Ülkemizin nüfusunun büyük bir çoğunluğu “ Elhamdülillah Müslümanım “ diyor. Müslümanlığın gereği olarak da köyde, kentte her mahalleden minareler yükseliyor, beş vakitte ezan sesleri gümbür gümbür duyuluyor, Cuma ve Bayram günleri, Kandil geceleri, Ramazan geceleri Camiler hınca hınç doluyor, selalar veriliyor, namazlar kılınıyor, mukabeleler yapılıyor, Kur’an hatimleri indiriliyor, adaklar adanıyor, kurbanlar kesiliyor, oruçlar tutuluyor, akın akın Umre ve Hacca gidiliyor. Adeta daha ne olsun denilir gibi bir çok ritüel, Dinimizin gerekleri denilerek yerine getiriliyor. Kılık, kıyafet, şalvar, başörtüsü, sakal, cüppe, takke, tespih ile Arap hayranlığına dayanan görüntüler de tamam, neredeyse herkes de Dini çok iyi bilen ve yaşayan dindar olarak görünüyor. Ama Zümer Sûresinin 11 – 12. ayetlerinde “ De ki : Ben kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi. “ ifadelerinde belirtilerek, Kur’anın nuru ile aydınlatılan, fazileti ile taçlandırılan, vahyin öğretileri ile eğitilmiş ve yoğrulmuş olan, sadece Allah'ın Hakk Dini İslam'a özgü yaşayan Peygamberimizin Müslümanlığı, geçen yüzyıllarca zaman içerisinde Sünnetinden vazgeçemeyiz deyip çoğunlukla Kur'anı anlamak için hiç okutulmayan, geri planda bırakılan, içinde nelerin olduğunu çoğunlukla bilmeyen, uydurma hadis ve rivayetlerle donatılarak yapısı bozulan Kur'anın İslam'ı, acaba mütedeyyin insanlarımıza hangi ölçülerde yansıyabilmiştir ? !...
Halbuki yaşanılan, tanık olunan Dine bakılınca Kur’anın tanımlamalarına göre Kur'anı anlamak üzere okuyup ayetleriyle bilgilenen, sorgulayan, araştıran, düşünen, tahkiki iman sahibi olmuş az da olsa, belki de ancak yüzde bir oranında gerçek Müslüman var, çoğunlukla anlamak üzere okumadığı için Kur'andan hiç bilgisi olmayan, sorgulamayan, aklını kullanmayan, kulaktan dolma başkalarının naklettiği bilgilerle taklidi imanla yaşayan Müslüman var, gerektiği zamanda ve zeminde bir öyle bir böyle olan münafık ( iki yüzlü ) gösteriş içerisinde yaşayan riyakâr Müslüman var, kâfir ( Allah’ın ayetlerini görmemezlikten gelen veya inkâr eden, ortak koşarak şirk batağının içine gömülmüş, Mezhep, Tarikat, Cemaat bölünmeleriyle Dinde ayrılığa düşmüş olduğunun bile farkında olmayan ) büyük çoğunlukta Müslüman var. Bu nedenle Yüce Kitabımız Kur’anda öğüt verilerek eğitilecek olan insanlara hiç bir ayette “ Ey Müslümanlar ! “ diye değil de, “ Ey insanlar !, Ey iman edenler ! “ Ey kâfirler şeklinde hitap edilmektedir. Böyle olunca bugün toplumumuzda yaşanan dinlere, toplumun çoğunluğunca uygulanan, kabul edilen, Kur’anın ve İslam'ın getirilmiş olduğu konumuna, bütün bunların yanı sıra Kur'anımızın içeriğine, verilen öğüt ve mesajlarına göre, Gerçek Din Nereden Öğrenilir ? sorgulamasının yapılması kaçınılmaz bir konu olarak önümüze çıkmaktadır.
İnsanların Dini öğrenme kaynakları, * Aileden * Toplumsal çevreden * Atalardan * Okuldan * Kur’an kurslarından * Camideki dini sohbetlerden * Tarikat ve Cemaat Önderlerinin sohbetlerinden ve eğitiminden * Din Alimi denilen Kanaat önderlerinin kitap ve anlatımlarından * Televizyon, radyo, internet gibi sosyal medya araçlarından kulaktan dolma olmak üzere ama doğrusuyla, ama yanlışıyla oldukça çeşitlidir ve çok sayıdadır. Ülkemizde ise bin iki yüz yıldır genellikle önderler tarafından bizzat Kur’anın kendisi Dinin kaynağı olarak görülmediği ve gösterilmediği için de bu kadar çok çeşitli kaynaklara rağmen, Dinin öğretilmesinde sohbet ve toplantılarıyla önemli bir etken olarak devreye girmesiyle Tarikat ve Cemaatler en ön safa geçmişlerdir. Bu grupların etkisi altında kalan insanlarda bu sohbet ve toplantılarla dini bilgilerini arttırdıkları, imanlarını güçlendirdikleri inancı hakim olmuş, Sünneti Seniye denilip, uydurulmuş mitolojik keramet, hadis ve rivayetlerle donatılmış Cemaat ve Tarikatlar, dini eğitim konusunda bir okul gibi algılanmış, vazgeçilemez bir kurum haline getirilmiştir. Kur’anımızda Ali İmran Sûresinin 19. ayetinde “ Şüphesiz Allah katında din İslam’dır. “ aynı Sûrenin 85. ayetinde de “ Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, o din ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. “ ifadeleriyle yapılan uyarıya rağmen, Rabbimizin Halis, Hakk Din olarak belirttiği İslam, tarihin hiç bir döneminde ülkemiz insanlarının hayatına maalesef Kur’an öğretisi ile değil, paramparça edilmiş Mezhep, Cemaat ve Tarikat gruplarında Sufilik ve Tasavvuf inancı temelinde dayatılmış uydurma keramet, hadis ve rivayetlerle Sünneti Seniye denilerek, gerçek yapısından saptırılarak bambaşka dinler halinde girmiştir. Oysa Gerçek Hakk Din olan İslam, ne Okuldan, ne Camiden, ne Aileden, ne Medya kanallarından, ne Mezheplerden, ne de Cemaatlerden başkalarının nakli ve kulaktan dolma ile öğrenilmez. Rüşt yaşına gelindiğinde ancak Kur'anın anlaşılan dilde okunup süzgeçten geçirilmesi, tahkik edilmesi, düşünülüp sorgulanabilmesi ile öğrenilebilir.
Ülkemizde bugün Dini eğitim açısından gelinen noktada aslında Dinimizin temel ve yegâne kaynağı olması gereken Kur’an, maalesef “ Abdestsiz Kur'ana el sürülmez, Siz Kur’anı anlamazsınız, Kur’andan din öğrenilmez, her aradığınızı Kur'anda bulamazsınız, Kur’an mealinden hatim olmaz, Arapça indirildiği için Kur’an Arapça okunur her harfine on sevap kazanılır, Kur’an Tecvit ve mahreç kuralları ile Arapça okunur gibi dayatma ve yönlendirmelerle tamamen geri planda bırakılarak adeta terk ettirilerek ülkemizin her köşesini kuşatmış Mezhep, Tarikat ve Cemaatlerin kullandıkları argümanlar, söylemler, okuma alışkanlığı yeterli düzeyde olmayan, biat kültürüne yatkın toplumumuzda etkili ve egemen olmakta, anlaşılarak okunması adeta yasaklanan Kur’anın yerine Ehli Sünnet Mezheplerinin ortaya koyduğu fetva, hadis, rivayet ve risalelerle Dini öğretim sağlanmaktadır. Halbuki unutulmamalıdır ki birilerinin veya bazı zümrelerin Kur'anı ve Allah'ı yeterli görmemesi, Allah'ın baş düşman olarak ilan ettiği zulmün, küfrün ve Şirkin ta kendisidir. Bu yapıda Nakşibendi Tarikatının bir kolu olan Örneğin ; İslam ve İhsan.com Osman Nuri Topbaş İmam Rabbani Erkam Yayınları linkinde “ Din Nereden Öğrenilir “ sorusuna verilen açıklamalara bir bakalım ;
İslam’a Kur’ana uymak, dini öğrenmek, meal ve tefsir okumakla değil, ancak hak olan bir Mezhebe ait hükümleri öğrenmekle olur. Bir kimse Kur’anı Kerim’den tefsirden anladığına uyarsa İslam’a uymuş olmaz. Kur’anı Kerim’de her hüküm var ise de bunları doğru olarak Resülullah Efendimiz açıklamıştır. Resülullah’a uymak farzdır. ( Ali İmran 31, Araf 158, Nisa 80 ) Nice hakikatleri görmezden gelen bedbahtlar - Güya Kur’ana uyma adı altında - dini budayıp onu kendi sığ görüşlerine uydurmaya kalkışmaktadırlar. İlim ve İrfanda çırakları bile olamayacakları büyük birer üstat olan Müctehid ( hükümde içtihat yapabilen ) İmamları da saygısızca tenkit edebilmektedirler. Bu bakımdan dini tahsilde bulunan genç kardeşlerimizin bu hususta uyanık olmaları, dini kimden öğreneceklerine çok dikkat etmeleri lazımdır. Zira Peygamber Efendimiz çok sevdiği sahabelerden olan Abdullah bin Ömer’e ( r.a. ) şu ikazda bulunmuştur. “ Ey İbn i Ömer ! Dinine iyi sarıl ! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dinini kimden öğrendiğine dikkat et ! Dini ilimleri ve hükümleri, istikamet ehli alimlerden al. Sağa sola meyledenlerden olma ! “ Bize Kur’an yeter ! diyerek zahiren suret i haktan görünen bu sloganla, Kur’anı Kerim’in tafsili, tefsiri, şerhi ve hayata tatbiki demek olan sünneti dışlamakta ve kendilerince bir “ Kur’an İslam’ı “ icat etmeye çalışmaktadırlar. Halbuki Resulullah ( s.a.v. ) Efendimiz Kur’anı ön plana sürerek asıl maksatlarını gizlemeye çalışan “ Din Alimi “ kisveli bu “ din tahrifçilerine “ şöyle işaret buyurmaktadır. * “ Dikkat edin bana Kitap ve onun bir misli verildi. Dikkat edin ! karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size “ Bu Kur’ana uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır. Başka kaynağa ihtiyacınız yoktur ! demesi yakındır. Dikkat edin ! Allah’ın Elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir. “ ( Ebu Davut Sünnet 6, Tirmizi İlim 10 ) uydurma hadisleriyle hele hele yaşadığı o dönemde koltuk diye kullanılmayan, gaybin ne olduğunu da bilemeyeceği kavramların devreye sokularak, birçok rivayette olduğu gibi tamamen sonradan oluşturulmuş bir kurgu olduğu çok belli olan, Peygamberimizin adına uydurulmuş bu rivayet örneğinin desteği ile adeta ve resmen Kur'andan din öğrenilmez demeye getirilmiştir.
Biz şimdi başka bir sohbetinde de Peygamberimizi Hira mağarası yolunda ağaç ve taşların selamlayarak konuştuğunu anlatan, yaratılma ve Tabiat kanunlarına aykırı olan bu doğa üstü olaya gerçekmiş gibi inanan, Kur'ana değil de Resulullah'a uymak farzdır diyen ve Resulullah'a da haram kılma yetkisi oluşturan, içine düştüğü küfrün farkında olamayan Muhterem Hocamıza ( Allah selamet versin ) ne diyebiliriz ki ! Dini öğrenmek için bize hak mezheplerden birini ve Alimlerini önermekte ama soralım bakalım “ Dini Yüce Rabbimiz Allah’ın bizzat bu Kitap mubin / apaçık, mufassal / eksiksiz ve tam diyerek peygamberin dahi açıklamasına, ulema denilen kişilerin içtihat dahi yapmasına ihtiyaç bırakmayacak şekilde indirdiği vahyi ile öğrenen Peygamberimizin ve sahabenin mezhebi var mı ? idi. Mezheplerin hangisinin hak olduğuna kimler karar vermektedir ? Kur’anımızda herhangi bir ayette hak mezhep önerisini görebilir misiniz ? Daha önceleri bir eşkıya olduğu söylenen, aslında zengin kervanlardan alıp fakirlere dağıtan, buna rağmen Müslüman olduktan sonra Peygamberin en büyük ahlâk üzerine övdüğü Ebu Zer El Gufari ve Muhterem Hocamızın örnek olarak anlattığı sahabelerden Abdullah bin Ömer ve diğerleri dinlerini Peygamberimiz de dahil Kur’andan değil de, herhangi bir hak mezhebin Aliminden mi ? öğrenmiştir. Peygamberin tebliğ ettiği, anlattığı ve hayatının rehberi yaparak yaşadığı Din, Kur'anın halis dini değil midir ? Halbuki bu çevrelerce anlaşılmak üzere okutulmayıp devre dışı bırakılan Kur’anımızda, Enbiya Sûresinin 50. ayetinde " İşte bu Kur'an da Bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu tanıtmayan, tanınmasını engelleyen kimseler misiniz ? " hatırlatmasıyla birlikte, birçok ayetle Müslümanlara bölünmeyin, gruplara ayrılmayın uyarısı yapılmaktadır. Yine Kur’anımızda Müslümanlar için sadece “ Hakk Din “ önerisi bulunmakta, bunun için Araf Sûresinin 3. ayetinde “ Rabbinizden size indirilene uyun ve O’nun astlarından velilere / yol gösteren, yardım eden ve koruyan sözde yakınlara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz ! “ ifadesiyle yapılan uyarının anlaşılmayacak, Peygamberimiz tarafından açıklanması gereken bir tarafı var mıdır ?
Rum Sûresinin 31 – 32. ayetlerinde “ Kalben O’na yönelenler olarak Allah’ın koruması altına girin, salatı ikâme edin, ortak koşanlardan, dinlerini parça parça bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. Her ayrılıkçı grup kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir. ” Ali İmran Sûresinin 105 – 107. ayetlerinde de “ Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi olmayın. İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı, bir takım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır…” ifadeleri ile yapılan uyarılar, Kur’anı sadece Arapça okuyup hatim ettiğini zannedip ölülerin ruhlarına hediye eden, bu yüzden de tamamen arka plana iterek mezarlıkların Kitabı yapan, hadislerle yatıp kalkıp amel eden Cemaatlerce acaba görmemezlikten mi ? gelinmektedir. Halbuki bu ayetlerde, insanların cahilce taassuplarına, bağnazlıklarına, fanatizmlerine ve yanlış yolda olduklarına işaret edilmektedir. Bu durumda biz şimdi Rabbimizin birçok ayette değindiği ve Zümer Sûresinin 27 – 28. ayetlerinde de “ Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak ; Allah’ın koruması altına girsinler diye bu Kur’anda insanlar için her türlüsünden örnek verdik. “ denilerek üstelik de andolsun ifadesiyle kasem ederek, dikkat çekerek, hidayet rehberi ve öğüt diyerek indirdiği Kitabının ayetlerine mi ? Yoksa Mezhep İmam ve Alimlerinin farklı farklı görüşlerle hadis ve icma diyerek önümüze koyduklarına mı inanalım ? Muhterem Hocamıza hatırlatalım Fussilet Sûresinin 2 – 4. ayetlerinde “ Arapça bir Kur’an, müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir toplum için ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmış / bölüm bölüm ayrılmış, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden, engin merhamet sahibi Allah'tan indirilmiş bir Kitap ! Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi aklın kullanılması için indirilmiş mubin / apaçık, tan ve eksiksiz / mufassal olan Kur’anımızın zaten kendisi tefsirdir. Tefsirin tefsiri olmaz, zaten açıklanmış olan bir şeyi ancak öne çıkarmak olan Tebyini olur.
Bizim gibi Kur’anı anlatmaya çalışanları bedbaht ( sonları kötü olacak ) ve din budayıcısı ve Alimlerin çırakları dahi olamayacak kadar aşağı niteleyen Muhterem Hocamız, bizim alim olmakla, etrafımızda kalabalıkları toplamakla, herhangi bir dünya menfaatini beklemekle zaten bir derdimiz, beklentimiz yoktur. Kimin sonunun nasıl olacağını da ancak Rabbimiz bilir. Araf Sûresinin 164. ayetinde “ Ve hani onların içlerinden bir ümmet / önderli toplum Allah’ın helâk edeceği çetin bir azapla azap edeceği bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz ? dediği vakit, o uyarıda bulunanlar da dediler ki : “ Rabbimize karşı mazeret olsun, bunlar da Allah’ın koruması altına girsinler diye. “ ifadeleriyle yol gösterilmiş olduğundan, biz de belki birkaç kişi okur da Kur’anın doğrularına kavuşur, bu da bizim için Ahiret hesaplaşmasında Rabbimizin katında bir mazeret olur umuduyla kendimizi kurtarmanın peşinde olarak insanlarımıza Kur’anı anlatmaya çalışıyoruz. Muhterem Hocamız ! Ali İmran Sûresinin 31. ayetini örnek verip “ De ki : “ Eğer siz Allah’ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. “ ayetindeki ifadelere bağlı olarak “ Peygamberi sevmek farzdır “ demiş ! Kur’anı anlayarak okuyabilenler elbette ki İslam’ın zaferinin sağlanmasında Resulullahın onca baskılara, tehdit ve saldırılara karşı verdiği mücadelenin büyüklüğünü, sabrının, zekâsının, hoşgörüsünün, Devlet adamlığı vakarının, Vahye uyumunun ve Kur’an ile yoğrulmuş güzel ahlâkının farkındadır, O’nu sayıyordur, takdir ediyordur ve seviyordur. Giyimi, kuşamı, sadeliği, sahabelerin arasında oturduğu yer ile dışarıdan gelen birinin “ Hanginiz Muhammed “ diye sorduktan sonra ancak tanıyabildiği, o kişiye bunu sordurtabilen o yüceliğin, sadeliğin, alçak gönüllülüğün ve güzel ahlâkın timsali olan Peygamberimizden alınacak güzel örneklerin de farkındadır, O’nun Müslümanlara yegâne emaneti olan Kur’anımıza da sahip çıkıyor, üstüne atılan iftiralardan da O’nu arındırmaya çalışıyordur. Ancak örneklediğiniz ayetler gibi Kur'anımızda “ Peygambere uyun “ denilen ayetlerin orijinalindeki Resul Kitap, Resül Nebi ve bazı ayetlerde de Nebi olarak kullanılan hitaplar arasında çok ince bir çizgi ve nüansla ayrılan işlev farkının olduğunun ulema tarafından çok iyi araştırılması, insanların neye uyması gerektiğinin doğru anlaşılarak ortaya konması gerekir. Bu konudaki ayrıntıları ( Terkedilmesinden Korkulan Peygamberin Sünneti Nedir ) başlıklı makalemizde bulabilirsiniz.
Kimin gerçekten müctehit alim olduğunu veya olmadığını ancak Rabbimiz bilir. Fakat tarih boyunca da İslam’ı ve Kur’anı tahrif eden pek çok Alimin yanlış yönlendirmelerinin, içtihatlarının olduğu da bir gerçektir. Buhari, İ'tisam 21. hadisinde " Bir müctehid içtihat eder ve içtihadında isabet ederse iki sevap, hata ederse bir sevap kazanır. " uydurma hadisine göre şimdi bunlar sevapları paylaşmış mı oldular ? Keşke Kehf Sûresinin 26. ayetinde “ Allah hükmüne kimseyi ortak etmez. “ denildiği gibi ve Nahl Sûresinin 116. ayetinde “ Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah’a yalan uydurmak için, şu helâldır, şu haramdır demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflâh olmazlar. “ ifadelerinde belirtildiği gibi, peygamber de dahil hiç kimse dinde hüküm koymaya, yasak olan şeyi helâl kılmaya, helâl kılınan şeyi de haram etmeye, yasaklamaya yetkili olmadığı halde Cemaatler eliyle Peygamberimize haram kılma yetkisi verilip Allah'ın ortağı yapılmasaydı. Kur’an ayetlerinin onca uyarısına rağmen Allah’ın Hakk Dini param parça edilip bölünmeseydi. Bir çok ayette Peygamberimize “ Ben gaybı bilmem, ben bir beşerim " dedirttirildiği halde kendisinin adına vefatından sonra “ Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak namaz kıldıkları halde 72 si helâk olacak. “ ifadelerinin yer aldığı ve Emevi Arap dayatmasının bir sonucu olarak kurulan “ Ehli Sünnet Vel Cemaat “ mezhebinin bir uydurması olan hadisin peşinden gidilmeseydi. Zira her mezhep mensubu veya Cemaat, Rabbimizin de belirttiği gibi, kendi grubunun en iyi itikatta ve amelde olduğunu düşünmekte, diğerlerini karalamakta, farzlar, vacipler, sünnetler konusunda her amel için farklı sayılarda içtihatlar yapmaktadırlar. Birinin olur dediğine diğeri hayır diyebilmektedir.
Tarih boyunca ve günümüzde de Orta doğuda kan gövdeyi götürmüş bir şekilde Müslümanın Müslümanı katlederek öldürdüğü savaşlar da, Mezhep savaşları da bu yüzden olmamış mıdır ? Bu dökülen kanların, dinde onca yaşanan yanlışların vebali kime olacaktır ? Dinde sorumlu olan yetkililerin Mezheplerin farklı içtihat ve yorumları Dinimizin zenginliğidir diyerek savunması, Kur'anımızın bölünmeler konusundaki onlarca ayetin uyarısını ortadan kaldırabilir mi ? Muhterem Hocamıza soralım. Ebu Davud ve Tirmizi'nin naklettiği, üzerine de İbn Mace'nin ilave yaptığı uydurma hadisin etkisinden kurtulamayarak Peygamberimizin üzerine atfedilerek “ Dikkat edin bana Kitap ve onun bir misli daha hüküm verildi. “ dedirtildiği uydurma ifadeler de ne anlama gelmektedir ? Maide Sûresinin 67. ayetinde “ Ey Resul ! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, o zaman O’nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. “ denilerek yapılan uyarıya, Hakka Sûresinin 44 - 47. ayetlerinde " Eğer Elçi, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız. " tehdidine rağmen Peygamberimizin indirilen vahye kendiliğinden ilave etmesi veya vahyin bir kısmını kendisinde tutup insanlara tebliğ etmemiş olarak böyle bir isyanın içinde olması mümkün müdür ? Peşinden gidilen bu rivayet kesinlikle uydurmadır, Peygamberi yücelteceğiz derken üstüne atılan en büyük iftiralardan biridir. Biz her türlü görüşlere ve inançlara saygı duyarız, ama her inancın Hakk Din olmadığını da biliriz, dileyen dilediğine inanır veya inanmaz, hurafe ve söylentileri Kur'anın önüne geçiren sizin gibilere, Rabbimiz'den hidayet dileklerimizi iletiyoruz.
Yine bu konularda önerilerde bulunan, Kur’anı geri planda bırakan hadis ve rivayet inancıyla amel eden aynı yapıdaki merkezden bir başka söylemlerde görelim neler anlatılmaktadır. “ Din bilgilerini öğrenmek, meal ve tefsir okumakla değil, ancak dört hak mezhepten birine uymak, bu mezhebe ait hükümleri öğrenmekle olur. Asırlardan beri bütün İslam Alimleri dört Mezhepten birine uymuşlar ve Müslümanların da uymaları gerektiğini bildirmişlerdir. Hadisi Şerifler Kur’anı Kerimi açıklar, Mezhep imamları da hadisi şerifleri açıklamışlardır. Tahareti, namazların kaç rekât olduğunu, rükû ve secdelerde okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisabını, orucun ve Haccın farzlarını Kur’anı Kerimden öğrenmek mümkün değildir. * İmran Bin Husayn Hazretleri “ Bize yalnız Kur’andan söyle “ diyene “ Ey ahmak, Kur’anı kerimde namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin ? " buyurdu. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın alimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için sapıttılar. Alimler sapıtınca onlara uyanlara uyanların halinin ne olacağı da bellidir. Kur’anı Kerimin ve Hadis i Şeriflerin manalarını herkes doğru anlayabilseydi 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. O halde Kur’anı Kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, Din Alimlerinin kelam, fıkıh ve ahlâk kitaplarını veya bunlardan hazırlanmış olan ilmihal Kitaplarını okuması gerekir.( Hadika m.turkiye gazetesi.com.tr. Salim Koklu )
Peki bu Muhterem kardeşimizin şahsında da soralım. Gerçekten Hazret ve Alim olarak nitelendirilen bir insan ders vereceği bir öğrencisine “ ahmak, aptal “ diye hitap etmek hakkına sahip midir ? Bunu demek bir üstünlük meziyeti olabilir mi ? 72 fırka sapıtmış ise, Kur'an ayetlerinin uyarılarından dolayı 73. sü de sapık değil midir ? Hangi fırkanın sapıttığına hangi fırka karar vermektedir ? Kur’anı Kerim’in hakiki manasını kendi içinde bulundukları fırka mı en doğrusu ile ortaya koymaktadır ? Fırkalarda mensuplarına Arapçasının dışında Kur’anın anlaşılmak üzere okunmasının gerektiği hiç önerilmekte midir ? Kur'anda onlarca ayette bölünmeyin, parçalanmayın, gruplara ayrılmayın denilen ayet uyarılarından o fırkaların neden haberleri bulunmamaktadır ? Mezhep Alimleri " aslında inkâr ve ön yargı ile kalp temizliği olmayanlar, onunla temas kuramazlar, ondan gerektiği gibi yararlanamazlar " anlamında olan Vakıa Sûresinin 79. ayetinde " La yemessühü illel mutahherun " ifadesinin gerçek anlamını saptırıp, tahareti beden temizliği deyip, konuyu abdest almaya dönüştürerek Kur'ana el sürmeyi yasaklayıp, keşke İslam'a verilebilecek en büyük zararı vermemiş olsaydılar. İmran Bin Husayn Hazretleri denilen kardeşimizin dediği gibi Kur'anın içerisinde evet hiç bir ayette namazın kaç rekât olduğu belirtilmemektedir. Öyleyse hiç bir şeyi eksik bırakmayacağına göre, namazdaki rekât kavramının Rabbimizin katında herhangi bir önemi yoktur. Ama üstelik de aslında namazın Arapça okumalarla yerine getirilen bir din dersi de olmadığı, Araf Sûresinin 55. ayetinde “ Rabbinize alçala alçala ve gizlice / açıkça göstererek dua edin. Namaz kılın. Kesinlikle O haddi aşanları sevmez. “ ifadeleriyle bilakis namazın bir Dua olduğu anlatılmaktadır. Allah’ı tesbih ederek yücelttikten sonra O’nunla beraber olarak konuşmanın, niyaz etmenin, yalvarıp yakarmanın, duanın rekâtı olur mu ? Süresini kişinin kendisi belirler. Yine kardeşimize açıklayalım “ Secde etmek “ doğrudan doğruya namaz kılmak değildir. Allah’a boyun eğerek otoritesini kabul ederek halis dinine teslim olmak, ayetlerine uyarak yaşamak demektir.
Ama bu çevreler tarafından Kur'anın anlaşılmak üzere okunması yasaklanmış olduğundan insanlar bilmedikleri hangi ayete uyacaklardır ? Kırkta bir Zekât nisabını belirleyen Mezhep Alimleri keşke onu da yapmasaydılar. Çünkü aynı ölçüde belirledikleri o nisap miktarı ile Mekke müşrikleri de zekât veriyorlardı. Oysa Kur'anda Mezhep imamlarının göremediği ayetlerde ise örneğin Bakara Sûresinin 219. ayetinde “ Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki : “ İhtiyaçtan fazlasını harcayın “ Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye ayetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. “ ifadeleriyle kırkta birden bahsedilmiyor, birçok ayette de kenz ( aşırı tutku ile mal ve para biriktirme ) yasaklanıyor, ihtiyaçtan fazlasının infak edilmesi, ihtiyacı olanlarla, en yakınında bulunanlarla, miskinlerle, fakirlerle, yetimlerle, eğitim, hayır ve sosyal yardım kurumlarıyla paylaşılması isteniyor. Mekke müşrikleri işte bu nedenle de Kur’anı beğenmiyor ve karşı duruyor idiler. Mezhep Alimleri keşke Kur’anın bir çok ayet ile önerdiği Hacc ibadetine de el atmasaydılar da, ilkel ve olmayan rivayetlere dayandırarak oluşturdukları ritüellerle Allah’ın istediği Haccın mecrasını saptırmayıp, müşrik ibadeti ve çöl turizmi yapısına dönüştürmeseydiler. Peygamberimizin hayatında sadece bir defa Kur’anın öğretileriyle yerine getirdiği ve insanlara konferanslarla Tevbe Sûresinin 30 ayetiyle ders verdiği, tıpkı İbrahim Peygamber gibi Kâbe’yi bir okul haline getirerek Tevhit ilkelerini anlattığı bir yapıdaki Kur’anın Haccı, keşke bugün de aynı yapısında kalabilseydi. Din adına uyulması gereken hükümlere gelince, hükümler Mezhep Alimlerinin belirlemesiyle değil, Kehf Sûresinin 26. ayetinde “ … Allah, Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. “ ifadelerine göre Dinde hüküm ve kural koymak sadece Yüce Rabbimizin yetkisindedir. Kur’anda var olan öğütler, uyarılar, kurallar Hakk Dindir, olmayanlar ise Halis Din değildir, bidattır.
Dinde Kur'an uyarılarının aksine tefrikaya düşenler, Mezheplere ve Cemaatlere ayrılanlar, ölçmeden tartmadan, düşünmeden, aklı kullanmadan, sorgulamadan içinde bulunduğu grubun yaşamı ile övünmekte, en doğru din yaşamının kendilerinde olduğu fikri sabitine kapılmaktadır. Bu inanç ise sadece kendilerinin Cennete gireceği ve diğer 72 fırkanın helâk olacağı kabulüne sürüklemektedir. Çoğunlukla cahil bırakılmış Müslümanlar, Kur'anın içerisindeki öğütleri bilmediklerinden, Tarikat ve Cemaatlerle önüne konan dini sorgulayamamakta, futbol takımlarının taraftarları gibi fanatizme bürünerek sahip çıkmaktadır. Varını yoğunu bu yoldaki hizmete adamakta aslında sömürüldüğü için de maddeten tükenme noktasına gelmektedir. Hem bu dünyasını ve hem de Ahiret dünyasını kaybettiğinin farkında da değildir.
Dinin nereden öğrenileceği konusunda bu minvalde neredeyse bütün Cemaat önderlerinin hemen hemen ağız birliğiyle aynı ifadelere dayanan “ dört hak mezhep olarak kabul edilen mezheplerden birine uyulması, bu mezheplerin İslam alimlerinden dinin öğrenilmesinin gerektiği " yönlendirmeleri görülmektedir. Ama birçok Kur’an ayetlerinin uyarılarının yanı sıra sadece şu aşağıda örneklediğimiz ayetlere dahi baktığımız zaman işin aslının öyle olmadığı görülecektir.
ZÜMER 23 : Allah ahseni'l hadis / sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak ikişerli bir Kitap halinde indirmiştir. Ondan Rabblerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu Allah’ın rehberidir. Allah onunla dilediğini / dileyeni kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur.
ZÜMER 24 : Peki kıyamet günü şirk koşarak yanlış / kendi zararlarına iş yapanlara “ Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın ! “ denilmişken, kendini azabın kötülüğünden korumaya çalışan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek kişi mi ?
ZÜMER 25 – 26 : Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı !
ZÜMER 29 : Allah çekişip duran birtakım ortakları olan bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı selamet içinde olan bir adamı örnek verdi. Bu ikisinin hali hiç eşit olur mu ? Tüm övgüler Allah’ındır. Başkası övülemez. Aksine olarak onların çoğu bilmezler.
Ayetlerde belirtilen “ sözün en güzeli “ Allah’ın " Ahsenil Hadis " diyerek indirdiği Kitaptır, yani Kur’andır. Rablerine saygısı olanların Dinini buradan öğreneceği, rehber edinerek bu Kitaptan yararlanabileceği, Kur’an ayetlerini önemsemeden geri planda bırakıp yanlış inanç taşıyanların, bu tavırlarıyla ondan yararlanamayarak doğru yoldan uzaklaşacakları anlatılmaktadır. Casiye Sûresinin 6. ayetinde " İşte bunlar, Bizim sana hak ile okumakta olduğumuz Allah’ın ayetleridir. Sana onları hak ile okuyoruz. Artık onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra, hangi hadise / söze / hangi olguya inanacaklar ? " ifadeleriyle Kur'anın önüne geçirilerek dışındaki hadislerle amel ettiklerini zannedenlere çok ciddi uyarılardan biri yapılmaktadır. Ayrıca da Meşieti ( iradesi ) gereği Hidayetin de, Dalaletin de yaratıcısı olan Rabbimizin, kullarına da bahşettiği iradesini kullanarak doğru seçimleriyle atacakları adımlara bağlı olarak dileyenlere ancak Kur’an ile kılavuz olarak doğru yolun gösterileceği de belirtilmektedir. Buna rağmen 24. 25.26. 29. ayet grupları ile bilhassa akıllı geçinip, Peygamberin yolundan gidiyoruz dediği halde Ahireti yalanlayan, Kur’an ayetlerinin uyarılarının aksine Mezhep Tarikat ve Cemaatlerle bölünen kişilerin dünya ve Ahiretteki durumları sergilenmekte, dünyada rüsvalık azabı ile cezalandırılacakları, Ahiret hayatında ise cezalarının daha ağır, daha korkunç olacağı belirtilmektedir. Gönderdiği Elçi ve indirdiği Kitap ile tek bir Allah’a inanan mümin, tek bir Efendiye, sadece Allah'a bağlı bir kimseye, Veli, Evliya, Mürşit, Şıh, İmam gibi birçok tanrı edinmiş müşrikler de birkaç efendiye bağlı bir kimseye benzetilirken, şirkin / Allah’a ortaklar edinmenin insan için zararlı bir durum olduğuna işaret edilmektedir. Ayette “ Çekişip duran birtakım ortaklar " ifadesiyle işaret edilmek istenen, insanlara çelişkili emirler veren ve kendilerine kulluk etmeleri için onları kendi yanlarına çekmeye çalışan, taş ve topraktan yapılmış putlar değil, aksine canlı, etten kemikten yapılmış sözde ilâhlardır. Bunların başında insanın kendi hevası, iblisi sonra da kayıtsız şartsız teslimiyet gösterdiği, Allah’tan öne geçirdiği din adamları ( sevgisi abartılarak Allah’ın önüne geçirilmiş peygamberler, imamlar, veli, evliya ve alimler, ) önderler, liderler, din adına hüküm ve kural koyucular ve sistemlerdir. Bu önderlerin etrafında toplanmış grupların hepsi insanı kendi yanlarına çekmek ve etkileri altına almak için çırpınmakta ve çoğu zaman birbirlerine ters düşen farklı farklı isteklerde bulunmaktadır.
Peygamberimizin vefatından sonra geçen zaman içerisinde Hakk Dinin temel kaynağı olması gereken Kur’an ile Allah’a halis kılınmış ve “ Lâ ilâhe illallah “ ( Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. ) demenin şuuru ve bilincinin temel olduğu Tevhit Dini, saf, tertemiz, katkısız iken, maalesef Allah’tan geldiği gibi aynı saflıkta kalamamıştır. Peygamber böyle buyurdu denildiği ve O’nun adına atfen uydurulan hadis ve rivayetlerle Halis Din bozulmaya başlamıştır. Peygamberimizden önce de Mekke'de yıllardır süren Haşim oğulları ve Ümeyye oğulları ailelerinin gücü, yönetimi ele geçirme mücadelesi daha da belirgin hale gelmiştir ve Kur’anın Hakk Dini bu iki ailenin çekişmelerine feda edilmiştir. 650 yılında dördüncü Halife Ali’yi tanımadığını ve biat etmeyeceğini belirten, Ümeyye oğulları ailesinden ve Peygamberimizin Risaleti mücadelesinde baş düşmanı olan Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, o günün İslam topraklarını ele geçirerek Emevi Devletini kurmuştur. Kendisini İslam’ın Halifesi olarak ilan eden ve Peygamberimizin soyuna, sahabelerine kıyımla, hasımlarını katlettikten sonra Muaviye, etrafında topladığı Din Alimi Ulema denilen kişilere “ Ehli Sünnet Vel Cemaat “ mezhebini kurdurarak tarihte ilk defa Kur’anın Hakk Dininin dışında Müslümanlığın parçalanmasının kapısını aralamıştır. Önce Dinde otorite olacak bir Ulema sınıfı oluşturulmuş, icma ile hüküm oluşturarak, fetva verme makamı ile yetkilendirilmiştir. Saray emirleri gereğince uydurulan fetvalarla binlerce hadis ve rivayet, Sünnet diye, Din diye Kur’anın önüne geçirilmiştir.
Maide Sûresinin 3. ayetinde “ …Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslam’a razı oldum …“ Enam Sûresinin 38. ayetinde de “ Biz Kitapta hiç bir şeyi eksik yetersiz bırakmadık. ” denildiği halde Mekke müşrikleri gibi bu kitap yetmez, aradığınız her şeyi Kur'anda bulamazsınız denilerek, Kur’an ve ayetleri bir tarafa bırakılarak Peygamberimizin adına uydurulan, birbiri ile çelişen, aklı mantığı zorlayan hadis ve rivayetlerin on binlercesinin yer aldığı Kitaplar Dini istila etmiştir. Din Kur’anın Dini olmaktan çıkarılmış, Kur’anın İslam’ı ile hiç ilgisi olmayan pek çok Mezhepler, Sufi Tasavvufi Tarikatlar ve Cemaatler ortaya çıkmıştır. Bugün de ülkemizde yaşanan, Din adına takip edilen yol, gerçekten Kur’anın ve Peygamberimizin getirdiği Hakk Dinin yolu değil, maalesef Peygamberimizin baş düşmanı Muaviye’nin temelini attığı Emevi Arap dininin yoludur. Artık bugün Kur’anı mealinden okuyarak Dinini öğrenmek isteyenler veya önerenler " Kur’an sapıklığı " ile, " İslam’a uymamakla " suçlanabilmekte, Hakk Dinin, Kitabın sahibi Yüce Rabbimiz Allah olduğu halde “ Allah bize yeter, Kur’an bize yeter “ demek suç olarak görülebilmektedir. Peki soralım Yüce Rabbimiz Allah Kur’anı okunmasın, öğrenilmesin, anlaşılmasın, bir duvara asılıp saygıyla saklansın, sadece Arapçası okunarak mezarlıkların kitabı yapılsın, ya da laf olsun diye mi indirmiştir ? Halbuki Yüce Rabbimiz insanları sapıttırmak için değil de Bakara Sûresinin 2. ayetinde “ Allah’ın koruması altına girmek isteyenler için dosdoğru yol şüphesiz ki bu Kitaptadır. “ diyerek bilakis dosdoğru yolu göstermek için indirdiği Kitabında hiç bir ayetinde siz hadis ve rivayetlerden sorgulanacaksınız denilmemekte, Zuhruf Sûresinin 43. ayetinde " Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, dosdoğru yol Allah'ın vahiylerindedir, İnsanlar sadece Allah'ın vahyine uymak zorundadır. Üstelik Zuhruf Sûresinin 44. ayetinde de “ Ve Şüphesiz sana vahyedilen Kur’an, senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız. “ ifadesiyle Müslümanların Ahiret gününde Kur’andan sorgulanacağı belirtilmektedir.
Sonuç olarak “ Din Kur’andan öğrenilmez, Siz Kur’anı anlayamazsınız, Kur’anda aradığınız her şeyi bulamazsınız “ diyenlere yukarıda Kur’an ayetleri ile açıklamaya çalıştığımız gibi Dinimizin tek kaynağı “ Müslümanım elhamdülillah “ diyenlerin gerçek dinlerini öğrenecekleri adres, Yüce Kitabımız Kur’andır. Mezhep, Tarikat ve Cemaatlerin pek hoşuna gitmeyecek amma, onların da sorumlu tutulacakları yegâne ve temel kaynak, Kur'andır. Allah’ın yanı sıra başka ilâhları, Evliya denilen aracıları ilâh edinmekle, Kur’anın yanı sıra başka kitapları dinde kaynak edinmek arasında fark yoktur. Kur’anı yetersiz görmek, Allah’ı yeteriz görmektir, ikisi de aynı ölçüde bir küfürdür, şirktir. Her gerçek Müslüman Kur’an bize yeter diyebilmelidir. Dinimiz için Kur'an bize yeter demek, Eksiksiz olan Kur’anın tek başına insanı kurtuluşun dosdoğru yoluna eriştirmede, yeterli olduğuna inanmaktır. Kur'anımızın dışında dosdoğru yolun rehberi başka bir kaynak olamaz, kaynak olma değerine sahip değildir demektir. Mahşer günü sorgulamasında, kendisinden hesaba çekileceğimiz tek kitaptır demektir. Allah’ın ayetlerinin, insan sözleriyle eşdeğer tutulamayacağı demektir. Ulema denilen insanlar tarafından sonradan Hadis, Rivayet, İcma, Kıyas, Fetva, Siyer gibi ortaya konmuş kültürel kaynakların ardına din diye düşmek, Din sahibi olmak değil, ancak zanlarla oluşmuş bilgilere sahip olmak demektir. Dinde Kur’anın yanı sıra başka kitapları da öngörmek, Kur’anda eksiklik olduğunu söylemek demektir. Dinin sahibi Allah’tır. Allah, Kendi Hakk Dinine, hükmüne kimseyi ortak etmemiştir. Çünkü Kur’ana iman olmadan, Hakk Din olmaz ve Kur’an dışında gerçek imanı oluşturacak başka bir kitap da olamaz. Kur’an bilgisi olmadan, zanlara dayalı iman, asla iman olamaz. Müslümanlar, bu nedenlerle bölünmelerden arınıp Allah’ı birlediği gibi Kitabını, Dinini ve yolunu da birlemedikçe gerçek Müslüman olamaz. Kitap, Din ve dosdoğru yol sadece Kur’andır. Bunun dışında kitap, din ve yol edinenler ise müşriktir. Müslümanları Kur’ana değil de bir Mezhebe, Kendisine, Cemaatine, Grubuna çağıranlar şeytandır. Unutulmamalıdır ki şeytanlar, Fatır Sûresinin 5. ayetinde " Ey insanlar ! Hiç şüphesiz, Allah’ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın. " uyarısına rağmen, insanları en kolayı olan, Allah’la aldatırlar. ( Kur'an Nasıl Bir Kitaptır başlıklı makalemizde de Kur'anı anlatmaya ve tanıtmaya çalıştık. )
Elbette toplumumuz Arapça bilmediği için, Kitabımızı ve Dinimizin gereklerini Türkçe meal çevirilerinden veya Tebyininden okuyarak öğreneceklerdir. Bugün piyasada pek çok sayıda meal çevirisi bulunmaktadır. Bu meallerin hepsinin içerisinde de mutlaka Müslümanlara doğruyu aktaracak muhkem ayetlerin çevirileri bulunmaktadır. Her Müslüman kendi kapasitesi ölçüsünde az veya çok bu okumalardan dini adına bir şeyler öğrenerek kazanımlarda bulunabilir. Bakara Sûresinin 286. ayetinde “ Ey Rabbimiz ! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme ! “ denilerek ifade edildiği kulun talebine karşılık Müminun Sûresinin 62. ayetinde “ Ve Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile, kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız. “ denilerek cevap verildiği gibi Allah hiç kimseye kapasitesinin üzerinde, gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Hiçbir kimse de Kur’anın tamamını öğrenmek, hatim etmek, ezberinde tutmak zorunda değildir. Önemli olan onun niyeti ve samimiyetidir. Böylece hiç olmazsa kişinin müsait olduğu zamanlarda ayırabileceği yarım saatlik bir sürede meal okunmasıyla Ahirette Kur’an sorgulamasından kendisini kurtarabilmiş olur. Ancak meal çevirilerinden din öğrenilmeye çalışıldığı zaman bilinmesi, hatırda tutulması gereken bir nokta vardır. Piyasada bulunan meal çevirilerinin büyük çoğunluğunda çeviri yapma noktasında olan müfessirlerin içinde bulundukları grupların veya zaman diliminin bilim ve teknolojik açıdan olanakları, aldıkları eğitimin yapısı veya alt yapılarının yeterli olup olmadığı, Arap dil kültürüne ve kullandıkları, baş vurdukları kaynaklarının etkisi altında kalıp kalmadıkları, bunların içerikleri, meal çevirilerinde farklı yorumlarla bir çok dini kavramda yanlış ve farklı inançları oluşturabilmektedir. Bu konuda titizlik gösterebilenler ise araştırarak, değişik meal ve çevirileri inceleyerek, bilgi sahibi olarak, karşılaştırarak, aklın süzgecinden geçirerek, sorgulayarak en doğruya ulaşabilme çabasında olmalıdır. Unutulmamalıdır ki Necm Sûresinin 39. ayetinde " Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden / emeğinden, alın terinden başka bir şey yoktur. " denilmektedir. Allah’ın selamı, rahmeti, öğrenebildiğiniz, rehber olarak kullanabildiğiniz ayetlerle Kur’anımızın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR. RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Kerim Kur'an : ERHAN AKTAŞ
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR