Nuh Peygamber, Yahudi din kaynakları Eski Ahit Tevrat’ın Tekvin, Tora, Çıkış, Levilliler, Tesniye, Hristiyan din kaynakları Yeni Ahit Kanonik ve Apokrif İnciller ve bunların müşterek dini kitapları Kitabı Mukaddes anlatımlarında, Haham uydurmaları rivayetlerle en geniş yer tutan, Kur’anda da “ Ulül Azm “ çok sabırlı, sebat eden, mücadeleci, yılmayan, azmeden çok şükreden peygamberler arasında olarak tanıtılmış olan Allah’ın Peygamberlerinden biridir. İsrailiyat olan Yahudi kaynaklarında Nuh ve kavminin helâk edildiği Tufan olayı, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar Hahamların uydurduğu mitolojik rivayetlerle anlatılmakta, Hristiyanlarda ise İsa Peygamberle Nuh Peygamber arasında, her ikisinin de günahkâr bir dünyada imanı temsil ettiği, Tufan ile Nuh’un canlı olarak çıkıp bütün insanlığı helâk olmaktan kurtardığı gibi, İsa’nın da vaftiz suyu ile ölümü yendiği, insanlığı günahtan kurtaran Nuh’un gemisinin kiliseye, gönderdiği güvercinin de kutsal ruha karşı geldiği gibi aslında yanlış ve uydurma olan inançlarla benzerlik bağlantıları kurulmaktadır. ( Luka 17 / 26 : Petrus’un Birinci Mektubu 3 / 2 sa. 461 )
Genel bir inançla Yahudi kökenli rivayetlere dayanarak, İnsanlık tarihini ikiye bölen bir elçi olarak bilinen Nuh Peygamberin, Yahudi kaynaklarının dışında yaşadığı yer, zaman ve kimliği hakkında kesin ve tarihi bir bilgi yoktur. Kur’anda da bu gibi ayrıntılara hiç değinilmez. Aslında çok önemli de değildir. Bu konu aslında daha çok Tarihçilerin, Jeologların ve bilim adamlarının işidir. Dolayısıyla Nuh Peygamber ve yaşadığı Tufan olayı ile ilgili Kur’anın dışındaki kaynakların verdiği bilgilerin çoğunun söylentiden öteye bir değeri yoktur. Eski Ahit Tevrat’ın Tekvin anlatımlarına göre Nuh’un bugünkü Irak topraklarında Dicle ve Fırat nehirleri arasında Mezopotamya denilen bölgede yaşadığı, rivayetlere göre kiminde 40, kiminde 50, kiminde 350 yaşında peygamber olduğu, Tufandan sonra 60 yıl yaşadığı, Adem Peygamberden 800 yıl sonra peygamber olduğu, çok azgın olan kavmine Allah’ın birliğini, O’na ortak koşmamaları için Tevhit bilincini öğretmek üzere elçi olarak gönderildiği, Nuh’un soy kütüğünün de yine Tevrat’a göre on göbekle Şit Peygamberin ve Kabil’in oğulları ile Adem Peygambere kadar dayanmakta olduğu anlatılmaktadır. ( Sa’lebi sa. 54 İbn i Abbas, El Kelbi )
Bir öğüt ve hatırlatma olan Kur’anın, öğüt verme yöntemlerinden biri de geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin yaşadıkları olayları, hayatlarından kesitleri kıssalar halinde anlatarak, kıssadan hisse almamızı sağlamaktır. Nuh'un Gemisi ve Tufan kıssası da İsrailiyat etkisiyle bütün toplumlarda, kulaktan kulağa dolma mitolojik hikâyelerle, masal, efsane ve mucizeler gibi yüz yıllardır abartılarak anlatılmaktadır. Ancak, Kur’anın bize anlattıkları ise, ne mucizedir, ne masaldır, ne hikâyedir, ne de efsanedir. Kur’anda ayetlerle ele alınan Kıssalar, geçmişte yaşanmış gerçek bir olayı, denk olan bir ifadeyle, vermek istediği mesaja örnek teşkil edecek şekilde anlatımlardır. Kur’an, bu yöntemiyle, gerek geçmiş olaylardan ibret alınıp hisse çıkarılması ve gerekse eski toplumların hayatında yaşanan olaylar üzerinden Allah’ın değişmez Sünnetini / kanunlarını anlamamız bakımından bize rehberlik etmektedir. Allah, Kur’anda bu kıssaları anlatırken, daha kolay anlasınlar diye bilhassa o devirdeki efsane ve masal dinlemeye yatkın olan, Arap toplumunun kullandığı deyimleri ve ifade tekniklerini kullanmıştır. Ama yine de Nuh Peygamber ve Tufan kıssası bize Kur'anın dışında intikal ettirilirken, İslam tarihinin eski dönemlerini anlatmak üzere eser yazmış olan Taberi, İbn i Kesir, İbnü’l Esir gibi Tarihçiler dahi bu İsrailiyat etkisinden kurtulamamış, biz Müslüman halk kültürüne de 800 lü yıllarda dünyanın yuvarlak olduğunun dahi bilinmediği dönemde eser yazan klasik yorumcular eliyle de yine aynen mitolojik tarzdaki anlatımla aktarılmıştır. Bu da insanları ister istemez gerçek dışı mucizevi yorumlara ve inançların kabulüne yöneltebilmektedir. Bu nedenle zamanımızda gerçeklerin daha doğru olarak ortaya konulabilmesi için, biz Müslümanlarca dinimizin, inancımızın yegâne kaynağı olan Kur’an ayetlerindeki ifadelerine çok gerçekçi olarak yaklaşılması, konunun asıl mesajının Kur’andan anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir.
Nuh Peygamberin kendi kavmi ile olan mücadelesinin, Peygamberimizin Mekkeliler ile olan mücadelesine benzer yapıda olmasından, onların da tıpkı Mekke müşrikleri gibi daha önceden yaşamış olan ve sevdikleri büyüklerinin isimlerini vererek oluşturdukları taştan putlara taparak, aracı yapıp Allah’a ortak koşmaları, Allah’ın vahyini inkâr ederek çirkin gördüğü, fuhuş, içki, sefahat, şirk ve küfür içerisindeki hayat tarzından dolayı uğradıkları cezalandırma ile, Mekke müşriklerinin de uyarılması, tekrar Tevhit inancının yerleştirilmesi amacıyla, Kur’anda Nuh Peygamber kıssasına da geniş olarak yer verilmiştir. Bu konuda Yüce Kitabımız Kur’anda 28 ayrı Sûrede ve 43 ayette bizzat Nuh Peygamberin ismine yer verilen anlatımlarla önce Peygamberimize, sonra o dönemde aslında Nuh'un Gemisi ve Tufan olayına dilden dile, kulaktan kulağa eksik veya yanlış bilgilerle vakıf olan cahiliye döneminin Arap toplumunun müşriklerine ve bu günün biz insanlarına da ayrı ayrı pek çok öğüt ve mesaj iletilmektedir. Biz de Nuh Peygamber ve Tufan olayına, Kur’anda değişik Sûrelerde yer alan ayetleri, kronolojik bir sıraya sokarak ve Kur’anda her bir ayrıntı için anlatılmış olan ayetlerin yanı sıra o ayetler ekseninde anlatılmış olan rivayetlere de yer vererek en doğru mesaja ulaşmaya çalışacağız.
Rivayetlere göre insanlar, Nuh zamanına gelinceye kadar Adem ve İdris Peygamber ile tanıştıkları Allah’ı birleme ve Tevhit inancı ile yaşamışlar, fakat taştan putların aracı tanrı yapılarak Allah’a ortak koşma olan şirk ile putperestlik, ilk defa Nuh Peygamberin yaşadığı kavmi ile ortaya çıkmıştır. Bu ayrıntı ile ilgili olarak Nuh Sûresinin 23. ayetinde “ Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve sakın ilâhlarınızı Vedd, Suva, Yagus, Yeuk ve Nesr’i bırakmayın dediler. Kesinlikle bir çoklarını da saptırdılar. “ ifadeleriyle Nuh Peygamberin kavminin de içinde bulunduğu küfür, şirk ile sapkınlık dile getirilmektedir. Nuh Peygamber de, kavmini putperestlikten uzaklaştırıp, Tevhit / Allah’ı birleme, ortak koşmadan sadece Allah’a ibadet / kulluk etme inancına döndürmek için gönderilmiştir. Nuh’un kavmine yaptığı çağrısını da Kur’anda Nuh 1, Araf 59, Hud 25, Müminun 23, Yunus 71, ayetlerinde görmekteyiz.
NUH 1 : Şüphesiz Biz kendilerine çok acıklı bir azap gelmezden önce, toplumunu uyar diye Nuh’u toplumuna resul / elçi olarak görevlendirdik.
ARAF 59 : Andolsun ki Biz Nuh’u toplumuna elçi olarak gönderdik de o, “ Ey toplumum ! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Cidden ben, zararınıza olan üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum “ dedi.
NUH 2 - 5 : Nuh dedi ki : " Ey toplumum ! Şüphesiz ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'nun koruması altına girin ve bana itaat edin ki, günahlarınızdan sizi yargılasın ve sizi adı konmuş bir sürenin sonuna kadar ertelesin. Şüphesiz Allah'ın belirlediği sürenin sonu gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz. "
Bu çağrılara elbette ki tarih boyunca yaşamış bütün toplumlarda olduğu, bütün Peygamberlere karşı gelindiği ve Allah’ın vahyi inkâr edildiği gibi, Nuh kavminin de ileri gelenleri, gücü elinde bulunduran muktedirleri, o bölgenin yöneticileri Araf 60, Hud 27, Şuara 105, ayetlerinde dile getirildiği gibi hemen inkâra, itirazlara ve karşı mücadeleyle direnişe başlamışlardır.
ARAF 60 - 63 : Toplumun ileri gelenleri “ Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz. “ dediler. Nuh dedi ki, “ Ey toplumum ! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben Alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, öğüt veriyorum ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Allah’ın koruması altına girmeniz ve rahmete ulaşabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye Rabbinizden bir öğüt / kitap gelmesine şaştınız mı ?
HUD 27 : Buna karşılık toplumun kâfirlerinin ileri gelenleri, “ Biz seni sadece bizim gibi sıradan bir insan olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Tam tersine biz sizi yalancılar sanıyoruz. “ dediler.
ŞUARA 105 : Nuh toplumu elçileri, gönderilenleri yalanladı. 111 : Onlar, “ Sana çok düşük kimseler uyarken, biz sana inanır mıyız ?. “ dediler.
Bu ayetlerle belirtilen karşı koymaların, aşağılamaların, inkârın ardından, Nuh’un kavminin yönetici, muktedir ve güçlüleri, kendi kurdukları düzeni korumak, atalarının inancından vazgeçmemek için tıpkı peygamberimizin zamanındaki müşriklerin yaptıkları gibi, baskıları, tehdidi, şiddeti de arttırmaya başlar. İslam Tarihi yazarlarından İbnü’l Esirde, bu azgın kavmin Nuh’un üzerine çullandıkları, boğazını sıkıp bayıltıncaya kadar dövdükleri de anlatılmaktadır.
ŞUARA 116 : Onlar dediler ki : “ Ey Nuh ! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki kesinlikle sen taşlanarak öldürülenlerden olacaksın.
Nuh Peygamber, kavmi tarafından her türlü karşı koymalarına, baskılarına, tehditlerine, aşağılama ve saldırılarına uğramasına ve kendisine şiddet uygulamalarına rağmen, kaldığı yerden yılmadan, sabırla, azimle Allah’a imana davet ederek tebliğ görevine devam eder.
HUD 28 – 31 : Nuh “ Ey toplumum ! Hiç düşündünüz mü, ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana Kendi tarafından bir rahmet bahşetmiş de bu size saklı tutulmuşsa ? Biz, siz ondan hoşlanmadığınız halde sizi ona zorlar mıyız ? 29 : Ve “ Ey toplumum ! Ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ve ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rabblerine kavuşacaklar. Velâkin ben sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum. 30 : Ve “ Ey toplumum ! Ben onları kovarsam Allah’a karşı bana kim yardım edecek ? Peki siz hiç düşünmez misiniz ? 31 : Ve ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve ben gaybı bilmem. Ben size bir meleğim de demiyorum.
HUD 32 - 34 : Onlar dediler ki : “ Ey Nuh bizimle didişip durdun da mücadelemizi çoğalttın. Haydi artık doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin şu azabı bize getir. “ Nuh, “ Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz O’nu aciz bırakanlar değilsiniz. Ben size öğüt vermek istemiş olsam da eğer Allah sizi azdırmayı murat ediyorsa, benim öğüdüm size bir yarar sağlamaz. O sizin Rabbinizdir ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz. “ dedi
NUH 5 – 12 : Nuh dedi ki : “ Rabbim ! Şüphesiz ben toplumumu gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam sadece onların kaçmalarını arttırdı. Ve şüphesiz onları bağışlaman için her davetime kulaklarını tıkadılar. Kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesli de gizli gizli de çağırdım. Sonra dedim ki “ Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O çok bağışlayandır. Üzerinize bol yağmur yağdırsın, size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için ırmaklar bahçeler kılsın. Size ne oluyor ki Allah için vakar davranışı ummuyorsunuz. "
Kur'anda Ankebut Sûresinin 14 - 15. ayetleri içerisinde " Aralarında tam bin yıldan elli yıl eksik müddetle kaldı " çokluktan kinaye benzetmesiyle belirtilen, aslında peygamber olmadan önce normal bir insan olarak yaşadığı 50 yıldan sonra sıkıntı, meşakkat ve zorluklarla dolu geçen çok uzun seneler yılmadan, korkmadan, sabırla, azimle süren davete rağmen inananların sayısı çok azınlıktadır. Ayetlerin orijinalinde " vakar " sözcüğüyle Allah'ın sabrı ve Vakur sıfatıyla ağır davrandığının, suçluları hemen cezalandırmayıp onlara mühlet verdiğinin uyarısının da yapılmasına rağmen kavminin zulmü, sürekli yalanlamaları, kibri, Allah'ı aşağılamaları, kendi seçimleriyle azgınlaşarak zalimleşmeleri sonucunda Rabbimiz de meşieti / iradesi gereği tabii ki onları azgınlaşanların arasında görecektir. Nuh ( a.s. ) sabrıyla, gücüyle bitme noktasına geldiğinde ve neticede o da bir insan olduğundan artık durumu Allah’a havale ederek yalvarmaya ve dua etmeye başlar.
KAMER 10 : Bunun üzerine Nuh Rabbine yalvardı. “ Ben gerçekten yenik düşürüldüm. Bana yardım et. “ dedi.
ŞUARA 117 : Nuh, “ Rabbim toplumum beni yalanladı, artık benim aramla onların arasında Sen hükmet. Ve beni ve müminlerden benimle beraber olan kimseleri kurtar “ dedi.
NUH 26 – 28 : Ve Nuh dedi ki : “ Bu yerde dolaşan kâfirlerden / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini reddeden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar. Ve sadece din iman tanımayıp kötülüğe batan kâfir çocuklar yetiştirirler.
SAFFAT 75 - 77 : Ve andolsun ki Nuh, Bize seslenip dua etmişti. İşte Biz ne güzel cevap verenleriz. Biz de o'nu ve ailesini, yakınlarını, inananlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık. Ve o'nun neslini baki kalanların ta kendisi yaptık.
HUD 36 – 37 : Nuh’a vahyolundu : “ Kesinlikle toplumundan iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Şirk koşmak suretiyle yanlış iş yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar suda kesin boğulacaklardır.
Geminin yapılması ile ilgili vahyi, Kur’anda Müminun Sûresinin 27 – 29. ayetlerinde de ;
MÜMİNUN 27 – 29 : Bunun üzerine Biz ona “ Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de onlardan daha önce kendisi aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki aileni, yakınlarını, inananlarını gemiye sok. Şirk koşarak yanlış kendi zararlarına iş yapmış olanlar konusunda Bana başvurma. Şüphesiz onlar kesin olarak suda boğulup öleceklerdir. “
Benzer ifadelerle görmekteyiz. Bu ayetlerin ifadeleri ile ilgili İsrailiyat kaynaklarına bağlı olarak, İslam Tarihi yazarlarından Taberi’de ( 1967 I. 180 – 183 ) : “ Böylece Allah, Nuh’a ağaç dikmesini emretti. O da Sac ( Hint Kara Meşesi ) ağacını dikti. Bu ağaç kırk yılda büyüdü gelişti. Sonra Allah bu ağaçları kesmesini emretti. Nuh ağaçları kesti ve emri yerine getirdi. Geminin yapımına başladı. Demiri dövüyor, birbirine bağladığı ağaçları ziftliyordu. Hud Sûresinin 38 – 39. ayetlerinde “ Ve o gemiyi yapıyordu, toplumundan bazı ileri gelenler, ona her uğrayışta onunla alay ediyorlardı. Nuh dedi ki : Bizimle alay ediyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle alay ettiğiniz gibi alay edeceğiz. Artık o aşağılayıcı azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin üstüne ineceğini ileride bileceksiniz. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi bu sırada da kavmi Nuh’un yanına uğrayıp onunla alay ediyorlardı. Geminin uzunluğu 80 zira ( yaklaşık kırk metreden biraz fazla ) genişliği 50 zira ( yaklaşık yirmi beş metreden biraz fazla ) yüksekliği de 30 zira ( yaklaşık on beş metreden biraz fazla ) idi üç katlı ve pencereli idi. Nuh bunları Allah’ın emrettiği gibi yaptı. İbnü’l Esir de geminin ölçülerini boyu 300, eni 50, yüksekliği 30 arşın ( Bir arşın ortalama olarak 54 santimetre ve bir ziradır ) ölçülerinde farklı olarak belirtmekte, Sac ağacının Hindistan’da yetişen bir tür karaağaç olduğunu iddia etmekte 400 yılda büyüdüğünü söylemektedir. Geminin yapım süresi için de ağaç diktikten sonra Nuh, yüz yıl bekledi, iki yüz yıl boyunca kesti ve gemiyi oluşturdu denilmektedir. Geminin yapılmasının tamamlanması ile birlikte Allah’ın sözü gerçekleşmeye başlamış ve tufan felaketinin başlangıcına Allah’ın bizzat nasıl müdahale ettiğine de ayetlerde yer verilmiştir.
KAMER 11 : Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. 12 : Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. Derken sular ayarlanmış bir iş üzerine bir birine kavuştu.
İbn i Kesir b.t.y I. 262 – 263 de ; İbn i Kesir’e göre tufan Ağustos ayının 13. gününde başlamıştır. Bu konuda Allah şöyle buyurdu “ Sular azdığında sizi gemiye bindirdik. ” Su dağın en üstüne kadar yükseldi. Yerden 15 zira ( 7.5 metre ) yukarı çıktı. Tevrat’a göre ise 80 zira ( 40 metre ) yükselmiştir. Tüm yeryüzüne yayılmıştır. Tufanın başlamasıyla beraber yeryüzünde hiçbir canlı kalmadı. ( Bu ifade mesnetsiz bir uydurma olmuştur. Zira Himalaya dağlarında Everest tepesinin yüksekliği 5165 metredir. O devirde dünyanın yuvarlak olduğu dahi bilinmemekte ve diğer kıtalardan habersiz, dünyanın sadece Orta Doğudaki bölge kadar olduğu zannedilmektedir. Bugün jeologlar o dönemde Basra körfezinden denizin med ve cezir olayıyla Mezopotamya havzasını da sular altında bıraktığını anlatmaktadırlar. )
HUD 40 : Sonunda emrimiz geldiği ve tandır / fırın kaynadığı / iş kızıştığı zaman Biz dedik ki : “ Her cinsten birer çifti ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni ve iman etmiş olanları onun içine yükle “ Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti. 41 : Ve Nuh dedi ki : “ İçerisine binin, onun akışı da duruşu da Allah adınadır. Kesinlikle Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. “
Müminun Sûresinin 27. ve Hud Sûresinin 40. ayetlerinde geçen “ ( tandır ) fırın kaynadığı zaman “ tabiri azabın yaklaştığını belirten temsili bir ifadedir. Bu ifade Arapların savaşın kızışma anı için kullandıkları bir deyimdir. Yine ayette “ Aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni “ ifadesi, Nuh peygamberin ailesinde de inkârları nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmiş olanların bulunduğunu göstermektedir. 41. ayette ise “ Onun akışı da duruşu da Allah adınadır “ ifadesiyle meydana gelen bütün olayların ve ayrıntılarının hep Allah’ın müdahalesi ve kontrolü ile geliştiği, herhangi bir karışıklığın söz konusu olmadığı anlamındadır.
En çok spekülasyon, uydurulan mitolojik rivayetler, mantık dışı ve Sünnetullah’a ( Allah'ın koyduğu kanunlara ) aykırı olan İsrailiyat anlatımları, geminin yapısı, gemiye binen insanlar ve insan dışındaki varlıklar ve hayvanlar üzerine olmuştur. Rabbimizin gemiye binenlerin “ çok az “ olduğunu söylemesine ve sayıları hakkında herhangi bir bilgi vermemesine rağmen rivayetlerde bunların kaç kişi oldukları, isimleri ile birlikte çok farklı yorumlar yer almaktadır. Kimi müfessirler gemiye binen insanların sayısının 80, kimi 13, kimi 7 kişi olduğunu, kimisi Nuh’un karısıyla beraber gemiye bindiğini, kimisi de karısının kâfirlerden olduğu için gemiye binmeden boğulduğunu söylemektedir. Kur’anda İse Tahrim Sûresinin 10. ayetinde “ Allah kâfirlere, Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden kimselere Nuh’un karısı ile Lut’un karısını örnek verdi. Bu ikisi kullarımızdan iki Salih kulun aşağılık karıları idiler. Sonra onlara hainlik ettiler. İkisinin kocası da Peygamber olmalarına rağmen Allah’tan hiç bir şeyi onlardan savamadı. Ve “ Girenlerle birlikte siz ikiniz de ateşe girin. “ denildi. İfadelerinden dolayı kesinlikle Nuh ( a.s. ) ın karısının gemiye binmediği ve suda boğularak helâk olduğu Kur’an ile anlaşılmaktadır. Kur'anda değişik ayetlerde, bilhassa peygamberle evli olduğu halde, aynı inanç, amel ve davranış içerisinde olmayıp şirke bulaşmış kadınlar için ayet orijinallerinde zevce / eş ifadeleri değil de, karısı anlamına gelmek üzere " emrae " sözcükleri kullanılır. Dolayısıyla evliliklerde karı ile zevc / eş ifadeleri aynı anlamlara gelmemektedir.
Taberi Tarihine göre ; Nuh Allah’ın izniyle ruh taşıyan canlılardan erkek ve dişi birer çift ve ağaçlardan iki çift olmak üzere gemiye yükledi. Ham, Sam ve Yafes olmak üzere üç oğlunu ve eşlerini de gemiye bindirdi, ayrıca da inanmış olan altı kişiyi de gemiye aldı. Toplam 13 kişiydiler. Diğer oğlu Yam ise geride kaldı. Taberi’ye göre Nuh’un gemiye aldığı ilk hayvan karınca, sonuncusu da merkeptir. Bu esnada iblis’in onu geriye çekmesi nedeniyle arka ayaklarının dışarıda kalmasına bağlı olarak inat ettiği gibi görünen olayın ardından, Nuh’un ısrarıyla ve “ Yazıklar olsun gir içeri “ demesiyle şeytan da onunla birlikte gemiye girmiştir. İslam Tarihçisi İbnü’l Esir’in nakline göre aslan, yırtıcı kuşlar gibi vahşi hayvanların, evcil hayvanlarla uyumsuzluklarından dolayı, Allah’ın müdahalesiyle hummanın musallat edilip sakinleştirilerek onların zararsız hale getirilmesinden sonra, diğer evcil hayvanlarla beraber onlar da gemiye bindirilmiştir. Yine İbnü’l Esir’e göre Nuh gemisine Adem ( a.s. ) ın cesediyle birlikte Allah’ın emrettiği hayvanları almıştı. Yam adındaki oğlu kâfir olduğundan babasına karşı asi olup gemiye binmemiştir.
HUD 42 : Ve gemileri dağlar gibi / sapasağlam, yıkılmadan, yıpranmadan onlarla dalgalar içinde akıp gidiyordu. Ve Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna seslendi. “ Yavrucuğum Benimle beraber bin, kâfirlerle Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini reddedenler ile beraber olma. “ 43 : Nuh’un oğlu dedi ki : “ Ben kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım. Nuh, " Bugün Allah’ın merhamet ettiğinden başkasını Allah’ın bu emrinden başka koruyacak kimse yoktur “ dedi. Ve dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oluverdi.
Bu ayetin orijinalinde “ kelcibali “ ( dağlar gibi ) ifadesi, başındaki “ ke “ benzetme edatından dolayı anlamı doğrudan doğruya “ dağlar gibi “ olmayıp “ Geminin de dağların sağlamlığına atıf yapılarak, sapasağlam, yıkılmadan, yıpranmadan, dalgaların içinde akıp gittiği “ anlamındadır. Zaten fizik kurallarına göre de dalgaların mantıken de dağlar gibi olması mümkün değildir. Bu ifade de zaten genellikle çokluktan, büyüklükten, sağlamlıktan kinaye olarak kullanılmaktadır. Bu ayetteki ayrıntılar için de İslam Tarihçisi İbn i Kesir’de ; Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzak olan oğlu Yam’a “ Yavrucuğum ! bizimle beraber bin kâfirlerle beraber olma “ diye seslendi. Oğlu “ Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım “ dedi. Nuh “ Bugün Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur “ dedi. Aralarına dalga girdi ve oğlu Yam suda boğuldu. Tevrat’ta ise Nuh’un oğlu Yam, “ Kenan “ olarak adlandırılır. Onun da gemide olduğu belirtilir. Sonraki hayatında kâfir olabileceği dile getirilir. Bazı rivayetlerde de Yam’ın tufandan önce öldüğü söylenir. Halbuki Kur’andaki Nuh 26, Müminun 28, Hud 42, ayetlerindeki ifadelere göre Nuh ( a.s. ) ın oğullarından birisi suda kesin olarak boğulmuştur.
ARAF 64 : Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de Nuh’u ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk. Gerçekten onlar kör bir topluluk idiler.
ŞUARA 119 - 120 : Bunun üzerine Biz de onu ve beraberindekileri, o geminin içinde kurtardık. Sonra da arkalarından arta kalanları suda boğduk.
NUH 25 : Onlar hatalarından dolayı suda boğuldular. Sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah’ın astlarından yardımcı bulamadılar.
HUD 44 : Ve “ Ey yeryüzü ! Suyunu yut. Ey gökyüzü sen de tut. “ denildi. Sular da çekildi. Emir de yerine gelmiş oldu. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Ve o şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan topluma “ Uzak olun / kahrolun, tarihten silinin “ denildi. 48 : Denildi ki : “ Ey Nuh ! Bizden bir selam ve seninle birlikte olanlardan gelecek ümmetlere bir selam ve bolluklarla gemiden in. 49 : İşte Nuh ile ilgili anlatılanlar sana vahyettiğimiz gaybın haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu halde sabret. Şüphesiz akıbet Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.
Ayetlerde yer alan Cudi, aslında bir dağ olmadığı halde " bereketli yer, göç edilen bereketli topraklar " anlamına gelmektedir. Oysa bir çok kişinin sağlam temele dayanmadığı halde yorum yaptığı gibi Tufanın bittiğini ve geminin Cudi üzerine oturduğunu anlatan ifadeler hakkında Mevdudi de, bazı araştırmalar yapmış, sonra da şu mütalaalarda bulunmuştur. “ Kur’ana göre gemi doğu Anadolu’da eskiden “ Cezire i İbn i Ömer “ olarak anılan bölgenin kuzeydoğusunda bulunan Cudi dağının üzerine oturmuştur. Fakat Kitab ı Mukaddes’e göre geminin oturduğu yer Ararat ( Ağrı ) dağıdır. Çok eski İslam tarihçileri ise geminin oturduğu yerin orta doğudaki Irak’ta Cudi dağı olduğunu teyit etmektedirler. M.Ö 250 Yılında Babil’li Berasus, Aristo’nun öğrencisi Abydenus da Cudi dağını işaret etmekle beraber bu bölgedeki Iraklıların bir kısmının gemi parçalarına sahip olduklarını söylemişlerdir. Bugün ülkemizde de Nuh'un gemisinin Ağrı dağına inmediğini söyleyen Jeologlar da bulunmaktadır.
İbn i Abbas da der ki ; Nuh’un kavminden seksen kişi iman etmişti. Bunların üçü Ham, Sam ve Yafes olmak üzere üç oğlu ve eşleri idi. Gemide bulunanlar 80 kişiydiler. Allah gemiyi önce Mekke’ye doğru yönlendirdi, kırk defa Beytullah’ı ( Kâbe’yi ) tavaf ettiler. Sonra gemi Cudi’ye yöneldi ve orada durdu. Nuh kargayı yeryüzünden haber getirmesi için gönderdi. O zeytin yaprağı getirdi. Ayaklarını toprağa batırınca Nuh, suyun çekildiğini anladı. Cudi dağının aşağısına indi. Bunlar gemiden çıktıklarında bugün Irak’taki Musul taraflarında “ Karyetus Semain “ ( Seksen kişinin kasabası ) dediği bir yerleşim alanı, bir köy inşa ettiler. Bunların arasında Nuh’un cezalandırılan hanımından başka olan hanımı da vardı. Rivayete göre oğullarından Ham’ın gemide iken hanımına yaklaşmasından dolayı, Nuh da Yüce Allah’a dua ederek Ham’ın nutfesinin değişikliğe uğramasını ister. Böylece siyah ırk onun sulbünden doğmuş ve çoğalmış olur. Bununla kalmayan Nuh oğlu Ham’a “ Çocuklarının saçları kulaklarından aşağı inmesin, nerede olurlarsa olsunlar Sam ve Yafes’in çocuklarına köle olsunlar “ diye beddua etti. Katade ve diğerleri dediler ki ; Recep ayının onuncu günü gemiye bindiler. Yüz elli gün yolculuk yaptılar. Cudi üzerinde suların çekilmesine kadar bir ay kaldılar. Gemiden çıkışları Muharrem ayının onuncu günüydü. İbn i Cerir’in bir rivayetine göre onlar bu günde oruç tutarlardı. Azıklarının ve hububattan kalanını ezdiler ve karıştırarak yediler. Tufan olayının sonlanmasına değinilen ayetlerden birisi de aynı zamanda Nuh ( a.s. ) ın mücadele etme süresinin çok uzunluğuna da atıfta bulunulan Ankebut Sûresinin 14 – 15. ayetleridir.
ANKEBUT 14 – 15 : Ve andolsun ki Biz Nuh’u kavmine / kendi toplumuna elçi gönderdik de aralarında tam bin seneden elli yıl eksik bir müddet kaldı. Sonunda onlar şirk koşarak yanlış / kendi zararlarına işlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi. Böylece Biz onu ve gemi halkını kurtardık ve gemiyi / kurtuluşu alemlere bir alamet / gösterge yaptık.
Her ne kadar eski insanların o dönemde rivayetlerle ve Yahudi kaynaklarında uzun yıllar yaşadıkları bildirilmekte, buna bağlı olarak bu ayette de belirtilen ifadelere Tevrat’ta Tekvin 9. bab 28 - 29. bölümlerde Nuh Peygamber hakkında biyografik bilgiler verilirken “ Nuh tufandan sonra 350 yıl daha yaşadı, toplam 950 yıl yaşadıktan sonra öldü “ denildiğinden dolayı da en çok spekülasyonlara neden olan konulardan biri de Nuh’un ne kadar süre peygamberlik yaptığı, toplam yaşının ne olduğu, kaç yaşına kadar yaşadığı tartışmalarıdır. Fakat Kur’an ayetindeki ifade ile Tevrat ifadelerinin özündeki farklılık müfessirler arasında da farklı yorumlara neden olmuştur.
* Katade : Nuh kendilerini davete başlamadan önce 300 yıl aralarında kaldı, onları 300 yıl davet etti, tufandan sonra da 350 yıl yaşadı.
* İbn i Abbas : 40 yaşında peygamber oldu, kavmi arasında 50 yıl eksiği ile bin yıl süreyle kaldı, tufandan sonra ise insanlar çoğalıp etrafa yayılıncaya kadar 60 yıl yaşadı.
* Kimi, ( Vehb ) 2400, kimi ( Kab el ahbar ) 50 yıl eksiği ile bin yıl kaldı, tufandan sonra 70 yıl yaşadı. Demişlerdir.
Halbuki bu isnatların hiç birisinin sağlam bir dayanağı ve mesnedi yoktur. Bu konuda Araştırmacı ve Yazar Hakkı Yılmaz : Ayette yer alan " fe lebise fihim elfe senetin illâ hamsîne âmen " orijinal lafızların gerçek anlamlarına bakıldığı zaman " Kur’an, Nuh’un 1000 yıl yaşadığını veya 950 yıl peygamberlik ettiğini değil, ayetin orijinalinde çokluktan kinaye olarak yer alan bin sene ifadesiyle, çok uzun süre verimsiz, meşakkatli ve sıkıntılı yaşamanın yanı sıra, ömrünün ise ancak 50 yılının da normal koşullarda normal insanlar gibi huzurlu, verimli ve yararlı geçtiğini ifade etmektedir. " ayetin orijinalinde yer alan sene sözcüğünün " sıkıntılı yaşanan ömür " aslında doğrudan doğruya yıl demek olmadığını, şiddet, kıtlık, iyiliğin çok az olduğu, zorlu, meşakkatli ve sıkıntılı geçen zaman dilimi demek olduğunu, bin yıl sözcüğünün Bakara 96, Kadr 1 - 3, ve bir çok başka ayette de çok uzun zaman anlamına gelmek üzere çokluktan kinaye olarak kullanıldığını belirtmektedir. Yine Araştırmacı ve İlâhiyatçı Yazar İhsan Eliaçık Hoca da : " Bu ayetle Nuh’un 950 yıl yaşadığı değil, çokluktan kinaye olarak çok uzun süre aralarında kaldığı, uzun soluklu bir mücadele verdiği anlatılmaktadır. Demiştir.
Nuh ( a.s. ) ın yaşı ile ilgili olarak Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu ve Prof. Dr. Mustafa Öztürk de normal bir insanın yaşamı çerçevesinde “ Bazı kaynaklarda rastladık ki o devirdeki zaman ölçüsüne göre Nuh Tufanından önce Mezopotamya’da kullanılan takvimde, Ay’ın dünya etrafındaki dolanımına göre bir ay, bir yıl olarak kabul ediliyormuş. Yani ayetlerde ve rivayetlerde ifade edilen 950 yıl, aslında 950 ay demekmiş. Bu ölçüye göre ise Nuh Peygamberin toplam yaşının 76 civarında olacağı anlaşılmaktadır. Denilmektedir. Fakat buna rağmen Tevrat, Tekvin anlatımlarında yer alan Adem peygamberden başlayarak ve Nuh peygamber zamanına gelinceye kadar yer alan bütün şahsiyetlerin yaşları, bin ve bine yakın sayılarla belirtilmektedir. Bu nedenle çok eski zamanda yaşayanların ömürlerinin çok uzun olduğu inancı hakim ise de bu inanç, eski insanların ömürleri ile ilgili bilimsel verilerle uyuşmamaktadır.
Nuh Peygamber kıssası ve Tufan olgusu etrafında halk kültürüne pek çok yalan intikal ettirilmiş, bunlar yüzlerce İslami esere de aynen aktarılmıştır. Aslında Kur’an ayetleri her konuda olduğu gibi bu konuda da bizim için yeterli olmalıdır. Kur’anın dışında olan bilgilere de ihtiyacımız olmamalıdır. Fakat Klasik İslam Tarihçileri, Tarihe gereken önemi vermemiş, konuyu işlerken Kur’ana gereği gibi eğilememiş, Kur’anın doğrularını ortaya koyamamıştır. Yahudi Hahamlarının uydurma masallarının, mitolojik anlatımlarının etkisinden kendilerini arındıramamışlardır. Halbuki Kur’an perspektifinden olaya bakacak olursak Nuh ( a.s. ), kavmi tarafından uzun yıllar her türlü şiddete, aşağılama ve saldırıya uğramış, ama yılmamış, sabır, sebat, azim ile mücadelesine ve aldığı görevine devam etmiş olan, İslam geleneğinde “ Neciyullah “ ( Allah’ın kurtardığı kişi ) sıfatını alabilen, Kur’anda da “ ulül azm “ çok sabreden, mücadele eden peygamberler arasında bahsedilen peygamber olmuştur. Bu bakımdan Nuh Peygamberin hayatının İslam Tarihi içerisinde ve Kur’anda yer alması, özellikle bizim Peygamberimizin Mekke dönemindeki müşriklerle sürdürdüğü çok çetin mücadelesine destek olması, o döneme ait yapılan yanlışlara ışık tutması ve bugünün insanları için de ibret olması bakımından önem arz etmektedir. Bunların dışında geminin yapısının, eninin, boyunun, içine alınan hayvanların cinsinin, sayısının, Nuh Peygamberin kaç yıl yaşadığının bizim ve Kur'anın asıl mesajının yanında hiç bir değeri yoktur.
Nuh Peygamber kıssası ve Tufan olgusu ile ilgili olarak Yüzlercesini, binlercesini burada nakletmemizin imkânı olmayan, ancak bir kısmını ana hatlarıyla burada nakledebildiğimiz ve İslam Tarihinin temel kaynakları olan Tevrat Tekvin 6 / 14 – 16 ve 7. 8. Bablarında, Kitabı Mukaddes ve Kütübi Sitte’de yer alan rivayetlerde konu edilen, Kur’andaki pek çok ayete, kavrama, Allah’ın yaratmada ve yaşatmadaki koyduğu hükümlerine, kanun, ilke ve kurallarına, akla ve mantığa aykırı olan ayrıntılar, Abdullah Aydemir tarafından ele alınmış, tamamının İsrailiyat kaynaklı uydurmalar olduğu ayrıntılarla tespit edilmiştir.
Sonuç olarak : Nuh Peygamber ve kavmi, bugünkü Irak topraklarında Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki Mezopotamya denilen bölgede yaşamıştır. Tekvin Bab 7 / 18 – 24, Kitabı Mukaddesteki temelsiz ve mesnetsiz uydurma İsrailiyat anlatımlarına göre " Tufan tüm yeryüzünü kapladı ve gemidekilerden başka yeryüzünde canlı olarak hiç bir varlık kalmadı. " Denilmesi, bir çok ayette dile getirildiği, örneğin Şuara Sûresinin 208. ayetinde “ Ve Biz sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti helâk ettik. / yıkıma, değişime uğrattık 209 : Öğüt ! / bir hatırlatmadır. Ve Biz haksızlık edenler değiliz. “ ifadelerinde de görüldüğü gibi, Yüce Rabbimiz Allah’ın, uyarıcı gönderilmeyen başka bölgelerdeki toplumları sorumlu tutmayacağı belirtildiğinden dolayı, Kur’anın bir çok ayetindeki uyarılarına aykırıdır. Üstelik de yeryüzünün diğer bölgelerinde tufanın dünya çapında olduğunu kanıtlayacak herhangi bir arkeolojik ve jeolojik kanıt bulunmamaktadır. Jeolojik ve Arkeolojik kanıtlara göre Tufan olayı da sadece Irak’taki Mezopotamya ve Lut gölü arasındaki bu bölgede meydana gelmiştir. Şuara Sûresinin 119 - 120. ayetlerinde ifade edildiği gibi, sadece bu bölgede azgın kavmin geri kalan insanları ve hayvanlar suda boğularak helâk olmuşlardır. Kur'an ayetlerinin aksine Dünyanın diğer bir çok bölgesinde yaşayan diğer insanların suçsuz yere, hayvanlarla beraber bütün canlıların yok edilmesini kabul etmek doğru bir yaklaşım olamaz. Tufan esnasında rivayetlerde anlatıldığı gibi de yeryüzündeki bütün vahşi ve evcil hayvanlardan çiftler değil, gemiye sadece ihtiyaç duyulabilecek yiyecekler ve evcil hayvanlar alınmıştır. Gemidekiler de muhtemelen tufandan sonra Mezopotamya’daki Ur şehri civarına yerleşmişlerdir.
Nuh Tufanının M.Ö. 12000 yılında, M.Ö. 3000 yılında olduğunu iddia edenler bulunmaktadır. Bize göre ise M.Ö. 7000 ile 5000 yılları arasında olmuş olabilir. Çünkü Kur’anda üstelik de Nuh kıssasının çok genişçe anlatıldığı Nuh Sûresinin 14. ayetinde : “ Oysa O sizi gerçekten tavır tavır / aşama aşama oluşturmuştur. 17 : Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi. 18 : Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır. " İfadeleriyle dünyanın yaşanmaya uygun olan her bölgesinde binlerce insanın aynı anda bitkilerde olduğu gibi yeryüzünde topraktan bitirilip yaratılarak dünyaya getirildiği, milyonlarca yıl süren aşama aşama geliştirme ve ünsiyet kazandırma döneminden sonra çoğalmış ve dünyadaki bütün varlıklara hükmedebilir hale gelmiş olan insan toplulukları, Nuh Tufanının olduğu zamanda da dünyanın değişik bölgelerinde, hatta henüz keşfedilmemiş kıtalarında dahi yaşamakta oldukları gibi, uzak doğudaki Orta Asya denilen bölgede de Çinliler, Hunlar, Göktürkler denilen topluluklar yaşamaktadır. Orta Doğuda Irak bölgesinde Nuh tufanı gerçekleşirken, aynı dönemlerde aksine Orta Asya’da da iklim değişikliği ile büyük bir kuraklık meydana gelmiştir. Bu nedenle de M.Ö. 7000 yıllarında büyük insan toplulukları, dalga dalga batıya göç etmeye başlamışlardır. Batıya göç eden bu topluluklardan biri de henüz tufanın etkilerinin tam olarak ortadan kalkmamış olduğu Mezopotamya bölgesine gelmiş ve bataklıklar halindeki bu bölgede ağaç direkler üzerine evler ve yerleşim yerleri kurarak Sümer Devletini ve medeniyetini oluşturmaya başlamışlardır.
Nuh Peygamber kıssası bize kötülüğün ve kötü insanların ortadan kalkmasıyla bütün kötülüklerin yok olmayacağını, Allah’a ve peygamberlerine olan isyanın ve karşı duruşun son bulmayacağını göstermektedir. Çünkü tarih boyunca binlerce yıl geçen zaman içerisinde, Nuh Peygamberden sonra gelen peygamberlere ve indirilen kitaplarla Allah’ın vahyine, Tevhit öğretisine uymayan ve tanık olduğu en büyük felaket ve helâk ile cezalandırmadan ibret almayan, Semud, Eyke, Lut kavimleri gibi insan toplulukları her zaman var olmuş, onlar da deprem, volkanik patlamalar, çeşitli salgın hastalıklar, iklim değişiklikleri, kendi zalimlikleri gibi değişik felâketlerle helâk edilmiştir. Bugün de hala şirk ve azgınlıklarla Allah’ın ayetlerine isyanla Tevhit’ten uzaklaşma, peygamberlerine karşı iftira ve saygısızlıkla yaşamlar sürdürülmektedir. Özellikle son yüz yıllarda, Yahudi Hahamlarının Tevrat’ın Tekvin Bab bölümlerine aktardıkları uydurma ayrıntıların peşine düşülmüş, Nuh ve Tufan kıssasında alınması gereken ibrete ve Kur’anın asıl vermek istediği mesajlara gölge düşürülmüştür. İnsanlar masallarla, rivayetlerle, mitolojik hikâyelerle uyutulmuştur. Oysa Yüce Rabbimizin suçluları yakalayıp adaleti sağlamak üzere cezalandırmasıyla insanlık tarihine doğrudan müdahalesi olan bu olay ile bize insanlığın binlerce yıl geçse de fıtri yapısının aynı olduğunu, bu kıssanın da yer, zaman, mekân, ırk, soy, sop gözetmeksizin mesajının evrensel ve bütün insanlığa yönelik olduğunu göstermektedir. Biz de aslında bugünün Müslümanları olarak dinimizin yegâne kaynağı olan Kur’anın bize bildirdiği bütün kıssalardaki anlatımlarını ve mesajlarını doğru anlayabilmek ve öğüt çıkarabilmek için sürekli kitabımızla beraber olmalı, onu anlayarak okumaya çalışmalıyız. Allah’ın vahyinden, Tevhit / Allah’ı birleme öğretisinden uzak kalınarak insanlar arasında da olması gereken birliği bozup, adalet ortadan kaldırılarak sosyal, sınıfsal ve ekonomik ayrımlar oluşturulduğunda, şirk ve ortak koşma ile bütün iyi amellerimizin yok olabileceğini, sabır, sebat ile mücadelemizi sürdürmekle ise Nuh’un kurtarıldığı gibi, bizim de bir gün mutlaka selamete erebileceğimizin bilincinde olmalıyız. Nuh'un gemisine sadece dosdoğru yolda olanların binebildiği gibi, dünya yaşamı süresince İslam ve Kur'an gemisinde de sadece dosdoğru yolda olanlar, eninde sonunda hem bu dünyadaki, hem de Ahiret hayatındaki yaşamlarını, düzlüğe, selamete, kurtuluşa kavuşturabileceklerdir. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : Hakkı Yılmaz ( Tebyin ül Kur’an )
Kitabı Mukaddes 1995 Eski ve Yeni Ahit Tekvin 6.7.8. Bab
İbn i Kesir Hafız İmadeddin
İbnü’l Esir İzziddün Ebul Hasan Ali b. Muhammed
Taberi Ebu Cafer Muhammed b. Cerir 1967
Abdullah Aydemir 1992 Tefsirde İsrailiyat
Kürşat Demirci Dinlerin dejenerasyonu
Aruçi Muhammed 2012
Ulül Azm Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 294 - 295
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR