Konu Detay

NAMAZIMI NASIL KILABİLİRİM ?

 19.01.2020
 3884

Kur'anda  onaylanmamasına  rağmen,  ülkemizde  Din  adına  bölünmüş,  parçalanmış,  gruplaşmış  Mezhep,  Tarikat  ve  Cemaatlerce  sünneti  seniye  denilip,  adeta  Kur'anın  önüne  geçirilen  hadis,  rivayet  ve  ulema  fetvalarıyla  oluşan  ritüellerle  yerine  getirilen  namaz  ibadeti,  Müslümanlığın  ve  dini  inançların   temeline  ilk  şart  olarak  konulmuştur. Bu  bağlamda  bin  dört  yüz  yıldır  Camilerde,  evlerde  gece  gündüz  kılınan  namazlarla,  oysa  iki  namaz  arasındaki  yaşanan  hayatlara  baktığımız  zaman,  güzel  ahlâk,  huzur,  mutluluk,  adalet,  barış  ve  insanlık,  toplumsal  refah  ve  kalkınma  adına  kazanımların  genel  olarak  iyi  bir  seviyede  olduğu  söylenemez. Bu  çerçevede  aslında  dinin  ve  Kur'anın  temelinde  ve  peygamberimize  ilk  vahiyde  "  ikra "  sözcüğüyle  emredilenin  namaz  değil  de  Kur'anı  anlayarak  okumak,  Allah'ın  vahyine  çağırmak  ve  öğrenerek  öğretmek  olduğu  halde,  Emevi  saltanatının  bütün  kötülüklerini  örtbas  etmek  amacına  yönelik   olan  uydurulmuş  hadis  ve  rivayetlerle  kanıksanmış  ritüellerle  dinin  temeline  oturtulup  Allah'a  kulluk  etmenin  en  önüne  geçirilmiş  olan  namaz  ibadetinde,  alınacak  abdestle  kılınacak  namazların,  her  mezhebe  göre  farklı  olan  farz,  vacip,  sünnet,  müstehab,  mekruh  denilen  bir  çok  ayrıntısı,  adeta  yerine  getirilmesi  mümkün  olamayacak   kadar  zorlaştırılmıştır. Bu  çelişkili,  karışık  ve  farklı  şartlardan  dolayı  bugün  artık  aklını  kullanan,  düşünebilen,  sorgulayabilen  bir  çok  mümin  kardeşimiz,  namaz  kılarken  hangi  ayrıntıları  nasıl  yerine  getireceğini,  namazı  nasıl  ve  neye  göre  kılacağını,  Kur'andan  okuduğu  Arapça  sûre  veya  ayetlerin  nedenlerini,  ana  dilimizdeki  karşılıklarını  merak  etmekte,  okuduğu  ve  yaptığı  ile  bütünleşemediğini,  dünya  telaşı  ve  beklentilerinden  dolayı  aklının  odaklanamadığını,  kalben  de  tam  tatmin  olamadığını  dile  getirerek  bir  çıkış  ve  yardım  arayışı  içerisinde  olmaktadır.

Yüzyıllardır  ülkemizdeki  Kur'anı  anlamak  üzere  okutulmayan  insanlarımıza,  bu  konuda  ehli  sünnet  ekolü  Mezhep, Tarikat  ve  Cemaatlerince  aslında  şirkin  ve  Allah'a  ortak  koşmanın  ta  kendisi  olan,  Kur'an  yetmez,  haşa   adeta  Allah  anlatmak  istediğini  tam  olarak  anlatamamış,  eksik  bırakmış  da  hadis  ve  sünnet  olmazsa  Kur'anda  bunları  bulamazsınız  denilerek,  bütün  bunları  bize  peygamberimiz  göstermiş  ve  söylemiştir  şartlandırmaları  yapılmıştır.  Namazda  vaktine  göre  sesli  veya  sessiz  Kur'andan  Arapça  okunacak  değişik  zammı  sûreler  önerilmiş,  kimi  hadislerde  Fatiha  okunmadan  namaz  olmaz,  kimi  hadislerde  okunmasa  da  olur  denilmiştir.  Tekbirden   başlayarak,  kıyam,  rükû,  secde,  oturuş  esnasındaki  sürelerin  kısalık  ve  uzunluklarına,   ayrıntılarına,  ellerin  kaldırılış  ve  bağlanma  şekillerine,  el  ve  ayaklarda  kıbleye  göre  parmak  duruşlarına  varıncaya  kadar,  bazı  hadislerde  Kur'an  dışında  namaz  için  dua  örnekleri  öğretilirken,  bazılarında  da  Kur'andan  başka  bir  şey  okunmaz  denilmiştir. Böylece  her  nakleden  râvi'ye  ve  imama  göre  değişen,  farklılık  gösteren,  tutarsız,  birbiri  içerisinde  çelişkilerle  dolu,  saçma  ve  uydurma  olduğu  çok  belli  olan  yüzlerce  hadisle  yol  gösterilerek  kıldırılan  namaz,  her  mezhebin,  her  cemaatin  farklı  farklı  ayrıntı  ve  uygulamalarla  kabul  ettikleri  ve  önerdikleriyle  bugün  adeta  yerine  getirilemez,  karmakarışık,  içinden  çıkılamaz  bir  ritüeller  topluluğu  haline  getirilmiştir. Kur'anın  dışındaki  bu  şartlandırmalarla  genel  olarak  sanki  bir  din  dersini  eda  eder  gibi  Kur'an  ayetlerinin  uyarılarının,  öğütlerinin,  anlamlarının  da  bilinmeden  namaz  Sûresi  denilerek  Arapça  okumalarla  Allah'ın  huzurunda,  Müslümanlara  adeta  Allah'a  Kendi  dinini  öğretir  gibi  namaz  kıldırıldığından,  tam  tatmin  olamayan,  kıldığı  namazı  ile  bütünleşemeyen,  sorgulamaya  başlayan  mümin  kardeşlerimize  biz  de  bir  nebze  olsun  yol  göstererek  yardımcı  olabilmek  amacıyla  bu  yazımızı  kaleme  aldık.  Peki  bu  kadar  devasa  ayrıntılarla  ve  şartlarla  önümüze  konulmuş  olan  namaz  ibadeti  aslında  nedir ?  Namazımızı  nasıl  kılabiliriz ?

Bilinçsiz  bir  korkudan  ve  farz  olarak  görüldüğünden  değil,  Kur'ana  ve  Allah'a  yönelme  niyetinde  olan  bir  mümin,  önce  namazın  tam  olarak  ne  olması  gerektiğini  öğrenerek  bilmelidir. Kişi  aslında  Namaz'ın,  Allah'ın  huzurunda  anlamını  da  bilmediği  Arapça  ezberlediği  Sûreleri  okumalarla  Allah'ın  biz  insanlara  yönelttiği  öğütleri  aynen  gerisin  geriye  O'na  yöneltmesi  ile  bir  din  dersi  midir ?  Yoksa  tesbih  ve  yüceltme  ile  Allah'a  yönelerek  ve  O'nunla  beraber  olarak  huzurunda  yakarmalarını,  isteklerini,  dertlerini  bildirerek  yerine  getirebileceği,  bugün  namaz  diye  bildiğimiz  ibadet  şeklinin,  Kur’anda  Araf  Sûresinin  55. ayetinde  " Ud’u  Rabbekum  tezarru’an  ve  hufyeten,  innehu  la  yuhibbul  mu’tediyn. "  ( Rabbinize  alçalarak  tevazu  üstüne  tevazu  göstererek  ve  gizlice,  açıkça  göstererek  dua  edin.  /  namaz  kılın.  Kesinlikle  O  haddi  aşanları  sevmez. )  denilerek  emir  kipi  ile  Arabın  dilinde  ( tazarrulu  dua )  ifadesiyle  yer  aldığı  gibi,  bir  dua  mıdır ?  olduğuna  karar  vermelidir.  Birinci  kabul  çerçevesinde  zaten  bütün  Müslümanlara  bireysel  ve  toplu  namazlarında  hadis  ve  sünnetlerle  açıklandığı  ve  yukarıda  bizim  de  değindiğimiz  gibi  bir  namaz  kıldırılmaktadır.  Eğer  kararı ve  kabulü  ikinciden  yana  Dua  olduğu  şeklinde  ise,  bunun  ardından   isteyerek  ve  ne  dediğini  bilerek,  bütün  içtenliği,  samimiyeti  ile  kendi  dilinden,  her  türlü  noksanlıklardan   karalamalardan  arındırarak,  yücelterek  Allah'ü  Ekber  diyerek  namaza  başlarken,  önce  Yüce  Rabbimiz  Allah' ı  tesbih  etmelidir. Konsantrasyonu,  biyoenerjisi  ve  bütün  benliği  ile  bütünleşerek  yürekten  konuşmak  üzere,  aslında  böylece  bir  Dua  ve  Yakarmak,  dertlerini,  tasalarını,  isteklerini  belirterek  gönlünü  açarak  kendi  dili  ile  yalvarmak  olması  gereken,  Huşu  ve  hudu  ile  dosdoğru  namazı  yakalayabilmek  isteyen  kişi,  namaza   başlamadan  önce  beyni  ve  ruhu  ile  hazır  olmalıdır. Sıradan  birisiyle  görüşmeye  gitmediğinin,  Yaratan,  yaşatan,  söz,  fiil  ve  düşünceleri  en  iyi  işiten,  gören  ve  bilen, *  Rahman,   rahmet  eden,  bütün  nimetleri  yaratıp  her  isteyene  istediğini  veren,  *  Malik,  her  şeyin  sahibi,  *  Rahim,  bağışlaması,  merhameti  sınırsız  olan,  acıyan,  terbiye  eden  Mümin  Sûresinin  60. ayetinde  "  Ve  sizin  Rabbiniz   Bana  yalvarın,  dua  edin  ki  size  karşılık  vereyim.  "  diyen  Yüce  Allah’ın  huzuruna   çıkacağının   bilincinde  olmalıdır.  Aldığı  abdestle  beden  ve  kalp  temizliği  ile  hazır  olmalı,  kendisine  çeki  düzen  vermelidir.  Allah  bize  şah  damarımızdan  daha   yakındır. Her  an  bizimle  beraberdir.  Ama  lütuf  buyurmuş  isteklerimizin  yerine  gelebilmesi  için  bizim  Kendisine  niyazda  bulunmamızı  istemiştir. 

Öyleyse  bu  randevu  bizim  için  çok  değerli  olmalıdır.  Çünkü  o  an  Rabbimizin  tüm  sıfatlarıyla  tecelli  edip  bizi  kuşattığını  hissedecek,  benliğimizi  buna  odaklayacak,  azameti  karşısında  el  pençe  divan  durarak  ve  ayakta  iken  ( kıyamda )  Duaya / namaza  başlarken,  ellerimizi  kulak  arkasına  veya  göğsümüze  kadar  kaldırarak  veya  serbest  bırakarak  aslında  bütün  kaygılarımızı,  dünya  güzelliklerini  ve  telaşlarımızı,  her  türlü  tutkularımızı  arkamıza  atarak,  geride  bırakarak  huzurunda  olduğumuz  bilinciyle   “  Allah'u  Ekber  /  Allah,  en  yücedir  "  diyeceğiz. Bu  hitap,  daha  peygamberimiz  ilk  görevine  başlatılırken  Müddessir  Sûresinin  2 - 3. ayetlerinde  "  Kum  fe  enzir  ve  rabbekefekebbir "  ( Hemen  kalk,  Rabbinin  en  yüce  olduğunu  ilan  et.)  ifadeleriyle  bize  öğretilir.  Biz  de  bu  nedenle  ayağa  kalkarak,  tesbih  ederek,  her  türlü  karalamalardan  arındırmış  olarak,  Rabbimizin  en  yüce  olduğunu  ilân  ederek  namazımıza  başlamaktayız.  Namaza,  örneğin  "  Niyet  ettim  senin  rızan  için  namaz  kılmaya  denilip  "  niyet  edilerek  ve  Kur'an  bilinciyle  Allah'a  ve  Hakk  dinine  yönelerek  başlanır. ( Fıkıh  ve  hadis  kitaplarında  niyet  esnasında  rekâtın,  vaktin,  farzın,  sünnetin  veya   vacibin  mutlaka  belirtilmesi  şart  koşuluyor  ise  de,  Allah  bizim   hangi  vakitte  olduğumuzu,  niyetimizin  ne  olduğunu,  ne  yapmak  istediğimizi  görmüyor  mu ? ) Namaza  başlarken  bu  ayrıntıları  belirtmek,  Allah'ı  yeterince  tanımamaktır,  gerçekte  namazın  ne  olduğunu  bilmemektir.  Namazın  rekâtı  diye  bir  sözcük  Kur'anda  doğrudan  doğruya  yer  almaz.  Ancak  bazı  müfessirler  bazı  ayetlerin  lafzından  namazın  2  rekât  olması  gerektiği  anlamını  çıkartmaktadırlar. Namazın  zamlandırılan  rekâtları  ile  ilgili  olarak  da  yüzlerce  hadis  ortada  dolaşmaktadır.  Allah'ın  sayılarla  işi  olmaz.  Allah'la  konuşmanın  ve  yakarmanın,  istekte  bulunup  dua  etmenin  farz,  sünnet,  vacip  ayrımı,  süre,  zaman  kısıtlaması  veya  uzatması  da  olmaz.  Aslında  o  an  için  Allah'a  niyaz  ile  dua  etmek  olan  namazın  kazası  da  cezası  da  olmaz.  Kılan  ise  Allah'a  yaklaşmış,  zikretmiş,  isteklerini  dile  getirmiş,  karşılığını  görmek  ve  hasene  sevabı  almak  üzere  de  hazır  hale  gelmiştir.  Ayrıca  her  ne  kadar  geleneksel  ve  fiziki  olarak  yüzümüzü,  seccademizi  kıble  diye  bizim  güneye,  Mekke'deki   Kâbe  yönüne  döndürme  alışkanlığımız  var  ise  de,  ancak  kıbleye  yönelmek  aslında  Kur'ana  göre  namazdaki  yönümüzün  fiziki  olarak  mutlaka  güneye,  Kâbe'ye  doğru  yönelmesi  anlamına  gelmemektedir. Çünkü  dünyanın  çeşitli  bölgesinde  namaz  kılan  Müslümanların  kimileri  kuzeye,  kimileri  batıya,  kimileri  de  doğuya  yönelmektedirler.  Bu  nedenle  Kur'anımızda !

BAKARA  144  :  Biz  senin  Bizden  ne  beklemekte  olduğunu  kesinlikle  görüyoruz.  Artık  senin  hoşnut  olacağın  kıbleye  /  bir  yöne,  stratejiye  çevireceğiz. Haydi  yönünü  Mescid- i  Haram’a  çevir. Siz  de  nerede  olursanız  olun,  yüzünüzü  onun  tarafına  çevirin.

Bu  ayette  Kâbe / Mescid-i  Haram   Peygamberimize  ve  dolayısıyla  tüm  Müslümanlara  kıble,  Yahudi  ve  Hristiyanlardan  farklı,  yeni  bir  strateji,  yeni  bir  hedef  olarak  işaret  edilmektedir. Namazdaki  yönelmelerin  önce  Mescidi  Aksa  ve  ardından  Kâbe  yönü  ile  yakından  uzaktan  bir  ilgisi  yoktur.  Oysa  Diyanet  vakfı  2004  yılı  Kur'an  mealinde  ;

BAKARA  144  :  ( Ey  Muhammed ! )  Biz  senin  çok  defa  yüzünü  göğe  doğru  çevirip  durduğunu ( vahiy  beklediğini )  görüyoruz. ( Merak  etme )  elbette  seni,  hoşnut  olacağın  kıbleye  çevireceğiz. ( Bundan  böyle )  yüzünü  Mescid i  Haram  yönüne  çevir.  Ey  Müslümanlar !  Siz  de  nerede  olursanız  olun, ( namazda )  yüzünüzü  hep  onun  yönüne  çevirin.

Açıklamalarında  görüldüğü  gibi  ayetin  orijinalinde  namaz  sözcüğü  olmadığı  halde,  Prof. Mehmet  Okuyan,  Hasan  Basri  Çantay,  Ali  Fikri  Yavuz,  Hayrat  Neşriyatı,  Süleyman  Vakfı,  İsmail  Yakıt,  Muhammed  Esed  gibi  birçok  müfessir,  ayetin  asıl  mesajını  saptırarak,  katlederek,  parantez  içinde  birçok  eklemeler  yaparak  ne  yazık  ki  namazla  bağlantı  kurmaya  çalışmıştır.  

Kıble  :  Ön  anlamı  ekseninde  cihet,  yüzün  gösterdiği  yön  demektir. Fakat  Kur’anımızda  kıble  sözcüğünün  geçtiği  ayetlere  dikkat  edilirse  aslında  bu  sözcüğün,  fiziksel  konuma  göre  ön  yön  anlamında  değil  de,  görüş,  inanç,  ilke  olarak  üzerinde  bulunulacak,  takip  edilecek  yol  ( sosyal  hedefler,  strateji )  anlamında  kullanıldığı  görülür.  Namaz  esnasındaki  yüzün  yönü  ile  yakından  ve  uzaktan  ilgisi  yoktur.  Kâbe  /  Mescid  i  Haram,  Yüce  Allah’ın  İbrahim  Peygamber’e  ilk  defa  kurdurduğu  Tevhit  inancının  yüksek  okuludur.  Ayette  söz  konusu  olan  kıble  /  yön  /  strateji,  hedef  de,  bulunulan  her  yerde  Kâbe  nispeti  bir  okulda  olduğu  gibi  Kur'anı  anlayarak  okumak,  öğrenmek  ve  öğretmektir.  Burada   kastedilen  yön  de  Hristiyan,  Yahudi,  Müslüman  ayrışmasına  son  verilerek  birlikte  olunacak  sosyolojik  yöndür. ( Hedef,  strateji,  Allah'a  ve  Hakk  Dine  yönelmedir.) Aynı  zamanda  Tevhit  /  Allah'ı  birleme  /  Lâ  ilâhe  illallah /  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur.  demenin,  Allah'a  ortak  koşmadan  yaşamanın  şuuru  ve  bilinciyle  hareket  etmektir. Yoksa  fiziki  olarak  mutlaka  namazda  milimi  milimine  seccadenin  yönünün  hassasiyeti  kastedilmemektedir. Bu  konudaki  gereksiz  hassasiyetler  Allah’ı  tam  olarak  tanımamaktan,  Kur'anı  doğru  olarak  anlamamaktan  kaynaklanmaktadır.  Çünkü  Allah,  sadece  gökyüzünde  de,  sabit  bir  yönde  de  değildir.  Allah'tan  vahyi  alan  Peygamberin  gökyüzüne  Allah'ı  arar  gibi  bakması  da  söz  konusu  olamaz.  Allah’a  yönelerek  ibadet  etmek  için  fiziki  yön  belirlenmesi,  Bakara  Sûresinin  115. ayetinde,  "  Ve  doğu  batı  her  yön  yalnızca   Allah’ındır.  Öyleyse  her  nereye  yönelirseniz,  artık  orası   Allah’ındır.  Allah’ın  yüzüdür. Şüphesiz  Allah,  bilgisi  ve  Rahmeti  geniş  ve  sınırsız  olandır.  En  iyi  bilendir.  "  denilerek  ifade  edildiği  için,  her  şeyden  önce  Kur'ana  aykırıdır,  her  yön   Allah'ındır.  Kişinin   fiziki  olarak  yöneldiği  her  yönde   Allah  vardır.  Allah'ın  huzurunda  beden  dilimizle  tevazu  göstererek  alçak  gönüllülükle  yerine  getireceğimiz  namazdaki,  Tazarrulu  dua  halindeki  yönelme,  Rum  Sûresinin  31. ayetinde  "  Kalben  O’na  yönelenler  olarak,  /  yüzünüzü  Hakk  Dine  çevirin   Allah’ın  koruması  altına  girin " denildiği  gibi   kalben  ve  anlamı  bilinerek,  yüzün  fiziki  olarak  herhangi  bir  yöne  çevrilmesinden  ziyade,  yüzün  Allah'a  ve  Hakk  Dine  çevrilmesidir.  Biz  yine  namaza  dururken  alışıla  gelmiş  yöne  yönelelim  ama  kıblenin  gerçek  anlamını  da  aklımızda  tutalım,  neye,  niçin  yöneldiğimizin  farkında  olalım. Yabancı  bir  ortamda  Kıble  hangi  taraftadır  gibi  adeta  riyaya  dönüşebilecek  olan  gereksiz  arayışların  içerisinde  olmayalım.

Bu  anlayışla  ve  bilinçle  kıyamda  /  ayakta  iken   “ Allahu  Ekber  “  ( Allah  en  büyüktür ) diyerek  Namaza  /  Duamıza  başladık.  Peki  Allah,  nelerden  en  büyüktür ?  Allah,  ortak  koşulmaması  gereken  bütün  putlardan,  yarattığı  bütün  insanlardan,  Peygamberler  de  dahil,  Şeyh,  İmam,  Mürşit,  Evliya,  denilen  sahte  ilâhlardan,  yapay  tanrılardan,  maldan,  mülkten,  çıkardan,  tutkulardan,  paradan,  kadından,  çocuklardan,  makamdan,  aşktan,  cinsellikten,  dünyanın  bütün  güzelliklerinden  daha  büyüktür.

Namazın  başlangıcında  içtenlikle  bu  ilân  yapılırken,  beden  hareketleri  ile  de  desteklenir.  Eller  baş  hizasına, ( kadınlar  göğüs  hizasına )  kaldırarak  Allah’ın  dışındaki  her  şey  adeta  elin  tersiyle  arkaya  atılır.  Baş  öne  eğilir,  eller  bağlanır.  İsteyen  yana  salar.  Ellerin  bağlanması  ile  ilgili  yüzlerce  farklı  farklı  birbiri  ile  çelişen  hadis  bulunmaktadır. Siz  nasıl  isterseniz,  nasıl  rahat  edecekseniz  o  şekilde  bağlayın  veya  bağlamayın.  Burada  asıl  önemli  olan  ellerin  nereye  bağlanacağı  değil,  Allah'ın  kalbe  bağlanabilmesidir.  Allah'a  ve  Hakk  Dine  yönelmiş,  teslim  olmuş  kul,  Allah’ı  yücelttikten  sonra  Rabbine  karşı  bir  nevi  selamlaşmaya  geçer  ve  Allah'ı   tesbih  etmenin  ( Allah'ın  üzerine  sürülen  karaları  temizlemenin )  en  iyi  örneklerinden  biri  olan  Sübhaneke’ yi  okuyabilir !

Sübhaneke  Allahümme  ( Yunus  10 ) , Vebihamdike  ( Nasr  3 ), Ve  tebarekesmüke  ( Rahman 78 ),  Ve Teala  ceddüke  ( Cin  3 ),  Ve lailâhe  gayrük ( 24  ayette )

Bu   selamlaşma  ve  tesbihat  ile  kul,  “ Allah’ım  Seni  her  türlü  noksanlıklardan  tenzih  ederim.  Ve  Seni  hamdinle  /  övgülerle  tesbih  ederim.  Ve  Senin  adın  mübarektir.  Ve  senin  şanın  çok  yücedir.  Ve  Senden  gayrı / başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur. “  demiş  olur. Bunları  Türkçe  olarak  da  söyleyebilir.

Bu   olmazsa  olmaz  bir  kural  değildir. Herkes  Rabbini  kendi  algısına,  kendi  diline  göre  başka  ifadelerle  ta’zim  ve  tekbir  edip  de  selamlayabilir. Bunlar  kurallaştırılamaz. Kur'anımızda  Araf  Sûresinin  55. ayetinde  "  Tazarrulu  Dua  "  denilen  Namazın,  Rabbimizin  huzuruna  çıkarken  zillet  zinciri  oluşturmanın  rükûnlarının  başlangıcı  olan  ayakta  ve  el  pençe  durmak,  Kıyam dır.  Namazda  kıyam,  ayağa  kalkmak,  ayakta  durmak  gibi  yalnızca  bedensel,  fiziki  bir  şekil  değildir.  Rabbinin  huzurunda  kulun  tam  bir  teslimiyet,  derin  bir  alçak  gönüllülük,  tevazu  ve  saygıyı  göstermesidir.  Namazda   kıyamın, ( Allah’tan  başka  hiç  kimsenin  önünde  böyle  boyun  büküp,  el  bağlanıp  divan  durulamayacağının,  tevhit  şuuru  ile  ayağa  kalkmanın,  her  türlü  haksızlıklara  karşı  konulup  ayağa  kalkılacağının  ilânı  ve  bütün  dünya  düşüncelerinden  sıyrılmanın,  önemsememenin  gösterilmesi )  olmak  üzere  iki  yönü  vardır.  Namaza  başlarken  Araf  Sûresinin  205. ayetinde  "  Ve  her  zaman  kendi  içinden,  korkarak  ve  alçala  alçala,  yüksek  olmayan  bir  sesle  Rabbini  an  ve  umursamazlardan  olma. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  zihnen  dünya  düşüncelerinden  ve  tasalarından  sıyrılabilmenin  en  etkili  yöntemi  olarak,  namazda  kişinin  kendi  sesini  duyabileceği  ölçüde  sesli  konuşmalar  yapması,  mümkün  olabildiği  ölçüde  de  yalnız  olabileceği  mekânı  seçmesi  namazdaki  huşû  ve  Hudûyu   sağlamasında  yararlı  olacaktır.  Bunun  diğer  bir  adı  da  itaat  ve  saygı  olan   kunuttur.  Ali  İmran  Sûresinin  190. ayetinde  "  Göklerin  ve  yeryüzünün  oluşturuluşunda,  gecenin  ve  gündüzün  art  arda  gelişinde,  elbette,  ayaktayken,  otururken  ve  yanları  üzerinde  iken  Allah'ı  anan.. "   Nisa  Sûresinin  103. ayetinde  "  Sonra  salatı  /  eğitim  ve  öğretimi  tamamlayınca,  artık  Allah'ı  ayakta,  oturarak,  yanlarınız  üzerinde  iken  anın.  "  ifadelerinde  görüldüğü  gibi,  namazda   Allah'ın  mutlaka  hasta  ve  engelliler  için  ayakta  /  kıyamda  durma  veya  Camide  sandalye  üzerinde  oturarak  namaz  kılınamaz  şartı  yoktur.  Rabbimiz  her  durumda,  ayakta,  binekte,  yan  yatarken  Kendisinin  anılabileceğini  dua  edilebileceğini  bildirmektedir. "  Euzubillahimineşşeytanirracim  Bismillahirrahmanirrahim "  ( İçimdeki  her  türlü  olumsuz  düşüncelerimden,  kovulmuş  şeytanın  yönlendirmelerinden,  Kur'anın  ayetlerinin  doğruları  ile  Rahman  ve  Rahim  olan  Allah'ım  sana  sığınırım )  diyerek  Allah'ı  selamlamış  olduktan  sonra  Kur’anda,  dua   örneklerinin,  Allah  ile  konuşmanın,  yakarmanın  ( münacatın )  en  güzelinin  yer  aldığı  Fatiha  Sûresinin  1 - 7. ayetleri  ;

"  Bismillahirrahmanirrahim  Elhamdülillahi  rabbil  alemin  errahmanerrahim,  malikiyevmiddin  iyyakena'budu  ve  iyyakenastain,  ihdinas  sıraatel mustakim   sıraatelleziyne  enamte  aleyhim  gayril  mağdubi,  aleyhim  veladdaalin. "

"  1 :  Rahman  ve  Rahim  olan  Allah  adına  2  -  4  :  Tüm  övgüler  /  hamd  alemlerin  Rabbi,  /  Efendisi  ve  yöneticisi  Rahman  /  yarattığı  bütün  canlılara  nimet  veren  Rahim  /  Yarattıklarına  çok  merhametli  olan  din  gününün  sahibi  /  Herkesin  iyi  ya  da  kötü  yaptığı  tüm  amellerin  ve  eylemlerin  karşılığını  göreceği  ahiret  ve  hesap  gününün  sahibi   Allah’adır.  Allah  dışında  hiç  kimse  övgüye  layık  değildir.  5  :  Yalnız  Sana  kulluk  /  ibadet  eder  ve  yalnız  Senden  yardım  isteriz.  6 - 7  :  Bize  üzerlerine  gazap  dökülmüşlerin  ve  sapkınlığa  saplanmışların  /  dalalete  düşenlerin  yolunun  dışındaki,  kendilerine  nimet  verdiklerinin  yolu  olan  sıratel  mustakimi  /  dosdoğru  yolu  göster. " 

Mealindeki  anlamı,  içeriği  bilinerek,  düşünülerek  ve  hatta  yaşanarak  okunur.  Namazın  ilk  kıyamında  öncelikle  "  euzubillahimineşşeytanirracim "  denilerek  başlandığı  için  tekrar  Fatiha  Sûresinin  birinci  ayetindeki  "  Bismillahirrahmanirrahim "  demenin  gereği  yoktur. İkinci  kıyamda  ise  söylenir.  Okunan  ayetlerde  yer  alan  Hamd  sözcüğü  :  Nimetleri  veren,  gerekli  yardımları  yapan  Yaratıcının  sonsuz  güç  ve  kuvvetine,  nimetlerinin  çokluğuna,  zenginliğine,  O’nun  her  türlü  noksanlıklardan  arınık  olan  Rabliğine  ( Çekip,  çeviren,  programlayan,  bütün  oluşumları  yöneten  Efendi  olmasına )  duyulan  saygı,  haşyet  ve  hayranlık  nedeniyle  dile  getirilen  bir  övgüdür.  Rabbimizin  “  Elhamdülillah  “  deyin  diye  bir  isteği  yoktur.  Çünkü  anlamı  bilinmeden,  düşünülmeden  bilinçsizce  sadece  lafta  kalan,  hayata  geçirilemeyen,  kalplerde  olmayan  söylemlerin  Allah  katında  hiçbir  değeri  olmaz.  Ali  İmran  Sûresinin  80.  ayetinde  Yüce  Rabbimiz ;  “  Ve  Allah  size  melekleri,  zorbaları,  zorba  yönetimleri  ve  peygamberleri  Rabbler  /  Efendiler   edinmenizi  emretmez.  Siz  Müslüman  olduktan  sonra  küfrü  emreder  mi ?  “  demiş  ve  hiçbir  şeyin,  hiçbir  kimsenin,  peygamberlerin  dahi  Kendisine  ortak  yapılmaması  uyarısında  bulunmuştur. Dolayısıyla  Rabbimizin  isteği  ise,  tüm  övgülerin  sadece  Kendisi  için  olduğunun  bilinerek,  Kendisinden  başka  Evliya,  Mürşit  denilen  kişilerin  veya  Peygamber  de  olsa  abartılar  düzülerek  övülmemesi,  ortak  koşulmamasıdır.  

İbadet  :  Kulun  sahibine / Yaratanına,  Kur’an  ile  bildirilen  görevlerin,  yaşam  talimatnamesinin,  kullar  tarafından  kayıtsız  şartsız  itaat  edilerek,  teslimiyet  gösterilerek  /  boyun  eğilerek  yerine  getirilmesidir.  Halk  arasında  Namaz,  Oruç,  Hacc,  Zekât,  Kelimei  şahadet  ile  İslam'ın  şartı  beştir  denilip  yaygınlaştığı  gibi  sadece  üç  beş  ameli  yerine  getirmekten  ibaret  değildir. Ünlü  filozof  ve  düşünür  Muhammed  İkbal  "  Benim  ibadetim  iki  rekât  namaza  sığmaz "  Dostun  yüzüne  gülmek  de  ibadettir  demektedir.  Kur'ana  göre  bütün  meşru  fiiller,  Allah'ın  Kur’an  içerisinde  vermiş  olduğu  görevlerin  tümünü  yerine  getirmeye  çalışmak,  yapmayın  dediklerini  yapmamak  da  ibadettir. Dolayısıyla  Namazında  / Duasında  bu  ayetlerle  kul,  böylece  Allah'ın  huzurunda  önce  Rabbini  yüceltip  tesbih  etmekte,  Kendisine  hiç  bir  kimseyi  ortak  koşmayacağını  belirterek  O'nunla  sözleşmekte,  hesap  gününün  yegâne  sahibi  olduğunu  tasdik  etmekte,  dosdoğru  yolun  kendisine  gösterilmesini  talep  etmektedir. 

İbrahim  Sûresinin  4. ayetinde  "  Ve  Biz  onlara,  açıkça  ortaya  koysun  diye,  her  peygamberi  yalnız  kendi  toplumunun  diliyle  gönderdik. "  denildiği  gibi,  bizim  Peygamberimizden  önceki,  başka  dili  konuşan  peygamberlere  ve  onların  nesillerine  de  namaz  emredilmiştir.  Onlar  da  ibadetlerini,  Allah'la  konuşmalarını,  niyaz  ile  yakarmalarını  kendi  dillerinde  yapmaktaydı  ve  üstelik  Kur'andaki  sûrelerle  ve  Arapça  da  değildi. Bu  nedenle  biz  de  Fatiha  Sûresinin  ardından,  namaz  Sûreleri  denilerek  Müslümanların  yanlış  olarak  yönlendirildiği,  Kevser,  İhlas,  Kâfirun,  Kureyş  gibi  kısa  Sûreler  değil,  yine  anlamı  bilinerek  Kur’ andan  dua  içerikli  ayetler,  Arapça  veya  Türkçe  karşılıkları  okunarak  istekte  bulunup  dua  edebiliriz,  ya  da  kişi  gönlünden  geçirdiği  seslenmeyi  kendi  diliyle  Türkçe  olarak  yapabilir. Ya  da  önündeki  "  kul  " ( deki )  ifadesi  kaldırılarak  "  Euzu "  ifadesiyle  başlanarak  "  Felak  ve  Nas "  gibi  dua  formuna  dönüştürülebilen  Sûreler  okunarak  da  dua  edilmiş  olunabilir..  Unutulmamalıdır  ki  namazda  dua  okunmaz,  dua  edilir,  böylece  önce  tesbih  edilip  yüceltilmiş  olan  Allah'tan  istekte  bulunulur.  Kıyamda  Fatiha  Sûresinin  ardından  okunan  namaz  Sûreleri  ile  ilgili  olarak  birbiri  ile  çelişen  çok  sayıda  hadis  vardır.  Müslim’de  peygamberimizin  kıyamda  Fatiha  Sûresinin  ardından  her  hangi  bir  Sûre  okumadan  rükû  ettiği,  çoğunlukla  da   Allah'ı  tesbih  ederek  yücelten  dua  şeklindeki  ayetleri  okuyarak,  bazen  de  Kur'an  dışında  kendi  dilinden  istekte  bulunduğu  belirtildiği  hadisler  bulunmasına  rağmen,  Müminleri  yanlışa  yönlendiren  örneğin,  Kâfirun  Sûresi  ile  günlerce  sabah  namazını  kıldığı  veya  değişik  vakitlerde  uzun  veya  kısa  başka  Sûreleri  veya  ayetleri  okuduğunun  belirtildiği   hadisler  de  vardır.  Fakat  anlamı  bilinmeden  sadece  Arapça   bazı  Sûre  ve  ayetlerin  rastgele  okunması,  küfür  ve  şirk  tehlikesini   beraberinde  getirmektedir. (  " Namaz  Allah'la  Konuşmaktır  "  başlıklı  yazımızda  bu  konunun  ayrıntılarını  bulabilirsiniz )  Kur'anda  kıyam  ile  ilgili  de  ayetlerle  öğütlerin  yer  aldığını  görüyoruz.

ŞUARA  218  :  Ve  sen  kalktığın  /  kıyam  ettiğin  ve  secde  edenler  /  boyun  eğip  teslimiyet  gösterenler  arasında  dolaştığın  zaman  seni  gören  Aziz  ve  Rahim  olana  sonucu  havale  et.

SEBE  46  :  De  ki :  “ Ben  size  sadece  bir  tek  Allah  için  ikişer  ikişer,  üçer  üçer  ve  teker  teker  kalkmanızı,  düşünmenizi  öğütlüyorum. “  Arkadaşınız  Muhammed ‘de  cinnetten  eser  yoktur.  O,  şiddetli  bir  azaptan  önce  sizin  için  sadece  bir  uyarıcıdır.

El  bağlanıp,  divan  durup,  boyun  bükerek  tevazu  ile  oluşturulan  alçalmanın,  yapılan  duaların  ardından,  kıyamdan  sonra   "  Allah'u  Ekber "  denilerek  Rükû   edilir.  Rükû  :  Namazda  ayakta  dururken  fiziki  şekil  olarak  eğilip  belin  bükülmesi,  ellerin  iki  diz  üzerine  dayanması  demektir.  Ancak  namazdaki   gerçek  anlamı,  Allah’tan  başka  canlı  cansız  hiç  bir  putun,  hiç  bir  kimsenin  önünde  eğilmeyeceğinin,  Allah'a  ortak  koşulmayacağının   bedenle  ifade  edilmesidir.  Rükûda  iken  3,5,7,9…defa  veya  daha  çok  kez  “ Sübhane  Rabbiyelazim  “  denilerek   sadece  büyük  Rabbimi  tesbih  ederim  ifadesi  ile  Allah’a  yönelinir. Bu  eğilme  kulun,  Rabbinin   huzurunda   küçülüşünün  bir  göstergesidir. Kul  beli  bükük  iken  de  kendi  dilinden  dertlerini  dile  getirerek  niyazını  yapar,  isteklerini  dile  getirebilir.  Buhari  Muhtasarı  sa. 270  deki  hadiste  Resulullaha  sorulan  bir  soruya  "  Allah'ım !  doğu  ile  batı  arasını  nasıl  birbirinden  ayırdı  isen,  benimle  hatalarım  arasını  da  böyle  uzaklaştır. "  diye  kıyam  esnasında  da  olsa  namazda  kendi  dilinden  dua  edilebileceği  örneğinden  dolayı,  herkes  de  Allah'tan  kendi  dili  ile  buna  benzer  şekilde  terk  edilmemeyi,  yardım  edilmeyi,  hatalarından  bağışlanmayı  dileyebilir. Rükûda  iken  Peygamberimizin  de  Allah’ı  yüceltmek,  azametini   dile  getirmek  şeklinde  çeşitli  tesbih  duaları  okuduğu  nakledilmektedir. Bu  eylem  şekli  Kur'anda  da  çeşitli  ayetlerle  gösterilmektedir.

ALİ   İMRAN  43  :  Ey  Meryem  ! “ Rabbine  divan  dur. Secde  et  ve  O’nun  huzurunda  rükû  edenlerle  beraber  rüku  et. “ demişlerdi.

BAKARA  43  :  Salatı  ikame  edin  zekâtı  verin.  Rükû  edenlerle  birlikte  siz  de  rükû  edin.

MÜRSELAT  48  :  Onlara  rükû  edin  /  Allah'a  ortak  koşmayın  denildiği  zaman  rükû  etmezler.  /  Allah’a  ortak  koşmaktan  uzak  durmazlar. 

Kul,  rükûda  eğilip,  bükülüp  hayranlıkla  teslim  olduğu  Rabbini  " Sübhane  rabbiyel  azim "  diyerek  tesbih  edip  O'nu  her  türlü  noksanlıklardan  arındırarak  yakarırken,  O'na  hiç  kimseyi  ortak  koşmayacağını  bedeni  ve  kalbi  ile  gösterirken,  sanki  Allah  ona  “  Ey  kulum  kalk,  başını  kaldır,  karşımda  dik  dur  “  der. Kul  başını  kaldırır  ve  “  Semiallahu  limen  hamideh  “  Rabbena  lekel  hamd. ( Allah  kendine  hamd  eden  ( öven )  kuluna  kulak  verir,  işitir,  isteklerini  kabul  eder. )  der.  O  anda  namazının  ayrıntılarını,  şuurunu  tam  anlamıyla  kavrayabilmiş  olan  kul,  fakat  Allah’ın  istediği  gibi  yaşamadığını,  O’na  layık  olamadığını  düşünerek  ayakta   duramaz. "  Allah’u  Ekber  "  der  ve  hemen  yüz  üstü  düşer,  acizliğini  göstererek  yere  kapanır,  secde  eder.  Secde  :  Kişinin,   kendisinden  daha  güçlü  olduğunu  bilerek  bir  başkasına  boyun  eğmesi,  teslim  olması,  onun  otoritesini,  gücünü   kabul  etmesi,  onun  koyduğu  kurallara  göre  hareket  etmesidir.  Başlı  başına  secde  sözcüğü  yere  kapanmak  veya  namaz  kılmak  değildir.  Arapçada  “  harru  sücceden  “  ifadesi  yere  kapanarak  teslim  olmak  demektir.  Allah’a  samimiyetle  inananlar,  Allah’ın  dışında  hiç  bir  varlığın,  makamın,  menfaatin,  gücün,  esiri  olmazlar,  önünde  yere  kapanmazlar,  boyun  eğip  teslim  olmazlar.  Yere  kapanmanın  toprağa  yapılmasının  bir  başka  anlamı  da  vardır.  Çünkü  toprakla  insanın  birleşmesi,  tazarru  ve  tevazuun,  değersizliğin,  hiçliğin,  küçülmenin  en  güzel  tezahürüdür.  İnsan  toprak   misali,  kendini   Rabbinin  karşısında  küçültürse  işte  o  zaman  Allah’a  en  yakın  makama  ulaşmış  olabilecektir.

SECDE  15  :  Gerçekten  Bizim  ayetlerimize  ancak,  kendilerine  öğüt  verildiği  zaman  secde  eden  /  boyun  eğen   yerlere  kapanan  ve  Rablerinin  övgüsüyle  birlikte  hamd  eden,  büyüklük  taslamayan  kimseler  inanırlar.

İSRA  107  -  109  :  De  ki : “ Siz  Kur’ana  ister  inanın,  ister  inanmayın,  şu  daha  önce  kendilerine  bilgi  verilenler,  Kur’an  onlara  okunduğunda  onlar  secde  edip  /  boyun  eğip  çeneleri  üstü  kapanırlar.  Ve  Rabbimiz  her  türlü  kusurdan  arınıktır.  Rabbimizin  vaadi  kesinlikle  gerçekleşecektir.  “  derler.  Ve  onlar  ağlayarak  çeneleri  üstü  kapanırlar.  Ve  Kur’an  onların  saygılarını,  alçak  gönüllülüklerini  arttırır.

Bu  duygular  ve  bilinç  içerisinde  yere  kapanmış  iken  kul  “  Sübhane  Rabbiyel  Alâ  “  (  Ey  her  türlü  noksanlıktan  arınık  olan  Rabbim,  Sen  en  yücesin  )  der.  Bu  tesbihin  sayısı,  üç,  beş,  yedi  ve  secdenin  süresi  kişinin  kendi  takdirine  kalmıştır.  Aslında  biz  desek   de,  demesek  de  Allah  zaten  en  yücedir.  Ama  insanın  toprak  misali  Allah'a  en  yakın  olabileceği  yer  olan  secdede  kulun  asıl  olarak  dertlerini,  isteklerini  samimi  olarak  dile  getirmesi  ise  çok  daha  anlamlı  ve  muteber  olacaktır. Geleneklere  göre  kılınan  namazda  secdeden  kalkan  kul,  aynı  tekrarla  ikinci  rekâta   kalkar  ve  önceki  gibi  onu  da  tamamlayıp  sonra  da  Kade  denilen  son  oturuşa  geçer.  Genellikle  bu  oturuşta  Tahiyyat  denilen  Teşehhüt  (  şehadet  getirmek )  okunur.  Ancak  bunun  içinde  "  Es  selamu  aleyke  ya  eyyuennebiyyi  "  denilirken  ve  önceden  de  tüm  selam  ve  Tayyibat  Allah  içindir  deyip  hemen  ardından  “  Selam  sana  ey  peygamber  “  denildiği  zaman,   namazda  Peygamber  de  doğrudan  muhatap  alınmaktadır. Bu  ifade  peygamberi  de  namazın  içine  katmaktır  ve  bir  şirktir. Bu  nedenle  bilinçli  olan  çoğu  kişi  tarafından  namazda  teşehhüt  okunmaz. Ama  ben  okuyorum  ne  olacak  ki  sünnettir  diyen   Akademisyen  ilâhiyatçılar  da  bulunmaktadır.  Namaz  yalnız  ve  yalnız  Allah’a  yönelerek,  sadece  O’nu  muhatap  alınarak  yapılması  gereken  bir  ibadettir.  Namazda,  Peygamber  dahi  olsa  hiç  bir  kimse   Allah’ın  yanında  muhatap  alınamaz.  Namazda  tekbirden  son  selama  kadar  muhatap  sadece  Allah’tır. Hatta  Sünnet  diye  niyet  edilen  nafile  namazlar  dahi  Allah  için  değil,  Peygamber  için  kılınan  namazlara  dönüşür  ki  bu  da  Kur'ana  göre  şirk  olur.

Her  Müslüman’ın,  Allah’a  en  yakın  olduğu  bir  anda,  en  çok  dikkat  etmesi  gereken  şey,  ağzından  çıkanı  kulağının  duyması,  namazın   başından  itibaren  sonuna  kadar  ne  dediğinin  bilinmesidir.  Aksi  halde  bu  tutum  insanı  küfre,  Allah’a  ortak  koşmaya  ve  Kur’an  ayetlerini  inkâra  götürür.  Namaz  oturuşunda  okunması  gelenek  haline  getirilmiş  olan  Tahiyyat  duası,  gerçekte  olmayan  uydurma  miraç  olayı  içerisinde  uydurulan  hadislerle  oluşturulmuştur.  Okunmasının  mecburiyeti  de  yoktur.  Okunması  da  gerekmez.  Bu  nedenle  eğer  Tahiyyat  duası  mutlaka  okunmak  isteniyorsa ;

Ettehiyyatu  lillahi  vessalavatu  vettayyibatu
Esselamu  alennebiyyi  ve  Rahmetullahi  ve  berekâtûhu ( Esselamu  aleyke  ya  eyyuennebiyyi  ) demenin  yerine
Esselamu  aleyna  ve  ala  ibadillahis  salihin
Eşhedu  enlailâhe  illallah  ve  eşhedu  enne  Muhammeden  abduhu  ve  Resuluhu

Şeklinde  okunup ( Dilim  ile,  bedenim  ile,  malım  ile  yaptığım  güzel  olan  bütün  ibadetlerim,  mülk  ve  azamet  sahibi  Allah  içindir.  Peygambere  selam  olsun  “ barış  ve  esenlik  üzerine  olsun “  Barış  ve  esenlik  bize  ve  Allah’ın  Salih  kullarının  üzerine  olsun.  Ben  şahadet  ederim  ki  Allah’tan  başka  bir  ilâh  yoktur.  Muhammed  O’nun  kulu  ve  elçisidir.)  Denildiğinde  ( Esselamu  aleyke  ya  eyyüennebiyyu)  Yerine  (  Esselamu  alennebiyyi  )  konulduğunda,  peygamber  doğrudan  doğruya  karşımızda  o  anda   Allah'ın  yanında  ikinci  bir  şahıs  olarak  değil,  orada  karşımızda  bulunmayan  üçüncü  bir  şahıs  halinde  anılmış,  şirk  tehlikesinden  uzaklaşılmış  olunur.

Kade  oturuşunda  Tahiyyat  duasının  ardından  yine  rivayetlere  dayandırılarak  Müslümanlara  Salavat  ı  Şerif  adı  altında   Muhammed  ve  İbrahim  peygamber  için  Allah  ümme  Salli –  Barik  duaları  okutulmaktadır. Bu  uygulama  “  Biz  peygamberlerin  hiç  birini  diğerinden  ayırmayız. ”  Denildiği  (  Bakara  Sûresinin  136.  ve  285. ile  Ali  İmran  Sûresinin  84. )  ayetlerine  ve  Ahzab  Sûresinin  56. ayetindeki  aslında  Peygambere  verilecek  destek  anlamındaki  Salat  kavramının  çarpıtılması  ile  aykırı  bir  durum  ve  peygamberler  arasında  ayrıcalık  oluşturmaktadır.  En  doğrusu  Kur’anda  yer  alan  dua  ayetlerinin  veya  kişinin  kendi  dilinden  duygularının  dillendirilmesidir.

Rabbena  Atina  fiddünya  haseneten  vefil  Ahireti  haseneten  vekına  azaben  nar.
Ey  Rabbimiz, Bize  dünyada  da  Ahirette  de  iyilik  ver. Bizi  Cehennem  ateşinden ( azabından )  koru.( Bakara  201 )

Rabbenağfirli  velivalideyye  velilmü’minine  yevme  yekumül  hisab.  ( İbrahim  41 )
Ey  Rabbimiz ! beni  anamı  babamı ve  bütün  müminleri  hesap  gününde  bağışla .

Rabbena  amenna  fağfirlena  verhamna  ve  ente  hayrurrahimin.  ( Mü’minun  109 )
Ey  Rabbimiz ! biz  iman  ettik. Artık  bizi  bağışla. Bize  merhamet  et. Sen  merhametlilerin  en  hayırlısısın.  

Kade  oturuşundaki  bu  dualardan  sonra  önce  sağa  ve  sonra  sola  “ Esselamu  aleyküm  ve  Rahmetullah “ diyerek  selam  verilir.

RAD  24  :  Sabretmenize  karşılık  selam  sizlere.  Dünya  yurdunun  sonucu  ne  güzeldir.

NAHL  32  :  Melekler  onların  canlarını  alırken  iyi  kimseler  olarak  “ Selam  size ! ”  Yapmış  olduğunuz  iyi  işlere  karşılık  girin  cennete  derler.  

Namazın  kade  denilen  oturuşunda  selamdan  sonra  aslında  namaz,  Allah'a  dua  ederek  konuşma  ibadeti  sona  erer. Bu  selamdan  sonra  " Allahümme  ente's  selamu  ve  minke's  selam.  Tebarekte  ya  zel  Celali  ve'l  ikram "  ( Allah'ım  selam,  barış,  huzur,  esenlik,  her  türlü  güzellik  sensin,  bütün  bunlar  Sendendir.  Sen  çok  yüce  ve  mübareksin. Ey  Celal  ve  ikram,  her  türlü  zenginliklerin  sahibi  Allah'ım ! ) diyerek  kişi  duasına  ve  Allah'ı  yücelterek,  isteyen  herkes  kendine  göre  istediği  şekilde  dua  ve  tesbih  etmeye  devam  edebilir. İçinde  Allah’ın  yüceltildiği,  tesbih  edildiği,  güzel  isimlerinin  yer  aldığı  Ayetül  Kürsü  denilen  Bakara   Sûresinin  255. ayeti   anlamları  bilinerek  ve  düşünülerek  müsait  olunan  herhangi  bir  zamanda  da  okunur.  Ardından  da  yine  “ La  ilâhe  illallahu  vahdehu  la  şerike  leh,  lehül  mülkü  ve  lehül  hamdü  ve  hüve  ala  külli  şey’in  Kadir. "  ( Allah’tan  başka  ilâh  yoktur. O,  tektir.  Eşi  ve  ortağı  yoktur.  Mülk  onundur.  Hamd,  her  türlü  övgü   O’nadır,  her  türlü  noksanlıklardan  arınıktır,  her  şeye  gücü  yetendir,  Kadirdir. )  Denilerek  devam  edilebilir  ve  namaza  son  verilerek  kalkılır. Camilerde  kılınan  toplu  namazlarda  namazın  bitmesiyle  bazen  müezzin  "  Ala  resulüna  salavat "  diyerek  davetiye  çıkarmakta,  yapılan  duanın  ardından  imam  da,  el  fatiha  demekte,  cemaat  ise  hemen  Fatiha  okumanın  yerine  "  Allah  ümme  salli  ala  seyidina  Muhammedin  ve  ala  "  diyerek  peygamber  için  salavat  getirmekte  ve  namazından  kalkmadan  önce  peygamberi  Allah'ın  yanına  ortak  etmekte,  caminin  ve  ibadetin  içine  sokmakta  ve  şirke  girdiğinin  de  farkında  olamamaktadır.  Kur'ana  göre  peygambere  salavat  getirme  diye  bir  ibadet  yoktur. ( Ayrıntısını  " Kur'anda  Salat  Namaz  mıdır ? "  başlıklı  makalemizde  bulabilirsiniz )

Bu  arada  biten  namazın  ardından  örneğin ;  "  Kim  namazdan  sonra  33  defa  sübhanallah,  33  defa  elhamdülillah,  33  defa  Allah'ü  ekber  der,  yüze  tamamlamak  için  de  Lâ  ilâhe  illallah  derse  günahları  deniz  köpüğü  kadar  çok  olsa  bile  affedilir. "  ( Müslim  Mesacid  146 )  hadisinde  söylendiği  gibi,  Allah'ın  yerine  hüküm  verilerek,  hadis  ve  rivayetlere  dayandırılarak  Müslümanlara  33  er  defa  tesbih  zikirleri  çektirilmektedir. Bu  uygulama,  Peygamberimiz  ve  dört  halife  dönemlerinden  sonra  Emevi   Devleti  zamanında,  yapılan  zulümleri  gizlemek,  Mescitlerdeki  salat  uygulamalarını  ortadan  kaldırmak,  soru  sorulmasını  yasaklayıp  adeta  bir  an  önce  tespihlerini  çeksinler,  gitsinler  zihniyeti  ile  namaz  ibadetinin  içine  sonradan  sokulmuş  bir  bidattır. Tespih  denilen  aleti  çekerek  şu  kadar  kez  şu  ifadeyi  anlamını  bilmeden  de  tekrar  etmek,  veya  şu  kadar  kere  şu  duayı  okursan  şuna  erişirsin  demek  ve  inanmak  Tevhidin,  asıl  Allah’a  yapılacak  zikrin  huşu  özelliğini  zedeler.  Bu  tür  zikir  uygulamaları  Kur’anda  yoktur.  Zikr,  Kur’an  ayetlerini  anlayarak  okumaktır,  okunan  ayetleri  düşünmek,  tefekkür  etmek,  akılda  tutmak,  belleğe  yerleştirmektir. Zikir,  şu  kadar  kez,  şu  kadar  zaman  değil,  hiç  bir  kimsenin  dayatması  olmadan  içimizden  geldiği  kadar  olmalı,  akla  geldiğinde  bir  defa  " Sübhanallah "  veya  "  La  ilâhe  illallah  "  demek  dahi  Allah'ı  anmaktır  ve  zikretmektir. ( Bu  konuda  geniş  bilgiyi  Zikir  Çekmek  başlıklı  yazımızda  bulabilirsiniz. )

Kur’anda  doğrudan  doğruya  namaz  şu  kadar  rekâttır  diye  bir  hüküm  ve  ayrıntı  yoktur.  Araştırmacı  ve  Tebyin  ül  Kur’an  yazarı  Hakkı  Yılmaz,  Namazın  rekâtı  olmaz,  bunu  niyazda  bulunan  kişiler  o  andaki  psikolojik  durumlarına  göre  tekbirden  oturuşa  ve  selama  kadar  hudu,  tazarru  ile  ve  şekilciliğe  düşmemek  şartıyla  istedikleri  kadar  bir  süre  uzatabilirler  demektedir.  Rahmetli  Prof. Dr. Yaşar  Nuri  Öztürk  namaz  bütün  vakitlerde  iki  rekâttır  demiştir. Yine  bazı  yazarlar  ve  müfessirler  Kur’andaki   zorunluluk  ve  savaş  anındaki  salatın  nasıl  yapılması  gerektiğinin  anlatıldığı  Nisa  Sûresinin  101. ve 102. ayetlerine  dayandırarak  namazın  her  vakitte  iki  rekât  olduğunu  söylemektedirler.  Öte  yandan,  Emeviler  ve  Abbasiler  döneminde  Peygamberimize  atfedilen  hadis  ve  rivayetlerle,  Peygamberin  dahi  Hacc  esnasında  Mina'da  namazı  2  rekât  kıldırdığı  anlatılmaktadır.  ( Sahihi  Buhari  Muhtasarı  sa. 342 )  Bunlara  rağmen  Ulema   icmalarıyla  2  rekât  farz  namazı,  Medine'de  2  rekâtı  da  nafile  olarak  peygamberin  kendisinin  kılarak  sonradan  ilave  ettiği  müekked  sünneti  denilerek  4  rekâta  çıkarılmış,  ardından  da  ön  sünnet,  son  sünnet  ilaveleriyle  namaz  zamlandırılmış,  nafile  denilen  birtakım  namazlar  da  sünnet   adı  altındaki  dayatmalarla  camilerin  içine  bile  sokulmuş,  Allah'ın  yanında  peygamber  için  de  namaz  kılınır  hale  getirilmiştir.  Öyle  ki  "  Sünnet  olmazsa  namazın  kaç  rekât  olduğunu  nereden  bileceğiz ? "  inancı,  namazda  en  öne  geçen  bir  ibadet  hükmü  haline  getirilmiştir. 

Ulema  denilen  birileri  uydurma  hadislere  dayandırarak  ölümünden  sonra  Peygambere  hüküm  oluşturma  ( teşri )  yetkisi  vererek,  adeta  hüküm  koymada  Allah'a  ortak  etmişlerdir. Tabiidir  ki  Kalem  Sûresinin  36 - 41.  ayetlerinde  "  Sizin  neyiniz  var ?  Nasıl  hükmediyorsunuz ?  37 - 38  :  Yoksa  içinde  ders  aldığınız  şeyler : "  Siz  bu  alemde  neyi  beğenirseniz  o  kesinlikle  sizin  olacak "  garantisi  verilmiş  olan  size  ait  bir  yazılı  belge  mi  /  kitabınız  mı  var ?  39  :  Ya  da  size  karşı  kıyamet  gününe  kadar  sürecek,  " Siz  her  ne  hüküm  verirseniz  kesinlikle  öyle  olacak  "  diye  üzerimizde  yeminler  /  taahhütler,  üstlenmeler  mi  var ?  40  :  Sor  bakalım  ahireti  yalanlayan  o  kişilere,  içlerinden  böyle  bir  şeyi  hangisi  garanti  etmektedir ?  41 :  Yoksa  onların  ortakları  mı  var ?  O  halde  ortaklarını  getirsinler,  eğer  doğrulardan  iseler. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılardan  ve  Kehf  Sûresinin  26. ayetinde  " Allah  hükmüne  hiç  kimseyi  ortak  etmez. "  denildiği  gibi  Peygamberin  dahi  Allah'ın  ortağı  olamayacağı,  din  adına  hüküm  oluşturamayacağı  uyarıları  dikkatlerden  kaçmaktadır  veya  hiç  umursanmamaktadır. 

Bunlara  rağmen  yine  de  artık  terk  edilmesinden  bugün  korkulan  sünnet  inancı,  kökleşmiş  bir  ibadet  ve  gelenek  haline  getirilmiş,  namazda  asıl  önemli  olan  riyaya  girmemek,  huşu  ve  hudu  anlayışından  uzaklaşılmıştır. Oysa   Peygamberimiz,  Mekke  döneminin  çok  sıkıntılı  ve  mücadeleli  geçen  zamanlarında  namazı  sabah,  öğle  ve  akşam  olmak  üzere  her  vakitte  ikişer  rekât  olarak  günde  üç  vakitte  kılmış,  Medine  döneminde  ise  savaşlara,  mücadelelere  bağlı  olarak  azalan  namaz  ilgisinden  dolayı,  toplumu  bir  arada  ve  diri  tutmak,  motife  etmek  amaçlarıyla  dört  rekâta  çıkartarak  kıldırmıştır.  Kendisi  öğle  ve  akşam  arasında,  akşamdan  sonra  da  ilerleyen  vakitlerde  dörder  rekât  daha  namaz  ilaveleriyle  vakti  beşe  çıkarmıştır.  Bazen  öğle  ile  ikindi  namazını,  bazen  de  akşam  ile  yatsı  namazını,  öne  ve  arkaya  alıp  cemederek  ( birleştirerek )  namazını  yine  günde  üç  vakte  indirerek  kılmıştır. Farz  namazlarının  dışında  sünnet  denilen  hiç  bir  nafile  ( ilave ) namazı  mescide  sokmamıştır.  Dolayısıyla  kişi,  kendi  içinde  bulunduğu  haleti  ruhiyesine  göre  istediği  kadar,  ama  iki  rekât,  ama  dört  rekât,  ama  on  rekâtlık  duası  ile  Allah’a  yönelebilir,  her  yönelmesinde  de  hudu  ve  huşu  içerisinde  olabilmeyi  hedeflemeli,  haddi  ve  sınırı  aşmaktan,  riyadan,  şuursuzluktan  sakınmalı,  namazın  ne  olduğunu,  niçin  ve  kimin  için  kıldığını,  tazarrulu  bir  dua,  Allah'la  konuşmak  ve  yakarmak  olduğunu  bilmelidir. 

Namaza  başlanırken  falanca  vaktin  farzına  veya  falanca  vaktin  sünnetine  diye  ayrımlı  niyetler,  namazı  Allah  ve  Peygamber  arasında  ikiye  bölüştürmek  anlamına  gelir. Oysa  bütün  namazlar   sadece  Allah  için  kılınır.  Namazı  kabul  edecek  olan  ve  dualarımızı,  isteklerimizi   karşılıklandıracak  olan  sadece  ve  sadece  Allah'tır.  Peygamberimizi  Allah’a  ortak  koşarak  şirk  tehlikesine  maruz  kalmamak  için  kılınan  bütün  namazlara   "  Allah  rızası  için  namaza  "  denilerek  niyet  edilmelidir.  Vaktin  ve  rekât  sayısının  bildirilmesinin  gereği  yoktur.  Ahkâf  Sûresinin  5. ayetinde  "  Ve  Allah'ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiçbir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler,  o  kimselerin  yalvarışından  habersizler  de. "  denilen  uyarı  akıldan  çıkarılmamalıdır.  Allah'ın  selamı,  rahmeti,  Allah  katında  huşû  ve  hudû  ile  yaşanabilmiş,  kabul  olmuş  bir  namaz  ibadeti  sizinle  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur'an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET