İnsan hayatında Kırk sayısı, rakamlar ölçü olarak icat edildiğinden ve var olduğu günden bu yana bilhassa Orta Asya’da Türklerden oluşan Oğuz, Altay, Göktürk gibi kavimlerde, Orta doğudaki Mezopotamya Sümer halk kültürlerinde, Hint, Mısır ve Yunan mitolojilerinde, İslam’ın Arap yarımadasında ortaya çıkmasından sonra ve üstelik de Kur’anda Ahkaf Sûresinin 15. ayetinde “ Sonunda insan olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde “ Maide Sûresinin 26. ayetinde “ Allah dedi ki : Artık temizlenmiş topraklar onlara kırk sene haram kılınmıştır. “ Araf Sûresinin 142. ayetinde “ Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk geceye tamamlandı. “ gibi ifadeler içerisinde yer almasından dolayı Arap kültürünün getirdiği dini inançlar içerisinde de İslam’a bağlı olarak kutsallaştırılan bir sayı olarak kabul görmektedir. Bunun ardından * Her gece kırk ayet okuyan gafillerden olmaz. ( Beyhaki ) * Kırk kişi bir cemaattir. Bir ölüye dua ederlerse Allah’ü Teala o ölüyü affeder. ( Buhari ) * Bir lokma haram yiyenin kırk gün duası kabul olmaz. ( Taberani ) gibi kırklarla ilgili bir çok hadis de ortaya çıkarılmış, ülkemizde de * Kırkı çıkmak, Kırk katır kırk satır, Kırk kere söylersen olur, Kırkından sonra azanı teneşir paklar, Kırk gün kırk gece süren masal düğünleri, Kırk parçaya bölünmek, Kırk tarakta bezi var, Kılı kırk yarmak gibi neredeyse hayatın bütün alanlarına hitabeden bir çok deyim ve atasözü ile de kısa yoldan çok kapsamlı mesajlar verilmeye çalışılmıştır.
Kırk sayısının en büyük ağırlığı ve etkisi de yine gerçek olmayan ve Yahudi kaynaklarından aktarılan temelsiz kabullere dayanan, Kur'anın dışındaki yanlış dini inançlar içerisinde olmuştur. Ve hiç birinin aslı, astarı, gerçekle ilgisi olmayan rivayetlerle örneğin ; Adem’in hamurunun kırk gün bekletildiğine, yaratılışından kırk gün sonra gökyüzüne çıkarıldığına, Deccalin dünyadaki kalma süresinin kırk gün olacağına, Nuh’un gemisinde kırk erkek, kırk kadın, kırk çeşit hayvan olduğuna, kırk gün sonra gemisinin Cudi dağına oturduğuna, Şafi mezhebinde Cuma namazının kılınabilmesi için en az kırk kişinin olması şartına, gerçekte olmayan bir olay olduğu halde Yunus Peygamberin balığın karnında kırk gün kaldığına, Peygambere inanan Müslümanların sayısının kırk olmasından sonra alenen tebliğe başladığına, kırk kişilik topluluk halinde Kâbe'de ilk defa Muhammedi namazın kılındığına, Tasavvuf inancında da kırk erenlerinin sonsuza kadar yaşayacağına, Anadolu Alevi ve Bektaşiliğinde ise dört kapının, kırk makamın olduğuna ve bunlara paralel olarak da Kırklar Cem'i ritüeline inanılmaktadır.
İnsanoğlu tarih boyunca her toplumda, her zamanda aynıdır, gücü eline geçirebilmek, elinde tutabilmek, itibar görebilmek ve bu sayede de etrafında toplayabildiği güçsüz ve cahil insanları istismar ederek hükmedebilmek amacıyla bir çok nefsi kuruntusunu ön plana çıkararak dünyanın bütün nimetlerini sahiplenme savaşı içinde olmuştur. Bu tür amaçlara yönelenler için Maide Sûresinin 18. ayetinde “ Ve Yahudiler, Hristiyanlar, Biz Allah’ın oğullarıyız ve O’nun sevgilileriyiz, dediler. De ki : Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle Allah size azap ediyor. Tam tersi siz O’nun oluşturduklarından birer beşersiniz. “ Bakara Sûresinin 111. ayetinde “ Bir de inananları Yahudileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler, Yahudi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. De ki : Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin. “ Cuma Sûresinin 6. ayetinde de “ De ki : Ey Yahudileşmiş kimseler ! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah’ın yardımcıları ve yakını olduğuna inanıyorsanız, eğer doğru kimseler iseniz hemen ölümü isteyin. “ ifadeleriyle Yahudiler örneğinde terslenerek batıl din mensuplarının kuruntuları ve sapkınlıkları göz önüne serilmektedir. Gerekli uyarıların yapılmasına rağmen, bizde de Müslüman olmayanlar Cennete giremeyecek diyenler de dahil, geçen uzun yıllar süresince, yine de Kur'an ayetlerinin uyarılarını hiç önemsemeyenlerce birilerinin Allah’ın oğlu, birilerinin Allah’ın sevgilisi olduğu ileri sürülmüş, İslam’ın da tamamen dışında olmasına rağmen, bu iddialar sorgulayamayan cahil insanlarca saygı ve kabul görüp benimsenmiş, birileri de evliyaullah ( Allah’ın yakın dostları, gönüldaşı ) yapılmış, sözde Allah kimileriyle dertleşmiş, kimilerine oğlan, kimilerine kadın olarak görünmüş halvet etmiş, bizim nakletmekten utandığımız bir çok sapkın anlatımlarla yanlış inançlar ortaya çıkmıştır. ( M.E.B. Yayınları Menakib ül Arifin 2. c. s. 214 )
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, her toplumda İnsanoğlunun içinde bulunduğu bencillik, hastalık ve sapkınlıklar çok öncelerden beri de süregelmektedir. Yüce Rabbimizin bu sapıklıkları teşhir eden mesajları, uyarıları eğer göz ardı edilir, her dönemde indirdiği vahyi, bugün de Kur'an yetmez denilerek vahyin dışında bir hayata geçilirse, işte o zaman “ İnsan şeytanın evliyası, bütün kötülüklerin sembolik ismi olan şeytan da insanın velisi “ oluverir. Nitekim tarih içerisinde de böyle olduğunu görüyoruz. Suyuti Tahzir ül Havas Min Ekazib il Kussas eserinde de bu tür sapkın inançların, İslam’ın içine Emevi Devleti döneminde Muaviye ve onun yakın dostu sözde Yahudi Hahamlığından dönmüş ve aslında Yahudi casusu olan Kab el Ahbar tarafından sokulduğu örnekleriyle açıklanmaktadır.
Bu çerçevede Yunus Sûresinin 18. ayetinde “ Onlar Allah’ın astlarından kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve - Bunlar Allah katında bizim yardımcılarımız diyorlar. De ki : Siz Allah’a göklerde ve yerde Kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz ? Allah onların ortak koştukları şeylerin hepsinden arınıktır ve çok yücedir. “ Zümer Sûresinin 3. ayetinde “ Dikkatli olun halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler : " Bizi Allah’a daha fazla yakınlaştırsın diye biz onlara tapıyoruz. " diyorlar. Şüphesiz kendilerinin ayrılığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. “ Zümer Sûresinin 44. ayetinde “ De ki : Bütün şefaat / yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’nundur. “ ifadeleriyle yapılan uyarılara rağmen, zaman içerisinde bu da İslam'dan denilerek Tasavvuf ifadesiyle “ Seyri sülüki ( silsile yoluyla ) ikmal edip vasılı ilallah olmak “ kandırmacasına dayandırılarak, insanlar Allah'a yakınlaştıracak gücün ve aracı kişilerin mutlaka gerektiğine inandırılmıştır. Böylece de gerçekte olmayıp var sanılan sapkınlıklarla ilgili bir çok unvan ve kavram ortaya çıkarılmış, Allah katında kurtuluşa ermek için İmam, Şeyh, Mürşid, Efendi, Hazret denilen kişilerin şart olduğu yönündeki yüzlerce dayatma, yalan, beyan, hadis ve rivayet Kur'an cahili kitlelerin önüne konulmuştur.
Kur'an ve onun Hakk Dini İslam'ın dışında oluşturulmuş Sufilikle Tasavvuf ve Tarikat çevrelerinde “ Olağan üstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse “ inancı ile özel bir anlam kazandırılmış olan Evliya / Veliler tabirinin içine zamanla Üçler, Beşler, Yediler, Kırklar, Abdal, Aktab, Kutub, Gavs denilen hazret unvanlı kimseler de ilave edilmişlerdir. İslam’dan önce müşrik Araplarda Lat, Menat, Uzza ve Hubel putlarına aynı düşüncelerle tapıldığı gibi, çevremizde görmekteyiz ve duymaktayız ki Kur’anın İslam’ından sonra da aksine bölünerek, parçalanarak zamanla oluşturulmuş bir çok grupla ister Ehli Sünnet ekol, ister Ehlibeyt ekol denilsin her Tarikatın Şeyhi, her Cemaatin ileri gelenleri İmamdır, Evliyadır, Gavstır, Kutuptur, Abdaldır, Üçlerdendir, Yedilerdendir, Kırklardandır, hepsi de Ululardandır, İnsanlar için birer aracıdır. İnanıldığına göre hazret / her zaman, her yerde hazır olan denilen bu arkadaşlar su üstünde yürürler, havada uçarlar, Kâbe'ye, uzak yerlere bir anda gider gelirler, kalplerden geçenleri bilirler, öldükleri halde hayatın ikinci mertebesinde maişetsiz olarak yaşamaya devam ederler, yetiş ya hazret denildiğinde denizde boğulmakta olanı, savaş hengâmında bombalar altında kalanı kurtarırlar, düşmanlarını da taş ederler. Adlarına türbeler kondurulur, müşriklerin bazı kişi mezarlarını türbe yapıp bereket tanrısı olarak taptıkları gibi, gerçek olmaması gerektiği halde bugün de küfrün ve şirkin farkında olmayan insanlar, akın akın ziyaret ederek kurtuluşun yollarını talep eder, çaput bağlar, adak adar, oruç açar, dertlerine derman ararlar !. Sadece Allah'a ait olması gereken Hazret unvanını, Allah'ın yaratmış olduğu insanlara, Velilere, Ölülere de vererek yüzlerce yıldır mütedeyyin insanlar yanlışa yöneltilerek kandırılmaktadır.
Bütün bu oluşumlara ve inanılanlara malzeme olarak bilinen ve en ünlü “ Abdallar Hadisi “ diye uydurulmuş olan Nasırüddin Elbani’nin ( 1914 - 1999 Arnavutluk ) aktardıklarına bakacak olursak, güya Peygamberimiz ; * Bu ümmette Abdallar otuz kişidir. Onlardan biri öldüğünde Allah onun yerine bir başkasını bedel olarak gönderir. ( abdal sözcüğünün anlamı da bedel demektir. ) * Kazaya rıza göstermek, Allah’ın yasaklarından uzak durmada sabırlı olmak, Allah’ın zatına karşı olan konularda öfke gösteren bu üç şey kendisinde bulunan kişi, yeryüzünün ve sakinlerinin ayakta kalmasının sebebi olan abdallardandır. * Abdallar kırk erkek ve kırk kadından oluşur. * Abdallar Arap olmayan Müslümanlardandır. * Allah her erkek öldüğünde yerine bir erkek, her kadın öldüğünde de yerine bir kadın gönderir. * Ümmetimin içinde Kalbi İbrahim kalbi gibi olan kırk kişi hiç eksik olmaz. Allah ümmetinden bu kırk kişiyle yeryüzündeki belaları uzaklaştırır. Bu kırk kişiye abdallar denir. Bunların erişleri namaz, oruç, sadaka değil, cömert olmalarıyla ve Müslümanlara yaptıkları öğütlerle olur. Demiştir.
Dört Halife döneminde Peygamberimizin yeğeni Ali bin Talib'in katledilmesinin ardından ortaya çıkan çalkantılar ve çatışmalar esnasında Halife Ali’nin yanında yer alanlara “ taraftar / Ali yanlısı “ anlamına gelmek üzere Alevi denilmiştir. Bu söz aynı zamanda Ali'yi seven, O'na bağlı olan veya O'nun soyundan gelen kimse anlamına da gelmektedir. İslam'ın bölünmeye başlamasıyla birlikte Emevi saltanatının oluşturduğu Ehli Sünnet anlayışına karşı muhalif kanatta da Ali yanlısı olarak Alevilik inancı ortaya çıkmıştır. Böylece Kur'anın getirdiği İslam, bütün uyarılara rağmen temelden parçalanmaya başlamış, Peygamberimizin torunu Hüseyin'in Kerbelâ'da hunharca katledilmesinden sonra da doğduğu bu topraklara gömülmüştür. Emevi saltanatının zulmüne karşı gelişen Alevilik, başlangıçtaki gibi, sadece bir inanç sistemi olarak kalmamış, dini inanç temelinde ve bu inançtan güç alan bir siyasal akım olmuştur. Tarihsel süreçte ise Alevi sözcüğünün yerini daha sonraları “ Şii “ sözcüğü almış, Alevilik yerine de " Şia " denilmeye başlanmıştır. Ama bilindiği gibi o dönemdeki Türklerin büyük çoğunluğu Halife Ali'ye duyduğu sempatiden dolayı başlangıçta İslam'ın içerisinde ortaya çıkan Emevi Sünni oluşumuna muhalif kanat olan Şii / Alevi inancını tercih etmiş, Alevilik özellikle göçebe halk yığınları Türkmenler arasında taraftar bulmuştur. Türklerin İslamlaşmasıyla birlikte, Ali yandaşlığını da Şia'dan farklı olarak, Orta Asya'dan getirdikleri Şaman Türk kültür inancının ağır bastığı, kendilerine özgü bir biçime büründürmüşler, 13. yüzyılda da Hacı Bektaş Veli tarafından sistemleştirilen, Anadoluda bir inanç ve kültür iklimine dönüştürmüşlerdir.
Ali sözcüğünün anlamı " yüce " dir. Adının anlamındaki yücelik, Kur'an bilgisi kapsamındaki düşünceleri, yaşamı, felsefesi, hayattaki özverisi ile O'nun özel olduğunun da göstergesidir. Alevi / Anadolu Bektaşileri, onda İlâhi / Tanrısal özellikler olduğuna inanırlar. " ALİ " sözcüğünün Allah'ın doksan dokuz adından biri olmasından dolayı da Aleviler " Ali " adını aynı zamanda bu anlamda da kullanmaktadırlar. Ali'ye duyulan sevgi ve bağlılık, Alevi / Bektaşi yolunun özüdür, temelidir. Ama bunun yanı sıra bu sevgi farklı nedenlere dayandırılsa da diğer İslami gruplarda da vardır. Hacı Bektaş Veli, geliştirdiği " dört kapı, kırk makam " kavramıyla Aleviliği sistemleştirmiş, " Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat " olan her kapı için de on makam / kural oluşturmuştur. Alevi Bektaşiliği sadece onun görüşleri çerçevesinde oluşumunu tamamlamış bir yol değildir. Bu yol statik değil, dinamiktir, kimliğinin aslını bozmadan yeni unsurların ilavesiyle zenginleşerek büyümeye çalışan ve sürekli gelişen bir yol olmuştur. Temelinde insan sevgisi ve insan merkezli bir Allah anlayışı vardır. Bu nedenle Hacı Bektaş Veli de " Benim Kâbem insandır. Kur'an da, kurtaran da insanoğlu insandır " demektedir. ( Hacı Bektaş Veli Makalat )
Ehli Sünnet ekolünün Tasavvufunda oluşmuş Sufilik Tarikatları içerisindeki marifetleri ve içine düşülen şirkleri sitemizde “ Tasavvuf Dininde Sırlar ve Kerametler “ başlıklı yazımızda anlattık. Bu yazımızda da Ehlibeyt / Ali soyundan geldiğine inanılan ekolündeki Tarikatlardan, aslında insan olarak çok saygı duyduğumuz, dürüst ve üstün ahlak üzerine gördüğümüz insanların bir araya geldiği Anadolu Alevi ve Bektaşiliği inancında ibadetin temeli olarak kabul edilen ve Cem evlerinde yerine getirilen Kırklar Cem'i ritüelindeki marifetleri anlatmaya çalışacağız.
Miladi 1394 yılında zındık ve sapkın olduğu için idam edilen, aslında sağlam bir temeli olmayan ve sayılarla Arap harflerinin arasındaki çeşitli ilişkilerin birtakım sırlar ve gizli hakikatler olarak ifade edildiği inanç kökenindeki Hurufiliğin kurucusu olan Fazlullah Hurufi'nin ortaya attığı Hurufilik inancı, daha sonra Horasan, İsfahan, Azerbeycan, Suriye ve Anadolu'ya yayılmıştır. Bu inançlar, seyyid Nesimi gibi bazı şair, alim, sanatkâr, seyyid ve devlet adamları tarafından da benimsenerek dillendirilmeye, uygulamada kullanılmaya başlanmıştır. Bu inanç, Ehli Sünnet Tasavvufu ile doğrudan ilgisinin olmamasına rağmen, mistik bir niteliğinin bulunmasından dolayı ardından zamanla Bektaşiliği, Aleviliği de Tasavvufun etkisi altına sokmuştur. Bektaşilik de böylece Miladi 1271 yılında Anadolu'da Sulu Karaca Höyük / Hacıbektaş ilçesinde vefat eden ve Horasan erenlerinden kabul edilen Hacı Bektaş ı Veliye nispet edilen Sufilik temelinde bir Tarikat ve Tasavvufi bir akım olmuştur. Bu akıma da zamanla yaşadığı değişiklikler sonunda 1584 yılında vefat eden Balım Sultan tarafından kurulan ve hiç evlenmeden bekâr kalmak uygulaması olan mücerretlik ile Bektaşiliğin adap ve erkânı tespit edilmiş ve bu suretle Bektaşiliğe son şekil verilmiştir. Buna rağmen Anadolu'dan Balkanlara ve Mısır'a kadar yayılan ve sekiz asırlık tarihi bulunan Bektaşilik, her bölgede sabit kalamamış, değişik zamanlarda birtakım değişik etkileşimler sonucu farklı değişikliklere uğramıştır. Bu arada 1429 yılında ölen Hoca Ali zamanında İran'da kurulmuş olan Safevi Tarikatı Şiiliğe meyletmeye, Şiileşmeye başlamış, daha sonra 1488 yılında Şeyh Haydar'ın şeyhlik postuna oturması ve bu tarikata bağlı olanların başlarına kızıl bir sarık sarmalarından dolayı Kızılbaşlık akımı ortaya çıkmış, daha sonra da 1501 yılında bu akım etrafında post'a oturan Şah İsmail tarafından İran'da Şii inanç temelinde Safevi devleti kurulmuştur.
Anadolu Alevi Bektaşiliğinde ise Balım Sultan tarafından ihdas edildiği söylenilen post, makamı temsil etmektedir ve Cem evlerinde Mürşid, Pir, Ekmekçi, Aşçı, Nakib, Atacı, Meydancı, Türbedar, Kurbancı, Ayakçı, Mihmandar isimlerinde olmak üzere 12 post bulunmaktadır. Alevi Bektaşi inancının temel ibadet biçiminde semah, Cem törenlerinde ayrılmaz bir parçası olan, bağlama veya saz eşliğinde söylenen nefeslerle vecd halinde dönülen " Ayin i Cem " denilerek icra edilen bir ritüeldir. Aynı zamanda Yüce Allah'ın zikredildiği, ilâhi aşkla dönüldüğü olarak bilinen ve kaynağı da birazdan ele alacağımız Kırklar Meclisidir. Bu ritüel için de Kur'anda Saffat Sûresinin 1 - 3. ayetlerindeki " O saflar halinde dizilenler, sonra da haykırıp sürükleyenler, sonra da haykırıp sürükleyince öğüt okuyanlar... " şeklindeki ifadelere bağlantı yapılmaktadır. Ancak buradaki ayetlerle verilmek istenen mesajın, bize göre Cem ayinleriyle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Zira bu ifadelerle kendilerine kasem edilen / kanıt gösterilen üç ayrı nitelik, bir tek şeyin sıfatıdır, o tek şey de Kur'andır. Çünkü Kur'an ayetlerinin bazıları Tevhidi, bazıları Allah'ın niteliklerini, bazıları insanlar için öğütleri, bazıları kişisel ve toplumsal yaşam kurallarını, bir kısmı da geçmişe yönelik bilgileri içerirler. Böylece her gurup dizilmiş bir " saf " konumundadır. Ve tümü de Kur'an ayetleridir. Bu nedenle bu ayetlerde de Kur'an ayetlerinin diziler halinde duruşuyla eşsizliği, ikna ediciliği, öğüt vericiliği, uyarıcılığı, kötülüklerden alıkoyması ifade edilmektedir. Kur'anın anlatım teknikleri arasında önemli bir yer tutan kasem yönteminde soyut ve henüz ortaya çıkmamış olaylar kanıt olarak gösterilmez, bilakis kasem, o dönemde bilinen somut olaylara ve kanıtlara dayandırılır.
Bu inanç hareketine 20. yüzyılın başlarına kadar Anadolu'da Kızılbaş denilirken bundan sonra da Türkmen ve Kürt topluluklarınca Alevi denilmeye başlanmıştır. Aslında Kızılbaşlıkla / Alevilikle Bektaşilik birbirinden farklı başka başka şeylerdir. Çünkü Bektaşilik, Kızılbaşlıktan da önce vardır. Kızılbaşlık, esotorik / sırları kapalı bir Mezhep iken, Bektaşilik dışa açık bir Tarikattır. Dede soyundan, ırkından gelmeyen bir kimse, Kızılbaşlıkta / Aleviliğinde dede olamaz. Dedenin erkek evlatları miras yoluyla, başka bir muameleye tutulmadan ise kendiliğinden dede olurlar. Alevi dedeleri evlenirler, Hacı Bektaş'ın da evlendiğine, evlat sahibi olduğuna, kendileri de onun soyundan geldiklerine, dolayısıyla Seyyid / evladı Resulden olduklarına inanırlar. Kızılbaş dedeleri, Hacı Bektaş'ın bel evladıdırlar. Ama Bektaşi babaları ise mücerret / yani bekârdırlar. Evlenmezler. Hacı Bektaş'ın bel evladı değil, yol evladı olduklarına, aslında Hacı Bektaş'ın da mücerret olduğuna ve soyundan gelen çocukları bulunmadığına itikat ederler. Tasavvufi bir kökten ve kaynaktan gelen Alevilik, bugün hala tasavvufla ilgili birtakım unsurları, kavramları bünyesinde barındırmakta, Tarik, erkân, müsahip, delil, mürşid, tarikat, marifet, şeriat, dört kapı, kırk makam gibi kavramlar önemli bir yer tutmaktadır.
Bugün Anadolu'daki Cem evleri ibadetinde Alevi Bektaşiliğindeki inançlara ve uygulanan ritüellere göre üçler, Allah, Muhammed ve Ali’dir. Aynı zamanda vücut, can ve ruhtur. ( Ama Maide Sûresinin 73. ayetinde " Andolsun “ Allah üçün üçüncüsüdür “ diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere acı veren bir azap dokunacaktır. " ifadeleriyle Rabbimizin kınadığı, uyardığı gibi, bu inanç şekli Hristiyanların şirk olan teslis inancının bir benzeri ortaklık gibi görünmektedir. Kur'anın İslam'ında hiç kimse peygamberler de dahil Allah'ın ortağı değildir.) Beşler, Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin’den oluşan ehlibeyttir. Aynı zamanda biri insan, diğer dördü de dünyadan dört element diye inanılan ateş, rüzgâr, su ve toprak gibidir. Aslında dördü de bir gömleğe girmekte, bir olmaktadır. Beşincisi ise üçlerin toplamı olan Can’dır. Yediler, Muhammed, eşi Hatice, Ali, eşi Fatma, oğulları Hasan, Hüseyin ve sahabeden Selman Farisi’dir. Aynı zamanda dünyaya ait olan dört ile insana ve Can’a ait olan üçün birleşimidir. Burada yedincide yer alan sonuncu kişi Ebu Zer el Gufari değil de neden İran asıllı olan ve aslında daha sonra Medine’de Müslüman olduğu bilinen Selman Farisi’dir ? İlk önce bu düşündürücüdür ve sorgulanmalıdır ! Hatice validemizden olan diğer kızları ve onların çocukları, sonra Peygamberin içlerinde Ayşe validenin de bulunduğu daha bir çok eşi oldu, ardından niye bunlar da ehlibeyt içerisinde yok diye de sorulabilir ! Acaba bunlar üç, beş, yedi kavramlarına uymadığı için mi böyle bir şartlanmanın içine girilmiştir ? Bu inançta üç, can ile canan ve çobandır. Can erkek, canan kadın, çoban ise çocuktur, gelecektir. Can ile canan bir gömleğe girerler ve bir olurlar, çocuk olur, soy olur, çocuk olmazsa soy sürmez, gelecek olmaz. Yediler olmazsa da kırklar olmaz. Kırklar, Tanrının ruhları yarattığında yaratılan, her devirde yeryüzünde bulunduklarına inanılan erenlerdir, dünyanın çeşitli zamanlarında insan suretinde yeryüzüne gelmişlerdir, ölümlerinden sonra da değişik kimlikte yaşadıkları, dünya durdukça da var olacakları kabul edilmektedir. ( Kur'anda olmayan Reenkarnasyon inancı ) Kırkların 23 ü erkek, 17 si kadındır. Fakat nedense hiç bir kaynakta da bu eren kırkların isimleri bulunmamaktadır.
Cem, sözlük anlamı olarak toplanma, bir araya gelme demektir. Alevilik ile ilgili ilk yazılı kaynaklardan olan Şeyh Safi buyruğunda ise Cem " Taliplerin bir araya gelerek evliya erkânını icra etmesi " olarak tanımlanmış, Cem'in icra edileceği yerin adı da meydan diye belirlenmiş. Bu kavram etrafında tarih boyunca değişik bölgelerde ve değişik toplumlarda bir takım inanç ve yaşam tarzı olan kültürler meydana gelmiştir. Özellikle bu kültürler, M. Ö. Yedi binli yıllara kadar dayanan, Orta Asya eski Şaman inancındaki Türklerin, Şaman yönetiminde kadın ve erkeğin katıldığı sazlı sözlü yemek, kımız, içki ile danslı ayinlerde, İran’daki Zerdüşt inancındaki Kürtlerin ayinlerinde, M. Ö. dört binli yıllara dayanan Sümerlerde 12 hizmetli Cem ile belirli zamanlarda yaptıkları toplumsal ve kültürel toplanmada görülmekte, dolayısıyla Anadolu'da da değişik kültürlerin bir karışımı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kültürlerde özellikle hasat zamanlarında geniş meydanlarda kadınlı erkekli toplanarak şölen yaptıkları, kan akıtıp kurban etme diyerek hayvan kestikleri, Şaman Dede ve Babalarını dinleyip ozanlarının çaldığı kopuz, ya da sazlarla değişik figürlerle Semah denilen halk oyunlarını sergiledikleri, yaşamın bir parçası ve gereği olarak katıldıkları etkinliklerdir. Daha sonraları yerleşik düzene geçilmesiyle beraber, meydan dedikleri yer Meydan Evine dönüşmüş, İslam’ın orta doğu ve Anadolu'da toplum hayatına girmesiyle beraber de, Meydan Evine Cem Evi denilmeye başlanmıştır. Eski kültür ve geleneklerinden vazgeçmeyen bu kitleler, İslam ile tanıştıktan sonra fakat İslam fıkhını da tam benimseyemedikleri ve yeterince de öğrenemedikleri için, Şaman töresine göre olan kültürlerinin içine kendilerine göre İslami unsurları da katarak harmanlanmış bir ritüeli hayata geçirerek Kırklar Cem’i adı altında ibadet şekli olarak yaşatmaya başlamışlar, günümüze kadar da taşımışlardır.
Kaplan Yazılı Kaynaklarına Göre Alevilik sa. 264, Çıblak, Mersin Tahtacıları Halk Bilimi Araştırmaları sa. 57, Korkmaz, Alevilik ve Bektaşilik Terimleri Sözlüğü sa. 406 anlatımlarında, Peygamberin emriyle Cem'in icra edileceği uygun bir meydanın, evin hazırlandığı belirtilir. Bu inancı alıp yayanlar ise Hoca Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Safi ve Taceddin gibi Mutasavvıflar ve bunların önde gelenlerinden oluşan Horasan ve Rum Erenleri olmuşlardır. Bu inançların temelinde Balım Sultan, Seyyid Ali Sultan, Sarı Saltık, Abdal Musa Sultan, Kaygısız Sultan, Kul Himmet, Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Hüseyin, Kul Veli ve Muhiddin Abdal gibi Türk Edebiyatının önde gelen velileri de Türk boylarına kendi dilleriyle bu inanç felsefesini, kırklarla ilgili bilgileri, daha ziyade hikâye ve deyişlerle anlatmışlardır.
Kırklar Meclisi ve Cem'i, zamanı, mekânı belli olmayan ve içinde önceden Ali ve Fatma’nın da bulunduğu, yarı yarıya kadın ve erkeğin katıldığı kırk kişinin yer aldığı, aralarına Muhammed ( a.s. ) ın sonradan katıldığı, bu meclisin inanç ve sosyolojik boyutlu bir ulular topluluğu olduğuna inanılan ve aynı zamanda Anadolu Alevileri için derin sembolik anlamları olan ritüelin adıdır. Alevi Bektaşiliği inancının temel ibadeti olan Cem’in de temel kaynağıdır. Bu ritüelde sergilenen ayinin ayrıntıları ve dayanakları, geleneksel Alevi kaynaklarında Peygamberin gerçekte olmayan ve uydurma rivayetlerle ortaya atılan Miraç gecesi seyahatine dayandırılarak değişik kişiler tarafından farklı ayrıntılarla anlatılan, her ayrıntısı da aklı, mantığı zorlayan, soru işaretlerini beraberinde getiren, fakat Kur’an ayetlerinin uyarılarına da tamamen aykırı olan rivayetlere dayanmaktadır. İlginç olanı, Ehli Sünnet ekolündeki uydurma olan miraç efsanesi hikâyesi, ardından Ehlibeyt ekolünde de bir çok uydurma hikâyenin kaynağı olmuştur. Kırklar Cem'ine böylece temel teşkil eden ve en yaygın olarak anlatılan, doğa ve Allah'ın kanunlarına, Kur'anın ve hayatın gerçeğine uymayan rivayetlerden birine bakalım neler kurgulanmış ! ;
* Muhammed peygamber davet edildiği gök yüzüne Burak atıyla miraca çıkarken, yolda önüne bir aslan çıkar. Aslanı ikna edip yola devam edebilmesi için Peygamberlik mührü olan yüzüğünü bu aslana vermek zorunda kalır. ( bazı tasvirlerde de aslanın ağzında Zülfikâr kılıcı resmedilir ) Allah’ın huzuruna çıktığı zaman peygamber, bir ışık içinde Allah’ın cemalini ve sesini, Ali’nin sıfatı ve sesi ile görür. Bir süre muhabbet ederler. 90 bin kelam konuşurlar, bunun 30 bini hakikat sırrı olup Ali’de kalır. Muhammed peygamber miraçtan geri dönerken bir mekânda gizli kırklar meclisi toplantılarından sesler duyar. Merak eder içeri girmek ister ve kapıyı çalar. İçeriden sen kimsin ? diye seslenilir. Ben peygamber Muhammed Mustafa’yım der. Kırklar bize Peygamber gerekmez, ihtiyacımız yok diye seslenir ve kapıyı açmazlar. Şaşkın bir şekilde geri dönen Muhammed peygambere melekler “ O ulu meclise dahil ol, tekrar kapıyı çal. “ derler. Her defasında Peygamberin soy sop, mal, mülk ile verdiği cevaba karşı kapı yine de açılmaz. Dördüncüde ise yine meleklerin verdiği akılla bu sefer “ Hadimül fukarayım “ fakir fukaranın hizmetçisi bir insanım demesinin üzerine kapı açılır ve içeriye davet edilir. Peygamber içeridekilere siz kimlersiniz ? Küçüğünüz, büyüğünüz, lideriniz kim ? diye sorar. Biz kırklarız, birimiz de, kırkımız da, büyüğümüz de, küçüğümüz de tek bir Can’dır. Cevabını alır. ( Bazı senaryolarda da Muhammed peygamberin ben 39 saydım demesinin üzerine Selman Farisi’nin de üzüm getirmek üzere dışarıya çıktığı, daha sonra da getirdiği bu üzüm ile yapılan şuruptan, şurubun içilmesindeki ayrıntılarına ve semaha hep birlikte katılmaya varıncaya kadar anlatılır. ) Kırklar bunu kanıtlamak için içlerinden birinin koluna bıçak vurulur, ( Bazı senaryolarda da bıçağı vurup kan akıtanın Ali olduğu anlatılır. ) kırkının da bileklerinden kan akar, dışarıda olan Selman Farisi’nin de kanı tavandan damlar. Birinin kolu sarılınca da hepsinin kolundaki kanın akması durur. Ayrıca Muhammed peygamber, miraca çıkarken aslanın ağzına verdiği yüzüğünü de Ali’de görür. Bunların üzerine de onların ve Kırklar Cem’inin hak olduğuna inanır. ( İmam Cafer Sadık / 7 ulu ozanların deyişleri, alevihaberler.com.tr, dervişbabaturbesi.wixsite.com / Kırklar meclisi ve cemi )
Bu tutarsız, temelsiz, dayanaksız, gerçek dışı masalımsı olsa da, sanki bir temsili tiyatro sahnesindeki konuşmalar gibi anlatılan rivayetlerle görülmektedir ki, Alevilikte ana mesaj olarak hizmet deyimi “ Halka, insana hizmet, Hakka hizmet demektir “ anlayışı çok önemli bir yer tutmaktadır. Buna bağlı olarak da Cem esnasında yapılan görevlere 12 hizmet denilmekte ve hizmet duası da yapılmaktadır. Bunu anlıyoruz ama bu inanılan rivayetlere göre Aleviliğin Peygamber anlayışı da çok farklıdır. Muhammed ( a.s. ) ın kırklardan habersiz olduğu, bu nedenle de ulular meclisinin ondan önce de var olduğu, Ali’nin de Peygamberden daha önce bir ulu olduğu imajı verilmektedir. Fakat anlatılanların neredeyse tamamı aklı ve mantığı zorlayan, insan kılığına girip konuşan, yönlendiren melek diye böyle bir varlık olmadığı halde, Kur’ana, Allah’ın bütün Kâinatı yaratma ve yönetme kanunlarına, hükümlerine ve Sünnetullah’a aykırı ve gerçekte olmayan miraç olayı ile bağlantılı ayrıntılarla dolu olduğu için biz neresini doğru olarak kabul edelim de bu uydurma ritüelin peşinden gidenlerin yanında olalım. Muhammed ( a.s. ) ’in uydurma da olsa Miraç olayının Mekke’deki döneminde bulunduğu zamana ait olarak anlatıldığı ve de daha ortalarda olmadığı gerçeğinden dolayı, Hicretten sonra Medine’de Müslüman olduğu halde nasıl oluyor da Selman Farisi, yedilerin yedincisi olup Kırklar meclisinde bulunmaktadır ? Senaryoyu yazanlar, bu anlatılanların peşinden gidenler, geçmiş zamandaki kronolojiyi dahi sorgulamamaktadır. Peygamberimizin ütopik uzay yolculuğu ile miraç olayı Kur’anda da yoktur. ( Miraç Efsanesi ile Kandil Gecesini Yaşamak başlıklı yazımızda geniş bilgi bulabilirsiniz.) Bu tür rivayetlere inanan, aktaran, ardından giden Alevi kardeşlerimizin, Kur'andaki melek ve miraç gibi daha bir çok kavramın gerçeğini araştırıp sorgulamaları, Kur'anı anlayarak okuyup akıllarını kullanmaları ve düşünmeleri gerekir.
Herhalde Din ve İnanç adına diye yaptıkları ritüelin içerisinde İslami dayanağın olmadığını gören birileri, bu olayı İslamileştirmek amacıyla Kırklar Cem'i adı altında masalımsı ve aklın, mantığın onaylayamayacağı uydurma olduğu her ayrıntısında belli olsa da, nasılsa insanlar sorgulamaktan, düşünmekten yoksun olduklarından dolayı güvencesiyle olaylar zincirini, bilgi diye, Cem ve Semahın kökeni diye kitlelere sunmuşlar, bununla Alevi camiasını yüzyıllardır uyutmuşlar ve kandırmışlardır. Yani Cem, Semah ve içki olayını kitlelere mal etmek isteyen kurnazlar, bu konularda Kur’andan, ya da on iki imamlardan kanıt bulamayınca uydurulan bu masalı öne sürmüşlerdir. Bu masal değişik versiyon ve ayrıntılarla yüz yıllardır anlatılmakta, ne yazık ki hala günümüzde dahi bir çok Cem Evi ibadetlerinin naklen televizyon yayınları ile aktarılarak, sazlı sözlü Cem ve Semah dönmesi ile Alevi İbadeti olarak uygulananları, Alevi Dedelerinin, televizyon ekranındaki Alevi İlâhiyatçı konuşmacılarının bu rivayetleri gerçekmiş gibi nasıl savunduklarını da görmekteyiz.
Fakat aynı zamanda bugünün aydın ve gerçek Aleviliğin ne olduğunu bilenler çoğalmış, bu saçma, tutarsız, temelsiz ve masalımsı uydurmalara dayanan ritüelleri sorgulamaya başlamışlar, bu kardeşlerimiz bu çerçevede düşüncelerini dile getirerek kaleme almışlar, bize de değerlendirecek, sorgulayacak herhangi bir şey de bırakmamışlar ve ana hatları ile ;
“ Bilge insanlarımızın yarattığı, doğa ve insan merkezli yüce değerleri çölleştirmek isteyen, bunun için de bin bir surete bürünmüş sistemden beslenen hurafeciler, Aleviliği Sünni İslam’ın içine çekmeye çalışıyorlar. Ama bu şekildeki bir Alevilik İslam’ın içine sığmıyor. Sığamaz da ! Asırlardır Alevileri Sünnileştirmek için, gerçekte Alevilikte olmayan Kırklar Cem’ini Alevilikte varmış gibi gösteren, aslını inkâr eden haramzadeler, şu sorulara cevap versinler ! ( Biz burada araya girelim, Kur'anın İslam'ında Mezhep, Tasavvuf, Tarikat ve Cemaatleşmelerle bölünmelere, sünni olan, olmayan diye bir ayrıma, gruplaşmaya, ehli sünnet ekolüne kesinlikle yer yoktur. Bir çok ayette de bölünmenin karşısında çok ciddi uyarılar yer almaktadır. )
1. Kırklar meclisinde Muhammed’in konumu nedir ? Kırkların içinde mi ? Dışında mıdır ? Kırklar Cem’inde hangi “ Duaz ı imam “ okunmuştur ? Ve bir örnek verilebilir mi ?
2. Kırklar Cem’inin Piri, Mürşidi kimdir ve hangi ocağa bağlıdırlar ? Cem’de dem almışlar mıdır ? Cem’in Dedesi, Zakiri kimdir ? On iki hizmetlisi kimlerdir onların zamanında hangi ozanın deyişleri okunur, semah dönülürdü ? Eğer bu kırklar bu kadar yüce insanlar ise, neden kimse onların ismini sayamıyor ?
3. Ali hayatının tümünü Muhammed’in yolunda harcamışken, O’nun damadı, arkadaşı, akrabası, vasisi iken, nasıl olur da O’nu içeri almaz ve defalarca geri çevirir ? Bu Ali’yi Peygamber tanımaz konumuna düşürmek olmaz mıdır ? Yoksa Peygamberi tamamen küçümseyen ve dışlayan bir anlayışla art niyetli bir casusluğun tezahürü müdür ? Muhammed kapıyı çalınca “ Ben sizden biriyim “ demiş. O zaman Muhammed neden Cem bağlamaz da ibadet olarak namaz kılardı ? Peygamberin, on iki imamın saz çalarken, Cem edip semah yaptığını anlatan ayet, hadis veya herhangi bir kaynak var mıdır ? ( Burada biz yine araya girelim ! Ehli Sünnetin kıldığı ve kıldırdığı namaz, Kur'anın öngördüğü namaz değildir. Çünkü Kur'an namaz için Araf Sûresinin 55. ayetinde Tazarrulu Dua olarak söz etmekte, namaz diye bilinen ritüelin aslında bir dua olduğunu belirtmektedir. )
4. Kırklar Cem’inde Ali’nin musahibi Muhammed ise, Ali nasıl olur da kendi musahibinin kızı ile evlenir ? Alevilikte musahipler birbirlerinin kızlarıyla evlenebilirler mi ? Anadolu Alevilerinde kendi musahibinin kızıyla evlenen var mıdır ? Alevilikte musahip kardeşten de daha ileri yol arkadaşlığı, kan kardeşliği olduğuna göre nasıl olur da kardeş kardeşin kızıyla evlenebilir ?
5. Hasan ile Hüseyin’in musahipleri kimdir ? Bilen var mı ? Diğer imamların musahipleri var mıdır ? Musahiplik Alevilikten ve Kırklar Cem’inden gelmişse neden Araplarda musahiplik yoktur ? Diyelim ki Ali Cem bağlamadı, peki Hüseyin’in Cem bağladığını söyleyebilir misiniz ? İslam ve on iki imam ile ilgili bir çok yazılı kaynak varken, neden Şiilerin tamamı veya Anadolu’nun dışında yaşayan Müslümanlar veya Aleviler bu hikâyeleri bilmiyor ve uygulamıyor ? On iki imamın çocuklarında Cem bağlayan ve semah dönen var mı ? Neden sadece Bektaşi eserlerinde bu uydurma buyruklar yer almaktadır da İslam’ın temel kaynaklarında yer almamaktadır ? Çünkü masal Anadolu’da uydurulmuştur.
6. Muhammed ve Ali kırklar semahına katılmışlarsa, Kur’anda neden hiç Alevilik öğretisinden bahsedilmez ? Kırklar Cem’ine katılanların tamamı Arap olduğuna göre Alevi Dedeleri nasıl oluyor da Resul evladı sayılıyorlar ? O zaman kırklar Cem yaparken kim saz çalıyordu ? ve Araplarda saz denilen bir alet var mıydı ? Araplarda neden Cem ve kadınlı erkekli dönme ile semah yoktur ?
7. Ali eğer Alevi ise Muhammed’in ölümünden sonra Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a neden biat etmiştir ? Ali kızını neden Ömer’e vermiştir ? Muhammed Ebu Bekir’in damadı, Ali Muhammed’in damadı, Ömer Ali’nin damadı, Osman Muhammed’in damadı, Muaviye ve oğlu Yezid Muhammed’in kaynı oldukları halde ve iç içe girişmiş, birbirine karışmış akrabalıklara rağmen, nasıl oluyor da sadece burada Ali ve zürriyetinden gelenler ehlibeyt oluyor ?
( Biz de burada bir ilavede bulunalım, Kur’anda Ali bin Talip’in Fatma’dan olan soyuna diğer insanlardan farklı olarak, seyit unvanları ile özel bir statü belirlemek de mümkün değildir. Üstelik de Peygamberin müminler arasındaki mevkisine işaret edilirken, Ahzab Sûresinin 53. ayetinde, “ Ey iman eden kimseler ! Peygamberin evlerine sadece yemeğe izin verilince girin …. O’nun hanımlarından bir kazanım istediğiniz zaman da perde arkasından odalarına girmeden isteyin. ” İfadeleriyle ailesini teşkil eden kimseler olarak sadece hanımları zikredilmekte, kızları, damatları ve diğer akrabalarıyla ilgili hiç bir özel hükme yer verilmemektedir. Peygamber ve sadece zevcelerinden ibaret olan aile halkına da Kur’anda Ahzab Sûresinin 33. ayetinde “ Ehlu’l Beyt “ denilmekte olduğundan bu tabir içerisinde başkalarının da yer almasına imkân yoktur. Üstelik de on binlerce Müslümanın dinlediği ve tanık olduğu Peygamberin ilk ve son Haccındaki hutbesi esnasında, Kur'an ile birlikte " Ehlibeyt’imi size emanet ediyorum “ veya " Sünnetimi size emanet ediyorum " dediği hadisleri de uydurmadır, yalandır. Kur'an vahyi ve ahlâkı ile yoğrulmuş Peygamber, Kur'an dururken sünnetini, Allah dururken yakınlarını, ehlibeyt’ini insanlara emanet etmiş olması mümkün değildir. ) Peygamberimiz bu hutbesinde sadece Kur'anı emanet ettiğini söylemiş olabilir ! Bundan dolayıdır belki de Furkan Sûresinin 30. ayetinde mahşer günündeki sorgulama esnasındaki Peygamberimizin tanıklığında " Benim toplumum şüphesiz bu Kur'anı mahcur / terkedilmiş bir şey edindi. " ifadeleriyle, şikâyetini dile getirmektedir. )
Bütün bu ayrıntılar ve bilgiler Alevilerden gizlenmektedir, hiç bir Alevi de bu ayrıntıları bilmemekte ve sorgulamamaktadır. Eğer gerçek Alevilik yaşanmak isteniyorsa, bütün küçük şeylerden, hurafelerden arınacaksınız. Bunun için gerekli olan, gerçekleri söyleyip tarihinizle yüzleşeceksiniz. Oysa güçlenmek, güçsüzlüğün kaynağına inebilme cesaretini gösterebilmektir. Bu konuda önemli olan aslında Cem, Semah, saz, içki, Dede v.s. gibi olgular Ali yolunda yoktur. Her dönemde çeşitli fitnelerle, bir takım gücü elinde bulunduranlarca Alevilerin uyanışı engellenmek istenmektedir. Bu uydurma masalları Anadolu Aleviliği adı altında ve Kırklar Cem'i senaryoları etrafında palazlandırarak uyanışın önüne geçmek istenmektedir. Zalimlerin bu oyunlarının bozulmasının tek yolu insanlara hakkı, her zaman her zeminde cesurca anlatmaktadır. Fesadın böylesine her yeri kapladığı bir ortamda hak konusunda susmak haramdır. Susmak ise aynı zamanda sonra gelecek nesillerin helâk olmasıdır. Oysa ki Alevilerin bugün yapmaları gereken, hiç takiye yapmadan, çekinmeden, korkularını yenerek, sorgulayıp yanlışlarını arındırarak, kendilerini açıkça ifade etmeleridir. Bu hem hakkın ve hem de dürüstlüğün gereğidir. Aksi halde aslında Kur’ana göre kendileri de Allah katında çok doğru bir yolda olmamalarına, mescitleri şirk yuvasına çevirmelerine rağmen, buyurun Cami’ye deme hakkını onlara vermiş olurlar.
Evrenselliği yakalayan, merkezine Kur’anda da hedeflendiği gibi insanı, hakkı, hukuku, adaleti koyan bir anlayışın değersiz ve İslam’la bağdaşmayan bir şey olduğunu kim söyleyebilir ? Düşünen, sorgulayan, aklı ön plana çıkaran “ Kıldan ince, kılıçtan keskin köprü yaratmışsan, kolaysa gel de sen geç a Tanrı “ diyerek Tanrı’dan bile hesap sorabilen bir inancı, dogmatik İslamcıların anlamaları olanaklı değildir. Bizim de bu güzel felsefi inancı eğip bükmeye hakkımız yoktur, olmamalıdır da ! ( Burada biz de bir ilave yapalım, kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsü diye bir köprü ve onun altında da gayya kuyusu diye bir kuyu zaten yoktur, bu konuda anlatılanların tamamı da Kur’ana aykırı olan uydurma hurafelerdir. Kur'anda onlarca ayette inanmış olduğunu söyleyen Müslümanlara sürekli aklınızı kullanın, akıl edin, hala akıl etmiyor musunuz ? gibi uyarılarla düşünmenin, sorgulamanın önemine dikkat çekilmektedir. Kullanılabilen akıl varsa İslam da Alevilik de vardır. )
Gerçek Alevilik merkezine insanı, insan sevgisini, emeğin kutsallığını, halkların kardeşliğini, bilimi ve gerçekleri koyduğu için gücü elinde bulunduran sömürücü zalimler, tarih boyunca Aleviliğe ve halklarına düşman oldular, boyun eğmedikleri için de katledilmişlerdir. Bundan böyle mazlum halkımıza sahip çıkmak bizlerin en temel görevidir. Alevilik yolu bir insanlık yoludur, bundan dolayı Alevilerin kıblesi ( hedef ve stratejisi ) insan olmuştur, doğa olmuştur, güneş olmuştur. Ay ve güneş herkesin lambasıdır, hava herkesin havasıdır, su herkesin suyudur, fakat ekmek neden herkesin ekmeği değildir ? ( Çok doğrudur. Kur’an da zaten onlarca ayetle, doğrudan doğruya namaz olmayan Salat kavramı içerisinde, aslında insanlar arasında destekleşme, paylaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı, ekmeği bölüşmeyi hedef olarak göstermektedir. ) Alevilik haksızlığa isyandır, Pir Sultandır, eşitliktir, Şeyh Bedrettin’dir, insanı sevmektir, dürüstlüktür, onurdur, mücadeledir, inançtır, var olmayı bilmektir. ( Biz de burada bir ilave yapalım, Peygamberimiz de zamanının bütün haksızlıklarına, zulmüne karşı kıyam eden, ayaklanan, baş kaldıran, öncekilerin tapınaklarda, kapalı mekânlarda tapınak dini haline getirdikleri inancı, sokağa ve halkın arasına taşıyan, bütün ulu denilen canlı ve cansız aracı putları ve şirki ortadan kaldıran, mazlumların yanında olan devrimci bir peygamberdir. ) Zalimlerin olduğu yerde mazlumdan yana olmaktır, bilime inanmaktır, yerinde saymamaktır, ahlâktır, sözdür, devrimciliktir, diline rengine, bayrağına bakmadan haksıza tavır almaktır. Alevi deyişleri mazlumun sesidir. Ama artık biz deyişlerimizi kendimiz için de, insanlık için de söylemek zorundayız. Kırklar Cem'i Alevilikte asla olmayan, Aleviliği Sünnileştirmek için uydurulan bir Osmanlı yalanıdır. Bugün onu savunanlar, kendi aslını inkâr eden haramzadelerdir. Bunlar sistemden beslenen zalimin kılıcını çeken çakma Alevilerdir. Gericiliği ve karanlıkları parçalamanın yolu, kendi inancımıza sahip çıkıp, hurafelerden, masallardan arındırmak olmalıdır “ Denilmektedir.
Biz de görevimiz gereği aralarında iki yıl yaşadığımız, gerçek hayatta üstün ahlâk, insana olan sevgisi, saygısı, bilime ve öğrenmeye karşı duyarlılığı ile tanık olduğumuz, tanıdığımız, özgürlükçü, demokrat olarak gördüğümüz, sevdiğimiz, saygı duyduğumuz Alevi kardeşlerimiz, saz, söz ve içerisinde insanlık adına çok güzel ve önemli mesajların da yer aldığı deyiş ve semah dönmesi ile tarihten gelen kültürlerini Cem evlerinde elbetteki yaşayabilirler ve yaşamalıdırlar da ! Allah'a olan yakarmalarını toplu dualarını elbetteki bu evlerde yapabilirler. Ancak temelsiz, dayanaksız ve tamamen uydurma olduğu çok belli olan rivayetlere dayandırılan, zorlamalarla bir takım dini motifleri de içine katarak bu kültürün, Kur'an ayetlerinin uyarıları gözardı edilerek İslam'ın ve dinin bir parçası inancına dönüştürülmesi, doğru ve onaylanacak bir yaklaşım değildir. Cem Evlerinde inançları gereği kendilerine göre Allah'a yönelerek zikir de edebilirler, tarihten gelen yaşanmışlıklara bağlı olarak bir takım nedenlerden ve inançtan dolayı Camiye de gitmek istemeyebilirler. Zaten bugünkü Camilerin yapısı şirk ve Dırar Mescidi yuvasından farklı bir yapıda değildir. Aslında insanın Allah'a yönelebileceği, secde edebileceği ( boyun eğip teslim olacağı ) her yer, her köşe, dört duvarla çevrilmiş her oda adı ne olursa olsun Mescittir. Şeyh Bedrettinin de belirttiği gibi, zaten önemli olan namazdaki ellerin göğüse veya göbeğe bağlanması değil, Allah'ın kalbe bağlanmasıdır. Cin Sûresinin 18. ayetinde " Ve şüphesiz ki mescitler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. / kulluk etmeyin. " denilerek yapılan çok ciddi uyarıya rağmen, üstelik bugünkü Camiler de sadece Allah için olmaktan çıkarılmış, Emevi Saltanatı ile başlayan Ehli Sünnet ekolünün şirk ve siyaset yuvasına dönüştürülmüştür.
Yukarıda geniş olarak yer verdiğimiz gerçek Alevi kardeşlerimizin insanlık adına dile getirdikleri, bizim de tamamen Kur’anın hedeflerine uygun olarak gördüğümüz açıklamalarından dolayı, artık kendilerini tebrik etmek, doğrulamak ve onaylamaktan başka diyebileceğimiz bir şey de kalmamıştır. Fakat bu düşüncelerin dışında hala bugün ülkemizin bir çok köşesindeki Cem Evlerinde gördüğümüz ve değişik televizyon ekranlarında konuşmalar yapan Dede ve ilâhiyatçıların anlatımlarında da yer aldığı gibi, bizim de yukarıda ayrıntılarına yer verdiğimiz ve bir çok tutarsızlığı olan, akıl ve mantığın kabul edemeyeceği, gerçek Aleviliğin ne olduğunu ortaya koyarak bir çok soruyu da yönelten Alevi kardeşlerimizin reddettiği ve bizce de çok absürt anlatımların yer aldığı rivayetlere dayandırılan Kırklar Cem’i ritüelini, Kur’anın doğruları, Allah’ın yaratmadaki kanun, ilke, hüküm ve Sünnetullahı, Peygamberimizin mümtaz şahsiyetiyle, doğrulamamız olanaksızdır. İslam’a yaptığı büyük katkıları, fakat bunlara rağmen gerek Emevilerin, gerek Abbasilerin ve Osmanlının döneminde kendisinin, ailesinin maruz bırakıldığı haksızlıkları, kıyımları, zalimliği bilerek, düşünerek çok sevdiğimiz, saygı duyduğumuz, İmam Ali'nin de şahsında onaylamamız, bu ritüeli İslam’ın bir parçası olarak görmemiz mümkün değildir. Aslında Kur’anın da temel hedefi olan, yukarıda yer verdiğimiz gerçek Alevi kardeşlerimiz de dile getirdikleri yaklaşımlarla bu konuda bize sorgulayacak, söyleyecek bir söz bırakmamışlardır. Bizim de bu gerçek Alevi kardeşlerimizi kutlamamız, onların mücadelesinin yanında olmamız, aslında Kur’anın gerçek İslam’ının hedefidir. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğrularıyla özgürce yaşayabilme, kendilerini ifade edebilme olanaklarına kavuşmuş Alevi kardeşlerimizin, düşünebilen, sorgulayabilen, aklını ve vicdanını kullanabilen bütün Müslüman kardeşlerimizin üzerine olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! ALLAH'IN RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Mustafa Cemil Kılıç ( Yükselen Alevilik )
Mehmet Özgür Ersan Blok Milliyet
Gölpınarlı : Mevlevi Adab ve Erkânı
Aytekin Maras s. 7 -9
Derviş Baba Türbesi : Kırklar Meclisi - Kırklar Cemi
Orhan Şahin : Miraç Olayı, Kırklar Cemi, Cem Erkânı ve Semah
Söz ve Şiir / 40 rakamının gizemi ve Kur’anda Kırklar
Alevi Sözü Kırklar Cemi Masalı
Üçler Yediler Kırklar otekileringundemi.com
Doç. Dr. İbrahim Aslanoğlu : Alevilikte Üçler Beşler Yediler
Prof. Dr. Süleyman Uludağ Dört Kapı Kırk Eşik
Facebook.com Alevilikte Kırklar Cemi Varmı ? Barış Aydın
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR