Bugün yapılan araştırmalara göre dünyada neredeyse her yedi kişiden biri, Amerika'da her dört kişiden biri, Hindistan ve Srilanka'da yaşayanların büyük bir çoğunluğu, “ Ruh Göçü “ denilen Reenkarnasyon ve Tenasüh inancına sahiptir. Budistlerden oluşan 1 milyar 250 milyon kişi başka bir insanın ruhu ile dünyaya geri döndüğünü düşünmektedir. Bu düşünce ve etkileşimlerin sonucunda da kitaplar oluşturulmakta, belgeseller yayınlanmakta, filmlere konu yapılmakta, Salvador Dali, Jack Landon, Benjamin Franklin, Alman Filozofu Nietsche gibi hatta dünyaca ünlü olmuş bazı isimler dahi enkarne olduklarını iddia etmektedirler. Ülkemizde de özellikle Hatay, Adana ve Mersin yörelerinde yaşayan Nusayri inancındaki insanlarımızda reenkarnasyon inancı yaygın olarak görülmekte, en çok vak'a da bu bölgedeki insanlar arasında nakledilmektedir. Taoizm, Şamanizm, Grek, Hinduizm, Budizm, Hristiyanlık, Yahudi Kabala inancı, İslamiyette Batıni inancı olmak üzere neredeyse dünyanın bütün kültürlerinde eski çağlardan beri süre gelen bu inanç, artık hem Teoloji, hem Nöroloji hem de Psikiyatr bilim dalları alanını da meşgul etmektedir.
Tanım olarak İslami kaynaklarda da yer alan Tenasüh : Bir ruh göçüdür. Bedenden bir başka bedene, yahut çeşitli bedenlere geçme olayıdır. Anlam olarak “ Bir şeyin diğerini takip ederek yok etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini alması “ demektir. Reenkarnasyon : Fransızcadan literatüre geçmiş bir sözcüktür. ( Metapsişik Terimler sözlüğünde ise ) Nedensellik / Neden sonuç ilkesine göre bir tekâmül aracı olarak evrensel bir yasadır. Her varlık çeşitli bedenlerde, değişik kimlikler içinde, sayısız kereler maddesel alemlerde doğarlar, tekrar tekrar doğma tam bir ilâhi yasadır. ( Ama bu tanımlara göre belirtilen ilâhi yasa sağlam bir temele oturmamakta, insanın bedeninden başka sahip olduğu, adına ne dersek diyelim ruh, bellek, bilinç ve öz benlik ile ilgili dikkatlerden kaçırılan çok önemli noktalar bulunmaktadır. Bilimsel bulgulara ve çalışmalara göre Evrenin kütlesi, toplam madde miktarı, toplam enerjisi / entalpisi ve toplam entropisi / düzensizliklerin değişimi sabit olduğundan, bu yaklaşım kısmen cansız maddeden maddeye ve enerjiden enerjiye değişimler için doğrudur, fakat ölen ve bu dünyadan ayrılan canlı varlıklardan insanların, ruh, can denilen öz benlikleri için değil, ruha giydirilmiş bedeni oluşturan molekül, atom, atom altı parçacıklar proton, nötron, elektron ve maddenin en küçük yapı taşları için geçerlidir. Çünkü insanı oluşturan bedeninin madde kısmı ölümle beraber zaten dünya üzerinde kalmakta, parçalanarak başka moleküllere, yapılara dönüşmektedir, asıl mahiyetini tam olarak bilmediğimiz ve Yaratıcının kabzettiği, ölümle beraber başka bir forma girmiş olan ruhun yapısı, nerede, nasıl tutulduğu da bizim için gaybdır. Ruh olmadan da sadece bedenin bütün yaşam işlerliği mümkün değildir. Devasa Kâinata ve Evrene hükmeden Allah'ın katında ruh kıtlığı yoktur, dünyaya yeni gelen için ruh oluşturmak da Allah için zor bir şey değildir.) Enkarne : Ölmüş bir canlının ruhunun, öz benliğinin bir bedene girmesidir. Reenkarne : Tekrar tekrar aynı ruhun / canın / öz benliğin başka yeni bedene girmesi, hayatı o bedende devam ettirmesi inancıdır. İslam Ehli Sünnet ekolüne göre ise reenkarnasyon inancı, kişinin ölümden ve onun ardından gelebilecek Cehenneme gitme ihtimalinin korkusundan, teselliye sığınmaktan başka bir şey değildir. Hint geleneğinde ise Karma Yasasına bağlı olarak ruhun ölümsüzlüğüne dayanan batıl ve sapkın bir inançtır. Bu inançta Ahiret ve hesap verme inancı yoktur. Bunun yerine tekâmül etme amacına yönelik sürekli ölüp, tekrar dünya hayatına aynı ruhla, fakat başka bir bedende dönme, dirilme inancı vardır. Denilmektedir.
Doğu kültüründe yaygın olup buradan dünyaya yayılmış ve reenkarnasyon inancının kapsamında yer alan, bir de Karma Yasası bulunmaktadır. Karma Yasası : Tanrının ya da dünyada bir hakimin hüküm vermediği “ İlâhi bir lütuf “ ya da “ sorgulama ve ceza “ olmadan kişinin kendi kendini neden - sonuç ilişkisine göre değerlendirdiği bir ruhun, âleme müdahil olmayan bir Tanrı inancı çerçevesinde, zorunlu bir ahlâk yasasına göre ölümün ardından bir bedenden başka bir bedene sürekli dönüşerek geçtiği inancın Hint geleneğindeki adıdır. Hinduizmde Karma öğretisi, yeniden doğuş inanışı olan ve ruh var oldukça neden – sonuç ( etki – tepki ) ilkesinin geçerliliğidir. Herhangi bir eylemin ve düşüncenin sonucunun, her şekilde sadece o kişiyi etkilediğini ifade eder. Reenkarnasyonun yeniden doğuş döngüsünün sadece kötü eylemlerde değil, aynı zamanda iyilik yapıp, iyi niyetli olanların da yaşayacağıdır. Karma yasası inancında her yaşam, önceki yaşamda yapılan hareketlerin sonucu olarak belirmesi esasına dayanır. Yani kişinin yaptığı hiç bir eylem sonuçsuz, karşılıksız kalmayacak, kişinin ileride yaşayacaklarının belirlenmesinde bir neden oluşturacaktır. Hiç bir neden, herhangi bir sonuç yaratmadan yok olup gitmez. Oysa neden sonuç ilişkisine dayanan bu görüş, aslında Kur'ana göre de dünya yaşamındaki bütün hayatlar için de geçerlidir. Çünkü Necm Sûresinin 39. ayetinde " Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden, emeği ve alın terinden başka bir şey yoktur. " ifadeleriyle belirtildiği gibi herkes kendi çaba ve seçimlerinin, ama doğru, ama yanlış attığı adımların sonucunu yaşayacaktır. Bu nedenle Şura Sûresinin 30. ayetinde " Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. " denilmektedir. Hintlilerin Tenasüh inancında, kötülük yapmış kişilerin ruhunun azap çekmek üzere hayvan bedenlerine girerek tekrar dünyaya gelmesi de vardır. Günahkâr bir kimse, öldükten sonra “ Ya şeytan olarak, ya da herhangi bir hayvan kılığında “ dünyaya gelir. ( Burada araya girelim, insanın dışında ontolojik, metafizik, fizik ötesi üç boyutlu nesnel yapıya dönüşebilen şeytan diye bir varlık, kişilik yoktur. Bu inanç temelden dayanaksızdır. ) Bu teoriye göre tenasühte aslında tekâmül fikri yoktur. Ceza ve mükâfat esasına göre bir geliş gidiş vardır.
İslam inancı çerçevesinde de denilip Kur'anın dışında oluşmuş Tasavvufta, Bektaşi geleneğinde, özellikle aşırı Şii fırkasında, Gulatı Şia, Nusayri / Arap Alevi fırkasında, Beyaniye, Sebeiye, Muguriye, Hattabiye gibi gruplarda Halife Ali İsminin figüründe de ölümden sonra yeniden dirilerek bedenleşmeye yönelik inançlar yer almakta, İlâhi addedilen varlıkların insanlığı kurtarmak, kötü gidişata müdahale etmek için, genellikle insan veya bazen de hayvan suretinde bedenleşme olan Hulûl inancı bulunmaktadır. Hulûl, sözlük anlamı olarak " bir şeyi çözmek, bir yere intikal etmek, konup yerleşmektir " ve Kur'anda da bu sözcük anlamında mastar olarak isim şeklinde kullanılır. Fakat sözünü ettiğimiz gruplarda, eski tarihi inanç oluşumlarında ve fırkalarda ise, " İlâhi zâtın, Tanrının veya sıfatların, yaratılmışlardan birine, bir kısmına intikal edip onlarla birleşmesi, Allah'ın insan veya başka bir maddi varlık şeklinde görünümüyle ortaya çıkması inancıdır. ( M. F. Abdülbaki el Mu'cem ) Eski Mısır'da da Firavun genellikle Tanrı Horus'un bedenlenmiş hali olarak düşünülürdü. Greklerde Zeus ve Artemis gibi ilâhlar sık sık hayvan bedeninde yeryüzüne inerlerdi. Eski Türk boylarındaki inanca göre " Don / Elbise " değiştirmek deyimiyle Şamanlar da sık sık hayvan bedenine girerlerdi, insanın üç veya yedi canının olduğuna inanırlardı. Uygur Türkleri de tekrar doğma olayına " sansara " adını vermişlerdir. Hint geleneğinde de Hulûl inancının adı Avatardır, aynı amaç için Budizmde Mahayana mezhebinde ezeli ve ebedi kudret, Buda adında bedenleşmiştir. Yahudi Kabala mistitizminde ise Adem'in önce Nuh, sonra İbrahim ve daha sonra da Musa olarak bedenlendiğine inanırlar. Hristiyanlıkta da " Tanrı insanlığı kurtarmak amacıyla Nasıralı İsa'nın kişiliğinde bedene bürünmüştür. " inancıyla hulûl kavramı önem kazanmıştır.
Yahudiliğin bir mezhebi olan Kabalistler, Tevrat’tan cifir / şifre hesaplarıyla harfi ve Batıni anlamlar çıkararak Tenasüh inancını Yahudiliğe taşımışlardır. Dolayısıyla Yahudi geleneğinde / Mistitizminde reenkarnasyon inancı vardır. Ortodoks Yahudilerde ise kesinlikle yoktur. Bu inanç onlardan Hristiyanlığa geçmiş, Mutezile ve Şia mezheplerince de Müslümanlar arasına sokulmuştur. Müslümanlığın doğduğu Arap Müşrik toplumlarında ise Casiye Sûresinin 24. ayetinde " Yine onlar, " Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak geçen uzun zaman değişime / yıkıma uğratır. " dediler. Halbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zan yürütüyorlar. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, Ahiret hayatı ve ölümden sonra yeniden dirilme inancı bulunmadığından, onlara göre ruh göçü de, reenkarnasyon inancı da yoktur. İslam'da ise Kelam alimlerine göre kesinlikle reenkarnasyon inancı reddedilir, bu tür inanç küfür ve dinden çıkmak olarak nitelendirilir. Bize göre de saptırılmadığı takdirde Kur'an ayetlerinden reenkarnasyona onay ve delil çıkarmak mümkün değildir. Zerre kadar da bir atıf bulunmamaktadır. Ama buna rağmen Kur'anın bütünlüğünü kavrayamayan ve yeterince bilgiye sahip olmayan ruhçuluk inancındakilere göre 60 civarında ayetin reenkarnasyondan söz ettiği iddia edilmekte, özellikle mevt / ölüm ve baas / diriliş sözcükleri ile ölümden sonraki Ahiretteki hayatlardan söz eden yüzlerce ayeti delil olarak gösterebilmektedirler. Bu bağlamda Bakara Sûresinin 68. ayetinde " Sığır " kıssası ile anlatılanları, 259. ayetinde yer alan Üzeyir ( a.s. ) ın öldüğü halde uzun bir süre sonra diriltilmesi diye yanlış anlaşılan ayetin anlattıkları, 260. ayette İbrahim peygamberin ölüp dirilen kuşları kıssası, bu kişilere göre reenkarnasyondur. Bu inançların ve gösterilen ayetlerin delillerinin inançları paralelinde İlâhiyatçı Prof. Dr. Süleyman Ateş Hoca da " Kur'anda Tenasüh vardır da denilemez, yoktur da denilemez " şeklinde ikircikli kalple açıklamalarda bulunmakta, ama buna rağmen O da yazdığı eserlerde bazı ayetleri reenkarnasyon için delil olarak göstermeye çalışmaktadır.
Reenkarnasyon inancı, genellikle kendisine başka bir ruhun girdiğini sanan kimselerin iddiasına, Cinlerin baskı ve etkisi altında olduğunu söyleyenlere, ya da rüyasında gördüğü ve unuttuğu şeyleri tekrar hatırlayarak anlatanlara, ya da bazı Kur’an ayetlerindeki ifadelerin farklı yorumlanmasına dayanmaktadır. ( Yine araya girerek belirtelim ki, Halk kültüründe inanıldığı şekliyle metafizik olarak insanın dışında nesnel olarak yaratılmış Şeytan, Cinn diye varlıklar yoktur. Bu konuda " İn misin Cinn misin " başlıklı makalemizde geniş bilgi bulabilirsiniz ) Genellikle 30 yaş üstündeki kişiler reenkarnasyon vak'aları ile ilgili anlatılanlara inanmakta, eğitim seviyesi yükseldikçe inanç seviyesi de düşmektedir. Dağınık anlatımlar ve farklı örneklemeler halinde olan bu konudaki çeşitli vak'aları 1857 yılında Fransız Allen Kardec, ilk defa yayınladığı " Ruhların Kitabı " adlı eseri ile öteki alemci yapıları, ruh göçü çıkışlı düşünceleri " Reenkarnasyon " adı altında toplamış, bütün ruhların eşit yaratılmadığını, dolayısıyla da tekâmül derecelerinin aynı kalmadığından aralarındaki farktan kaynaklanan bir ruhsal hiyerarşi olduğunu iddia etmiştir. Aynı zamanda ruhların sadece bu dünyada değil, Evrenin diğer dünyalarında da bedenleneceğini iddia etmiştir. Elbette ki bu beyefendinin iddialarının bilimsel bir çalışmayla ortaya konularak kanıtlanmasının mümkün olamamasından dolayı inandırıcı olması, doğru olarak kabul edilebilmesi olanağı yoktur. Bunun yanı sıra Reenkarnasyonun babası da denilen Ian Stevenson isminde bir profesör Dünyanın bir çok ülkesinde, özellikle bu inancın en yaygın olduğu, bu konuda çocuk vak'alarının dile getirildiği Hindistan, Srilanka, Lübnan ve de bizim ülkemizde 40 yıl süren çalışmalar yapmış, örneklemelerin yer aldığı eserler yazmıştır. Bu çalışmalara ve bu eserlerde yer alan iddialara inanan bilim adamlarının yanı sıra " Hayali anı sendromu " diyerek karşı çıkan muhalif bilim adamları da bulunmaktadır.
Tenasüh ve reenkarnasyonun aynı şeyler olduğunu, ruhların birden fazla bedene intikal ettiklerini ve çeşitli bedenlerde tekâmüllerini sağlamak üzere tekrar tekrar dünyaya geldiklerini söyleyenler olduğu gibi, Ruhun ölümden sonra yine bir insan bedenine geçmesine reenkarnasyon, hayvan bedenine geçmesine de tenasüh denildiğini ve ikisinin farklı şeyler olduğunu söyleyenler vardır. Teolojik olarak İslam din bilginleri de reenkarnasyon konusunda üçe ayrılmıştır.
1 – Kavramı tümden reddedenler .
2 – Herkes için işleyen bir kural olarak benimseyenler.
3 – Bazı insanlar için işleyen istisnai bir reenkarnasyonu kabul edenler.
Ülkemizde reenkarnasyonu savunan öncülerden biri olan Prof. Yaşar Nuri Öztürk de “ Reenkarnasyon, hayatın en muhteşem gerçeklerinden biridir “ demiştir. Buna istinaden de ; Reenkarnasyon, dünya boyutunda, dünya planında tekâmülünü tamamlamamış ruhun veya benliğin taşıdığı bedenden ayrıldıktan, öldükten sonra tekrar başka bir bedende tekâmülünü tamamlamak üzere dünya planına gelmesi, gönderilmesi inancıdır. Ama bundan geriye dönüş yoktur. Yani insan olarak dünyaya gelmiş bir varlık, reenkarne olduğu zaman hayvan olarak, papatya olarak, veya yılan olarak gelmez, geriye adım atma yoktur. O ise Hint sistemindeki tenasüh inancında vardır. O insan olarak gelmiş, kendine verilen krediyi layıkıyla değerlendirememiş, tekrar gelecek. Tabii bu geliş keyif çatmak için değil, ıstırap çekerek tamamlayacak. İnsan tekâmül etmeye mecbur ve mahkum bir varlıktır. O tekâmül tamamlanacaktır. O yokuşu sana tamamlatacaklar. Reenkarnasyon inancında Ahirete inanmak da vardır. Ne diyor, “ Bir defa, üç defa geldi opsiyonların hepsini berbat etti, verilen fırsatları değerlendiremedi “ Bu defa bunu Cehennemde tamamlayacak. Cehennem de tekâmülü tamamlamanın bir aracıdır. Allah kimseye azap ederek zevk almıyor. Bir defa gelmiş, bir daha gelmiş, belki bir daha gelmiş bilmiyoruz. Olmamış. İnat. O inat Cehennemle kırılacaktır. “ Demiştir. ( Peki henüz kıyamet kopmamış, mahşer toplanması ve hesaplarla sorgulamanın yapılmamış olmasından dolayı, günahkârlar neye göre tekrar tekrar bu dünyaya döndürülecektir ? Kur'anda mahşer günü temsili konuşmalarıyla anlatılan iki defa ölüm ve iki defa dirilme gerçekten bu hayattaki bedenlenme midir ? Ruh ve bedenin fıtri olarak hafıza ve belleği ile bir bütünlüğü yok mudur ? Ahiret günündeki sorgulama, hangi bedenin hafızasına göre yapılacaktır ve değerlendirilecektir ? İnat Cehennemde kırılacaksa Tekâmül ettiği zaman Cehennemden çıkarılacak mıdır ? Halbuki Kur'anın bir çok ayetinde Cehenneme girenler için de, Cennete girenler için de artık o Ahiret hayatlarının ebedi olacağı belirtilmektedir. Bu şekilde tekâmül ettirme düşüncesi ve kabuller Kur'anın bir çok ayetine ters düşmemekte midir ? Saydığımız, sevdiğimiz, rahmet dilediğimiz sayın Hocam !..)
İslam geleneğine bağlı olduklarını iddia ettikleri halde, Kur'an dışında ve Kur'ana aykırı olarak oluşturulmuş bambaşka bir din ve inanç felsefesi içerisinde olan Celaleddin Rumi ve Yunus Emre gibi Tasavvuf ehilleri de vahdeti vücut inancı çerçevesinde reenkarnasyonu kabul etmektedirler. Bektaşi ya da günümüz Alevi deyişlerinde de reenkarnasyon inancı şiirlerle işlenmektedir. Bu deyişlere birkaç örnekle bakalım ;
* Kaç kez zengin oldum, kaç kez fakir * Kaç kez altın oldum, kaç kez bakır. * Bilmem ki kaç kitap ismim okur. * Kaç defterde kaç görüldüm kim bilir. * Kaç alet oldum, ellerde bakıldım. * Semadan kaç kere indim çekildim. * Balçık olup binalarda yapıldım. * Kaç yıkıldım kaç kuruldum kim bilir. ( Gufrani ) ( Bedeni oluşturan atom, molekül, bileşik denilen madde parçacıkları zaten milyarlarca yıldır yeryüzünde vardır, atomdan moleküle, bileşikten bileşiğe, şekilden şekile, kimi zaman gaz, kimi zaman katı, kimi zaman da sıvı halde, değişerek değişik ortamlarda ve yapılarda yer almışlardır, bir kısmı da daha sonraları insan bedenini emanet olarak oluşturmuşlar ve ölümünün üzerine de mülkün ve emanetin asıl sahibine gitmek üzere toprağa geri dönmüşlerdir. Şekilden şekile farklı ortamlarda bulunan sadece insanın bedenini oluşturan ve emanet olarak kullandığı atom ve atom altı tanecikler, molekül ve bileşik gibi yapı taşlarıdır, parçalarıdır. Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. İnsanın ruh denilen öz benliği, canı ise bu maddelerden yapılmamıştır, yapısını bilmediğimiz bir şeydir, belki de bir tür enerjidir. Dolayısıyla bu tür maddeden maddeye değişimler reenkarnasyon değildir.)
* Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum. Bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum. Öyleyse ölmekten korkmak niye ? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü ? ( Celaleddin Rumi ) ( Bilimin, teknolojinin gelişmemiş olduğu, insan vücudundaki madde yapısının ayrıntılarıyla bilinmediği zamana göre düşünülmüş, ama ölüm tarif edilirken de hayvanların, bitkilerin ölümü ile insanların ölümü arasındaki fark gözardı edilmiş, insanların karşı karşıya gelecekleri Ahiret hayatı sorgulamasının önemi atlanmış. )
* Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm. Her dem yeni doğarız. Bizden kim usanası ( Yunus Emre )
Biz de bu makalemizde, asıl Yaratmanın da, bu dünyadaki hayatın da, ölümden sonraki dirilme ile Ahiretteki hayatın da sahibi, Yüce Rabbimiz Allah'ın Kur'an ayetleri ile bizlere ne deyip, ne demediğine bakmaya, özellikle ülkemizde reenkarnasyon inancının öncülerinin bu tür tekrar bedenlenmeye delil olarak gösterdikleri ayetler üzerinde görüşlerimizi belirtmeye çalışacağız. Ülkemizde reenkarnasyonun var olabileceğini savunan ve buna Kur’an ayetlerinin bazılarını da delil göstererek, tefsirinde açıklayanlardan biri de Prof. Süleyman Ateş'tir. O, " Reenkarnasyon ve Tenasüh birbirinden farklı şeylerdir. Reenkarnasyon, ölmüş bir insanın, tekâmül ettirilmek için tekrar başka bir insan bedeninde dünyaya gelmesidir, tekâmül inancı vardır. Tekâmülde insandan başka bir bedende / hayvan yapısında geriye dönüş yoktur. Ölümden sonra yeni bir insan bedeniyle yeniden ve tekrar dünyaya gelme ve bu sürecin sonunda da ruhun kemale ermesine kadar geliş gidişlerin devam etmesidir. Bu bağlamda “ Eğer bir şey gerçek bir vakıa ise İslam onu reddetmez. Kur’anda reenkarnasyon manasına gelebilecek ayetler mevcuttur. İhvan es Safa gibi bazı felsefi akım mensupları söz konusu ayetlerden bu görüşü çıkarmışlardır. Razi’nin tefsirinde de bu türlü yorumlara yer verdiğini görüyoruz. Burada önemli olan kıyameti reddetmemektir. Kıyamet inancı esas olduktan sonra, bir insanın tekrar denenmek üzere bir kez daha bedenleşmesi, İslam inancına aykırı değildir. ” Demektedir. ( Biz burada araya girelim, peki gerçek vakıa nasıl ve kim tarafından belirlenecektir. Kıyamet kopmadan, hesaplar görülmeden, ölümden bir süre sonra geri döndürülen insanlar hangi ölçüye göre tekrar geri döndürüleceklerdir ? Ölümün ardından Kur'anda Kabir hayatı ve kabirde meleklerin sorgulaması diye bir şey var mıdır ? ) Prof. Süleyman Ateş Hoca, bu konudaki eserinde özellikle ölüm sözcüğünün yer aldığı Vakıa 57 - 62, Duhan 34 - 56, 55 - 56, Mümin 11, Bakara 28, Mülk 2, Hud 6 - 8, gibi bazı Kur’an ayetlerini de delil göstererek bu ayetleri tefsir etmektedir. Biz de bu ayetlerin bazılarını ele alarak asıl mesajını Kur'anın doğruları ile mercek altına almaya çalışalım.
VAKIA 57 – 62 : Biz sizi oluşturduk ; Doğrulamanız gerekmez mi ? 58 : Peki döküp durduğunuz şeyi / meniyi hiç düşündünüz mü ? 59 : Siz mi oluşturuyorsunuz onu, Biz mi oluşturucularız ? 60 : Ölümü aranızda Biz ayarladık Biz. 61 : Ve Biz sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine engellenebilenler değiliz. 62 : Ve andolsun ki yaratılışı bildiniz, öğrendiniz. Peki düşünüp öğüt almanız gerekmez mi ?
Bu ayetlerin yorumunda Prof. Süleyman Ateş Hoca’ya göre ; “ Sizi ilk defa yaratan, yeniden yaratamaz mı ? Bunu düşünerek Allah’ın ölüleri dirilteceğini doğrulamanız gerekmez mi ? Sizi ölümlü yarattık, belli bir ömürden sonra ölmenize hükmettik ki sizi benzerlerinizle değiştirelim ve sizi bilmediğiniz bir sıfat ve biçimde yeniden yaratalım, ölüm son değil, yeniden yaratılışa geçiştir. “ denilmektedir. Ateş Hoca’ya göre, “ Sizin yerinize benzerlerinizi getirelim “ cümlesinden, ölen kuşakların yerine, yine kendilerine benzer kuşakların getirileceği, yeniden yaratılacak insanın bedeninin aynı değil, benzeri olacağı, “ Sizi bilmediğiniz bir biçimde yaparız “ anlamındaki cümleden de insanın başka bir bedende, bilinmeyen bir biçimde ve sıfatta yeniden yaratılacağı ifade edilmektedir. Zira O’na göre daha önce geçen benzeri ayetlerle karşılaştırılırsa, bu ayetlerden de kemal bulmadan tekâmülünü tamamlayamadan ölmüş insanın ruhunun, başka bir zamanda ve yeni bir bedene, bilinmeyen bir bedene sokulup bedensel hayata getirileceği manası çıkabilir. Her bedensel hayatta yapılanlar, ruhun daha sonraki hayatının kaderini belirler. Olgunlaşan, tekâmül eden ruh bir daha bu bedensel hayata dönemez. Ama olgunlaşmayan ruhlar, olgunlaşıncaya kadar yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilirler. Ateş Hoca’ya göre bu ikinci bedenlenmenin olduğu, “ halk “ fiili yerine kullanılan ayetteki “ inşaa “ fiiline bağlanmaktadır. Bu ifadeden Ateş Hoca, insanın yaratılışının hücrelerin bölünüp çoğalmasıyla olacağı yorumunu çıkarmaktadır. Bu da aynen insanın anne karnında ilk yaratılması gibi olacağı ve yapı malzemelerinin üst üste koyup, binayı yapmak anlamına gelmesidir. Demektedir.
Biz Prof. Süleyman Ateş Hocamızın bu ayetlerle ilgili yorumlarına katılmıyoruz. Söz konusu Sûrenin başındaki ayetlerden itibaren Vakıa sözcüğü ile kıyametten sonraki mahşer gününün toplanmasında temsili olarak insanların üç grupta toplanacağı belirtilirken, ölmeden, mahşere çıkmadan, iş işten geçmeden orada insanların başlarına gelebilecekler, Ahiret hayatında Cennet veya Cehennemdeki yaşanılacak olanlar çok ayrıntılı örneklerle açıklanmakta, akıllarını kullanmaları gerektiği, bu olaylar gerçekleştikten sonra pişmanlığın fayda vermeyeceği anlatılmakta, adeta " dünyada ne ekersen Ahirette onu biçersin " mesajı verilmektedir. Yani dünya yaşamında Ahirete inanmayanlar, doğru yolda yürüyemeyenler, doğal olarak elbette ki karşılık olarak acı çekeceklerdir. 57. ayet grubunda da insan denen varlığın, her safhası da dahil özellikle Allah tarafından yaratıldığı vurgulanmaktadır. 60. ayetle de insanlar arasındaki ölümden sonraki Ahirette yeniden yaratılma konusunda da kimsenin Kendisine ne müdahale edebileceğini ne de engel olabileceğini bildirmektedir. Ayette yer alan “ Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz “ ifadesindeki takdir, insanların kimisinin bebek yaşında, kimisinin genç yaşında, kimisinin de çok yaşlılıkta karşılaştıkları takdirdir. İnsanlar, ömür süreleri, ölüm şekilleri itibarıyla da Rabbimizin farklı farklı takdiri ile karşı karşıyadır.
Yüce Rabbimiz Allah, yarattığı Kâinatı, Evreni, Dünyayı ve bütün yaşamları, oluşturduğu değişmez ( Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji, Uzay, Manyetik etkileşmeler, enerji değişimleri ve alışverişleri gibi pek çok... ) hüküm, kanun ve ilkelerle, yönetmektedir. İnsanlara da akıl, vicdan, irade ve düşünme ile seçme özgürlüğünü vermiştir. İnsanların hayatlarını da, dünyaya gelmesine vesile oldukları çocuklarını ve sonlarını da bu kanun, ilke ve hükümlere göre yaklaşımları, attıkları adımlar ve yaşam tarzları belirlemektedir. İnsanların seçimleri, yaşam tarzları, farklı farklı olduğundan, hüküm ve kanunlar da farklı farklı tecelli etmektedir. Böylece Allah'ın takdir ettiği hüküm ve kanunlara göre de gelinen sonuçlar faklı farklı olmaktadır. Yoksa Allah, zalim midir ? Kimini kör, kimini topal, kimini hasta yaratsın, kimini çocuk yaşta öldürsün. Haşa ! Allah adildir, en mükemmel ve eksiksiz yaratandır, hüküm ve kanunları ( Sünnetullah ) sürekli işlemektedir. Ayette “ Bilmediğiniz şekilde yaratılma “ ifadesinden ise, reenkarne ile bu dünyada yeni bir bedende değil, ölümden sonra Ahiretteki yaratılışın, diriltilmenin, başka bir boyutta veya boyutsuz veya bambaşka bir kozmik yapıda başka bir şekilde olacağı anlaşılmaktadır. Bu dünyadaki yapının maddeye dayalı nesnel üç boyutla sınırlı olmasından dolayı, Ahiretteki o varlık boyutunun insan tarafından idrak edilebilmesi mümkün değildir. “ Ve Biz sizi benzerlerinizle değiştirmemiz “ ifadesinden kişilerin tekrar tekrar bedenlenerek bu dünyaya tekâmül ettirilmek için gönderildiği reenkarnasyon inancı da çıkmaz. Biz biliyoruz ki tarih boyunca Allah’a isyan etmiş nice kavimler, nice topluluklar gelmiş ve geçmiş, zamanla yok olmuşlar, yerlerini de benzer yapıdaki insan toplulukları almıştır. Bütün bu toplulukların insanları da ana karnında inşa edilmişlerdir. 62. ayette de belirtildiği gibi, ilk yaratılışın Allah tarafından yapıldığı herkesçe kabul edildiğine göre, insanların bundan öğüt alarak Ahirete de inanmaları gerektiği kasemle ( somut kanıtlarla ) ifade edilmektedir.
Reenkarnasyon için en çok delil gösterilen ayetlerden biri de Mümin Sûresinin 11. ayetinde " Kâfirler dediler ki : “ Rabbimiz ! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı ? “ denilen ifadelerdir. Süleyman Ateş Hocamızın tefsirine göre : “ Demek ki onlar iki kez ölümü tattıktan sonra Cehenneme düşmüşlerdir. Çünkü bu kadar geniş fırsattan sonra olgunlaşmayan insan da Cehennemi hak etmiştir. Dünyada iki kere bedenlenmesine rağmen olgunlaşmayan kişinin ruhu, Cehennemde azaba çakıla çakıla olgunlaşacaktır. Çünkü her ruh olgunlaşmaya mahkum ve mecburdur. Bu ayetteki ifadeler reenkarnasyonun varlığına delil olarak kullanılmasının yanı sıra, geçmişte daha başka farklı şekillerde de yorumlanmış, başka inançlara da malzeme yapılmıştır. Ayette yer alan “ Rabbimiz Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin “ ifadesi kimilerine göre ; Bunlar önce babalarının sulblerinde ölü idiler. Sonra Allah onları diriltti, sonra dünyada kaçınılmaz olan ölüm ile onları öldürdü. Sonra Ahiret hayatı için onları tekrar diriltti. İşte iki hayat ve iki ölüm budur. Kimileri de kendi yarattıkları uydurma kabir hayatı inancıyla “ Kabirde de dirildiler, sonra öldürülüp tekrar mahşerde diriltildiler “ diye yorumlamışlardır.
Biz Süleyman Ateş Hocamızın delil olarak gösterdiği bu ayetteki zorlamalarla oluşturduğu reenkarnasyon inancına da katılmıyoruz. Madem ruhun olgunlaşması için tekrar tekrar yeni bedenlere sokulduğu oluyorsa, tamamen olgunlaşıncaya kadar üçüncü, dördüncü bedenlere de burada neden sokulmamış da ikide karar kılınmıştır. Üstelik de bugüne gelinceye kadar dünyadan milyarlarca insan gelip geçmiştir. İnsanlığın ahlâk açısından tekâmül ettiğini söyleyebilir miyiz ? Tarih boyunca yaşanan ahlâkı her hangi bir ölçü ile değerlendirebilmemiz mümkün müdür ? Reenkarnasyon inancında olanlar için, esas olan ruhun olgunlaşmasını sağlamak ise, o zaman bu olgunlaşma tamamen elde edilinceye kadar ruhlar, tekrar tekrar yeni bedenlerde tekâmül ettirilsin, Cehenneme de gerek kalmasın. Hesap günü de olmasın. Üstelik tekâmül ettirmek Cehennemde de olsa eninde sonunda sağlanacaksa ; Hud Sûresinin 106 - 107. ayetlerinde " İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça / sonu gelmeyen süre onlar o ateşte kalacaklardır. " denildiği gibi o zaman Kur'anda birçok ayette niye suçlular için tekâmül ettirme ifadesinin yer almadığı halde, üstelik de azabın söz konusu olduğu Cehennemdeki hayatın ebedi olduğu ifade edilmektedir. Biz ise ayetlerdeki “ İki kere öldürme ve diriltme “ “ Siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. “ “ O ölümü ve hayatı oluşturdu “ ifadelerine şöyle bakıyoruz. Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı belirtilerek dünyadaki yaşamın sadece iki ayrıntısından söz edilmektedir. Dünya ve Evren ilk önce enerjinin dönüşümüyle madde olarak elementlerden, atom, molekül denilen taneciklerin oluşturduğu metallerden, ( inorganik ) olarak taş ve topraktan yaratıldığı zaman, tamamen cansızdır ve dünya ölüdür. Canlı hayat yoktur. Bundan dolayı da Allah önce cansız hayatı, yani ölümü yaratmıştır. İlk ölüm insanın ilk “ toprak, cansız madde “ hali olup, ikinci ölüm de bu dünyada yaratıldıktan ve yaşadıktan sonraki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de Ahiretteki hesap vermek üzere dirilmedir. Bunlar iki ölüm ve iki hayattır. Hayatların biri bu dünyada diğeri de Ahirette olacaktır.
Furkan Sûresinin 13 - 14. ayetlerine göre de " Ve bağlanmış kimseler olarak cehennemden dar bir yere atıldıkları zaman, oracıkta ölümü isterler. Bugün bir ölüm değil birçok ölüm isteyin. " ifadeleriyle yapılan temsili anlatımlarla, kâfirlerin her şeyi yaşayınca ve de bizzat karşılarında azabı açıkça görünce, merhamet dileme ve Allah’ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvaracakları belirtilmektedir. Reenkarnasyon inancına delil gösterilen ayetlerden biri de bu ayetlerdeki “ Birçok ölüm “ ifadesidir. Prof. Süleyman Ateş Hocamız da bu ayet ile ilgili tefsirinde : “ Belki de bu ayetlerde, dünyada olgunlaşıp, bedenin ölümünden sonra Cennete giden ruhların bir daha dünyadaki bedensel hayata dönemeyecekleri, fakat dünyada olgunlaşmadan bedenden ayrılan ruhların, bir süre ruhsal azaptan sonra bedene dönüp tekrar ölecekleri, taa ruh olgunluğuna erinceye kadar birkaç kez bedensel hayata dönüp ölümü tadacakları, ancak olgunlaşmış olan ruhların bedenden ayrıldıktan sonra Cennetlere girip ölümsüzlüğe erecekleri anlatılmış olabilir. “ diye açıklamalarda bulunmaktadır. Ama tabii ki herhangi bir kanıtı da yoktur.
Tabii biz bu yoruma da kafamızdaki pek çok soru ile katılmıyoruz. Bir kere ruh dediğimiz şeyin ne olduğunu, neden yapıldığını, bedenden ayrıldıktan sonra nerede ve nasıl kabzedildiğini hiç kimse bilmiyor. Bunlar bizim için gaybdır. Allah’ın bize bu konuda Kur’an ile verdiği çok az bir bilgiden başka, ruh hakkında söylenenlerin, yazılanların, çizilenlerin hepsi zandan ileriye gitmez. Kur'anda da ruhlar alemindeki azabın olduğuna dair hiç bir ayette herhangi bir işaret yoktur. Ayetin yorumlanmasına gelince, bu ve önceki ayetlere baktığımız zaman, uyarı olarak mahşerden ve Cehennemden bazı sahneler canlandırılmıştır. Bu sahnelerde müşriklerin “ ölümü isterler “ ifadesiyle helakı çağırmaları, onların “ Yetiş ey ölüm yetiş “ diye feryat edeceklerini düşündürmektedir. Nitekim toplumda dayanılmaz acı ve sancı içinde kıvranan kişilerin de “ Allah’ım canımı al da kurtar “ tarzında yakarışlarına çokça tanık olmuşuzdur. Bu sahnelerle henüz yüz yüze gelmemiş olanlara sanki “ Bir kere değil, bin kere ölüm isteseniz de kurtuluşunuz yok ! Gelin dünyada iken, önünüzde fırsat varken aklınızı başınıza alın “ çünkü Cehennem azabı karşısında ölüp ölüp dirileceksiniz, defalarca ölümü isteyip bir an önce yok olmayı ve kurtulmayı bekleyeceksiniz uyarısı yapılmaktadır. Bazıları da Bakara Sûresinin 56. ayetindeki " Sonra Biz, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye sizi ölümünüzün ardından dirilttik / zilletten kurtarıp onurlu duruma getirdik. " ifadelerine ve ayetin orijinalinde yer alan " mevt " sözcüğüne de dayandırarak reenkarnasyonun Kur'anda da var olduğuna delil göstermektedir. Oysa mevt sözcüğü, sükûn, sakinlik, hareketsizlik olarak örneğin " rüzgar öldü, o öldü " gibi hakikat anlamından farklı olarak bazı olaylar için de mecazi ölüm anlamında da kullanılmaktadır. Dolayısıyla buradaki öldürme ve diriltme olayı da gerçek bir öldürme ve diriltme olayı değil, mecazi olarak Yahudilerin işi yokuşa sürmeleri sonucu Allah'ın onları birtakım sıkıntılara sokması, tevbe ettiklerinde de sıkıntılarını gidererek eski düzeylerine getirmesidir. Böyle bir mecazi ölüm ve dirilme olgusu, her zaman olan ve olabilecek olaylardandır. Reenkarnasyonla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Bu ayetin içinde bulunduğu 55 - 57 ayetlerinden oluşan paragrafın içerisinde birlikte ele alınmasıyla konu daha net anlaşılacaktır.
Süleyman Ateş Hocamız, bu ayetlerin bir reenkarnasyon ihtimalini belirten ifadelerinin çeşitli tevillerle bu anlama gelmediklerini söyleyenleri de şöyle eleştirmektedir. “ İnsanlar belli yönde şartlanmış olan kamunun tepkisinden çekindikleri için bazı ayetlerin açık anlamını tevil etme yolunu tutmuşlardır. Demektedir. Ama Kur’anın pek çok ayetinde de öldükten sonra geriye dönmenin, tekrar hayata gelmenin olamayacağı belirtilmektedir.
HUD 6 – 8 : Ve yeryüzünde hiçbir küçük- büyük canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Allah onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. / Allah'ın bilgisindedir.
Allah ile canlılar arasındaki ilişkinin vurgulandığı ve “ dabbeh “ sözcüğü ile de hücre, virüs, bakteri gibi en küçük canlılar da dahil edilerek, Allah’ın hareket etmekte olan her yer yüzü canlısının rızkını verdiği, onların konulduğu ve bulunduğu yerleri bildiği, dolayısıyla her bir canlıyı sürekli olarak kontrol ettiği bildirilmektedir. Ayette geçen “ el Müstekar “ sözcüğü yerleşik yer, “ el Müstevda “ sözcüğü de geçici yer demektir. Allah’ın her canlının yerleşik ve geçici yerlerini bilmesi demek, canlıların hem emanet edildikleri, hem de sonradan mekân tuttukları yerlerin Allah tarafından biliniyor olmasıdır. Bu yerler ne kadar değişikliğe uğrarsa uğrasın, Allah’ın bilmesi bakımından herhangi bir zorluk olmaz. Örneğin ; Bir sperm hücresi babanın vücudunda yaratılır, sonradan yeri değişerek annenin yumurta hücresine girer. Allah bu hücrenin de ne zaman, nerede olduğunu tam olarak bilir. İnsanın yapısında da kendisiyle ilgili tüm olayları kayda geçiren bellek hücrelerinin ve ölüm genlerinin mevcut olduğu bugün bilim adamlarınca ispatlanmıştır. Hatta tüm hücrelerin de bellek özelliğine sahip olmaları ihtimali uzak değildir. Bu bellek hücreleri, ölüm genleri, ölüm anında işlevlerini yerine getirerek vefatın gerçekleşmesini sağlamaktadır. Konumuz olan ayetteki “ Allah onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yerini de bilir “ ifadesinden, bu hücrelerin ölüm sonucu toprağa karışıp yok olmadığı, insanların tüm hayatlarının kayıtlarını taşıyan bu muhafızların ( hücrelerin ) nerede bulunduklarını Allah'ın bildiği anlaşılmaktadır. Durum bu iken bu ayetteki ifadeler reenkarnasyon ile izah edilmeye çalışılmış, Tenasüh ( ruh göçü ) inancına dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Dünyaya gelmeden önce başka bir hayat yaşadığını iddia edip o hayatına dair birtakım ayrıntılar veren bazı insanlar da delil olarak gösterilmektedir.
Bu insanların anlattıkları, bir insanın zaman içinde farklı bedenlerde yaşadığına kanıt olarak yorumlanamaz. Bu insan kendisinin Cinn baskısı altında olduğunu da zannedebilir, eskiden gördüğü bir rüyayı tekrar hatırlıyor da olabilir, ya da psikolojik bir rahatsızlığı da olabilir. Çünkü Kur’ana göre ölen bir insan, ne bir daha hayata dönebilir, ne de bir başka insanın bedeninde yeni bir hayata geçebilir. Ancak asırlar önce yaşamış bir kişiye ait bellek hücrelerinin bir kısmının, sindirim ya da solunum yoluyla herhangi bir kişinin vücuduna girmesi ve orada emaneten durması, o kişinin de bu bellek hücrelerindeki kayıtları kendi geçmişi imiş gibi hatırlayıp anlatması mümkündür. Yukarıda dizelerinden bir örneğini naklettiğimiz Celaleddin Rumi, belkide bu bellek hücrelerinin doğadaki dolanımına ve yer değiştirmesine atıfta bulunmak istemiş olabilir. Bilim dünyasında da 1989 yılında Sidney Altman ve Thomas R. Cech isminde iki bilim adamı DNA nın " katalitik özellikleri " ile ilgili yaptıkları çalışmalarla, ölmüş kişinin bazı travmatik hatıralarının, ya da stresli deneyimlerinin genlerle aktarılabileceğini ortaya koymuşlardır. Zaten reenkarnasyon örneklemelerinde kullanılan kişiler, yerini aldıkları kişilerin bütün hayatını değil, sadece kısa bir kesitini anlatmaktadır. Bu çalışmalar da bizim bu konudaki yaklaşımımızın doğru olabileceğini teyit etmektedir. Ama bu örnekler bir reenkarnasyon, ölmüş bir kişinin bütün yaşamıyla tekrar başka bir bedene girerek dünyaya gelişi değildir. Çünkü Kur’anda bize öğüt olsun diye ayetlerle ölenlerin artık bir daha geriye dönmeyecekleri temsili sahnelerle anlatılmaktadır.
ENBİYA 95 : Ve helâk ettiğimiz / yıkıma uğrattığımız bir kent üzerine / toplum üzerine yasak konmuştur. Şüphesiz bunlar dönmeyecekler.
SECDE 12 : Suçluları, Rabblerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak : “ Ey Rabbimiz ! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de Salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz “ derlerken bir görsen.
ENAM 27 : Ve onların ateş üzerinde durdukları zaman “ Ah ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık “ deyiverdiklerini bir görsen. 28 : Aksine geri çevrilselerdi yine yasaklandıkları şeye kesinlikle dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar.
FATIR 37 : Ve onlar orada feryat ederler. “ Rabbimiz ! bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım. ” Sizi düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi ? Size uyarıcı da gelmişti. O halde tadın.
ŞUARA 102 : Ah keşke bizim için bir geri dönüş olsaydı da biz de müminlerden olsaydık.
MÜMİNUN 99 – 100 : Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde, “ Rabbim terk ettiğim şeylerde salihi işlemem için beni geri döndür. ” Dedi. Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil. Bu şüphesiz onun söylediği boş bir sözdür. Artık tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkasında bir berzah / engel vardır.
Örneklediğimiz bütün bu ayetlerde, ölen bir kimsenin artık geri dönüşünün olamayacağı ve geri dönememeleri için de Müminun Sûresinin 100. ayetinde belirtildiği gibi, onların arkalarında engelin olduğu temsili anlatımlarla dile getirilmektedir. Reenkarnasyon inancını kabul edenler, bu ayetlerde geriye dönülecek olan dünya ifadesinin bulunmadığını iddia etmekte ve talebin de yeni bir beden için yapıldığını dile getirmektedirler. Ancak bu ayetlerin yer aldığı Sûrelerde, bu ayetlerin içinde bulunduğu paragraf bütünlüğüne ve önlerindeki ayetlere bakılacak olunursa, zaten bu temsili konuşmaların kıyametten sonraki Ahiret hesaplaşmasının ardından artık cehenneme düşmüş suçlular üzerine yapıldığını göreceklerdir. Cehennem de Ahiret hayatında olacağından, elbette ki burada söz konusu olan suçlular, tekrar dünya hayatına dönmek üzere bir şans isteyeceklerdir. Ama ayetlere dikkat edilirse, artık iş işten geçtiği, dünya diye bir yaşamın kalmadığı ve dünya yaşamında iken kendilerine düşünecek kadar ömür denilen bir sürenin verildiği ve artık bir daha o şansın kendilerine verilmeyeceği dile getirilmektedir. Ayette yer alan “ Berzah “ sözcüğü engel demektir. Bu sözcük Rahman 20. ve Furkan 53. ayetlerinde de birbirine karışmayan iki su arasındaki engel ( yoğunluk farkı ) olarak geçmektedir. Bu ayette de ölmüş olan birinin dünya hayatına tekrar geri dönememesi için arkasında olan bir ecel engeli anlamında kullanılmıştır. Ayette temsili olarak ölenlerin pişmanlıkla geriye dönme istekleri ve aldıkları cevap bizlere ibret olsun diye anlatılmaktadır. Üstelik de sorgulamalar, kıyametten sonra Evrenin ve dünyadaki yaşamın tamamen sona ermesinin ardından mahşer anında yapılmaktadır.
Dünya hayatına göre binlerce yıl önce ölmüş olanlar için dahi zaman mefhumu olmayacağı için, sorguya çekildikleri anda artık dünya diye bir şey zaten yoktur. Ayette de ölmüş olanların kesinlikle geriye dünya hayatına dönemeyecekleri ve bunun için de onların arkalarında engelin olduğu ve aslında kendilerine verilen, Allah’ın takdir ettiği ecel denilen sürenin bittiği dile getirilmektedir. Gerçekten de ruhun, dünya hayatına veya berzah alemine veya reenkarnasyon inancını kabul edenlerce iddia edilen bir başka bedene dönmesine, adı konmuş, saati, dakikası, saniyesi ve alacağı nefes sayısı belirlenmiş, takdir edilmiş ve tehiri mümkün olmayan ecel engeli vardır. Bu o kişinin artık ölümüdür, hükmü ilâhidir. Tasavvuf inancında olanlarla, Bektaşi ve Alevi şiir ve deyişlerinde ifade edildiği gibi sabit olan Evrenin entropisi, toplam enerjisi, toplam kütlesi kanunları gereği bir yapı içerisindeki maddeyi oluşturan bileşik, molekül, atom ve atom altı parçacıkları elbette ki, bir yapıdan başka bir yapıya Evrenin yaşamı devam ettikçe yer değiştirebilmektedirler. Bundan dolayı ölen insanların toprak altında kalan maddesel ve kütlesel yapısı da parçalanmalarla değişime uğrayarak başka bitkisel, hayvansal veya cansız varlıkların yapısına tekrar girebilmektedirler. Fakat bu değişimler ve yapı değişiklikleri reenkarnasyon veya tenasüh anlamına gelmez. Çünkü canlı bir varlığa hayat veren, can veya ruh denilen öz benlik, Kur'an ayetlerine göre asla bir daha geriye dönemez. Allah da malzeme sıkıntısı çekmez, yaratacağı her canlı varlık için yeni bir ruh oluşturabilmek için engellenebilen de değildir. Üstelik de reenkarnasyonu kabul edebilmek için, Zâtı ve hayatın içinde olmayan bir Allah'ı kabul etmiş olursunuz. Bu da demektir ki, Kâinatta, insana, yaşadığı sürece Karma doktrininde olduğu gibi, müdahalesi olmayan, peygambere de vahye de gerek olmayan, olayları ve insanları birbirine vesile kılmayan bir tanrı vardır. Oysa Kur'an, bütün ayrıntı ve olaylarda, işleyişlerde, Allah'ın sürekli müdahil olduğunu belirtmektedir. Bir ruhun enkarne ile başka bir bedene intikal etmesi, defalarca ölmesi, yeniden dirilmesi, bir nedensellik gerektirmektedir. Oysa böyle bir yasa Allah'la ilgili bir yasa değildir. Bunun yanı sıra Kur'ana göre bir insanın ruhunu da, bedenini de kapsayan ferdi bir bütünlüğü vardır. Dünya hayatı da, Ahiret hayatı da bir gerçektir. Bütünlük içerisinde olan insan, kendisine ait olan hafıza ve belleği ile, ameli ile Allah'ın karşısına çıkacaktır. Geçmişte yaşadığı hayatının bütün ayrıntılarını hatırlayacaktır. Oysa reenkarnasyon inancında hafıza bütünlüğü yoktur. Defalarca değişen bedenle ruhun özdeşleştiği nasıl ispat edilecektir. Gerçek olan sorgulama Ahiret hayatında hangi bedene göre yapılacaktır ? !...
Sonuç olarak değindiğimiz birçok ayrıntı ve nedenlerden dolayı, bize göre Kur'andan reenkarnasyona onay çıkarmak mümkün değildir. Ayetlerde de ölüm ve ardından Ahiret hayatı için dirilme ile anlatılanlar Kur'anda çok açık ve net olduğu halde, buna rağmen ille de bir yerlerde ölen bir kişiye azap çektirmek isteyen insanlar, berzah sözünün yanına ayette yer almadığı halde alem sözünü ekleyerek, hem ruhların bekletildiği bir alem yaratmakta, yine Kur'an ayetlerine aykırı olarak kabir azabı var deyip sorgulamalarla kabirde ruhlara azap çektirmekte, reenkarnasyon inancında olanlar da bu alemde bekleşen ruhları geri döndürüp yeni bir bedene sokmaktadırlar. Bu dünyada kendisine lütfedilen hayatın ve takdir edilen ömrün değerini bilmeden, küfürle Allah'ın Elçilerini, Kitaplarını ve ayetlerini önemsemeden, zaman nimetini iyi kullanamadan, boş ve yanlış işlerle ömrünü tüketenlerin, ölümden ve ardından Cehenneme gitme ihtimalinin korkusundan, reenkarnasyon gibi ve üstelik de Allah'ın adaletine ve Kur’an ayetlerine aykırı olarak batıl inançlardan teselli aramak, insanı hem bu dünyada hem de Ahiret dünyasında hüsrana götürür. Dünya sıkıntılarından kurtulmak için ne olduğu tam olarak bilinmeyen ruhlarla ve onların göçü ile ilgili anlatılanlarla medet ummak, avunmak yerine, önümüzde fırsat varken sahip olduğumuz bugünkü hayatta, Kur'anı anlayarak okuyup tekâmülümüzü tamamlamaya çalışmak, bunun için de Kur’anı hayatımızın rehberi yapmak, ancak bizi daha garanti bir kurtuluşa götürecektir. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anımızın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR