Konu Detay

ŞEFAAT YA RESÜLULLAH DEMEK DOĞRU MUDUR ?

 16.02.2017
 2278

Şefaat  sözcüğü,  günlük  hayatımızda,  Camilerde,  Cuma  günlerinde,  Kandil  gecelerinde,  Bayram  namazlarında,  hatiplerin,  imamların  konuşmaları  içerisinde  çok  sıklıkla  Peygamberimizin  şefaati  olarak  aktarılan,  fakat  aslında  Kur'anda  otuzun  üzerindeki  sayıda  ayetle  bambaşka  anlamlarla  ve  mesajlarla  ele  alınan  bir  kavramdır. Din  ve  inanç  adına  pek  çok  kavramda  olduğu  gibi  halk  kültüründe  de  yanlış  bilinen,  her  yapılacak  amel  öncesinde,  Kur'andaki   bir  çok  ayetle  yapılan    uyarılara  rağmen,  küfre  girilerek  Ehli  Sünnet  denilen  Cemaatlerce,  aman  Peygamberimizin  şefaatinden  mahrum  kalmayalım  korkusunun  hakim  kılındığı,  üstelik  de  Peygamberi  Allah'a  ortak  etme  şirki  olabilecek  yanlış  inançlardan  biridir.  Şiirlere,  makalelere  dahi  konu  edilmiş  bu  yanlış  şefaat   inancı  için  “  Peygamber  efendimize  çok  salavat  getir  ki,  bu  O’nun  şefaatinin  peşin  ücretidir. “  denilerek  ibadete  bağlanıp,  uydurma  hadislerle  Peygamberimizin  şefaatinden  mahrum  olmama  tehdidi  de  yapılır.  Bazı  sözlerde  “  Allah’ın  nuruyla  ümmetini  selamlayan  gül  yüzlü  nur  peygamberimizin  şefaati  üzerinize  olsun  “  denilerek  sözde  iyi  dileklerde  kullanılırken,  dara  düşüldüğü  zaman  "  Yetiş  ya  Muhammed  ümmetin  zor  durumda  denilerek  Allah'ın  yerine  ölmüş  olan  peygamberden  yardım  istenilirken  "  içine  düşülecek  küfrün  ve  şirkin  farkında  da  olunmaz. Bu  nedenle  dindar  görünen  Ehli  Sünnet  ekolü  mensupları  için  bu  yanlış  anlayış  ve  inanç  öyle  bir  güvence  olmaktadır  ki  kendileri  de  nasıl  olsa  peygamberimiz  bizi  kurtaracak  şartlanmasıyla  Kur'ana  göre  pek  çok  yanlışın,  küfrün,  günahın  içinde  olmakta  herhangi  bir  sakınca  görmemektedirler. Kalem  Sûresinin  36 - 38. ayetlerinde  "  Neyiniz  var,  nasıl  hükmediyorsunuz ?  Yoksa  içinde  ders  aldığınız  şeyler  “  Siz  bu  alemde  neyi  beğenirseniz  o  kesinlikle  sizin  olacak “  garantisi  verilmiş  olan  size  ait  bir  kitap  /  yazılı  belge  mi  var ? "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılara  rağmen,  çünkü  ellerinde  Allah'ın  verdiği  bir  belge  olmadığı  halde  uydurma  hadis  ve  rivayetlerden  oluşmuş  kapı  gibi  çakma   belgeleri   bulunmaktadır.  Halk  ozanı  Yunus  Emre  de  “ Canım  kurban  olsun  senin  yoluna,  Adı  güzel,  kendi  güzel  Muhammed. Şefaat  eyle  bu  kemter ( aciz ) kuluna,  Adı  güzel  kendi  güzel  Muhammed. “  diyerek,  bu  yanlış  şefaat  anlayışının  içerisinde  yer  almış,  üstelik  de  güzel  başladığı  deyişini  Allah’ı  bırakıp  artık  bu  dünyadan  ayrılmış  olan  Peygambere  kul  olmakla,  Ahiret  hayatında  da  aracı  olması  isteği  ile  kötü  bitirmiştir.  Çünkü  kul  sözcüğü  farklı  anlamlara  çekilmeye  çalışılsa  da,  bir  insan  Taptuk  Emre’nin  kapısına  kul  ( hizmetkâr )  olduğunu  söyleyebilir  ama,  hizmet  etmenin  dışındaki  bir  anlamda,  Allah’tan  başkasına  ibadet  için  kul  olup,  Ahiret  hayatı  için  ondan  yardım  talep  etmesi  ise  şirk  olur.

Şefaat  sözcüğü,  “ Şef’i “  kökünden  türemiş  olup,  bir  şeyi  benzeri  olan  başka  bir  şeye  eklemek,  onu  desteklemek,  bir  şeyi  çiftlemek  ve  esirgemek  anlamındadır.  Ancak  sözcük  zaman  içerisinde  yüksek  mevkide  bulunan  birinin,  düşkün  birine  yardım  etmesi,  onu  koruması,  onun  korunmasına  aracılık  etmesi  anlamında  da  kullanılır  olmuştur.  Dini  terminolojide  ise  “ Bir  kimsenin  bağışlanmasını  istemek,  başkası  hesabına  yalvarmak,  rica  etmek,  dua  ve  niyazda  bulunmaktır. “  Özellikle,  kısacası  ve  en  yanlış  olanı  "  hesap  gününde  aracı  olmak,  cehennem   azabından  kurtarmak "  demek  olan  inancıdır.  Arapçada  başkası  lehine  talepte  bulunana  “ Eş  Şafi “ denir,  bu  ifade  de  aslında  Allah'ın  isimlerinden  birisidir.

Kur'an  ayetlerine  baktığımız  zaman,  Zümer  Sûresinin  44. ayetinde  "  De  ki  :  Bütün  şefaat  /  yardım,  destek,  kayırma  Allah’ındır.  Göklerin  ve  yerin  mülkü  yalnızca  O’nundur.  Sonra  yalnızca  O’na  döndürülürsünüz. “  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  gerek  bu  Dünya  hayatında,  gerekse  Ahirette  mahşer  sorgulamasında,  Şefaat  etme  ( yardım  etme )  yetkisi  sadece  Allah’a  aittir,  Allah’tan  başka  şefaatçi  ( yardım  edici  aracı,  torpil )  yoktur. Secde  Sûresinin  4. ayetinde   " Allah   gökleri,  yeri  ve  ikisi  arasındakileri  altı  evrede  oluşturan  ve  de  en  büyük  taht  üzerinde  egemenlik  kurandır.  O’nun  astlarından  size  bir  şefaatçi  /  yardımcı,  yol  gösterici,  koruyucu  yakın  ve  bir  destekçi,  iltimasçı  yoktur.  Hala  düşünüp  ibret  almayacak  mısınız ? "  denilerek  belirtildiği  gibi  “ Allah’ın  astlarından  insanlar  için  bir  yakın  ve  bir  şefaatçi  yoktur. “  İfadesi  ile  de  Ahiret  hayatındaki  hesaplaşma   esnasında   zaten  Allah'ın  yaratmış  olduğu  peygamberler  de  dahil  Veliler,  Evliya,  Şeyh,  Mürşit,  İmam  gibi  insanların,  bir  başkasına  aracı  olarak  yardımda  ve  kayırmada  bulunamayacağı  dile  getirilmektedir. 

Yunus  Sûresinin  3. ayetinde   " Şüphesiz  sizin  Rabbiniz,  gökleri  ve  yeri  altı  evrede  oluşturan,  sonra  en  büyük  taht  üzerinde  egemenlik  kuran,  işi  yönetip  duran  Allah’tır.  Dünyada  şefaat  /  yardım  edecek,  destek  olacak  kişi  ancak  O’nun  izninden  /  bilgisinden  sonra  yardım  edebilir. "  ifadeleriyle,  bırakalım  Ahiret  hayatını,  bu  dünyadaki  yaşam  içerisinde  dahi  herhangi  bir  konuda  insanlar  arasındaki  bir  şefaatin  ( yardımlaşmanın )  desteğin  Allah’ın  iznine  bağlı  olduğu  belirtilmektedir. Ancak  bu  ayetteki  izin  ifadesinin  anlamı  saptırılarak  doğrudan  doğruya  Ahiret  gününde  Allah’ın  bu  konuda  herhangi  bir  kişiye  veya  zümreye  vereceği  veya  verdiği  şefaat,  yardım  etme  izni  olarak  düşünülmemelidir. Yüce  Allah  oluşturacağı  vesilelerle  dilediği  kullarının,  dilediğine  bu  dünyada  yaşarken  ( yardım  etme )  şefaat  etme  izni  verebilir.  Allah’ın  izni  ve  emri   olmadan  dünya  yaşamında  dahi,  kimsenin  kimseye  şefaat  ( yardım )  etmesi,  herhangi  bir  işte  vesile  olması  söz  konusu  değildir.  Gökleri,  Yeri  ve  arasındakileri  oluşturan,  Kâinattaki  bütün  değişimlere  ve  olaylara  hükmederek  en  büyük  gücü  elinde  bulunduran,  çekip  çevirerek  programlayan,  insanları  birbirine  vesile  yaparak  bütün  olayların  algoritmasını   hazırlayan  Yüce  Rabbimiz  Allah,  bütün  bunları  iradesi  /  Meşieti  ile  dünya  yaşamında  oluşturduğu  hüküm,  kanun,  ilke  ve  kurallarla  /  Sünnetullah  ile  yönetmekte,  olayları  ve  insanları  birbirine  aracı  kılarak  yardım  etmelerini  sağlamaktadır.  Dünya  hayatındaki  insanların  sınava  tabi  tutulabilmeleri  için  hidayet  yolunu  da,  dalalet  yolunu  da  yaratan  Allah'tır. İnsana  bahşedilmiş  olan  akıl  ve  özgür  iradeden  dolayı,  Allah  dünya  hayatında  güzel  bir  yardımla  iyilik  için  şefaat  /  yardım   edene  izin  verdiği  gibi,  kötülük  için  yardımla  şefaat  edene  de  izin  verebilir. Seçim  ve  atılan  adım  kulların  kendilerine  aittir. Bu  nedenle  Nisa  Sûresinin  85. ayetinde, "  Kim  hayır  ve  iyiliklere  aracı  olmakla  şefaatçi  /  yardımcı  olursa,  bundan  kendisine  bir  pay  vardır.  Kim  de  kötülüğe  delil  olmak  ve  şefaat  /  yardım  etmekle  veya  kötülük  çığırını  açmakla,  yardımda  bulunursa  ondan  kendisine  bir  günah  payı  vardır.  Allah  her  şeye  güç  yetirendir. "  ifadelerinde  belirtildiği  gibi  iyi  veya  kötü  olan  yardımlaşmaların,  elbetteki  bir  karşılığının   olduğu  dile  getirilmekte,  iyiliğe  veya  kötülüğe  çığır  açıp  öncü  olanların  amel  defterlerinin  kapanmayacağı  belirtilmektedir.  Ayetin  orijinalinde  “ Şefaat i  hasene  “  ifadesiyle  iyiliğe  aracılık  ve  yardım  edenler  için  verilecek  güzel  bir  paydan,  “ Şefaat i  seyyie  “  ifadesiyle  de  kötülüklere  aracılık  edip  yardımcı  olanların  alacağı  günahtan  söz  edilmektedir.

Ayetlerde  de  görüldüğü  gibi,  Allah’ın  ancak  bu  dünyadaki  yaşam  için  yardıma,  şefaate  izin  vereceği  belirtildiği  halde,  bazı  ayetlerdeki  “ Allah’ın  izin  verdikleri  hariç ”  ifadesinden  dolayı  ve  bunun  yanı  sıra  Meryem  Sûresinin  87. ayeti  ile  Taha  Sûresinin  109. ayeti  de  asıl  mecrasından  saptırılıp  delil  gösterilerek,  Sünneti  Seniyeci  geçinip,  hadis  ve  Rivayet  uyduranlarca   "  Allah  katında  ahd ( söz )  almışlara  mahşer  hesabı  esnasında  da,  şefaat  etme  izninin  verileceği  apaçık  bildirilmiştir  "  denilmekte,  kendileri  onlarca  ayeti  inkâr  etmiş  olmalarına  rağmen,   bunun  ardından  da  “ Her  kim  şefaat  yoktur  “  derse  bu  ayetleri  inkâr  etmiş  olur  tehdidi  yapılmaktadır.  Bu  bağlamda  Peygamberlere,  şehitlere,  alimlere,  değişik  kesimlere  de  uydurulan  hadislerle  şefaat  etme  izni  verildiğine  inanılmakta,  mahşer  günündeki  hesaplaşmada  Allah'ın  ortakları  yapılmakta,  örneğin ;  

*  Kıyamette,  peygamberler,  alimler  ve  şehitler  olmak  üzere  üç  zümre  şefaat  edecektir. ( İbni  Mace  Zuhd  37 )

*  Benim  şefaatim  ümmetimden  büyük  günah  sahipleri  içindir. ( Tirmizi  Kıyame  11 ) 

*  Kıyamet  günündeki  şefaatim  haktır.  Kim  şefaatime  inanmazsa  şefaatime  kavuşamayacaktır. ( El  Muttaki,  Kenzül  Umman  14 / 399 ) gibi  Peygamberimizin  adına  atfedilen  bir  çok  uydurma  hadisle  de  desteklenerek  bu  şefaat  inancı  Kur'an  ayetlerinin  aksine  meşrulaştırılmaya  çalışılmaktadır.

Biz  de  kıyametten  sonra  Yüce  Rabbimiz  Allah'ın  katında  kurulacak  mahşer  günü  hesabında,  gerçekten  Peygamberin  veya  herhangi  bir  kimsenin  şefaati  ( yardımı,  torpili,  kayırması,  aracılığı ) olacak  mı  olmayacak  mı ?  Bunu  şefaat  inancına  delil  gösterilen  Kur'an  ayetlerine  bakarak  anlamaya  çalışalım.

MERYEM  86 - 87  :  Suçluları  da  susamış  olarak  cehenneme  süreceğiz.  Onlar  Rahman’ın  katından  bir  garanti  söz  almış  olan  kimse  hariç  şefaate  /  yardıma,  desteğe  sahip  olamayacaklardır.

TAHA  109  :  O  gün  Rahman’ın  kendisine  izin  verdiği  ve  sözce  hoşnut  olduğu  kimseler  hariç,  şefaat  /  yardım - destek  yarar  sağlamaz.

Bu  ayetlerde  kıyametten  sonra  kurulan  mahşer  gününün  hesabı  sorulup,  Cehenneme  gireceği  artık  belli  olmuş  suçlulara  daha  sonra  ne  olacağı  bildirilmektedir. “ Şefaate  sahip  olmak “  ifadesine  bakıldığında,  ya  onların  başkaları  için  yapacakları  ( yardım )  şefaat,  ya  da  başkalarının  onlar  için  yapacakları  ( yardım )  şefaat  olabileceği  şeklinde  iki  yönlü  bir  anlam  çıkarılabilir  gibi  görünse  de,  istisna  cümlesinden  buradaki  şefaatin  başkalarının  onlar  için  yapacakları  şefaat,  yardım  olduğu  anlaşılmaktadır.  Dolayısıyla  buradaki  “  Şefaate  sahip  olmayacaklar  “  ifadesi,  kimse  onlara  yardım  edemeyecek  demektir.  Zaten  Cehennemdekilerin  kendileri  yardıma  muhtaç  iken  bir  başkasına  yardımda  bulunmaları  da  anlamsızdır.  Ancak  Rabbimiz  ayette  “ Rahmanın  katından  bir  ahd ( söz )  almış  olan  kimse  hariç “  diye  bir  istisna  yaparak  Ahiretteki  hesap  gününde  kimlerin  yardım  göreceğini  açıklamıştır.  Onlar  ise  iman  edip  salihatı  işleyenlerdir.  ( İkna  yolu  ile  içinde  bulunduğu  yanlıştan  arındırıp  insanları  doğru  yola  yönlendirebilenlerdir. ) Birçok  ayetle  beraber  Bakara  Sûresinin  25. ayetinde  de :  "  İman  edip  salihatı  işleyen  /  düzeltmeye  yönelik  işler  yapan  kimselere  de,  şüphesiz  kendileri  için  altlarından  ırmaklar  akan  cennetlerin  olduğunu   müjdele.  "  ifadelerinde  görüldüğü  gibi,  Rabbimiz  zaten  iman  eden  ve  salihatı  işleyenlere  yardım  edeceğini,  cennetle  müjdelenerek  onlara  söz  verdiğini  haber  vermektedir. Yani  istisna  cümlesinden  dolayı,  iman  edip  salihatı  işleyenlerin  dışında,  hiç  kimse  hesap  gününde  Allah’tan  şefaat  beklentisinde  olmamalıdır. Çünkü  hesap  gününde  Allah’tan  başka  hiç  kimseden  bir  şefaatin  kabul  edilmeyeceği,  şefaatin  ( yardımın,  kayırmanın )  olmayacağı  zaten  Bakara  Sûresinin  48.  ve  123.  ayetlerinde   "  Ve  hiç  bir  kimsenin  başka  bir  kimseye  herhangi  bir  şey  için  karşılık  ödemediği,  hiçbir  kimseden   şefaatin  /  yardımın,  adam  kayırmanın  kabul  edilmediği,  kimseden  fidyenin  /  kurtulmalık  alınmadığı  ve  hiçbir  kimsenin  yardım  olunmadığı  güne  karşı  Allah’ın  koruması  altına  girin. "  ifedeleriyle  kesin  olarak  bildirilmektedir.  Ayetlerde  görüldüğü  gibi  Ahirette  hiç  kimseye  şefaat  ettirilmeyecektir. "  Hiç  bir  kimseden  şefaatin  kabul  edilmediği  "  ifadesinin  içerisine  Peygamberler  de  dahildir. O  gün  diller  susacak,  sadece  Allah’ın  izin  verdikleri,  Peygamberler,  Kitaplar,  Melekler,  eller  ve  ayaklar  bildikleri  gerçeğe  tanıklık  edeceklerdir.  Herkesin  yapmaması  gerektiği  halde  yaptıkları  veya   yapması  gerektiği  halde  yapmadıkları  bilgisayar  tabletinde  olduğu  gibi  canlı  olarak  gösterilecektir.

ZUHRUF  86  :  Ve  onların,  O’nun  astlarından  yalvarıp  durdukları  kimseler  şefaate  /  yardıma,  desteğe,  iltimasa  malik  olamazlar.  Ancak  hakka  şahit  olan  zat  bunun  dışındadır.  Onlar  da  biliyorlar.

Ayette  ifade  edildiği  gibi  Allah’tan  başka,  Allah’ın  yarattıklarından  hiç  bir  kimse,  hiç  bir  nesne,  hiç  bir  varlık,  hesap  gününde  şefaat  etmeye  muktedir  değildir. Şefaat  etme  yetkisi  sadece  Allah'a  aittir.  "  Hakka  şahit  olan  zat  bunun  dışındadır. "  ifadesiyle  de  Allah'ın  hükümlerini,  adaleti,  aklın  inkâr  edemeyeceği  gerçekleri,  doğruları  yerine  getirebilenlerin  ancak  Allah'tan  yardım  görebilecek  kişiler  olacağı  belirtilmektedir.  Çünkü  Hakk  aynı  zamanda  her  yerde,  her  an  gerçek  ve  değişmez  olarak  bulunan  Allah'tır,  gönderdiği  peygamberler  ve  onların  aracılığıyla  indirdiği  vahiyler  ve  hükümlerdir,  Kur'andaki  haberlerdir,  bunların  bize  bahşedilen  aklıselim  ile  bilinmesiyle  beraber  " gerçek  iman " dır,  Hakka  /  gerçeğe  şahit  olmaktır. 

Halk  arasında  yaygın  olarak  “ Ümmetinden  günahkâr  olanların  günahlarının  affedilmesi  için  Peygamberimizin  Allah  katında  aracılık  etmesi  “  şeklinde  tanımlanan  şefaat  anlayışı,  yukarıda  ayetlerle  gördüğümüz  gibi  Kur’ana  terstir. Buna  rağmen  İsra  Sûresinin  79. ayetinde  sözü  edilen  “ Makam ı  Mahmud “  ifadesi  de  Peygamber  Şefaatine  delil  olarak  gösterilmektedir. Oysa  bu  ayetin  de  Peygamberin  şefaat  edeceği  inancına  alet  edilmesi  doğru  bir  yaklaşım  değildir.  Bu  konuda   uydurulan  rivayetler,  Kur'ana,  Kur'an  ahlâkı  ile  yoğrulmuş   Peygamberimizin  mümtaz  şahsiyetine  aykırıdır.  Bu  rivayetlerden  bazı  örneklere  bakalım !..

* Peygamberimize  bu  ayette  zikredilen  Makam ı  Mahmud’dan  sual  edildi.  Resulullah  “ bu  şefaattir. “  diye  cevap  verdi. (  Ebu  Hureyre,  Tirmizi  Tefsir  17 )

* Buhari  Tefsir  11. rivayetinde  : “ Ey  falan  bize  şefaat  et,  ey  falan  bize  şefaat  et  diyecekler. Sonunda  şefaat  etme  işi  bana  kalacak. İşte  “ Makam ı Mahmud “  budur. 

* Peygamber  efendimizin  kıyamette  şefaat  edeceği  özel  bir  makamı  vardır. Her  ezanın  arkasında,  Allah  u  Tealaya  Resulullah  efendimizi  bu  makama  ulaştırması  için  dua  etmekteyiz. Peygamber  efendimiz  ezanı  tekrar  edip  ezan  duasını  okuyanlara  da  şefaat  edeceğini  bildirmiştir. ( Ebu  Davut  Salat  37 )

Bu  rivayetlerin  Kur’an  ayetlerine,  Kur'an  bağlılığı  ve  ahlâkı  ile  yoğrulmuş  Peygamberimizin  mümtaz  şahsiyetine  ne  kadar  ters  düştüğü  açık  olmakla  beraber,  biz  bir  de  bu  rivayetlere  malzeme  yapılan  ayete,  verilmek  istenen  asıl  mesajın  ne  olduğuna  bakalım !

İSRA  78  :  Güneşin  batmasından  gecenin  kararmasına  kadar  salatı  ikame  et. /  Destekleşmeyi,  öğrenip  öğretme  ile  toplumu  aydınlatma  görevine  devam  et,  ayakta  tut.  Ve  sabah  öğrenip  öğretilmesini  sağla.  Çünkü  sabah  öğrenip  öğretilmesi  görülecek  şeydir.  79  :  Ve  geceden  de,  ayrıca  sana  özgü  bir  fazlalık  olarak  sen,  salatı  geceleri  uyanıp  uygula !  Rabbinin  seni  güzel  bir  makama  /  Makam ı  Mahmud’a  ulaştıracağı  umulur.

Bu  Sûrede  paragraf  bütünlüğü  içerisinde  yer  alan  önceki  ayetler  ve  bu  ayet,  Peygamberimizin  yapacağı  salat  ( eğitim,  öğretim,  ayetleri  tebliğ  etme,  sosyal  yardım  ve  dayanışma  kurumlarının  oluşturulması )  çalışmalarının  vakitlerini   belirleyen  ayetlerdir.  Buna  rağmen  bir  çok  çeviri  mealinde  olduğu  gibi,  salat  etme  sözcüğü  sadece  namaz  kılmaya  endekslendiği  için,  Diyanet  Vakfı  çevirilerinde  de  ayetin  orijinalinde  yer  almayan  bir  takım  ilâvelerle  ve  farklı  yorumlarla  ayetler,  İSRA  78  :  "  Güneşin  zevalinden  /  öğle  vaktinde  batıya  kaymasından  gecenin  karanlığına  kadar  /  belli  vakitlerde  namazı  kıl.  Bir  de  sabah  namazını  kıl.  Çünkü  sabah  namazı  şahitlidir. "  79  :  Gecenin  bir  kısmında  da  uyanarak  sana  mahsus  fazla  bir  ibadet  olmak  üzere  teheccüd  namazı  kıl  ki,  Rabbin  seni  Makam ı  Mahmud'a  ulaştırsın. "  şeklindeki  ifadelerle  çevrilmektedir.  Halbuki  Peygamberimiz  daha  önce  de  ve  Peygamber  olduktan  sonra  da  zaten  namaz  kılıyordu.  Bu  ayetlerle  Allah'ın  kendisine  tekrar  namaz  kıl  ki  seni  bir  makama  ulaştırayım  şeklinde  yorumlanmasının,  inandırıcı  ve   tutarlı  bir  tarafı  yoktur. Üstelik  bu  zihniyetin  kabulüne  göre  Allah,  diğer  vakitlerde  kılınan  namazlara  şahit  değil  midir ?  Ayetteki  orijinal  “  Makamen  mahmuden  “  ifadesi  teknik  olarak  iki  şekilde  değerlendirilip  iki  farklı  anlam  elde  edilebilir.  Biri  “  seni  mahmud  ( övülmüş  )  olarak  gönderecektir  “  diğeri  de  “ seni  güzel  bir  makama  ulaştıracak  “  şeklinde  olabilir.  İşte  bu  makam,  bir  çok  yorumcu  tarafından  uydurma  rivayetler  ışığında  “  şefaat  makamı  “  olarak  algılanmıştır.  Halbuki  bu  tamlama  ile   neticesi  övgü,  metih  olan  bir  makam  kastedilmektedir.  Bu  makam  öncelikle  Allah’ın  hoşnut  olduğu  bir  makamdır  ve  Allah'ın  bizzat  Kendisine  ortak  oluşturduğu  bir  makam  asla  olamaz.  Bu  makam   sadece  namaz  kılınarak  değil,  bizzat  salat  etmenin  bütün  ayrıntılarını  canla,  başla,  bilinç  ve  özveriyle  yerine  getirilerek  yapılacak  çalışmaların  sonunda  ancak  Medine’de  kurulacak  olan  İslam  devletinin  başkanlığı  makamı,  bütün  dünyaya  İslam'ı  yaymanın  şerefini  taşıyacağı  makam,  pek  çok  ayette  sözü  edilen  ve  daha  önceki  peygamberlerde  olduğu  gibi,  dosdoğru  yolu  gösterme  onurunun  makamı  olabilir.

Peygamberimizin,  günahlara  destek  olup  hatırını  kullanarak  günahkârların  kurtuluşunu  sağlaması,  tabiri  yerindeyse  “ Allah  nezdinde  torpil  olması “  anlamına  gelen  Peygamberin  Şefaati  anlayışı,  Peygamberimizi  Allah’ın  yanında  yücelteceğiz  derken,  O’nun  yanında   hükmüne  ortak  etmeye   dönüşebilecek  tehlikeli  bir  inanç  olur.  Yukarıda  değindiğimiz,  Peygamberimizin   dahi  şefaatinin  olamayacağına  kesin  işaret  edilen  bütün  ayetlerin  de  inkâr  edildiği  sonucu  ortaya  çıkar.  Üstelik  de  bunlardan  başka  da ;  Ahkâf  Sûresinin  9. ayetinde, " De  ki  :  “ Ben  elçilerden  ilk  ortaya  çıkan  biri  değilim.  Ve  ben  bana  ve  size  ne  yapılacağını  bilmiyorum.  Ben  sadece  bana  vahyedilene  tabi  oluyorum. Ve  ben  apaçık  bir  uyarıcıyım. "  Zümer  Sûresinin  19. ayetinde, "  Peki  üzerine  azap  kelimesi  hak  olmuş  kimse  de  mi ?  Artık  o  ateşteki  kimseyi  sen  mi  kurtaracaksın. ?  "  ifadelerine  rağmen  Allah'ın  rahmet  etmediğine  haşa  daha  fazla  rahmete  sahip  olan  peygamber  rahmet  edecek,  Allah'ın  cehenneme  soktuğunu,  Peygamber  çıkaracak  öyle  mi ? 

Öte  yandan  Ahkâf  Sûresinin  5. ayetinde,  " Ve  Allah'ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiç  bir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler,  o  kimselerin  yalvarışından  habersizler  de. "  denilerek  yapılan  uyarıları  nereye  koyacağız ?  Peygamberimiz  bırakalım  ümmeti  için  hesap  günündeki  şefaat  etmeyi,  kendisine  ve  diğer  insanlara  nelerin  yapılacağını  dahi  bilmediğini  ifade  etmekte,  Rum  Sûresinin  13. ayetinde  de  "  Onlar  için  ortak  koştuklarından,  şefaat  /  yardım,  kayırma  yapacaklar  da  bulunmaz.  Ve  onlar  ortaklarını  reddettiler /  kabul  etmeyenler  oldular. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  de,  Allah  bizzat  akıllarını  kullanmayarak  ömürlerinin  sonuna  kadar  müşrik  kalıp,  ayetleri  inkâr  edip  Cehenneme  gidecekleri,  oradan  kurtulma  imkânına  sahip  olamayacakları,  hükmünün  verilmiş  kimselere  gönderme  yaparak  ve  bu  inkârlarından  dolayı “ Artık  o  ateşteki  kimseyi  sen  mi  kurtaracaksın “  diye  sormuştur.  Bunun  anlamı  da  açık  ve  net  olarak  “ Bu  insanı  artık  ne  sen,  ne  de  başkaları  kurtarabilir  “  demektir.  Peygamberimiz  de  bir  beşerdir,  Allah'ın  yarattığı  astlarındandır,  kuludur,  insanların  arasından  seçilmiştir  ve  görevini  başarı  ile  tamamladıktan  sonra   Allah'ın  rahmetine  kavuşmuştur.  O  da  öldükten  sonra  artık  kıyamet  gününe  kadar  hiçbir  kimseyi  ve  kendisine  "  Şefaat  ya  Resülullah "  diyerek  yakaranları  duymaz.  Bu  nedenle  her  aklına  geldikçe,  fırsat  buldukça  " Şefaat  ya  Resülullah  "  diyerek  onu  Allah'ın  yerine  koyarak  dua  edenler,  Ahkâf  Sûresinin  5. ayetindeki  uyarıya  dikkat  etsinler  ve  tevbe  ederek   Allah'a  sığınsınlar.  Çünkü  yine  Ahkâf  Sûresinin  6. ayetine  göre  de  Peygamberimiz  bu  duaları  kabul  etmeyecek  ve  bilakis  onlardan  şikâyetçi  olacaktır.

Sonuç  olarak  : Bu  dünyada  iken,  Allah’ın  Meşieti  ( iradesi )  ve  yaratması  ile  izin  verdiği  ölçüde  ve  şekilde  meleklerin  ( Fizik,  Kimya,  Biyoloji, Uzay  gibi  bütün  Doğa  kanunlarının,  doğa  güçlerinin )  insanlara,  insanların  da  birbirlerine,  ama  doğru  yolda  iyiliklerle,  ama  kötü  yolda  kötülüklerle  şefaati,  yardımlaşmaları  destekleri  vardır.  Bunlara  göre  karşılıklarını  alacaklardır. Ancak  kişinin  dünyada  iken  yaptığı  güzel  ameller,  kişinin  ikna  yoluyla  yanlışı  doğruya  döndürerek  işlediği  salihat,  gösterdiği  sakınma  ile  takva,  Ahiret  hayatındaki  hesap  gününde  kendisinin  şefaatçisi  ( kurtarıcısı )  olacaktır. Fakat  Ahiret  hayatındaki  hesaplaşmada  ise,  peygamberler  de  dahil  hiç  bir  kimsenin  hiç  bir  kimseye  şefaati,  yardımı,  torpili,  kayırması  olmayacaktır. Hüküm,  rahmet,  bağışlama,  şefaat,  yardım  sadece  Allah’a  aittir.  Bu  nedenle  Hristiyanların  “  Biz  ne  kadar  günahkâr  olsak  da  İsa  Mesih  bizi  kurtaracak,  bizim  yerimize  azabı  o  çekecek  “  yanlış  inancına  benzer  şekilde, Peygamberimiz  de bize  şefaat  edip  ümmetini  kurtaracak  yanlış  inancına  güvenerek  dünya  hayatında  gaflet  ve  içine  düşebileceğimiz  küfür  ve  şirk  içerisinde  olmaktan  uzak  durmamız  gerekir.  Elimizde  fırsat  varken,  bu  konuda  önümüze  konulan  aldatmacaları  bir  kenara   bırakıp,  aklımızı  kullanarak  bir  an  önce  dinimizin  yegâne  kaynağı  Kur’anımızı  doğru  ve  anlayarak  okuyup,  kendimizi  yanlışlarımızdan  arındırarak,  sadece  Allah’a  yönelerek  salih  amellerle  Ahiretimizi  bizzat  kendimiz  kurtarmalıyız.  Allah'ın  Selamı,  rahmeti,  bereketi  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun ! ...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  (  Tebyin  ül  Kur’an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET