça  mı  ? “  diyeceklerdi.  De  ki :  “ O  iman  eden  kimseler  için  bir  kılavuz  ve  bir  şifadır. ”  İnanmayanlara  gelince  onların  kulaklarında  bir  ağırlık  vardır.  Ve  o  öğüt  /  Kur’an  onlar  üzerine  bir  körlüktür.  Onlara  çok  uzak  bir  mekândan  seslenilmektedir.

Kur’anın  ne  olduğunu,  Yüce  Rabbimizin  bizim  için  indirdiği  bu  Kitapla  bizden  ne  istediğini,  neyi  yapıp,  neyi   yapmayacağımızı  öğrenebilmemiz,  ona  inanıp  öğüt  alabilmemiz,  hayatımızın  rehberi  yapabilmemiz  için,  mutlaka  onun  anlaşılması  gerekmektedir. Oysa  asırlardır  "  Sünneti  Seniye "  denilerek  inandırılan  anlayış  ve  uygulamalar  ile  Kur’anın  ne  olduğu,  içinde  hangi   bilgilerin, mesajların  bulunduğu  insanlarımız  tarafından  bilinmemektedir.  Ayette  özellikle  Arap  toplumunun  kullandığı  deyimlerle  onların   sağırlığına,  duymayan,  kör  olan,  anlamayan  yapılarına,  Allah'ın  sanki  çok  uzaklarda  olduğu  yanlış  inançlarına  atıf  yapılarak  bütün  insanlığa  seslenilmektedir. Halbuki  insanların  sapkın  düşüncelerini  ve  kalplerindeki  yanlış  inançlarını   gidermek  ve  kalplerindeki  bu  yanlış  hastalıkları  tedavi  etmek  için  şifa  olduğu  bildirildiği  halde,  şirk  batağında  olan  din  adamı  kisvesinde  hadis  uyduranlarca,  yüzyıllardır  abdestsiz  Kur'ana  el  süremezsiniz,  aradığınız  her  şeyi  Kur'anda  bulamazsınız,  Kur'andan  din  öğrenilemez  denilerek  insanlar   çeşitli   bahanelerle  Kur'andan  uzaklaştırılmışlardır.  Oysa  Enam  Sûresinin  38. ayetinde  Yüce  Rabbimiz  Allah'ın  "  Biz  Kitapta  hiç  bir  şeyi  eksik  bırakmadık "  bu  Kitap  mufassaldır,  eksiği,  gediği  yoktur,  Bakara  Sûresinin  2. ayetinde "  Kuşkusuz  onda  şüphe  olmayan  Kitap "  demesine  rağmen,  haşa  Allah  Kendi  anlatmak  istediği  dini  anlatamamış,  eksik  bırakmış  denilmeye  çalışılmaktadır.

Bundan  dolayı  Kur'anı  ve  Allah'ı  yeterli  görmeyenlerin  oluşturduğu  Dinler,  küfrün  egemen  olduğu  şirk  dinidir.  Yaşatılan  bu  Kur'an  dışı  din  ile  Kur’an,  sevgisi,  saygısı  ile  güzel  bir  kılıfta  saklanıp  duvara   asılarak  hapsedilmiştir.  Müslümanlar,  böyle  olunca  da   inandırıldıkları  hadis  ve  rivayetlerle  sadece  Ramazan  ayında  Kur’anı  yılda  bir  kez  eline  almakta,  hiç  kimsenin  bir  şey  anlamadan  imamın  son  sür'atle  Arapça  okuduğu  ve  adına  mukabele  denilen  uygulama  ile  Kur'anın  hatim  edildiği,  sonunda  da  ölülere  hasıl  olan  sevabın  bağışlanması  ile  görevin  en  güzel  bir  şekilde  eda  edildiği  zannedilmektedir. (  Kur'anı  Hatimle  Mukabele  Etme  Geleneği  başlıklı  makalemizde  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. )  Ramazan  aylarında  din  görevlilerinin,  bu  ay  Kur’an  ayıdır,  bu  ayda  Kur’ana  sıkı  sıkıya  sarılalım,  Kur’anı  baş  tacı  edelim  dediklerini  çok  duyuyoruz  da,  fakat  Kur’anı  anlayabilmek  için  Türkçe  meallerini  okuyalım  diyen,  veya  Kur’anın  nasıl   baş  tacı  edileceğini  açıklayan  bir  din  görevlisine  de  nedense  şahit  olamıyoruz.  Zaten  din  görevlileri  de  büyük  çoğunlukla  Hadis  ve  rivayet  eğitiminden  geçtikleri  için  hiç  o  tarafa  değinmemekte,  üstelik  birileri  de  çıkıp  Kur'anı  mealinden  okumak  haramdır  diyebilmekte,  konuşmalarında  neredeyse  bütün  dini  Kur'anın  dışında  Sünneti  Seniye  denilen  uydurma  hadislerle,  rivayetlerle,  kerametlerle  aktarmaktadırlar. Oysa  farkında  olmadıkları  halde  bu  şirk  içindeki  uygulamaların  içerisinde  olanlar,  Enam  Sûresinin  22 - 23.  ayetlerinde   "  Ve  o  gün  hepsini  toplayacağız.  Sonra  Biz  ortak  koşan  kimselere   "  Hani  nerede  o  gerçeğe  aykırı  olarak  inandığınız  ortaklarınız ? "  diyeceğiz.  23  :  Sonra  onların  ateşlere  atılmaları  "  Ey  Rabbimiz,  vallahi / Allah'a  yemin  olsun  ki  biz  ortak  koşanlardan  değildik,  demekten  başka  bir  şey  değildi. "  ifadeleriyle  belirtilen,  hesap  günündeki  mahşer  alanında  o  korkunç  ve  ürkütücü  sorgulamanın  muhatabı  olacaklardır. Yeminlere  sığınarak  inkâr  etmeye  çalışmaları  da  onlara  bir  yarar  sağlamayacaktır.

İslam  tarihinde  Hadis  uydurma,  Peygamberimiz  daha  hayatta  iken   başlamış,  rivayetler  ortaya  çıkmış,  bu  rivayetler  kendisine  ulaştırıldığı  zaman  da  Peygamberimiz,  “  Kim  bilerek  ve  kasten  benim  üzerime  bir  yalan  söylerse,  ateşten  yerine  yerleşsin. “  diyerek  insanları  uyarmıştır. Bütün  Peygamberler,  kendilerine  gelen  vahiyleri  saklamadan,  değiştirmeden,  kendi  heva  ve  düşüncelerini  eklemeden,  olduğu  gibi  insanlara  aktarmak  zorunda  olduklarından,  elçilik  görevlerini  gerektiği  gibi  yerine  getirmişler  ve  Yüce  Rabbimizin  mesajlarını  insanlara  ulaştırmışlardır.  Peygamberimiz  de  Maide  Sûresinin  67. ayetinde  "  Ey  Resul,  Rabbinden  sana  indirileni  tebliğ  et.  Ve  eğer  bunu  yapmazsan,  o  zaman  O’nun  verdiği  elçilik  görevini  yerine  getirmemiş  olursun.  Allah  da  seni  insanlardan  koruyacaktır.  Şüphesiz  Allah,  kâfirler  toplumuna  kılavuzluk  etmez. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  bu  ilâhi  sistem  içerisinde  aynen  gereğini  yerine  getirmiştir. Öte  yandan  peygamberin  dahi  Hakka  Sûresinin  44.  ayetinde  " Eğer  Elçi /  Muhammed  bazı  sözleri  Bizim  sözlerimiz  olarak  ortaya  sürseydi,  kesinlikle  O’ndan  tüm  gücünü  alırdık.  Sonra  ondan  can  damarını  kesinlikle  keserdik.  Artık  sizden  hiç  biriniz  O'na  siper  de  olamazdınız. "  ifadeleriyle   belirtildiği  gibi  Allah'ın  vahyinden  başka  sözleri  dine  ilave  edemeyeceğinin  çok  şiddetli  bir  uyarısı  yapılmaktadır.

Ayetlerde  görüldüğü  gibi  Peygamberin  ve  O'na  inanacak  bütün  insanların  çok  ciddi  tehdit  ile  uyarılmasının  yanı  sıra,  Kur'anda  bu  konuda  yer  alan  daha  pek  çok  ayetle,  değişik  şekillerdeki  uyarılarla  Allah'ın  Peygamberinden  bile  Kur'anı  korumasına,  O'nun  bir  hece,  bir  harf  bile  eklemesine  izin  vermemiş  olmasına  rağmen,  maalesef  Peygamberimizin  ölümünden  iki  yüz  yıl  sonra,  üzerine  atfedilen  sözler  “ Hadis “  adı  altında  dilden  dile  dolaştırılmaya  ve  toplanmaya   başlanmıştır.  Kur’andaki  hükümleri  yaşamakla  yükümlü  ve  din  adına  sadece  Kur’anı  tebliğ  etmekle  görevli  olan,  dine  kendisinden  bir  şey  ilave  etmesi  veya  eksiltmesi  söz  konusu  olmayan  Peygamberimiz,  bu  konuda  bir  takım  saptırma  girişimlerin  olabileceğini  düşünmüş  olmalı  ki,  sağlığında  vahiylerin  dışında  kendisinden  herhangi   bir  sözün  veya  davranışın  yazılmasına  izin  vermemiş,  kendisine  yöneltilen  sorulara   cevap  verebilmek  için  bizzat  vahyin  gelmesini  beklemiştir. O  nedenle  Kur’anda  pek  çok  ayet  ( kul  ) ( Söyle ) “ De  ki “  ifadesiyle  başlamakta,  soruların  cevapları  Allah  tarafından  açıklanmaktadır. " De  ki "  ifadesiyle  başlayan  ayetler  de  Peygamberin  kendisine  ait  ifadeler,  hadis  değil,  bizzat  Allah'ın  sözleridir.

Daha  Peygamberimizin  sağlığında  dahi  indirilen  vahiyler,  öncelikle  Ebu  Leheb  başta  olmak  üzere  Peygamberimizin  amcaları,  müşrikler,  inançsızlar,  Yahudi  ve  Hristiyan  din  adamları  olmak  üzere  birçok  insanı  rahatsız  etmeye  başlamış,  muhalif  gruplar  oluşmuştur.  Verilen  çok  büyük  mücadelelerin  ardından  istemeyerek  de,  mecburen  de  olsa  bu  grupların  bir  çoğu  zoraki  Müslüman  olmuşlardır.  Ancak  daha  sonraları  Tevrat'ı  ve  Yahudi  geleneklerini  çok  iyi  bilip  hurafe,  gelenek  ve  rivayetleri  din  yapan,  bunları  ön  plana  çıkararak  Müslümanlık  adına   tefsir  yazmaya  başlayan  eski   Hahamlardan  Abdullah  bin  Sebe,  Abdullah  bin  Selem,  Kabül  Ahbar,  Vehb  bin  Münebbih  gibi  Yahudilikten  dönmeler,  kendi  din  bilgilerini  ve  hurafeleri  topluma  İslam'ın  gerekleri  olarak  kabul  ettirmeye  başlamışlardır.  Aslında  hadisler,  zoraki  Müslüman  olmuş  Peygamberimizin  düşmanları  ve  münafıklar  tarafından  uydurulmuştur. Bu  münafıklar,  Kur'anın  birçok  ayetini  kendi  inanç,  kültür  ve  görüşlerine  göre  saptırarak  insanları  yanlış  yönlendirmişlerdir. Ortada  başka  bilgili  insanlar  olmayınca  da  bu  yanlış  bilgileriyle  kendilerini  topluma  çok  kolay  kabul  ettirmişler,  fakat  ardından  münafıklıkla  / ikiyüzlülükle  Halife  Ömer,  Osman  ve  Ali'nin  öldürülmeleriyle  sonuçlanacak  olan  birçok  düşman  grupları  da  oluşturmuşlardır. Bu  kısa  dönemde  Kur'ana  dokunamadıkları  ve  değiştiremedikleri  için,  acı  ve  hüzünlerle  süslenmiş,  Yahudi  hurafeleri,  hadis  ve  rivayetleri,  masalları  ile  dolu  20  civarında  tefsir  oluşturulmuş,  bunlar  da  Tirmizi  ve  Taberi'nin  tefsirleri  ile  sahihtir  denilerek  dokunulmaz  addedilmiş,  Kur'anın  önüne  geçen  din  kitabı  yapılıvermiştir.

Tarihte  belirgin  bir  şekilde  hadis  uydurma  hareketi,  ilk  defa  648  yılında,  yanlışlarla  ve  kıyımlarla  dolu  hayatı  olan  Halife  Osman  zamanında  başlamış,  ardından  da  aynı  aileden  gelen  Emevi  Halifelerinin  gücü  ve  yönetimi  elde  etmek  için  pek  çok  Müslüman’ın  ve  sahabenin  öldürülmesine  bir  dayanak  bulma  mecburiyetiyle  devam  edilerek  çoğaltılmıştır.  750  yılına  kadar  Emevi,  ondan  sonra  da  Abbasi  devleti  Halifeleri  döneminde  Allah'a,  Kitabına  ve  Peygambere  ihanet  eden  Arapların  eliyle  900  lü  yıllara  gelindiğinde  ise  uydurulan  hadislerin  sayısı  altı  yüz  binlere  ulaşmıştır. Sonradan  ilave  edilmiş  numarasız  besmeleleri  saymazsak  Kur'anda  yer  alan  toplam  6234  ayete  rağmen,  her  ayetin  karşısına  ortalama  olarak  neredeyse  100  hadis  çıkartılmış,  Kur'ana  aykırı  bu  anlamsız,  yanlış  teşebbüslerle   değil   günümüzde  yaşanması,  okunması  bile  Peygamberimizin  23  yıllık  risalet  hayatına  sığmayacak  kadar  çok  sayıdaki  ağızdan  ağza  ulaştırılmış  hadis  biyografisi  ortaya  çıkmıştır.  Bu  hadisleri,  önceleri  Ebu  Hureyre  ve  İbnü'l  Kab,  daha  sonra  da  Sahihi  Buhari,  Sahihi  Ebu  Müslim,  Süneni  Tirmizi,  Süneni  Ebu  Davut,  Süneni  Nesai,  Süneni  İbn i  Mace  gibi  imam  denilen  kişiler,  kitaplar  halinde  bir  araya  getirmiş  ve  bu  altı  kişinin  oluşturduğu  esere  de  Kütübü  Sitte  adı  verilmiş,  Ehli  Sünnet  denilen  mezheplerce  de  şirk  olduğu  halde  Kur’anın  önüne  geçmiş  bir  din  kitabı  olarak  kullanılmaya  başlanmıştır. 

Hicri  200  lü  yıllarında  yazılmaya  başlanmış  bu  eserlerde  Buhari'de  9082,  Müslim'de  7275,  Nesai'de  5224,  Ebu  Devud'da  5274,  Tirmizi'de  3951,  İbni  Mace'de  4341  olmak  üzere,  sözde  sahih  diye  ayıklanmış  olduğu  söylendiği  halde  bugün  toplam  olarak  neredeyse  35  binin  üzerinde  hadis  bulunmaktadır.  İmam  denilen,  inanç  ve  amel  adına  el  üstünde  tutulmuş  bu  kişilerin  isimlerinin  önüne  sahih  veya  sünen  eklemelerinin  yapılması,  yıllarca  ağızdan  ağza  dolaşan  ve  onların  toplayıp  da  ortaya  çıkardıkları  bu  hadislerin  doğru  olduğunu  ispat  etmez.  Halbuki  buna  rağmen,  üstelik  de  önümüzde  korunmuş  ve  gerçek  olarak  kitabımız  Kur'an  ve  Allah'ın  orijinal  vahyi  ve  mesajları  bulunduğu  halde,  buna  rağmen  artık  bugün  görülmektedir  ki,  Peygamber  sözleri  olduğu  iddia  edilen  hadisler,  Dinde  Allah’tan  ve  O'nun  sözlerinden  de  öne  geçirilmiştir.  Allah’ın  ayetlerini  yok  sayıp  küfür  ve  O’na  ortak  koşma  olan  şirk  günahı,  tamamen  umursanmaz  hale  gelmiştir. Sadece  Allah’a  dua  etmek  olan  namazın  yanında,  sünnet   adıyla  Peygamber  için  de  daha  fazla  sünnet  namazı   kıldırılır  olmuştur.  Ciltler  dolusu  kitaplarla  Mezhepler,  Cemaatler  arasında  haram,  helâl,  mekruh,  sünnet  farklılıkları  ile  birinin  olur  dediğine  diğerinin  olmaz  dediği  şirketler  dini  oluşturulmuştur. Yaşanan  Din,  Allah’tan  çok  Peygambere  ait  bir  Din  haline  getirilmiş,  bir  beşer  olan  Resulullah,  hadis  ve  rivayetlerle   Kâinatın  efendisi,  Dinin  ortağı  yapılmış,  Dinde  Allah’tan  sonra  hüküm  koyucu  Şarî  haline  getirilmiştir. 

Oysa  peygamberden  alınacak  örnekler  hadis  kitaplarında  değil,  Ahzab  Sûresinin  21.ayetinde  "  Andolsun  ki  Allah  elçisinde  sizin ;  Allah’ı  ve  son  günü  uman  ve  Allah’ı  çokça  anan  kimseler  için  güzel  bir  örnek  vardır. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi   aslında  güzel  örnekler  Allah'ın  ayetlerindedir.  Ama  buna  rağmen  bu  yanlış  kabuller,  her  konuda  hadislerle  boğulan  Müslümanların  hayatının  içine  öylesine  sokulmuştur  ki,  yapılan,  yaşanan  ve  Din  adına  yerine  getirilen  her  amelde  yüzlerce  hadis  hemen  devreye  sokuluvermiştir.  Allah'a  ve  Peygambere  saygısızlık  olan  ve  Kur'an  artı  Sünnet  denilerek  yaşanan  ve  yaşatılan  dine  karşı,  Ali  İmran  Sûresinin  86.  ayetinde  "  İmanlarından  ve  şüphesiz  elçinin  hak  olduğuna  tanık  olduktan  ve  kendilerine  açık  deliller  geldikten  sonra  küfreden / Allah'ın  ilâhlığını  Rabliğini  bilerek  reddeden  bir  topluma  Allah  nasıl  kılavuzluk  eder ?  Ve  Allah  şirk  koşarak  yanlış  /  kendi  zararlarına  iş  yapanlar  toplumuna  kılavuzluk  etmez. "  ve  ardından  da  87.  ayette  de  "  İşte  onların  cezaları,  Allah'ın,  meleklerin /  doğal  güçlerin /  haberci  ayetlerin,  insanların  hepsinin  dışlayıp  gözden  çıkarması,  sürekli  içinde  kalmak  üzere  şüphesiz  onların  üzerlerinedir. "  ifadeleriyle  belirterek  oysa   onlar  için  yapılan  uyarılarla  alacakları  karşılık  önemle  dillendirilmektedir.

Sünnet  :  Yol,  gidiş,  tabiat,  uygulama  demektir.  Kişiler  için  de  kullanılabilir.  Bu  durumda  o  kişinin  iyi  veya  kötü,  sürekli  olarak  yapa  geldiği  davranışları  anlaşılır. Kur’anda  ise  “ Allah’ın  Sünneti “  ( Sünnetullah )  ifadeleri  yer  alır.  Allah’ın  uygulaması,  uygulama   şekilleri,  hükümleri,  kuralları,  kanunlarıdır.  Kur’anda  olmamasına  rağmen  bir  de  “  Peygamber  Sünneti  “  kavramı  icat  edilmiştir. Halbuki  Kur'an  ayetlerine  göre  Allah,  hükmüne  peygamberler  de  dahil  hiç  bir  kişiyi  veya  bir  varlığı  ortak  etmemektedir. Kehf  Sûresinin  26. ayetinde ;  "  Onlar  için  O'nun  astlarından  bir  veli  /  dost,  yardım  edip  koruyup  kollayan  yoktur.  Allah  kendi  hükmüne  kimseyi  ortak  etmez. "  denilmektedir.  Bu  nedenle  Peygamber  de  dahil  hiç  bir  kimsenin  Din  adına  hüküm  koyma  yetkisi  yoktur. Yüce  Rabbimiz  Furkan  Sûresinin  43. ayetinde  "  Kötü  duygularını,  tutkularını  kendine  ilâh  /  tanrı  edinen  kişiyi  gördün  mü ?  Peki  onun  üzerine  sen  mi  vekil  oluyorsun ? "  Gaşiye  Sûresinin  22. ayetinde  "  Sen  onların  üzerinde  bir  zorba  değilsin. "  Enam  Sûresinin  107. ayetinde  "  Biz  seni  onlar  üzerine  bir  bekçi  yapmadık. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  kendisine  zulmeden,  aşağılayan,  reddeden,  hakaret  eden,  dışlayan  müşriklere  yapacağı  davette  vekillik,  zorbalık  ve  bekçilik  olmak  üzere  üç  şeyi  yasak  koyarak  Peygamberimize  yol ( sünnet )  göstermekte,  başka  birçok  ayette  de  bunlarla  ilgili  açıklamalarını  yapmaktadır.  İşte  Peygamberimiz  aslında  her  alanda  olduğu  gibi  bu  tebliğ  etme  alanında  da  Rabbimizin  yolunu  ( Sünnetini  ) izlemiş,  Kur'an  sünneti,  Kur'an  ahlâkı  ile  hareket  ederek  Risaletini  başarıyla  tamamlamıştır.  İşte  Sünneti  Seniye  diye  biz  Rabbimizin  Kur'an  ile  Peygamberimize  gösterdiği  bu  yollara  deriz. Peygamberimizden  alınacak  örnekler  bunlardır  ve  onun  büyük  bir  Kur'an  ahlâkı  üzerine  olduğudur.  Uydurma  hadis,  rivayet  ve  kerametler  bizleri  bağlamamalıdır.

Hadis  :  Sonradan  meydana  getirilen,  yaratılmış  olan  söz  demektir. Bu  sözcük  Kur'an  için  Kur'anda  yer  aldığı  zaman  "  Ahsenil  Hadis / en  güzel  hadis "  tir. Kur'anın  dışında  kullanıldığı  zaman  ise  Allah'ın  sözünün  üzerine  söz  söylenmiş  anlamına  geldiğinden  dolayı  sürekli  bir  negatiflik  oluşturmaktadır.  Kur'anı  ve  içindekileri,  Yaratan  Allah'ın  sözü  olduğunu  bilen  ve  saygı  gösteren  bir  mümin,  Kur'anın  dışındaki  herhangi  bir  hadisi  kaynak  edinmez.  Üstelik  de  Şura  Sûresinin  21.ayetinde  "  Yoksa  onların,  Allah'ın  dinde  izin  vermediği  şeyi  kendileri  için  meşru  kılmış  ortakları  mı  vardır ?  Eğer  "  Fasl  Sözü " /  Kelimetül  Fasl  /  Hükümlerini  açık  bir  şekilde  dile  getiren  sözler  olmasaydı,  aralarında  kesinlikle  işleri  bitirilmişti.  Ve  şüphesiz  şirk  koşarak  yanlış ;  kendi  zararına  iş  yapanlar ;  kendileri  için  acı  bir  azap  olanlardır. "  ifadelerinde  belirtildiği  gibi  yapılan  uyarılara  rağmen  şirk  batağına  saplanmış  olanlarca,  Hadis  uydurmanın  ve  hadisleri  dinin  bir  kaynağı  olarak  kullanmanın  veya  kullandırmanın ; 

* Müslümanları,  kendi  silahı  ile  vurmak,  dini  yozlaştırmak,  parçalamak  ve  birbirlerine  düşürmek. 

* Bazı  mezhep  ve  tarikatların  oluşumuna,  güçlenmesine  zemin  hazırlamak. 

* Cahil  halkın,   peygamber  sevgisinden  yararlanıp,  Tarikat  ve  Cemaatlerce  kolayca  taraftar  yaparak  onları   sömürmek.

* Yönetici  konumundaki  Halife,  sultan,  padişah  gibi  devlet  başkanlarının  gözüne  girme  isteği. 

* Devlet  yönetimindeki  yöneticilerin  haksızlıklara  karşı,  halkın  tepkisini  dini  kullanarak  bastırmak. 

* Din  adamı  kisvesindeki  bazı  sapıkların,  halkı  kendi  çevresinde  toplayarak  ibadet  ve  takvaya  yöneltmek  bahanesiyle  kandırmak  istemesi,  gibi  çeşitli  nedenleri  ve  hedefleri  vardır.  Bu  bağlamda  Bakara  Sûresinin  61 - 71  ayetlerinde  Yahudilerce  kurban  edilerek  kesilecek  sığırın  ayrıntıları  ile  ilgili  olarak  sorulan  sorulara  atıf  yapılarak  yine  Maide  Sûresinin  101. ayetinde  bütün  insanlar  saçma   ve  gereksiz  sorular  konusunda  uyarıldığı  halde,  tıpkı  Yahudilerin  saçmalıkları  gibi  Kur'anı  yeterli  görmeyenler  de  birçok  konuda  gereksiz,  saçma  sorular  sormuşlar,  cevabını  Kur'anda  bulamayınca,  kendilerinin  uydurdukları  cevapları  da  "  tırnağın  hangi  sırayla  kesileceğinden,  sakalın  kaç  karış  bırakılacağına,  helaya  hangi  ayakla  girileceğinden,  hangi  taraf  üzerine  yatılacağına  kadar,  tutarsız  ve  saçma  olan  yüzlerce  emir  ve  yasağı,  hadis  diye  sunarak  din  haline  getirmişlerdir. 

Kur'anın  orijinalinde  hadis  olarak  yer  alan  sözcüğün  geçtiği  bütün  ayetlerde,  yapılan  saptırma  amaçlarına  yönelik  olarak  neredeyse  meallerin  tamamında "  söz " diye  çevrilmektedir.  Bu  ise  kişiler  tarafından  oluşturulmuş  Kur'an  dışındaki  sözlerle  ortaya  çıkacak  bazı  art  niyetli  amaçları  gizlemektedir. Bunların  sonucunda  Kur'anın  dışında  Peygamberimizin  adına  atfedilerek  kişiler  tarafından  oluşturulmuş  ve  aktarılmış  olan  sözler / Hadisler,  Ravi,  İsnad  ve  Ulumü'l  Hadis,  gibi  temel  metotlara  dayandırılarak  ve  genel  hatlarıyla  bütün  İslami  eğitimin  söz  konusu  olduğu  zeminlerinde  en  öncelikli  olarak  ele  alınıp  başlı  başına  Hadis  İlmi  diye  İslam'da  ayrıca  bir  ilim  dalı  oluşturulmuştur.  Bu  ilim  dalı  içerisinde ; 

Sema  /  yükseklik,   kıraat  /  okumak  ve  münavele  /  rivayetin  verilişi  gibi  geleneksel  rivayet  metotlarından  yola  çıkılarak  "  merfu  / zincir  atlanarak  nakledilen,   mevkuf  / zinciri  kesik  "  gibi  hadis  türlerine  "  Sika  / ravinin  güvenirliği,   mütkin  /  sağlam  olan  ve  leyyin  /  yumuşak  ve  kolay  olan  gibi  ravi  :  Rivayet  eden   nitelemeleri  yapılmıştır. 

*  Hadisler  "  ilelül  /  kusurlu  hadis,  garibü'l  /  tuhaf  hadis  gibi  alt  disiplinleri  ile  müstakil  maddeler  halinde  işlenir. 

*  Hadisler  rivayet  zincirinde  yer  alan  kişilerin  sayısına  göre  Mütevatür  / yaygın ,  Meşhur  / ünlü,  Ahad  /  bir  tek  kişiden  nakledilen,  Garib  /  tuhaf   haberler  olarak  isimlendirilmiştir. 

*  Hadis  toplayıcılarının  kabul  edilebilir  ve  güvenilir  olmalarına  göre  hadisler,  Sahih  /  gerçek  doğru,   Hasen  /  güzel  bulunan,  Mevzu  / uydurulmuş   olarak  sınıflandırılmıştır. 

*  Hadis  kültürü  içerisinde  aslında  Allah  katında  çok  ciddi  bir  sorumluluğu  oluşturan,  hadisle  ayet  hükmünün  kaldırıldığına,  hükmü  kalkmış  hadislerden  de  söz  eden  Nasih  ve  Mensuh  inancına  da  çok  yoğun  bir  şekilde  yer  verilmektedir. Allah'ın  birçok  ayetinin,  bazılarına  göre  40  veya  25  ayetin  hükmünü  kaldıran  sahih  hadis  uygulamaları  ve  inancı  ile,  Şirke  ve  küfre  girildiğinin  uyarıldığı  ayetler  saklanarak  görmemezlikten  gelinmektedir.

Uydurulmuş  hadisler  incelendiği,  sorgulandığı  zaman  görülecektir  ki,  Kur’ana,  Sünnetullah’a,  ( Allah’ın  Kâinatı  yönetmedeki  kurallarına,  kanunlarına,  ilkelerine,  hükümlerine ) aykırı  oldukları  gibi,  akla,  mantığa,  bilimin,  teknolojinin  bugün  ortaya  koyduğu  gerçeklere  de  uymamaktadır.  Anlamları  ve  ifadeleri  çoğunlukla  bozuktur,  sözlerin  ve  rivayetlerin  konusu,  Peygamberimizin  şahsiyetine  yakışmayacak  ölçüde  bayağıdır.  Kendi  aralarında  da  çelişkilerle,  aslında  Peygamberimize  hakaretlerle  ve  iftiralarla  da  doludur.  Kur'an  ahlakı  ile  yoğrulmuş  Peygamberimizin  mümtaz  şahsiyetine  ve  Kur'anın  hükümlerine  aykırıdır,  saçmadır.  Rivayet  eden  ravilerin,  kişilerin  çıkarları  doğrultusundadır. Tarihi  ve  coğrafi  bilgilere  hiç  uymaz,  rüyada  öğretildiği  iddiasıyla  sunulur.  Bu  hadis  ve  rivayetlerin  çoğu  da  bilhassa  Emevi  ve  Abbasi  Halifelerinin  zulümlerini  örtbas  etmek  ve  onları  suçsuz  göstermek  ve  halkın  tepkisini  bastırmak  üzere  saray  beslemesi,  din  ehli  dedikleri  ulemaya  özel  isteklerle  uydurtturulmuştur.  Üstelik  de  gerçek  tarihi  olaylarla,  rivayet  edilen  olaylar  birbirine  iyice  karışmış,  gerçek  olaylar  ayırt  edilemez  hale  gelmiştir.  Bunlardan  bazı  hadis  örneklerine  bir  bakalım ;

*  Bir  kertenkele  öldüren,  bir  kâfir  öldürmüş  gibi  sevap  kazanır. ( Müslim )  *  Güneş,  şeytanın  iki  boynuzu  arasında  doğar. ( Nesai 279 )  *  Kadının  aklı  ve  dini  eksiktir. ( Ebu  Davud  4679 )  *  Allah  Ahirette  kendini  tanıtmak  için  açıp  bacağını  gösterir. ( Buhari  97 / 24 )  *  Allah  benimle  görüştü,  el  sıkıştı. ( Hanbel  5 / 243 ) *  Dinini  değiştireni  öldürün. ( Buhari  12  / 1883 )  *  Kadınlar  arasında  iyi  bir  kadın,  ancak  yüz  karga  içindeki  bir  tek  alaca  karga  gibidir. ( Buhari  9 / 1391 ) * Cehennemde  en  şiddetli  azap  ressamlaradır. ( Buhari  Tesavir  89 )  * Dünya  balığın  sırtındadır,  balık  başını  sallarsa  deprem  olur. ( İbni  Kesir  tefsir  2  / 29 )  *  Keçi  recm  ayetini  yemiş. ( İbn i  Mace  36  / 194 ) Hiç  bir  peygambere  verilmeyen  ümmetime  şefaat  etme  yetkisi  bana  verildi. ( Buhari )  

İnanılan,  peşinden  gidilen,  sahip  çıkılan  hadislerin  saçmalıklarına,  Kur'an  ayetlerinin  uyarılarına  rağmen  aykırılıklara  bakar   mısınız ?  Kertenkele  neden  öldürülecekmiş ?  Çünkü  uydurma  rivayetlerle  ateşe  atılan  İbrahim  peygamber  için  bütün  mevcudatın  dışında  sadece  o  su  taşımamış.  Arkadaşların  Dünyanın  yuvarlak  olduğundan  da  haberleri  bulunmamaktadır.  Kadın  neden  aşağılanmaktadır ? Çünkü  zihniyet  kadını  eve  kapatmak  ve  köle  yapmak,  bu  dünyada  da  Ahiret  hayatında  da  hizmetkârı  huri  olmasını  istemektedir.  Kur'an  ayetlerine  göre  Allah'ı  hiç  kimse  gözü  ile  göremez  de  bunlar  görebilirler,  Allah'ı  da  bir  insan  bedenine  sokarak  eli,  kolu,  gözü,  kulağı  ile  düşünürler. Şefaat  ( yardım  etme )  konusunda  Allah'tan  başka  Ahiret  gününde  hiç  bir  kimsenin  şefaatçi  olamayacağı  bir  çok  ayetle  belirtilmiş  olmasına  rağmen,  bizimkiler  günahı  işleyip  işleyip  peygamberin,  mürşitlerin  kendilerini  kurtaracağına  inanmaktadırlar. 

Kur'an  ayetlerine  aykırı  olarak  binlerce  uydurulmuş  hadislerde,  *  İçine  sineğin  düştüğü  çorbanın  içilmesinin  helal  olduğu " (  Buhari  Tıp  58,  Ebu  Davud  Et'ime 49 )   *  Deve  sidiğinin  hastalıklara  şifa  olduğu,  (  Buhari  Tıp  5 / 1  Hanbel  3 / 107 )  Bazı  Kur'an  ayetlerinin  okunmasının,  baş  diş  ve  çeşitli  vücut  rahatsızlıklarına  iyi  geleceği, * Ebu  Musa  El  Eşari’den  nakille  ;  “  Nebiyy  i  muhterem  ( s.a.v )  içinde  su  bulunan  bir  kap  istedi.  Ellerini  yüzünü  kabın  içinde  yıkadıktan  sonra  içine  mübarek  ağzından  su  püskürttü.  Sonra  onlara  bu  sudan  içiniz  ve  yüzünüze  göğsünüze  dökünüz  buyurdu. “  ( Buhari  148. Hadis )  gibi  absürt  ve  saçmalıkların  olduğu,  kadını  aşağılayan,  insan  yerine  koymayan,  abdest  suyunun  içileceğine  kadar  sağlıksız  bir  uygulamanın  kutsal  bir  inanç  yapıldığı  hadisler  de  yer  almaktadır.  Abdestin,  namazın,  duanın  her  ayrıntısı  için  de  vaciplerini,  sünnetlerini,  müstehaplarını  bildiren  yüzlerce  hadis  bulunmaktadır. Yüce  kitabımız  Kur'anda  Bakara  Sûresinin  256. ayetinde  "  Dinde  zorlamak  ( tiksindirmek )  yoktur. "  uyarısı  ile  Allah'ın  dini  zorlaştırmayın  dediği  ayetlerine  rağmen,  hadislerle  boğulan  ibadet  şekilleri,  adeta  yapılmasın,  yerine  getirilmesin  diye  sanki  bilerek  ve  özellikle  zorlaştırılmıştır.  Örneğin,  namazda   sadece  elleri  kaldırarak  tekbir  getirmenin  çeşitleri  ile  ilgili  yüz  yetmiş  civarında  hadis  bulunmaktadır. 

Bazı  hadislere  de  daha  fazla  önem  katmak  için,  bazı  işgüzarlarca  neredeyse  “  vahiy  olup  da  Kur’anda  olmayan “  anlamına   gelmek  üzere  “ Kutsi  Hadis “  denilmektedir.  Bu  hadisler,  "  bir  iki  kişinin  anlatımıyla  Peygamberimiz  tarafından  nakledilmiş,  manası  da  yine  Peygamberimiz  tarafından  Allah’a  nispetle  ifade  edilmiş  hadislerdir  "  diye  tanımlanır. Buna  göre  sözleri  Peygamberimize,  manaları  ise  Allah’a  ait  olarak  kabul  edilmektedir.  Ama  bu  hadislerin  hem  manalarının,  hem  de  sözlerinin  Allah’tan  olduğunu  iddia  edenler  ve  buna  inananlar  da  vardır.  Halbuki  kutsi  hadislerin  vahiy  olduğunu  iddia  etmek,  bu  vahiylerin  Peygamber  tarafından  tebliğ  edilmediği  ve  böylece  de  vahyin  korunmadığını,  saklandığını  ve  değiştirildiğini  kabul  etmektir.  Bu  kabul  aynı  zamanda  Peygamberimizin  görevini  tam  olarak  yapmadığı  anlamına  gelmektedir. Bundan  dolayı  Hadisi  Kutsi  inancı,  İslam  dışı  güçlerin  Müslümanları  fesada  uğratmak  için  geliştirdikleri  bir  formüldür.  İslam’ı  yozlaştırma  amacına  yöneliktir.  Sapık  inanç  ve  kabuller  dine  bu  yollarla  girmiştir. Bu  inançlarla  bir  taraftan  Peygamberimizi  abarttıkları  sevgiyle  göklere  çıkartarak  Allah'ın  yanına  ortak  edebilmekteler,  diğer  taraftan  da  görevini  tam  yapamamış  bir  peygamber  konumuna  sokmaktadırlar.  Halbuki  pek  çok  hadis  de  birbiriyle  çelişkiye  düşmekte,  birbirini  yalanlamaktadır.

Kur’an,  içine  yerleştirildiği  mucizelerle,  kısa  öz  ve  değişik  anlatım  tekniği,  sözlerdeki  uyumu  ve  armonisi  ile  Allah’ın  bizzat   koruduğu,  bundan  dolayı  da  ayetlerinin  tahrif  edilemeyeceği   muhkem  bir  kitaptır.  Bundan  dolayı  Kur’anı  kolayca  tahrif  edemeyeceklerini  görenler,  O’nun  adına  uydurulan  yalan  sözlerle  ve  rivayetlerle  özel  emellerine  ulaşabilmişlerdir.  Halbuki,  Allah’ın  halis  dini  İslam‘ın  tek  ve  ana  kaynağı  olan  Kitabımızda,  ayetlerle  en  güzel  sözün  (  Ahsenel  Hadis  )  denilerek,  Kur’an  ve  içindeki  sözlerin  olduğu  bildirilmekte  ve  bu  sözün  üzerine  başka  bir  sözün  söylenemeyeceği  uyarısı  yapılmaktadır.

ZÜMER  23  :  Allah,  ahsenel  hadis / sözün  en  güzelini  benzeşen  anlamlı  olarak,  ikişerli  bir  kitap  halinde  indirmiştir.  Ondan  Rabblerine  saygısı  olanların  tüyleri  ürperir.

VAKIA  81  :  Peki  şimdi  siz  bu  hadisi  /  sözü  /  Kur’anı  mı  küçümsüyorsunuz.?

Öte  yandan  Casiye  Sûresinin  6. ayetinde  "  İşte  bunlar,  Bizim  sana  hak / gerçek  ile  okumakta  olduğumuz  Allah'ın  ayetleridir.  Sana  onları  hakkıyla / gerçek  olarak  okuyoruz.  Artık  onlar,  Allah'tan  ve  O'nun  ayetlerinden  sonra,  hangi  hadise / söze / hangi  olguya  inanacaklar ? "  denilerek  Din  ve  inanç  adına  Allah'tan  başka  hiç  bir  kimsenin  sözünün  bir  değerinin  olamayacağı  belirtilmekte,  Tur  Sûresinin  34. ayetinde  de  "  Aslında  onlar  inanmıyorlar.  Peki  onun  gibi  bir  hadisi  / sözü  onlar  getirsinler,  eğer  doğru  kimseler  iseler. "  ifadeleriyle  de  yapısal  olarak  gerek  edebi  açıdan,  gerekse  de  içerik  olarak  tartışılmaz  bir  mucize  olan  Kur'anın  ayetleri  ile  inanmayanlara  ve  ayetlerinin  yerine  başka  sözleri  geçirenlere  meydan  okunmakta,  daha  birçok  ayette  de  Rabbimiz,  Kendisinin  bu  en  güzel  sözünün  üzerine  Peygamberimizin  dahi  söz  söyleyemeyeceği,  Allah’ın  vahyettiklerinin  üzerine  ( dine )  herhangi  bir  hüküm  ilave  etmesi  veya  eksiltmesinin  söz  konusu  olamayacağı  bildirilmektedir. Peki  bu  uyarılara  uyulmuş  mudur ?  Yoo !  uyarılara  rağmen  aksine  bugün  çoğunlukla  Müslümanlar  tarafından  maalesef  uydurulmuş  hadis  kitapları  ön  plana  çıkartılmış,  insanları  kandırmak  için  Kur'an  yetmez  denilerek  Tarikat  ve  Cemaatlerin  en  çok  kullandıkları  argümanlar  olmuş,  Kur'an  terkettirilmiştir.  Mekke  müşrikleri  de  Kur'ana  karşı  ilgisiz  olup  beğenmemekte  ve  başka  bir  kitabın  onun  yerini  almasını  istemekteydiler.

YUNUS  15  : Ve  ayetlerimiz  onlara  açıkça  okunduğunda,  Bize  kavuşmayı  ummayanlar ; “  Bundan  başka  bir  Kur’an  getir,  yahut  bunu  değiştir. “  dediler.  De  ki : “ O’nu  kendimin  öngörmesiyle  değiştirmem  benim  için  söz  konusu  olamaz.  Ben  sadece  bana  vahyolunana  uyuyorum.  Rabbime  isyan  edersem,  kesinlikle  büyük  bir  günün  azabından  korkarım.

ENAM  114  :  Ve  O  size  Kur’anı  ayrıntılı  olarak  indirdiği  halde,  Allah’tan  başka  hakem  /  Hakk  ile  hükmeden  birini   mi  arayayım ? de. 

MÜRSELAT  50  :  Artık  onlar  Kur’andan  sonra  hangi  hadise /  söze  inanacaklar ?

KALEM  36 – 38  :  Neyiniz  var,  nasıl  hükmediyorsunuz ?  Yoksa  içinde  ders  aldığınız  şeyler  “  Siz  bu  alemde  neyi  beğenirseniz  o  kesinlikle  sizin  olacak “  garantisi  verilmiş  olan  size  ait  bir  kitap  /  yazılı  belge  mi  var ?

Bütün  bu  ayetlerin  çok  ciddi  uyarılarına  rağmen,  bu  ayetler  görmemezlikten  gelinerek,  gözlerden  ve  belleklerden  uzak  tutularak  bugün,  Tarikat  ve  Cemaatlerin  içerisinde  yer  alan  Müslümanların  pek  çoğu,  maalesef  uydurulan  hadis  ve  rivayetlerle  adeta  Kur’anı  terk  ederek  "  Sünneti  Seniye  "  denilen  bu  yanlış  ve  Kur’ana  aykırı  olan,  Kur’an  dışı  dini  yaşamaktadırlar.  Çünkü,  bu  grupların  takip  ettiği  kitapları  yazanların  yararlandıkları  ana  kaynaklar,  hadislerin  ve  rivayetlerin  toplandığı  Kütübü Sitte  adlı  kitaplar  ve  sekiz  yüzlü  yıllarda  ilkel  şartlarda  ve  dar  olanaklarla  yapılan  klasik  tefsirlerdir.  Üstelik  Kur’anın  kapsamındaki ( Tarih,  Matematik,  Fizik,  Kimya,  Biyoloji,  Astronomi,  Kozmoloji,  Sosyoloji  gibi )  pek  çok  ilim  dallarının,  o  dönemdeki  kullanılan  dil  kalıplarının  ve  deyimlerinin,  buna  bağlı  olarak  Allah’ın  kullandığı  mecazi  ve  edebi  sanatlarının  en  güzeli  anlatım  tekniğinin  uzmanlığından  yoksun  olan  bu  tefsirciler,  Kur’an  bütünlüğü  içerisinde  ayetleri  tam  ve  doğru  olarak  değerlendirememişler,  düz  mantıkla  yaptıkları  yorumlarla,  insanların  da  yanlış  inançlara  yönelmelerinin  sorumlusu  olmuşlardır.  Adeta  Müslümanlardan  saklanan,  dini  sohbetlerde  hiç  değinilmeyen  ayetlerle  Yüce  Rabbimiz  Allah’ın  çok  şiddetli  uyarılarını  da  görmezden  gelmişlerdir.

ARAF  3  : Rabbinizden  size  indirilene  uyun  ve  O’nun  astlarından,  yol  gösteren,  yardım  eden  ve  koruyan  sözde  yakınlara  /  velilere,  evliyaya  uymayın.  Ne  kadar  az  öğüt  alıyorsunuz.

BAKARA  170  :  Ve  onlara  “ Allah’ın  indirdiğine  uyun “  dendiği  vakit,  aksine  “  Biz  atalarımızı  neyin  üzerinde  bulduysak  ona  uyarız  “  dediler.  Ataları  bir şeye  akıl  erdiremez  ve  kılavuzlandıkları  doğru  yolda  olmasalar  da  mı  ?

ALİ  İMRAN  80  :  Ve  Allah  size,  melekleri,  zorbaları,  zorba  yönetimleri  ve  peygamberleri  Rabler  edinmenizi  emretmez.  Siz  Müslüman  olduktan  sonra  size  küfrü  emreder  mi  ?

FURKAN  30  :  Peygamber  de “  Ey  Rabbim  !  hiç  şüphesiz  benim  toplumum  şu  Kur’anı  mahcur  /  terk  edilmiş  bir  şey  edindi  dedi.

Kur’an,  okunup  anlaşılması,  aklın  kullanılması,  diriler  için  bir  öğüt,  hidayet  rehberi  olması  gereken  bir  Kitap  değil  de,  Mezhepler,  Tarikatlar  ve  Cemaatler  eliyle  uydurulan  hadis  ve  rivayetlerle  maalesef  ölüler  için  mezarlıkların,  yaşayanlar  için  ise  baş  ağrısı,  diş  ağrısı,  yılan  sokması  kitabı  haline  getirilmiştir.  Kur’anın  ilk  emri  “ oku “  dur.  Ama  bu  emir  bugün  öğüt  almak  için  değil  de,  tamamen  yanlış  tarafa  yönlendirme  ile  sadece  Arapçasının  hiç  bir  şey  anlamadan  mahreci,  tecviti,  kıraatı  ile  makamlandırılarak  okunup,  her  harfine  sevap  kazanmak  ve  bu  sevabı  da  ölenlere  hediye  etmek  anlayışına  dönüştürülmüştür. Böyle  olunca  Kur’anın  içerisinde  hangi  uyarıların,  öğütlerin  olduğu  bilinmemekte,  İslam’ın  temel  ilkesi  Tevhit'ten  ( Allah'ı  birleme  bilincinden )  bihaber  olan  Müslümanlar,   Allah’ı  gereği  gibi   tanıyamamakta,  uydurma   hadislerin  etkisi  ile  O’nu  gökyüzünde  çok  uzaklarda  ulaşılamayan  yerde,  Sidreti  Müntehada  bir  tahtta  oturduğunu  zannetmekte,  ara  sıra  yeryüzüne  inerek  meleklere  sorarak  durumdan  haberdar  yapılmakta,  buna  bağlı  olarak  uydurulmuş  Miraç  masallarına,  Peygambere  yaptırılmış  uzay  seyahatine,  Allah’a  ulaşılamadığı  için  yeryüzündeki  Veli,  Evliya,  Seyit,  Şeyh,  Şıh,  Kutup,  Gavs,  Mürşit  denilen  halifelerine,  Allah’a  yaklaştırmak  için  etten  kemikten  yapılmış  putların  aracılığına  inanmaktadır.

Yüzlerce  hadis  ve  rivayetle,  Kendisi  de  bir  beşer  olan  Peygamberimize,  insan  ve  doğa  üstü  bir  uluhiyet  ile  mucizeler  isnat  edilmiş,  yüzlerce  doğa  üstü  mucizesi  anlatılmış,  abartılan  sevgi  ile  Kâinatın  efendisi  denilmiş,  Seyit  denilmiş,  Mevlana  denilmiş,  Habib  denilmiş,  Senedena  denilmiş,  evvelin  ve  ahirin  efendisi  yapılmış,  bir  insan  için  peygamberlik  makamından  daha  büyük  bir  makam  olamayacağı  halde  bununla  yetinilmemiş,  Sallallahu  aleyhi  ve  selem  ( s.a.v )  demeden  ismi  anılmamaya  başlanmış,  Kur’andaki  Ahzap  Sûresinin  56. ayetinde  ve  diğer  ayetlerdeki   salavat   sözcüklerinin  asıl  anlamı  saptırılarak  ve  üstelik  de  Cin  Sûresinin  18. ayetinde  "  Mescitler  sadece  Allah  içindir.  Öyleyse  Allah  ile  birlikte  hiç  kimseyi  çağırmayın. "  denildiği  halde,  sadece  lafta  kalan  salavat  getirme  anlayışı  camilerin  ve  namazın   içerisine  sokulmuş,  bununla  cennet  ve  cennette  yetmiş  huri  vaatleri  yapılmış,  tamamen  şirk  ve  küfür  ile  dolu  olan  sela  verme,  cami  minarelerinden  her  fırsatta  okunan  bir  gelenek  haline  getirilmiştir. Kur’anda  Ali  İmran  Sûresinin  80,  Tevbe  Sûresinin 31. ayetlerinde  Allah’ın  “  Din  bilginlerini,  din  adamlarını,  Peygamberleri  Rabler  /  Efendiler  edinmeyin  Bana  ortak  koşmayın  “ uyarıları  tamamen  inkâr  edilmiştir. Kur'andaki  Allah'a  ve  Elçisine  itaatin  emredildiği  ayetler  maalesef  farklı  algılanmakta,  elçinin  görevinin  sadece  tebliğ  etmek  olduğu  gerçeği,  bu  tebliğin  de  sadece  Kur'anda  olduğu  ve  Enam  Sûresinin  19. ayetinde  "  De  ki  :  Tanıklık  bakımından  hangi  şey  daha  büyüktür ?  De  ki  :  Benimle  sizin  aranızda  Allah  tanıktır. Ve  sizi  ve  ulaşan  herkesi  kendisiyle  uyarayım  diye  bana  bu  Kur'an  vahyolundu.  Allah'la  beraber  gerçekten  başka  ilâhlar  olduğuna  siz  gerçekten  tanıklık  eder  misiniz ?  De  ki  :  Ben  etmem.  De  ki  .  O  ancak  ve  ancak  bir  tek  ilâhtır  ve  kesinlikle  ben,  sizin  ortak  tuttuğunuz  şeylerden  uzağım. "  ifadeleriyle  belirtildiği  halde,  Allah  eşittir  Kur'an,  Elçi  eşittir  Hadis  ve  sünnet  diye  Allah  ile  elçi  arasında  ayrım  yapılmaması  gerekir. Bu  yapılan  ayrım,  Allah'ın  kelamını  tahrif  ve  çarpıtmadır,  Allah'a  ortak  koşmaktır,  Elçinin  mesajına  ihanettir,  Allah'a  saygısızlıktır. Kur'anın,  içinde  şüphe  bulunmayan,  korunmuş  ve  mufassal  olan  bir  Kitap  olmasına  rağmen,  içinde  binlerce  itilaf  ve  şüphe  bulunan,  yüzde  doksan  dokuzuna  güvenilmeyen,  zanlara  dayanan  hadislerle  dolu  Kitaplara  muhtaç  edilmesidir. Böylece  Allah'ın  ayetlerle  anlatmak  istediğini  anlatamadığını,  Elçisine  muhtaç  olduğunu  kabul  etmektir.  Oysa  Şura  Sûresinin  52. ayetinde  "  İşte  böylece  Biz,  sana  da  Kendi  emrimizden /  Kendi  işimizden  olan  ruhu / bilgiyi /  Kur'anı  vahyettik.  Sen  Kitap  nedir,  iman  nedir  bilmezdin.  Fakat  Biz  onu  kullarımızdan  dilediğimizi  kendisiyle  kılavuzladığımız  bir  nur  /  ışık  yaptık... "  denildiği  gibi,  peygamberi  doğru  yola  ileten,  getiren  bizatihi  Kur'an  değil  midir ?

Kur’an  ayetlerinin  onca  uyarılarına  rağmen,  Kur’anı  terk  eden,  Kur'anın  içeriğini  bilmeyen,  bu  nedenle  Allah'ı  ve  Peygamberi  gerektiği  gibi  tanımayan,  Allah’a  gerçek  manada  yönelmeyen,  Allah’tan  başka  neredeyse  Peygamberi  dahi  Rabb  edinip  şirke  bulaşan,  Hakk  dininden  ayrılarak,  parça   parça   gruplara  bölünen, Mezhep,  Tasavvuf  ve  Tarikatlarla  cemaatleşen  ve  Cemaat  imamlarını,  velilerini,  evliyalarını,  önderlerini  Allah’a  yaklaştıracak  aracılar  olarak  gören  Müslümanlar,  hadislerle  boğdurulan  Kur’an  dışında  yaşadıkları  yozlaşmış  dini  terk  etmedikçe,  hadislerle  yatıp  hadislerle  kalkmaya  devam  ettikçe,  akıllarını  kullanmazlarsa,  üzerilerindeki  belalardan,  musibetlerden,  huzursuzluklardan,  mutsuzluklardan,  geri  kalmışlıktan,  medeniyetsizlikten  ve  kavgadan  asla  kurtulamamanın  yanı  sıra,  Ahiretlerini  de  kaybederek  Allah  katında  da  küfür  ve  şirk  suçunun  muhatabı  olacaklardır. Oysa  ayetlerde  de  göreceğimiz  gibi  Allah  katında  tek  bir  din  vardır !

ALİ  İMRAN  19  :  Şüphesiz  Allah  katında  din  İslam'dır.

ALİ  İMRAN  85  :  Kim  İslam'dan  başka  din  ararsa,  bilsin  ki  o  din  ondan  kabul  edilmeyecek  ve  o  ahirette  hüsrana  uğrayanlardan  olacaktır.

MAİDE  44  :  Şu  halde  siz  de  insanlardan  korkmayın.  / saygı  duyup  ürpermeyin  Benden  korkun  /  Bana  saygı  duyup  ürperin  ve  ayetlerimi  az  bir  karşılığa  değişmeyin.  Allah'ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenler  kâfirlerin  ta  kendileridir.

Bütün  bunlara  rağmen  bugün  ülkemizde  yine  de  çoğunlukla  yaşanan  dini  inançla,  hayatın  her  alanında  insanları  hadisler  yönlendirmektedir. Evde  aile  hayatından  başlayarak  oturmada,  yatmada,  kalkmada,  sofrada  yemekte,  içmede,  cinsel  yaşamda,  evlenmede,  boşanmada,  kadına  bakışta,  giyinmede,  kuşanmada,  tuvalette,  hastalıkta,  sağlıkta,  camide,  tekkede,  namazda,  Haccda,  oruçta,  niyazda,  duada,  üç  aylarda,  kandil  gecelerinde,  Ramazanda,  sokakta,  çalışmada,  iş  hayatında,  mezarlıkta,  türbede,  okulda,  ölülerin  duasında,  şifa  diye  okutulan  ayetlerde,  dokuz  yaşında  kızla  evlenme  izninde,  şalvarda,  cilbabda,  örtünmede,  sarıkta,  sakalda,  bıyıkta,  kadının  saçında  başında,  aklında,  Arapları  övüp,  başkalarına  sövmede,  kertenkeleye  cihat  açmada,  ayakta  hacet  görmeye,  idrarın  kabirde  sıkmasına,  varıncaya  kadar  daha  yüzlerce  konuda,  altı  yüz  bin  hadis,  ayıklanıp  yedi  bine  düşürülen  sahih  denilen  hadis,  mütevatir  hadis,  meşhur  hadis,  Ahad  hadis,  garip  hadis,  merfû  hadis,  mevkuf  hadis,  mevzu  hadis,  hasen  hadis,  kutsi  hadis,  sünen  hadis,  kırk  kutsi  hadis,  hadis,  hadis,  hayatın  ve  dinin  boğulduğu,  Kur’anın  hükmünü  ortadan  kaldıran  nasih  ve  mensuh  hadis,  Kur’anı  sadece  Arapça  hiç  bir  şey  anlaşılmadan  okutturup,  ölülere  hediye  ettirip,  mezarlıkların  ve  ölülerin  kitabı  yaptıran  hadis.  Peygamber  sevgisini  saygısını  abartarak  Şari  yapıp,  Allah'ın  yanına  ortak  getiren  ve  şirk  batağına  bulaştıran  hadis. !

Kur'anı  ve  Allah'ın  vahyini,  tamamen  arka  planda  bırakıp  sadece  mezarlıklarda  ve  hatimlerde  okunan  ontolojik  bir  kitap  haline  getirenler,  adeta  Peygamberi  Dinin  sahibi  yapıp  uydurulan  hadisleri  Din  yaşamlarının  önüne  geçirenler,  böylece  Hadislerin  peşinden  gidenler,  kendileri  için  felâketlerle  dolu  bir  yolun  kapısını  aralamaktadır. Kur'an  bize  yeter  diyen  Kur'an  müminlerini  de  Peygamber  inkârcısı  sapık  ve  ebedi  Cehennem  ehli  olarak  gören  bugünün  ehli  sünnetçi  Tarikat  ve  Cemaat  konuşmacıları, örneğin,  Nisa  Sûresinin  65.  ayetindeki  "  Artık  hayır !  Rabbine  andolsun  ki  onlar  aralarında  çıkan  çekişmeli  işlerde  seni  hakem  yapıp  sonra  da  senin  verdiğin  hükme  karşı  içlerinde  hiçbir  sıkıntı  duymadıkça  ve  tam  bir  güvenlikle  güvenlik  sağlamadıkça  iman  etmiş  olamazlar. "  ifadeleri,  Haşr  Sûresinin  7. ayetinde  "  Allah'ın  o  kent  halkından,  Resulüne  /  Elçi'sine  verdiği  fey'ler  /  ganimetler,  Savaşmadan  elde  edilen  gelirler  içinizden  yalnız  zenginler  arasında  gücün  getirdiği  refah  olmasın  diye  Allah'a,  Resule / Elçi'ye  yakınlık  sahiplerine,  göç  eden  fakirlere - ki  onlar  Allah'ın  armağan  ve  rızasını  ararken  yurtlarından  ve  mallarından  çıkarılmışlardır.  Allah  ve  Resulüne  / Elçi'sine  yardım  ederler.  İşte onlar  doğruların  ta  kendileridir. -  yetimlere,  miskinlere,  yolcuya  aittir.  Resul  /  Elçi  size  ne  verdiyse  onu  hemen  alın.  Sizi  neden  alıkoyduysa  ondan  geri  durun.  Allah'ın  koruması  altına  da  girin.  Şüphesiz  Allah,  azabı  çok  çetin  olandır. "  ifadeleri   de  inançları  için  delil  göstermektedirler.  Bu  ayetlerde  aslında  pek  çok  ayrıntı  ile  değişik  konulara  dikkat  çekilmekle  beraber,  Bedir  savaşının  ardından  katılan  savaşçılara  ekonomik  durumlarına,  sahip  oldukları  çocuklarının  sayısına  ve  aile  yapılarına  göre  Peygamberin  adaleti  ve  yetkisi  dahilindeki  yaptığı  ganimetin  dağıtımına  itiraz  eden  sahabelere  "  Elçi  size  neyi  verdiyse  onu  hemen  alın "  diyerek  çok  ciddi  bir  uyarı  yapılmaktadır. Fakat  buna  rağmen  bu  bölümü  paragraftan,  gerçeğinden  ayrı  ele  alarak  çok  kapsamlı  bir  hüküm  olarak  aktarmakta,  Peygamberin  Sünneti  deyip,  Peygambere  hüküm /  teşri  oluşturma  yetkisi  vererek,  adeta  bütün  konularla  ilgili  olarak  hüküm  koymada  Allah'a  ortak  etmektedirler. 

Bu  bağlamda  neredeyse  bütün  Allah'a  ve  elçisine  uyun  denilen  ayetleri  alın  size  tokat  gibi  gelecek  Peygamber  sünnetinin  ve  hadislerin  temel  dayanağı  ve  delili  olan  ayetler  diye  göstermektedirler. Ama  ayetlerin  asıl  mesajını  saptırarak  yalan  söylemektedirler.  Oysa  tek  bir  ayeti  diğer  ayetler  arasındaki   bağlarını  kopararak  değil  de  yer  aldığı  paragraf  ve  ardından  da  Kur'an  bütünlüğünde  peygamber  hükmünün  ne  olduğuna  bakacak  olursak,  Nisa  Sûresinin  105.  ayetinde  "  Şüphesiz  Biz,  Bizim  sana  gösterdiğimiz  gibi  insanlar  arasında  hükmedesin  diye  Kitab'ı  hak /  gerçek  olarak  indirdik.  Sen  de  hainler  için  savunucu  olma ! "  denilerek  peygamberin  gerçek  olarak  indirilen  Allah'ın  vahyi  Kur'an  ile,  Nur  Sûresinin  54. ayetinde  "  De  ki  ;  "  Allah'a  itaat  edin,  Elçi'ye  de  itaat  edin.  Artık  eğer  yüz  çevirirseniz  şunu  bilin  ki  o'nun  üzerine  olan,  sadece  kendisinin  yüklendiğidir.  Sizin  üzerinize  de,  size  yüklenendir.  Eğer  Elçi'ye  itaat  ederseniz,  kılavuzlandığınız  doğru  yola  girersiniz.  Elçi'nin  üzerine  olan  da,  sadece  apaçık  mesajı  iletmektir. "  denilerek  belirtildiği  gibi  aslında  Hadisçiler  tarafından  saptırılan  bu  ayette  de  peygamberin  tek  görevinin  Allah'ın  mesajlarını  tebliğ  etmek,  itaat  edilecek  hükmün  ve  uyulması  gerekenin  peygamber  mesajları  ve  bu  mesajların  da  aslında  sadece  Allah'ın  vahiyleri  olduğu  belirtilmektedir. (  "  Terkedilmesinden  Korkulan  Peygamber  Sünneti  Nedir ?  "  başlıklı  yazımızda  Kur'anda  peygamber  sözcüğünün  yerine  yer  alan  Nebi  ve  Resül  sözcükleri  arasındaki  işlev  ve  nüans  farkının  ne  olduğunu  görebilirsiniz )

Sonuç  olarak  Yüce  Rabbimizden  dileyelim  ki,  ben  Müslüman’ım  diyenlere,  şirkten,  çok  sevdiğimiz  Peygamberimizi  dahi  Allah’ın  yanında  ikileme  yaparak  Allah'a  ortak  koşmaktan,  uzak  durabilmeyi  nasip  eylesin.  Ahkaf  Sûresinin  5. ayetinde,  "  Ve  Allah'ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiç  bir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler,  o  kimselerin  yalvarışından  habersizdirler  de. "  denilen  uyarılara  kulak  verilerek,  Allah’tan  başka  peygamberden  şefaat  istemekten,  türbelerden,  velilerden,  ölülerden  yardım  istemekten  vazgeçilsin. Yukarıda  değindiğimiz  Şura  Sûresinin  21. ayetinde  "  Yoksa  onların,  Allah'ın  dinde  izin  vermediği  şeyi  kendileri  için  meşru  kılmış  ortakları  mı  vardır. "  denilerek,  yine  dinde  kural  koymanın  sadece  Allah'a  ait  olduğunun  bildirilmesine  rağmen,  Allah'ın  yerine  uydurma  hadislerle,  Dinde  inanca  ve  amele  hüküm  koyan  Tarikat  ve  Cemaatlerin  esaretinden,  sorgulayarak,  akıllarını  kullanarak  kurtulmaya  çalışsınlar.  Unutulmamalıdır  ki  sorgulanmayan  din,  kişinin  kendisine  ait  din  değil,  başkalarının  gütmesiyle  yaşanan  bir  dindir.

Kâinatı,  Evreni,  Dünyayı,  üzerindeki  bütün  mevcudatı  yaratan  Yüce  Rabbimiz,  kıyamete  kadar  sadece  Kur'anı  koruyacağını  vaat  etmiştir.  Vakıa Sûresinin  77 - 78.  ayetlerinde  “  Hiç  kuşkusuz  O,  şerefli   Kur’andır. Saklanmış,  korunmuş  bir  kitaptır. “  diyerek  Kur’anın  kaybolmayacağını,  bozulmayacağını,  Kendisinin  Kur’anı  koruyacağını,  beyan  etmektedir.  Yine  Hicr  Sûresinin  9. ayetinde  de  Rabbimiz,  “  Hiç  kuşkusuz  Biz,  O,  öğüdü  /  Kur’anı  Biz  indirdik,  Biz.  Ve  kesinlikle  Biz  O’nun  için  koruyucularız. “ diyerek,  Biz  sözcüğü  ile  vurgu  üstüne  vurgu  yaparak  Emrinde  hiç  aksaklık  vermeyen  Kur'andaki  19  kod  sistemi  de  dahil,  Allah'ın  kurduğu  sistemlerle,  Kur’anın  kesinlikle  kıyamete  kadar  korunacağını, var  olacağını,  yaşayacağını,  insanlara  hidayet  ve  hakkı  tanıtmaya  devam  edeceğini  önemle  belirtmektedir. Kur’anın  Hakk  Dininde  sadece  Allah’ın  Sünneti  ve  Ahsenil  Hadis  dediği  vahyi  vardır.  Zuhruf  Sûresinin  43. ayetinde  "  Öyleyse  sen,  sana  vahyedilene  sarıl.  Şüphesiz  ki  sen  dosdoğru  bir  yol  üzerindesin. "  ifadelerinde   gördüğümüz  gibi,  dosdoğru  yol   Allah'ın  vahiylerindedir,  İnsanlar  sadece  Allah'ın  vahyine  uymak  zorundadır. Üstelik  de  Zuhruf  Sûresinin  44. ayetinde  “  Ve  şüphesiz  sana  vahyedilen  /  Kur’an   senin  için  de  toplumun  için  de  bir  öğüttür. Siz  yakında  sorgulanacaksınız. “  ifadeleriyle  hesap  gününde  hadis  ve  rivayetlerden  değil,  bilakis  Kur’andan  sorgulanacağımız  belirtilmektedir.  Bu  nedenle  Allah'ın  korumasını  talep  edenlerin,  ancak  dinimizin  yegâne  kaynağı  ve  peygamberimizin  de  bize  yegâne  emaneti  olan  Kur'ana  yönelmeleriyle  kurtulması  mümkündür. Müslümanlar  kendi  durumlarını  uydurma  hadislerin  peşinden  koşarak  değil,  Kur’an  ışığı  altında,  Allah'ın  indirdiği  ayetlerin  hükümleriyle,  sorgulayarak,  akıllarını  kullanarak  ve  objektif  olarak  değerlendirmeli,  tevbe   ederek  sadece  Yüce  Rabbimiz  Allah’a  sığınmalı,  gerçek  manada  Kur’an  mümini  olarak,  din  gününün  azabından  kurtulabilen,  Allah  katında  zafere  ulaşabilen  kullar  olmaya  çalışmalıdır.  Allah'ın  selamı,  rahmeti,  bereketi  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET