Konu Detay

NUH'UN GEMİSİ VE TUFAN !

 12.05.2018
 2926

Nuh  Peygamber,  Yahudi  din  kaynakları  Eski  Ahit  Tevrat’ın  Tekvin,  Tora,  Çıkış,  Levilliler,  Tesniye,  Hristiyan   din  kaynakları  Yeni  Ahit   Kanonik  ve  Apokrif  İnciller  ve  bunların  müşterek  dini  kitapları  Kitabı  Mukaddes  anlatımlarında,  Haham  uydurmaları  rivayetlerle  en  geniş  yer  tutan,  Kur’anda  da  “ Ulül  Azm “  çok  sabırlı,  sebat   eden,  mücadeleci,  yılmayan,  azmeden  çok  şükreden  peygamberler  arasında  olarak  tanıtılmış  olan  Allah’ın  Peygamberlerinden  biridir.  İsrailiyat  olan  Yahudi  kaynaklarında  Nuh  ve  kavminin  helâk  edildiği  Tufan   olayı,  en  ince  ayrıntılarına  varıncaya  kadar  Hahamların  uydurduğu  mitolojik  rivayetlerle  anlatılmakta,  Hristiyanlarda  ise  İsa  Peygamberle  Nuh  Peygamber  arasında,  her  ikisinin  de  günahkâr  bir  dünyada  imanı  temsil  ettiği, Tufan  ile  Nuh’un  canlı  olarak  çıkıp  bütün  insanlığı  helâk  olmaktan  kurtardığı  gibi,  İsa’nın  da  vaftiz  suyu  ile  ölümü  yendiği,  insanlığı  günahtan  kurtaran  Nuh’un  gemisinin  kiliseye,  gönderdiği  güvercinin  de  kutsal  ruha  karşı  geldiği  gibi  aslında  yanlış  ve  uydurma  olan  inançlarla  benzerlik  bağlantıları  kurulmaktadır. ( Luka  17 / 26 : Petrus’un  Birinci  Mektubu  3 / 2 sa. 461 )

Genel  bir  inançla  Yahudi  kökenli  rivayetlere  dayanarak,  İnsanlık  tarihini  ikiye  bölen  bir  elçi  olarak  bilinen  Nuh  Peygamberin, Yahudi  kaynaklarının  dışında  yaşadığı  yer,  zaman  ve  kimliği  hakkında  kesin  ve  tarihi  bir  bilgi  yoktur. Kur’anda  da  bu  gibi  ayrıntılara  hiç  değinilmez.  Aslında  çok  önemli  de  değildir. Bu  konu  aslında  daha  çok  Tarihçilerin,  Jeologların  ve  bilim  adamlarının  işidir.  Dolayısıyla  Nuh  Peygamber  ve  yaşadığı  Tufan  olayı  ile  ilgili  Kur’anın  dışındaki  kaynakların  verdiği  bilgilerin  çoğunun  söylentiden  öteye  bir  değeri  yoktur.  Eski  Ahit  Tevrat’ın  Tekvin  anlatımlarına   göre  Nuh’un  bugünkü  Irak  topraklarında  Dicle  ve  Fırat   nehirleri  arasında  Mezopotamya  denilen  bölgede  yaşadığı,  rivayetlere  göre  kiminde  40,  kiminde  50,  kiminde  350  yaşında  peygamber  olduğu,  Tufandan  sonra  60  yıl  yaşadığı,  Adem  Peygamberden   800  yıl  sonra  peygamber  olduğu,  çok  azgın  olan  kavmine  Allah’ın   birliğini,  O’na  ortak  koşmamaları  için  Tevhit   bilincini   öğretmek  üzere  elçi  olarak  gönderildiği,  Nuh’un   soy  kütüğünün  de  yine  Tevrat’a  göre  on  göbekle  Şit  Peygamberin  ve  Kabil’in  oğulları  ile  Adem  Peygambere  kadar  dayanmakta  olduğu  anlatılmaktadır. ( Sa’lebi  sa. 54   İbn i  Abbas,  El  Kelbi  )

Bir  öğüt  ve  hatırlatma  olan  Kur’anın,  öğüt  verme  yöntemlerinden  biri  de  geçmiş   peygamberlerin  ve  kavimlerin  yaşadıkları  olayları,  hayatlarından  kesitleri  kıssalar  halinde  anlatarak,  kıssadan  hisse  almamızı  sağlamaktır. Nuh'un  Gemisi  ve  Tufan  kıssası  da  İsrailiyat  etkisiyle  bütün  toplumlarda,  kulaktan  kulağa  dolma  mitolojik  hikâyelerle,  masal,  efsane  ve  mucizeler  gibi  yüz  yıllardır  abartılarak  anlatılmaktadır.  Ancak,  Kur’anın   bize  anlattıkları  ise,  ne  mucizedir,  ne  masaldır,  ne  hikâyedir,  ne  de  efsanedir. Kur’anda  ayetlerle  ele  alınan  Kıssalar,  geçmişte  yaşanmış  gerçek  bir  olayı,  denk  olan  bir  ifadeyle,  vermek  istediği  mesaja  örnek  teşkil  edecek  şekilde  anlatımlardır. Kur’an,  bu  yöntemiyle,  gerek  geçmiş  olaylardan  ibret  alınıp  hisse  çıkarılması  ve  gerekse  eski  toplumların  hayatında  yaşanan  olaylar  üzerinden  Allah’ın  değişmez  Sünnetini  / kanunlarını  anlamamız  bakımından  bize  rehberlik  etmektedir.  Allah,  Kur’anda  bu  kıssaları  anlatırken,  daha  kolay  anlasınlar  diye  bilhassa  o  devirdeki  efsane  ve  masal  dinlemeye  yatkın  olan,  Arap  toplumunun  kullandığı  deyimleri  ve  ifade  tekniklerini   kullanmıştır.  Ama  yine  de  Nuh  Peygamber  ve  Tufan  kıssası  bize  Kur'anın  dışında  intikal  ettirilirken,  İslam  tarihinin  eski  dönemlerini  anlatmak  üzere   eser  yazmış  olan  Taberi,  İbn i  Kesir,  İbnü’l  Esir  gibi  Tarihçiler  dahi  bu  İsrailiyat   etkisinden   kurtulamamış,  biz  Müslüman  halk  kültürüne  de  800  lü  yıllarda  dünyanın  yuvarlak  olduğunun  dahi  bilinmediği  dönemde  eser  yazan  klasik  yorumcular  eliyle  de  yine  aynen  mitolojik  tarzdaki  anlatımla  aktarılmıştır.  Bu  da  insanları  ister  istemez  gerçek  dışı  mucizevi  yorumlara  ve  inançların  kabulüne  yöneltebilmektedir.  Bu  nedenle  zamanımızda  gerçeklerin   daha  doğru  olarak  ortaya  konulabilmesi  için,  biz  Müslümanlarca  dinimizin,  inancımızın  yegâne  kaynağı  olan  Kur’an  ayetlerindeki  ifadelerine  çok  gerçekçi  olarak  yaklaşılması,  konunun  asıl  mesajının  Kur’andan  anlaşılmaya  çalışılması  gerekmektedir.

Nuh  Peygamberin  kendi  kavmi  ile  olan  mücadelesinin,  Peygamberimizin  Mekkeliler  ile  olan   mücadelesine   benzer  yapıda  olmasından,  onların  da  tıpkı   Mekke  müşrikleri  gibi  daha  önceden  yaşamış  olan  ve  sevdikleri  büyüklerinin  isimlerini  vererek  oluşturdukları  taştan  putlara  taparak,  aracı  yapıp  Allah’a  ortak  koşmaları,  Allah’ın  vahyini  inkâr  ederek  çirkin  gördüğü,  fuhuş,  içki,  sefahat,  şirk  ve  küfür  içerisindeki  hayat  tarzından  dolayı  uğradıkları  cezalandırma  ile,  Mekke  müşriklerinin  de  uyarılması,  tekrar  Tevhit  inancının  yerleştirilmesi  amacıyla,  Kur’anda  Nuh  Peygamber  kıssasına  da  geniş  olarak  yer  verilmiştir. Bu  konuda  Yüce  Kitabımız  Kur’anda  28  ayrı  Sûrede  ve  43  ayette  bizzat  Nuh  Peygamberin  ismine  yer  verilen  anlatımlarla  önce  Peygamberimize,  sonra  o  dönemde  aslında  Nuh'un  Gemisi  ve  Tufan  olayına  dilden  dile,  kulaktan  kulağa  eksik  veya  yanlış  bilgilerle  vakıf  olan  cahiliye  döneminin  Arap  toplumunun  müşriklerine  ve  bu  günün  biz  insanlarına  da  ayrı  ayrı  pek  çok  öğüt  ve  mesaj  iletilmektedir. Biz  de  Nuh  Peygamber  ve  Tufan  olayına, Kur’anda  değişik  Sûrelerde  yer  alan  ayetleri,  kronolojik  bir  sıraya  sokarak  ve  Kur’anda  her  bir  ayrıntı  için  anlatılmış  olan  ayetlerin  yanı  sıra  o  ayetler  ekseninde  anlatılmış  olan  rivayetlere  de  yer  vererek  en  doğru  mesaja  ulaşmaya  çalışacağız.

Rivayetlere  göre  insanlar,  Nuh  zamanına   gelinceye  kadar  Adem  ve  İdris  Peygamber  ile  tanıştıkları  Allah’ı  birleme  ve  Tevhit  inancı  ile  yaşamışlar,  fakat  taştan  putların  aracı  tanrı  yapılarak  Allah’a  ortak  koşma  olan  şirk  ile  putperestlik,  ilk  defa  Nuh  Peygamberin  yaşadığı  kavmi  ile  ortaya  çıkmıştır. Bu  ayrıntı  ile  ilgili  olarak  Nuh  Sûresinin  23. ayetinde  “  Ve  onlar  büyük  tuzaklar  kurdular.  Ve  sakın  ilâhlarınızı  Vedd,  Suva,  Yagus,  Yeuk  ve  Nesr’i  bırakmayın  dediler.  Kesinlikle  bir  çoklarını  da  saptırdılar.   “  ifadeleriyle  Nuh  Peygamberin   kavminin  de  içinde  bulunduğu  küfür,  şirk  ile  sapkınlık  dile  getirilmektedir. Nuh  Peygamber  de,  kavmini  putperestlikten  uzaklaştırıp, Tevhit  /  Allah’ı  birleme,  ortak  koşmadan  sadece  Allah’a  ibadet  /  kulluk  etme  inancına  döndürmek  için  gönderilmiştir. Nuh’un   kavmine  yaptığı  çağrısını  da  Kur’anda  Nuh 1,  Araf  59,  Hud  25,  Müminun  23,  Yunus  71,  ayetlerinde  görmekteyiz.

NUH  1  :  Şüphesiz  Biz  kendilerine  çok  acıklı  bir  azap  gelmezden  önce,  toplumunu  uyar  diye  Nuh’u  toplumuna  resul /  elçi  olarak  görevlendirdik.

ARAF  59  :  Andolsun  ki  Biz  Nuh’u  toplumuna  elçi  olarak  gönderdik  de  o, “  Ey  toplumum !  Allah’a  kulluk  edin,  sizin  için  O’ndan  başka  ilâh  yoktur.  Cidden  ben,  zararınıza  olan  üstünüze  gelecek  büyük  bir  günün  azabından  korkuyorum “  dedi.

NUH  2 - 5  :  Nuh  dedi  ki  :  "  Ey  toplumum !  Şüphesiz  ben,  sizin  için  apaçık  bir  uyarıcıyım.  Allah'a  kulluk  edin,  O'nun  koruması  altına  girin  ve  bana  itaat  edin  ki,  günahlarınızdan  sizi  yargılasın  ve  sizi  adı  konmuş  bir  sürenin  sonuna  kadar  ertelesin. Şüphesiz  Allah'ın  belirlediği  sürenin  sonu  gelince  ertelenmez.  Eğer  bilseydiniz. "

Bu  çağrılara  elbette  ki  tarih  boyunca   yaşamış  bütün  toplumlarda  olduğu,  bütün  Peygamberlere  karşı  gelindiği  ve  Allah’ın  vahyi  inkâr  edildiği  gibi,  Nuh  kavminin  de  ileri  gelenleri,  gücü  elinde  bulunduran  muktedirleri,  o  bölgenin  yöneticileri  Araf  60,  Hud  27,  Şuara  105,  ayetlerinde  dile  getirildiği  gibi  hemen  inkâra,  itirazlara  ve  karşı  mücadeleyle  direnişe  başlamışlardır.

ARAF  60 - 63  :  Toplumun  ileri  gelenleri  “  Biz  seni  apaçık  bir  sapıklık  içinde  görüyoruz. “  dediler.  Nuh  dedi  ki,  “  Ey  toplumum !  Bende  herhangi  bir  sapıklık  yoktur.  Velâkin  ben  Alemlerin  Rabbi  tarafından  gönderilmiş  bir  elçiyim. Size  Rabbimin  gönderdiği  gerçekleri  tebliğ  ediyorum,  öğüt  veriyorum  ve  Allah  tarafından  sizin  bilmediğiniz  şeyleri  biliyorum.  Allah’ın  koruması  altına  girmeniz  ve  rahmete  ulaşabilmeniz  için,  içinizden  sizi  uyaracak  bir  kişiye  Rabbinizden  bir  öğüt  /  kitap  gelmesine  şaştınız  mı ?

HUD  27  :  Buna  karşılık  toplumun  kâfirlerinin  ileri  gelenleri, “  Biz  seni  sadece  bizim  gibi  sıradan  bir  insan  olarak  görüyoruz.  Sana  sığ  görüşlü  aşağı  tabakalarımızdan  başkasının  uyduğunu  görmüyoruz.  Sizin  bizim  aleyhimize  bir  fazlalığınızı  da  görmüyoruz.  Tam  tersine  biz  sizi  yalancılar  sanıyoruz. “  dediler.

ŞUARA  105  :  Nuh  toplumu  elçileri,  gönderilenleri  yalanladı. 111  :  Onlar, “ Sana  çok  düşük  kimseler  uyarken,  biz  sana   inanır  mıyız ?. “  dediler.

Bu  ayetlerle  belirtilen  karşı  koymaların,  aşağılamaların,  inkârın  ardından,  Nuh’un  kavminin  yönetici,  muktedir  ve  güçlüleri,  kendi  kurdukları  düzeni  korumak,  atalarının  inancından  vazgeçmemek  için  tıpkı  peygamberimizin  zamanındaki  müşriklerin  yaptıkları  gibi,  baskıları,  tehdidi,  şiddeti  de  arttırmaya  başlar. İslam  Tarihi  yazarlarından  İbnü’l  Esirde,  bu  azgın  kavmin  Nuh’un  üzerine  çullandıkları,  boğazını  sıkıp  bayıltıncaya  kadar  dövdükleri  de  anlatılmaktadır.

ŞUARA  116  :  Onlar  dediler  ki :  “  Ey  Nuh !  Eğer  vazgeçmezsen,  iyi  bil  ki  kesinlikle  sen  taşlanarak  öldürülenlerden  olacaksın.

Nuh  Peygamber,  kavmi   tarafından  her  türlü  karşı  koymalarına,  baskılarına,  tehditlerine,  aşağılama  ve  saldırılarına  uğramasına  ve  kendisine  şiddet  uygulamalarına  rağmen,  kaldığı  yerden  yılmadan,  sabırla,  azimle  Allah’a  imana  davet   ederek  tebliğ  görevine  devam  eder.

HUD  28 – 31  :  Nuh  “  Ey  toplumum ! Hiç  düşündünüz  mü,  ben  Rabbimden  apaçık  bir  delil  üzere  isem   ve  O,  bana  Kendi  tarafından  bir  rahmet  bahşetmiş  de  bu  size  saklı  tutulmuşsa ?  Biz,  siz  ondan  hoşlanmadığınız  halde  sizi  ona  zorlar  mıyız ?  29  :  Ve  “  Ey  toplumum  !  Ben  sizden  herhangi  bir  mal  istemiyorum.  Benim  ücretim  ancak  Allah’a  aittir.  Ve  ben  iman  edenleri  kovacak  değilim.  Onlar  elbette  Rabblerine  kavuşacaklar.  Velâkin  ben  sizi  cahillik  eden  bir  toplum  olarak  görüyorum.  30  :  Ve  “  Ey  toplumum !  Ben  onları  kovarsam  Allah’a  karşı  bana  kim  yardım  edecek ?  Peki  siz  hiç  düşünmez  misiniz ?  31  :  Ve  ben  size  Allah’ın  hazineleri  yanımdadır  demiyorum.  Ve  ben  gaybı  bilmem.  Ben  size  bir  meleğim  de  demiyorum. 

HUD  32 - 34  :  Onlar  dediler  ki :  “  Ey  Nuh  bizimle  didişip  durdun  da  mücadelemizi  çoğalttın.  Haydi  artık  doğrulardan  isen  bizi  tehdit  ettiğin  şu  azabı  bize  getir. “  Nuh,  “  Onu  size   ancak  dilerse  Allah  getirir.  Ve  siz  O’nu  aciz  bırakanlar  değilsiniz.  Ben  size  öğüt  vermek  istemiş  olsam  da  eğer  Allah  sizi  azdırmayı  murat  ediyorsa,  benim  öğüdüm  size  bir  yarar  sağlamaz. O  sizin  Rabbinizdir  ve  yalnızca  O’na  döndürüleceksiniz. “  dedi 

NUH  5 – 12  :  Nuh  dedi  ki  :  “  Rabbim !  Şüphesiz  ben  toplumumu   gece  gündüz   davet   ettim.  Fakat  benim  çağırmam  sadece  onların  kaçmalarını  arttırdı.  Ve  şüphesiz  onları  bağışlaman  için  her  davetime  kulaklarını  tıkadılar.  Kibirlendikçe  kibirlendiler.  Sonra  şüphesiz  ben  onları  yüksek  sesli  de  gizli  gizli  de  çağırdım. Sonra  dedim  ki  “ Rabbinizin  sizi  bağışlamasını  isteyin.  Kesinlikle  O  çok  bağışlayandır.  Üzerinize  bol  yağmur  yağdırsın,  size  mallar  ve  oğullar  ile  yardımda  bulunsun,  sizin  için  ırmaklar  bahçeler  kılsın.  Size  ne  oluyor  ki  Allah  için  vakar  davranışı  ummuyorsunuz. "

Kur'anda   Ankebut  Sûresinin  14 - 15. ayetleri  içerisinde  "  Aralarında  tam  bin  yıldan  elli  yıl  eksik  müddetle  kaldı "  çokluktan  kinaye  benzetmesiyle  belirtilen,  aslında  peygamber  olmadan  önce  normal  bir  insan  olarak  yaşadığı  50  yıldan  sonra  sıkıntı,  meşakkat  ve  zorluklarla  dolu  geçen  çok  uzun  seneler  yılmadan,  korkmadan,  sabırla,  azimle  süren  davete  rağmen  inananların  sayısı  çok  azınlıktadır.  Ayetlerin  orijinalinde  "  vakar "  sözcüğüyle   Allah'ın  sabrı  ve  Vakur  sıfatıyla  ağır  davrandığının,  suçluları  hemen  cezalandırmayıp  onlara  mühlet  verdiğinin  uyarısının  da  yapılmasına  rağmen  kavminin  zulmü,  sürekli  yalanlamaları,  kibri,  Allah'ı  aşağılamaları,  kendi  seçimleriyle  azgınlaşarak  zalimleşmeleri  sonucunda  Rabbimiz  de  meşieti  /  iradesi  gereği  tabii  ki  onları  azgınlaşanların  arasında  görecektir. Nuh ( a.s. )  sabrıyla,  gücüyle  bitme  noktasına  geldiğinde  ve  neticede  o  da  bir  insan  olduğundan  artık  durumu  Allah’a  havale  ederek  yalvarmaya  ve  dua  etmeye  başlar.

KAMER  10  :  Bunun  üzerine  Nuh  Rabbine  yalvardı.  “  Ben  gerçekten   yenik  düşürüldüm.  Bana  yardım  et. “  dedi.

ŞUARA  117  :  Nuh, “  Rabbim  toplumum  beni  yalanladı,  artık  benim  aramla  onların  arasında  Sen  hükmet.  Ve  beni  ve  müminlerden  benimle  beraber  olan  kimseleri  kurtar  “  dedi.

NUH  26 – 28  :  Ve  Nuh  dedi  ki  :  “  Bu  yerde  dolaşan  kâfirlerden  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabbliğini  reddeden  bir  tek  kişi  bırakma.  Şüphesiz  ki  Sen  onları  bırakırsan  kullarını  yoldan  çıkarırlar.  Ve  sadece  din  iman  tanımayıp  kötülüğe  batan  kâfir  çocuklar  yetiştirirler.

SAFFAT  75 - 77   :  Ve  andolsun  ki  Nuh,  Bize  seslenip  dua  etmişti. İşte  Biz  ne  güzel  cevap  verenleriz.  Biz  de  o'nu  ve  ailesini,  yakınlarını,  inananlarını  o  büyük  sıkıntıdan  kurtardık.  Ve  o'nun  neslini  baki  kalanların  ta  kendisi  yaptık.

HUD  36 – 37  :  Nuh’a  vahyolundu  :  “  Kesinlikle  toplumundan  iman  etmiş  olanlardan  başka  artık  kimse  iman  etmeyecektir.  Onun  için  onların  yaptıkları  şeylere  üzülme.  Ve  Bizim  gözetimimiz  altında  ve  vahyimize  göre  gemiyi  yap.  Şirk  koşmak  suretiyle  yanlış  iş  yapan  kimseler  hakkında  da  Bana  hitapta  bulunma.  Kesinlikle  onlar  suda  kesin  boğulacaklardır.

Geminin  yapılması  ile  ilgili  vahyi,  Kur’anda   Müminun  Sûresinin  27 – 29.  ayetlerinde  de ;

MÜMİNUN  27 – 29  :  Bunun  üzerine  Biz  ona  “  Bizim  gözetimimiz  ve  vahyimiz  ile  gemiyi  yap.  Sonra  Bizim  emrimiz  gelip  de  tandır  kaynayınca,  her  cinsten  eşler  halinde  iki  tane  ve  bir  de  onlardan  daha  önce  kendisi  aleyhinde  Söz  geçmiş  olanların  dışındaki  aileni,  yakınlarını,  inananlarını  gemiye  sok.  Şirk  koşarak  yanlış  kendi  zararlarına  iş  yapmış  olanlar  konusunda  Bana  başvurma.  Şüphesiz  onlar  kesin  olarak  suda  boğulup  öleceklerdir. “ 

Benzer  ifadelerle  görmekteyiz. Bu  ayetlerin  ifadeleri  ile  ilgili  İsrailiyat  kaynaklarına  bağlı  olarak,  İslam  Tarihi  yazarlarından  Taberi’de ( 1967  I.  180 – 183 )  :  “  Böylece  Allah,  Nuh’a  ağaç  dikmesini  emretti.  O  da  Sac  ( Hint  Kara  Meşesi  )  ağacını  dikti.  Bu  ağaç  kırk  yılda  büyüdü  gelişti.  Sonra  Allah  bu  ağaçları  kesmesini  emretti. Nuh  ağaçları  kesti  ve  emri  yerine  getirdi. Geminin  yapımına  başladı.  Demiri  dövüyor,  birbirine  bağladığı  ağaçları  ziftliyordu.  Hud  Sûresinin  38 – 39. ayetlerinde  “  Ve  o  gemiyi  yapıyordu,  toplumundan  bazı  ileri  gelenler,  ona  her  uğrayışta  onunla  alay  ediyorlardı.  Nuh  dedi  ki  :  Bizimle  alay  ediyorsunuz,  biz  de  sizinle  tıpkı  bizimle  alay  ettiğiniz  gibi  alay  edeceğiz.  Artık  o  aşağılayıcı  azabın  kime  geleceğini  ve  o  sürekli  azabın  kimin  üstüne  ineceğini  ileride  bileceksiniz. “   ifadeleriyle  belirtildiği   gibi   bu  sırada  da  kavmi  Nuh’un  yanına  uğrayıp  onunla  alay  ediyorlardı. Geminin  uzunluğu  80  zira ( yaklaşık  kırk  metreden  biraz  fazla )  genişliği  50  zira  ( yaklaşık  yirmi  beş  metreden  biraz  fazla )  yüksekliği  de  30  zira  ( yaklaşık  on  beş  metreden  biraz  fazla )  idi   üç  katlı  ve  pencereli  idi.  Nuh  bunları  Allah’ın  emrettiği  gibi  yaptı.  İbnü’l  Esir  de  geminin  ölçülerini   boyu  300,  eni  50,  yüksekliği  30  arşın  ( Bir  arşın  ortalama  olarak  54  santimetre  ve  bir  ziradır ) ölçülerinde  farklı  olarak  belirtmekte,  Sac  ağacının   Hindistan’da  yetişen  bir  tür  karaağaç  olduğunu  iddia  etmekte  400  yılda  büyüdüğünü  söylemektedir.  Geminin  yapım  süresi  için  de  ağaç  diktikten  sonra  Nuh,  yüz  yıl  bekledi,  iki  yüz  yıl  boyunca  kesti  ve  gemiyi  oluşturdu  denilmektedir. Geminin  yapılmasının   tamamlanması  ile  birlikte  Allah’ın  sözü  gerçekleşmeye  başlamış  ve  tufan  felaketinin  başlangıcına  Allah’ın  bizzat  nasıl  müdahale  ettiğine  de  ayetlerde  yer  verilmiştir.

KAMER  11  :  Biz  de  hemen  sel  gibi  boşalan  bir  su  ile  göğün  kapılarını  açtık.  12  :  Yeri  de  kaynaklar  halinde  fışkırttık.  Derken  sular  ayarlanmış  bir  iş  üzerine  bir  birine  kavuştu.

İbn i  Kesir  b.t.y I.  262 – 263  de ;  İbn i  Kesir’e  göre  tufan  Ağustos  ayının  13. gününde  başlamıştır.  Bu  konuda  Allah  şöyle  buyurdu  “  Sular  azdığında  sizi   gemiye  bindirdik. ”  Su  dağın  en  üstüne  kadar  yükseldi.  Yerden  15  zira  ( 7.5 metre )  yukarı  çıktı.  Tevrat’a  göre  ise  80  zira ( 40  metre )  yükselmiştir.  Tüm  yeryüzüne  yayılmıştır. Tufanın  başlamasıyla  beraber  yeryüzünde  hiçbir  canlı  kalmadı. ( Bu  ifade  mesnetsiz  bir  uydurma  olmuştur.  Zira  Himalaya  dağlarında  Everest  tepesinin  yüksekliği  5165  metredir. O  devirde  dünyanın  yuvarlak  olduğu  dahi  bilinmemekte  ve  diğer  kıtalardan  habersiz,  dünyanın  sadece  Orta  Doğudaki  bölge  kadar  olduğu  zannedilmektedir. Bugün  jeologlar  o  dönemde  Basra  körfezinden  denizin  med  ve  cezir  olayıyla  Mezopotamya  havzasını  da  sular  altında  bıraktığını  anlatmaktadırlar. )

HUD  40  :  Sonunda  emrimiz  geldiği  ve  tandır  / fırın  kaynadığı  / iş  kızıştığı  zaman  Biz  dedik  ki  :  “  Her  cinsten  birer  çifti  ve  aleyhlerinde  hüküm  verilmiş  olanların  dışında  aileni  ve  iman  etmiş  olanları  onun  içine  yükle “  Zaten  onunla  birlikte  çok  azından  başkası  iman  etmemişti. 41  :  Ve  Nuh  dedi  ki :  “  İçerisine  binin,  onun  akışı  da  duruşu  da  Allah  adınadır.  Kesinlikle  Rabbim   gerçekten  çok  bağışlayıcı,  çok  merhametlidir. “

Müminun  Sûresinin  27. ve  Hud  Sûresinin  40. ayetlerinde  geçen  “ ( tandır )  fırın  kaynadığı  zaman “  tabiri  azabın  yaklaştığını  belirten  temsili  bir  ifadedir.  Bu  ifade  Arapların  savaşın  kızışma  anı  için  kullandıkları  bir  deyimdir.  Yine  ayette  “  Aleyhlerinde  hüküm  verilmiş  olanların  dışında  aileni “  ifadesi,  Nuh  peygamberin  ailesinde  de  inkârları  nedeniyle  cezalandırılmasına  karar  verilmiş  olanların  bulunduğunu  göstermektedir. 41. ayette  ise  “  Onun  akışı  da  duruşu  da  Allah  adınadır “  ifadesiyle  meydana  gelen  bütün  olayların  ve  ayrıntılarının  hep  Allah’ın  müdahalesi  ve  kontrolü  ile  geliştiği,  herhangi  bir  karışıklığın  söz  konusu  olmadığı  anlamındadır.

En  çok  spekülasyon,  uydurulan  mitolojik  rivayetler,  mantık  dışı  ve  Sünnetullah’a  ( Allah'ın  koyduğu  kanunlara )  aykırı  olan  İsrailiyat  anlatımları,  geminin  yapısı,  gemiye  binen  insanlar  ve  insan  dışındaki  varlıklar  ve  hayvanlar  üzerine  olmuştur.  Rabbimizin   gemiye  binenlerin  “  çok  az “  olduğunu  söylemesine  ve  sayıları  hakkında  herhangi  bir  bilgi  vermemesine  rağmen  rivayetlerde  bunların  kaç  kişi  oldukları,  isimleri  ile  birlikte  çok  farklı  yorumlar  yer  almaktadır. Kimi   müfessirler  gemiye  binen  insanların  sayısının  80,  kimi  13,  kimi  7  kişi  olduğunu,  kimisi  Nuh’un  karısıyla  beraber  gemiye  bindiğini,  kimisi  de  karısının  kâfirlerden  olduğu  için  gemiye  binmeden  boğulduğunu  söylemektedir.  Kur’anda  İse  Tahrim  Sûresinin  10. ayetinde “  Allah  kâfirlere,  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabbliğini  bilerek  reddeden  kimselere  Nuh’un  karısı  ile  Lut’un  karısını  örnek  verdi. Bu  ikisi  kullarımızdan  iki  Salih  kulun  aşağılık  karıları  idiler.  Sonra  onlara  hainlik  ettiler.  İkisinin  kocası  da  Peygamber  olmalarına   rağmen  Allah’tan  hiç  bir  şeyi  onlardan  savamadı.  Ve  “  Girenlerle   birlikte  siz  ikiniz  de  ateşe  girin. “  denildi.  İfadelerinden  dolayı  kesinlikle  Nuh  ( a.s. ) ın  karısının   gemiye   binmediği  ve  suda  boğularak  helâk  olduğu  Kur’an  ile  anlaşılmaktadır. Kur'anda  değişik  ayetlerde,  bilhassa  peygamberle  evli  olduğu  halde,  aynı  inanç,  amel  ve  davranış  içerisinde  olmayıp  şirke  bulaşmış  kadınlar  için  ayet  orijinallerinde  zevce  /  eş  ifadeleri  değil  de,  karısı  anlamına  gelmek  üzere  "  emrae  "  sözcükleri  kullanılır. Dolayısıyla  evliliklerde  karı  ile  zevc / eş  ifadeleri  aynı  anlamlara  gelmemektedir.

Taberi  Tarihine  göre ;  Nuh  Allah’ın  izniyle  ruh  taşıyan  canlılardan  erkek  ve  dişi   birer  çift  ve  ağaçlardan  iki  çift  olmak  üzere  gemiye  yükledi.  Ham,  Sam  ve  Yafes  olmak  üzere  üç  oğlunu  ve  eşlerini  de  gemiye  bindirdi,  ayrıca  da  inanmış  olan  altı  kişiyi  de  gemiye  aldı.  Toplam  13  kişiydiler. Diğer  oğlu  Yam  ise  geride  kaldı.  Taberi’ye  göre  Nuh’un  gemiye  aldığı  ilk  hayvan  karınca,  sonuncusu  da  merkeptir.  Bu  esnada  iblis’in  onu  geriye  çekmesi  nedeniyle  arka  ayaklarının  dışarıda  kalmasına  bağlı  olarak  inat  ettiği  gibi  görünen  olayın  ardından,  Nuh’un  ısrarıyla   ve  “  Yazıklar  olsun  gir  içeri “  demesiyle  şeytan  da  onunla  birlikte  gemiye  girmiştir.  İslam  Tarihçisi  İbnü’l  Esir’in  nakline   göre  aslan,  yırtıcı  kuşlar  gibi  vahşi  hayvanların,  evcil  hayvanlarla  uyumsuzluklarından  dolayı,  Allah’ın  müdahalesiyle  hummanın  musallat  edilip  sakinleştirilerek  onların  zararsız  hale  getirilmesinden  sonra,  diğer  evcil  hayvanlarla  beraber  onlar  da  gemiye  bindirilmiştir. Yine  İbnü’l  Esir’e  göre  Nuh  gemisine  Adem  ( a.s. ) ın  cesediyle  birlikte  Allah’ın  emrettiği  hayvanları  almıştı.  Yam  adındaki  oğlu  kâfir  olduğundan  babasına  karşı  asi  olup  gemiye  binmemiştir.

HUD  42  :  Ve  gemileri  dağlar  gibi  / sapasağlam,  yıkılmadan,  yıpranmadan  onlarla  dalgalar  içinde  akıp  gidiyordu. Ve  Nuh,  ayrı  bir  yere  çekilmiş  olan  oğluna  seslendi.  “ Yavrucuğum  Benimle  beraber  bin,  kâfirlerle  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabbliğini  reddedenler  ile  beraber  olma. “  43  :  Nuh’un  oğlu  dedi  ki : “  Ben  kendimi  sudan  koruyacak  bir  dağa  sığınacağım.  Nuh,  "  Bugün  Allah’ın  merhamet  ettiğinden  başkasını  Allah’ın  bu  emrinden  başka  koruyacak  kimse  yoktur “  dedi.  Ve  dalga  aralarına  girdi.  O  da  suda  boğulanlardan  oluverdi.

Bu  ayetin  orijinalinde  “  kelcibali “  ( dağlar  gibi )  ifadesi,  başındaki  “  ke “  benzetme  edatından  dolayı  anlamı  doğrudan  doğruya  “  dağlar  gibi  “  olmayıp  “  Geminin  de  dağların  sağlamlığına  atıf  yapılarak,  sapasağlam,  yıkılmadan,  yıpranmadan,  dalgaların  içinde  akıp  gittiği “  anlamındadır.  Zaten  fizik  kurallarına  göre  de  dalgaların  mantıken  de  dağlar  gibi  olması  mümkün  değildir.  Bu  ifade  de  zaten  genellikle  çokluktan,  büyüklükten,  sağlamlıktan  kinaye  olarak  kullanılmaktadır.  Bu  ayetteki  ayrıntılar  için  de  İslam  Tarihçisi  İbn  i  Kesir’de ;  Gemi  dağlar  gibi  dalgalar  arasında  onları  götürüyordu. Nuh,  gemiden  uzak  olan  oğlu  Yam’a  “  Yavrucuğum !  bizimle  beraber  bin  kâfirlerle  beraber  olma “  diye  seslendi.  Oğlu  “  Beni  sudan  koruyacak  bir  dağa  sığınacağım  “  dedi.  Nuh  “  Bugün  Allah’tan  başka  koruyacak  kimse  yoktur  “  dedi.  Aralarına  dalga  girdi  ve  oğlu  Yam  suda  boğuldu.  Tevrat’ta  ise  Nuh’un  oğlu  Yam,  “  Kenan “  olarak  adlandırılır.  Onun  da  gemide  olduğu  belirtilir. Sonraki  hayatında  kâfir  olabileceği  dile  getirilir. Bazı  rivayetlerde  de  Yam’ın  tufandan  önce  öldüğü  söylenir. Halbuki  Kur’andaki  Nuh  26,  Müminun  28,  Hud  42,  ayetlerindeki   ifadelere  göre  Nuh ( a.s. ) ın  oğullarından  birisi  suda   kesin  olarak  boğulmuştur.

ARAF  64  :  Bunun  üzerine  onu  yalanladılar.  Biz  de  Nuh’u  ve  onunla  beraber  gemide  olanları  kurtardık.  Ayetlerimizi  yalanlayanları  da  boğduk. Gerçekten  onlar  kör  bir  topluluk  idiler.

ŞUARA  119 - 120  :  Bunun  üzerine  Biz  de  onu  ve  beraberindekileri,  o  geminin  içinde  kurtardık. Sonra  da  arkalarından  arta  kalanları  suda  boğduk.

NUH  25  :  Onlar  hatalarından  dolayı  suda  boğuldular. Sonra  da  ateşe  sokuldular. Sonra  da  kendileri  için  Allah’ın  astlarından  yardımcı  bulamadılar.

HUD  44  :  Ve  “  Ey  yeryüzü  !  Suyunu   yut.  Ey  gökyüzü  sen  de  tut. “  denildi.  Sular  da   çekildi.  Emir  de  yerine  gelmiş  oldu.  Gemi  de  Cudi  üzerine  oturdu.  Ve  o  şirk  koşarak   yanlış,  kendi  zararlarına  iş  yapan  topluma  “  Uzak  olun  /  kahrolun,  tarihten  silinin  “  denildi.  48  :  Denildi  ki  :  “  Ey  Nuh !  Bizden   bir  selam   ve  seninle   birlikte  olanlardan  gelecek  ümmetlere  bir  selam   ve  bolluklarla  gemiden  in.  49  :  İşte  Nuh  ile  ilgili  anlatılanlar  sana  vahyettiğimiz  gaybın  haberlerindendir.  Bunları  sen  ve  toplumun  bundan  önce  bilmiyordunuz.  Şu  halde  sabret.  Şüphesiz   akıbet   Allah’ın   koruması   altına   girmiş   olan   kişilerindir.

Ayetlerde  yer  alan  Cudi,  aslında  bir  dağ  olmadığı  halde  "  bereketli  yer,  göç  edilen  bereketli  topraklar "  anlamına  gelmektedir. Oysa  bir  çok  kişinin  sağlam  temele  dayanmadığı  halde  yorum  yaptığı  gibi  Tufanın  bittiğini  ve  geminin  Cudi  üzerine  oturduğunu  anlatan  ifadeler  hakkında   Mevdudi  de,  bazı  araştırmalar  yapmış,  sonra  da  şu  mütalaalarda  bulunmuştur.  “  Kur’ana  göre  gemi  doğu  Anadolu’da  eskiden  “ Cezire i  İbn i  Ömer  “  olarak  anılan  bölgenin  kuzeydoğusunda  bulunan  Cudi  dağının  üzerine  oturmuştur.  Fakat  Kitab  ı  Mukaddes’e   göre  geminin  oturduğu  yer  Ararat  ( Ağrı )  dağıdır.  Çok  eski  İslam  tarihçileri  ise  geminin  oturduğu  yerin  orta  doğudaki   Irak’ta  Cudi  dağı  olduğunu  teyit  etmektedirler.  M.Ö  250  Yılında  Babil’li  Berasus,  Aristo’nun  öğrencisi  Abydenus  da  Cudi  dağını  işaret  etmekle  beraber  bu  bölgedeki  Iraklıların  bir  kısmının  gemi  parçalarına  sahip  olduklarını  söylemişlerdir.  Bugün  ülkemizde  de  Nuh'un  gemisinin  Ağrı  dağına  inmediğini  söyleyen  Jeologlar  da  bulunmaktadır.

İbn  i  Abbas  da  der  ki  ;  Nuh’un  kavminden  seksen  kişi  iman  etmişti.  Bunların  üçü  Ham,  Sam  ve  Yafes  olmak  üzere  üç  oğlu  ve  eşleri  idi. Gemide  bulunanlar  80  kişiydiler. Allah  gemiyi  önce  Mekke’ye  doğru  yönlendirdi,  kırk  defa  Beytullah’ı  ( Kâbe’yi ) tavaf  ettiler. Sonra  gemi  Cudi’ye  yöneldi  ve  orada  durdu. Nuh  kargayı  yeryüzünden   haber  getirmesi   için   gönderdi. O  zeytin  yaprağı  getirdi.  Ayaklarını  toprağa  batırınca   Nuh,  suyun  çekildiğini  anladı.  Cudi   dağının  aşağısına  indi. Bunlar  gemiden  çıktıklarında  bugün  Irak’taki  Musul  taraflarında  “  Karyetus  Semain “  ( Seksen  kişinin  kasabası )  dediği  bir  yerleşim  alanı,  bir  köy  inşa  ettiler. Bunların  arasında  Nuh’un  cezalandırılan  hanımından  başka  olan  hanımı  da  vardı. Rivayete  göre  oğullarından  Ham’ın  gemide  iken  hanımına  yaklaşmasından  dolayı,  Nuh  da  Yüce  Allah’a  dua  ederek  Ham’ın  nutfesinin  değişikliğe  uğramasını  ister.  Böylece  siyah  ırk  onun  sulbünden  doğmuş  ve  çoğalmış  olur.  Bununla  kalmayan  Nuh  oğlu  Ham’a  “  Çocuklarının  saçları  kulaklarından  aşağı  inmesin,  nerede  olurlarsa  olsunlar  Sam  ve  Yafes’in  çocuklarına  köle  olsunlar “  diye  beddua  etti.  Katade  ve  diğerleri  dediler  ki ;  Recep  ayının  onuncu  günü  gemiye  bindiler.  Yüz  elli  gün  yolculuk  yaptılar. Cudi  üzerinde  suların  çekilmesine  kadar  bir  ay  kaldılar. Gemiden  çıkışları  Muharrem  ayının  onuncu   günüydü. İbn i  Cerir’in  bir  rivayetine  göre  onlar  bu  günde  oruç  tutarlardı.  Azıklarının  ve  hububattan  kalanını  ezdiler  ve  karıştırarak  yediler. Tufan  olayının  sonlanmasına  değinilen  ayetlerden  birisi  de  aynı  zamanda  Nuh ( a.s. ) ın  mücadele  etme  süresinin  çok  uzunluğuna  da  atıfta  bulunulan  Ankebut  Sûresinin  14 – 15.  ayetleridir.

ANKEBUT  14 – 15  :  Ve  andolsun  ki  Biz  Nuh’u  kavmine /  kendi  toplumuna  elçi  gönderdik  de  aralarında  tam  bin  seneden  elli  yıl  eksik  bir  müddet  kaldı.  Sonunda  onlar  şirk  koşarak  yanlış /  kendi  zararlarına  işlerini  sürdürürken  tufan  kendilerini  yakalayıverdi.  Böylece  Biz  onu  ve  gemi  halkını  kurtardık  ve  gemiyi /  kurtuluşu  alemlere  bir  alamet / gösterge  yaptık.

Her  ne  kadar  eski  insanların  o  dönemde  rivayetlerle  ve  Yahudi  kaynaklarında  uzun  yıllar  yaşadıkları  bildirilmekte,  buna  bağlı  olarak  bu  ayette  de  belirtilen  ifadelere  Tevrat’ta  Tekvin  9.  bab  28 - 29.  bölümlerde  Nuh  Peygamber  hakkında  biyografik  bilgiler  verilirken  “  Nuh  tufandan  sonra  350  yıl  daha  yaşadı,  toplam  950  yıl  yaşadıktan  sonra  öldü  “  denildiğinden  dolayı  da  en  çok  spekülasyonlara   neden  olan  konulardan  biri  de   Nuh’un  ne  kadar  süre  peygamberlik  yaptığı,  toplam  yaşının  ne  olduğu,  kaç  yaşına  kadar  yaşadığı  tartışmalarıdır.  Fakat  Kur’an  ayetindeki  ifade  ile  Tevrat  ifadelerinin  özündeki  farklılık  müfessirler  arasında  da  farklı  yorumlara  neden  olmuştur.

*  Katade  :  Nuh  kendilerini  davete  başlamadan  önce  300  yıl  aralarında  kaldı,  onları  300  yıl  davet  etti,  tufandan  sonra  da  350  yıl  yaşadı. 

*  İbn i  Abbas  :  40  yaşında  peygamber  oldu,  kavmi  arasında  50  yıl  eksiği  ile  bin  yıl  süreyle  kaldı,  tufandan  sonra  ise  insanlar  çoğalıp  etrafa  yayılıncaya  kadar  60  yıl  yaşadı. 

*  Kimi, ( Vehb )  2400,  kimi ( Kab  el  ahbar )  50  yıl  eksiği  ile  bin  yıl  kaldı,  tufandan  sonra  70  yıl  yaşadı. Demişlerdir.  

Halbuki  bu  isnatların  hiç  birisinin  sağlam  bir  dayanağı  ve  mesnedi  yoktur.  Bu  konuda  Araştırmacı  ve  Yazar  Hakkı  Yılmaz :  Ayette  yer  alan  "  fe  lebise  fihim  elfe  senetin  illâ  hamsîne  âmen "  orijinal  lafızların  gerçek  anlamlarına  bakıldığı  zaman  "  Kur’an,  Nuh’un  1000  yıl  yaşadığını  veya  950  yıl  peygamberlik  ettiğini  değil,  ayetin  orijinalinde  çokluktan  kinaye  olarak  yer  alan  bin  sene  ifadesiyle,  çok  uzun  süre  verimsiz,  meşakkatli  ve  sıkıntılı  yaşamanın  yanı  sıra,  ömrünün  ise  ancak  50  yılının  da   normal   koşullarda   normal  insanlar  gibi  huzurlu,  verimli  ve  yararlı  geçtiğini  ifade  etmektedir. "  ayetin  orijinalinde  yer  alan  sene  sözcüğünün  "  sıkıntılı  yaşanan  ömür "  aslında  doğrudan  doğruya  yıl  demek  olmadığını,  şiddet,  kıtlık,  iyiliğin  çok  az  olduğu,  zorlu,  meşakkatli  ve  sıkıntılı  geçen  zaman  dilimi  demek  olduğunu,  bin  yıl  sözcüğünün  Bakara  96,  Kadr  1 - 3,  ve  bir  çok  başka  ayette  de  çok  uzun  zaman  anlamına  gelmek  üzere  çokluktan  kinaye  olarak  kullanıldığını  belirtmektedir. Yine  Araştırmacı  ve  İlâhiyatçı  Yazar  İhsan  Eliaçık  Hoca  da :  "  Bu  ayetle  Nuh’un  950  yıl  yaşadığı  değil,  çokluktan  kinaye  olarak  çok  uzun  süre  aralarında  kaldığı,  uzun  soluklu  bir  mücadele  verdiği  anlatılmaktadır. Demiştir.

Nuh ( a.s. ) ın  yaşı  ile  ilgili  olarak  Prof. Dr. Cemal  Sofuoğlu  ve  Prof. Dr. Mustafa  Öztürk  de  normal  bir  insanın  yaşamı  çerçevesinde  “ Bazı  kaynaklarda  rastladık  ki  o  devirdeki  zaman  ölçüsüne  göre  Nuh  Tufanından  önce  Mezopotamya’da  kullanılan  takvimde,  Ay’ın  dünya  etrafındaki  dolanımına  göre  bir  ay,  bir  yıl  olarak  kabul   ediliyormuş. Yani  ayetlerde  ve  rivayetlerde  ifade  edilen  950  yıl,  aslında  950  ay  demekmiş.  Bu  ölçüye  göre  ise  Nuh  Peygamberin  toplam  yaşının  76  civarında  olacağı  anlaşılmaktadır.  Denilmektedir. Fakat  buna  rağmen  Tevrat,  Tekvin  anlatımlarında  yer  alan  Adem  peygamberden  başlayarak  ve  Nuh  peygamber  zamanına  gelinceye  kadar  yer  alan  bütün  şahsiyetlerin  yaşları,  bin  ve  bine  yakın  sayılarla  belirtilmektedir. Bu  nedenle  çok  eski  zamanda  yaşayanların  ömürlerinin  çok  uzun  olduğu  inancı  hakim  ise  de  bu  inanç,  eski  insanların  ömürleri  ile  ilgili  bilimsel  verilerle  uyuşmamaktadır.

Nuh  Peygamber  kıssası  ve  Tufan  olgusu  etrafında  halk  kültürüne  pek  çok  yalan  intikal  ettirilmiş,  bunlar  yüzlerce  İslami   esere  de  aynen  aktarılmıştır.  Aslında  Kur’an  ayetleri  her  konuda  olduğu  gibi  bu  konuda  da  bizim  için  yeterli  olmalıdır. Kur’anın  dışında  olan  bilgilere  de  ihtiyacımız  olmamalıdır. Fakat  Klasik  İslam  Tarihçileri,  Tarihe  gereken  önemi  vermemiş,  konuyu  işlerken  Kur’ana  gereği  gibi  eğilememiş,  Kur’anın  doğrularını  ortaya  koyamamıştır. Yahudi  Hahamlarının  uydurma  masallarının,  mitolojik  anlatımlarının  etkisinden  kendilerini  arındıramamışlardır. Halbuki  Kur’an  perspektifinden  olaya  bakacak  olursak   Nuh  ( a.s. ),  kavmi  tarafından  uzun  yıllar  her  türlü  şiddete,  aşağılama  ve  saldırıya  uğramış,  ama  yılmamış,  sabır,  sebat,  azim  ile  mücadelesine  ve  aldığı  görevine  devam  etmiş  olan,  İslam  geleneğinde  “ Neciyullah “  ( Allah’ın  kurtardığı  kişi )  sıfatını  alabilen,  Kur’anda  da  “  ulül  azm “  çok  sabreden,   mücadele  eden  peygamberler  arasında  bahsedilen  peygamber  olmuştur. Bu  bakımdan   Nuh  Peygamberin  hayatının  İslam  Tarihi  içerisinde  ve  Kur’anda  yer  alması,  özellikle  bizim  Peygamberimizin  Mekke  dönemindeki  müşriklerle  sürdürdüğü  çok  çetin  mücadelesine  destek  olması,  o  döneme  ait  yapılan  yanlışlara  ışık  tutması  ve  bugünün  insanları  için  de  ibret  olması  bakımından  önem  arz  etmektedir.  Bunların  dışında  geminin  yapısının,  eninin,  boyunun,  içine  alınan  hayvanların  cinsinin,  sayısının,  Nuh  Peygamberin  kaç  yıl  yaşadığının  bizim  ve  Kur'anın  asıl  mesajının  yanında  hiç  bir  değeri  yoktur.

Nuh  Peygamber  kıssası  ve  Tufan  olgusu  ile  ilgili  olarak  Yüzlercesini,  binlercesini   burada  nakletmemizin  imkânı  olmayan,  ancak  bir  kısmını  ana  hatlarıyla  burada  nakledebildiğimiz  ve  İslam  Tarihinin  temel  kaynakları  olan  Tevrat  Tekvin  6 / 14 – 16  ve  7. 8.  Bablarında,  Kitabı  Mukaddes  ve  Kütübi  Sitte’de  yer  alan  rivayetlerde  konu  edilen,  Kur’andaki  pek  çok  ayete,  kavrama,   Allah’ın   yaratmada  ve  yaşatmadaki  koyduğu  hükümlerine,  kanun,  ilke  ve  kurallarına,  akla  ve  mantığa  aykırı  olan  ayrıntılar,  Abdullah  Aydemir  tarafından  ele  alınmış,  tamamının  İsrailiyat   kaynaklı  uydurmalar  olduğu  ayrıntılarla  tespit  edilmiştir.

Sonuç  olarak  :  Nuh  Peygamber  ve  kavmi,   bugünkü  Irak  topraklarında  Dicle  ve  Fırat  nehirleri  arasındaki  Mezopotamya  denilen  bölgede  yaşamıştır. Tekvin  Bab  7 /  18 – 24,  Kitabı  Mukaddesteki  temelsiz  ve  mesnetsiz  uydurma  İsrailiyat  anlatımlarına  göre  "  Tufan  tüm  yeryüzünü  kapladı  ve  gemidekilerden  başka  yeryüzünde  canlı  olarak  hiç  bir  varlık  kalmadı. " Denilmesi,  bir  çok  ayette  dile  getirildiği,  örneğin  Şuara  Sûresinin  208. ayetinde  “  Ve  Biz  sadece  kendileri  için  uyarıcılar  olan  kenti  helâk  ettik. /  yıkıma,  değişime  uğrattık  209  :  Öğüt ! /  bir  hatırlatmadır.  Ve  Biz  haksızlık  edenler  değiliz. “  ifadelerinde  de  görüldüğü  gibi, Yüce  Rabbimiz  Allah’ın,  uyarıcı  gönderilmeyen  başka  bölgelerdeki  toplumları  sorumlu  tutmayacağı  belirtildiğinden  dolayı,  Kur’anın  bir  çok  ayetindeki  uyarılarına  aykırıdır.  Üstelik  de  yeryüzünün  diğer  bölgelerinde  tufanın  dünya  çapında  olduğunu  kanıtlayacak  herhangi  bir  arkeolojik  ve  jeolojik  kanıt  bulunmamaktadır. Jeolojik  ve  Arkeolojik  kanıtlara  göre  Tufan  olayı  da   sadece  Irak’taki  Mezopotamya  ve  Lut  gölü  arasındaki  bu  bölgede  meydana   gelmiştir.  Şuara  Sûresinin  119 - 120. ayetlerinde  ifade  edildiği  gibi,  sadece  bu  bölgede  azgın  kavmin  geri  kalan  insanları  ve  hayvanlar  suda  boğularak  helâk  olmuşlardır.  Kur'an  ayetlerinin  aksine  Dünyanın  diğer  bir  çok  bölgesinde  yaşayan  diğer  insanların  suçsuz  yere,  hayvanlarla  beraber  bütün  canlıların  yok  edilmesini  kabul  etmek  doğru  bir  yaklaşım  olamaz. Tufan  esnasında  rivayetlerde  anlatıldığı  gibi  de  yeryüzündeki   bütün  vahşi  ve  evcil   hayvanlardan  çiftler  değil,  gemiye  sadece  ihtiyaç  duyulabilecek  yiyecekler  ve  evcil  hayvanlar  alınmıştır.  Gemidekiler  de  muhtemelen  tufandan  sonra  Mezopotamya’daki  Ur  şehri  civarına  yerleşmişlerdir.

Nuh  Tufanının  M.Ö. 12000  yılında,  M.Ö. 3000  yılında  olduğunu  iddia  edenler  bulunmaktadır.  Bize  göre  ise  M.Ö. 7000  ile  5000  yılları  arasında  olmuş  olabilir.  Çünkü  Kur’anda  üstelik  de  Nuh  kıssasının  çok  genişçe  anlatıldığı  Nuh  Sûresinin  14. ayetinde : “  Oysa  O  sizi  gerçekten  tavır  tavır  / aşama  aşama  oluşturmuştur.  17  :  Ve  Allah  sizi  yeryüzünde  bitki  olarak  bitirdi. 18  :  Sonra  sizi  oraya  geri  çevirecek  ve  sizi  bir  çıkışla  çıkaracaktır. "  İfadeleriyle  dünyanın  yaşanmaya  uygun  olan  her  bölgesinde  binlerce  insanın  aynı  anda  bitkilerde  olduğu  gibi  yeryüzünde  topraktan  bitirilip  yaratılarak  dünyaya  getirildiği,  milyonlarca  yıl  süren  aşama  aşama  geliştirme  ve  ünsiyet  kazandırma  döneminden  sonra  çoğalmış  ve  dünyadaki  bütün  varlıklara  hükmedebilir  hale  gelmiş  olan  insan  toplulukları,  Nuh  Tufanının  olduğu  zamanda  da  dünyanın  değişik  bölgelerinde,  hatta  henüz  keşfedilmemiş  kıtalarında  dahi  yaşamakta  oldukları  gibi,  uzak  doğudaki  Orta  Asya  denilen  bölgede  de  Çinliler,  Hunlar,  Göktürkler  denilen  topluluklar  yaşamaktadır.  Orta   Doğuda   Irak  bölgesinde  Nuh  tufanı   gerçekleşirken,  aynı   dönemlerde  aksine  Orta  Asya’da  da  iklim  değişikliği  ile  büyük  bir  kuraklık  meydana  gelmiştir. Bu  nedenle  de  M.Ö. 7000  yıllarında  büyük  insan  toplulukları,  dalga  dalga  batıya  göç  etmeye  başlamışlardır. Batıya  göç  eden  bu  topluluklardan  biri  de  henüz   tufanın   etkilerinin  tam   olarak  ortadan  kalkmamış  olduğu  Mezopotamya  bölgesine  gelmiş  ve  bataklıklar  halindeki  bu  bölgede  ağaç  direkler  üzerine  evler  ve  yerleşim  yerleri   kurarak  Sümer  Devletini  ve  medeniyetini  oluşturmaya  başlamışlardır.

Nuh  Peygamber  kıssası  bize  kötülüğün  ve  kötü  insanların  ortadan  kalkmasıyla  bütün  kötülüklerin  yok  olmayacağını,  Allah’a   ve  peygamberlerine  olan  isyanın  ve  karşı  duruşun  son  bulmayacağını  göstermektedir. Çünkü  tarih  boyunca  binlerce  yıl  geçen  zaman  içerisinde,  Nuh  Peygamberden  sonra   gelen  peygamberlere  ve  indirilen  kitaplarla   Allah’ın  vahyine, Tevhit  öğretisine  uymayan  ve  tanık  olduğu  en  büyük  felaket  ve  helâk  ile  cezalandırmadan  ibret  almayan,  Semud,  Eyke,  Lut  kavimleri  gibi  insan  toplulukları  her  zaman  var  olmuş,  onlar  da  deprem,  volkanik  patlamalar,  çeşitli  salgın  hastalıklar,  iklim  değişiklikleri,  kendi  zalimlikleri  gibi  değişik  felâketlerle  helâk  edilmiştir.  Bugün  de  hala  şirk  ve  azgınlıklarla  Allah’ın  ayetlerine  isyanla  Tevhit’ten  uzaklaşma,  peygamberlerine  karşı  iftira  ve  saygısızlıkla  yaşamlar  sürdürülmektedir. Özellikle  son  yüz  yıllarda,  Yahudi  Hahamlarının  Tevrat’ın  Tekvin  Bab  bölümlerine  aktardıkları  uydurma  ayrıntıların  peşine  düşülmüş,  Nuh  ve  Tufan  kıssasında  alınması  gereken  ibrete  ve  Kur’anın  asıl  vermek  istediği  mesajlara  gölge  düşürülmüştür.  İnsanlar  masallarla,  rivayetlerle,  mitolojik  hikâyelerle  uyutulmuştur. Oysa  Yüce  Rabbimizin  suçluları  yakalayıp  adaleti  sağlamak  üzere  cezalandırmasıyla   insanlık  tarihine  doğrudan  müdahalesi  olan  bu  olay  ile  bize  insanlığın  binlerce  yıl  geçse  de  fıtri  yapısının  aynı  olduğunu,  bu  kıssanın  da  yer,  zaman,  mekân,  ırk,  soy,  sop  gözetmeksizin  mesajının  evrensel   ve  bütün  insanlığa  yönelik  olduğunu  göstermektedir. Biz  de  aslında  bugünün  Müslümanları  olarak  dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  Kur’anın  bize  bildirdiği  bütün  kıssalardaki  anlatımlarını  ve  mesajlarını  doğru  anlayabilmek  ve  öğüt  çıkarabilmek  için  sürekli  kitabımızla  beraber  olmalı,  onu  anlayarak  okumaya  çalışmalıyız.  Allah’ın  vahyinden, Tevhit  /  Allah’ı  birleme  öğretisinden  uzak  kalınarak  insanlar  arasında  da  olması  gereken  birliği  bozup,  adalet  ortadan  kaldırılarak  sosyal,  sınıfsal  ve  ekonomik  ayrımlar  oluşturulduğunda,  şirk  ve  ortak  koşma  ile  bütün  iyi  amellerimizin  yok  olabileceğini,  sabır,  sebat  ile  mücadelemizi  sürdürmekle  ise  Nuh’un  kurtarıldığı  gibi,  bizim  de  bir  gün  mutlaka  selamete  erebileceğimizin  bilincinde  olmalıyız. Nuh'un  gemisine  sadece  dosdoğru  yolda  olanların  binebildiği  gibi,  dünya  yaşamı  süresince  İslam  ve  Kur'an  gemisinde  de  sadece  dosdoğru  yolda  olanlar,  eninde  sonunda  hem  bu  dünyadaki,  hem  de  Ahiret  hayatındaki  yaşamlarını,  düzlüğe,  selamete,  kurtuluşa  kavuşturabileceklerdir.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  Kaynak  :  Hakkı  Yılmaz  ( Tebyin  ül  Kur’an )

Kitabı  Mukaddes  1995  Eski  ve  Yeni  Ahit  Tekvin 6.7.8.  Bab

İbn i  Kesir  Hafız  İmadeddin

İbnü’l  Esir  İzziddün  Ebul  Hasan  Ali  b. Muhammed

Taberi  Ebu  Cafer  Muhammed  b.  Cerir  1967

Abdullah  Aydemir  1992  Tefsirde  İsrailiyat

Kürşat  Demirci  Dinlerin  dejenerasyonu

Aruçi  Muhammed  2012

Ulül  Azm  Diyanet  Vakfı  İslam  Ansiklopedisi  294 - 295

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET