Bir uyarıcı ve öğüt olan Yüce Kitabımız Kur’anın, insanlara gerçekleri göstermek için öğüt verme yöntemlerinden biri de geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin yaşadıkları olayları, hayatlarından kesitleri, içine düştükleri yanlışları, Allah'ın insanlara vermek istediği mesaja örnek teşkil edecek olaylarla kıssalar halinde anlatmasıdır. Bu olaylar aksine bütün toplumlarda, Yahudi Hahamlarının kulaktan kulağa dolma mitolojik hikâyelerle anlattıkları, bizde de efsane, mucize gibi yüz yıllardır abartılarak masallaştırılıp anlatılmaktadır. Ancak, Kur’anın bize anlattıkları, ne mucizedir, ne masaldır, ne hikâyedir, ne de efsanedir. Kur’andaki ayetlerle ele alınan bu Kıssalar, aslında geçmişte yaşanmış, fakat daha sonra masallaştırılmış bir olayı, denk olan bir anlatımla, güncelleyerek, vermek istediği mesaja örnek teşkil edecek şekilde anlatımlardır. Kur’an, bu yöntemiyle, gerek geçmiş olaylardan ibret alınıp hisse çıkarılması ve gerekse eski toplumların hayatında yaşanan olaylar üzerinden Allah’ın değişmez Sünnetini anlamamız bakımından bize rehberlik etmektedir. Allah, Kur’anda bu kıssaları anlatırken, daha kolay anlasınlar diye bilhassa o devirdeki efsane ve masal dinlemeye yatkın olan Arap toplumunun kullandığı deyimleri ve ifade tekniklerini kullanmıştır. Ama yine de bu kıssalar, düz mantıkla bize intikal ettirilen yorumlarla, masal, hikâye, mucize kavramından öteye geçememiştir. Bundan dolayı bu kıssalarla Kur’anın vermek istediği asıl mesajın farkına varılamamış, mucizelerin, masalların, doğa üstü olayların peşine düşülmüştür. Bu çerçevede İbrahim Peygamber'in kavmi tarafından cezalandırılmak ve yok edilmek üzere, aslında yanan odun ateşinin içine atılmadığı halde, ateşin onu yakmaması ile ilgili uydurulan rivayetler de insanların aldatıldığı ve sömürüldüğü konulardan biri olmuştur.
İbrahim peygamber, yaşadığı ortamın, ailesiyle birlikte içinde bulunduğu sapkınlığın kendi çabalarıyla ve sorgulamalarıyla farkına varıp, Tevhit ( Allah’ı birleme ) inancına yönelen, Hanif’lerin ( Yanlıştan, şirkten dönenlerin ) ilk örneği olan peygamberdir. Bu nedenle Nisa Sûresinin 125. ayetinde " Ve Allah İbrahim'i halil / çığır açan, iz bırakan imam / önder edindi. " ifadesi yer almaktadır. Ama Ulema hemen buradaki " halil " sözcüğünü saptırarak " dost " yapıp İbrahim Peygambere " Halilullah " ( Allah'ın dostu ) diyerek bir çok konuda Müslümanların şirk yanlışının içine girmesinin nedeni olunmuş, bu saptırmanın ve şirkin benzeri olarak da Peygamberimize " Habiballah " denilerek Allah'ın sevgilisi yapılıvermiştir. İbrahim peygamberin başından geçenler de diğer peygamberlerde olduğu gibi, zaman içerisinde gerçeğinden saptırılmış, mitolojik hikâyelere, efsanelere ve hurafelere dönüştürülmüştür. Hayatı ile ilgili pek çok rivayet yazılmış, Yahudi Hahamlarının insanları kandırmak için uydurduğu masallar ciltler dolusu kitap oluşturmuş, bu anlatılanlar dinlerin içine sokulmuştur. Yahudilerin Tevrat, Tora, Tekvin, Talmut ismini verdikleri dini kitapları Eski Ahit ve Hristiyan inanç kitapları olan Kanonik ve Apokrif İnciller denilen Yeni Ahit kitaplarında da yer alan bu masallar, bizim inancımıza da aynen sirayet ettirilmiştir. İbrahim peygamberin diri diri ateşte yakılmak istenmesi, Yahudilerle Müslümanlar arasında tartışma konusu dahi olan kurban kesilecek evladın kim olduğu, ölmüş kuşların nasıl canlandırıldığı, küçük oğlu İsmail’in annesi ile çöle nasıl terk edildiği, çölde zemzem suyunun çıkması gibi olaylar, yüzlerce rivayetle, bizde de hadislerle zenginleştirilip inançlar haline dönüşmüş en önde gelen masalımsı, mucizevi uydurma kıssalara dönüştürülmüştür.
İbrahim Peygamberin yaşadığı zaman ve mekân hakkında Kur’anda herhangi bir bilgi yoktur. Ancak tarihi kaynaklara ve bilimsel araştırmalara göre, İbrahim Peygamber, zamanımızdan yaklaşık 4200 yıl önce, Milattan Önce ise 2200 yıllarında bugünkü Irak topraklarındaki Ur kentinde yaşamıştır. Yine tarih kaynaklarına göre o dönemde Babil devleti ve Kralı Nemrut hüküm sürmektedir. Halk çoğunlukla el sanatları, taş işlemeciliği, hayvancılık ve ticaretle geçinmektedir. Toplum materyalist / maddeci ve putperest bir inanca sahip olup, hayatlarının asıl amacı, mal ve servet yığmak ve eğlenmek idi. Putlara taparlardı. Ay tanrısı, Güneş tanrısı, Yer tanrısı, Gök tanrısı putlarının önünde dua ederler, kadınları tanrılara kurban ederlerdi. Din adamları da tapınakta toplanan kadınlardan istifade eder, fahişelik yaptırırlardı. Kral ülkeyi Tanrı Nannar adına yönetiyordu. Allah'ın yerine başka tanrılara tapmak olan Şirk, İbrahim’in kavminin çok tanrıcı ibadetlerinin temeli basit bir dini inanç değil, aynı zamanda kraliyet ailesinin, soyluların ekonomik kültürel, siyasal ve sosyal egemenliklerinin güvencesiydi. Üstelik İbrahim peygamberin babası Azer de saray soylularından olup, yapılan ve tapılan putların sorumlusu idi. Bu nedenledir ki Tevhit inancına kavuşabilen İbrahim peygamberin Kur'anda Enam Sûresinin 74. ayetinde " Ve hani İbrahim, babası Azer’e “ Sen putları tanrılar mı ediniyorsun ? Şüphesiz ben seni ve toplumunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum. “ demişti. " ifadeleriyle belirtildiği mesajı ile yaymaya başlamasının ardından, bunu kendi kurdukları sömürü düzenine bir saldırı olarak gördüklerinden, halk, soylular, din adamları sınıfı ve Nemrut hep birlikte onun sesini kesmek için ayağa kalkışmışlar ve bu düzen karşıtlığı nedenleriyle böylece İbrahim peygamberin Kur’anda anlatıldığı gibi keskin Tevhit mücadelesi başlamıştır.
Kur’an ayetlerinde bildirildiğine göre, İbrahim peygamberin zihinsel gelişim aşamaları dikkate alındığında, O’nun da bir dönem şirk bataklığında kaldığı, ancak dış dünyadaki Allah’ın yaratmış olduğu ve hepsi de birer ayet olan, yer, gök, güneş, ay ve yıldızları aklını kullanarak, sorgulayarak tetkik etmesi sonucu, Tevhit aydınlığına ulaştığı görülmektedir.
ENAM 75 : Ve Biz kanıt elde etmesi ve kesin inananlardan olması için İbrahim’e göklerin ve yerin mülkiyeti ve yönetimini böylece gösteriyorduk. 76 : Bu nedenle İbrahim üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü. “ Bu benim Rabbimdir “ dedi. Sonra yıldız batınca, “ Ben batanları sevmem “ dedi. 77 : Sonra Ay’ı doğarken görünce de “ Bu benim Rabbimdir, bu daha büyük “ dedi. 78 – 79 : Sonra güneşi doğarken görünce de “ Bu benim Rabbimdir, bu daha büyük ” dedi. Sonra da batınca, “ Ey toplumum ! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Kesinlikle ben hanif ; / Batıl inançlardan Tevhide dönmüş biri olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene, yok edecek olana çevirdim. Ve ben ortak koşanlardan değilim “ dedi.
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre İbrahim Peygamber, yer ve gök bilimlerine ait bir takım bilgilerle donatıldıktan sonra, tabiat olaylarını ve özellikle de gökteki yıldızları, Ay’ı ve Güneş ‘i incelemiş, yaptığı gözlemler sonucunda düşüncelerinde bazı karışıklıklar olmuş, ama azmi ve çabası sayesinde ve aklıselim ile Tevhit inancına ulaşmıştır. Kur’an, ayetlerle konuyu bize aktarırken süre ve gelişme ayrıntısına girmemiştir. Elbette ki bize ayetlerle temsili olarak kısa ve öz cümlelerle anlatılan bu olaylar, İbrahim'in inanç ve duygu değişimleri arka arkaya bir günde olmamıştır. Mutlaka İbrahim peygamberin bu sonuca ulaşmasında bir hayli sıkıntılı, inişli, çıkışlı bunalımlı geçen ve o inançlarla yaşadığı zamanları olmuştur. Enam Sûresinin bu ayetlerinde ve bundan sonraki ayetlerinde de Hanif İbrahim’in toplumu ile olan Tevhit mücadelesi çok ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır. Hanif sözcüğü şirkten, Allah'ın yanına aracılar ve ortaklar veya başka tanrılar edinmekten kurtulup Allah’ın birliği, Tevhit ( La ilâhe illallah ) demenin bilincine ve inancına ulaşan demektir. Hanif İbrahim’in toplumu ile olan mücadelesi Saffat, Ankebut, Enbiya Sûresinin 51 – 72. ayetleri arasında çok genişçe anlatılırken 68. ayette, artık İbrahim peygamber’in anlattıklarından rahatsız olan Nemrut ve yandaşlarının onun ateşe atılmak istenmesinden, yandırılmasından söz ettikleri dile getirilir.
ENBİYA 68 : Toplumu “ Eğer yapanlarsanız, şunu yandırın / ateşe verin, sıkıntıya sokun ve tanrılarınıza yardım edin “ dediler. 69 : Biz, “ Ey ateş ! İbrahim’e karşı soğuk ve güvenli ol “ dedik. 70 : Ve ona bir düzen kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla zarara / kayba uğrayıp acı çeken kimseler yaptık.
SAFFAT 97 : Onlar : “ Şunun için bir duvar yapın / ambargo uygulayın da, bunu çılgınca yanan ateşin / aşırı sıkıntının içine atın “ dediler. 98 : Onlar İbrahim’e tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik.
ANKEBUT 24 : Sonra İbrahim’in toplumunun cevabı yalnızca “ Onu öldürün veya yandırın / ileri derecede sıkıntıya sokun “ demeleri oldu. Sonra da Allah O’nu ateşten / sıkıntıdan kurtardı. Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için alametler / göstergeler vardır.
Ayetlerin orijinalinde “ harriguhu “ ifadesi yer almaktadır. Bu ifade meallerde genellikle “ onu yakın “ olarak çevrile gelmiştir. Bu sözcüğün mastarı olan “ tahrig “ ateşlendirme anlamıyla Türkçeye de geçmiştir. Bir de kışkırtarak harekete geçirmek anlamında “ tahrik “ sözcüğü vardır. Tahrik, aynı zamanda “ ateşin bir şey üzerinde etkisi “ demektir. Hastalık nedeniyle gözdeki yanma, hastalık nedeniyle duyulan sızı, bitkilerin güneşten yanması, acı ve tuzlu şeylerle ağzın yanması bu sözcükle ifade edilir. Bu durumda bu sözcük “ sıkıntı verme, eziyet çektirme, mahvetme “ anlamlarında da kullanılır. Nitekim Türkçede de belaya, sıkıntıya düşüldüğünde “ ben yandım, bittim, mahvoldum “ denildiği gibi ani bir sıkıntı geldiğinde de “ yandım anam “ denir. Ankebut Sûresinin 24. ayetinde de “ Onu öldürün, veya tahrig edin / yandırın “ ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeye göre İbrahim’e iki cezadan biri verilecektir. Tahrig eyleminde İbrahim’in öldürülmesi söz konusu değildir. Onu öldürmeyip mahvedeceklerdir. Enbiya Sûresinin 70. ve Saffat Sûresinin 98. ayetlerinde de toplumunun İbrahim’i “ tahrig “ ten sonra tuzak kurmak için plan yaptıkları dile getirilmektedir. Eğer İbrahim’i yakıp öldürecek olsaydılar tuzak kurmak için plan yapmalarına gerek olmazdı. Zaten Kur'anın hiç bir ayetinde O'nu ateşe attılar, ateş de onu yakmadı diye bir ifade yoktur. Onlar İbrahim’e nasıl eziyet edebiliriz, nasıl sıkıntı çektirebiliriz ve onu nasıl saf dışı bırakarak mahvedebiliriz diye plan kurmuş olabilirler. Kur’anda “ cahim “ ve “ nar “ sözcükleri de her zaman gerçek anlamlarında “ ateş “ olarak kullanılmaz. Mecazi olarak sıkıntı anlamında kullanılır. Yine pek çok ayette Cehennem ateşi denildiğinde, Cehennem azabı anlatılmak istenir. Dolayısıyla bu ayetlerde sözü edilen “ ateşe “ atın, yandırın ifadeleri de İbrahim Peygamberin düz mantıkla yanan odun ateşinin üzerine atın anlamında değil, onu sıkıntılara sokun, ambargo uygulayın, ona eziyet edin anlamlarına gelmektedir. Nitekim inanmayanlar bütün peygamberlere bu tür eziyetler ettikleri gibi bizim Peygamberimize de ambargolar uygulamış, toplumdan tecrit etmiş, hakaretler etmiş, yalnız bırakmış ve ölüm tehditlerine kadar zulmü ileri noktalara götürmüşlerdir. Aynı tür muamelelere maruz kalan İbrahim peygamber de sonunda aynen bizim peygamberimiz gibi yurdundan ayrılıp Mısır'a hicret etmek zorunda kalmıştır. İbrahim peygamberin hayatındaki pek çok olay masallaştırıldığı gibi, rivayetçiler bu olayı da yüzlerce rivayetle allayıp, pullayıp kendi menfaatlerine malzeme yapmışlardır. Klasik eserlerde İbrahim Peygamberin saçmalıklarla dolu ateşe atılma efsanesinden bir örneği ele alıp değerlendirelim ;
“ Dediler ki : O’nu ateşte yakın ! Bir rivayete göre bu sözü söyleyen kişi Pers bedevilerinden, çölde yaşayan göçebelerden biridir. Bunu ibni Ömer söylemiştir. Denildiğine göre adı da Heyzer imiş. Allah onu yerin dibine geçirmiş ve kıyamete kadar batmaya devam edecekmiş. Bir diğer görüşe göre bu sözü söyleyen, onların hükümdarı Nemrut imiş. İbrahim’i ateşte yakmak suretiyle de “ ilâhlarınıza yardım edin “ çünkü o onlara dil uzatmakta, onları ayıplamaktadır. Nakledildiğine göre Nemrut seksen arşın yüksekliğinde ve kırk arşın eninde büyük bir köşk inşa etmişti. İbn İshak dedi ki : Bir ay boyunca odun topladılar, sonra ateş yaktılar. Ateş alev aldı ve gittikçe alevi arttı. Öyle ki etrafından uçan bir kuş geçecek olursa saçtığı sıcaklığın etkisiyle yanıyordu. Sonra İbrahim’in ayaklarını bağladılar. Elleri de boynuna doğru bağlanmış olduğu halde mancınığa yerleştirdiler. Denildiğine göre o gün mancınığı onlara yapan iblis olmuş. Semavat, arz ve onlarda bulunan bütün melekler ve bütün yaratıklar ( insanlar ve cinler müstesna ) tek bir ses halinde “ Rabbimiz “ diye feryat ettiler. Bu yeryüzünde İbrahim’den başka sana ibadet eden kimse yok, senin uğrunda ateşe atılıp yakılacak. Ona yardımcı olmak üzere bize izin ver. Yüce Allah şöyle buyurdu : “ Eğer sizden herhangi bir şeyin yardımını ister, yahut yardıma davet edecek olursa, ona yardım edin. Bu hususta Ben ona izin verdim. Eğer benden başkasına dua etmeyecek ve çağırmayacak olursa onun halini en iyi bilen Benim, onun dostu ve yardımcısı da Ben olacağım. “ İbrahim’i ateşe atmak istediklerinde, henüz o daha havada iken, su hazinedarı olan melekler ona gelip, Ey İbrahim dediler. Dilersen ateşi su ile söndürebiliriz. O, benim size bir ihtiyacım yok, dedi. Rüzgârla görevli olan melek ona gelip, Dilersen ateşi uçururum, dedi. Yine hayır dedi. Sonra başını Sema’ya kaldırıp, “ Allah’ım Sema’da olan biricik İlâh sensin. Yeryüzünde de yapayalnız olan benim. Benden başka Sana ibadet eden kimse yok. Allah bana yeter. O ne güzel vekildir. ” ( Taberi I. 236, İbn'ül Esir I. 96 )
Ubeyde bin Kab’ın rivayetine göre ; Peygamberimiz şöyle buyurmuştur : “ İbrahim’i ateşe atmak üzere el ve ayaklarını bağladıklarında Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim, ey alemlerin Rabbi, Hamd yalnız Senindir, mülk yalnız senindir, Senin hiçbir ortağın yoktur “ dedi. Sonra onu mancınık ile uzak bir mesafeden attılar. Cebrail onu karşıladı ve “ Ey İbrahim dedi. Bir ihtiyacın var mı ? O, sana bir ihtiyacım yok dedi. Cebrail o halde Rabbinden iste, deyince şöyle dedi: O’nun halimi bilmesi, O’ndan dilekte bulunmama gerek bırakmıyor. Bunun üzerine söz söyleyenlerin en doğru sözlüsü olan Yüce Allah şöyle buyurdu : Ey ateş ! “ İbrahim’e karşı serin ol “ Kimi ulema, bu ifade ile ilgili olarak : Allah o ateşte hararetini kaldıracak bir soğukluk, soğukluğunu da kaldıracak bir hararet yarattı. Böylece ateş onun için bir esenlik oldu. Ebul Aliye dedi ki : Eğer serin ve selamet ol dememiş olsaydı, ateşin soğuğu hararetinden daha fazla olurdu. Bu soğukluk ebediyete kadar devam ederdi. Kimi ulemaya göre de Yüce Allah cennetten bir yaygı indirdi ve onu Cahim’de yaydı. Allah, Cebrail, Mikail, soğuk meleği ve selamet meleği gibi melekleri indirdi. Gibi bu konuda daha pek çok değişik yorum ve zanlar sıralanmaktadır. Yine Kab, Katade ve ez Zühri rivayetlerinde de : O gün zehirli kertenkele dışında, İbrahim’in ateşini söndürmeye çalışmamış hiç bir hayvan kalmadı. Bu zehirli kertenkele ona karşı üstelik de bizzat ateşi üflüyordu. İşte bundan dolayı Resulullah öldürülmesini emretmiş ve ona ( küçük bozguncu ) adını vermiştir. Rivayetçilerin kimi İbrahim’in on altı, kimi de yirmi altı yaşında ateşe atıldığını iddia etmişlerdir. Bu olayla ilgili Nemrut’un akıbeti hakkında da pek çok hikâye anlatılmış, kimi Allah’ın onun üzerine sivrisineği musallat ettiğini, burun deliğine girerek yıllarca beyninde vızıldayarak ona eziyet ettiğini, demir bir tokmakla kafasına vura vura azap çektiğini nakletmiş, kimi de sineklerin istila ederek Nemrut ve arkadaşlarının atlarını parıldayan kemik haline dönüştürdüğünü nakletmiştir. ( Buhari Tefsir 13 )
Bu anlatılan hikayelerin tümü elbette ki zanlara ve hayal gücüne yönelik gerçek dışı ve tam Holivut sinema senaryosu gibi Kur’an dışı olan masallardır. Anlatanların ve bunlara inananların, Allah'ın koyduğu Fizik, Kimya, Biyoloji kanunlarından, kural ve hükümlerden, Sünnetullah'tan ve Kur'andaki gerçek melek, şeytan, iblis kavramından ve anlatım tekniklerinden haberlerinin bulunmadığı çok açıktır. Gerçekte İbrahim Peygamberi elbette ki odun ateşi üzerinde yakmaya kalkışmamışlardır. Kur'anın hiç bir ayetinde de ateş onu yakmadı, ateşe atıldı, ateşten çıktıktan sonra gibi ifadeler bulunmamaktadır. Eğer gerçekten ateşe atılıp ve ateşin de İbrahim peygamberi yakmadığı görülmüş olsaydı, o zaman insanların gözü önünde bir mucize gerçekleşmiş, bunun ardından Nemrut'un da davete biat etmiş olması gerekirdi. Halbuki O’na eziyetler etmek, sıkıntılara sokmak için tuzaklar kurmaya yönelik planlar yapmışlardır. Bu baskılardan ve iklimsel kıtlıklardan sonra da Tarihi kaynaklara göre, İbrahim Peygamber de en sonunda ülkesinden hicret etmek zorunda kalmış, önce Mısır’a daha sonraki yıllarda da Kenan iline göç etmiştir. Daha sonraki yıllarda ikisi de peygamber olan İshak ve İsmail isminde iki oğlu olmuştur. Evet İbrahim Peygamber’i gerçek anlamdaki ateşte yakmamışlardır, bilakis Allah’ın inayeti ile O, oğlu İsmail ile birlikte Mekke’ye gelerek Tevhit inancının ilk okulu olan Kâbe’yi ( Mescidi Haram’ı ) inşa ederek, dünya durdukça bütün insanlığa ışık olacak olan, Tevhit inancının ateşini tutuşturmuştur. Tevhit inancının ilk öğretmenleri olmuşlardır.
Tarih boyunca ilkel kavimlerde ateşin korunma, ısınma, aydınlanma, yiyecekleri pişirme, madeni eritme gibi çok önemli işlevleri olmuştur ve insanlar tarafından da aynı zamanda dört elementten biridir denilip tapılan bir ilâh yerine konulmuştur, kurban edilmek üzere insanlar, kadınlar ateşe atılmışlardır. Peygamberimiz zamanında da bir takım putlar ilâh diye Allah'a ortak edilmiş, bugün ise Evliya, Veli, Mürşit, Gavs Hazretleri, Kutbul Aktab denilen Tarikat Şeyhleri, Tasavvuf ile aslında bir ateş, enerji olan Allah'ın nurunu üzerilerinde taşıdıkları inancıyla, Allah'ın yetkilerini kendi üzerilerine aktarmışlardır. Bugün hala dünyada ateşe tapan Mecusiler, ateşin dünyadaki bütün kötülükleri yok edeceğine inanıp ölülerini yakan kültürler bulunmaktadır. Peki biz Müslümanlar ateşe tapmadığımız halde, masala dönüştürülmüş olan ve ateşe atılma konusunu içinde bulunduran İbrahim Peygamber kıssası ayetlerinden ne gibi bir hisse çıkartmalıyız ? Gerçekte bize vermek istediği mesaj ne olabilir acaba ? Enbiya Sûresinin 69. ayetindeki ifadelere dikkat ettiğimiz zaman da ateşe “ Ey ateş ! İbrahim’e karşı soğuk ve güvenli ol “ diye emir verildiğini görüyoruz. Bize göre işte mesaj budur. Emir alan ve yaratılmış olan hiç bir şey tanrı / ilâh değildir. Ateş de Tanrı olamaz, Tanrısal bir güç değildir. Allah'tan başka canlı veya cansız ilâh diye bir şey yoktur. Buna benzer şekilde hiç bir yaratılmış kimse, Veli, Evliya, Gavs Hazretleri kendisini tanrı yerine koymaya kalkmasın, kimse de onların peşine düşüp, Allah'tan başka Allah'ın yaratmış olduklarından yardım istemesin !... Eğer Kur'andaki kıssalar düz mantıkla ele alınmaz da, masal olmaktan kurtarılırsa, işte o zaman Kur'an hayatın içinde, hayatı olumlu yönde dönüştüren ve yönlendiren gerçek bir güç olur. Sadece Allah'a ve Kitabı Kur'ana yönelenler, O'nu doğru anlayanlar olarak, Kur'anın doğruları, Allah'ın selamı ve rahmeti ile, hem bu dünyada hem de Ahiret hayatında sıkıntılardan, Cehennem ateşinden ve azabından kurtulabilenlerden olabilmeniz dileğiyle ! ...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR