Çocukluğumuzdan itibaren mahalle Kur’an kurslarında, ilkokulun din derslerinde İslam’ın şartının beş, imanın şartının da altı olduğu öğretilmeye ve ezberletilmeye başlanır, yetişkin olduğumuzda da Cami kürsüleri ve ilâhiyatçı ekran konuşmacılarında da sıklıkla aynı ezberlerin ayrıntılarına, açıklamalarla girilmeye çalışıldığına tanık oluruz. Dini nikâh kıyan imamlarca ardından devreye otuz iki farz sokulur, sonradan Müslüman olmak isteyen gayrimüslim birine de İslam’ın beş şartından biri ve öncelikli olduğuna inanılan “ Kelime i Şahadet “ ( tehlil ) tekrar ettirildikten sonra da paldır küldür artık sen Müslüman oldun denir, erkekse sünnet ettirilir, kadın ise başına bir örtü taktırılır. Müslüman olmak bu kadar hafife alınır ve bir Allah’ın kulu Din görevlisi çıkıp da, “ Kardeşim bak bu bizim Kitabımız. Al bunu anladığın dilden oku, önce Kitabımızı, içinde anlatılanlarla Allah’ımızı, Peygamberimizi ve Dinimizi tanı demez. Oysa Peygamberimiz zamanında Müslümanlığı sonradan ileri yaşlarda kabul eden hiç bir erkek sünnet ettirilmemiştir. Kur'anın İslam'ında sünnet ettirmek diye birşey yoktur, uydurma Yahudi geleneğinden başka bir şey değildir. Ülkemizde Müslüman olduğunu söyleyen insanlara bile Kur’anın Türkçe mealini okuyun, Kitabımızı, Dinimizi öğrenin denilmiyor da, kaldı ki yeni katılmak isteyen Müslüman adaylarına mı böyle bir şey teklif edilecektir ? Herhalde uydurma hadis ve rivayetlerin etkisinden kurtulamayarak abdestsiz Kur'ana el sürülmesinden korkulmaktadır. Oysa abdestin ne olduğunu, Kur'anın içerisinde nelerin bulunduğunu Müslümanım diyenlerin büyük çoğunluğu bilmemektedir. Ama Münâfikun Sûresinin 1 - 3. ayetlerinde " Münâfıklar sana geldikleri zaman : “ Biz, gerçekten tanıklık ederiz ki, şüphesiz sen Allah’ın elçisisin. “ dediler. Allah da bilir ki şüphesiz sen O’nun elçisisin. Ve Allah tanıklık eder ki şüphesiz münâfıklar kesinlikle yalancıdırlar. " ifadeleriyle Kur'anı bilmeden sadece lafta kalan tanıklıklar için oysa çok ciddi bir uyarı yapılmaktadır.
Bunun yanısıra Kur'anın içeriğinden, öğütlerinden habersiz olup ve dini bu kadar hafife aldıranlar ve alanlar, özellikle Allah'ın birliğine ve peygamberin elçiliğine tanıklığı sadece ağızda, lafta bırakanlar özellikle Bakara Sûresinin 159. ayetinde " Şüphesiz indirdiğimiz açık delilleri ve doğru yol kılavuzunu, Biz Kitapta insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyen kimseler ; İşte onlar ; Onları lâinun / Allah ve dışlayanlar, dışlayıp gözden çıkarır. " ifadeleriyle yapılan uyarıların muhatabı olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu ayetteki uyarının azametinin farkında olamayan Müslümanlarca yerine getirilen tehliller, tanıklıklar, lafta kalmaktan aslında yalancı şahitlikten öteye geçmemektedir. İnsanlar, ayetlerin gerçek mesajına göre eğer Kur'andaki öğretileri gizleyerek, saptırarak, gerçeğin üstünü örterek dini kendi tekellerine alıp hevalarına göre yeni bir din uydurup insanları yanlış yönlendirirlerse, dünyada da Allah'ın rahmetinden, meleklerin / doğa güçlerinin ve diğer insanların destek vesilelerinden, iyiliklerden, Ahirette de Allah'ın lütuf ve merhametinden mahrum bırakılacaklar, dışlanacaklardır. Ayetin Arapça orijinalinde yer alan ( lâ'net ) sözcüğü " Araplara göre aileden bir kişinin dışlanması " anlamında kullanılmıştır. Lain ve mel'un sözcükleri de buradan gelmektedir. Bu sözcük insanlar tarafından söylenirse " dışlanma, küfür, hakaret ve beddua " anlamına gelmekte, eğer Allah tarafından olursa, dünyada da, Ahirette de lütuf ve merhametten, her türlü iyilik vesilelerinden mahrum bırakılma anlamına gelir.
Beş şarttan oruç sadece sağlıklı olanlara, Hacc da, zekât vermek de zengin olanlara farz denilmekte, öyleyse geriye şart olarak ne kaldı, bir tek namaz ! Eh Allah kabul etsin, onu da ağzımızdan çıkanın ne olduğunu bilmesek de, beş vakitte sünnetlerini de aksatmadan yerine getiriyoruz elhamdülillah ! Allah’a olan yükümlülüğümüzü, sorumluluğumuzu, dinimizin gereklerini de böylece tamamlamış oluyoruz, kalbimiz mutmain, artık cennetin kapıları bizim için açık olacaktır evvelallah ! Din adına düşünce bu ! Malzeme bu ! Yapı bu ! Yüce Rabbimiz Allah rahmetinden ve akıldan mahrum bırakmasın ! Kur’anın hiç bir yerinde farz olarak, öğüt olarak, tavsiye olarak, hatırlatma olarak, iman edenlerin yapmaları veya yapmamaları gerekenler olarak belirtilenler, sayılarla yer almaz. Altı, yedi, kırk, yetmiş gibi sayılar, Kur’anda sadece çokluktan kinaye olarak kullanılır. Yüce Rabbimiz Allah, Peygamberimize ilk seslenişinde görevini ve Peygamberliğini tevdi ederken, içlerinde namazın da, orucun da, Haccın da, Kelimei Tevhidin de olmadığı Alak Sûresinin ayetlerini vahyetmiştir.
ALAK 1 : İkra bismirabbikelleziy halak ( Yaratan rabbinin adına oku, öğren öğret ) ifadeleriyle Peygamber’in şahsında bizlere de Rabbimizin ilk emri, isteği, ilk şartı okumak, öğrenmek ve öğrendiklerimizi paylaşmak olmuştur. Böylece İlmin, bilime sarılmanın önemine değinilmiş, insanlığın Allah katında karanlıklardan sıyrılarak aydınlığa, dünya yaşamında gelişmeye ve medeniyete ulaşmasının yolu gösterilmiştir. Peki Dünya Müslümanları olarak bu şart ve emir akıllarda olmuş mudur ? Yüzlerce yıl yerine getirilmiş midir ? Bir kocaman hayır. Peygamber'in vefatından sonra İslam'ın yeşermeye başladığı daha ilk yıllarında, Kur'anın dışında oluşturulmuş Tasavvuf inancının en ünlü ve önde gelen Şeyhlerinden, Evliyalarından olan Muhyiddini Arabi ( İbnü’l Arabi ) “ Her peygamberin deccali bir firavun vardır, Evliyanın deccali ise fakihler ve alimlerdir. “ diyerek bilakis Dinimizin temel kaynağı olan Kur’an başta olmak üzere ve bütün ilim kaynakları okumaya ve öğrenmeye kapatılmış, İslam akıl dini değildir, imanla yaşanır denmiş, insanların dini, inancı, aklı biat kültürü ile Evliya'nın, Mürşitlerin himmetine bırakılmış, okuma tembeli olan, öğrenmek istemeyen, Kur'anda onlarca ayetle aklın kullanılması öğüdü bulunmasına, raiyye olmayın, güdülmeyin dediği uyarıların yapılmasına rağmen aksine, aklını kullanmayan, düşünmeyen, sorgulamayan, Arapça Kur'an harflerinin on sevabını bekleyen toplumlar oluşturulmuştur. Dinin temeli namazdır denilip, Müslümanlığın temeline ilk şart olarak oturtturulunca, bu bağlamda her boş araziye okul yerine Allah'ın evi diyerek yapılan kandırmacalarla bir Cami yaptırılmış, yanına da bidat olan bir minare dikilmiştir. Altına ve çevresine de ticaret mekânları eklenen uygulamaları ile Kur'anın onaylamadığı ve zararlı / dırar mescidi dediği gibi, içinde toplanan ve nereye gittiği belli olmayan, sorulmayan paralarla namazın dahi kılınılmaması gereken bir şirk yuvasına dönüştürülmüştür. Bugün Müslüman olmadıkları halde, ama bilerek veya bilmeyerek okumayı, öğrenmeyi yaşamın ve gelişmenin ilk şartına oturtturan batının medeniyetteki geldiği noktaya bir bakalım, bir de namazı dinin temeline oturtturan Müslüman toplumların haline bir bakalım. Ne görülecektir ? Allah'ın istek ve uyarılarına uymayan bu yapı ve zihniyetteki toplumun Allah'ı, Kur'anın ve bizim de Allah'ımız olamaz.
ALAK 2 : Halakal insane min alak ( O insanı alaktan, kan pıhtısından yarattı ) diyen, bizi tek bir hücreden yaratan, hayat veren, yaşatan, mükemmel bir vücut yapısı ile donatan Rabbimizin bu ayetini, bu öğüdünü unutmadan, bize lütfettiği başta akıl, kalp, göz, kulak, düşünme, irade ile seçme özgürlüğü ile sayısız ve sınırsız nimetin, çevremizdeki ve bedenimizdeki mükemmel donanımın nankörlüğünü yapmamak için, O’nu kalp gözü ile görerek, kulakla duyarak, Kitabındaki ayet ve uyarılarını anlamak üzere okuyarak, akılla düşünerek tanıma ve şükrümüzü eda etme çabaları içine girmiş miyiz ? Büyük çoğunlukla hayır !
ALAK 3 : İkra ve rabbükel Ekrem ( Bütün zenginliklerin, özgürlüklerin, keremin, ikramların sahibi olan Rabbini oku, tanı, öğren, öğret ) diyen Rabbimizin sahip olduğu zenginliklerin, yarattıklarındaki tasarımın kusursuzluğunun, mükemmelliğin, çeşitliliğin, azametin, farkına varabilmiş miyiz ? Ekrem sözcüğünün kökü Keremdir. Bu da Allah'ın özgürlük sıfatıdır. Allah bütün özgürlüklerin sahibidir. İnsana da bahşettiği irade yeteneği ile inanç konusunda dahi seçme özgürlüğünü bahşetmiştir. Dileyen iman etsin, dileyen etmesin demiştir. Peki bize verilen o kadar çok nimete karşı şükrümüzü eda edebilmekte, nimetlerin karşılığını ödeme niyetinde, çabasında olabilmekte miyiz ? Yeryüzünde adeta sınırsız olan nimetlerini insanlığın önüne seren, ikram eden, karşılıksız veren ve bütün mülkün sahibi Yüce Rabbimiz Allah'ı, enfusi / kendi bedenimizdeki ve afaki / çevremizdeki ve gökyüzündeki mucizeleriyle daha yakından tanıyabilmek için çabalarımız olmuş mudur ? Büyük çoğunlukla hayır !
ALAK 4 – 5 : Elleziy alleme bil kalem allemel insane malem ya’lem ( O kalemi yaratan ve insana bilmediklerini öğretendir. ) denilerek kalem sembolü ile Peygamberimize bundan böyle ilim akıtılacağı, onun aracılığı ile de dağıtılacağına dikkat çekilmektedir. Peki Müslüman toplulukları Arapçasının dışında Kur'anımızı anladığı dilden okuyarak, kalem sembolü ile anlatılmak istenen öğütlerin, nimetlerin farkına varabilmiş, ilimde, fende, teknolojide zamanın çağdaş ülkeleri gibi ileri gidebilmiş midir ? Tabii ki hayır !
ALAK 6 – 8 : Kella innel insane leyedga enrahüstagna inne ila rabbikerrüc’a ( Hayır sanıldığı gibi değil ! dönüş şüphesiz sadece Rabbine olduğu halde, insan kendini yeterli ve güçlü gördüğü zamanda, tugyanlaşır, / haddi aşar ( tagutlaşır, firavunlaşır, azar, zulmün her türlüsünü yapmaya başlar. ) öğüdünü Müslüman toplumları olarak aklımızda tutabilmiş, haddimizi bilmiş, bencillikten, azgınlıklardan, sapkınlıklardan, mezhep savaşlarıyla Müslümanın müslümanı katlettiği, kan dökmekten, öldürmekten, savaştan, başkalarına zarar vermekten, haksızlık ve zulüm etmekten uzak durabilmiş, sakınabilmiş miyiz ? Büyük çoğunlukla hayır !
Yüce Rabbimiz Allah, Alak Sûresinin ayetleriyle görevine davet edip, yirmi üç yılda eğitip, Kur’anın nuru, aydınlığı ve fazileti ile taçlandırdığı, Kur’an ahlâkı ile yoğurduğu, Din adına Enam Sûresinin 38. ayetinde “ Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık “ diyerek, Peygamberimize en sonunda Nasr Sûresinin 1 – 3. ayetleriyle " Allah’ın yardımı ve fethi geldiği ve sen insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, hemen hamd et / Rabbinin övgüsüyle beraber her türlü noksanlıklardan Kendisini arındır. Ve O’ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O, ezelden beri tevvabdır. / Çok tevbe fırsatı verendir. “ ifadeleriyle İslam'ın zaferi tescil edilmekle beraber, hata işleyenler için tevbe kapısının sonuna kadar açık olduğunun belirtilmesinden sonra ve Maide Sûresinin 3. ayetinde de “ Bugün sizin dininizi, kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslam’ı beğenip seçtim. “ diyerek, Kur’andaki 112 Sûrenin başına sonradan ilave edilmiş olan “ Bismillahirrahmanirrahim “ başlangıç sözlerini saymazsak, vahyettiği 6234 ayetin tamamı, İslam’ın şartlarıdır, öğütleridir, hatırlatmalarıdır, yapılması, uyulması ve iman etmenin gerekenleridir. Her biri bir binayı oluşturan tuğlaları gibi, Dinin bütünlüğünü sağlayan parçalarıdır. Zuhruf Sûresinin 44. ayetinde “ Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur’an senin için de toplumun için de bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız. “ denildiği gibi, Müslümanlar sadece İslam’ın beş şartından değil, Kur’andan sorguya çekileceklerdir. Cinn Sûresinin 17. ayetinde de “ Ve eğer .... Kim rabbinin zikrinden / Kur’andan / öğüdünden / anılmasından yüz çevirirse, O da onu gittikçe yükselen bir azaba sokar. “ uyarısına rağmen bütün bu ayetleri görmemezlikten gelip veya değersiz sayarak, “ İslam’ın şartı beştir “ demek yanlıştır. Diğer ayetleri inkâr etmek veya görmemezlikten gelmektir. Nisa Sûresinin 150 – 151. ayetlerinde “ Allah’a ve elçilerine inanmayarak küfreden “ Biz bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız ” diyerek Allah ve elçisinin arasını ayırmayı isteyen ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz kâfirlere, alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi küfre girmek ve Allah’ın yerine hüküm koyarak ortak olmak ve şirke bulaşmak demektir. Bunu söyleyen herkesin tevbe etmesi ve bir daha ağzına dahi almaması gerekir.
Yüzyıllardır “ İslam’ın şartı beştir “ diyerek ardından da diğer dördü ve neredeyse Kur’anın tamamı hafife alınarak, siz Kur'anı anlayamazsınız, Din Kur'andan öğrenilmez denilip, Kur’an terk ettirilerek, İslam’ı sadece Namaz kılmaya indirgeyip, dar bir çerçeveye oturtarak Müslümanların uyutulup kandırılmasının ardından, yüzyıllardır kılındığı zannedilen namazlar, tutulduğu zannedilen oruçlar, hiç bir şey anlamadan sadece Arapçasının okunarak ölülere bağışlanan Kur’an hatimleri, mübarek gecelerdir, Kandil geceleridir denilip okunan mevlitler, on binlerce çekilen zikirler, dua ile havaya kaldırılan milyonlarca eller, Müslümanlara adaleti, huzuru, mutluluğu, insanca yaşamanın olanaklarını getirmiş, şeytani duyguları, hadsizliği ve bencilliği ortadan kaldırabilmiş midir ? Başı ve beyni örtülerek eve kapatılıp söz sahibi yapılmayan, üretime ekonomik güce katkısından mahrum bırakılan kadına zulüm bitmiş, gözyaşları dinmiş midir ? Bugünün Müslüman toplulukları bilimde, sanayide, ekonomide olması gereken çağdaş gelişmişlikteki yerini alabilmiş midir ? Doğru adrese gitmediği kesinlikle belli olan duaların, yerine getirildiği zannedilen ibadetlerdeki eksikliğin, yanlışlığın nerede olduğu hiç sorgulanabilmekte midir ?
Rad Sûresinin 11. ayetinde “ Aklını kullanmayan ve durumlarını değiştirmeyen toplumların üzerinden Ben de pislikleri kaldırmam. “ dediği Yüce Rabbimizin uyarısının Müslüman’ım diyen toplumlarca pek dikkate alındığını söyleyebilir miyiz ? Hayır ! Bu nedenlerle Kur'anın İslam'ının yaşandığı toplumları araştırıp endeks oluşturan araştırmacılar, doğuya gidildikçe Müslüman olduğunu söyleyenlerin sayısının arttığını, ama aksine Kur'anın İslam'ının azaldığını, batıya gidildikçe ise Müslüman olduğunu söyleyenlerin sayısının azaldığını, ama buna karşın Kur'anın İslam'ının hedeflediği ahlâkın, hakkın, hukukun, sosyal adalet ve yaşam koşullarının iyileşerek arttığını belirtmektedirler. Eğer daha baştan itibaren Müslüman toplulukları Kur'anı doğru anlayıp, Kur'ana uysaydı, aklını kullanarak tefekkür edebilseydi, akıl ile üretebildiği fikirleri uygulayabilseydi, bırakın altı bin küsür ayeti, sadece yukarıda sıraladığımız ve içinde de o beş şarttan söz edilmediği halde Alak Sûresinin 8 ayetinin öğütlerini layıkıyla yerine getirdiğinde görecekti ki, bugün Müslümanlar arasında bölünmelerle savaşlar, kavgalar, ölümler neylesin, açlık, yoksulluk, işsizlik, haksızlık, adaletsizlik, zulüm ve gözyaşı neylesin, geri kalmışlık, karşılık görmemiş dualar ve ibadetler neylesin !...
Tabiidir ki bu konuda öncelikle toplumu Kur'anın gerçek İslam'ına yöneltemeyen, Yüz yıllardır Mezhep, Tarikat ve Cemaat çekişmeleriyle aslında koltuk ve gücü ele geçirme savaşları içerisinde kalıp bu dünyanın saltanatını, menfaatlerini ön planda gözeten, asıl yapmaları gereken ulvi görevlerinin sorumluluğunu idrak edemeyen, Peygamberimize atfedilen hadis adı altındaki yakışıksız hakaretleri ve iftiraları, İslam'ın içine sonradan enjekte edilmiş bidat ve gelenekleri, Kur'an çevirileri içerisindeki yanlış kavramları ayıklayamayan, Kur'anın en doğru Türkçe meallerini çoğaltıp insanlarına ulaştırarak okutmayan, Camilerdeki ibadet anlayışına sadece Allah için olması gereken Kur'anın doğruları ile örtüşen bir mescit düzenini getiremeyen Ulemasına, tıpkı müşrik ve muhafazakâr Araplar gibi biz teamüllerimizden, atalarımızdan öğrendiklerimizden vaz geçemeyiz diyen bugünün Din Yöneticileri ve Görevlilerine Allah katında büyük vebal düşmektedir. Eğer İslam’a sayılarla şart koşacak olursak, ancak İslam’ın şartının bir olduğunu söyleyebiliriz. Bu da bütün içtenliği ile, özbenliği ile kişinin Allah’a teslim olması ve O’nun öğütlerini topladığı Kur’anımıza samimi olarak, ulaşabildiği kadarıyla istikrarlı bir şekilde zaman ayırarak, kapasitesi ölçüsünde anlayabileceği ayetlere yönelebilmesi, onları aklında tutabilmesi, içinde bulunduğu durumu aklını kullanarak sorgulayabilmesi ve bu ayetleri kendi hayatının rehberi yapabilmesi ile ancak mümkün olabilecektir. Çeşitli ayetlerde de ve Müminun Sûresinin 62. ayetinde “ Ve Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile, kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız. “ denilerek belirtildiği gibi, Allah hiç kimseyi taşıyabileceğinden fazla yükle sorumlu tutmaz. Elbette ki herkesin Kur’anın tamamını ezbere bilmesi, aklında tutması istenmez. Ama kişinin samimiyeti, çabaları ve niyeti mutlaka göz önünde bulundurulur. Allah’ın Selamı, rahmeti, okunarak anlaşılabilen Kur’an ve onun İslam'ı sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR