Dinimizin temel ve yegâne kaynağı olan Yüce Kitabımız Kur’anda, çokluktan kinaye olarak dünyamızın içinde bulunduğu Evrenin ve uzayın azametini, zenginliğini ve büyüklüğünü ifade etmek üzere “ Yedi kat gök “ , Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve bu nedenle de Cennete giremeyecek olan kâfirlere öğüt olması bakımından kullanılan bazı mecazi anlatımlar için de “ Gökte açılmayacak kapılar “ gibi ifadelerin yer aldığı ayetler bulunmaktadır. Tabiidir ki pek çok ayette olduğu gibi ilkel koşullarda, bilim ve teknolojinin gelişmemiş olduğu, dünyanın yuvarlak olduğunun dahi bilinmediği dönemlerde, klasik ve gelenekçi müfessirlerin tefsirleri ile, söz konusu ayetlerde de düz mantıkla aynen kabul edilerek yapılan yorumlarla, bu ifadelere bağlı olarak pek çok yanlış algılamalar ortaya konmuştur. Ardından bu değişik ve yanlış kabullere bağlı olarak, Kur'anın tabiriyle " Ulemaüs sû " denilen " Kötülük Uleması " tarafından rivayetler, masallar uydurulmuş, bunlara istinaden kafalarda oluşmuş değişik sorular da ortaya çıkmıştır. Bir çok konuda olduğu gibi “ yedi kat gök “ konusunda da aslında insanların masallaştırdığı inançlarını, zaten yanlış ve hurafe olan bilgilerini ele alarak, Kur’anın kendi mesajlarını uygun ifadelerle anlatma özelliği, maalesef Arap dil kurallarını, örfünü, Evrenin gerçek yapısını ve işleyişi için, Allah'ın koyduğu ölçü, kanun, kural ve ilkelerini, Sünnetullahı bilmeyen çoğunluk Ulema tarafından dikkatlerden kaçırılmaktadır. Bunun sonucunda da Müslümanların çoğunluğu, yine Kur’an ayetlerini masallaştırma hastalığının pençesinde, pek çok yanlış inancın peşinden götürülmektedir. Üzücü ve endişe verici olanı ise bilimin ve teknolojinin bugün geldiği noktadan sanki haberleri yokmuş gibi, bazı ilâhiyatçı Prof. Öğretim görevlilerinin dahi bu masalımsı ve saçma kabullerin hala öncülüğünü yapmakta olmalarıdır.
Biz gökler ve “ yedi kat gök “ konularının ele alındığı Kur’an ayetlerinin analizine geçmeden önce Müslümanların çoğunlukla inandırıldıkları, bu konuda peşinden gittikleri ve istismar edildikleri, Kur’an dışında uydurulmuş olan bir çok rivayetten birini, İlim ve Tasavvuf. com linkinde “ Yedi Kat Göklerin Sırları “ başlığı altında kaleme alınmış fantezi ve masallaştırılmış anlatımları ana hatlarıyla bir görelim.
* Kur’an ayetlerine göre “ yedi kat gökler “ Hakk Teala’nın yarattığı Gök aleminin yapısıdır. Bu Gök alemi yedi tabakadan oluşmakta ve birbiri üzerinde bulunmaktadır. Bir hadisi şerifte Peygamberimizin ( s.a.v ) bildirdiğine göre “ Gerek gök ile yeryüzü arasında ve gerekse de bütün gök katları arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Her gök katının yüksekliği de yine beş yüz yıllık uzaklıktadır. “ ( Tirmizi Tefsir 57.) denmektedir. Her göğün bir kapısı vardır, bu gök tabakalarına bu kapılardan girilir. Kapılarda meleklerden bekçiler vardır. Araf Sûresinin 40. ayetindeki “ Ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve / halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi ancak izni olanların bu kapılardan girmelerine müsaade ederler. Beytü’l Mamur göğün yedinci tabakasındadır. Beytü’l Mamur’un dört direği vardır. Bunların biri kırmızı yakuttan, biri yeşil zebercetten, biri beyaz gümüşten ve ötekisi de kırmızı altındandır. Akik taşından yapılmış Beytü’l Mamur’a her gün yetmiş bin melek girer ve kıyamet gününe kadar bu meleklerin hiç biri geri dönmez. İbn i Abbas rivayetine göre yedinci kat çatısının üstünde “ Arş ür Rahman’ın “ bulunduğu “ Kürsi “ vardır. Bütün faydalanılan yıldızlar, yedi gezegen hariç bu kattadır. Yedi gezegen ise göğün yedi katına dağılmıştır. Hikmet Ehli’nin bildirmesine göre de 1. Kat gök sütten beyazdır, adı “ Rakıa “ dır. 2. Kat gök nur gibi parıldayan demirdendir, adı “ Redyum “ dur. 3. Kat gök bakırdandır, adı “ Melekut “ tur. 4. Kat gök beyaz gümüştendir ve adı “ Zahire “ dir. 5. Kat gök kırmızı altındandır, adı “ Müzeyne “ dir. 6. Kat gök nur parıltılı bir cevherdendir, adı “ Halise “ dir. 7. Kat gök kırmızı yakuttandır, adı “ Labiye “ dir. “
Ehli Sünnet denilen ekol inançlarının temeline malzeme yapılan Araf Sûresinin 40. ayetindeki ifadelerle, aslında Arap örfüne göre halk arasında kullanılan deyimler ve inançlar olduğu halde ve bu inançlara göre Ahiret hesabının görüleceği mahşer gününde Cennete girebilecek veya giremeyecek kişiler için uyarılar mecazi olarak anlatılmakta ise de, yine bu rivayetçi çevrelerce düz mantıkla yapılan yorumlar ve kabullerle göğün tabakalarının kapıları devreye sokulmuş, gerçekmiş gibi de bu saçma inançlarına delil olarak gösterilmiştir. Bizde de şair " Gönül kapım sana açık " dediği zaman gerçekten gönlün, duyguların kapısı mı vardır ? Bu rivayetçi efendiler acaba izin aldılar da, kapılardan geçtiler ve gidip geldiler de gök katları arasındaki beş yüz yıllık mesafeyi yaya olarak mı ? Deve yürüyüşü ile mi ? Yoksa uçağın, roketin hızıyla mı ? ölçmüşlerdir. Her kapıya yerleştirilen aslında olmayan uydurma bekçi melekleri dedikleri de Allah'ın yarattığı kanun ve hükümlerini gerçekleştiren, maddesel ve fiziksel üç boyutlu yapıda olmayan gözle görülemeyen, elle tutulamayan, doğadaki enerji güçleri olduğu halde acaba sayılarla ifade edilebilen, insanlar gibi konuşabilen, üç boyutlu ontolojik ve nesnel bir varlık olarak mı ? düşünmektedirler. Kur'anda doğa güçleri ve enerji değişimleri olarak anlatılan melek kavramının, sıraladıkları demir, bakır, gümüş, altın elementlerinin normal koşullarda kimyasal yapılarının katı halde ve gerçekte ne olduğunu bilmedikleri de belli olmaktadır. ( Kur'anda Melek Kavramı başlıklı yazımızda, Melek konusunda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. )
Kur'anda İsra Sûresinin 1. ayetinde yer alan Mescid i Aksa ifadesini olduğundan farklı bir şekilde algılayıp saptırdıklarından dolayı Beytü'l Mamur, onlara göre Mekke'den gökyüzüne yükseltildiğine, göğün çatısında, Uzayın sınırında, Kâbe’nin hizasında bulunduğuna inandıkları en bakımlı mamur ev, en uzaktaki Mescittir. Böylece mekândan münezzeh olan Allah'a uzayda bir mekân, bir kürsü, taht belirlemektedirler. Arap inanç kültürü Vahabiliğin temel kökenini oluşturan Sünniliğin kurucusu Ahmet bin Hanbel'in, Allah göklerdedir demesi, buna inanmayanların dinden çıkacağının belirtilmesi, Müslümanların inançlarının başlangıcında bugün egemen olan yanlış bir kabul olmuştur. Oysa bu konudaki yanlış inançlar Kur'anda bir çok ayette dile getirildiği gibi, Zuhruf Sûresinin 84. ayetinde " Ve O, gökteki ilâh olandır ve yer yüzünde ilâh olandır. " Yine Mücadele Sûresinin 7. ayetinde " Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın bildiğini görmedin mi ? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. " denilerek halbuki Allah'ın göklerde, yeryüzünde ve her yerde olduğu dile getirilmektedir. Üstelik dünya " Kötülük Ulemasının " inandırdığı gibi düz ve bir tepsi gibi değil ki, bilakis yuvarlak ve bütün gök cisimleri gibi sürekli olarak dönmekte, Samanyolu Galaksisinin içerisinde sadece bir bölümünü oluşturan güneş sisteminin bir uydusu olarak yol almaktadır. Güneş sistemindeki gezegenler de yedi tane değil, dünya ile beraber dokuz tanedir ve hatta onuncusu da keşfedilmiştir. Güneş sisteminden başka diğer Galaksiler ve Uzay da sabit durmuyor ki Kâbe'nin gökyüzündeki hizası bulunsun ! Bunu hangi uzay aracıyla ve nasıl tespit edebildiler ? Bilim adamlarının " En gelişmiş teknolojiyle dahi olsa, sonsuz gibi görünen Evrenin ancak yüzde üçüne ulaşılabilir " dedikleri halde, yoksa doğrudan doğruya Yaratıcıdan öğrenilen ilim ve amel sahibi olduğuna inandıkları ve Ehli Hikmet Evliya dedikleri bu efendiler, Evrenin, Uzayın çatısına mı çıkabilmişler, tayyi mekân yetenekleri ile acaba sürekli uzaya gidip gelmekte midirler ki, Beytü'l Mamur dedikleri uzayın en üst katmanındaki ev ile ilgili bu kadar saçma ve temelsiz ayrıntıyı görmüşler gibi aktarmaktadırlar. Yoksa bütün bu kırmızı, beyaz, yeşil kerametler, onlara üstleri açık yattıkları uykularında, rüyalarında ilhamla mı gösterilmiştir ?
Bu anlatılanların inancına bağlı olarak da Buhari 1042. rivayetiyle Muhammed Peygamberin gök yüzünde arşın sınırında, Sidret i Münteha dedikleri yerde, Allah’ın katına miraca çıkarıldığı, gök katmanlarında meleklerin ve ölmüş peygamberlerin ruhlarının bulunduğu, her katmanın giriş kapısında bekçi meleklerin izin verip vermemesi konusundaki karşılıklı konuşmalar, olmayan Cebrail meleği ve Peygamber'le her katta ölmüş peygamberlerin görüşmeleri, gök yüzünde inşa edilmiş mescitler ve oralarda kılınan namazlar, diyaloglar en ince ayrıntılarına varıncaya kadar uzun uzun anlatılır. Yine bu konularda değişik versiyon ve senaryolarla en ince ayrıntılarına varıncaya kadar anlatılan saçmalıklar, bir çok ayetle beraber Neml Sûresinin 65. ayetinde de " De ki : “ Gaybı / Göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği, Allah’tan başka kimse bilemez. " Ve onlar ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar. " ifadeleriyle yapılan uyarılara rağmen İslam’dan tamamen farklı ve Kur’anın dışında oluşturulan Tasavvuf Dininde Ehli Şuhut / Allah’ın lütuf ve ihsanı ile gayb alemine ait hakikatleri bilen ) denilen, kendilerini Allah'ın yerine koyan, küfre, şirke girdiklerinin bile farkında olmayan Ricalü'l Gayb / gayb erenleri, Gavs Hazretleri unvanlı Mürşitlerin, Velilerin, insanları istismar eden uydurma hikâyeleri Celeleddin Rumi Mesnevi, İbn ül Arabi Fisus ül Hikem, İmam Gazali Kalplerin Keşfi, İmam Rabbani Mektubatları eserlerinde ciltler dolusu kitaplarla yer almaktadır.
Ülkemizde Tarikat ve Cemaatler, Kur'anda İsra Sûresinin 1. ayetinde Peygamberimizin bir gece " Mescid i Haram'dan, Mescid i Aksa'ya " yürütüldüğünün belirtildiği ifadesine dayanarak ve saptırarak önce Kudüs'teki Mescid i Aksa'ya, daha sonra da yedinci kat göğe ve oradaki Beytül Mamur denilen Mescid i Aksa'ya götürülerek miraca çıkartıldığına, bazıları bu olayın mucize, bazıları da aslında bir mucize olmadığına, Peygamberimizin de Peygamberliğinden emin olduğu için mucizeye ihtiyacının olmadığına inanmaktadırlar da, yine de Kütübi Sittede yer alan, kütüğün yürüdüğü, duvarın konuştuğu gibi yüzlerce saçma ve uydurma peygamber mucizelerinin ardından gitmektedirler. Bu bağlamda örneğin, yine bu saçma kabullerin, inançların doğrultusunda kendisine yöneltilen “ Hocam ! dediğiniz gibi mucizeler taklit edilemez. Miraç hadisesi de peygamberliği ispat nevinden bir mucize olmadığına göre, zaman içerisinde 7. kat göğe de çıkılma ihtimali olabilir mi ? Eğer böyle bir şeyin olma ihtimali varsa, ölmeden önce Cennet ve Cehennem görülebilir mi ? Zira Hz. Peygamberin Cennet ve Cehennemden bahsettiğini görüyoruz. “ sorusuna, bir Cemaat içerisinde önder olarak bulunan, üstelik de Akademisyen Prof. olan bugünün ünlü bir ilâhiyatçısının Süleyman Vakfı İrşad programları çerçevesinde " Miraç Konusundaki Yorumu " ile video konferans olarak verdiği aynı minvaldeki açıklamalarına bir bakalım !
“ - Cennet görülür mü bilmem ama Cehennemin görülebileceğini Cenabı Hakk bildiriyor. Tekasür Sûresinde diyor ki, keşke siz bunu ilmel yakın olarak bilseydiniz, Cehennemi elbette bu dünyada iken şu gözünüzle görürdünüz. Sonra zaten gözünüzle bu dünyada da göreceksiniz diyor. Tabii bu manevi görme olduğu anlaşılıyor. Bizim kitaplarda miraç, mucize diye anlatılır. Halbuki mucize birisine peygamberliğinin ispatı için anlatılır. Peygamberimiz ise kendisinin peygamber olduğundan şüphe etmiyordu. ( Ama burada biz araya girelim ! Değerli hocam, müşrikler şüphe ediyorlardı ve inanmıyorlardı, sürekli de Peygamberimizden İsra Sûresinin 93. ayetinde ayrıntılarının belirtildiği gibi mucizeler göstermesini istiyorlardı. Üstelik de Kur'an ayetlerinde mucizelerin sadece Allah katında olduğunun belirtilmesine rağmen diğer peygamberlere mucize gösterme yeteneğinin verildiğinden siz emin misiniz ? Örneğin Musa'nın asasını yılan yaptığı, denizi yardığı, İsa'nın gerçek ölüleri dirilttiği, Yunus'u balığın yuttuğu masallarına siz inanıyor musunuz ? ) Miraca götürülmesi de başkaları için değil, sadece kendisi içindi. Ne diyor Allahü Teala, İsra Sûresinin 1. ayetinde “ Sübhanelleziy isra biabdihi leylemminel mescidil harami ilel mescidil aksalleziy barakna havlehu linuriyehu min ayatina innehû huvessemiul basiyr. “ ( Kulunu bir gece, kendisine ayetlerimizden gösterelim diye, Mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürüten, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. O en iyi işitendir, en iyi görendir. ) ifadeleriyle yani en uzak mescide, 7. kat Semadaki Mescide, Peygamberden 50 yıl sonra yapılmış Kudüs’teki Mescit değil, Beytü’l Mamur’a !.. neden ? ayetlerimizin bir kısmını gösterelim diye götürdü !. Kime ? Peygamberimize ! Peki diğer peygamberlerin mucizeleri kime gösteriliyor ? İnsanlara onun peygamberliğini ispatlamak için. Ama bu, Peygamberimizin kendisine gösteriliyor. Necm Sûresinde de Allahu Teala ne diyor ? O Muhammed Rabbinin en büyük ayetlerinden gördü. Nerede ? Sidreti Münteha’nın / son sınırdaki Semanın yanında gördü. Onun yanında da Cennetü’l Meva var. Bu kardeşimiz de onu soruyor. Oraya çıksak görür müyüz ? Valla çıkmadan bir şey diyemem. Ama 7. kat gök mucize olmadığına göre biz çıkabilir miyiz ? diye soruyor. Bunun olabileceği anlaşılıyor. Biz uçakla gidiyoruz, efendim ışık hızı ile gidiliyor ama bunların hepsi çok yavaş. 7. kat Sema’ya Hz. Nuh ( a.s. ) zamanında çıkıldığını biz biliyoruz. Nuh Sûresinin 15. ayetinde “ Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl oluşturduğunu ve ay’ı onların içinde bir ışık yaptığını, güneşi de bir lamba yaptığını görmediniz mi ? “ ifadelerle kavmine dedikleriyle görüyoruz. ( Biz yine burada bir araya girelim ! Ama değerli hocam ! O ifadeler doğrudan doğruya o ilkel dönemde Gökyüzünü ve Evreni ayrıntılarıyla bilemeyeceği için Nuh peygambere ait değildir ki, Allah'ın vahyidir. ) Nuh ( a.s.) öyle bir bilgilerle donatılmış olarak gelmişti ki bu bilgiler ve teknoloji kaybolmuş, çünkü ondan sonraki peygamberlerde böyle bir şey yok. ( Niye yok ? Bizim peygamberimize de yedi gök ile ilgili benzer ayetler vahyedilmiş ! ) Ama oralara çıkmanın kuralları Kur’anı Kerim’de mutlaka vardır. İlgililerin çalışması lazım. Bir de Allahu Teala yerde yedi, göklerde yedi tabaka dediği için yerin alt katmanlarının da incelenmesi gerekir. "
( Hayretler içerisinde şaşkınlık ve ağzımız açık olarak dinlediğimiz Hocamızın burada Kur’anın Ahiret hayatındaki gerçek Cehennem ile hiç ilgisi olmayan ve tam olarak ayrıntılarına girmediği halde aslında Tekasür Sûresinde verilmek istenen bu dünyadaki Cehennem ateşi ile ilgili Kur'anımızın mesajlarının gerçeğini ve doğrusunu sitemizdeki " Mezarlıkta Okunan Tekasür Sûresi " Yine İsra Sûresinin 1. ayetine bağlı olarak anlatılan, Kur’anda olmayan bu ütopik Miraç olayının ayrıntılarını, Sidreti Müntehanın, Mescidi Aksa’nın nerede olduğunu ve gerçeğini " Miraç Efsanesi İle Kandil Gecesi " başlıklı yazımızda bulabilirsiniz. )
Yüce Rabbimiz Allah'ın Evreni, Kâinatı, üzerinde yaşadığımız dünyadaki bütün olayları, yaşamın düzenini ve devamını sağlamak üzere yarattığı ve hepsi de Allah'ın ayetleri olan Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji, Astro Fizik gibi Kanun, İlke, Kural ve Sünnetullah'ı, Allah'ın zati ve subuti sıfatlarını, Kur'andaki Tevhit öğretisini, yine Kur'anımızda hiç bir peygambere mucize verilmediğini, mucizelerin sadece Rabbimizin katında olduğunu, peygamberlere sadece " Ayetün Beyyinat " ifadeleriyle söze dayalı ve kendisi bir mucize olan Kitabın indirildiği ayetleri hatırlamayan, Bilim ve Teknolojinin bugün ortaya koymuş olduğu gerçekleri bir kenara koyarak, Nuh peygamberin zamanında yedinci kat Semaya çıkıldığını bildiğini söyleyen, Peygamberimizin gökyüzüne miraca Beytü'l mamura çıkarıldığına inanan bu ünlü Akademisyen İlâhiyatçı Prof. Dr. Hocamızın " O halde gökyüzünden bakıldığında dünyanın yuvarlak olduğu ve üzerinde Amerika Kıtasının da bulunduğu o zamanlarda Nuh Peygamber ve daha sonra da miraca çıktığına inanılan Muhammed Peygamber tarafından neden söylenmemiştir ? " sorusuna nasıl bir cevap vereceği elbette ki merak edilir. Kur'anı tefsir eden, halbuki bir çok konuda da doğru teşhislerle yorumlar getiren, Akademisyen, İlâhiyatçı bir Profesör olarak bilindiği halde bozuk cümlelerle, birbiriyle tutarlı olmayan ifadeleriyle, yedi kat gök konusunda akıl, mantık, bilim ile desteklenmeyen kabulleri ve anlattıkları, hayret verici, gerçekten ülkemizde yaşanan dini inançlar açısından çok vahim ve çok üzücüdür !.. Biz de anlatılan bu masalları Kur'anımızın doğruları ve bilim çerçevesinde bir masaya yatırmaya çalışalım.
İnsanoğlunun ilerleyen zamanlarda geliştirebileceği Bilim ve Teknolojilerle elbetteki uzayın daha uzak derinliklerine seyahat edilebileceği ihtimali çok yüksektir. Zaten bugün için en yakın Sema olan atmosfer aşılmış, Ay ve Mars ulaşımları sağlanmıştır. Kur'anda Rum Sûresinin 26. ayetinde " Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı duyanlardır. " denildiği gibi ve benzer şekilde Rahman 29. Enbiya 19. Müminun 71. Nur 41. İsra 44. Rad 15. ayetlerinde de yer alan " Göklerde ve yerde bulunan kimseler " ifadeleriyle uzayda, Evrende bizden başka canlı ve akıllı varlıkların bulunabileceğine işaret edilmektedir. Rahman Sûresinin 33. ayetinde de " Ey cinn ve insan / Bilmediğiniz ve bildiğiniz, tanımadıklarınızın ve tanıdıklarınızın toplulukları ! Eğer göklerin ve yerlerin kenarlarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın. Ancak sultan / üstün bir güç olmadan aşamazsınız. " ifadeleriyle diğer gezegenlerin kenarından geçilerek uzayın derinliklerine gidilebilmesi için, bugün uzay araçlarında sahip olduğumuz katı hidrojen ve oksijen pilinden oluşan güç kaynaklarının üzerinde yeni ve daha güçlü kaynaklara sahip olmamız gerektiğinin vurgulanmasıyla, belki de buradaki " Cinn " sözcüğüyle uçsuz bucaksız, sonsuz, sınırsız gibi görünen Evrende, üstün güce ulaşabilmiş, dünyamızın dışında başka yerlerde başka bir formda yaşayan tanımadığımız, görmediğimiz, bilmediğimiz yabancı ve Allah'ın yaratmış olduğu başka varlıklar kastedilmiş olabilir.
Elbetteki uzayın daha derinliklerine gidilebilmesi için ayette sözü edilen " üstün güç " kaynakları mutlaka Rabbimiz tarafından yaratılmıştır. Bu kaynaklar belki de uzayı kaplayan, bizim karşıt madde dediğimiz parçacıklar veya kuvark, nötrino denilen atom altı taneciklerdir. Bugün dünya insanları olarak henüz bu tanecikleri, güneşte olduğu gibi hidrojen atomlarını kaynaştırarak daha üstün enerjiye dönüştürebilecek füzyon ( kaynaştırma ) teknolojisine ulaşmış değiliz. Ama insanoğlunun gelişen zekâsı göstermektedir ki bu üstün enerji güçlerine ulaşmak ve uzayın daha ileri derinliklerine yolculuk yapmak pek uzak ihtimal gibi de görünmemektedir. Ancak ayetin orijinal ifadesinde, " min " edatı ile ismin bizdeki " den " haline dönüştürülmüş olmasından dolayı, bize göre sonsuz olarak görünen uzayın derinliklerinin sonuna kadar değil de, aslında sadece uzayın bir kısmına ulaşılabileceği anlatılmaya çalışılmaktadır. Bilim adamları da bunun ancak yüzde üç oranında olabileceğini belirtmektedirler. Fakat İlâhiyatçı, Akademisyen Hocamızın yukarıdaki anlatımlarıyla, Allah'ın Evreni ve Kâinatı yönetmek için verdiği hükmü, yarattığı kanun, kural, ilke, ölçü, insanın fıtri olarak fiziki ve biyolojik sınırlarını ve Sünnetulah'ı hatırlayıp hatırlamadığını sorguladığımızda, Allah'ın ilk emri olan okumayı değil de, namazı dinin temeline oturtturan, aklı ve düşünmeyi ön plana çıkaramayan, taassup ile eğitime, bilime, fenne ve teknolojiye sırt çeviren, her insanı hafız yetiştirme derdinde olan yapılarına baktığımız zaman, teknolojik gelişmeleri özkaynakları sürekli olarak tüketerek satın alan Müslüman toplumlarının bu uzay çalışmalarının, ilerlemelerin içerisinde olamayacağı da çok açık ve net olarak görülmektedir.
Evrenin başka noktalarına, Sema'nın daha uzak yerlerine, üst sınırına seyahat edilebilmesiyle Cennet ve Cehennemin bu Evrende ve bu dünyada görülüp görülmeyeceği konusuna gelince, Kur'anda onlarca ayette bizim dünya yaşamımızda gördüğümüz, bildiğimiz, düşünebileceğimiz, kapasitemize göre ve dünya aklı ile algılayabileceğimiz kavramlar ölçüsünde bize onların benzerleri ile tasviri yapılmaktadır. Ama bunlar gerçek Cennet ve Cehennem yapısı değildir. Üstelik de Cennet ve Cehennem bugünkü Evren'in çatısında, bize göre sonsuz ve sınırsız görünen Sema'nın sınırında değildir. Şu anda da zaten bizim zaman algımıza, Kur'an ayetleri ve Allah'ın hükmüne göre, güneş katlanıp dürülmemiş, dağlar yürütülmemiş, denizler kaynatılmamış, yıldızlar söndürülmemiş, kıyamet kopmamış, hesap günü, mahşer sorgulaması da yapılmamış olduğundan, henüz gerçek Cennet ve Cehennem hazırlanmamıştır. Dünyanın oluşturulmasından bu yana yaşamış ve ölmüş olanların hiç biri de henüz görmemiş, Cennet veya Cehenneme girmemiştir. Bu güne kadar gelmiş, geçmiş ve ölmüş bütün insanların fişi çekilmiş, kapatılmış bir bilgisayar disketi, bir uçağın kara kutusu, mikro cip gibi kabzedilmiş olan öz benlik ve ruhları, zaman mefhumu olmadan, mahşer gününe kadar bilinçsiz ve rüyasız bir uyku ile beklemektedir. Vakıa Sûresinin 60 - 61. ayetlerinde üstelik Yüce Rabbimiz Allah'ın : " Ölümü aranızda Biz ayarladık Biz ! Ve Biz sizi benzerlerle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine engellenebilen değiliz. " ifadelerine bağlı olarak, ölümden sonra Rabbimizin bizi tekrar Ahiret hesaplaşması için dirilttiğinde, kıyamet koptuktan sonra oluşturacağı Cennet ve Cehennemin bambaşka bir kozmik yapıda, belkide çok farklı bir boyutta veya boyutsuz yaratabileceği, herhalde Ulemamızın ve ünlü akademisyen Prof. unvanlı İlâhiyatçı Hocalarımızın dikkatlerinden kaçmaktadır.
Yüce Rabbimiz Allah’ın, yarattığı Kâinatı bir düzen içinde yönetmek için oluşturduğu ve kıyamete kadar da asla değiştirmeyeceği hüküm, kanun, ilke, kural, düstur ve topyekün Sünnetullah’a ve canlı insan fıtratına, biyoloji kanunları ile konulmuş sınıra aykırı olan, içine yedi kat gök tabakalarının da eklenerek anlatıldığı, fakat Kur’anda olmayan miraç olayının tutarsızlıklarına, “ yedi kat gök “ tabakalarıyla ilgili anlatılan absürt / saçma masallara, uydurma rivayetlere Hocamız, Tasavvufi Tarikat ve Cemaatler içerisindeki müritler, Ehli Sünnet ekolündeki Ulema, klasik ve gelenekçi yorumcular inanabilir, ayetleri kendi mantıklarına, almış oldukları kısır ve yetersiz eğitime, mana alemine gidip gelmişler gibi rivayet kültürüne göre yorumlayabilirler. Hem Allah zamandan ve mekândan münezzehtir der ve ardından yedinci kat Sema'da Allah’a direkler üzerinde duran bir mekân, taht ve kürsü tayin edebilirler. Tamamen Kur’an ayetlerinin uyarılarına, melek kavramının gerçeğine aykırı olarak, kapılarını meleklerin açtığı yedi kat gök tabakalarında, Peygamberimizi, ölmüş peygamberlerle konuşturarak onlara namazlar kıldırttırabilir, Nuh Peygamber zamanında yedi kat gök sınırına gidip gelinmiştir diyebilirler. Madem öyle, Nuh Peygamber yedi kat göğe gidip gelme bilgisine ve teknolojisine sahip idi ise neden Tufanda aylarca gemi yapmaya uğraşmış da uzaya çıkıp Tufanın bitmesini beklememiş sorusunu kendilerine sormamış olabilirler. Zamanımızın bugün geldiği noktada bilimin, teknolojinin gerçeklerine, Kur'anın asıl vermek istediği mesajlarına, gerçek kavramlarına uymayan tutarsız, absürt, masallaştırılmış, insanların narkozlanarak uyutulmasına yönelik bu yedi kat gök masalları yorum ve anlatımlarına maalesef biz katılamayız.
Özellikle Tasavvufi Tarikat çevrelerinin oluşturduğu Kur’andaki “ Yedi kat gök “ ifadelerine düz mantıkla yaklaşarak kabul edenler, ayetlerin orijinalinde yer alan sema sözcüğünü sadece gökyüzü olarak düşünenler, fakat aynı zamanda yükseklik, yücelik, üstünlük, üst olma gibi daha bir çok anlamını, fiilinin ise iyi hesap yapan, matematik bilen kimseler için de kullanıldığını fark edemeyip, böylece Allah'ın Yüceliğinin, muazzam ve mucizevi tasarımlarının farkına varamayanlar, Kur’anda da bu ifadenin geçtiği ayet sayısının yedi, yer yüzü katmanlarının da yedi tabaka, insan hayatının da yedi mertebeli olduğunu söylerler. Tasavvufun ünlü Tarikatlarından birinin kurucusu olan Celaleddin Rumi de fikir babası ve aşkın önderi olarak gördüğü Şeyhi Feridüddin Attar'ı övmek için, yine aynı inançların bir sonucu olarak " Attar aşkın yedi şehrini gezip bitirdi de, ben ise hala bir sokağının dönemecindeyim " diyerek herhalde övmek için, şeyhinin tayyi mekân yeteneği ile yedi kat göğe çıkıp dolaşıp geldiğini ima etmektedir. Oysa Kur’anımıza baktığımız zaman ;
1. İSRA 44 : Yedi gök, yer küre ve bunların içindekiler O’nu tesbih ederler. / Her türlü noksanlıklardan arındırırlar.
2. FUSSİLET 12 : Böylece Allah, onları iki evrede yedi gök olmak üzere gerçekleştirdi ve her göğün kendi işini içine yükledi.
3. NUH 15 : Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl oluşturduğunu ve Ay’ı onların içinde bir ışık yaptığını, Güneş’i de bir lamba yaptığını görmediniz mi ?
4. MÜMİNUN 86 : De ki : “ Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük tahtın Rabbi kimdir ? “
5. MÜLK 3 : O yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak oluşturandır. Rahman’ın oluşturmasında bir çatlaklık, uygunsuzluk göremezsin.
6. NEBE 12 : Ve sizin üstünüze yedi sağlamı bina ettik.
7. BAKARA 29 : O yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O semaya egemenlik kurdu. Onları yedi gök olarak düzenledi. O her şeyi en iyi bilendir.
8. TALAK 12 : Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını oluşturandır.
9. MÜMİNUN 17 : Ve andolsun ki Biz, sizin üstünüzde / gökyüzünde yedi yol oluşturduk. Ve Biz, oluşturmaya karşı bilgisiz, ilgisiz, duyarsız değiliz.
Ayetlerinde görüldüğü gibi, aslında Allah’ın büyüklüğünü, bir çok güneş sistemleri ve galaksilerle, ucunu bucağını tasavvur dahi edemeyeceğimiz kadar büyüklükteki yarattığı Evrenin zenginliğini, çeşitliliğini, azametini, yaratmadaki tasarımın ölçü ve mühendislik hakimiyetini ortaya koymak, küfür içerisindeki reddiyeci insanların her dönemde içinde bulunduğu küfür ve şirkle dolu yanlış inançlarını yüzlerine vurmak, Tevhit inancına / Allah'ın bir olduğuna, Bilime, Teknolojiye, sorgulamaya ve araştırmaya yöneltmek amaçlarıyla Kur'anımızda “ yedi gök “ ifadelerinin yer aldığı en az dokuz ayet gösterilebilir. Bunlara rağmen ayetlerde yer alan “ yedi gök “ ifadelerine bağlı olarak bu ayetleri dikkate alanlardan bir kısmı, düz mantık zorlamalarıyla dünyamızın çevresini kuşatmış olan atmosferin yedi katmandan oluştuğunu da iddia ederler. Oysa ki bugünkü bilimin geldiği noktada atmosferin, Kur’anın ifadesine göre yakın göğün, 1. Troposfer ( 10 km. ) 2. Stratosfer ( 40 km. ) 3. Mezosfer ( 50 km. ) 4. Thermosfer ( 300 km. ) 5. Exosfer ( 400 km. ) olmak üzere beş katmandan oluşmakta olduğu belirtilmektedir. Üstelik sürekli hareket eden değişik içerikteki gaz katmanlarının miktar, yer, yapı değiştirmesinden dolayı, aralarında üst üste dizilmiş dolap çekmeceleri gibi bir katman sınırı bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra hava katmanlarının, farklı kimyasal içerik veya sıcaklığı ile enerji birikimleri baz alınarak yapılan tanımlamalarında, her birinin 5, 7, 12, 16 gibi basınç ve sıcaklık etkisine bağlı olarak farklı içerikte ve yapılarda genişleyip yoğunlaşabilen, zaman zaman birbirine karışabilen, azalabilen veya çoğalabilen gaz halindeki molekül ve partiküllerin oluşturduğu tabakalardan meydana geldiği, ayette " Her göğün kendi işini içine yükledi " denilerek ifade edildiği gibi, ultra viyole güneş ışınlarının ve radyasyonun dünya üzerine olumsuz etkilerini azaltmak için farklı işlevleri yerine getirdiği de bilinmektedir.
Yine yedi gök ifadelerine bağlı olarak bu ayetleri dikkate alanlardan diğer bir kısmı da bütün Evrenin, bize göre uçsuz bucaksız hacimsel üç boyuta dağılmış yıldız kümeleri ve galaksilerle dolu olan ve bunlara göre bir toplu iğnenin başı kadar büyüklükte olan dünyamızın da içinde bulunduğu uzayın, dolap çekmeceleri gibi sanki üst üste dizilmiş ve aralarına da kapılar konmuş yedi tabakadan oluştuğunu iddia ederler ki, bunlar doğru olmayan, bilimsel gerçeklere ve Kur’an ayetlerinin asıl mesajlarına uymayan ilkel ve hayal ürünü varsayımlardır. Bugün artık basınç ve düşük sıcaklık ile katılaştırılmış hidrojen ve oksijen yakıt pilleriyle çalışan, oldukça yüksek hıza ulaşan uzay araçlarıyla atmosfer aşılarak uzaya çıkılmakta, Ay'a ve Mars gezegenine ulaşma çalışmaları hız kazanmakta, ama hiç bir Astronot da yedi gök tabakalarındaki kapılardan ve izin verecek olan meleklerden söz etmemektedir. Halbuki aslında biz de bir uzaylıyız ve uzayda yüzen, Dünya gezegeni denilen, Allah'ın oluşturduğu devasa bir geminin üzerindeyiz. Uzaydan bakılınca biz de gökyüzündeyiz. Kaf Sûresinin 16. ayetinde “ Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. ” ifadeleriyle belirtildiği gibi Yüce Rabbimiz Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. Üstelik Peygamberimiz yaşadığı hayat içerisinde, çevresinde, gökyüzünde, kendisine vahyedilen ayetlerle zaten Allah’ın ayetlerini sürekli görmektedir. Rabbimizin her yerde, insanların arasında olmasından dolayı, Peygamberin Allah'la görüşmek üzere gök yüzüne miraca çıkartılmasının gereği de yoktur. Ama buna rağmen Hristiyanların Pavlus’un vizyonunda anlatılan, Erika dağında bir melekten vahiy alarak İsa'nın göğe yükselmesi, orada havarilerle görüşmesi hikâyelerine nazire olarak, bizim ulemamız da Peygamberimizi, Nuh’un teknolojisiyle değil de olmayan Cebrail meleği ve Burak atı ile göğe çıkartmış, ölmüş olan peygamberlerle görüştürmüş, onlara imamlık yaptırmış, yedi kat Sema'nın üzerindeki eve Beytü’l Mamur’a ulaştırmıştır. Bizim Peygamberimiz en büyüktür diğer peygamberlerden aşağı kalamaz düşüncesiyle Kur'an ayetlerinin uyarılarının aksine peygamberleri yarıştırma hastalığının esaretine yenik düşmüşlerdir !..
Peygamberimizden, Kur’anın indirilmesinden, Müslümanlıktan önce de aslında değişik kültürlerde, Orta Asya’da Türk Boylarında, Şamanlarda, ilk çağlarda batıda, Amerika Azteklerinde, Mısır ve Arabistan’da da gökyüzünün 7 kat olduğu inancı, tanrısallaştırılarak ve ilâh diye tapınma zaten vardı ve çok da yaygın idi. Üstelik İbrahim Peygamber de binlerce yıl önce gökyüzü araştırmaları, gözlemleri ve sorgulamaları sonucunda Allah bilincine ulaşmış, ilk haniflerden olmuştur. İlk çağlarda Ptoleme ( M. S 150 ) ve Batlamyus ( M. S 85 ) gibi gök yüzünü inceleyen Astronomi bilginleri, gözle görülebilen ve hareket edebilen, dünyanın etrafında dönerek yer değiştiren gök cisimlerine bağlı olarak teoriler geliştirmiş, o zamanlarda gözle görülebilen en yakın beş gezegenden Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn ve bunların yanı sıra Güneş ve Ay'dan ibaret olmak üzere bu yedi gök cisminin saydam kristal kürelerde dolaştığını iddia etmişler, dünyanın döndüğünü ve yuvarlak olduğunu bilmedikleri halde etrafında 7 adet dairesel yörünge çizmişlerdir. Bunun ardından da insanlar, dünyanın etrafında hareket ettiğine inandıkları bu yedi gök cismini tanrısallaştırmışlar, her gün bir tanrıya tapmak üzere, Pazar günü ( Sunday / Güneş ), Pazartesi günü ( Monday / Ay ) Salı günü ( Tuesday / Mars savaş tanrısı ) Çarşamba günü ( Wednesday / Merkür ruhların tanrısı ) Perşembe günü ( Thursday / Thor yıldırım tanrısı veya Zeus ) Cuma günü ( Friday / Venüs güzellik tanrıçası ) Cumartesi günü ( Saturday / Satürn zamanın tanrısı ) olarak isimlendirmişler, böylece de aynı zamanda bir haftalık zaman dilimi kavramı ortaya çıkmıştır.
Ayetlerdeki “ yedi gök “ ifadelerini bugünkü astronomik teorilere bağlayarak Kur’anın bin dört yüz yıl önceden bize yeryüzü tabakasının yedi kat, gökyüzü tabakalarının da yedi kat olduğu ayrıntılarına yönelik, coğrafi ve astronomik bilgiler verdiğini iddia etmek doğru değildir. Arapçada 7 sayısı aynı zamanda çokluğu ifade etmektedir. “ Yedi kat gök “ ifadesiyle yedi adet gök anlamı olacağı gibi, bir çok gök anlamı da çıkarılabilir. Ayrıca Kur’anda Lokman Sûresinin 21. ayetinde 7 deniz, Tevbe Sûresinin 80. ayetinde 70 kez af gibi sayısal ifadeler, hep çokluktan kinaye olarak kullanılmıştır. Bizde de " yediden yetmişe " herkes anlamında, sittinsene ( 60 yıl ) da geçse senden bir şey olmaz gibi, çokluk ifadeleri için kullanılan deyimler bulunmaktadır. Arapçada 7 kat gök ifadesi yedi sayısıyla da sınırlı değildir. 7, 40, 70, 1000, gibi sayılar çokluktan kinaye olarak kullanılır. Ayetlerdeki bu tür sayılarla belirtilen ifadeleri düz mantıkla ve aynıyla ele alarak yorumlamak gerçek doğru değildir. Ayetlerdeki 7 kat gök ifadesiyle aslında çok tanrıcı yanlış inançlardan gelen bu ifadelere karşı Allah’ın sonsuz ve sınırsız ilmine, kudretine ve Tevhit ( Lailâhe illallah ) ( Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur ) demenin inancına ve bilincine dikkat çekilmeye çalışılmaktadır.
Kur’anımız doğrudan doğruya ne Bilim, ne Tarih, ne Anayasa, ne Coğrafya, ne de masalların hurafelerin kitabıdır. Elbette içerisinde muhkem, müteşabih ve genel ifadelerle Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji, Astronomi, Sosyoloji, gibi çeşitli bilim dallarıyla ilgili olarak ana hatlarıyla değişik konularda gerek önceki kültürlerden, gerekse de ileriye yönelik gelişmelerde görülebilecek gaybi bilgiler, ip uçları, temel ve çok kısa öz bilgiler ayetlerle verilmekte, bilimsel araştırmalara yönelik tavsiye ve yönlendirmeler yapılmaktadır. Ve zaman ilerledikçe, insan aklı geliştikçe, bilimsel ve teknolojik olanaklar arttıkça müteşabih ayetlerin tevili / gerçek karşılıkları ortaya çıkmakta ve ne denilmek istendiği daha iyi ve doğru olarak anlaşılmaya başlamaktadır. Zaten Kur’an, verdiği örneklerle o günün kültürlerinde var olan gerçek dışı masallaştırılmış olan inançlarını düzeltmek üzere, bilgi birikimleri ve sosyolojik yapılarına göre hitap edebilen ve toplumun içinde bulunduğu kendi şartlarına göre çözüm önerilerini getirebilen, hayatın içinde olması gereken evrensel ve bütün zamanlara uyarlanarak hitap eden bir öğüt kitabıdır. Hayatın güzelliklerinin oluşturulması ve geliştirilmesi için bir rehberdir. Biz de her zaman Kur’anımızı, detaylandırılmış, etraflıca açıklanmış ayetleriyle doğru olarak anlamaya çalışalım. Biz hiç bir şey anlamadan, üstelik de sadece tecvit ve mahreci ile Arapçasını makamlaştırarak okumaya çalışırken, ödüllü Kur'an okuma yarışmalarıyla herkesi hafız yetiştirme derdindeyken, bilimde, teknolojide öne çıkıp uzay çalışmaları yapanların ve onlara göre Müslümanlar olarak bizim de ne kadar geri kalmış olduğumuzun farkına varalım. Bize hiç bir kazanç sağlamayacak masalların, hurafelerin peşinden gitmekten vazgeçelim, aklımızı kullanalım. Ancak o zaman çağdaş gelişmişlik mertebesini yakalayabiliriz. Allah’ın selamı, rahmeti, hiç şüphesiz Kur’anı doğru olarak anlayan ve hayatının rehberi edinebilenlerin üzerine olacaktır !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
İslam Ansiklopedisi TDV
Akıl ve Bilim ( Prof Dr. Ethem Derman )
http:// Wikipedia.org/wiki/Batlamyus
http://docs.google.com/viewer
Ramazan Koyuncu Niyazi Balin Yüzleşme
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR