 
 Rahman Sûresinin 1 – 2. ayetlerinde “ Er Rahman allemel Kur’an “ ( Muallim olan Rahman Kur’anı öğretti ) denilerek en büyük öğretmen olan ve Kur'anı bizzat Peygamberimize Allah’ın Kendisinin öğrettiği, bir çok ayette de bütün vahiy indirmelerinin Allah tarafından yapıldığı özellikle belirtilmektedir. Ama buna rağmen bugün toplumumuzda ve dünya İslam anlayışında, yanlış melek kavramının bütününde olduğu gibi metafizik / Fizik ötesi olarak gerçekte olmayan Cebrail meleğinin de varlığına inanılmakta, Allah'ın sahip olduğu sıfat ve vasıfları onun üzerine atfedilerek, arşa istiva ettirilip arşın sahibi yapılmakta, gökte Sidreti Münteha denilen sınırda tahta oturtulmakta, en üstün güce sahip olarak Musa peygamber için dahi asa ile yarılan denizde on iki yol oluşturduğu, Peygamberimize de vahyi onun getirdiği inancı hakim kılınmaktadır. Müslümanlığın ilk yıllarında, iletişimin çok kısıtlı ve yetersiz olduğu, tarih bilgilerinden yoksun olunduğu, bilim ve teknolojinin adeta hiç olmadığı bu dönemlerde yapılan klasik yorumcuların çevirilerinde, Kur’anın edebi sanatlarla müteşabih ayetlerinin mecazi anlatım tekniğinin kavranamadığı, mitolojik Yahudi ve Hristiyan kaynaklarının etkisinden de kurtulamayarak düz mantıkla çeviriler ve yorumlar yapılmıştır. Bunlara bağlı olarak melekler kavramı da doğru olarak ortaya konulamamıştır. Bu yanlışlık çerçevesinde, yüzyıllardır sanki insan gibi konuşabilen ontolojik bir varlık varmış gibi bir çok ulema tarafından fetvalar verilmiş, görüşler ileri sürülmüştür. İnsanları etki altına alabilmek için zaman zaman peygamberimizle dahi dramatik bir şekilde konuşturularak aktarılan, görevleri, hayatı, özellikleri, görünüşü, kanatları, büyüklüğü gibi başlıklar altında ele alınan, uydurma binlerce hadis, rivayet ve hurafelerle, zanla eğilip bükülüp saptırılan ayetlerle anlatılan, işlev, yetki, oluşum, görev ve hüküm koyma konularında, getir, götür işlerinde resmen ve cebren adeta Allah’ın önüne geçirilen Cebrail meleği konusundaki bütün bu saçmalıklar, aynen eski inançlarda olduğu gibi bugün de Müslümanların inancına yanlış olarak yerleştirilmiştir.
Özellikle söz konusu ayetlerin orijinalinde Muhammed, Habibim ve Cebrail diye sözcükler bulunmadığı halde, önceki ayetlerin bir devamı olarak birlikte ele alınıp, konu ve paragraf bütünlükleri gözetildiğinde, aslında " Amel defterleri " ellerine verilip okumaları istenen ve Ahiret gününe inanmamış olan müşriklerin, mahşer günündeki hesaplaşma anında nasıl bir şaşkınlık ve korku ile telaşa kapılıp dillerinin tutulacağına yönelik ifadeler olmasına rağmen, Kıyamet Sûresinin 16 - 19. ayetlerinin yorumu " Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme ! 17 : Kuşkusuz yaptıklarının birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir. 18 : O halde Biz yaptıklarını - yapmadıklarını topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle ! 19 : Sonra yaptıklarının - yapmadıklarının beyanı ; kanıtlarıyla ortaya konması da sadece Bizim üzerimizedir. " şeklinde olması gerektiği halde, bazı ifadeler saptırılarak, Peygamberimizin Kur'anı öğrenmesindeki aceleciliğine ve Cebrail meleğinin varlığına bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Oysa bu ayetler Peygamberimizin risaletinin üçüncü yılının ortalarında vahyedilmiştir ve bu zamana kadar yüzlerce ayetle peygamberimiz muhatap kılınmıştır. Dolayısıyla bu ayet grubunun Peygamberimizle ve ayetleri ezberlemeye çalışması ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Bütün bunlara rağmen, Buhari Tefsir, Kıyamet 1, 2, Müslim Salat 147, Razi Mefatihü'l Gayb ve daha bir çok müfessirin eserinde " Ey Muhammed ! Cebrail sana Kur'an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme / sadece dinle O'nu toplamak ve okutmak bize aittir. " mealindeki ifadelerle çeviriler yapılmıştır. Bu çevirilere de bağlı olarak, ayet hakkında ( aslında o dönemde henüz dünyaya dahi gelmemiş olan, 619 yılında doğup Peygamberimizin vefatında dahi 13 yaşında bir çocuk olan, ama buna rağmen sanki olaya tamamen tanıkmış gibi ) Abdullah İbn Abbas şu açıklamayı yaptı : " Hz. Peygamber vahiy geldiği zaman büyük bir şiddet ve ağırlık hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun üzerine bu ayet indi. Bu vahiyden sonra, Cibril ( a.s ) vahiyle gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl okunmuş ise, öylece okurdu. " anlatımı, halbuki tamamen uydurma olduğu çok belli olan bu İbn Abbas rivayeti de dayanak yapılmıştır. Bu rivayetin etkisiyle Kur'anın asıl mesajları katledilerek örneğin ;
Diyanet İşleri Eski Meali : Cebrail sana Kur'an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle.
Hasan Basri Çantay Meaili : Onu acele ( kavrayıp ezber ) etmen için ( Cebrail vahyi iyice bitirmeden ) dilini onunla depretme.
Hayrat Neşriyat Meali : ( Habibim, yâ Muhammed ! Cebrail sana vahyi bitirmeden ) onu ( Kur'anı ) acele ( ezber ) etmek için dilini onunla kımıldatma !
gibi  bir  çok  yorumcu  tarafından  tartışılır  hale  getirilmiştir.  Ayetin  orijnalindeki  "  Kur'an,  Cem,  beyanehu,  sümme,  biz  "  gibi  sözcüklerin  gerçek  anlamları  saptırılarak,  Cebrail  meleğinin  varlığına  kapı  aralanmıştır. Daha  sonra  bununla  da  kalınmamış,  bir  çok  din  Alimince  yüzyıllardır  görüş  belirtilmiş,  değişik  senaryolarla  çoğaltılmış  rivayetlerle  metafizik  /  fizik  ötesi  bir  Cebrail  meleğinin  varlığı,  gerçekmiş  gibi  Müslümanların  inancına  yerleştirilmiştir. Böylece  aynı  zamanda  reddiyeci  İslam  düşmanlarının  eline  bir  çok  saçma  ayrıntı  ile  eleştiri  yapabilecekleri  malzeme  verilmiştir.  Üzücü  olanı  ise  günümüzün  basireti  bağlanmış,  Arap  hayranı  bir  çok  ilâhiyatçısının  da  bu  ayetlerdeki   saptırmalara  karşı  duramamış  olmasıdır.
Aslında enerji ve enerji değişimlerine bağlı olarak Allah'ın yarattığı kanunları ve doğa güçleri olduğu halde, Halk kültüründe yerleşmiş bu yanlış melek inançları, ardından bir çok başka yanlış geleneğe de temel olmuş, her zeminde, her fırsatta Allah'ın vahyini Peygamberimize indirenin ve öğretenin Cebrail meleği olduğu, neredeyse bütün otoriteler ve Ulema tarafından gerçek gibi kabul edilmiştir. İnsanın dışında, insan gibi görünebilen, namaz kılan, insan gibi konuşabilen Metafizik / Fizik ötesi ve ontolojik bir varlık olarak belleklere yerleştirilmiştir. Bunun sonucunda Cebrail meleği, uydurulan hadislerle, anlatılan rivayetlerle bir tıbbi operasyonla Peygamberimizin göğsünü açarak zemzem suyuyla kalp temizliğini oluşturan doktor yapılmış, yedi kat gök yüzüne uçurarak Peygamberimizi Miraca, Allah'ın huzuruna çıkarmış, zaman zaman değişik görüntülere bürünerek karşısına çıkmış, sanki Allah'ın kullarının ne durumda olduğunu, ne düşündüğünü bilmiyormuş gibi, her Ramazan ayında Kur'an ayetlerini dinleyerek Peygamberimizin eğitimini sağlamış ve denetlemiş, bundan dolayı Müslümanlar da Mukabele adı altında her Ramazan ayı içerisinde imamın okuduğu Kur'anın Arapçasını bir şey anlamadığı halde takip eder ve hatim ettiğine inanır olmuştur.
Üstelik de bu saçmalıkları sorgulayamayan, Allah'ın yaratma ve işleyiş kanunlarından, Sünnetullahtan haberleri olmayan, klasik eserlerden beslenen Tarikat ve Cemaat imamlarının, bugünün ekran yıldızı İlâhiyatçılarının, İlâhiyatçı Prof. Dr. unvanlı Akademisyen öğretim görevlilerinin dahi, doktora ve tez çalışması araştırma eserlerini yazarken bu konuların ayrıntılarını klasik ve gelenekçi yorumcuların eserlerinden aynı kabullerle ele almaları, her ortamda, Akademik çalışmalarında anlatmaları nedenleriyle iyice kökleşmiş ve topluma yerleşmiş olan bu yanlış inançları bugün için değiştirmek artık pek kolay olmamaktadır. Biz de bu yazımızda Cebrail meleği kavramının, ardından inanılmış, gelenekselleşmiş, kanıksanmış olan bu yanlış inançların nedenlerine, sonuç ve ayrıntılarına yine her zaman olduğu gibi Kur'anımızın doğruları ile değinmeden önce, Müslümanları narkozla uyuşturup istismar etmek üzere önlerine konulmuş olan uydurma hadis, rivayet ve hurafelerin bazı örneklerine de ana hatlarıyla bir bakalım !.
* Bu konuda klasik ve gelenekçi eserlerde yer alan uydurma ve hurafe olan hadislerde Cebrail Meleği, arşı taşıyan meleklerin efendisidir, emrinde arşı çevreleyen melek ordusu bulunmaktadır. Ayrıca Peygamberimize yardımcı olmuş, mucizeler gerçekleştirmiş, insan kılığına girerek İslam’ın yayılması ve zaferi için savaşlara dahi katılmıştır. Buhari Kitabü’l Megazi Meleklerin Bedir'de görülmesi Bab 4 – 43 hadislerinde de Cebrail'in beyaz bir at üzerinde beyaz elbisesi ve kuşandığı zırhı, elinde oku, yayı ve kılıcı ile kâfirlere karşı savaşırken tasvir edilmektedir. Hz. Peygambere vahiy getiren, Kur’anı öğreten ve değişik konularda hükümler bildiren, peygambere ve hatta ashaba insan şeklinde görünen bir melektir. Dünyada ve Ahirette Allah ile kulları arasında elçidir, Allah’la vasıtasız konuşur açıklamaları yapılmaktadır. ( Müsned II. 267 – 268 Buhari Tevhid 33. T.D.V İslam Ansiklopedisi )
* Bir başka uydurma ve hurafe olan hadislerde ilk defa Hira dağında bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Hz. Peygambere gelip asli suretinde görünmüş, onu kuvvetle sıkarak okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmiştir anlatımları yapılmaktadır. ( Buhari Ta’bir 1 Bed’ül Hak 7, Müslim İman 257 )
* Bir başka uydurma ve hurafe olan hadislerde Cebrail, miraçtan önce Hz. Peygamberin kalbini hikmetle doldurmuş, bu sayede Peygamberin cismi ruh gibi hafiflemiş ve bu mucizevi yolculukta ona asli suretinde ikinci defa görünmüş, melekut alemi hakkında bilgiler vermiştir. Peygamberin elçiliğinde emir ve hükümleri bildirdiği, bütün kitapların Cebrail vasıtası ile indirildiği, Cebrail’in her şekle girebildiği anlatılmaktadır. ( Müsned I. 257, Buhari Salat I. )
* Bir başka uydurma ve hurafe olan hadislerde Cebrail’in zaman zaman güzel bir insan şeklinde, birkaç defa da Dıhye el Kelbi adlı sahabenin suretinde Hz. Peygambere gelerek onu abdest, namaz, kurban, hacc gibi ibadetlerin mahiyeti ve uygulama şekilleri hakkında eğittiği, bir çok konuda açıklamalarda bulunduğu, Hira mağarası dönüşünde ve Miraç’tan dönüşünde Sidreti Müntehada / uzayın en üst tabakasında iki defa asli şekliyle görüldüğü rivayet edilir. ( Müslim Mesacid 166 – 167, Müsned II. 325 IV. 129, 161, Buhari Bedü’l Hak 6. Salat 1 )
* Ramazan aylarında her gece Resulullah’a gelerek nazil olan ayetleri baştan sona kadar dinler, mukabele ederdi. Peygamberin vefat ettiği yıl bu işi iki defa tekrarlamıştır. ( Müsned I. 288 Buhari Savm 7, Nüslim Fedail 50, Tecridi Sarih Tercemesi hadis 1767 )
* Bazı İslam alimleri yüzlerce olan bu hadislere karşı veya yanında farklı görüşte olmuş, başta İmamı Azam Ebu Hanefi aklı ön plana çıkararak elinin tersi ile itmiş, anlatılan bu hurafeleri onaylamamış, farklı değerlendirmelerde bulunmuştur. Örneğin çağdaş alimlerden Muhammed Reşit Rıza ( 1865 – 1935 Lübnan ) Modern fen bilimlerinin verileri sayesinde ilk defa farklı olarak yaptığı yaklaşımla “ Cebrail’in temessülü ( Cisimlenerek belli bir şekil ve surete girmesi ) gibi metafizik olayların akli izahının kolaylaştığı görüşünü ileri sürmüş, gazların sıvı veya katı hallere dönüşmesi ve bunun tersi olan değişim, Cebrail’in farklı şekillere girebileceğini gösterir. “ demiştir. ( Tefsirul Menar I. 220 ) Ama bu hal ve görünüm değişimlerinin moleküllerin enerji değişimine bağlı olarak birbirine yaklaşması veya uzaklaşması sonucu olduğunu, o yapıların bir ruha ( Can'a ) sahip olmadıklarını, moleküler yapılarının değişmediğini, sadece cansız ve maddesel varlıklar olduğunu herhalde ayırt edememiştir !.
* Bunun yanı sıra Fazlurrahman Malik ( 1919 – 1988 Pakistanlı Akademisyen ) Kur’anı Kerim’de Bakara Sûresinin 97. ayetinde Hz. Peygamberin vahiy sırasında herhangi bir şahsı gördüğünden söz edilmez diyerek, aksine Cebrail’in temessülüne / cisimlenerek belli bir şekil ve surete girmesine ilişkin hadislerin, vahyin objektifliğini korumak amacıyla ehli sünnet alimlerince uydurulduğunu ileri sürmüş, Cebrail’in dış varlığının bulunduğu görüşleri reddetmiştir. ( İslam sa. 17 – 19, 43 ) Reddetmek görüşünde haklı olmuş ama, ayetin orijinal lafzında Arap dil kurallarına göre Cebrail'in indiren değil de indirilen olduğu ayrıntısını tam ve net olarak ortaya koyamadığından görüşü pek gerçekçi olamamıştır. ( Üstelik en önde gelen anlamı " Örnek vermek / misal " olduğu halde temessül sözcüğü birçok ulema tarafından Allah'ın bütün kanunları gözardı edilerek Cebrail kabulüne bağlamak üzere, cisimlenerek belli bir şekle ve surete girmek olarak kabul edilmiştir. )
* Bilim ve teknolojinin henüz gelişmediği 1200 lü yıllarında bir çok sapkın görüşünün olmasına rağmen Tasavvufun ünlü Evliyalarından kabul edilen İbnül Muhyiddini Arabi bile Cebrail’in metafizik olarak varlığını kabul etmemiş “ Cebrail Peygamberin hayal gücünün bir mahsulü olarak ortaya koyduğu bir varlıktır. İstediği kadar Cebrail ile konuştuğunu zannetsin, aslında o kendi kendine konuşmaktan ve kendini dinlemekten başka bir şey yapmamıştır. “ demiştir. ( 1988 Doç. Dr. Salih Akdemir İslam Araştırmaları c. 2 sayı 7 sa. 28 )
Bize göre gerçekte olmayan Cebrail meleği konusunda İbnül Arabi de aslında doğru bir teşhis koymuş, ama bu konuda bazı alimlerin karşı görüşleri tam yerine oturamamış, yetersiz kalmış, tabii sonuçta bu hurafelere karşı ortaya konan görüşler elbette ki Vahabi ehli sünnet Ulemasının sayısının çokluğu ve bastırması sonucunda pek etkili olamamış, Kur'anı da bizzat kendileri okuyup anlama çabasında olmadıkları için Müslümanlar bu konudaki gerçek kavrama ve inanca kavuşamamıştır. Ama bunlara rağmen bugün artık bir çok aydın Akademisyen öğretim görevlisi ve İlâhiyatçı araştırmacıları, eserleri ve konuşmaları ile bu konudaki kavram ve inançlara daha gerçekçi olarak yaklaşabilmektedir.
Kur’anda Meleklere imanın şart olduğunu gerektiren, meleklerin işlevini anlatan pek çok ayet bulunmaktadır. Çünkü Kur’andaki ayetlerde Cibril, Mikail sözcükleri az da olsa yer almakta, klasik kabul ve yorumlarla Cebrail’in kastedildiği “ Ruhul Kudüs “, “ Ruhul Emin “, " Ruhena " ifadeleri görülmekte, bu ifadeler ve sözcükler, Yahudi inançlarının etkisinde kalan klasik eserlerde Zemahşeri, Keşşaf, Beyzavi, Razi, Kurtubi gibi ve daha bir çok müfessir ile, hangi delile dayandığı belirtilmeyen sadece “ denildi ki “ temeline kurulmuş değersiz görüşlerle hiç bir gerçeği yansıtmayan, bir çok saçma görüş, zan ve hayali ifadelerle metafizik ( fizik ötesi ) bir varlık olarak " Allah’ın Rasulü Cebrail aleyhisselam “ kavramı kabulüne dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda bu inançtaki kavramların ardından gidenlerce, Meryem’e Cebrail insan kılığında göründü denilen ayetler de var, vahyi Peygamberimize Cebrail getirdi denilerek insanların karşısına çıkılmaktadır.
Hepimiz Kur'an ayetlerine ve içinde yer alan sözcüklere inanmakla yükümlüyüz ama, acaba gerçekten melek konusunda inanmamız gerekenler bugün hala klasik ve ilkel dönemdeki yorumlara dayanarak çoğunlukla ve genellikle önümüze konulanlar mıdır ? Meleklere imanı bu anlatılan hurafelere göre mi yaşamalıyız ? Kur’an ayetleri gerçekten ulema tarafından bize bu önümüze konulanları mı anlatmaktadır? Bütün bunları daha gerçekçi olarak ortaya koyabilmek için önce aklın kullanılması, bugünkü bilim ve teknolojinin önümüze koyduğu sonuçların da göz önünde tutulması, Kur’an bütünlüğünde bütün anlatım teknik ve sanatlarının ayrıntılarına, Arap kültüründeki bu sözcüklerin gerçek hayatta kullanımına dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü Rabbimiz Kur'anı Arabın o dönemdeki diline ve kurallarına göre oluşturmuştur.
Klasik eserlerde Yahudilerin ve Hristiyanların Gabriel olarak bildikleri baş melek inancı ve bunların etkisinden kurtulamayan Müslüman alimlerin de Cebrail meleği olarak kabul ettikleri Ruhü’l Kudüs belirtili isim tamlaması, Kur’anda dört ayette geçer ve aslında anlam olarak karşılığı “ Kudüs’ün ruhu “ demektir. Bu ifade klasik dönemin müfessirleri tarafından yanlış olarak öncelikle “ Kutsal Ruh “ şeklinde çevrilmiştir. Oysa Ruh sözcüğünün anlamı “ Can “ dır. ( Lisanü’l Arab c. 4 sa. 290 Ruh Madde ) Kur’anda ise Kadr Sûresinin ayetlerinde belirtildiği gibi bu sözcük “ Kişi ve toplumları kokuşmuşluktan arındıran, toplumsal hayatta diri ve sağlıklı kılan can, vahiy, bilgi “ anlamında kullanılmaktadır. Kudüs sözcüğü ise temizlik anlamındaki “ kuds “ kökünden geldiği gibi bu kökten gelen “ Kuddüs “ sözcüğü de Allah’ın isimlerinden biri olduğu gibi “ Tüm kirliliklerden arınık, tertemiz “ anlamına gelmektedir. Bunlara göre Ruhul Kudüs tamlamasının karşılığı da “ Temizin canı “ şeklinde olur ve ruh sözcüğünün yerine “ vahiy “ karşılığı konduğu zaman ise aslında “ Allah’tan gelen temiz ilâhi bilgi “ olduğu görülür.
Şuara Sûresinin 192 – 196. ayetlerinde “ Ve şüphesiz ki bu apaçık kitap, kesinlikle alemlerin Rabbinin indirmesidir. O apaçık kitapla uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine ruhü’l emin / güvenilir can, ilâhi mesajlar, güvenilir bilgiler indi. Ve şüphesiz ruhü’l emin / Güvenilir can, güvenilir bilgi kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi “ Ruhü’l Kudüs “ tamlamasıyla eş anlamlı olan “ Ruhü’l emin “ tamlaması da “ Güvenilir, sağlam, ilâhi bilgi “ anlamına gelmektedir. Sonuç olarak Bakara 87, 253, Maide 110 ve özellikle Nahl 101 – 102. ayetlerinde “ Ve Biz bir ayet yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman onlar, “ Sen ancak bir uydurucusun “ dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar. De ki : “ Allah onu ; İndirdiğini, Rabbinden Ruhul Kudüs / Toplumu canlandıran Allah ilkesi olarak, iman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / Tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere hak ile indirmiştir. " ifadelerinde gördüğümüz gibi bu tamlamaların anlamı hem Cebrail adı verilen vahiy meleği demek değildir, hem de aynı zamanda bu tamlamalar indiren Cebrail demek olmadığı gibi Allah’ın bizzat indirdiğini söylediği bilgiler ve vahiylerdir.
Kur'anımızda Meryem Sûresinin 16 - 17. ayetlerinin içerisinde de " Vezkür filkitabi Meryem izintebezet minehliha mekânen şarkiyya 17 : Fettehazet mindunihim hicaben fearselna ileyha ruhana fetemessele leha beşeren seviyya " orijinal ifadeleriyle " Ruhana " sözcüğü bulunmakta, hemen hemen bütün meallerde de bu sözcüğün zanla temessül sözcüğüne de bağlı olarak düzgün bir insan kılığına dönüşüp, Cebrail olarak kabul edildiği görülmekte, ayette de doğrudan doğruya ruh sözcüğü ile karşılıklandırılmaktadır. Halbuki bu ayetin orijinalinde ve daha bir çok ayette yer alan Ruh sözcüğü yukarıda açıkladığımız gibi Kur’anda “ İlâhi esinti, Vahiy, Bilgi “ anlamında kullanılmıştır. Allah’ın vahyinin, bilgisizlikten dolayı ölü sayılan kalbe hayat verdiği, canın bedendeki işlevi ne ise vahyin de kişiler ve toplum için işlevinin aynı olduğu, yani kişileri ve toplumu kokuşmaktan koruduğu düşünülürse, ruh sözcüğünün sözlük, ansiklopedik ve dini terim anlamıyla Kur’andaki anlamı arasında bir paralellik olduğu görülebilir. Kur’anda değişik ayetlerde yer alan ruh, yani ilâhi esinti, vahiy, bilgi sadece isteyerek bu Ruh’a sahip olan ve bu Ruh’u, kendisine iletilen bilgileri hayatına geçirebilen kişilere ve toplumlara anlamlı bir canlılık veren, onları cahillikten ve bilgisizlikle yanlış yollara sapmaktan koruyan bir iletidir. Fakat Kur’anda değişik ayetlerde yer alan Ruhul Emin, Ruhul Kudüs, Ruhana gibi ifadelerin geçtiği ayetlerin orijinalinde Cebrail sözü olmadığı halde, parantez veya cümle içinde gösterilerek pek çok mealde, neredeyse çevirilerin tamamına yakınında yukarıdaki ayetin de çevirisinde insan görünümündeki Cebrail olarak belirtilmekte ve Kur’anın asıl mesajından farklı olarak yanlış algılamalarla çelişkiye düşülmektedir.
Örneğin Diyanet İşleri Vakfının 2004 yılı Kur’an mealinde de Meryem Sûresinin 16 - 17. ayetlerinde " Ey Muhammed ! Kitapta ( Kur’anda ) Meryem’i de an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve ( kendini onlardan uzak tutmak için ) onlarla arasında bir perde germişti. Biz ona Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. " denilerek yapılan çevirisine baktığımız zaman, ayetin orijinalinde " Ey Muhammed hitabı ve Cebrail sözcüğü " yer almadığı halde Cebrail meleğinin gönderildiği ve Meryem’e bir insan şeklinde göründüğü ifade edilmektedir. Benzer şekilde onlarca müfessirin 17. ayet ile ilgili yaptığı çeviri örneklerine baktığımız zaman ;
* Elmalılı Hamdi Yazır : Biz ona meleğimizi ( Cebraili ) gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü.
* Hasan Basri Çantay : Biz ona ruhumuzu göndermiştik de o kendisine hilkati tam bir beşer şeklinde göründü.
* Ömer Nasuhi Bilmen : Biz ona ruhumuzu ( Cebril'i Emin ) gönderdik de ona tam bir beşer şeklinde göründü.
* Ali Bulaç : Böylece ona ruhumuzu ( Cebrail'i ) gönderdik de kendisine düzgün bir insan şeklinde göründü.
* Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı : Biz ona ruhumuzu Cebrail'i gönderdik de ona düzgün bir insan şeklinde göründü.
* Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk : Biz ona ruhumuzu gönderdik de ona sapasağlam bir insan şeklinde göründü.
* Dr. Edip Yüksel : Biz ona ruhumuzu gönderdik de önünde mükemmel bir insan olarak biçimlendi.
Şeklinde burada daha fazlasına yer veremediğimiz bir çok tutarsız ve gerçek dışı meallendirmelerin yapıldığını görüyoruz. Bu şekilde ayetin orijinalindeki " Ruhana ve temessül " sözcüklerinin yanlış olarak Cebrail meleğinin varlığının kabulüne yönelik yapılan bütün çeviriler, maalesef Kur'anın vermek istediği gerçek mesajına ve Allah'ın yaratma kanunlarına, Sünnetullah'a aykırıdır.
Ama buna rağmen artık bugün zamanımızda bir çok ilâhiyatçının bu ayet ile ilgili gerçeğe yönelik meallendirmelerinin yanı sıra Araştırmacı Yazar Hakkı Yılmaz’ın aynı ayetlerle ilgili olarak Tebyin ül Kur’an eserindeki çevirisine baktığımız zaman ise " ruhana " sözcüğüne karşılık Cebrail meleğinin değil, ruhun, bilginin, vahyin gönderildiği ve " temessül " sözcüğüne karşılık da Meryem’e bir beşerin / delikanlının örneğinin gösterildiği dile getirilmektedir ;
MERYEM 16 – 17 : Kitapta Meryem’i de an ! Hani o ailesinden / yakınlarından ayrılarak doğu tarafında bir yere kaçıp gitmişti. Sonra ailesiyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu / ilâhi mesajımızı, gerekli bilgileri gönderdik. Sonra ruhumuzu / ilâhi mesajımızı getiren elçi, Meryem’e mükemmel bir beşeri örnek verdi.
Kur’anda değişik Sûrelerde de değinildiği gibi Meryem Sûresinin 16. ayetinden başlayarak, 34. ayetine kadar geniş bir şekilde Meryem ve İsa peygamber ile ilgili konular anlatılır. ( Meryem ile ilgili ayetleri doğru anlayabilmek için gerekli bilgileri İsa Mesih Başlıklı yazımızda daha geniş olarak bulabilirsiniz. ) Meryem Sûresinin 17. ayetinde “ Ona ruhumuzu gönderdik “ ifadesi ile Meryem’e içinde bulunduğu durumu açıklamak, sıkıntılarından ve korkularından dolayı onu teselli etmek üzere bir takım ilâhi bilgilerin gönderildiği anlatılmaktadır. Ancak bu gerekli bilgiler ( ruh ) O’na doğrudan doğruya vahiy edilmemiş, ayetlerin paragraf bütünlüğünden anladığımız gibi bir elçi vasıtasıyla gönderilmiştir. Bu elçi de o dönemde yaşamış olan ve aynı zamanda Meryem’in tanıdığı, hamisi ve eniştesi olan Zekeriya Peygamberdir. Çünkü yine Kur’andan öğrendiğimize göre tapınak içerisinde görevli olan Meryem, o dönemde Zekeriya Peygamberin himayesindedir. Ayette vahyi, ruhu ( bilgiyi ) getirenin, ( Zekeriya Peygamberin ) elçinin Meryem’e örnek gösterdiği beşer ise o gün henüz altı aylık bir bebek olan, Zekeriya Peygamberin eşinin yaşlılığında Allah'ın düzeltmesi, lütuf ve yaratması sonucu doğurduğu Yahya Peygamberdir. Çünkü O’nu annesi kısır ve yaşlı olduğu halde doğurmuştur. Zekeriya peygamber de bu olayı örnek gösterip, kendisine gelen bilgileri ona aktararak, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini anlatarak görevini yerine getirmiş, bütün bunların Allah’ın yaratması olduğuna Meryem’i ikna ederek teselli etmiştir, korkularını, kaygılarını, toplum baskılarına karşı endişelerini gidermiştir.
Ayetin orijinalinde yer alan fetemessele ( temessül ) sözcüğünün asıl anlamı, " msl " kökünden gelen bizdeki misal gibi “ örnek vermek “ demektir. ( Lisanü'l Arab c. 8. sa. 200 ) Bununla beraber sözcük, yerine göre değişik anlamlarda ve bir başka anlam olarak “ insan şekline girmek “ anlamında da kullanılmaktadır. Mealcilerin çoğunluğu da daha uzak bir anlam olan bu anlamı tercih etmişlerdir. Bunun sonucunda da Meryem'e haberci olarak Cebrail’in geldiği ve korkmasın diye de O’na bir beşer ( delikanlı ) kılığında göründüğü yorumları ortaya çıkmıştır. Halbuki sözcüğün “ örnek verme “ şeklinde kabul edilmesi, hem ardından gelen ayetlerle daha doğru bağlantısının kurulabilmesi, hem olayların akışı ve gerçekliği ile, hem de İncil’de 36. bölümde yer alan “ Bak senin akrabalarından Elizabet de yaşlılığında bir oğlana gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır “ anlatımı ile de paralellik arz etmekte, uyum göstermekte, Allah'ın canlı ve cansız varlıklara koyduğu kanun, kural ve sünnetullaha ters düşmemektedir. Kur’anda Melek Kavramı başlıklı yazımızda aktardığımız gibi, ontolojik ve metafizik olarak üç boyutlu nesnel insan yapısına dönüşebilen, gören, konuşan melek diye bir varlık yoktur. Yüce Rabbimiz Allah, yarattığı Kâinatı, Evreni, üzerinde yaşadığımız dünyayı, bütün değişimleri ve birbirini izleyen olayları yine yarattığı kanun, hüküm, kural ve Sünnetullah ile yönetmektedir. Yüce Rabbimizin sağladığı bu düzeni de, Fizik, Kimya, Biyoloji, Uzay kanunları dediğimiz, her biri enerji ve enerji değişimleri olan, sıcaklık, basınç, genleşme, kaldırma, mıknatıslanma, manyetik alan itme ve çekim kuvvetleri, ışıma, elektro manyetik radyo dalgaları gibi doğanın güçleri olan melekler sürdürmektedir. Yüce Rabbimiz Allah, hiç bir zaman ve hiç bir nedenle de Kendi koyduğu kuralları kıyamete kadar değiştirmez.
Klasik eserlerde bu ayetlerden, Allah'ın değişmez kanunlarından ve Sünnetullah'tan haberi olmayan veya hiç görmek istemeyen birçok alim, Cebrail’in “ Allah’ın kulu “ anlamına geldiğini söylemiş, ama kul / köle kavramının ayrıntılarını kavrayamamışlardır. Cibril, Cebril, Cebrail, Cebrain, Cibrin gibi farklı okunuşlarla kendilerine göre birtakım açıklamalarla değişik anlamlar yüklemiş, “ Cebr “ ve “ İyl “ kökleri üzerine farklı tanımlarla açıklamalar yapmışlardır. Arap dilinde de “ Cebr “ ve “ İyl “ köklerinden oluşmuş Cebrail ile birlikte Cibril şeklinde de sıklıkla kullanılan on üç söyleniş biçimi bulunmaktadır. Eski Arapçada “ Cebr “ güç, zor kullanma anlamında olduğu ve “ İyl “ kökünün de “ Allah “ anlamında olmasından dolayı Cibril, Cebril, Cebrail sözcükleri “ Allah’ın gücü, onarımı “ anlamını taşır. Rabbimizin “ Dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli “ anlamlarında olan “ Cebbar “ adından yola çıkarak Cebr sözcüğünün öz anlamının “ Onarmak, ıslah etmek “ demek olan anlamı dolayısıyla “ Bozuk işleri, toplumları düzelten, onaran “ şeklinde anlamlandırmak daha uygun olmaktadır. “ İyl “ sözcüğü gerek İbranicede, gerekse de Arapçada Allah demek olduğundan ve “ vahiy “ de kişileri ve toplumları canlandıran ve aynı zamanda da saptırılmış yanlış bilgileri onardığı için aslında Cebrail / Cibril / Allah’ın vahyidir. Klasik alim ve yorumcuların Müslümanların inanç ve belleğine yüzyıllardır yanlış olarak yerleştirdikleri gibi Cebrail, vahyi indiren metafizik / Fizik ötesi bir varlık değil, bizzat Allah’ın indirmiş olduğu Vahiydir, Kitaplardır. Bu itibarla Kur’anımızda Kur’anın, Kitabın, Ayetlerin, Sûrelerin, Meleklerin, Vahyin, Hikmetin, Tevrat’ın, İncil’in, Furkan’ın indirilmesi, bizzat Allah’ın indirmesi ( inzal ) ifadeleriyle ilgili olarak üç yüz civarında ayet bulunmaktadır.
Kur’anda Cebrail olarak değil de “ Cibril “ olarak geçen sözcük, ikisi Bakara Sûresinin 97 ve 98. ayetlerinde, biri de Tahrim Sûresinin 4. ayetinde olmak üzere üç kez yer almıştır. Kur’anda doğrudan doğruya ayetlerde, peygamberimize vahyin Cebrail meleği tarafından getirildiği belirtilmediği halde, Diyanet çevirileri de dahil pek çok Kur’an çevirilerinde parantez içinde de olsa ilave edilerek vahyi Cebrail’in getirdiği inancı hakimdir.
BAKARA 97 : Kul menkâne aduvven licibrile feinnehü nezzelehü alakalbike biiznillahi musaddikellima beyne yedeyhi vehüden ve büşra lilmu'miniyn
De ki : Kim Cibril’e düşmansa, öfkesinden, kıskançlığından çatlasın, gebersin. Şüphesiz Allah onu Kendisinin bilgisi gereği, içindekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak senin kalbine indirmiştir. Ki onlar işte bundan dolayı düşman kesilmişlerdir.
Pek çok mealde Kütübi Sittedeki uydurma rivayetlerin etkisinde kalınarak çeviri yapıldığından, bu ayetin çevirisinde de Cebrail, vahyi indiren melek olarak kabul edilmiş ve ayetin orijinalinde Kur'an lafzı olmadığı halde “ Cebrail Kur’anı senin kalbine indirmiştir. “ şeklinde çeviriler yer almıştır. Örneğin Diyanet 2004 çevirisinde ;
BAKARA 97 : De ki : “ Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki O, Allah’ın izni ile Kur’anı, önceki kitapları doğrulayıcı, müminler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir. "
Tebyin ül Kur’an yazarı Hakkı Yılmaz bu ayetin orijinalinde, “ feinnehü nezzelehü “ şart cümlesi ile cevap bölümündeki “ ala kalbike “ ( senin kalbine ) bağlantısının doğru kurulamamasının ve Cebrail Meleği şartlanmasının sonucu böyle bir inanç kurgusu ortaya çıkarılmıştır. Oysa bu ayetten anlaşılmaktadır ki, Cebrail indiren değil, inendir. Dolayısıyla insanlar için inen ve hidayet rehberi olacak olan da Kur’andır. Demektedir. Üstelik ayetin orijinalinde Kur’an sözcüğü olmadığı, Kur’an yerine Cibril sözü kullanıldığı halde, Diyanet çevirisinde keyfi bir ilave ile Kur’an sözcüğünün doğrudan doğruya yer aldığını ve ayetin asıl mecrasından saptırıldığını görüyoruz. Eğer Cebrail bir melek ise, vahyi ( Kur’anı ) peygamberimize o indirmiş ise, müşrikler onu görmedikleri tanımadıkları halde, Kur’an ve Kur’anı kendilerine tebliğ eden Peygamberle doğrudan doğruya muhatap iken, neden Cebrail Meleğine düşman olsunlar ? Tabiidir ki aslında düzenleri bozulduğu için, düşmanları Kur’andır, onu tebliğ eden Peygamberimizdir.
Vahiy, Allah’ın mesajlarıdır, ayetleridir, Kitaplarıdır. Allah bütün peygamberlerine vahyini bizzat Kendisi içine işleterek, benliğine nüfuz ettirerek, tıpkı pamuğun, süngerin suyu emdiği gibi benzer şekilde ilga ettiğini bildirerek indirmiştir. Zaman zaman da Taha Sûresinin 10 – 14. ayetlerinde “ Hani O bir ateş görmüştü de ehline ( ailesine yakınlarına ) ondan size bir kor parçası getirmem için siz bekleyin demişti. Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi : Musa ! Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen nalınlarını çıkar ( Yakınlarını ve mallarını burada bırak ) şüphesiz sen temizlenmiş vadide Tuva’dasın ( iki kere temizlenmiş vadidesin ) Ve Ben seni seçtim. O halde vahiy edilecek olan şeye, Hiç şüphesiz ki Ben Allah’ın ta kendisiyim. Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. “ ifadelerinde örneğini gördüğümüz gibi bir kozmik perdenin arkasından peygamberleriyle konuşmuştur, vahyini indirmiştir. ( Şura 51. )
Ayetlerde belirtildiği gibi Musa Peygambere, Rabbimiz doğrudan doğruya kendisi seslenmiş ve vahyini indirmiştir. Yine Nisa Sûresinin 163 - 166. ayetlerinde de " Şüphesiz Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik......Fakat Allah, sana indirdiğine - ki Kendi bilgisiyle indirmiştir - şahitlik eder. Tüm ayetler de şahitlik ederler. Şahit olarak da Allah yeter. " ifadelerinde de gördüğümüz gibi ortada Cebrail diye bir vahiy meleği yoktur ve vahyi bizzat Rabbimizin Kendisinin indirdiği belirtilmektedir. Ama bunlara rağmen Klasik kitaplarda Cebrail ile ilgili yüzlerce rivayet vardır. Ve bunların tamamı da kavramlar ve ayetler saptırılarak vahyi indiren melek anlayışına kurgulanmıştır. Tirmizi’deki bir rivayette : Yahudiler Peygamber’e “ Kendisine her hangi bir meleğin Rabbinden risalet ve vahiy getirmediği hiç bir peygamber yoktur. Sana bunu getirenin kim olduğunu söyle ki biz de sana tabi olalım. “ demişler. Hz. Peygamber de “ O Cebrail’dir “ deyince şu karşılığı vermişler. “ Cebrail savaş ve çarpışmayı getiren kimsedir. O bizim düşmanımızdır. Eğer sen bunun yerine şu yağmuru ve rahmeti indiren Mikail olduğunu söylemiş olsaydın sana uyardık.” Bu konuşmaların üzerine Allah, Bakara 97. ayetini indirmiştir. Bunun gibi pek çok rivayet, Cebrail ve Mikail Kur’anda geçiyor diye bu iki melek üzerine kurgulanmıştır. Aslında Mikail inancı Yahudilerden gelmektedir. Mikail Yahudilerin inancında, yağmur ve bereketi getiren iyi kalpli bir melek olduğu gibi, cesur yürekli ve İsraillilerin hamisi ve koruyucusu “ büyük reisidir “ onları düşmanlarından koruyacak bir kurtarıcıdır ve bir kahramandır. Halbuki Kur’anda Bakara Sûresinin 98. ayetinde " Kim ki Allah’ın meleklerine, elçilerine, Cibril’e ( Kur’ana ), Mikail’e ( Elçi Muhammed’e ) düşman ise, üzüntüsünden kahrından ölsün. Şüphesiz işte bu yüzden Allah da kâfirlere / inkâr edenlere düşmandır. " denilerek belirtildiği gibi Mikail için de düşmanlık ifadesi söz konusudur.
Mekke ve Medine dönemlerinde İslamiyetin yayılmasından dolayı, Yahudi inancından gelen insanların hamisi, koruyup kollayanı, Tevbe Sûresinin 128. ayetinde belirtildiği gibi olsa olsa ancak Muhammed ( a.s. ) olabilir. Bu nedenle bu ayette sözü edilen Mikail bir melek değil, ayette Cibril ifadesi ile kastedilen Kur’anı tebliğ etmekle görevlendirilmiş olan Peygamberimiz Muhammed ( a.s. ) dir. Cebrail sözcüğü, yukarıda açıkladığımız gibi Arap diline İbraniceden ve Yahudilerden geçmiştir. Cebr kökünden ( denkleştirme, tahrif olan bozulan şeyleri düzeltme, onarma ) yenileme, tekrar işe yarar hale getirme anlamını taşımaktadır. Cibril sözü cebr ve iyl sözcüklerinden oluşmuş bir isim tamlamasıdır. İyl eki İbranicede, Sami dillerine mensup Araplarda da Allah demektir. İşte bu nedenlerledir ki, Cebrail sözü bir melek ismi değil, Allah’ın daha önce gönderdiği ve tahrif olan kitaplarını yenilemek, düzeltmek, onarmak için gönderdiği vahyi, yeni ve son evrensel Kitabı olan, Kur’andır. Haşr Sûresinin 23. ayetinde " O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır......işleri düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan ; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösterendir. Allah onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Allah'ın ortağı yoktur, Cebraili Allah'a ortak etmek ve Allah'ın yerine koymak şirktir. Dolayısıyla Cebraile " Vahiy Meleği " denmesinin Kur'an açısından herhangi bir dayanağı da yoktur.
Sonuç olarak, klasik tefsir ve eserlerde yer alan, rivayetlerle önümüze konmuş olan, bu güne kadar toplumumuzun kültürüne yerleşmiş olan melek konusundaki inançlarımız, bilgilerimiz, Kur’an dışında pek çok yanlışları ve tutarsızlıkları içermektedir. Bugün insanlığın ulaştığı akıllı telefon ve bilgisayar teknolojisinde görüntüyü, sesi ve her türlü iletişimin kolaylığını sağlayan, bir tür enerji olan elektro manyetik radyo dalgalarını yaratan Allah, niye doğrudan doğruya insanın / Resulünün beynine yerleştirdiği ve zaten var olan bir hücreye, belleğine vahyini iletmek için bir aracı kullansın ? Acaba Rabbimiz, bazı peygamberlere vahiylerini Cebrail meleği aracılığında indirdi de arada bir sen izne çık mı demiştir. Bizim Peygamberimizin ardından da artık başka peygamber gelmeyeceğine göre de Cebrail meleği şimdi de emekli mi olmuştur. Yoksa rivayetlerde anlatıldığı gibi, uzayın bir köşesinde oluşturdukları bir camide diğer meleklere namaz kıldırarak imamlık mı yapmaktadır. Melek ve daha pek çok kavramda anlattıkları Kur'ana göre yanlış olduğu, mütedeyyin insanları kandırdıkları ve uyuttukları halde bundan nemalanan, Allah katında bundan dolayı çok büyük bir sorumluluk altında kalacakları kesin olan ey anlı şanlı ekran yıldızı ilâhiyat konuşmacıları ne olur artık Allah'ın ilminin ve Kur'anın gerçek mesajlarının farkına varın, tembellik etmeyin, klasik tefsirlerin, tutarsız ve absürt olan rivayetlerin, hurafelerin esaretinden kendinizi kurtarın. Bugün ise Amerika'da Brown Üniversitesi Tıp Merkezinde sizin kâfir dediğiniz Mikro Biyoloji uzmanları elektro manyetik radyo dalgaları ile kablo olmadan ve uzaktan bir insan beyni ile bağlantı kurarak bilgi aktarılması deneyini başarı ile sonuçlandırdılar. Bu buluş sizlere bir şey ifade etmeyecek midir ? Hala Kur'anı Peygambere Cebrail getirdi, her Ramazan ayında da mukabele etti diyerek insanları aldatmaya devam edecek misiniz ? Kullandığınız elektro manyetik radyo dalgaları ile çalışan bilgisayar ve akıllı telefonlarınıza bakarak hala bütün yaratılmışların sahibi olan Allah'ın ilmini ve gücünü tanıyamamış olduğunuzdan utanmayacak mısınız ?
Aslında doğa güçleri olan, metafizik ( Fizik ötesi ) varlık olmayan Meleklerin varlığına, Kâinattaki yaşamın, düzenin yürümesindeki görevlerine, bu yolla Allah’ın koyduğu kanunların, hükümlerin, ilkelerin işleyişine ve Sünnetullah’a elbette ki hepimiz iman etmek ve Allah'ı daha gerçekçi olarak tanımakla yükümlüyüz. ( Bu konuda sitemizde " Kur'ana Göre Melek İnancı " başlıklı yazımızda daha geniş bilgi bulabilirsiniz ) Ama Dinimiz adına her konuda ihtiyacımız olan bilgilerin ve uyarıların en doğrusunun Yüce Kitabımızda saptırılmadığı, taciz edilmediği takdirde eksiksiz olarak mevcut olduğunu da her zaman aklımızda bulundurmalıyız. Her konuda önümüze konulan bilgileri mutlaka Kur’an ayetleri ile test etmeliyiz. Çünkü her konuda bize öğüt olsun diye indirdiği kitabında, Yüce Rabbimiz Enam Sûresinin 38. ayetinde “ Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık “ demektedir. Kur’anın bize tarif ettiği Melekler, / hepsi de enerji değişimlerine bağlı olan Doğa güçleri ve kanunları, Allah’a şaşmaz bağlılıkları ile Kâinatın yaratılması ile beraber üzerilerine yüklenmiş ve kodlanmış olan programı, hiç aksatmadan milyarlarca yıldır yerine getirmektedirler. Böylece Allah’ın emirlerine boyun eğip teslim olmakta, secde ile Allah’ı tesbih etmektedirler. Allah’ın büyüklüğünün, yüceliğinin kanıtı olmaktadırlar. Biz de artık bu konuda yanlış inanç ile Allah'a ortak koşmak olan şirk sorumluluğundan kendimizi kurtaralım. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR. RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR