 
 İlâhiyatçı ekran yıldızı konuşmacılarının, din görevlilerinin ve müfessirlerin büyük çoğunluğunun bu ay Kur’an ayıdır, Kitabımıza sahip çıkalım, bol bol okuyalım, hatim edelim dediği, imam ve hafızların çok yoğun bir mesai içine girdiği, fakat sonuçta ve görünürde hiç bir şeyin anlaşılmadığı, hiç bir öğüdün alınmadığı, Kur’anın sadece ontolojik bir kutsallaştırmasına dayanan Arapça bir okuma ile geçiştirilip, ayın sonunda da hasıl olan sevapların ölenlerin ruhuna hediye edildiği şeklindeki saçma uygulama ile, aslında oruçla beraber Kur'anın anlaşılarak okunup tefekkür edilmesi gereken Ramazan ayının, mübarek denilip yıllardır hep aynı uygulama ve anlayış içerisinde idrak edildiği sanılmaktadır. Buna istinaden mütedeyyin saf, temiz duygularla fakat dininin tam gereğinin ve Kur’anın ne olduğunun öğretilmediği kadını, erkeği, yaşlısı, genci, çocuğu ile Mushaf’ı koltuğuna kıstıran insanlarımız, değişik zamanlarda büyük heyecan ve özveri ile akın akın mescitleri doldurmakta, günde yirmi sahife altıncı vites okuduğu Arapça harfleri takip etmek üzere hiç aksatmadan imamın veya televizyon ekranının önünde yerlerini almaktadırlar. Bu uğraşının adına da Mukabele denilmektedir. Kazandıkları ecrin, sevabın veya günahın ölçüsünü elbette ki Yüce Rabbimiz Allah değerlendirecektir. Fakat Kur’anın içeriğine, ayetlerin mesajlarına baktığımız zaman böyle bir uygulamanın pek de memnuniyet verici ve Kur’ana uygun kazançlı bir şey olduğu görülememektedir. Bu nedenle biz de bu yazımızda, Kur'ana göre yanlışlıklar içinde olduğunu gördüğümüz bu uygulamalar için, Mukabele nedir ? Hatim nedir ? Bu gelenek neye dayanarak bu şekilde ortaya çıkmıştır ? Bu konuda Kur’anın uyarıları, hatırlatmaları ve asıl mesajları nedir ? İnsanlara neleri kazandırmakta, neleri kaybettirmektedir ? sorularına yine her zaman olduğu gibi dinimizin yegâne kaynağı, Yüce Kitabımız Kur’an ile açıklık getirmeye çalışacağız.
Mukabele : Sözlük anlamına göre karşılık vermek, karşılık veya karşı gelme, baş kaldırma demektir. Geleneğe dönüştürülüp oluşturulan Dini inanç açısından ise ; Bir kimsenin Kur’anı ezberden veya Kitaptan yüksek sesle okuması ve onu dinleyenlerin de sessizce dinlemesi veya Kur’anı yüzünden takip etmesidir. Arapça’da yüzün gösterdiği yön ( hedef, strateji ) anlamında olan ve “ kbl “ kökünden türeyen “ kıble “ sözcüğünün de bir türevi olan “ mukabele “ sözcüğü, Türkçeye de “ karşılık, karşılık verme “ anlamlarında geçmiştir. Mukabele sözcüğü Kur’anda karşılıklı olarak Kur’anı okuyun, mukabele edin ifadesiyle herhangi bir ayette geçmez. Bilakis edebiyatın en güzel anlatım sanatı içerisinde değişik ayetlerde “ misliyle misli, kısasa kısas “ gibi ifadelerle eylemlerin karşılığını verme olarak yer alır.
Kur’anda Kur’anın okunması, anlaşılması, öğüt alınması, akıl edilmesi, dinleme adabı ile ilgili pek çok ayet bulunmasına, örneğin : Bakara Sûresinin 121. ayetinde “ Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nu okumasının / izlemesinin hakkını vererek okurlar, izlerler. İşte onlar O’na iman ederler. Her kim de kitabı reddederse, işte onlar zarara uğrayanlardır. " Araf Sûresinin 204. ayetinde, “ Ve esirgenmeniz için, Kur’an okunduğu / öğrenilip, öğretildiği zaman hemen ona kulak verin ve susun. “ Müzzemil Sûresinin 20. ayetinde, “ Hiç kuşkun olmasın Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyledir. Allah geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin bu işi kolaylıkla yapamayacağınızı bildi de sizin için bu görevi hafifletti. O halde Kur’andan kolay geleni okuyun / öğrenin, öğretin. “ ifadeleriyle Kur’anın anlaşılarak hakkıyla okunması, anlaşılarak öğüt ve uyarılarının kavranarak iman edilmesi, buna uymayanların zarara uğrayacağı, Kur’an ayetlerinin uyarılarına gerektiği gibi uyularak saygı gösterilmesi, daha kolay anlaşılması bakımından bilhassa gecenin sakinliğinde tefekkür ederek, düşünerek okunmasının daha yararlı olabileceği, herkesin kendi kapasitesi ölçüsünde kolayına gelen bölümlerin okunarak anlaşılması, öğrenilmesi ve öğretilmesi istenmektedir. Bu çok anlamlı mesaj ve uyarılarına rağmen, " Kur'anın hakkını vererek okuma " denince çoğunlukla Arapçasının mahreçten, tecvit ve kuralları ile, gırtlak çatlatırcasına hazin ve hüzünle makamlandırılarak okunması olarak bilinmekte, üstelik de bu ayrıntılarla hafızlar arasında ikramiyeli okuma yarışmaları düzenlenmekte, Kur'an ile para kazanmanın haram olduğu hiç kimsenin aklına gelmemektedir. Allah'ın öğütleri hakkında hep böyle hiç bir şey anlamadan sadece Arapçasının okunmasıyla yetinilmekte, tılsımlı her harfine on sevap kazanılacağına inanılmaktadır. Bu yanlış inanç ve uygulamalara temel teşkil etmek üzere bugün bir gerçektir ki “ Mukabele “ denilince, Kur’anın dışında ve Peygamberimizin vefatından sonra uydurulan hadis ve rivayetlerle gelenekçi, klasik tefsirlerde, Peygamberimize vahyedilen ayetlerin bizzat Cebrail Meleği ile indirildiği, ayet sıralamalarının ve Sûre tertiplerinin Cebrail Meleği tarafından gösterildiği, kimine göre Cebrail Meleği ile peygamberimizin her Ramazan ayında bir araya gelerek mukabele ettiği, kimilerine göre de altı ayda bir karşılıklı mukabele ile ayetleri kontrol ettikleri anlatılmaktadır. Örneğin :
* Resulullah ( s.a.v. ) insanların en fazla cömert olanı idi. Onun bu cömertliği Ramazan ayı girip de kendisiyle Cebrail ( a.s. ) karşılaşınca daha da artardı. Cebrail ( a.s. ) Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece Resulullah ( s.a.v. ) ile buluşur, Resulullah ( s.a.v. ) ona Kur’anı arz eder, okurdu. ( Buhari Savm 7, Müslim Fedail 50 )
* Hz. Fatma’dan rivayetle : Babam Nebi ( s.a.v. ) bana gizlice şöyle söyledi ; “ Her sene Cibril benimle Kur’anı bir kere mukabele ederdi. Bu sene iki defa mukabele etti. Öyle sanıyorum ki kızım ecelim yaklaşmıştır. ( Tecridi Sarih Tercemesi hadis. 1767 )
* Cebrail  Ramazan  aylarında  her  gece  Resulullah’a  gelerek  nazil  olan  ayetleri  baştan  sona  kadar  dinler,  mukabele  ederdi. Peygamberin  vefat  ettiği  yıl  bu  işi  iki  defa  tekrarlamıştır. ( Müsned  I. 288  Buhari  Savm 7,  Nüslim  Fedail  50,  Tecridi  Sarih  Tercemesi  hadis  1767 )
Uydurma hadis ve rivayetlerin bir çoğunun toplandığı Kütübi Sitte eserlerinde, sayfalar dolusu ile yer alan bu ve buna benzer pek çok rivayete ve bunun yanı sıra neredeyse bütün dini çevreler ve cemaatlerin önderleri tarafından, örneğin : İslam ve İhsan. Com linkinde : “ Mukabele Kur’an literatüründe Cebrail ( a.s. ) ın her sene Ramazan ayında Peygamber Efendimize ( s.a.v ) gelerek Kur’anı Kerim’i karşılıklı müzakere etmelerini, birbirlerine okumalarını ifade eder. Bugünkü mukabele geleneği de bu esasa dayanmaktadır. Bu mukabele, yani Efendimizden başlayarak sahabenin de bu Ramazanı Şerifte devamlı bir mukabele okuması, bu şekilde gelen güzel, ruhani bir örfümüzdür. Elhamdülillah “ denilmektedir.
Bu ve buna benzer yönlendirmelerin tamamı temelsizdir ve dayanaktan yoksundur, gerçeklerden uzaktır. Çünkü o zamanlarda Peygamberimizin ve sahabenin ezberinden başka hiç bir kimsenin elinde tamamı bir araya getirilerek yazılmış toplu halde Kur'an Mushafı yoktur, herkes ve sahabe parça parça elinde bulundurduğu, ezberleyebildiği kadarıyla değişik ayetleri ancak bilebilmekte, Ramazan ayında da toplu olarak mukabele etme diye bir uygulama bulunmamaktadır. Üstelik de vahiylerin sona ermesiyle Peygamberimizin vefatından çok kısa bir zaman önce Kur'an ancak tamamlanmıştır. Bütün Sûre ve ayetlerin bir araya getirilerek Kitap halinde yazılması da yine Peygamberimizin vefatından sonra Halife Ebu Bekir ve daha sonra da 3. halife Osman zamanında gerçekleştirilmiştir. Böylece tutarsız, dayanaksız, gerçek dışı yapılan yönlendirme ve telkinlerle araya Peygamberimiz ve sahabe de karıştırılarak inandırılan Müslümanlar, Kur’anın asıl vermek istediği mesajlardan, gerçekte insan şekline bürünebilen Cebrail diye bir meleğin olmadığından, hiç bir ayette Kur'anı Cebrail indirdi ifadesinin bulunmadığından habersiz olduklarından, ister istemez her Ramazan ayında imamın önüne oturmakta, hiç bir şey anlamadan da Kur’anın Arapça okunmasını bir ay boyu takip ederek mukabele yaptığını, çok büyük bir dini görevini yerine getirdiğini zannetmektedir. Halbuki Arap kültüründe hazırdaki bir Kur’an metnini okumaya Tilavet denir. Aynı zamanda Kur’an ayetlerini anlayarak iman etmek, lafzına ve manalarına saygı duymaktır. Yukarıda örneklediğimiz ayetlerde geçen Kıraat ise önce bir şeyleri öğrenip zihinde, sonra kitapta toplayıp, hazırlayıp, başkalarına sözlü veya yazılı olarak aktarmaktır. Kısaca öğrenmek ve öğretmektir. Papağan gibi Arapça harflerden oluşan sözleri anlamadan tekrar etmek değildir.
Alak Sûresinin 1. ayetiyle Peygamberimize de " İkra bismi rabbikelleziy halak " ( Yaratan Rabbinin adına oku ) denilerek ilk görevi tevdi edilirken, kıraat sözcüğü ile aynı kökten gelen “ ikra “ ( oku ) ( öğren, öğret, topla, dağıt ) sözü ile hitap edilmiştir. Kur’anda insanların okumaları, anlamaları, öğrenmeleri, öğüt almaları ve akıllarını kullanmaları için pek çok uyarı ve bilgi ayeti yer almaktadır. Bu nedenle de Yüce Kitabımız Kur’anda Bakara Sûresinin 183 - 187. ayetlerinde Kur’anın Ramazan ayı içerisinde indirildiği bildirilerek, bu aya ulaşanların oruçlu olmaları istenirken, ayetin orijinalinde yer alan siyam sözcüğü ile de, koca bir yılı adeta Kur’anı terk ederek geçirmemizin bir cezası olarak da sadece aç kalmakla, takvaya ( sakınmaya ) ve bunun için gerekli bilgilere ulaşılamayacağı, aslında mecaz sanatı ile anlatılmaktadır. Bu nedenle de oruçla beraber bu ayda Kur’anı anlayarak okumamız, kendimizi rektefeye çekmemiz, öğüt aldığımız Kur’an mesajları ile nelerden sakınmamızın gerektiği öğrenilerek, sakınma bilincine ( takvaya ) ulaşmamız istenmektedir. Sahabe ve Arap toplumu elbette ki Ramazan ayında veya diğer günlerde Kur'anı imamın önünde değil, bizzat kendileri okumakta ve tefekkür etmektedir. Çünkü onlar kendi konuştukları dilden olan Kur'anı elbette ki anlayarak okuyabilmektedirler. Fakat bugünün din görevlileri hala ısrarla “ Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Kur’ana sıkı sıkıya sarılalım, mukabele edelim. “ derken hiç birisi de Kur’anı anladığımız dilden tebyin ve mealini düşünerek, anlayarak okuyalım dememelerine rağmen, çok eskilerin ulemasından İmam Darimi bile Mukaddime 29. da ( Özbekistan 797 – 869 ) “ Düşünmeden Kur’an okumada bir hayır yoktur “ diyebilmiş, Binli yılların başında Karahanlılar Devleti zamanında İbn'i Harezmi tarafından, Cumhuriyetle beraber ülkemizde de ilk defa Atatürk'ün emri ile Elmalılı Hamdi Yazır tarafından Kur'an, anlaşılarak okunmak üzere Türkçeleştirilmiştir.
Bugün ise piyasada iki yüzden fazla müfessirin Kur'an çevirisi meali bulunmaktadır. Fakat bunlara rağmen Kur'anın anlaşılmak üzere okunması gerektiği anlayışı bugüne kadar bir türlü hayata geçirilememiştir. Nasıl geçirilsin ki ? Toplum zaten okumayı pek sevmemekte, doğru, yanlış her şeyi kulaktan dolma hazırda istemekte, üstüne üstlük birileri çıkmakta Kur'an Arapçadan başka dilde okunamaz, abdestsiz el sürülemez, okuduğunuz zaman da anlamazsınız demekte, birileri Kur'anın Türkçesinden hatim olmaz demekte hatimin ne olduğunu kendileri de bilmemekte, birileri de hiç bir dile çevirisi Kur'anın gerçek anlamını, karşılığını veremez demekte, Kur'anın anlaşılmak üzere okunmasına sayısız engel konulmakta, insanlar Kur'andan uzaklaştırılmaktadır. Halbuki yukarıdaki örnek ayetlerde de gördüğümüz gibi, Kur’an okunurken Onu dinlemenin adabı öğretilirken, saygıyla, sessiz ve can kulağı ile dinlenmesi emredilirken, asıl anlatılmak istenen ise Kur’andan bir şeylerin, öğütlerin öğrenilip anlaşılması ve bir şeylerin öğretilmesi, böylece bu bilgilerle aklın kullanılabilmesidir. Bu nedenle de Nisa Sûresinin 82. ayetinde “ Onlar hala bu Kur’anı hiç anlamaya çalışmazlar mı ? “ Muhammed Sûresinin 24. ayetinde “ Peki onlar Kur’anı düşünmüyorlar mı ? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var ? / kalpleri mühürlü müdür ? " uyarıları ile Kur’anı anlamak üzere doğru okumamız, anlamlandırmamız gerektiği ısrarla belirtilmektedir. Ve bunun için de Kur'anın ayetleriyle aslında bize, Peygamberimizin yaptığı gibi gecenin sessizliğinde, daha kolay anlayıp öğrenebileceğimiz, Kur’andan kolayımıza gelen ayetleri okumamız, öğrendiklerimizi de yakınlarımıza öğretmemiz önerilmektedir.
Allah, mutlak varlıktır. Evrenin, Kâinatın, Dünyanın ve Alemlerin en küçük zerresine varıncaya kadar yaşamın ve bütün oluşumların içindedir. Biz insanlara da şah damarımızdan daha yakındır. Bütün Kâinatı, Evreni ve oluşumların tümünü Sünnetullah ile yönetir. Bu yönetim için de ( Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji, Kuantum Enerji değişimleri, Dönme ile Yer çekimi, Mıknatıslanma, Elektromanyetik radyo dalgalarıyla yayılma, Manyetik alan oluşumu, havanın ve suyun kaldırma kuvveti, sıcaklıkla basınç, genleşme ve yoğunlaşma kanunları gibi.. ) pek çok kanun, ilke ve kural yaratmış ve değişmez hükümleri koymuştur. İşte bütün bu kanun, kural ve ilkeler de Allah’ın melekleridir, oluşturma güçleridir. Allah’ın, yarattığı varlık alemi ile iletişiminde, olayların birbirini izlemesinde hiyerarşi ve aracı yoktur. Neden sonuç ilişkisine göre her olay, bir sonraki olayların nedenidir. Kehf Sûresinin 26. ayetinde, “ Allah Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez “ denildiği gibi hükmüne peygamberler de dahil melek adlarında hiçbir kimseyi, yarattığı hiç bir varlığı ve astlarını ortak etmez. İnsanların inancına yanlış olarak yerleştirildiği gibi de varlıklar aleminde, üç boyutlu nesnel insan görünümüne bürünebilen, konuşan, kanatları olan, metafizik ( fizik ötesi ) bir varlık gibi düşünülen herhangi bir isimle belirtilen, örneğin Cebrail Meleği diye bir melek yoktur. Kur’anın hiç bir ayetinin orijinalinde doğrudan doğruya Peygamberimize vahyi Cebrail Meleğinin indirdiği ifadesi de bulunmamaktadır. Üstelik Rahman Sûresinin 1 – 2. ayetinde “ Er Rahman allemel Kur’an “ Rahman Kur’anı öğrenip öğretmeyi öğretti. denilerek Kur’anı Peygamberimize bizzat Allah’ın öğrettiği belirtilmektedir.
Dünya sekiz yüzlü yıllardaki dünya değildir, klasik Kur'an yorumcularının yetersiz ve ilkel koşullarda doğru olarak kavrayamadıkları melek kavramını, bugünün gelenekçi İlâhiyat yorumcuları da günümüzde gelinen bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen maalesef hala yanlış olarak aynen ısrarla sürdürmektedirler. Bundan dolayı Cebrail konusundaki rivayetlerin hepsi uydurmadır, Kur’ana göre ise temelsizdir. Bakara Sûresinin 97 ve 98. Tahrim Sûresinin 4. ayetlerinde “ Cibril “ sözü yer almaktadır. Fakat bu üç ayette de kastedilen bir melek değil, Allah’ın vahyi ve Kur’andır. Yüce Rabbimiz vahyini, Peygamberimizin beynine, hafıza bellek hücrelerine “ İlga etti “ ifadeleri ile bizzat Kendisi nüfuz ettirerek indirmiştir. Arada Cebrail Meleği diye de bir melek yoktur. ( " Kur'anda Melek Kavramı " başlıklı yazımızda Cebrail ile ilgili daha geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Bilimin, teknolojinin henüz gelişmediği 1200 yıllarında bir çok sapkın görüşlerinin olmasına rağmen Tasavvufun ünlü Evliyalarından kabul edilen Muhyiddin Arabi bile Cebrailin varlığını kabul etmemiş " Cebrail Peygamberin hayal gücünün bir mahsülü olarak ortaya koyduğu bir varlıktır. İstediği kadar Cebrail ile konuştuğunu zannetsin aslında o kendi kendine konuşmaktan ve kendi kendini dinlemekten başka bir şey yapmamıştır. " demiştir. ( 1988 Doç. Dr. Salih Akdemir İslami Araştırmalar c. 2 sayı 7 sa. 28 ) Bize göre de doğru söylemiştir. Çünkü Peygambere vahiy dışarıdan biri tarafından değil, bizzat Rabbimizden gelmiştir. Bugün bilim ve teknoloji ile geldiğimiz noktada bilgisayar ve akıllı telefonlardaki ses ve görüntülerin elektro manyetik radyo dalgalarıyla anında iletildiği, boş olan bir flaş belleğin veya disketin bir anda doldurulabildiği gerçeği ile bütün bu olanakları ve kolaylığı yaratan Yüce Rabbimizin de aynı şekilde vahyini, fıtri elektro manyetik radyo dalgalarıyla doğrudan Peygamberimizin belleğine aktarabileceğini kavramak hiç de zor olmasa gerektir. Üstelik de bugün artık bunun olabileceği ispat edilmiştir. Amerika'da Mikro Biyoloji Uzmanları Brown Üniversitesi Tıb Merkezinde kablosuz ve uzaktan elektro manyetik radyo dalgalarıyla insan beyni ile bağlantı kurarak bilgi aktarılması deneyini başarı ile gerçekleştirmişlerdir. Ünlü ekran yıldızı İlâhiyat konuşmacılarına, dinde yanlış yönlendirmelerle ahkâm kesip insanları uyutarak kandıran din sorumlularına duyurulur !...
Tarih boyunca bilimin ve teknolojinin gelişmediği dönemlerde Allah, yaşamın ve alemlerin dışında, çok uzaklarda ve ulaşılamaz yerlerde, Sidreti münteha dedikleri arşın dışında, Yunan mitolojilerindeki Zeus tanrısı gibi bir taht üzerinde oturduğu düşünülmüştür. Lafla Allah zamandan ve mekândan münezzehtir demişler ama Allah'a bir mekân oluşturduklarının bile farkına varamamışlardır. Bundan dolayı hep Allah'ın hükmüne aracı tanrıları, taştan, tahtadan putları, Yahudi ve Hristiyanlık inancında da melekleri çok tanrılı düzenin yerine koydukları gibi, onlardan esinlenen bizim klasik yorumcularımız ve Müslüman Ulemamız da Peygamberimizin vefatından sonra uydurma masallarla Peygamberimizi de arşın sınırında Allah'ın katına miraca çıkarmışlar, rivayetlerle pek çok değişik isimdeki Meleği Allah’ın hükmüne ortak etmişlerdir. Azrail meleğine can aldırtmışlar, Mikail meleğine yağmur yağdırmışlar, İsrafil meleğinin eline bir borazan verip kıyamet gününü bekletmekte, Cebrail meleğine de vahyi indirtmişler, her Ramazan ayında da Peygamberimizle mukabele ettirmişlerdir. Allah’ın hükümleri, ilkeleri ve Sünnetullah, yarattığı ve bugünkü bilimin, teknolojinin ortaya koyduğu, elektro manyetik radyo dalgalarıyla tablet ve cep telefonlarındaki görüntülü, sesli iletişim örneği mucizesi, mikro biyoloji uzmanlarının insan vücudundaki ölüm genlerini bulması, beyindeki hafıza bellek hücrelerinin var olduğunu ispat etmeleri dahi, bilimden, teknolojiden, akıldan, mantıktan bihaber bugünün pek çok İlâhiyatçısını, din görevlisini hala bu yanlış ve gelenekçi inançlarından döndürememektedir.
Müslümanların inançlarına Kur’anın dışında yanlış olarak yerleştirilmiş olan bu mukabele geleneğinin yanı sıra bir de “ Hatim etme, Hatim indirme, Hatimleri ölenlerin ruhuna hediye etme “ Kur'anın bazı bölümlerini tecviti, makamı ile tilavet etme uygulamaları da gelenek haline getirilmiştir. Hatim : Bir yazının başından sonuna kadar okunduğuna dair son kısmının mühürlendiği, aynı zamanda içinde anlatılanların tamamen anlaşılarak öğrenildiği anlamına gelir. Bu nedenle Kur’anı baştan sonuna kadar yüzünden veya ezbere okuyarak veya dinleyerek hatim ettiklerini, hatim indirdiklerini söyleyenler, adeta onu bitirdiklerini, içindekileri anladıklarını ifade etmiş olmaktadırlar. Ama uygulamanın gerçeğine baktığımız zaman bunun hiç de böyle olmadığı, hiç bir kimsenin hiç bir şey anlamadığı, hiç bir şey öğrenmediği, Kur’anın içinde nelerin ve hangi öğütlerin bulunduğunun bilinmediği gerçeği ortadadır. Çünkü bu yanlış uygulama pek çok uydurma rivayetle insanlara doğruymuş gibi anlatılmaktadır.
* İbni Mesud ( r.a. ) dan rivayet edildiğine göre Resulullah ( s.a.v. ) şöyle buyurdu : “ Kim Kur’anı Kerim’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. “ ( Tirmizi Fezailül Kur’an 16 )
* Kur’an okuyunuz, çünkü Kur’an kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir. ( Müslim, Müsafirin 252 ) ( Tabii ki bu hadislerde sadece hiç bir şey anlamadan Arapça okunmasından söz edilmektedir. Ancak bu ifade Kur'anın mealini anlayarak okuyup öğüdünü alan ve tefekkür edebilenler için çok doğru bir ifade olabilir. )
* Kur’anı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’anı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır. ( Buhari Tevhit 52 )
* Kur’anı teganni / tecvide uygun olarak okumayan kimse bizden değildir. ( Ebu Davut Vitr 20 ) ( Peki anlayarak mealini okuyanlar da mı sizden değildir ? )
* Ümmetimin en şereflileri Kur’anı Kerim’i ezberleyen hafızlar ve gecelerini ihya edenlerdir. ( Suyuti I. 36 / 1063 ) ( Acaba ülkemizde kaç tane hafız kardeşimiz Kur'an ayetlerinin gerçek anlamının, değişik zamanlarda cami minarelerinden okudukları selaların üzerilerine yüklediği şirk sorumluluğunun farkındadır ? Peygamberimizin zamanında hafızlık diye bir unvan var mıdır ? )
* Kur’anı Kerimi hatim edene altmış bin melek istiğfar eder. ( Deylemi ) ( Melekler, doğa güçleri, enerji ve enerji değişimlerine bağlı olarak ortaya çıkan kanunlar ve kurallar olduğu için bireysel kişi sayısıyla ifade edilmezler ve bu enerji çeşitleri değişik enerji birimleriyle ölçülendirilir. )
* Kur’anı hatmedenin duası kabul edilir. Kendisine Cennette bir ağaç da verilir. ( Taberani İbn i Hibban ) ( Cennette sahiplenme diye bir şey yoktur ki ! )
Yine bu rivayet ve hadis kültüründen gelen, Emevi Arap kültürünün esaretinden kendisini arındıramayan, Kur'anın gerçek mesajının anlaşılmasına engel koyan dini çevreler ve din görevlileri Kur’an okumanın ; * Kur’an şefaat edecektir. * Sevap kazandıracaktır. Bunun için Kur’an Sûreleri birbiri ile yarışırlar. * En hayırlınız Kur’an öğrenen ve öğretendir. ( Tabii ki hiç bir şey anlamadan çoğunlukla sadece makamlandırılarak Arapça okuma ile tecvit kuralları kastedilmektedir. ) * Allah Teala Kur’anla yükseltir. * Kur’an huzur verir. * Kur’an okunmayan ev harabedir. * Kur’an güzel okunmalıdır. Gibi ifadelerle faziletlerini anlatmaya çalışmaktadırlar. Fakat bu yönlendirmelerin içerisinde Kur’anın anlaşılmak, öğüt alınmak için okunması gerektiği önerileri hiç yer almadığından, ya da doğru anlamlar hiç çıkartılamamış olduğundan, toplumumuzdaki insanlar bu konuda hala yanlış bir yola sevk edilmektedirler. Büyük bir çoğunlukla Kur'anın içerisinde bulunan uyarılar, öğütler, yasaklar bilinememekte, bu nedenle de günümüzdeki mukabele, hatim anlayışı ve uygulamaları, Kur’ana sadece Arapça ontolojik ( varlıksal ) bir kutsiyet atfedilmiş olmasından dolayı, aslında bir işe yaramayan bu uygulamaların geleneğe dönüşmüş hali olmaktadır.
Peygamberimiz Arap, muhatap olacağı konuşup anlaşacağı topluluk Arap ve Arapça konuşup anlaştıkları için de bundan dolayı Arapça indirilmiş olan Kur’anın, ezgisel ( melodik ) şiirsel, okunduğu zaman kulağa hoş gelen, manevi haz ve huzur veren bir yapısı vardır. Kur’anda ayetlerin ve sözlerin sıralanışında mükemmel bir armoni ve seslerin uyumu, dizaynı, kısa ve öz anlatım tekniği, ilettiği hüküm ve içerdiği gaybi bilgiler, teşbih, ( benzetme ) mecaz, ( gerçek anlamından farklı anlamı kastetmek ) kinaye, ( dolaylı olarak anlatma ) kafiye, ( ses ve hece uyumu ) nehy, ( yasak edilen şey ) nida, ( seslenme ) icaz, ( az sözle çok şey anlatma ) icmal, ( kısaltma ) musavat, ( eşitlik ) zikir, ( Allah'ı anma ve Kur'an okuma ) cinas, ( yazılışları aynı fakat anlamları farklı sözler ) seci, iltifat, tağlib ( baskınlık ) gibi edebi sanatların en güzel örnekleri bünyesinde bulunmaktadır. Harflerin ve sözcüklerin telaffuzundaki diksiyon, ince ve kalın, bazı cümle sonlarında da uzatılarak seslendirmeler, kullanılan ses uyumları, hele hele kendi dillerinden okunduğu için elbette ki Arapça bilen ve anlayanlar için bir haz ve huzur kaynağıdır. Üstelik de içerisindeki öğütlerin ve uyarıların azametinden zaman zaman da gözlerden yaşlar dökülecek, bazı ayetlerin şiddetli azap uyarılarından da ayaklarının bağı çözülecektir. Fakat bizim toplumumuz Arapça bilmediği için, bugünkü mukabele ve hatim uygulamaları ile hiç bir şey anlamadan yapılan okumalardan dolayı, bütün bu duygulardan ve öğütlerden, üstelik de kazanabilecekleri sevaplardan da mahrum kalmaktadır. Manevi olarak bir duygusallık da kazanılamadığı halde, bu tür yanlış uygulamaları, hatta " Şifa olsun diye içilecek deve sidiği hadisini " dahi savunanlardan olan ünlü bir ilâhiyatçı Doçent Dr. öğretim görevlisi akademisyen, astarı yüzünden pahalı olacak niteliğiyle “ Kur’anı dinlerken ağlayınız, içinizden ağlamak gelmiyorsa hiç olmazsa ağlar gibi yapınız “ diyebilmekte, sanki Allah insanları görmüyormuş gibi, insanlara ayaküstü riyakârlığı öğütleyebilmektedir.
Ülkemizdeki bu yanlış mukabele ve ölüye hediye edilmeye çalışılan saçma hatim anlayışı uygulamaları ile Ramazan ayının sonunda yapılan hatimden dolayı topluca hatim duasına geçilmekte ve uzun uzun imamın duasının ardından, hasıl olan sevaplar, sanki kendimizi kurtarmışız gibi ölenlerin ruhuna hediye edilmekte, tabii ki herhalde çoğunlukla da imamların dahi bilmediğinin belli olmasından dolayı Kur’anda ;
* Yasin Sûresinin 69 ve 70. ayetlerinde, “ Ve Biz o’na şiir öğretmedik. Bu onun için yaraşmaz da. O sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler üzerine sözün hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’andır.
* Fatır Sûresinin 22. ayetinde “ Ölüler ve diriler eşit olmaz. Şüphesiz Allah her dilediğine işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.
* Necm Sûresinin 39. ayetinde, “ Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden / emeğinden ve alın terinden başka bir şey yoktur. “
* İsra Sûresinin 13. ayetinde, “ Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. ”
* Yasin Sûresinin 54. ayetinde, “ Artık bugün kişi herhangi bir haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınızla karşılıklandırılırsınız. “ ifadeleriyle belirtilen uyarılar ya göz ardı edilmekte veya Kur’anın ayetlerinin ölüler için değil de diriler için öğüt olduğu, ölülere artık hiç bir şeyin duyurulamayacağı, herhangi bir hediye gönderilemeyeceği, hesap gününde ise herkesin sadece kendi çabalarının karşılığını alacağı uyarıları inkâr edilmektedir. Yine aynı zihniyet, yapı, inanç içerisinde Ramazan ayından sonra da kimileri bir ayda veya on beş günde Kur’anın sadece hiç bir şey anlamadan son sürat Arapçasını okur, çünkü bir an önce bitirip hatmini ölülere bağışlama derdindedir. Kimileri de televizyon ve haberleşme kanalları yönlendirmeleriyle aralarında cüz paylaşımları ile kısa zamanda çok sayıda hatim indirerek yine aynı inanç ve amaç doğrultusunda hareket etmektedirler. Oysa hatim indirmelerle ölen kişileri cennete göndermeye kalkışmak, insanları Allah'la aldatmanın ve ortak olmanın dik alasıdır, Allah'a küfretmek ve şirke bulaşmaktır. Fakat her nedense bu konuda neredeyse hiç bir din görevlisinin, Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerinin, ilâhiyatçı popüler ekran yıldızı konuşmacılarının, herhangi bir müdahalesi, uyarısı ve Kur'anın doğrularına yönlendirmesi görülememekte, teamüllerden, alışkanlıklardan ve atalardan gelen geleneklerden yanlış da olsa vazgeçilememektedir. Ama bunun yanı sıra elbette ki kendi aklını kullanabilen, düşünen, sorgulayan, araştıran pek çok mümin kardeşimiz de anlamak, öğrenmek amacıyla uzun zamanlarını ayırdıkları bir Kur’an meali okuması ve incelemesi ile hayatında anlamlı ve olumlu değişiklikleri yaşayacağının bilincindedir.
Ülkemizde bol bol hafız yetiştirilmeye, değişik yaşlarda insanlarımıza Kur’an kurslarında da mahreçten ve tecvitten okuma ile Kur’an öğretilmeye çalışılır. Aslında tecvitten amaç, harfleri ve sözcükleri doğru okumak, doğru seslendirmek ve doğru telaffuz etmek, yanlış anlamanın önüne geçmektir. Keşke bununla beraber öğretilen ve okunan ayetlerin anlamları da öğretilebilse ve Kur'anın anlaşılmak üzere okunmasının önemine dikkat çekilebilse ! Oysa Peygamberimizin zamanında hiç kimsenin elinde yazılmış, bütün ayetlerin bir araya getirilebildiği, tamamlanmış ve hatim edilecek bir Kur'an Mushafı yoktur. Hafızlık ve mukabele etme diye bir kavram da bulunmamaktadır. Makamlandırarak Kur'an okuma yarışması da düzenlenmemektedir. Ancak bugün ise bu konu dini çevrelerce çok fazla abartılmakta, sanki herkesi hafız yetiştirmek gibi bir çabanın içinde olunmakta, adeta Kur’anı anlamanın önemi hiç gözetilmeden, Kur’anı anlamanın ve gerekli öğüdün alınmasının önüne geçilmektedir. Tecvit kurallarını bilenler ve bu doğrultuda okuyan hafızlar, Kur’anı öğrenmiş ve Kur’anı bilen insanlar olarak kabul edilmektedirler. Fakat gerçekte çoğunlukla imam ve hafız kardeşlerimizin Kur’anın asıl mesajlarını, öğütlerini ve içinde nelerin olduğunu bilmedikleri görülmektedir. Eğer bu imam ve hafız kardeşlerimiz, Kur’an ayetlerinin gerçek anlamı ve mesajından haberdar olarak, Kur’an ayetlerine aykırı bir şey yapmadan, Allah rızası için yanlışa düşmeden görev üstleniyor iseler, elbette ki Kur’ana göre büyük mükâfat onlar için olacaktır. Salihatı işlemiş olacaklar ve cennet ile müjdelenenlerin arasına dahil olacaklardır. Ama eğer Kur'andan onay almayan ve önderi olarak içinde bulundukları geleneksel hatim uygulamalarıyla ve bu yaptıkları hizmeti bir ücret karşılığında da yapıyorlarsa, işte o zaman Kur’ana göre büyük sorumluluklar ve sorgulamalar onları bekliyor olacaktır.
Oysa Kur'an okumaktan, din adına yapılan hizmetlerden para kazanmak haramdır. Kur’anda, Peygamberimize daha görevine başlamadan önce Müddessir Sûresinin 6. ayeti ile Rabbimizin “ Vela temnun testeksir “ ( Sakın Allah yolunda yaptığın hizmetlerden karşılık bekleme ) diyerek uyarısı bulunmakta, daha başka pek çok ayette, Allah yolundaki hizmetten ücret istenmemesi konusuna değinilmekte, Şuara Sûresinin 109. ayetinde de bizzat Peygamberimize " Bütün bunlara karşı ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum “ dedirttirilerek örnek gösterilmektedir. Bu nedenle dini görevleri, maddi, manevi menfaat kazanma fırsatı olarak görmenin, Bakara Sûresinin 174. ayetinde " Şüphesiz Allah'ın Kitaptan indirdiği bir şeyi gizleyen ve gizlediği şeyi çok az bir bedelle satanlar ; İşte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyamet günü Allah, onlara konuşmaz ve kendilerini temize çıkarmaz ve onlara acı veren bir azap vardır. " ifadeleriyle yapılan uyarılarla Kur'anda yasaklandığının bilinmesi gerekir. Yine din sömürüsü ile çıkar, servet edinenlerin akıbetini gösteren bir çok uyarının yer aldığı ve Tevbe Sûresinin 34 - 35. ayetlerinde, “ Ey iman etmiş kişiler ! Şüphesiz hahamlardan, rahiplerden / bilginlerden din adamlarından birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele. 35 : O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak : İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri ! “ denilerek din görevlilerinin yaptıkları örnek gösterilerek, bugünün yaşamında, Allah'ı, Kur'anı, Dini, insanların manevi duygularını çıkar karşılığında istismar edebilecek, Allah’ın ayetleri ile uyarılarına karşı görev yapabilecek din görevlileri şiddetle uyarılmaktadır.
Bu nedenle bugünkü yanlış mukabele ve hatim etme geleneği içerisinde, aslında çok yoğun mesai ve nefes harcayan imam ve hafız kardeşlerimiz bu geleneğin ve kervanın lokomotifi gibi görünmektedirler. Bu bağlamda Kur’anda bir çok ayette “ Emri bil maruf, nehyi anil münker “ ifadeleriyle Allah’ın önder olan kişilerin üzerilerine yüklediği ( doğruyu, iyiyi, güzeli göstererek emret, yanlışı ve kötüyü ise men et. ) görevini yerine getirmemiş olduklarının sorumluluğunu ve vebalini de taşıyacakları, hele hele Ramazan ayının sonunda bu uygulamalar ile gelen bahşişleri nefeslerinin ve emeklerinin karşılığı bir hak ve harman yeri gibi görüyorlarsa, işte o zaman daha da kötüsü pek çok Kur’an ayetlerinin uyarılarının muhatabı olacakları, Tevbe Sûresinin 34 ve 35. ayetlerindeki uyarılarla harmana serdikleri sarı saman yerine, alınları, böğürleri ve sırtları dağlayacak ateşin de odunlarını sırtlarına yükleyecekleri gibi bir sonuç görünmektedir. Dileyelim ki imam ve hafız kardeşlerimiz, makamı, tecvit ve mahreci ile çok güzel okudukları Yüce Kitabımız Kur’anın içeriğini, Türkçe Tebyin ve meallerden okuyarak öğrensinler, içinde bulundukları tehlikeli ve Allah katındaki sorumlu tutulacakları bu küfür ve şirk durumundan, bir an önce akıllarını kullanarak ve tevbe ederek kurtulabilsinler.
Bugün ülkemizdeki insanlarımızın geleneğe dönüştürdüğü fakat yüce Kitabımız Kur’an ile onaylanmayan bu şekildeki yanlış mukabele etme, hatim indirme anlayışı ve uygulaması ise hiç bir işe yaramayacak, bir çok zaman ve emek boşa harcanmış olacak, üstelik de beraberinde pek çok Kur’an ayetini inkâr etmiş olmanın sorumluluğunu beraberinde getirecektir. Kur’anı da anlayarak okumadıkları için, Bakara Sûresinin 170. ayetinde “ Peki ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu bulamamış idiyseler de mi ? denilerek yapılan uyarıdan elbette ki haberleri olmayacaktır. Üstelik de Araf Sûresinin 179. ayetinde de “ Atalarının dinine uyanlar, kavrama yeteneklerini yitirmişlerdir “ denilerek, onların cehennem için türetilip üretildikleri, akıl, muhakeme, vicdan muhasebesinden yoksun oldukları, gözleriyle göremedikleri, kulaklarıyla duyamadıkları, dört ayaklı hayvanlar gibi oldukları ve hatta daha sapkın oldukları da dile getirilmektedir. Bugün halk arasında kılığı, kıyafeti, konuşması ve davranışları ile dindar görünen pek çok insanın, Kur’anın içindeki uyarılardan habersiz olduğunu görüyoruz. Din tamamen kulaktan kulağa yanlış veya eksik anlatılanlarla, geleneklerle yaşanmaktadır. Bunun ise Allah katında hiçbir değerinin olamayacağı düşüncelerden uzakta kalmaktadır. Kur’ana anlamak için yönelmeyen, bu şekilde atalarından geldiği dinle yaşayanlara ise, Kur’anda Tevbe Sûresinin 109. ayetinde “ Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez “ Rad Sûresinin 11. ayetinde " Aklını kullanıp, kendi durumlarını değiştirmeyen toplumların üzerinden, Allah da pislikleri kaldırmaz. " denilmekte, Zuhruf Sûresinin 25. ayetinde de " Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak suretiyle adaleti sağladık. Hadi yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak ! " ifadeleriyle onların sonu hiç iyi görünmemektedir.
Bu durumda olanlar, Kur’anı mealinden anlamak üzere okumayanlar, gerekli öğüdü alıp hayatının rehberi yapamayanlar, aksine Kur’anda Furkan Sûresinin 30. ayetinde “ Benim toplumum şüphesiz bu Kur’anı mahcur eyledi / terk etti " diyerek mahşer ve hesap günü sorgulaması esnasındaki tanıklıkta temsili olarak anlatılan peygamberimizin şikayetinden de kurtulamayacaklardır. Üstelik de Zuhruf Sûresinin 44. ayetinde “ Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur’an senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız. “ ifadeleriyle hepimizin Kur’andan sorgulanacağımızın belirtildiği, Yüce Rabbimizin uyarısından da haberleri olmayacaktır. Sonuç olarak Kur'anın baştan sona kadar okunup hatim edilmesi şartı diye bir şey yoktur. Herkesten de bu beklenemez. Müminun Sûresinin 62. ayetinde “ Ve Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile, kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız. “ denilerek belirtildiği gibi, Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden fazla yük yüklemez. Herkes kendi kapasitesi ölçüsünde Kur’anı Arapça okuma ile alınabilecek manevi hazzın yanı sıra ardından Türkçe meallerinden veya Tebyin’inden okuyarak öğrenebildikleri kadar ayeti öğrenmeye çalışmalı, bu ayetleri aklında tutarak kendi hayatlarının rehberi yapabilmelidir. Kendilerini Kur'anın doğru ve gerçek Hakk Dininin yoluna kavuşturabilecek öğütleri alabilenlere müjdeler olsun. Sadece Arapça okunmuş bir harfin on sevabı değil, anlayarak okuyup düşünebildiğiniz, aklınızı kullanarak sorgulayabildiğiniz Kur’an ayetlerinin fazileti, Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR