Dinimizin yegâne ve ana kaynağı Kur’anda, dinin temelinin anlayarak Kur'anı okumak ve salat ( destekleşme, paylaşma, dayanışma, yardımlaşma, dine arka çıkma öğrenme öğretme, dua ile destek ve yardım isteme olduğu ) belirtildiği halde, bunun yerine Ulema tarafından sonradan ortaya çıkartılmış olan hadis ve rivayetlerle, yüzyıllardır salat, sadece namazdır denilerek dar bir çerçeveyle dinin temeline birinci şart olarak oturtturulmuştur. Abdest kavramı da doğrudan doğruya namazla ilişkilendirilmiş, doğru bildiğimizi zannettiğimiz pek çok algılamalar, kurallar, uygulamalar da dini yaşamımızın içerisinde vazgeçilemez yanlışlar olarak yer almıştır. Biz de dinimizin yegâne ve asıl kaynağı olan Kur’anı anlamak için okumadığımızdan, abdest konusunda önümüze konulan abdestin nasıl alınacağı, farzları, edepleri, sünnetleri, müstehapları, yasakları ve abdesti bozan şeyler adı altında donatılmış pek çok hükmü, şartı bir türlü sorgulayamıyor, Abdest nedir ? Niçin alıyoruz ? Abdesti kendimiz için mi, yoksa Allah için mi ? alıyoruz, Allah’ın bizim aldığımız beden temizliği olan abdeste ihtiyacı var mıdır ? gibi soruları bir türlü test edemiyoruz, karşılığını ve nedenlerini bilemiyoruz. Abdest / kısmi temizlenme konusunu yüce Rabbimiz, Kur’anda sadece iki ayetle ele almış olmasına rağmen, sanki Kur'an yetersiz, Allah unutmuş gibi farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, faziletleri ayrıntılarını gösteren yüzlerce hadisin yer aldığı Namaz Hocası, İlmihal ve Fıkıh kitapları, Müslümanları, toplumu el altında tutma ve dizayn etme araçlarından biri olarak karşımıza çıkartılmıştır.
Kur'an dışında Ulema ve İmam denilen birilerinin kişisel yorumları olunca, üstelik her mezhebin görüş, sünnet, farz sayıları birbirini tutmayınca insanların kafaları da iyice karışmaktadır. Abdestin farzları Hanefi mezhebine göre 4, Maliki mezhebine göre 7, Şafi ve Hanbeli mezhebine göre ise 6 olarak belirlenmiş ve dayatılmıştır. Her mezhepte birçok farklı sayıda belirlenmiş ve uyulması gereken kurallarla dayatılan abdestin sünnetleri, Örneğin Hanefi mezhebinde 18, edepleri 28, riayet edileceklerin sayısı da 10 dur. Abdesti bozan şeylerin sayısı Hanefi mezhebinde 12, Hanbeli'de 8, Şafi'de 5 ve Maliki'de 4 olarak belirlenmiştir. Örneğin; Kan çıkması, Hanefi mezhebinde abdesti bozar, diğerlerinde ise bozmaz denilmektedir. Hanbeli mezhebinde deve eti yemek, ölü yıkamak abdesti bozar, Hanefi mezhebinde kulakları üç kere yıkamak mekruhtur, abdesti geçersiz kılar, diğerlerinde ise sünnettir. Hanefi mezhebinde diş kaplaması veya dolgu abdesti geçersiz kılar, Maliki mezhebinde ise sakıncası yoktur. Abdest organlarının 3 kere, 2 kere veya 1 kere yıkanması şartının çelişkili hadislerine rağmen, bu şartlardan birisi yerine getirilmezse, yıkadığınız uzuvlardan küçücük bir noktasına dahi su değmezse, abdestiniz tam olmaz, abdestiniz tam olmazsa Kur'ana el süremezsiniz, namazınız da kabul olmaz, namazınız olmazsa cenneti de rüyanızda görürsünüz der gibi dayatmalarla, sonradan oluşturulmuş dört Hakk mezhebin ulemasının koyduğu kurallarla Dinin diğer bütün ibadetleri neredeyse yok sayılmaktadır.
Kur'anda Şura Sûresinin 21. ayetinde " Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır ? ifadesiyle dinde hüküm vermenin, kural koymanın sadece Allah'a ait olduğunun, Kur'anın mubin / apaçık, mufassal / eksiği gediği olmayan olarak bildirilmesine rağmen, Allah'ın koyduğu kuralların ve nedenlerinin yeterli görülmemesi sonucu, abdest konusunda önümüze konulan yüzlerce hadiste, Ulema icmasında o kadar çok mantıksızlık, Kur’ana aykırılık ve küfür ile Peygamberimizin şahsiyetine hakaretler bulunmaktadır ki, buna rağmen maalesef Müslümanlarca sorgulanmamakta ve yüzyıllardır İslam’a verdiği zararların, Müslümanlara yapılan zulmün farkına varılamamaktadır. Ali İmran Sûresinin 103. ayetinde " Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, Allah'ın ipi / Kur'an ile korunun ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın " denildiği halde yine aynı Sûrenin 105. ayetinde " Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın. " ifadeleriyle gruplaşmalara, bölünmelere karşı Rabbimizin bir çok ayetle yaptığı uyarılarına rağmen, Kur'anın Hakk Dininde sanki mezhepler varmış gibi, mezhepler dinimizin zenginlikleridir denilerek insanlar uyutulmaktadır.
Allah'ın dininde itikatta mezhep ile parçalanma olmaz. Hakk Mezhep diye bir şey de yoktur. İtikat / İman neyse amel de ona göre olmalıdır. Peki buna rağmen Tarikat Tarikat, Mezhep Mezhep bölünmüş ve ben şu mezhebe göre amel ediyorum diyen Müslümanlara bir soralım, Peygamberimiz hangi mezhepten idi ? Veya Onun mezhebi var mıydı ? Siz mensubu olduğunuzu söylediğiniz mezhebin hangi ayrıntısını biliyor ve aklınızda tutabiliyorsunuz ? Her konuda olduğu gibi abdest konusunda da bir mezhebin olur dediğine diğerleri olmaz diyebilmektedir. Örneğin Birileri de çıkıp " Hanefi mezhebinde olup ağzında diş dolgusu olanlar, abdest alırlarken Maliki mezhebine göre niyet etmelidirler " diyerek Müslümanlara ayak üstü mezhep değiştirmeyi önermekte, sahtekârlıkla Allah'ı kandırmanın yollarını öğütlemektedir. Bunun gibi pek çok saçmalığı adeta Allah unutmuş da, Kur'an yetmez der gibi hadis adı altında Peygamberimizin ağzından yüzlerce ayrıntıyı yazdırmışlar, bunun sonucunda, abdest konusu zulüm haline getirilmiş, kitaplar dolusu abdest ayrıntısı önümüze konulmuştur. Ayetlerde yapılan bütün uyarılara rağmen, aksine Peygamberimizin abdest alma ile ilgili bu kadar ayrıntıyı ve hükümleri, dine ilave etmesi asla mümkün olamaz. Hepsi Peygamberimizin vefatından sonra şirk olduğu halde her şey Kur'andan öğrenilmez denilerek, Kur'anın yanına Sünnet, İcma, Kıyas, Fetva diye kendisine vazife çıkaran, tabiri caizse Ulemaüs Sû / Kötülük Uleması tarafından değişik kavramlar uydurulmuş, Peygamberimizin adı da kullanılarak sonradan dine sokulmuş, Müslümanlar böylece bir çok yanlış inançla şartlandırılmışlardır.
Abdest almanın / kısmi temizlenmenin bir saygı gereği Allah'ın huzuruna ve bunun yanı sıra toplum içine çıkarken, insanların arasına katılma zorunluluğunda aslında kötü kokulardan, görünümden arınarak, kişi ve toplum sağlığı için kısmi bir bedensel temizlenme olması gerektiği halde, doğrudan doğruya namazla ilişkilendirilerek vazgeçilemez bir ibadet haline getirilmiş olması ile, ardından da Peygamberimizin adına yüzlerce uydurulmuş olan hadisin şartı, hükmü ile abdest, neredeyse yerine getirilmesi çok zorlaştırılmış bir yapıya dönüştürülmüştür. Bu hadislerin bazı örneklerine bakacak olursak, Kehf Sûresinin 26. ayetinde de " ....Allah, Kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. " uyarısının yapılmasına rağmen kendilerini Allah'ın yerine koyan işgüzarlara göre, bütün gerekleri ile tam olarak alınmamış abdest veya abdestsiz olarak Kur'ana el sürmenin, okunmasının yasak olduğu, hiç bir ibadetin, hele hele namazın asla kabul olunamayacağı hükümlerinin var olduğu görülmektedir.
* Resulullah, “ Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağrılacaktır. Yüzünün nurunu arttırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın. “ Buyurmuştur. ( Buhari Vudu 3. )
* Ebu Hureyreden nakille ; Resulullah buyurdular ki, “ Mümin bir kul abdest aldı mı, yüzünü yıkayınca gözüyle bakarak işlediği bütün günahları su ile yüzünden dökülür iner, ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte ellerinden dökülür iner, ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları su ile dökülür iner. Böylece bütün günahlarından arınmış olur. “ ( Buhari 3553. Hadis )
* Ebu Musa El Eşari’den nakille ; “ Nebiyyi muhterem ( s.a.v ) içinde su bulunan bir kap istedi. Ellerini yüzünü kabın içinde yıkadıktan sonra içine mübarek ağzından su püskürttü. Sonra onlara bu sudan içiniz ve yüzünüze göğsünüze dökünüz buyurdu. “ ( Buhari 148. Hadis )
* Ömer ibni Hattab ( r.a. ) dan rivayet edilmiştir. Peygamberimiz buyurmuştur ki, “ Sizden biriniz abdestini güzelce alır ve tamamladıktan sonra da tek olan ortağı olmayan Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim derse o kimseye cennetin sekiz kapısı açılır. “ ( Müslim Tahara 17 )
* Güzelce abdest alıp namazını cemaatle kılanın bütün günahları affolunur. ( Müslim )
* İlk sorgu abdestten olacaktır. Abdesti güzel ise sıra namaza gelir. ( Beyhaki )
Örneklediğimiz bu ve önlerine çıkabilecek diğer hadislerin Kur'an, akıl, mantık ile ve Peygamberimizin şahsında değerlendirilmesini, işlenen günahların su ile yıkanıp yıkanamayacağını, elin, ayağın yıkanıp ağızdan tükürülmüş suyun mübarek deyip içilip içilemeyeceğini okuyucularımıza iradelerine bırakalım. Zira bugün bu tür hadislerin etkisi ile bazı tarikat şeyhlerinin tabağındaki yemek artıkları mübarek diye kutsallaştırılarak beyni örtülüp insanlıktan çıkmış müritler tarafından kapışılmaktadır.
Peygamberimizin vefatından sonra ortaya çıkartılmış olan yüzlerce hadisi temel alan ve Kur’anın dışında karşımıza çıkartılmış olan kitaplarda da, Abdest alma konusunda ana hatlarıyla ; * Abdesti, farzlarına, sünnetlerine, müstehaplarına ve edeplerine riayet edilerek almak gerekir. * Abdest insanın yüzünü nurlandırır, el ve ayaklarını ağartır. Bu aynı zamanda manevi anlamda da bir ağarmadır. * Muhammed ümmeti, diğer ümmetler arasında seçkin bir yere sahiptir. ( Yahudiler ve Hristiyanlar da kendi topluluklarının seçkin olduklarını iddia etmektedirler. ) * Abdestte ayakları yıkamak asla terk edilmemelidir. * Allah Teala kıyamet gününde ve mahşer alanında yüzü nurlu, el ve ayakları parlak olanlara özel muamelede bulunur. Çünkü bunlar Salihler ve ibadet ehli müminlerdir. Denilmekte, edepleri, abdestsiz yapılması yasak olanlar, sünnetleri, bozan şeyler madde madde sıralanmaktadır.
Fıkıh ve İlmihal kitaplarında, * Başkasından yardım istememek, * Suyun sıçratılmaması, * Abdestin kıbleye yönelerek alınması, * Dil ile niyet etmek, * Abdest alma esnasında konuşulmaması, * Her uzvun iyice ovalanması, * Abdest dualarının okunması, * Kullanılmış su olmamasına dikkat edilmesi, ( ama el ve ayakların yıkandığı, ağızdan püskürtülen suyun mübarek diye içilmesi serbest ) * Ağız ve buruna sağ elle su çekilerek sol elle burnun sümkürülmesi, * Abdesti namaz vakti gelmeden önce almak, * Sonunda da kıbleye karşı dönerek ayakta şehadet getirmek gibi hususlar, abdestin edepleri olarak öngörülmektedir. ( Tabii sadece yüzün güneye yönelmesi şeklinde algılanmış olduğundan, kıblenin gerçek anlamının ne olduğu da bilinmemektedir, Kur'ana göre bu yanlış olan algı ile evlerdeki güneye bakan tuvalet taşının yönü de değiştirilmeye çalışılmaktadır. )
Besmeleyle ve dil ile niyet ederek abdeste başlamak, bileklere kadar elleri yıkamak, misvak kullanarak ve ardından ağza ve buruna üçer defa su vermek, kulakları ve boynu mesh etmek, başın tamamını, bazılarına göre de dörtte birini mesh etmek, ayakları topuklara varıncaya kadar, yıkanması gereken uzuvları üçer defa yıkamak, sırayı bozmadan, sağ taraftan başlayarak ve ara vermeden abdesti tamamlamak, abdestin sünnetleri olarak öngörülmektedir. ( Uzuvların 2 defa, 1 defa yıkanmasını öneren hadisleri ne yapacağız, hangisine uyacağız ? )
Ön ve arkadaki yollardan gaz veya dışkı çıkması, ( koku varsa veya yoksa denilen hadisleri nereye koyacağız ) uyumak, bayılmak, aklın yitirilmesi, vücudun herhangi bir yerinden veya ağızdan ağız dolusu kan gelmesi, ( Peygamberin elinin kanadığını gören sahabelerin bir kısmının o yüzden kalkıp abdest aldığını, bir kısmının da hayır eşinin eli deydi diye abdest aldığını söyleyen farklı mezhep ve sahabe görüşünü aktaran hadisleri ne yapacağız ? ) irin veya sarı su çıkması, kusma, cinsi münasebet, kadın ve erkeğin çıplak veya ince bir elbise ile vücudunun bir yerinin temas etmesi, Şafi mezhebine göre de kadının elinin değmesi, namazda iken sesli gülmek abdesti bozan şeyler olarak öngörülmektedir. Yine bu kitaplarda, abdest almadan veya eksik ve tam olmamış bir abdestle * Namaz kılmak, * Kur’anı Kerim’e el sürmek, * Tilavet secdesi yapmak, * Cenaze namazı kılmak, * Kâbe’yi tavaf etmek, yapılması yasak olanlardır denilmektedir. ( T.D.V. İslam Ansiklopedisi Abdest : Müsned II. 98, III. 414, Buhari Büyü 100, İbn i Mace Taharet 97, Beyhaki Sünenül kübra I. 80, Nesai Menasik 136, Tirmizi Hacc 112 )
Kur'anın İslam'ında ve Hakk Dininde Abdest mefhumu diye bir olay yoktur. Abdest sözcüğü, bize Farsçadan gelme bir sözcüktür. Farsçada “ ab “ su, “ dest “ ise el demektir. Bu iki sözcüğün birleşmesi ile oluşmuş “ abdest “ sözcüğü ise “ el suyu “ anlamına gelmektedir. Arapçada da bunun karşılığı olarak temizlik, güzellik, parlaklık, bir sıvı ile bedeni yıkamak anlamlarında olan “ vudu “ / gasil, gusül sözcükleri kullanılmaktadır. Peygamberimizin vefatından yıllar sonra, kendilerine Ulema denilen kişilerce Din ve Din dili ilişkisi üzerinden yola çıkılarak İslam'da adeta bir karşı devrim olayı ortaya çıkarılmıştır. Aşağıda ayrıntılarıyla ve lafzıyla birlikte açıklayacağımız gibi, Vakıa Sûresinin 79. ayetindeki ifade saptırılıp, asıl mecrasından çıkarılarak " Abdestli olanların dışında kimse dokunamaz " anlamına getirilerek hat sanatıyla yazılan Arapça ifadesi, Kur'an Mushafının ön kapağına yapıştırılmıştır. Böylece Müslümanlar da Kur'anı anlamak üzere okumaktan uzaklaştırıldı. Halbuki Kur'anın ana işlevi, aslında anlayarak okuduktan sonra bütün insanları rüşde erdirerek, aklını çalıştıran, düşünen ve sorgulayan, iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini, doğruyu, yanlışı ayırt edebilen bir niteliğe kavuşturmaktır. Ama elbette ki toplum bu vasıflara sahip olacak olursa, cahil insanların üzerinden onları sömürerek geçinen bir takım kurnazlar, din tüccarı cennet işportacıları güdecek, kendilerine hizmet edecek, yardımları getirecek kalabalıkları bulamazlar. İşte bu niyet ve amaçlara yönelik olarak Ulemaüs Sû denilen bir takım Ulema adındaki kişiler de yanlış yorumladıkları bu ayeti malzeme olarak kullanıp, yellenme de abdesti bozar safsatalarıyla mütedeyyin insanları abdest bahanesiyle Kur'andan uzaklaştırmışlar, Kur'an cahili yaparak kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir. Böylece Kur'anı bir tarafa, Müslümanları da bir tarafa koyarak birbirinden uzaklaştırmayı başarmışlardır. Ardından insanlar arasında Allah'ın bile kınadığı, yasakladığı halde, Kur'anla ilgili bilgileri verme tekelini eline alan, Fetva veren, Dinle haşır neşir olan, sakalı, cübbesi, sarığı ile öne çıkan Ruhban, Din adamları sınıfı / Dinden geçinen ve saltanat kuran zümre ortaya çıkmış, ibadet şekilleri ve kuralları onların tekelinde ve güdümüne kalmıştır.
Biz de Kur’an dışında sonradan insan eliyle oluşturulmuş, Peygamberimizin üzerine atfedilmiş, tutarsızlık ve çelişkilerle dolu uydurma hadis ve rivayetlerle adeta bir zulüm haline getirilmiş, yüz yıllardır dilden dile dolaştırılmış bu yasaklamalara, öngörülere Kur’an ayetleriyle ne denildiğine ve dinimizdeki yerinin ne olduğuna bakmaya çalışalım.
Önce kadınlara hayızlı günlerinde, abdesti olmayan Müslümanlara, abdestsiz olduğu için Müslüman olmayanlara Kur’anı Kerime el sürülemeyeceği yasağını koyup okutturmayan zihniyeti ele alalım ve bu zihniyetin İslam'a verdiği zararları ve kayıpları Kur'an doğruları ile anlamaya çalışalım. Bu yasağı ön görenler, abdesti bütün ibadetlerin önüne şart olarak koyanlar, aslında beden temizliği ile hiç ilgisi olmayan ve Kur’anda Vakıa Sûresinin 79. ayetindeki “ mutahherun " ifadesini farklı yorumlayıp ve saptırarak bu dayatmalarına delil olarak göstermektedirler.
VAKIA 75 : Artık hayır. Necmleri / parça parça inen Kur’an ayetlerini kanıt gösteririm ki, 76 : Ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıttır. 77 : Hiç kuşkusuz o şerefli Kur’andır. 78 : Saklanmış / korunmuş bir kitaptır. 79 : Layemessühü illel mutahherun / Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası temas edemez, bağlantı kuramaz. / Onunla ilişki kurup Ondan yararlanamaz 80 : O alemlerin Rabbinden indirmedir.
Ayetler grubunda, Allah tarafından indirilmiş olduğu belirtilmiş ve Kerim ( ikram sahibi ) olan Kur’an ayetleri delil gösterilerek Kur'anın büyüklüğüne dikkat çekilirken, aslında bedeni değil, kalp temizliğine yönelik, manevi kirlerden, art niyetlerden ( şirkten, cehaletten, tutuculuktan, ön yargılardan, ayetlerin inkârından, küfürden ) temizlenmiş, arınmış olanların ancak bu kitaba yöneleceği, kitaptan gerektiği gibi yararlanabileceği bildirilmektedir. Bu ayetlerin beden temizliğine dayanan abdest alma ile hiç bir ilgisi yoktur. Buna rağmen klasik tefsircilerin cehaleti veya yukarıda açıkladığımız gibi art niyetleri veya işgüzarlıkları nedeniyle, ama bilerek veya bilmeyerek gerçek anlamından saptırılarak 79. ayetteki ifadeler Diyanet Vakfı çevirileri de dahil bir çok müfessir tarafından “ Kur’ana ancak tertemiz olanlar / abdestliler, beden temizliği olanlar dokunabilir “ şeklinde anlam verilmiştir.
* Ömer Çelik Meali : Tertemiz olanlardan başkası ona dokunamaz. ( Peki hangi bakımdan tertemiz ? Kalp temizliği mi, yoksa beden temizliği mi ? )
* Elmalılı Hamdi Yazır Meali : Ona temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.
* Hasan Basri Çantay Meali : Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.
* Ömer Nasuhi Bilmen Meali : Ona tamamen temiz olanlardan başkası el süremez.
* Ali Fikri Yavuz Meali : Ona tertemiz / abdestli olanlardan başkası el süremez.
Bunun sonucunda gerek mazeretleri nedeniyle, gerekse günlük hayat içerisinde namaz dışında abdestli olmayan Müslümanların abdestsiz iken Kur’ana yaklaşmalarına, okumalarına engel olunmuştur. Böylece Kur’an uzakta tutulan, okunmayan, anlaşılmayan, terk edilmiş bir kitap haline getirilmiştir. Maalesef bu yasakla İslam'a verilebilecek en büyük zararlardan birisi verilmiştir. Halbuki ayetin orijinalinde yer alan “ La yemessühü “ sözcüğü aslında el sürmemek, dokunamamak anlamında değil, kalben temizlenmemiş / inkârcı, ön yargılı, Kur'ana inanmayan, hafife alan, dışlayan reddiyeci, alaycı olanların, zaten Kur'an ile bağlantı kuramayacağı, okumayacağı ve yararlanamayacağı anlamına gelmektedir. Mutahherun sözcüğü de Kur’anda geçtiği pek çok ayette beden temizliği olarak değil, tenezzüh, tenzih etme, manevi kirlerden arıtma ve tertemiz etme anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle “ Mutahher “ temizlenmiş / tahir kimseler ifadesinin, El Kelbi, Er Rabbi bin Enes, Muhammed bin Fudayl gibi bazı klasik Tefsircilerce, şirkten, inkârdan, ön yargıdan, kötü duygulardan arınma, kalp temizliği, manevi temizlenme olarak anlamlandırılmış olduğunu görüyoruz.
Ama buna rağmen, maalesef büyük çoğunlukla klasik tefsirciler ise “ Tam olarak bedensel temizlenmiş, hadesten ve necasetten taharet ifadesiyle, tahir kimseler ancak Kur’ana el sürebilir “ görüşü ile, Mutahher / tertemiz olmanın bedensel olması gerektiği anlayışı baskın çıkmış, neredeyse bütün ilmihal ve fıkıh kitaplarında, bu açıklamalar ekseninde yer almıştır. Halbuki Kur'anda Taharet sözcüğü maddi, bedensel kirlerden temizlenme değil, ön yargı ile Kur'ana karşı olarak reddetmek, şirk, küfür, inkâr gibi manevi kirlerden temizlenme, Kur'ana art niyetle yaklaşmamak anlamlarında kullanılmaktadır. Bu nedenle de Rabbimiz, Allah’a ortak koşan müşrikleri de, ayetlerini inkâr ederek küfre girenleri de necis / pislik olarak nitelendirmekte, Yunus 100, Tevbe 28. ayetlerinde akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakacağını belirtmektedir. İşin aslında elbette ki şirkten, inkârdan, kibirden küfürden arınamamış ön yargılı reddiyeci insanlar zaten Kur'anı okumazlar, Kur'an ile bağlantı kuramazlar ve tabiidir ki Kur'andaki bilgilere sahip olamazlar. Bugüne geldiğimizde ise hala abdestsiz olanlar, bedenen temizlenmemiş olanlar Kur'ana el süremezler şeklindeki bu anlayış, faydadan çok zarar getirmiş, insanlar Kur'andan uzaklaştırılmış, Kur’an ile Allah’ın mesajını öğrenememiş, cahil kalmışlardır. Aynı zamanda Müslüman olmayanların da Kur’an okumalarının önü tıkanmış, onların İslam dininin ana kaynağı ile tanışmalarına engel olunmuştur. Halbuki Kur’an, bütün dünya insanlarına yönelik olarak indirilmiş evrensel bir öğüt kitabıdır. İçinde nelerin olduğu, okunmadan, incelenmeden nasıl bilinecektir ? Müslüman olmayan bir kimseye “ abdest al da bu Kitabı öyle oku “ nasıl denilebilir ? Kur’anı okutmadığınız bir insanı İslam’a nasıl davet edebilirsiniz ? Müslümanların önde gelen amaçlarından biri de, bu Kitabı bütün dünya insanlarına tanıtmak değil midir ? İçinde nelerin olduğunu bilmeyen yabancıların bu yüce Kitabı, abdestli değildir bahanesiyle okumalarına neden engel olalım. Bizim haddimize midir ?
Halk kültürüne Abdest almak diye yerleştirilen kısmi ve toplam beden temizliği ile ilgili olarak Kur'anda Maide Sûresinin 6. ayeti ile Nisa Sûresinin 43. ayeti olmak üzere, sadece iki ayet bulunmaktadır. Bu iki ayet de çok ilginçtir, kayıtlara göre hicretten sonra ikinci yılda Cuma Salatının / Toplanma günü salatının konu edildiği Cuma Sûresinin indirilmesinden daha sonra Nisa Sûresinin 43. ayeti sekizinci yılda, Maide Sûresinin 6. ayeti de onuncu yıldan sonra, Medine'de nazil olmuşlardır. Bunların yanı sıra namazı farz kılan Araf Sûresinin 55. ayeti de hepsinden önce hicretin ikinci yılının ortalarında nazil olmuştur. Ama İbrahim öğretisinden kalma bir inanç ile zaten Peygamberimiz ve ona inananlar, hatta hicretten önce de müşrikler, ehli kitap olan Yahudiler ve Hristiyanlar bile kendilerine göre toplum içine çıkacakları zaman ön temizlik yapmaya çalışmaktadırlar. Bunlardan dolayı abdest dediğimiz temizlenme ile ilgili bu iki ayetin, doğrudan doğruya namazla bir ilgisinin olduğunu söyleyemeyiz. O zaman sormak gerekir. Hadislerle ortaya konmuş olan abdest almanın sünnetleri, edepleri, müstehapları tam yerine getirilmediğinde eğer namaz geçersiz olacaksa, bu ayetlerin inmesinden önce, Peygamberimizin ve Müslümanların belki de bu ayetlerden farklı olan temizlenme anlayışlarından dolayı yıllarca kıldıkları namazlar kabul olmamış mı olacaktır ? Bundan dolayı halbuki abdest dediğimiz temizlenmenin, doğrudan doğruya namazla değil, bizzat Cuma / toplanma günü destekleşmek amacıyla bir araya gelmek olan salat ve topluluk içerisine temiz çıkmak, toplum için herhangi bir işe koyulmak ile bağlantısı bulunmaktadır. Hicretten yıllar sonra, üstelik de Peygamberimizin vefatına çok az bir zaman kala nazil olmuş olan bu iki ayete bakacak olursak ;
Ezan dediğimiz seslenme ile " Hayya lessalah " denilerek yapılan davetin hemen ardından, Salata / Toplu namaza veya cuma günü dayanışma, destekleşme ve paylaşma toplantılarına katılabilmek için Nisa Sûresinin 43. ayetinde aslında içki ile aklı örten sarhoşluktan uzaklaşılmış olarak ne söylendiğinin bilinmesi ve cünupluğun ardından yapılması gereken toplu veya kısmi beden temizliği koşulu öngürülmektedir.
NİSA 43 : Ey iman etmiş kişiler ! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünup iken de yıkandırılıncaya kadar salata yaklaşmayın. / Toplum içine çıkmayın.
Bu ayetle, sarhoş olmama ve cünupluktan kurtulma, destekleşmek için yapılacak toplantıya katılma koşulu olan bu iki durum da topluluk ile yapılacak salat, paylaşma, dayanışma görüşmelerinde kontrolsüz ve ölçüsüz konuşmalarla, hoş olmayan sonuçlar yaratabilir. İnsanlar bu durumdan rahatsız olabilir. Zihni melekeleri yerinde olmayanların, topluluğa ve salata bir katkısı olamaz. Her iki öneride de görülmektedir ki öngörülen koşullar ve temizlik istemleri, Allah için değil, insanların kişisel temizlikleri ile birbirlerini rahatsız etmemeleri, kendilerinin ve toplumun sağlıklı kalması, yapılan toplantılardan veya toplu olarak kılınacak namazdan olumlu, yararlı sonuçların alınabilmesini sağlamaya yöneliktir.
MAİDE 6 : Ey iman etmiş kişiler ! Salata doğru kalktığınız / toplanmak üzere çıktığınız, yöneldiğiniz zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünup iseniz temizlik üstüne temizlik yapın. / cinsel ilişkiden sonra bütün bedeninizi yıkayın. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi tuvaletten gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da temiz topraktan yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat sizi temizlemek ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.
Ayetin orijinali " Yâ eyyühellezine amenû iza kumtüm ilâ salati " ifadeleriyle bütün iman edenlere hitap edilerek başlamaktadır. Pek tabiidir ki Kur’andan ziyade hadis ve rivayetlerin peşine düşen klasik tefsircilerin, ikame söz konusu olunca salat = namazdır kabulüne bağlı olarak, üstelik de " salat " sözcüğünün önündeki " ilâ " yakınlaştırma edatı da hiç dikkate alınmadan, adeta yok sayılmıştır. " kumtüm " ifadesi de, geçmiş zaman kipiyle verilmiş olmasına rağmen doğrudan doğruya lafzıyla " kalktığınız zaman " şeklinde olan anlama dayandırılmış, pek çok çeviri meallerinde saptırılarak, adeta katledilerek, özellikle abdestin, doğrudan doğruya namazla ilişkilendirilebilmesi için “ Namaza kalktığınız zaman “ şeklinde çevrilmiştir. Halbuki ayetin ifade kalıbından " Namaz kılacağınız zaman abdest alın " anlamı çıkmaz. Aksine namaz kılmış insanlara elin, ayağın, yüzün temizlenmesi önerisinde bulunulmuş olunur. Ayette aslında ezanla yapılan " Hayyâ lessalah " çağrısına karşılık, hemen yönelinmesi istenen salat, doğrudan doğruya namaz değil, mali ve fikri yönden toplumda destekleşmenin, toplumu aydınlatmanın, toplumun sorunlarının üstlenilmesi, giderilmesi, dine arka çıkılması için yapılan toplanma ile kamu içine, topluma çıkılacağı zaman gerekli temizliğin yapılarak bir araya gelmedir. Özellikle de Peygamberimizin uyguladığı Cuma / Toplanma Salatıdır. Bundan dolayı bu ayetle, o güne kadar medenileşememiş topluma, İslam dininin temel ilkelerinden biri olan salata ( destekleşmek amacıyla insanlar arasına katılmaya, bir araya gelmeye, toplanmaya ve ardından birlikte namaz kılmayı da bu kavramın içerisine dahil edebiliriz ) katılma vesilesiyle bireysel kısmi temizlik, hijyen ve sağlık kuralları öğretilmeye çalışılmakta, başkalarına zarar vermemek, pis ve kötü görünümle rahatsız etmemek, toplum sağlığını korumak gibi şartlarla, toplu yaşama kuralları, salatın sağlıklı ve başarılı bir şekilde icra edilmesinin hedefi öngörülmektedir. Eğer kısmi beden temizliği, salat etmenin ardından toplu veya bireysel kılınacak namaz için olarak da düşünülecekse, tabiidir ki onun da amacı yine kişinin temizliği ve sağlığının korunmasının sağlanması, başkalarına zarar vermemesi, Allah'ın huzurunda ağzından çıkanların bilincinde olması amacına yöneliktir. Buna göre ;
* Müminler bir araya gelecekleri toplantı öncesinde yüzlerini ve dirseklere kadar ellerini yıkamalı, yaptıkları kısmi temizlik ile kirli tozlu olmamalıdır.
* Başlarını ve iki topuğa kadar ayaklarını elleriyle silerek toz topraktan arındırmalıdır. Günümüzde ise saçların taranması, ayak kokularının giderilmesi, giysilerin, ayakkabıların, varsa başındaki sarığın veya herhangi bir giysinin veya örtünün temiz olması, çirkin ve dağınık bir görünümde olmamasıdır.
* Müminler salata ( Toplu namaza veya destekleşme, yardımlaşma, öğrenme ve öğretmenin paylaşılması toplantısına ) şehvetin kabarmış olduğu cünup denilen bir durumda katılmamalı, bu duygulardan arınıp ve üzerindeki olumsuz koku ve pisliklerden arınmak için de tamamen yıkanmış olarak katılmalıdır.
* Hasta yahut yolcu iken, yahut tuvaletten gelmiş iken, yahut cinsel ilişkiden sonra eğer su bulamazsa temiz bir toprağa yönelmeli ve onunla yüzlerini ve ellerini ovalayıp silmelidir. Hiç olmazsa kısmi bir temizlik yapmalıdır. ( Teyemmüm )
Ayette bütün bu söylenenlerin amacının, görünümüyle, bedenindeki pis kokularla başka insanları rahatsız etmemek, kişinin kendisinin, toplumun temizliği ile sağlıklı kalmasına yönelik olduğu çok açıktır. Bu ayete göre önerilen abdest temizliği, doğrudan doğruya Allah için değil, bizzat kulların ve toplumların sağlığı içindir. Bu nedenle abdestli olmayan bir kimse veya hayızlı olan bir kadın, ( O hal bir pislik değil, doğal olarak Allah’ın kadınlar için koyduğu geçici bir bedensel rahatsızlıktır. ) veya herhangi bir gayri Müslim, kendi başına iken hiç bir kimseyi görünümü veya kıyafeti ile rahatsız etmeyeceğine göre, istediği zamanda Kur’anı eline alıp onu inceleyebilir, ayetlerini anlayarak okuyup, Kur’an öğütlerinden yararlanabilir. Allah’la beraber olmaya, Kur'anı okuyarak Allah’ın zikrine yönelmeye, hiç bir neden ve hiç bir kimse engel olmamalıdır.
Kur’anda gusül abdesti diye bir öneri yoktur. Gusül etmek zaten bedenin tamamen yıkanması, kötü kokuların ve kirlerin bedenden atılarak su ile temizlenmesidir. Cünupluktan arınmak isteyen insan zaten vücudunda oluşmuş olan olumsuz hormon ve ten kokularını üzerinden atmak zorundadır. Bu kendi sağlığı ve başkalarını rahatsız etmemesi açısından da yapması gereken bir zorunluluktur. Bu gusül abdesti anlayışının uydurma kaynağı, Müslümanların Pavlusu denilen Ebu Hureyre’nin naklettiği “ Resulullah buyurdu ki, her bir kılın dibinde cünupluk vardır. Saçları yıkayıp deriyi parlatın. " ( Kütübi Sitte Buhari 3715. ) hadisidir.
Maide Sûresinin 6. ayetinde görüldüğü gibi, abdest dediğimiz temizlenme ile ilgili olarak, * Hastalık hali, * Yolculuk hali, * Cinsel birleşme sonucu, * Tuvaletten gelip, su bulamama gibi dört istisnai halde teyemmüm öngörülmektedir. Bu durumda toprak veya topraktan yapılma bir malzeme ile mesh ederek, yani kuvvetlice silerek cemaate, topluluğa dahil olunabilir. Peygamberimizin zamanında, bu durumda olanlara çöl ortamında çok bol bulunan kum yığınlarındaki dezenfektan özelliğine sahip olan kireçli toprakla kolların ve ayakların sıvanması önerilmiştir. Buradaki mantık da ter ve tendeki kötü kokulardan az da olsa arınarak toplum içine katılabilecek asgari temizliği sağlamak olduğuna göre, bu günkü gelişmiş olanaklarla, yine topraktan yapılmış malzemeler olan kağıt peçete, ıslak mendil ve havlular bu amacı gerçekleştirebilir. Halbuki hadislerle teyemmüm için tarif edilen uygulamalarla ellerin bir duvara üç defa dokundurularak sonra yüze sürülmesi ve ellerin ovalanması önerisi, asgari de olsa bir temizlik sağlayamaz, kişilerin kendi kendilerini kandırmasından öteye de geçmez.
Kur’an ayetlerine baktığımız zaman, fıkıh kitaplarında söz edilen ve * Gaz çıkarmak abdesti bozar. ( Buhari 110. Hadis ) * Uyku abdesti bozar. ( Buhari 130. Hadis ) * Kâbeye doğru abdest bozulmamalı. ( Buhari 118. Hadis ) hadisleriyle ortaya konan “ gaz çıkartma, uyku hali, kanama, kıble şartı gibi “ abdesti bozan şeylerden söz edilmemiştir. Temelinde uydurma olan, abdesti olmaz ve abdest tutmaz kabul edilen saçın boyası, vücuttaki dövmenin deriyi kapatmış olması, tırnağın ojesi, başın tamamının mesh edilmesi, uzuvların bir noktasının dahi su değmeden kalmaması, kaplama dişler gibi engeller yer almamaktadır. Tuvaletteki ihtiyacın giderilmesi dışında herhangi bir anda gaz kaçıran, uyuklayan veya dişi kanayan bir kimsenin, abdestle temizlenmiş olan dıştaki uzuvları kirlenmemektedir. Aklını kullanan, düşünen, Kur’an ayetlerini bilerek sorgulayan bir insan için, gaz kaçırdıktan sonra kılınması gereken bir namaz için, tekrar abdest almak, sadece vücudun görünen yerlerinin tekrar yıkanmasının mantığını, ayetteki tuvaletten gelme ifadesine dayandırarak anlatmak ve izah etmek çok inandırıcı ve ikna edici gelmemektedir. Sanki Yüce Rabbimiz Kur’anda bu ayrıntıları ve yasakları unutmuş da, birileri Onun yerine düşünmüş taşınmış, bizim yararımıza tamamlayıvermiş. Üstelik bunlar yapılırken Peygamberimizin ismi de alet edilmiş, abdest alma ile temizliğin sağlanması eylemi, ibadet anlayışının en önüne geçirilmiş, eksik olması halinde cennete girme engeline dönüştürülmüştür.
Ortaya konulan pek çok sünnet, müstehap, edep şartlarıyla da aksine abdest, adeta alınmak istenmeyen bir yapıya dönüştürülmüştür. Kur'anda Bakara Sûresinin 256. ayetinde " Dinde zorlamak ( tiksindirmek ) yoktur. " denilen Rabbimizin uyarısı tamamen gözardı edilmiştir. Kur'andaki kıble kavramının asıl anlamını bilmedikleri halde, Kâbenin bulunduğu yön zannedilerek insanlar ulu orta evlerindeki banyo klozetlerinin kıbleye dönük olmaması arayışına sokulmuştur. Bazı camilerin girişinde bulunan misvakla, üstünde oluşmuş bakterilerden haberi olmadan her gelen dişlerini silmektedir, bazıları da pislik ve bakteri yuvası haline gelmiş misvakı cebinde taşıyarak sünnet adı altında günlerce kullanmaktadır. Cami önünde kurna başında yan yana abdest alanlar da birbirlerine dirseğinin ucunun kuru kaldığı uyarısında bulunmaktadır. Ama ıslak ve mantarlı ayaklarla halıların üzerine bırakılan bakterileri ve üzerine sinmiş olan sigara ve havasız odasının kötü kokularının başkalarını rahatsız edebileceğini, zarar verebileceğini hiç düşünmemektedir.
Maalesef Müslümanlar, Kur’anın öngördüğü abdestin ve temizlik mesajının başkalarının rahatsız edilmemesi, hem kendi sağlıklarına ve hem de toplum sağlığına zarar vermemeleri olduğunu idrak edememektedirler. Halbuki sağlıklı kalmanın şartlarından biri, kişinin ağız ve vücut temizliğine özen göstermesidir. Bu özen aynı zamanda toplumun sağlığının da güvencesidir. Yine bu amaca yönelik olarak toplum yaşamında, camilerde yapılacak toplu ibadetlerde ve salat toplantılarında dikkat edilmesi gerekenler, Araf Sûresinin 31. ayetinde de " Ey Adem oğulları ! Her mescidin yanında, toplum içinde süslerinizi alın. / Temiz giyinin, yiyin için fakat savurganlık etmeyin. Kesinlikle Allah savurganları sevmez. " ifadeleriyle çok özlü mesajlarla bildirilmektedir. Ayette yer alan, “ mescit, ziynet ve israf “ sözcükleri ile Rabbimizin insanoğluna verdiği çok önemli mesajlar, mescitlerde toplu ibadet ve mescit dışındaki toplumsal yaşama adabı bulunmaktadır. Kişi her yerde ve her zaman maddi ve manevi ziynetlerini takınmalı, vakarlı olmalı, başkalarını görünümü ile, konuşmaları ile rahatsız etmemelidir. ( temiz kıyafetlerini giymeli, pis kirli olmamalı, ağır kokularla insanları rahatsız etmemeli, mescitlerde ve toplanma yerlerinde başkalarına hiçbir şekilde rahatsızlık vermemelidir. ) Kişisel ve toplumsal bütün davranışlarında Allah’ın koyduğu sınırları aşmamalı, sorumluluk içinde davranmalı, halim selim olgun ve onurlu olmalıdır. Bu mesaja uygun olarak, kişiler haramı helalleştirmemeli, helali de haramlaştırmamalıdır. Aksi davranışlar haddi aşmak olur, israf kapsamına giren davranışlar olur. Bu önerilerin hepsi de aslında bireylerin ve toplumun sağlıklı, mutlu ve huzurlu yaşamasının en önde gelen şartlarındandır.
Ama bizde maalesef Kur’anın bütün mesajları, ulema denilen klasik tefsirciler ve gelenekçiler tarafından tepe taklak ters çevrildiği için ve abdest konusu da Kur’ana göre doğru algılanamadığından dolayı, insanlarımız ve Müslüman toplumları sağlıklı olmak için, asıl gereken temizlik alışkanlıklarına büyük çoğunlukla kavuşamamıştır. Unutulmamalıdır ki Peygamberimiz, suyun çok kıt olduğu, tozun, toprağın, sıcağın, terlemenin çok bol olduğu bir bölgede, insanların hijyeni ve sağlık kurallarını bilmediği, yağlı ellerini dahi üzerine sildiği, erkeklerin sakal traşı olamadığı, sık sık yıkanmadığı, kemikle taharet etme alışkanlığının bulunduğu, tuvalet dahi kullanmadığı, henüz medeni olamamış bir topluma elçi olarak görevlendirilmiştir. Ayetlerin asıl mesajında, o toplumu medenileştirmeye, sağlıklı, temiz ve insanca yaşamaya yönelik hedefler bulunmaktadır. Abdest ayetleri ile, aslında ağız ve beden temizliklerinin bireysel ve toplumsal sağlık için önemine dikkat çekilmektedir. Buna rağmen bugün dahi toplumumuzda bu konuda gereken hassasiyet, maalesef hadislerin ve mezheplerin öngörüsünün dışına çıkamamış, asıl gerekli olan diş fırçalama, sık sık duş alma ile vücut temizliği ve sağlığını koruma alışkanlığı ve bu yolla başkalarına zarar vermeme, rahatsız etmeme sorumluluğu oluşmamıştır. Üretilmiş olan “ Temizlik imandan gelir “ özdeyişi de sadece lafta kalmaktadır. Kur'anın asıl mesajı anlaşılamamıştır. Halbuki Müslümanlar, abdest adı verdiğimiz temizlik konusunda sadece yukarıda ele aldığımız ayetler çerçevesinde sorumludurlar. Bunun dışında hadislerle uydurulmuş pek çok şarttan, yasaktan ziyade Rabbimiz, insanların temizliğini, kendi sağlıklarına ve toplumun sağlığına zarar vermeme ölçüsünde akla ve mantığa bırakmıştır. Alınması gereken abdestler Allah için değil, bizatihi insanların kendileri içindir. Kulların beden temizliğine ve ibadetine Allah'ın ihtiyacı yoktur. Allah katında temizlik denildiğinde ise Kalp temizliği ön plandadır. Bu temizlik ise elin, yüzün, vücudun su ile yıkanması ile değil, Allah’ın bize öğüt olarak indirdiği ve Peygamberimizin yegâne emaneti olan Kur’anın, doğru anlaşılarak okunup, hayatın her anı için rehber edinilmesi ile ancak sağlanabilecektir. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları ile temizlenebildiğiniz hayat sizinle olsun...!
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR