Kur’anda adı geçen Peygamberlerden biri de tahmini olarak M.Ö. 2800 lü yıllarında Arabistan’ın doğusunda, Kur’anda da Hicr ve Vadi’il Kura denilen bölgesinde yaşamış, sapkın ve Allah’ı tanımaz olan Semud kavmine Tevhit ve Allah'ın birliği öğretisini anlatmak üzere gönderilen Salih Peygamberdir. Semud ismi bir görüşe göre suyu kıt olan anlamına gelmektedir. Su sarnıçlarına ve suyu az olan su kuyularına, sabahın ayazındaki kırağı ve çiğ sularına muhtaç olarak yaşadıkları zannedilen, ama aslında kalabalık bir halkı olan Semud kavmi, eski çağlarda çölleşmiş bir iklimin etkisinde olmalarına rağmen, o günün koşullarına göre cennet gibi yemyeşil bir bölgede oldukça gelişmiş bir medeniyetle vadilerde, kayaları kesip yontarak güvenlikli ev yaparak yaşayan, üzüm ve hurma bahçelerine sahip olan, tarım ve hayvancılıkla geçinen oldukça da zenginleşmiş bir Arap kabilesidir. Bu kavim, Allah'ın verdiği nimetlerle, zenginliklerle zenginleştikçe azgınlaşmış, zalimleşmiş, sapkınlıkları artmış, Allah'ı unutup putlara tapar olmuşlardır.
Bu kabilenin ismi Kur’anda 26 ayette yer almakla beraber, Salih Peygamber ile anlatılan bütün kıssalar ve ayetler de Semud kavmi ile ilgilidir. Kur’anda diğer Peygamber kıssalarında olduğu gibi, olayların özeti şeklinde değil de, Peygamberimizin risaletinde karşılaştığı zorluklar ve mücadelelerle aynen bire bir örtüştüğü için, “ Kendilerine gönderilen peygamberi yalanlarken hangi gerekçeleri ileri sürdükleri, toplumun ahlâk yapısının ortaya çıkarılmasını sağlayan dişi deve fitnesi ( sınavı ) ve sonuçta bu deveye ne yaptıklarına ilişkin bilgilerle “ Semud kavmi ile Salih Peygamber kıssasına Kur'anda da oldukça ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Fakat bu kıssanın yer aldığı bir çok Sûre ve ayet içerisinde geçen dişi deve kavramının ayrıntıları, Arap kültürü, deyimleri ve gelenekleri, Kur’anın mecazi anlatım tekniği göz önünde bulundurulamadığı için tam ve gerçeği ile kavranamamıştır. Yahudi Kaynaklarındaki masal anlatımlarının etkisinden kurtulamayan Klasik ve gelenekçi bir çok yorumcu ve maalesef bir çok zamanımızın akademisyen araştırma görevlileri tarafından da düz mantıkla lafızların tam karşılıklarıyla çevirilerin yapılması sonucu, Salih Peygamber kıssası da mucize kabulünden öteye gidememiş, verilmek istenen asıl mesaj ortaya çıkarılamamıştır. Bu nedenle Salih Peygamber denince, bir çok rivayetle aktarılan uydurma hikâyeye dayalı olarak “ Kayanın doğurduğu kızıl renkteki hamile dişi deve “ inancından başka bir şey akla gelmemektedir. Allah'ın yaratma kanunlarına aykırı, tutarsız ve yanlış olan bu kabullerin temelini teşkil eden bir çok masallaştırılmış hurafeden, İbn’i Kesir’de nakledilen bir örneğe bakalım ;
* Kavmi Salih’ten bir mucize getirmesini istedi. Gösterdikleri bir kayadan kendilerine bir devenin çıkarılmasını teklif etmişlerdi. Bu kaya Hicr taraflarında tek başına duran bir kaya idi. ( Başka rivayetlerde bu kayanın ve kavmin reisinin ismine varıncaya kadar ayrıntılara yer verilmektedir. ) Eğer Allahu Teala onların bu isteklerine uyacak olursa kendisine iman edeceklerine dair söz verdiler ve yemin ettiler. Bunun üzerine Salih ( a.s.) namaza durarak Allah’a dua etti. Kaya hareket edip şişti ve yarıldı. Ve içinden onların istediği gibi yeni doğum yapmış yavrusu ile bir dişi deve çıktı. Bunun üzerine bunu görenler iman ettiler. Deve yavrusu ile beraber bir müddet onların arasında kaldı. Bir gün kuyularının suyunu deve içiyor, bir gün de onlara bırakıyordu. Halk da sütünü sağarak ondan yararlanıyordu. Ancak su kaynağının kıt olmasından dolayı kâfirler halkı da kışkırtarak deveyi boğazlayarak öldürdüler. Bunun ardından gökten gelen büyük bir gürültü ve yer sarsıntısı ile helâk oldular. ( İbni Kesir Kasasu'l Enbiya sa. 135, el - Bidaye ve'n Nihaye I. 138, 150 )
Bu ve buna benzer masalların, mucizelerin neresinden tutarsanız tutun, mantığa, akla, Allah’ın Fizik, Kimya, Biyoloji ve yaratma kanunlarına, cansız ve canlı varlıklara koyduğu biyolojik sınırlara, Sünnetullah’a aykırıdır. Elbette ki kayadan biyolojik yapıda deve diye canlı bir hayvan çıkmaz ve gerçekten de çıkmamıştır. Bu nedenle biz de bu yazımızda, bu kıssa ile ilgili yanlış inançları ortadan kaldırmaya, yaşamın her alanında vazgeçilemeyecek, çöl ikliminde en değerli bir servet ve geçim kaynağı olan deve hayvanı üzerinden, Kur'anda yer alan mecazi anlatımların gerçek mesajına yönelik ayetlerle, kronolojik bir sıraya sokarak Kur'anın doğrularını aktarmaya çalışacağız.
Hud Sûresinin 61 – 62. ayetlerinde “ Semud’a da kardeşleri Salih’i elçi olarak gönderdik. O dedi ki : Ey halkım ! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. O sizi yeryüzünden oluşturan ve size orada ömür geçirtendir. Artık ondan bağışlanma isteyin. Sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim çok yakındır, yakarışlara cevap verendir. Dediler ki : Ey Salih ! Sen bundan önce aramızda aranan / ümit beslenen bir kişiydin. Şimdi kalkmış atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklıyorsun ? Ve hiç şüphesiz biz, bizi çağırdığın şey hakkında kafaları karıştıran bir kesin olmayan eksik bilgi içindeyiz. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi sapkınlık içerisindeki kavmini Allah’ın birliğine ve Tevhide davet eden Salih peygamber, Kamer Sûresinin 23 - 25. ayetlerinde “ Semud da o uyarıları yalanladı. 24 – 25 : Bizden bir tek insana mı, O’na mı uyacağız ? Öyle yaparsak kesinlikle bir sapıklık ve çılgınlık içinde oluruz. Öğüt / Kitap aramızda O’na mı bırakıldı ? Hayır aksine O çok yalancı küstahtır. dediler. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, bütün peygamberlere benzer şekilde o da reddedilmiştir. Ardından da Allah'a ortak koşulan putlardan vazgeçilmesi, sadece Allah'a kulluk edilmesi konularının ana ekseninde, Salih Peygamber ile kavmi arasında başlayan, salat’ın ( Destekleşme, paylaşma, yardımlaşma, dayanışma, sosyal yardım kurumlarının ) ayakta tutulması mecazi olarak dişi deve örneği üzerinden ele alınmaktadır. Elbette ki ayetlerde sözü edilen dişi deve, tek bir deveden ibaret değildir. Belki de sadece fakir ve ihtiyacı olanların yararlanması için oluşturulan deve çiftliklerinde beslenen ve halka ait olan kamu mallarına zarar verilmemesinin önemi, sabır ve alın teri ile zor şartlarda ortaya dökülen yaşamla ilgili mücadeleler, oldukça kapsamlı bir deve kıssası halinde öğüt olması bakımından, Kur’an ayetleriyle önce Mekke müşriklerine, sonra da bize bir ibret tablosu olarak sunulmuştur.
Ayetlerde toplumun peygamberi reddetme nedenlerini, beklentilerini ve düşüncelerini aktaran ifadelere baktığımız zaman, * Salih bir insandır. Oysa peygamberlerin insanlardan üstün bir varlık olması gerekir. * Salih kendi içlerinden çıkmıştır. Oysa peygamberin mucizevi bir yolla gelmesi gerekir. * Salih toplum içinde sıradan bir insandır. Oysa peygamberin en azından gücü ve şöhreti olan bir kabilenin reisi, bir kavmin önderi olması gerekir. Gibi inançlar ve nedenler öne sürülerek tıpkı bizim peygamberimizde olduğu gibi Semud kavmi de Salih Peygambere inanmak istememişlerdir. Daha sonra da Salih Peygamberle birlikte vahyin ve uyarıların gelmesi ile beraber, çıkarlarının, güçlerinin sona ereceğini anlayan oranın ileri gelenleri, muktedir ve yöneticileri halkı Salih Peygambere karşı kışkırtmaya başlarlar.
ŞUARA 142 – 149 : Hani kardeşleri Salih onlara demişti ki : Allah’ın koruması altına girmez misiniz ? Şüphesiz ki ben sizin için güvenilir bir resulüm / elçiyim. Bana itaat edin. Ben sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak alemlerin Rabbi üzerinedir. 150 – 152 : Siz burada bahçelerde pınarlarda ve ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız ? Ve siz dağlarda ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Ve yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslah etmeyen o aşırı giden kimselerin emrine uymayın.
ARAF 75 : Toplumdan büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen inanmış kişilere dediler ki : “ Siz Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna inanıyor musunuz ? “ Onlar “ Kesinlikle biz onunla gönderilene inanıyoruz. ! “ dediler. 76 : Büyüklük taslayan o kimseler, “ Biz sizin inandığınızı kesinlikle bilerek reddeden kimseleriz. “ dediler. Neml Sûresinin 45. ayetinde de “ Hemen birbirleriyle çekişen iki grup oluverdiler. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi inananlar ve muktedirlerden, zenginlerden, onların yandaşlarından oluşan inanmayanlarla kavim içerisinde iki karşıt grup ortaya çıkmış, bütün peygamberlerin ve bizim peygamberimizin de ardından toplumlar inananlar ve inanmayanlar olarak bölünmüşlerdir. Her peygamber zamanında da Allah’ın lütfettiği o kadar çok çeşitli nimetlere karşı nankörlük eden oranın güçlüleri, zenginleri ve din adamlarıyla önderleri, reddetmenin ve inkârın öncüleri olmuşlardır.
ARAF 79 : Salih, o zaman onlara yüz çevirdi ve “ Ey toplumum ! Andolsun ki ben size Rabbimin gönderdiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz. “ dedi.
ŞUARA 153 : Onlar dediler ki sen kesinlikle büyülenmişlerdensin ! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir alamet / gösterge / mucize getir.
HUD 63 : Salih dedi ki : Ey toplumum ! Eğer ben Rabbimden apaçık delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse… Bu durum karşısında O’na asi olursam beni Allah’tan kim korur ? O zaman sizin de bana zarardan başka katkınız olmaz. 64 : Ve ey toplumum ! İşte size alamet / gösterge / mucize olarak nakatullah / Allah’ın dişi devesi, salat / mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma, toplumu aydınlatma, paylaşma, dayanışma ve yardımlaşma ile kurumları ayakta tutma görevi. Artık onu bırakın, Allah’ın yeryüzünde yayılsın. / uygulansın Ve ona kötülük dokundurmayın. Sonra sizi yakın bir azap yakalayıverir.
ARAF 73 : Andolsun ki Biz, Semud’a da kardeşleri Salih’i elçi olarak gönderdik. O dedi ki Ey toplumum ! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir kanıt geldi. İşte bu nakatullah / Allah’ın devesi, Sosyal yardım ve destek ilkesi. Sizin için bir ayettir. Bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yayılsın, yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir.
Yukarıdaki ayetlerin ifadelerine benzer ifadelerin ve uyarıların yer aldığı Kamer Sûresinin 27 – 28. ayetlerinde de “ Şüphesiz Biz onlara kendilerine fitne / arınmak, saflaşmak, olgunlaşmak için bir görev olmak üzere en nakah / dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözetle ve sabırlı ol. Ve onlara o suyun kendi aralarında pay edilmiş olduğunu haber ver. Her içiş hazır kılınmıştır. “ şeklinde yer alan ifadeler, bu ayetlerin orijinalinin normal lafız karşılıklarıdır. Ve bu karşılık gereği de bir çok mealde bu ifadeler ve Araf Sûresinin 73. ayetinde de bizim Allah’ın devesi olarak aktardığımız ifade, düz mantıkla doğrudan doğruya aynen mucize olarak kabul edilip, bu kavme üstelik de kayanın doğurduğu dişi devenin gönderildiği çevirileri yapılmaktadır. Halbuki Allah'ın yaratmış olduğu her şey zaten mucizedir, ayettir, belgedir. Ayetlerin orijinalinde yer alan ve dişi deve anlamında olan “ en nakah “ çöl iklimi altında göçebe yaşayanlar ve hayvancılıkla geçinenler için, eti, sütü ve gücü itibariyle çok değerli olan ve neredeyse hayatın vazgeçilemeyecek bir parçası olarak görülen 5 yaşına girmiş dişi develerdir. Bu ayetlerin orijinalinde yer alan “ dişi deve “ Salih peygamberin değil, ayetin orijinalinde " nakatullah " ifadesinde gördüğümüz gibi Allah’ın devesidir. Herhangi bir şeyin veya yerin Allah’a izafe edilmesi, o şeyin veya yerin halka, kamuya, tüm insanlığa ait olduğu anlamına gelir. Nasıl ki Mekke’deki Beytullah, ( Allah’ın evi, Kâbe ) hiç kimseye ait olmayan, hiç kimsenin sahiplenemeyeceği, herkesin hür ve eşit olduğu, Allah’ın belirlediği esaslar dışında davranılamayacağı bir yer ise, Allah’ın Devesi denilen develer de, o günkü şartlarda toplumun fakirlerinin, yetimlerinin, miskinlerinin, kısaca ihtiyacı olan herkesin ortak ve serbestçe yararlandığı, et, süt ihtiyacının giderildiği, aslında bir çok devenin belki de çiftlik gibi bir yerde yapılan bağışlarla toplanarak kamu malı olarak kullanılan develerdir. İnsanların o bölgelerdeki çöl iklimine uygun olarak yararlanabilmesi için develer zaten Allah tarafından yaratılmıştır.
Allah’ın Devesi ifadesinin bu anlamda karşılık bulduğu çağdaş anlayış ise, bugünkü Sosyal Güvenlik Kurumlarıdır. Kısaca Salat ( destekleşme, yardımlaşma, paylaşma ) ve Salatın ikâme edilmesi ( Sosyal Yardım, dayanışma ve Eğitim Kurumlarının ayakta tutulması ) bunun için de zekât, vergi ve infak, bağış yardımlarıyla devamlılığının sağlanması gerektiğinin mecazi anlatımıdır. Ayetin orijinalinde ( elmai ) ifadesiyle yer alan “ su “ sözcüğünün önünde bulunan “ el “ belirlilik takısı da kastedilen suyun, bildiğimiz içme ve kullanma suyu olarak anlaşılmamasını gerektirmektedir. Zaten Araf Sûresinin 74. ayetinde “ Ve düşünün ki sizi Ad’dan sonra halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. O’nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarını evler halinde yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde kargaşa çıkaranlar olarak taşkınlık yapmayın. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi de Semud Kavminin büyük bir uygarlığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 27. ayette dile getirilen “ Beş yaşındaki dişi deve “ nasıl sıradan bildiğimiz tek bir deve değil ise, o su da bildiğimiz su değildir. O su, mecazi olarak ülkedeki gelir ve servetin toplamı, suyun paylaşımı da, develerden elde edilen etin, sütün, her türlü kamu gelirlerinin ve servetin adil dağılımını ifade eder. Şuara Sûresinin 155. ayetinde “ Salih, işte bu destek kurumudur, onun yaşaması için desteklenmesi gerekir. Kazancınızın bir bölümü onun için ayrılmalıdır. Onu ayakta tutun. Yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir. Dedi. “ ifadelerinin yer aldığı ayetin orijinalinde “ şirb “ ( içişler ) ifadesi yer almaktadır. Bu ifade düz mantıkla kabul edildiği gibi, suyun içilmesinin paylaşılması değil, aslında destek olmaya, katılıma yöneliktir. Yani bu ifadeyle herkesin kazancının bir bölümünü “ en nakah “ dişi deve için ( Salatın ikame edilebilmesi, destekleşme, paylaşma ve dayanışmanın sağlanabilmesi için ) verilmesinin gerektiği kastedilmektedir. Bu da kamu hazinesini güçlendirmek için bir vergi, ya da bağış ile Sosyal Yardım Kurumlarına bir katkı demektir. Bu nedenlerden dolayı da yukarıda gerçek lafzıyla yer verdiğimiz Kamer Sûresinin 27 – 28. ayetlerinin “ Şüphesiz Biz onlara kendilerine görev olmak üzere sosyal destek kurumları kurmalarını ve onlara bu kurumları ayakta tutacak zekât ; vergi ve harcamada bulunma görevlerinin kendi aralarında pay edilmiş olduğunu haber ver ; herkesin kamuya ne miktarda katkıda bulunacağı da belirlenmiştir. “ ifadeleriyle meallendirilmesi hayatın ve toplu yaşamanın gerçekleri ile daha uyumlu bir yaklaşım olur.
Eğer bu ayetlerin orijinalinde yer alan “ dişi deve “ sözcükleri düz mantıkla sadece deve ve lafız karşılıkları ile, ayette yer alan “ su “ ifadesi de gerçek içme ve kullanma suyu olarak kabul edilir ve buna göre değerlendirilirse, yukarıdaki ayetlerde aktarılan ayetlerle gördüğümüz böylesine güçlü medeniyet oluşturmuş koskoca bir kavmi üç beş deve çobanına indirgemek, koskoca bir uygarlığı da küçük bir kuyuya veya pınara mahkûmmuş gibi göstermek anlamına gelir ki, bu akla, mantığa, Kur’anın bize asıl aktarmak istediği mesajlara ters düşer. Semud Kavmi ile ilgili ayetlerin ifadelerinden ve bize aktardıklarından anlaşılıyor ki, toplumsal düzen için salatın uygulanması ve ikame edilmesine yönelik kurallar, bizim Peygamberimize de dayatıldığı gibi, anlaşılmaktadır ki benzer şekilde Salih Peygamber aracılığı ile ilk kez bu kavme yükümlülük olarak gönderilmiştir. Peki Semud kavmi, üzerilerine yüklenen bu sorumluluğu, bu öğüdü yerine getirmiş, Salatın / paylaşma, destekleşme ve yardımlaşmanın gereğini yerine getirmiş ve devamlılığını sağlayabilmiş midir ? Ayetlerden anlayacağımız gibi hayır !
ŞEMS 11 – 15 : Semud azgınlığı sebebiyle yalanladı. 12 : Ahirette en mutsuz olacak olanları / önderleri görevi kabul edip gittiği zaman, 13 : Allah’ın elçisi onlara demişti ki, 14 : Allah’ın devesine önem verin ! Ve onun su içmesini ve yaşamasını sağlayın. 15 : Fakat onlar yalanladılar, bunun sonucundan korkmayarak da Allah’ın Devesini, inciklerini kesip öldürdüler.
Kamer Sûresinin 29. ayetinde de “ Bunun üzerine arkadaşlarına / Yöneticilerine seslendiler. O da alacağını alıp sosyal yardım kurumları ayakta tutan gelir kaynaklarını kurutarak sistemi çökertiverdi. “ ifadeleriyle dile getirilirken, devenin öldürülmesi ayetin orijinalinde “ akara “ fiili ile belirtilmiştir. Akara fiilinin kökü olan “ akr “ sözcüğü, Arap toplumunda deve, at, sığır ve koyun gibi büyük ve küçük baş hayvanları keserken önce kılıçla hayvanın inciklerini kesip sonra da yere yıkılan hayvanı boğazladıklarından dolayı, bu sözcük de hayvan kesiminin birinci aşamasını anlatmak için kullanılır. Bütün bu bilgiler ışığında devenin kamu yararına çalışan bir hayvan olduğunu düşünecek olursak Allah’ın Devesinin, Semud Kavmi tarafından ayakta durmasını sağlayan organlarının kesilerek ortadan kaldırıldığı anlaşılır. Kur’an bizim hayatımızın içinde de yaşayan bir öğüt Kitabı olduğuna göre bu anlam, bugünün koşullarına da taşındığında, bugünkü Sosyal dayanışmayı, yardımlaşmayı gerektiren Kamu Kurumları niteliğinde olup, develerin yok edilmesiyle bu kurumları ayakta tutan vergi, aidat, bağış, zekât gibi gelir kaynaklarının kesilmesini, ödenmemesini, verginin çalınmasını ya da yolsuzlukla yok edilmesini düşündürmektedir. Bu nedenle mesaj, bütün insanlığa ve toplumlara yöneliktir.
ARAF 77 : Hemencecik de o sosyal yardım ve destek kurumlarını ayakta tutan gelir kaynaklarını kuruttular ve büyüklenerek Rabblerinin buyruğundan dışarı çıktılar ve ey Salih ! Eğer gerçekten gönderilen elçilerden isen, bizi tehdit ettiğini getir bize ! “ dediler.
NEML 46 : Salih dedi ki : Ey toplumum ! İyilikten önce niçin kötülüğü çabuklaştırmak istiyorsunuz ? Merhamet olunmanız için Allah’tan bağışlanma dileseniz ne olur ! 47 : Onlar “ Seni ve beraberindekileri başımıza gelenlerden dolayı uğursuzluk belirtisi sayıyoruz. “ dediler. Salih “ Uğursuzluğunuz Allah katındandır. Daha doğrusu siz, kendini ateşe atan / imtihana çekilen bir topluluksunuz “ dedi. 48 : Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, dokuz kişilik bir grup vardı. 49 : Allah’a yeminleşerek “ Gece O’na ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velisine / haklarını koruyacak yakınlarına “ Biz o ailenin yok edilişine şahit olmadık / Olay sırasında orada değildik ve biz kesinlikle doğru olanlarız diyeceğiz. “ dediler.
47. ayetin orijinalinde yer alan “ tatayyür “ sözcüğü “ tayr “ ( kuş ) sözcüğünün türevlerindendir. Ve uğursuzluk anlamında kullanılır. Bu anlayış, hurafeler ve kuruntular peşinde süründükleri için imana kavuşamamış, ilkel ve cahil Arap toplumlarında geleneklerden biri haline gelmiş, bu anlayışın pençesine düşmüş, uğursuzluğa en düşkün bilinçsiz insanlar, bir iş yapmak istediklerinde bir kuşun hareketlerine sığınmayı alışkanlık edinmişlerdir. Bu inanç ve yapı ile bir yolculuğa çıkacaklarında bile özel olarak ürküterek uçurdukları kuşun, sola doğru uçması halinde bunu uğursuzluk sayarak yolculuktan vazgeçilir, ancak kuşun sağa doğru uçması halinde ise bunu uğur sayarak yolculuğa koyulurlardı. Bu nedenle de Yasin Sûresinin 18. ayetinde “ O kentin halkı dediler ki, Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, andolsun ki sizi taşlayarak öldürürüz. Ve kesinlikle bizden size çok acıklı bir azap dokunur. ” ifadeleriyle yapılan öğütler elbette ki Kur’anı anlamak üzere okumayan bir çok Müslüman tarafından maalesef pek dikkate alınmamaktadır.
HUD 65 : Derken onlar yaşam kaynaklarını kurutarak öldürdüler. Bunun üzerine Salih dedi ki : “ Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. İşte bu yalanlanmayacak bir vaattir. 66 : Artık ne zaman ki emrimiz geldi, Salih’i ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz ki senin Rabbin, O güçlü, mutlak üstün olandır. 67 : Ve şirk koşarak yanlış / kendi zararlarına iş yapan o kimseleri korkunç bir gürültü yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. 68 : Sanki orada hiç zengince yaşamamışlardı. Haberiniz olsun ! Hiç şüphesiz Semud toplumu gerçekten Rabblerine inanmadılar. Haberiniz olsun ! Semud için uzaklık verildi.
NEML 50 : Ve onlar böyle bir tuzak kurdular. Şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık. 51 : İşte bak ! Onların tuzaklarının akıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik. 52 : İşte onların şirk koşmak suretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpızsız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alamet / gösterge vardır. 53 : İman eden ve Allah’ın koruması altına girmiş olan kişileri de kurtardık.
ARAF 78 : Bunun üzerine hemen onları, şiddetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
KAMER 30 : Peki azabım ve uyarılar nasılmış ? 31 : Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik. Ağılcının topladığı çalı çırpı gibi oluverdiler. 32 : Andolsun Biz Kur’anı düşünme / öğüt için kolaylaştırdık / hazırladık. O halde var mı ibret alıp düşünen ?
Araf 78, Neml 52. Kamer 31. ayetlerinde Semud kavminin uğradığı felaketleri anlatmak için, şiddetli sarsıntı ve bu sarsıntının yol açtığı korkunç olaylar ayetlerin orijinalinde mecazi olarak “ recfe “ sözcüğü ile ifade edilmiştir. Kamer Sûresinin 31. ayetinde yapılan çalı çırpı benzetmesi de düşünülmesi gereken çok etkili anlamları içermektedir. Ayetin orijinalinde “ muhtezir “ sözcüğü hazırlık yapan ağılcı, çoban demektir. Çobanın bu hazırlığı ise, ya hayvanlarını ısıtmak ve ateş yakmak için, ya da ağıl denilen barınak üzerini örterek kurutmak veya korunmak için gibi bir şeyleri amaç edinerek yaptığı çalı çırpı toplaması işidir. Bu nedenle helak edilenlerin akıbetinin de çobanın amacındaki yanmış çalı çırpı veya kurumuş dallar gibi olacağı anlatılmaya çalışılmaktadır. Eğer bu mecazi anlatımın ayrıntıları doğru olarak anlaşılabilirse sonuç çok ürkütücüdür, ürperticidir. Bu nedenle Kur’an ayetlerinin gerçek mesajına ulaşabilen ve öğüt alabilenlerin hemen bu ayetlerin ardından dikkatlerinin Kur’ana çekilmesi, Kur’an üzerinde düşünmeye ve Kur’anın gerçeklerini irdelemeye yönelmesi gerekir. Çünkü Kur’an masalların, mesnetsiz hurafelerin kitabı değildir. Bu nedenledir ki 32. ayette de anlamak ve öğüt almak üzere okumak isteyenler, Kur’ana yönlendirilmektedir. Bunlara bağlı olarak da yine Zariyat Sûresinin 43 – 45. ayetlerinde “ Semud’da da alametler / göstergeler vardır. Bir zaman onlara, Belirli bir süreye kadar yararlanın denmişti. Sonra onlar Rabblerinin emrinden çıktılar da kendilerini bakıp dururlarken yıldırım yakalayıverdi. Artık onlar kendilerini toparlayacak her hangi bir güce sahip olmadılar. Yardım görenler de olmadılar. “ ifadeleriyle önce Mekke müşriklerine ve ardından da bu günün biz Müslümanlarına gerekli uyarılar gönderilmeye çalışılmaktadır.
Bu ayetlerde ve Salih Peygamber kıssasında, Peygamberlere uymayan ve reddeden, Allah'ın ayetlerini, yasaklarını ve koyduğu ölçüleri inkâr eden Semud Kavminin sonunun, azgınlıklarının ve sapkınlıklarının neler olduğu, nasıl ve neden helâk edildikleri, Salih Peygamber ve onunla birlikte iman etmiş olanların kurtarıldığı, diğerlerinin ise mahvedilerek, sanki orada hiç yaşamamışlar gibi adlarının sanlarının izlerinin yok olup gittiği anlatılmaktadır. Hud Sûresinin 65 – 68 ayetlerindeki ifadelerle belirtildiği gibi Semud Kavminin helâk edilmesi / yıkıma uğratılması / yok olması gerçekten de müthiş olmuştur. Kıssanın tümü dikkate alındığında Semud kavminin işlediği suçlar ; * Fussilet Sûresinin 17 – 18. ayetlerinde “ Semud’a gelince, İşte Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yol üzerine sevip tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları şeyler sebebiyle alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi. Ve Biz iman etmiş ve Allah’ın koruması altına girmiş olan kimseleri kurtardık. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, Körlüğü doğru yola tercih etmek. * Allah’ın Devesini öldürmek / Kamuya ve tüm insanlara ait olan haklara el koymak, ihtiyacı olan insanları bu haklardan mahrum bırakmak. * Elçilik misyonunu ve elçileri yalanlamak. Şeklinde ana hatlarıyla belirlenmektedir. Bu ayetlerle o kavimden geriye sadece ibret verici bir kıssanın kaldığı vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak Salih Peygamber zamanında elbette ki Sünnetullaha, Allah’ın yaratma, Fizik, Biyoloji kanunlarına aykırı olarak hurafelerde ve rivayetlerde masal olarak anlatıldığı gibi, kayadan gerçekten bir deve çıkmamıştır. Bütün develerin sahibi, su depolayan hörgücü, uzun, güçlü, kuma batmayan ayak yapısı, göz kapaklarının özelliğine varıncaya kadar çöl ikliminin koşullarına uygun tasarımı ile bir mucize olarak onları yaratan, insanların hizmetine veren Yüce Rabbimiz Allah'tır. Develer istenildiği zaman kesilebilir, eti yenilebilir, sütünden, gücünden yararlanılabilir, bir araya toplanan develerin nimetlerinden ihtiyacı olan fakirler, miskinler yararlandırılır, böylece salatın / destekleşme, yardımlaşma, paylaşma ve dayanışmanın ikamesi sağlanır. Salih Peygamber kıssasındaki deve ise, o kavme ve bütün insanlık boyunca insanlığa konulan Allah'ın yasaklarının, ölçülerinin, hükümlerinin, sınırlarının genel olarak sembolüdür. Verilmek istenen mesaj, sınırı ve haddi aşıp kamu malına Allah'ın koyduğu yasaklarını çiğneyenler, Allah'ın koyduğu, hakim kıldığı yasalarla çiğnenirler, yerle bir dümdüz edilirler. Her dönemde toplumların hayatının sağlıklı yürüdüğü, nimetleri hakça paylaşmanın olduğu, huzurun, barışın tesis edildiği bir düzen içerisinde, adaletle yürüyebilmesi için Allah'ın koyduğu her yasak, Semud Kavmine gönderilen dişi deve gibidir. Gücü elinde bulunduran muktedirlerce Allah'ın yasaklarını umursamayanlar, Allah'ın koyduğu ölçülerin dışına çıkanlar, bu sayede de sorumsuz bir hayat yaşayanlar, Allah'ın verdiği mülk üzerinden kibre bürünüp isyan edenler, Allah'ın hakimiyetine ortak olanlar, üç günlük yalan dünya deyip malı götüren, çalıp çırpan hokkabazlar, belki de üç gün dolmadan ayette de belirtildiği gibi mutlaka Semud Kavminin başına gelen sonu yaşarlar. Tekasür Sûresinde de belirtildiği gibi bencilliğin, çoklukla yarışın sonunda kendi dünyalarını da, Ahiret hayatlarını da kendi elleriyle Cehenneme çevirirler.
Salih peygamber kıssasında asıl sorun devenin suyu içip azaltması değil, muktedirlerin, her dönemde ve her toplumda gücü elinde bulunduranların oturdukları çeşme başına Allah'ın hakimiyetinin müdahalesi, deveye koyduğu yasaklarla Allah'ın müdahil olması idi. Zannedildi ki deve kesilince, Allah'ın müdahalesi, hakimiyeti sona erecek, meydan boş kalacak, rahat edilecek. Salihatı işleyenler ( Allah adına yanlışı doğruya çevirmeye çalışanlar ) susacak, hizaya gelecek, sömürü ve esaret düzeni devam edecek. Oysa deve kesildikten sonra üç güne kalmadan bir gümbürtü ile kendileri gümbürtüye gittiler, tarihin kara sayfalarına gömüldüler. Eğer çeşitli zamanlarda ve toplumlarda, onların kültürlerine ve yaşam koşullarına göre Kur’anın temsili ve mecazi ifadeler kullanarak bize mesaj ve öğüt olsun diye ele aldığı Peygamber kıssaları, ayetlerde yer alan ifadelerin lafzının düz mantıkla yorumlanması sonucunda mucize ve masal kabulü ile ele alınırsa, eğlence olarak eskilerin masalı gözüyle bakılarak geçiştirilir de ardından gereksiz ve işe yaramayan hurafelerin peşine düşülürse, boş inançlarla oyalanmak, eğlenmek ve Kur’anı öğütleriyle gerçek hayatın içerisinde olması gereken bir yapıdan çıkarmak olur. Elbette ki Semud Kavmi için onca ayetle anlatılmış olan kıssa ile koskoca bir medeniyet, sadece bir deveye ve içip tükettiği kuyu suyuna mal edilemez. Kur’anımızı gerçek mesajına yönelik olarak okuyabilen, anlayabilen, aklını kullanarak tefekkür ederek düşünce zinciri ile fikir üretebilen, gerçek öğütleri alarak Allah'ın koyduğu yasaklarına uyup, hayatının rehberi yapabilenlere selam olsun. Allah’ın rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR