Konu Detay

YEDİ KAT GÖK MASALLARI

 09.01.2019
 6243

Dinimizin  temel  ve  yegâne  kaynağı  Yüce  Kitabımız  Kur’anda,  çokluktan  kinaye  olarak  dünyamızın  içinde  bulunduğu  Evrenin  ve  uzayın  azametini,  zenginliğini  ve  büyüklüğünü  ifade  etmek  üzere  “ Yedi  kat  gök “ ,  Allah'ın  ayetlerini  inkâr  eden  ve  bu  nedenle  de  Cennete  giremeyecek  olan  kâfirlere  öğüt  olması  bakımından   kullanılan  bazı  mecazi  anlatımlar  için  de  “  Gökte  açılmayacak  kapılar  “  gibi  ifadelerin  yer  aldığı  ayetler  bulunmaktadır. Tabiidir  ki  pek  çok  ayette  olduğu  gibi  ilkel  koşullarda,  bilim  ve  teknolojinin  gelişmemiş  olduğu,  dünyanın  yuvarlak  olduğunun  dahi  bilinmediği  dönemlerde,  klasik  ve  gelenekçi  müfessirlerin  tefsirleri  ile,  söz  konusu  ayetlerde  de  düz  mantıkla   aynen  kabul  edilerek  yapılan  yorumlarla,  bu  ifadelere  bağlı  olarak  pek  çok  yanlış  algılamalar  ortaya  konmuştur.  Ardından  bu  değişik  ve  yanlış  kabullere  bağlı  olarak,  rivayetler,  masallar  uydurulmuş,   bunlara  istinaden  kafalarda  oluşmuş  değişik  sorular  da  ortaya  çıkmıştır.  Birçok  konuda  olduğu  gibi  “  yedi  kat  gök  “  konusunda  da  aslında   insanların  masallaştırdığı  inançlarını,  zaten  yanlış  ve  hurafe  olan  bilgilerini  ele  alarak,  Kur’anın  kendi  mesajlarını  uygun  ifadelerle  anlatma  özelliği,  maalesef  Arap  dil  kurallarını,  örfünü,  Evrenin  gerçek  yapısını  ve  işleyişi  için,  Allah'ın  koyduğu  ölçü,  kanun,  kural  ve  ilkelerini,  Sünnetullahı  bilmeyen  çoğunluk  ulema   tarafından  dikkatlerden  kaçırılmaktadır. Bunun  sonucunda  da  Müslümanların  çoğunluğu,  yine  Kur’an  ayetlerini  masallaştırma  hastalığının  pençesinde,  pek  çok  yanlış  inancın  peşinden  götürülmektedir. Üzücü  ve  endişe  verici  olanı  ise  bilimin  ve  teknolojinin  bugün  geldiği  noktadan  sanki  haberleri  yokmuş  gibi,  bazı  ilâhiyatçı  Prof.  Öğretim  görevlilerinin  dahi  bu  masalımsı  ve  saçma  kabullerin  hala  öncülüğünü  yapmakta  olmalarıdır.

Biz  gökler  ve  “  yedi  kat  gök  “  konularının  ele  alındığı  Kur’an  ayetlerinin  analizine  geçmeden  önce  Müslümanların  çoğunlukla  inandırıldıkları,  bu  konuda  peşinden  gittikleri  ve  istismar  edildikleri,  Kur’an  dışında  uydurulmuş  olan  bir  çok  rivayetten  birini,  İlim  ve  Tasavvuf. com  linkinde  “ Yedi  Kat  Göklerin  Sırları  “  başlığı  altında  kaleme  alınmış  fantezi  ve  masallaştırılmış  anlatımları  ana  hatlarıyla  bir  görelim. 

*  Kur’an  ayetlerine  göre  “ yedi  kat  gökler  “  Hakk  Teala’nın  yarattığı  Gök  aleminin  yapısıdır.  Bu  Gök  alemi  yedi  tabakadan  oluşmakta  ve  birbiri  üzerinde  bulunmaktadır.  Bir  hadisi  şerifte  Peygamberimizin ( s.a.v )  bildirdiğine  göre  “  Gerek  gök  ile  yeryüzü  arasında  ve  gerekse  de  bütün  gök  katları  arasında  beş  yüz  yıllık  mesafe  vardır. Her  gök  katının  yüksekliği  de  yine  beş  yüz  yıllık  uzaklıktadır. “ ( Tirmizi  Tefsir  57.) denmektedir. Her  göğün  bir  kapısı  vardır,  bu  gök  tabakalarına  bu  kapılardan  girilir. Kapılarda  meleklerden  bekçiler  vardır.  Araf  Sûresinin  40. ayetindeki  “  Ayetlerimizi  yalanlayan  ve  onlara  karşı  büyüklenen  şu  kimselere,  işte  onlara  göğün  kapıları  açılmayacak  ve  deve / halat  iğne  deliğinden  geçmedikçe  onlar  cennete  girmeyeceklerdir.  “  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  ancak  izni  olanların  bu  kapılardan  girmelerine  müsaade  ederler.  Beytü’l  Mamur  göğün  yedinci  tabakasındadır.  Beytü’l  Mamur’un  dört  direği  vardır.  Bunların  biri  kırmızı  yakuttan,  biri  yeşil  zebercetten,  biri  beyaz  gümüşten  ve  ötekisi  de  kırmızı  altındandır.  Akik  taşından  yapılmış  Beytü’l  Mamur’a  her  gün  yetmiş  bin  melek  girer  ve  kıyamet  gününe  kadar  bu  meleklerin  hiç  biri  geri  dönmez.  İbn i  Abbas  rivayetine  göre  yedinci  kat  çatısının  üstünde  “  Arş  ür  Rahman’ın  “  bulunduğu  “  Kürsi  “  vardır.  Bütün  faydalanılan  yıldızlar,  yedi  gezegen  hariç  bu  kattadır.  Yedi  gezegen  ise  göğün  yedi  katına  dağılmıştır.  Hikmet  Ehli’nin   bildirmesine  göre  de  1. Kat  gök  sütten  beyazdır,  adı  “ Rakıa “  dır.  2. Kat  gök  nur  gibi  parıldayan  demirdendir,  adı  “  Redyum  “  dur.  3. Kat  gök  bakırdandır,  adı  “  Melekut  “  tur.  4. Kat  gök  beyaz  gümüştendir  ve  adı  “ Zahire “ dir.  5. Kat  gök  kırmızı  altındandır,  adı  “ Müzeyne “  dir.  6. Kat  gök  nur  parıltılı  bir  cevherdendir,  adı  “ Halise “ dir.  7. Kat  gök  kırmızı  yakuttandır,  adı  “  Labiye “ dir. “

Ehli  Sünnet  denilen  ekolce  inançlarının  temeline  malzeme  yapılan  Araf  Sûresinin  40. ayetindeki  ifadelerle,  aslında  Arap  örfüne  göre  halk  arasında  kullanılan  deyimler  ve  inançlar  olduğu  halde  ve  bu  inançlara  göre  Ahiret  hesabının  görüleceği  mahşer  gününde  Cennete  girebilecek  veya  giremeyecek  kişiler  için  uyarılar  mecazi  olarak  anlatılmakta  ise  de,  yine  bu  rivayetçi  çevrelerce  düz  mantıkla  yapılan  yorumlar  ve  kabullerle  göğün  tabakalarının  kapıları  devreye  sokulmuş,  gerçekmiş  gibi  bu  saçma  inançlarına  delil  olarak  gösterilmiştir. Bizde  de  şair  "  Gönül  kapım  sana  açık  "  dediği  zaman  gerçekten  gönlün,  duyguların  kapısı  mı  vardır ? Bu  rivayetçi  efendiler  acaba  izin  aldılar  da,  kapılardan  geçtiler  ve  gidip  geldiler  de  gök  katları  arasındaki  beş  yüz  yıllık  mesafeyi  yaya  olarak  mı ?  Deve  yürüyüşü  ile  mi ?  Yoksa  uçağın,  roketin  hızıyla  mı ?  ölçmüşlerdir. Her  kapıya  yerleştirilen  aslında  olmayan  uydurma  bekçi  melekleri  dedikleri  de  Allah'ın  yarattığı  kanun  ve  hükümlerini  gerçekleştiren,  maddesel  ve  fiziksel  üç  boyutlu  yapıda  olmayan  gözle  görülemeyen,  elle  tutulamayan,  doğadaki  enerji  güçleri  olduğu  halde  acaba  sayılarla  ifade  edilebilen,  insanlar  gibi  konuşabilen,  üç  boyutlu  ontolojik  ve  nesnel  bir  varlık  olarak  mı ?  düşünmektedirler. Kur'anda  doğa  güçleri  ve  enerji  değişimleri  olarak  anlatılan  melek  kavramının,  sıraladıkları  demir,  bakır,  gümüş,  altın  elementlerinin  normal  koşullarda  kimyasal  yapılarının  katı  halde  ve  gerçekte  ne  olduğunu   bilmedikleri  de  belli  olmaktadır. ( Kur'anda  Melek  Kavramı  başlıklı  yazımızda,  Melek  konusunda  daha  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. ) 

Kur'anda  İsra  Sûresinin  1. ayetinde  yer  alan  Mescid i  Aksa  ifadesini  saptırdıklarından  dolayı  Beytü'l  Mamur,  onlara  göre  Mekke'den  gökyüzüne  yükseltildiğine,  göğün  çatısında,  uzayda,  Kâbe’nin  hizasında  bulunduğuna  inandıkları  en  bakımlı  mamur  ev,  en  uzaktaki  mescittir.  Böylece  mekândan  münezzeh  olan  Allah'a  uzayda  bir  mekân,  bir  kürsi,  taht  belirlemektedirler.  Ama  dünya  onların  inandıkları  gibi  düz  ve  bir  tepsi  gibi  değil  ki,  bilakis  yuvarlak  ve  bütün  gök  cisimleri  gibi  sürekli  olarak  dönmekte,  Samanyolu  galaksisinin  içerisinde  sadece  bir  bölümünü  oluşturan  güneş  sisteminin  bir  uydusu  olarak  yol  almaktadır.  Güneş  sistemindeki  gezegenler  de  yedi  tane  değil,  dünya  ile  beraber  dokuz  tanedir  ve  hatta  bugün  onuncusu  da  belirlenmiştir.  Güneş  sisteminden  başka   diğer  galaksiler  ve  uzay  da  sabit  durmuyor  ki  Kâbe'nin  gökyüzündeki  hizası  bulunsun !  Bunu  hangi  uzay  aracıyla  ve  nasıl  ayarlayabildiler ?  Bilim  adamlarının  "  En  gelişmiş  teknolojilerle  dahi  olsa  ancak  Evrenin  yüzde  üçüne  ulaşılabilir  "  dedikleri  halde,  yoksa   doğrudan  doğruya  Yaratıcıdan  öğrenilen  ilim  ve  amel  sahibi  olduğuna  inandıkları  ve  Ehli  Hikmet  Evliya  dedikleri  bu  efendiler,  Evrenin,  Uzayın  çatısına  mı  çıkabilmişler  ve   tayyi  mekân  yetenekleri  ile  acaba  sürekli  uzaya  gidip  gelmekte  midirler  ki,  Beytü'l  Mamur  dedikleri  uzayın  en  üst  katmanındaki  ev  ile  ilgili  bu  kadar  saçma  ve  temelsiz  ayrıntıyı  görmüşler  gibi  aktarmaktadırlar.  Yoksa  bütün  bu  kırmızı,  beyaz,  yeşil  kerametler,  onlara  üstleri  açık  yattıkları  uykularında,  rüyalarında  ilhamla  mı  gösterilmiştir ? 

Bu  anlatılanların  inancına  bağlı  olarak  da  Buhari  1042. rivayetiyle  Muhammed  Peygamberin  gök  yüzünde  arşın  sınırında,  Sidret  i  Münteha  dedikleri  yerde,  Allah’ın  katına  miraca  çıkarıldığı,  gök  katmanlarında  meleklerin  ve  ölmüş  peygamberlerin  ruhlarının  bulunduğu,  her  katmanın  giriş  kapısında  bekçi  meleklerin  izin  verip  vermemesi  konusundaki  karşılıklı  konuşmalar,  olmayan  Cebrail  meleği  ve  Peygamber'le  her  katta  ölmüş   peygamberlerin  görüşmeleri,  gök  yüzünde  inşa  edilmiş  mescitler  ve  oralarda  kılınan  namazlar,  diyaloglar  en  ince  ayrıntılarına  varıncaya  kadar  uzun  uzun  anlatılır.  Yine  bu  konularda  değişik  versiyon  ve  senaryolarla   en  ince  ayrıntılarına  varıncaya  kadar  anlatılan  saçmalıklar,  birçok  ayetle  beraber  örneğin  Neml  Sûresinin  65. ayetinde  "  De ki :  “  Gaybi  /  Göklerde  ve  yerde  görülmeyeni,  duyulmayanı,  sezilmeyeni,  geçmişi,  geleceği,  Allah’tan  başka  kimse  bilemez. "  Ve  onlar  ne  zaman  diriltileceklerinin  bilincine  varmazlar. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılara  rağmen  İslam’dan  tamamen  farklı  ve  Kur’anın  dışında   oluşturulan  Tasavvuf  Dininde  Ehli  Şuhut, ( Allah’ın  lütuf  ve  ihsanı  ile  gayb  alemine  ait  hakikatleri  bilen ) denilen,  Ricalü'l  Gaybi  ( gayb  erenleri  )  Gavs  Hazretleri  unvanlı  Mürşitlerin,  Velilerin,  uydurma  hikâyeleri  İbn  ül  Arabi'nin  Fisus  ül  Hikem,  İmam  Gazali'nin  Kalplerin  Keşfi,  İmam  Rabbani  Mektubatları,  Celaleddin  Rumi  Mesnevi  eserlerinde  ciltler  dolusu  kitaplarla  yer  almaktadır.

Ülkemizde  Tarikatlar  ve  Cemaatlar,  Kur'anda  İsra  Sûresinin  1. ayetinde  Peygamberimizin  bir  gece  "  Mescid  i  Haram'dan,  Mescid  i  Aksa'ya  "  yürütüldüğünün  belirtildiği  ifadesine  dayanarak  ve  saptırarak  önce  Kudüs'teki  Mescid i  Aksa'ya,  daha  sonra  da  yedinci  kat  göğe  ve  oradaki  Beytül  Mamur  denilen  Mescid  i  Aksa'ya  götürülerek  miraca  çıkartıldığına,  bazıları  bu  olayın  mucize,  bazıları  da  aslında  bir  mucize  olmadığına,  Peygamberimizin  de  Peygamberliğinden  emin  olduğu  için  mucizeye  ihtiyacının  olmadığına  inanmaktadırlar  da,  yine  de  Kütübi  Sittede  yer  alan,  kütüğün  yürüdüğü,  duvarın  konuştuğu  gibi  yüzlerce  saçma  ve  uydurma  peygamber  mucizelerinin  ardından  gitmektedirler.  Bu  bağlamda  örneğin,  yine  bu  saçma  kabullerin,  inançların  doğrultusunda   kendisine  yöneltilen  “  Hocam !  dediğiniz  gibi  mucizeler  taklit  edilemez.  Miraç  hadisesi  de  peygamberliği  ispat  nevinden  bir  mucize  olmadığına  göre,  zaman  içerisinde  7. kat  göğe  de  çıkılma  ihtimali  olabilir  mi ?  Eğer  böyle  bir  şeyin  olma  ihtimali  varsa,  ölmeden  önce  Cennet  ve  Cehennem  görülebilir  mi ?  Zira  Hz. Peygamberin  Cennet  ve  Cehennemden  bahsettiğini  görüyoruz. “  sorusuna,  bir  Cemaat  içerisinde  önder  olarak  bulunan,  üstelik  de  Akademisyen  olan  bu  günün  ünlü  bir  ilâhiyatçısının  Süleyman  Vakfı  İrşad  programları  çerçevesinde  "  Miraç  Konusundaki  Yorumu  "  ile  video  konferans  olarak  verdiği  aynı  minvaldeki  açıklamalarına  bir  bakalım ! 

“ -  Cennet  görülür  mü  bilmem  ama  Cehennemin  görülebileceğini  Cenab  ı  Hakk  bildiriyor. Tekasür  Sûresinde  diyor  ki,  keşke  siz  bunu  ilmel  yakın  olarak  bilseydiniz,  Cehennemi  elbette  bu  dünyada  iken  şu  gözünüzle  görürdünüz. Sonra  zaten  gözünüzle  bu  dünyada  da  göreceksiniz  diyor. Tabii  bu  manevi  görme  olduğu  anlaşılıyor. Bizim  kitaplarda  miraç,  mucize  diye  anlatılır. Halbuki  mucize  birisine  peygamberliğinin  ispatı  için  anlatılır.  Peygamberimiz  ise  kendisinin  peygamber  olduğundan  şüphe  etmiyordu. ( Ama  burada  biz  araya  girelim !  Değerli  hocam,  müşrikler  şüphe  ediyorlardı  ve  inanmıyorlardı,  sürekli  de  Peygamberimizden  İsra  Sûresinin  93. ayetinde  belirtildiği  gibi  mucize  göstermesini  istiyorlardı. Üstelik  de  Kur'an  ayetlerinde  mucizelerin  sadece  Allah  katında  olduğunun  belirtilmesine  rağmen  diğer  peygamberlere  mucize  gösterme  yeteneğinin  verildiğinden  siz  emin  misiniz ?  Örneğin  Musa'nın  asasını  yılan  yaptığı,  denizi  yardığı,  İsa'nın  gerçek  ölüleri  dirilttiği,  Yunus'u  balığın  yuttutuğu  masallarına  inanıyor  musunuz ? )  Miraca  götürülmesi  de  başkaları  için  değil,  sadece  kendisi  içindi. Ne  diyor  Allah ü  Teala,  İsra  Sûresinin  1. ayetinde  “ Sübhanelleziy  esra  biabdihi  leylemminel  mescidil  harami  ilel  mescidil  aksalleziy  barakna  havlehu  linuriyehu  min  ayatina  innehû  huvessemiul  basiyr. “ ( Kulunu  bir  gece,  kendisine  ayetlerimizden  gösterelim  diye,  Mescidi  Haram’dan  çevresini  mübarek  kıldığımız  Mescidi  Aksa’ya  yürüten,  her  türlü  noksan  sıfatlardan  münezzehtir.  O  en  iyi  işitendir,  en  iyi  görendir. )  ifadeleriyle  yani  en  uzak  mescide, 7. kat  Semadaki  mescide,  Peygamberden  50  yıl  sonra  yapılmış  Kudüs’teki  mescit  değil,  Beytü’l  Mamur’a !.. neden ?  ayetlerimizin  bir  kısmını  gösterelim  diye  götürdü !.  Kime ?  Peygamberimize !  Peki  diğer  peygamberlerin  mucizeleri  kime  gösteriliyor ?  İnsanlara  onun  peygamberliğini  ispatlamak  için.  Ama  bu,  Peygamberimizin  kendisine  gösteriliyor. Necm  Sûresinde  de  Allah  u  Teala  ne  diyor ?  O  Muhammed  Rabbinin  en  büyük  ayetlerinden  gördü.  Nerede ?  Sidreti  Münteha’nın  ( son  sınırdaki  Semanın )  yanında  gördü.  Onun  yanında  da  Cennetü’l  Meva  var.  Bu  kardeşimiz  de  onu  soruyor.  Oraya  çıksak  görür  müyüz ?  Valla  çıkmadan  bir  şey  diyemem.  Ama  7. kat  gök  mucize  olmadığına  göre  biz  çıkabilir  miyiz ?  diye  soruyor.  Bunun  olabileceği  anlaşılıyor.  Biz  uçakla  gidiyoruz,  efendim  ışık  hızı  ile  gidiliyor  ama  bunların  hepsi  çok  yavaş. 7. kat  Sema’ya  Hz. Nuh  ( a.s. )  zamanında  çıkıldığını  biz  biliyoruz.  Bunu  Nuh  Sûresinin  15. ayetinde  “  Allah’ın  yedi  göğü  tabakalar  halinde  nasıl  oluşturduğunu  ve  ay’ı  onların  içinde  bir  ışık  yaptığını,  güneşi  de  bir  lamba  yaptığını  görmediniz  mi ?  “  ifadelerle  kavmine  dedikleriyle  görüyoruz. ( Biz  yine  burada  bir  araya  girelim !  Ama  değerli  hocam !  O  ifadeler  doğrudan  doğruya  o  ilkel  dönemde  Gökyüzünü  ve  Evreni  ayrıntılarıyla  bilemeyeceği  için  Nuh  peygambere  ait  değildir  ki,  Allah'ın  vahyidir. ) Nuh ( a.s.)  öyle  bir  bilgilerle  donatılmış  olarak  gelmişti  ki  bu  bilgiler  ve  teknoloji  kaybolmuş,  çünkü  ondan  sonraki  peygamberlerde  böyle  bir  şey  yok.  ( Niye  yok ?  Bizim  peygamberimize  de  yedi  gök  ile  ilgili  benzer  ayetler  vahyedilmiş ! )  Ama  oralara  çıkmanın  kuralları  Kur’anı  Kerim’de  mutlaka  vardır.  İlgililerin  çalışması  lazım. Bir  de  Allah  ü  Teala  yerde  yedi  tabaka,  göklerde  yedi  tabaka  dediği  için  yerin  alt  katmanlarının  da  incelenmesi  gerekir. "

( Hayretler  içerisinde  şaşkınlık  ve  ağzımız  açık  olarak  dinlediğimiz  Hocamızın  burada  Kur’anın  Ahiret  hayatındaki  gerçek  Cehennem  ile  hiç  ilgisi  olmayan  ve  tam  olarak  ayrıntılarına  girmediği   halde  aslında  Tekasür  Sûresinde  verilmek  istenen  bu  dünyadaki  Cehennem  ateşi  ile  ilgili   Kur'anımızın  mesajlarının  gerçeğini  ve  doğrusunu  sitemizdeki  " Mezarlıkta  Okunan  Tekasür  Sûresi  "  Yine  İsra  Sûresinin  1. ayetine  bağlı  olarak  anlatılan,  Kur’anda  olmayan  bu  ütopik  Miraç  olayının  ayrıntılarını,  Sidreti  Müntehanın,   Mescidi  Aksa’nın  nerede  olduğunu  ve  gerçeğini  "  Miraç  Efsanesi  İle  Kandil  Gecesi  "  başlıklı  yazımızda  bulabilirsiniz. )

Yüce  Rabbimiz  Allah'ın  Evreni,  Kâinatı,  üzerinde  yaşadığımız  dünyadaki  bütün  olayları,  yaşamın  düzenini  ve  devamını  sağlamak  üzere  yarattığı  ve  hepsi  de Allah'ın  ayetleri  olan  Fizik,  Kimya,  Biyoloji,  Kozmoloji,  Astro  Fizik  gibi  Kanun,  İlke,  Kural  ve  Sünnetullah'ı,  Allah'ın  zati  ve  subuti  sıfatlarını,  Kur'andaki  Tevhit  öğretisini,  yine  Kur'anımızda  hiçbir  peygambere  mucize  verilmediğini,  mucizelerin  sadece  Rabbimizin  katında  olduğunu,  peygamberlere  sadece  " Ayatün  Beyyinat "  ifadeleriyle  söze  dayalı  ve  kendisi  bir  mucize  olan  Kitabın  indirildiği  ayetleri  hatırlamayan,  Bilim  ve  Teknolojinin  bugün  ortaya  koymuş  olduğu  gerçekleri  bir  kenara   koyarak,  Nuh  peygamberin  zamanında  yedinci  kat  Semaya  çıkıldığını  bildiğini  söyleyen,  Peygamberimizin  gökyüzüne  miraca  Beytü'l  mamura  çıkarıldığına  inanan  bu  ünlü  Akademisyen  İlâhiyatçı  Prof. Dr. Hocamızın  "  O  halde  gökyüzünden  bakıldığında  dünyanın  yuvarlak  olduğu  ve  üzerinde  Amerika  Kıtasının  da  bulunduğu  o  zamanlarda   Nuh  Peygamber  ve  daha  sonra  da  miraca  çıktığına  inanılan  Muhammed  Peygamber  tarafından  neden  söylenmemiştir ? "  sorusuna  nasıl  bir  cevap  vereceği  elbette  ki  merak  edilir. Kur'anı  tefsir  eden,  halbuki  birçok  konuda  da  doğru  teşhislerle  yorumlar  getiren,  Akademisyen,  İlâhiyatçı  bir  Profesör  olarak  bilindiği  halde  bozuk  cümlelerle,  birbiriyle  tutarlı  olmayan  ifadeleriyle,  yedi  kat  gök  konusunda  akıl,  mantık,  bilim  ile  desteklenmeyen  kabulleri  ve  anlattıkları,  hayret  verici,  gerçekten  ülkemizde  yaşanan  dini  inançlar  açısından  çok  vahim  ve  çok  üzücüdür !..

İnsanoğlunun  ilerleyen  zamanlarda  geliştirebileceği  Bilim  ve  Teknolojilerle  elbetteki  uzayın  daha  uzak  derinliklerine  seyahat  edilebileceği  ihtimali  çok  yüksektir. Zaten  bugün  için  en  yakın  Sema  olan  atmosfer  aşılmış,  Ay  ve  Mars  ulaşımları  sağlanmıştır.  Kur'anda  Rum  Sûresinin  26. ayetinde  "  Göklerde  ve  yerde  kim  varsa  hepsi  de  O'nundur.  Hepsi  de  O'na  saygı  duyanlardır. "  denildiği  gibi  ve  benzer  şekilde  Rahman  29.  Enbiya  19.  Müminun  71.  Nur  41.  İsra  44.  Rad  15.  ayetlerinde  de  yer  alan  "  Göklerde  ve  yerde  bulunan  kimseler  "  ifadeleriyle  uzayda,  Evrende  bizden  başka  canlı  ve  akıllı  varlıkların  bulunabileceğine  işaret  edilmektedir.  Rahman  Sûresinin  33. ayetinde  de  "  Ey  cinn  ve  insan  /  Bilmediğiniz  ve  bildiğiniz,  tanımadıklarınızın  ve  tanıdıklarınızın  toplulukları !  Eğer  göklerin  ve  yerlerin  kenarlarından  aşıp  geçmeye  güç  yetirebilirseniz,  hemen  aşın.  Ancak  sultan  / üstün  bir  güç  olmadan  aşamazsınız. "  ifadeleriyle  diğer  gezegenlerin  kenarından  geçilerek  uzayın  derinliklerine  gidilebilmesi  için,  bugün  uzay  araçlarında  sahip  olduğumuz  katı  hidrojen  ve  oksijen  pilinden  oluşan  güç  kaynaklarının  üzerinde  yeni  ve  daha  güçlü  kaynaklara  sahip  olmamız  gerektiğinin  vurgulanmasıyla,  belki  de  buradaki  " cinn "  sözcüğüyle  uçsuz  bucaksız,  sonsuz,  sınırsız  gibi  görünen  Evrende,  üstün  güce  ulaşabilmiş,  dünyamızın  dışında  başka  yerlerde  başka  bir  formda  yaşayan  tanımadığımız,  bu  güne  kadar  görmediğimiz,  bilmediğimiz  yabancı  ve  Allah'ın  yaratmış  olduğu  başka  varlıklar  kastedilmiş  olabilir. 

Elbette  ki  uzayın  daha  derinliklerine  gidilebilmesi  için  ayette  sözü  edilen  "  üstün  güç  "  kaynakları  mutlaka  Rabbimiz  tarafından  yaratılmıştır. Bu  kaynaklar  belki  de  uzayı  kaplayan,  bizim   karşıt  madde  dediğimiz  parçacıklar  veya  kuvark,  nötrino  denilen  atom  altı  taneciklerdir. Bugün  dünya  insanları  olarak  henüz  bu  tanecikleri,  güneşte  olduğu  gibi  hidrojen  atomlarını  kaynaştırarak  daha  üstün  enerjiye  dönüştürebilecek  füzyon ( kaynaştırma )  teknolojisine  ulaşmış  değiliz.  Ama  insanoğlunun  gelişen  zekâsı  göstermektedir  ki  bu  üstün  enerji  güçlerine  ulaşmak  ve  uzayın  daha  ileri  derinliklerine  yolculuk  yapmak  pek  uzak  ihtimal  gibi  de  görünmemektedir.  Ancak  ayetin  orijinal  ifadesinde,  " min "  edatı  ile  ismin  bizdeki  " den "  haline  dönüştürülmüş  olmasından  dolayı,  bize  göre  sonsuz  olarak  görünen  uzayın  derinliklerinin  sonuna  kadar  değil  de,  aslında   sadece  uzayın  bir  kısmına  ulaşılabileceği  anlatılmaya  çalışılmaktadır. Bilim  adamları  da  bunun  ancak  yüzde  üç  oranında  olabileceğini  belirtmektedirler. Fakat  İlâhiyatçı,  Akademisyen  Hocamızın  yukarıdaki  anlatımlarıyla,  Allah'ın  Evreni  ve  Kâinatı  yönetmek  için  verdiği  hükmü,  yarattığı  kanun,  kural,  ilke,  ölçü,  insanın  fıtri  olarak  fiziki  ve  biyolojik  sınırlarını  ve  Sünnetulah'ı  hatırlayıp  hatırlamadığını  sorguladığımızda,  Allah'ın  ilk  emri  olan  okumayı  değil  de,  namazı  dinin  temeline  oturtturan,  aklı  ve  düşünmeyi  ön  plana  çıkaramayan,  taassup  ile  eğitime,  bilime,  fenne  ve  teknolojiye  sırt  çeviren,  her  insanı  hafız  yetiştirme  derdinde  olan  yapılarına  baktığımız  zaman,  teknolojik  gelişmeleri  özkaynakları  sürekli  olarak  tüketerek  satın  alan  Müslüman  toplumlarının  bu  uzay  çalışmalarının  ve  ilerlemelerin  içerisinde  olamayacağı  da  çok  açık  ve  net  olarak  görülmektedir. 

Evrenin  başka  noktalarına,  Sema'nın  daha  uzak  yerlerine,  üst  sınırına  seyahat  edilebilmesiyle  Cennet  ve  Cehennemin  bu  Evrende  ve  bu  dünyada  görülüp  görülmeyeceği   konusuna   gelince,  Kur'anda  onlarca  ayette  bizim  dünya  yaşamımızda  gördüğümüz,  bildiğimiz,  düşünebileceğimiz  ve  dünya  aklı  ile  kapasitemize  göre  algılayabileceğimiz  kavramlar  ölçüsünde  bize  onların  benzerleri  ile  tasviri  yapılmaktadır. Ama  bunlar  gerçek  Cennet  ve  Cehennem  yapısı  değildir.  Üstelik  de  Cennet  ve  Cehennem  bugünkü  Evren'in  çatısında,  bize  göre  sonsuz  ve  sınırsız  görünen  Sema'nın  sınırında  değildir. Şu  anda  da  zaten  bizim  zaman  algımıza,  Kur'an  ayetleri  ve  Allah'ın  hükmüne   göre,  güneş  katlanıp  dürülmemiş,  dağlar  yürütülmemiş,  denizler  kaynatılmamış,  yıldızlar  söndürülmemiş,  kıyamet  de  kopmamış,  hesap  günü,  mahşer  sorgulaması  da  yapılmamış  olduğundan,  henüz  gerçek  Cennet  ve  Cehennem  hazırlanmamıştır.  Dünyanın  oluşturulmasından  bu  yana  yaşamış  ve  ölmüş  olanların  hiç  biri  de  henüz  görmemiş,  Cennet  veya  Cehenneme  girmemiştir.  Bu  güne  kadar  gelmiş,  geçmiş  ve  ölmüş  bütün  insanların  fişi  çekilmiş,  kapatılmış  bir  bilgisayar  disketi,  bir  uçağın  kara  kutusu,  mikro  cip  gibi  kabzedilmiş  olan  öz  benlik  ve  ruhları,  zaman  mefhumu  olmadan,  mahşer  gününe  kadar  bilinçsiz  ve  rüyasız  bir  uyku  ile  beklemektedir.  Üstelik  de  Vakıa   Sûresinin  60 - 61. ayetlerinde  Yüce  Rabbimiz  Allah'ın  :  "  Ölümü  aranızda  Biz  ayarladık  Biz !  Ve  Biz  sizi  benzerlerle  değiştirmemiz  ve  sizi  bilmediğiniz  bir  şeyde  inşa  etmemiz  üzerine  engellenebilenler  değiliz. "  ifadelerine  bağlı  olarak,  ölümden  sonra  Rabbimizin  bizi  tekrar  Ahiret  hesaplaşması  için  dirilttiğinde,  kıyamet   koptuktan  sonra  oluşturacağı  Cennet  ve  Cehennemin  bambaşka  bir  kozmik  yapıda,  belkide  çok  farklı  bir  boyutta  veya  boyutsuz  yaratabileceği,  herhalde  ünlü  ulemalarımızın  ve  akademisyen  Prof. unvanlı  İlâhiyatçı  Hocalarımızın  dikkatlerinden  kaçmaktadır.

Yüce  Rabbimiz  Allah’ın,  yarattığı  Kâinatı  bir  düzen  içinde  yönetmek  için  oluşturduğu  ve  kıyamete  kadar  da  asla  değiştirmeyeceği  hüküm,  kanun,  ilke,  kural,  düstur  ve  topyekün  Sünnetullah’a  ve  canlı  insan  fıtratına,  biyoloji  kanunları  ile  konulmuş  sınıra  aykırı  olan,  içine  yedi  kat  gök  tabakalarının  da  eklenerek  anlatıldığı,  fakat  Kur’anda  olmayan  miraç  olayının  tutarsızlıklarına,  “ yedi  kat  gök “  tabakalarıyla  ilgili  anlatılan  absürt  /  saçma  masallara,  uydurma  rivayetlere  Hocamız, Tasavvufi  Tarikat  ve  Cemaatler  içerisindeki  müritler,  Ehli  Sünnet  ekolündeki  Ulema,  klasik  ve  gelenekçi  yorumcular  inanabilir,  ayetleri  kendi  mantıklarına,  almış  oldukları  kısır  ve  yetersiz  eğitime,   mana  alemine  gidip  gelmişler  gibi  rivayet  kültürüne  göre  yorumlayabilirler.  Hem  Allah  zamandan  ve  mekândan  münezzehtir  der  ve  ardından  yedinci  kat  Sema'da   Allah’a  direkler  üzerinde  duran  bir  mekân,  taht  ve  kürsi  tayin  edebilirler. Tamamen  Kur’an  ayetlerinin  uyarılarına,  melek  kavramının  gerçeğine  aykırı  olarak,  kapılarını  meleklerin  açtığı  yedi  kat  gök  tabakalarında,  ölmüş   peygamberlerle   Peygamberimizi   konuşturarak  onlara   namazlar  kıldırttırabilir,  Nuh  Peygamber  zamanında  yedi  kat  gök  sınırına  gidip  gelinmiştir  diyebilirler.  Madem  öyle,  Nuh  Peygamber  yedi  kat  göğe  gidip  gelme  bilgisine  ve  teknolojisine  sahip  idi  ise  neden  Tufanda  aylarca  gemi  yapmaya  uğraşmış  da  uzaya  çıkıp  Tufanın  bitmesini  beklememiş  sorusunu  kendilerine  sormamış  olabilirler. Fakat  biz  zamanımızın  bugün  geldiği  noktada  bilimin  ve  teknolojinin  gerçeklerine,  Kur'anın  asıl  vermek  istediği  mesajlarına,  gerçek  kavramlarına  uymayan  tutarsız,  absürt,  masallaştırılmış,  insanların  narkozlanarak  uyutulmasına  yönelik  bu  anlatılanlara  ve  yorumlara  katılamıyoruz.

Özellikle  Tasavvufi  Tarikat  çevrelerinin  oluşturduğu  Kur’andaki  “  Yedi  kat  gök “  ifadelerine  düz  mantıkla  yaklaşarak  kabul  edenler,  ayetlerin  orijinalinde  yer  alan   sema  sözcüğünü  sadece  gökyüzü  olarak  düşünenler,  fakat  aynı  zamanda  yükseklik,  yücelik,  üstünlük,  üst  olma  gibi  daha  bir  çok  anlamını,  fiilinin  ise   iyi  hesap  yapan,  matematik  bilen  kimseler  için  de  kullanıldığını  fark  edemeyip,  böylece  Allah'ın  Yüceliğinin  ve  muazzam  tasarımının  farkına  varamayanlar,  Kur’anda  da  bu  ifadenin  geçtiği  ayet  sayısının  yedi,  yer  yüzü  katmanlarının  da  yedi  tabaka,  insan  hayatının  da  yedi  mertebeli  olduğunu  söylerler. Tasavvufun  ünlü  Tarikatlarından  birinin  kurucusu  olan  Celaleddin  Rumi  de  fikir  babası  ve  aşkın  önderi  olarak  gördüğü  Şeyhi  Feridüddin  Attar'ı  övmek  için,  yine  aynı  inançların  bir  tezahürü  olarak  "  Attar  aşkın  yedi  şehrini  gezip  bitirdi  de,  ben  ise  hala  bir  sokağının  dönemecindeyim  "  diyerek  herhalde  övmek  için,  şeyhinin  tayyi  mekân  yeteneği  ile  yedi  kat  göğe  çıkıp  dolaşıp  geldiğini  ima  etmektedir. Oysa   Kur’anımıza  baktığımız  zaman ;

1.  İSRA  44  :  Yedi  gök,  yer  küre  ve  bunların  içindekiler  O’nu  tesbih  ederler. / Her  türlü  noksanlıklardan  arındırırlar.

2.  FUSSİLET  12  :  Böylece  Allah,  onları  iki  evrede  yedi  gök  olmak  üzere  gerçekleştirdi  ve  her  göğün  kendi  işini  içine  yükledi.

3.  NUH  15  :  Allah’ın  yedi  göğü  tabakalar  halinde  nasıl  oluşturduğunu  ve  Ay’ı  onların  içinde  bir  ışık  yaptığını,  Güneş’i  de  bir  lamba  yaptığını  görmediniz  mi ?

4.  MÜMİNUN  86  :  De  ki  :  “  Yedi  göklerin  Rabbi  ve  çok  büyük  tahtın  Rabbi  kimdir ?  “

5.  MÜLK  3  :  O  yedi  göğü,  birbiri  üzerine  uyumlu  olarak  oluşturandır.  Rahman’ın  oluşturmasında  bir  çatlaklık,  uygunsuzluk  göremezsin.

6.  NEBE  12  :  Ve  sizin  üstünüze  yedi  sağlamı  bina  ettik.

7.  BAKARA  29  :  O  yeryüzünde  ne  varsa  hepsini  sizin  için  oluşturandır.  Sonra  da  O  semaya  egemenlik  kurdu.  Onları  yedi  gök  olarak  düzenledi.  O  her  şeyi  en  iyi  bilendir.

8.  TALAK  12  :  Allah,  yedi  göğü  ve  yerden  de  onlar  kadarını  oluşturandır.

9.  MÜMİNUN  17  :  Ve  andolsun  ki  Biz,  sizin  üstünüzde / gökyüzünde  yedi  yol  oluşturduk.  Ve  Biz,  oluşturmaya  karşı  bilgisiz,  ilgisiz,  duyarsız  değiliz.

Ayetlerinde  görüldüğü  gibi,  aslında  Allah’ın  büyüklüğünü,  birçok  güneş  sistemleri  ve  galaksilerle,  ucunu  bucağını  tasavvur  edemeyeceğimiz  kadar  büyüklükteki  yarattığı  Evrenin  zenginliğini,  çeşitliliğini,  azametini,  yaratmadaki  tasarımın  ölçü  ve  mühendislik  hakimiyetini  ortaya  koymak,  küfür  içerisindeki  reddiyeci  insanların  her  dönemde  içinde  bulunduğu  küfür  ve  şirkle  dolu  yanlış  inançlarını  yüzlerine  vurmak, Tevhit  inancına  /  Allah'ın  bir  olduğuna,  Bilime, Teknolojiye,  sorgulamaya  ve  araştırmaya  yöneltmek  amaçlarıyla  Kur'anımızda  “ yedi  gök “  ifadelerinin  yer  aldığı  en  az  dokuz  ayet  gösterilebilir.  Bunlara  rağmen  ayetlerde  yer  alan  “  yedi  gök  “  ifadelerine  bağlı  olarak  bu  ayetleri  dikkate  alanlardan  bir  kısmı,  düz  mantıkla  ve  zorlamalarla  dünyamızın  çevresini  kuşatmış  olan  atmosferin  yedi  katmandan  oluştuğunu  da  iddia  ederler. Oysa  ki  bugünkü  bilimin  geldiği  noktada  atmosferin,  Kur’anın  ifadesine  göre  yakın  göğün,  1. Troposfer  ( 10 km. )  2. Stratosfer  ( 40  km. )  3. Mezosfer ( 50  km. ) 4. Thermosfer ( 300  km. )  5.  Exosfer  ( 400  km. )  olmak  üzere  beş  katmandan  oluşmakta  olduğu  belirtilmektedir. Üstelik  sürekli  hareket  eden  değişik  içerikteki  gaz  katmanlarının   miktar,  yer,  yapı  değiştirmesinden  dolayı,  aralarında  üst  üste  dizilmiş  dolap  çekmeceleri  gibi  bir  katman  sınırı  bulunmamaktadır.  Bunun  yanı  sıra  hava  katmanlarının,  farklı  kimyasal  içerik  veya  sıcaklığı  ile  enerji  birikimleri  baz  alınarak  yapılan  tanımlamalarında,  her  birinin  5,  7,  12,  16  gibi  basınç  ve  sıcaklık  etkisine  bağlı  olarak  farklı  içerikte  ve  yapılardaki  genişleyip  daralabilen,  zaman  zaman  birbirine   karışabilen,  azalabilen  veya  çoğalabilen  gaz  halindeki  molekül  ve  partiküllerin  oluşturduğu  tabakalardan  meydana  geldiği,  ayette  "  Her  göğün  kendi  işini  içine  yükledi "  denilerek  ifade  edildiği  gibi,  güneş  ışınlarının  ve  radyasyonun  dünya  üzerine  olumsuz  etkilerini  azaltmak  için  farklı  işlevleri  yerine  getirdiği  de  bilinmektedir. 

Yine  yedi  gök  ifadelerine  bağlı  olarak  bu  ayetleri  dikkate  alanlardan  diğer  bir  kısmı  da  bütün  Evrenin,  bize  göre  uçsuz  bucaksız  hacimsel  üç  boyuta  dağılmış  yıldız  kümeleri  ve  galaksilerle  dolu  olan  ve  bunlara  göre  bir  toplu  iğnenin  başı  kadar  büyüklükte  olan  dünyamızın  da  içinde  bulunduğu  uzayın,  dolap  çekmeceleri  gibi  sanki  üst  üste  dizilmiş  ve  aralarına  da  kapılar  konmuş  yedi  tabakadan  oluştuğunu  iddia  ederler  ki,  bunlar  doğru  olmayan,  bilimsel  gerçeklere  ve  Kur’an  ayetlerinin  asıl  mesajlarına  uymayan  ilkel  ve  hayal  ürünü  varsayımlardır.  Bugün  artık  basınç  ve  düşük  sıcaklık  ile  katılaştırılmış  hidrojen  ve  oksijen  yakıt   pilleriyle  çalışan  ve  ışık  hızını  aşan  uzay  araçlarıyla  atmosfer  aşılarak  uzaya  sürekli   çıkılmakta,  Ay'a  ve  Mars  gezegenine  ulaşma  çalışmaları  hız  kazanmakta,  ama  hiç  bir  Astronot  da  yedi  gök  tabakalarındaki  kapılardan  ve  izin  verecek  olan  meleklerden  söz  etmemektedir.  Halbuki  aslında  biz  de  bir  uzaylıyız  ve  uzayda  yüzen,  Dünya  gezegeni  denilen,  Allah'ın  oluşturduğu  devasa  bir  geminin  üzerindeyiz. Uzaydan  bakılınca  biz  de  gök  yüzündeyiz.  Kaf  Sûresinin  16. ayetinde  “  Ve  andolsun  insanı  Biz  oluşturduk.  Nefsinin  kendisine  neler  fısıldadığını  da  biliriz.  Ve  Biz  ona  şah  damarından  daha  yakınız. ”  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  Yüce  Rabbimiz  Allah,  bize  şah  damarımızdan  daha  yakındır. Üstelik  Peygamberimiz  de  yaşadığı  hayat   içerisinde,  çevresinde  gökyüzünde  ve  kendisine  vahyedilen  ayetlerle  zaten  Allah’ın  ayetlerini  sürekli  görmektedir. Rabbimizin  her  yerde,  insanların  arasında  olmasından  dolayı,  Peygamberin  Allah'la  görüşmek  üzere  gök  yüzüne  miraca  çıkartılmasının  gereği  yoktur.  Ama  buna  rağmen  Hristiyanların  Pavlus’un  vizyonunda  anlatılan,  Erika  dağında  bir  melekten  vahiy  alarak  İsa'nın  göğe  yükselmesi,  orada   havarilerle  görüşmesi  hikâyelerine  nazire  olarak,  bizim  ulemamız  da   Peygamberimizi,  Nuh’un  teknolojisiyle  değil  de  olmayan  Cebrail  meleği  ve  Burak  atı  ile  göğe  çıkartmış,  ölmüş  olan   peygamberlerle   görüştürmüş,  onlara  imamlık  yaptırmış,  yedi  kat  Sema'nın  üzerindeki  eve  Beytü’l  Mamur’a  ulaştırmıştır.  Bizim  Peygamberimiz  diğer  peygamberlerden  aşağı  kalamaz  düşüncesiyle  Kur'an  ayetlerinin  uyarılarının  aksine  peygamberleri  yarıştırma   kibrinin  ve  hastalığının  esaretine  yenik  düşmüşlerdir !..

Peygamberimizden,  Kur’anın  indirilmesinden,  Müslümanlıktan  önce  de  aslında  değişik  kültürlerde,  Orta  Asya’da  Türk  Boylarında,  Şamanlarda,  ilk  çağlarda  batıda,  Azteklerde,  Mısır  ve  Arabistan’da  da  gökyüzünün  7  kat  olduğu  inancı,  tanrısallaştırılarak  ve  ilâh  diye  tapınma  zaten  vardı  ve  çok  da  yaygın  idi.  Üstelik  İbrahim  Peygamber  de  binlerce  yıl  önce  gökyüzü  araştırmaları,  gözlemleri  ve  sorgulamaları  sonucunda  Allah  bilincine  ulaşmış,  ilk  haniflerden  olmuştur. İlk  çağlarda  Ptoleme  ( M. S  150 )  ve  Batlamyus  (  M. S  85 )  gibi   gök  yüzünü  inceleyen  Astronomi   bilginleri,  gözle  görülebilen  ve  hareket   edebilen,  dünyanın  etrafında  dönerek  yer  değiştiren  gök  cisimlerine  bağlı  olarak  teoriler  geliştirmiş,  o  zamanlarda  gözle  görülebilen  beş  gezegenden  Merkür,  Venüs,  Mars,  Jüpiter,  Satürn  ve  bunların  yanı  sıra  Güneş  ve  Ay'dan  ibaret  olmak  üzere  bu  yedi  gök  cisminin  saydam  kristal  kürelerde  dolaştığını  iddia  etmişler,  dünyanın  döndüğünü  ve  yuvarlak  olduğunu  bilmedikleri  halde  etrafında  7  adet  dairesel  yörünge  çizmişlerdir.  Bunun  ardından  da  insanlar,  dünyanın  etrafında  hareket  ettiğine  inandıkları  bu  yedi  gök  cismini  tanrısallaştırmışlar,  her  gün  bir  tanrıya  tapmak  üzere,  Pazar  günü  ( Sunday ) ( Güneş ),  Pazartesi  günü  ( Monday ) ( Ay )  Salı  günü  ( Tuesday ) ( Mars  savaş  tanrısı )  Çarşamba  günü  (  Wednesday ) ( Merkür  ruhların  tanrısı )  Perşembe  günü  ( Thursday ) ( Thor  yıldırım  tanrısı  veya  Zeus )  Cuma  günü ( Friday ) ( Venüs  güzellik  tanrıçası )  Cumartesi  günü ( Saturday ) ( Satürn  zamanın  tanrısı ) olarak  isimlendirilmiş,  böylece  de  aynı  zamanda  bir  haftalık  zaman  dilimi  kavramı  ortaya  çıkmıştır.

Ayetlerdeki  “ yedi  gök  “  ifadelerini  bugünkü  astronomik  teorilere  bağlayarak  Kur’anın  bin  dört  yüz  yıl  önceden  bize  yeryüzü  tabakasının  yedi  kat,  gökyüzü  tabakalarının   da  yedi  kat  olduğu  ayrıntılarına  yönelik,  coğrafi  ve  astronomik  bilgiler  verdiğini  iddia  etmek  doğru  değildir.  Arapçada  7  sayısı  aynı  zamanda  çokluğu  ifade  etmektedir.  “  Yedi  kat  gök  “  ifadesiyle  yedi  adet  gök  anlamı  olacağı  gibi,  bir  çok  gök  anlamı  da  çıkarılabilir.  Ayrıca  Kur’anda  Lokman  Sûresinin  21. ayetinde  7  deniz,  Tevbe  Sûresinin  80. ayetinde  70  kez  af  gibi  sayısal  ifadeler,  hep  çokluktan  kinaye  olarak  kullanılmıştır.  Bizde  de  " yediden  yetmişe "  herkes  anlamında,  sittinsene  ( 60  yıl ) da  geçse  senden  bir  şey  olmaz  gibi,  çokluk  ifadeleri  için  kullanılan  deyimler  bulunmaktadır.  Arapçada  7  kat  gök  ifadesi  yedi  sayısıyla  da  sınırlı  değildir.  7, 40, 70, 1000,  gibi  sayılar  çokluktan  kinaye  olarak  kullanılır.  Ayetlerdeki  bu  tür  sayılarla  belirtilen  ifadeleri  düz  mantıkla  ve  aynıyla  ele  alarak  yorumlamak  gerçek  doğru  değildir.  Ayetlerdeki  7  kat  gök  ifadesiyle  aslında  çok  tanrıcı  yanlış  inançlardan  gelen  bu  ifadelere  karşı  Allah’ın  sonsuz  ve  sınırsız  ilmine,  kudretine  ve  Tevhit  ( Lailâhe  illallah ) (  Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur )  demenin  inancına  ve  bilincine  dikkat  çekilmeye  çalışılmaktadır.

Kur’anımız  doğrudan  doğruya  ne  Bilim,  ne Tarih,  ne  Anayasa,  ne  Coğrafya,  ne  de  masalların  hurafelerin  kitabıdır. Elbette  içerisinde  muhkem,  müteşabih  ve  genel  ifadelerle  Fizik,  Kimya,  Biyoloji,  Kozmoloji,  Astronomi,  Sosyoloji,  gibi  çeşitli  bilim  dallarıyla  ilgili  olarak  ana  hatlarıyla  değişik  konularda  gerek  önceki  kültürlerden,  gerekse  de  ileriye  yönelik  gelişmelerde  görülebilecek  gaybi  bilgiler,  ip  uçları,  temel  ve  çok  kısa  öz  bilgiler  halinde  ayetlerle  verilmekte,  bilimsel  araştırmalara  yönelik  tavsiye  ve  yönlendirmeler  yapılmaktadır.  Ve  zaman  ilerledikçe,  insan  aklı  geliştikçe,  bilimsel  ve  teknolojik  olanaklar  arttıkça  müteşabih  ayetlerin  tevili,  gerçek  karşılıkları  ortaya  çıkmakta  ve  ne  denilmek  istendiği  daha  iyi  ve  doğru  olarak  anlaşılmaya   başlamaktadır.  Zaten  Kur’an,  verdiği  örneklerle  o  günün  kültürlerinde  var  olan  gerçek  dışı  masallaştırmış  oldukları  inançlarını  düzeltmek  üzere,  bilgi  birikimleri  ve  sosyolojik  yapılarına  göre  hitap  edebilen  ve  toplumun  içinde  bulunduğu  kendi  şartlarına  göre  çözüm  önerilerini  getirebilen,  hayatın  içinde  olması  gereken  evrensel  ve  bütün  zamanlara  uyarlanarak  hitap  eden  bir  öğüt  kitabıdır.  Hayatın  güzelliklerinin  oluşturulması  ve  geliştirilmesi  için  bir  rehberdir.  Biz  de  her  zaman  Kur’anımızı,  detaylandırılmış,  etraflıca  açıklanmış  Kur'an  ayetleriyle  doğru  olarak  anlamaya  çalışalım.  Biz  hiç  bir  şey  anlamadan,  üstelik  de  makamlandırılarak  sadece  tecvit  ve  mahreci  ile  Arapçasını  okumaya  çalışırken,  ödüllü  Kur'an  okuma  yarışmalarıyla  herkesi  hafız  yetiştirme  derdindeyken,  bilimde,  teknolojide  öne  çıkıp  uzay  çalışmaları  yapanların  ve  onlara  göre  Müslümanlar  olarak  bizim  de  ne  kadar  geri  kalmış  olduğumuzun  farkına  varalım.  Bize  hiç  bir  kazanç  sağlamayacak  masalların,  hurafelerin  peşinden  gitmekten  vaz  geçelim,  aklımızı  kullanalım.  Ancak  o  zaman  çağdaş  gelişmişlik  mertebesini  yakalayabiliriz.  Allah’ın  selamı,  rahmeti,  hiç  şüphesiz  Kur’anı  doğru  olarak  anlayan  ve  hayatının  rehberi  edinebilenlerin  üzerine  olacaktır !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

İslam  Ansiklopedisi  TDV

Akıl  ve  Bilim  ( Prof  Dr.  Ethem  Derman )

http:// Wikipedia.org/wiki/Batlamyus

http://docs.google.com/viewer

Ramazan  Koyuncu  Niyazi  Balin  Yüzleşme

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET