Nasrettin Hoca’ya sormuşlar : Hocam ! kıyamet ne zaman kopacak ? Siz hangi kıyametten söz ediyorsunuz ? Benim bildiğim iki kıyamet vardır. Biri hatun öldüğü zaman, küçük kıyamet, diğeri de ben öldüğüm zaman büyük kıyamettir. Ardından sormaya devam eden meraklılar, bu sefer, Hocam kıyametin alametleri nelerdir ? dediklerinde : Hoca “ Neme lazım “ diye cevap vermiş. Anlamadık Hocam, bu sorunun cevabını senden başka kimden alabiliriz diyerek ısrar ettiklerinde de “ Neme lazım “ dedim ya ! Herkes neme lazım dediği zaman işte bu kıyamet alametidir.
Hoca’nın, insanların umursamazlığına dikkat çektiği bu fıkrasında olduğu gibi, dünyanın geldiği bu günkü yaşamında da insanoğlunun kimileri zenginlik, varlık, debdebeli, şaşaalı ve gösterişli lüks içerisindeki güzelliklerle dolu hayatın aldatarak oyalamasından, kimileri de işsizlikle, yoksullukla, sıkıntılarla, streslerle yoğunlaşmış olan kendi yaşam mücadelesinden ve gününü kurtarma telaşından dolayı artık pek çok şeyi umursamaz, manevi olarak da yarınını ve hayatının sonunu düşünemez olmuştur. Kimileri için hayatın zorlukları, iletişim kanallarının ve araçlarının dayanılmaz baskısı ile, kimileri için de şatafatın, zenginliğin, lüks yaşamın güzelliklerinin getirdiği umursamazlık ile zaten uyuşmuş olan insan, yaptığı seçim ve attığı adımlarda aklını sağlıklı olarak kullanamaz hale gelmiş, Kur'an ve Allah'ın ayetleriyle de bir araya gelemedikleri için, adeta yaşayan ölüye dönüşmüşlerdir. Fakat insanların ister istemez içinde bulundukları bu umursamazlığa karşın, Kur’an ayetleri de halbuki ısrarla hesap verme gününün, kıyametin yaklaştığını hatırlatmaktadır. Çünkü elçilerin sonuncusu olan Muhammed ( a.s. ) ve O’na indirilen son Kitap olan Kur’an ile beraber artık insanoğlu, Allah katındaki Din ve İnanç açısından dünyanın son dönemini yaşamaktadır. Bu dönem içinde de insanoğlunun ömür dediği de nedir ki ? Ortalama 70 veya 80 yıldır. “ Az yaşa, çok yaşa, sonunda gelecek başa “ denildiği gibi eninde sonunda ölüm, zengin fakir herkesin kapısını da çalacaktır. Ya da belki de çok yakında kıyametin kopuşuna bizzat biz tanık olacağız. Yarınımızdan hiç birimiz emin olamayız. Toplumumuzda da çoğunlukla Kur’an anlaşılmak için okunmadığından, Enbiya Sûresinin 1 - 3. ayetlerinde " İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise gaflet / aldırmazlık içinde, mesafeli duran kimselerdir. Rabblerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü, ancak oyun yaparak ve kalpleri eğlenerek dinlerler. " denilerek belirtildiği gibi elbetteki bu konuda Rabbimizin uyarılarından haberi olmayanlar, gaflet içerisindeki umursamazlıklarını tarih boyunca olduğu gibi bugün de daha derinden sürdürmeye devam edeceklerdir.
Ayette aldırmazlık içinde olan insanlara, hesapları yaklaştı denilirken, ölümün ve kıyametin yaklaştığı hatırlatılmaktadır. Bu ayetin ifadesine göre, aradan 1400 yıl geçmiş olmasına rağmen hala kıyamet kopmadı denilebilir. Bu soruya verilecek cevap son derece açıktır. Çünkü Nasrettin Hocanın da dediği gibi hesap, kişinin ölümüyle ve hemen karşı karşıya gelinecek kıyamet ile başlayacaktır. Ölen kişi için kapatılmış bir bilgisayar disketi gibi, bilimsel olarak entropinin / düzensizliğin sıfırlanması, enerjinin, hareketin, canlılığın tükenmiş olmasından dolayı zaman durmakta, zaman mefhumu ortadan kalkmaktadır. Allah ise zamandan münezzehtir. Bu dünyadan ölerek ayrılan kişi için, ister on bin yıl olsun, ister on gün olsun, kendi ölümü ile kıyametin kopması arasında algı bakımından hiç bir fark yoktur. Nitekim Kur’anda kıyametten sonraki haşr edilme / toplanma esnasında herkesin ölüm ile dirilme arasındaki zamanı çok kısa bir süre olarak algılayacağı bildirilmektedir.
YUNUS 45 : Ve insanlar Allah’ın onları toplayacağı günde, sanki onlar gündüzden bir saat kalmışlar gibi aralarında tartışırlar.
RUM 55 : Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
Ayetlerde de görüldüğü gibi ölümün yaklaşması ile kıyametin yaklaşması, insanlar için farklı farklı şeyler değildir. Bu nedenledir ki, Rabbimiz insanları hem kıyamet, hem de ölüm ile uyarmakta, hesap günü için önceden gereken hazırlıkları yapmaları öğüdünü vermektedir. Bu ayetlerin uyarılarından haberleri olmayanlar da Kur'anda kıyametin kopacağı zaman neden bildirilmemiştir diye sorarken, Ateistler gibi, belki de Kur'anı aşağılamaya, yetersiz görmeye çalışmaktadırlar.
Kıyamet : Sözcük anlamıyla, kalkmak, dikilmek, ayaklanmak anlamlarına gelirken, halk arasında da gürültü, patırtı, karışıklık anlamlarında kullanılır. Dini anlayışa ve inanışa göre de, Evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst olması, dünya hayatının son bulması, yok olan ve ölen her şeyin yeniden diriltilip ayağa kaldırılması ve özgür irade ile akıl verilmiş olan her canlının, hesap vermek üzere mahşer alanında toplanmasıdır. Evrenin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisi olan Rabbimiz, elbette ki zamanı geldiğinde bu yaratılışa bir son vermeye, Evreni bozup yeniden düzenlemeye de muktedirdir. Kıyametin ne zaman kopacağını, ancak Yüce Rabbimiz Allah bilir. Peygamber ve görevli melekler / doğa güçleri dahi bu konuda bir bilgiye sahip değildir. Özellikle Yüce Allah tarafından gizlenmektedir. Zaten bir Müslüman için önemli olan kıyametin ne zaman kopacağının bilinmesi değil, onun kopmasıyla başlayacak olan ebedi hayata, ne derece hazır olunup olunmadığıdır.
ARAF 187 : Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki : “ onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. “ O’ndan başkası açıklayamaz.
TAHA 15 : Şüphesiz ki o saat / kıyamet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim.
LOKMAN 34 : Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah katındadır.
NAHL 1 : Allah'ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz.
KAMER 1 : O saat / kıyametin kopuş anı yaklaştırıldı. Ve her şey açığa çıkarıldı.
AHZAB 63, 73 : İnsanlar sana kıyametin kopuş vaktinden soruyorlar .......Ne bilirsin ki kıyametin kopuş vakti yakında olur....
Kur’anda kıyamet, saat, vakıa / kesin olarak meydana gelecek olay, en büyük felâket ve belâ, Hakka / gerçek olan, Gaşiye / şiddetiyle birden bire saran, Karia / kapıyı çalacak olan gerçek gibi tanımlamalarla anlatılmaktadır. Ayrıca pek çok ayette saat, hesap günü, hüküm günü, karar, ayrım günü, toplanma günü, Sura üflendiği gün, ifadeleriyle de isimlendirilmektedir.
Bilim de Evrenin sonunun nasıl geleceğine ait bir takım öngörüler ortaya koymaktadır. Teorik Fiziğin çalışma alanına göre, çoklu Evren modellerinde Evren için bir başlangıç ve son görülmez. Ancak bir Evrensel alan, bir kara delik üzerinden başka bir Evrensel alana aktarılır. Bilinen Evrenin geleceği ve yok olması ile ilgili birkaç teori bulunmaktadır. Bu teorilere göre Evren sonsuza dek genişlemesini sürdürecek ve soğuyacak, veya tekrar kendi üzerinde büzülecek veya bir yırtılma ile varlığı son bulacaktır. Bu teoriler Evrenin bilimsel olarak tahmin edilen yaşından daha erken bir kıyamet takvimi ön görmemektedir. Ancak kara delik kavramı ile karanlık enerjinin keşfiyle birlikte Evrenin, kendi üzerine çökerek son bulacağı görüşü geçerliliğini yitirmiş görünmektedir. Bir başka görüşe göre de Evrenin itme gücü bitince, çekme başlayacak ve gök cisimleri bir merkezde toplanarak yığılacak ve büyük bir patlamayla Evren tekrar genişlemeye başlayacak, bu genişleme ve çöküşlerin sonunda da termodinamik ısı ölümü ile tamamen son bulacaktır.
Müslümanlıkta, Ehlikitap inanışlarında, Eski Ahit / Tevrat, Yeni Ahit / İncil'de kıyamet ile ilgili pek çok görüş ve rivayetler anlatılmıştır. Yahudilerin inancında, kıyamet alametleri olarak ; * Babil'deki Sinagoglar İsrail’de tekrar kurulacak, * Yönetim dinsizlerin eline geçecek, * İsrail toprakları yeşerecek, * Süleyman tapınağı Kudüs’te tekrar inşa edilecek, * İsrail’in düşmanları dize gelecek, * Mesih gelerek İsrail’in kralı olacak. Tüm Yahudileri vaat edilmiş topraklarda toplayacak. Ay ve Güneş takviminin bir karışımı olan Yahudi takvimine göre kıyamet 6000 yılından sonra kopacak, bu tarih Miladi takvime göre de 2240 yılına tekabül etmektedir.
Hristiyanlık inancında da kıyamet öncesinde büyük felâketlerin yaşanacağı öngörülmektedir. İncil anlatımlarına göre ; İnsanlar benliklerine, zevke paraya, gurura, itaatsizliğe, nankörlüğe, zalimliğe, öfkeye, gaddarlığa, hainliğe, aşırı yönelip, sadece dinin biçimini gözetecek, kudretini inkâr edeceklerdir. O günlerin hemen sonrasında güneş kararacak, Ay ışığını vermez olacak, Yıldızlar gökten düşecek, deccal ve İsa Mesih savaşı / Armagedon başlayacak.
Müslümanlıkta da kıyamet ile ilgili Kur’an ayetlerinin dışında, hadis ve rivayetlerle, zanlarla oluşturulmuş pek çok bilgi ve inanç bulunmaktadır. Kıyametin ne zaman olacağı, öncesinden alametlerinin olacağı veya olmayacağı, olacaksa nelerin olacağı, bizim için gayb olmasına, Kıyametin aniden kopacağının belirtilmesine rağmen, sanki gayba gidilmiş de geri dönülmüş gibi küçük alametler, büyük alametler sınıflandırması dahi yapılarak uydurma hadislerle anlatılmakta ve anlatılan hikâyeler de Peygamberimize fatura edilmektedir.
Bu anlatılan hikâyelerin, rivayetlerin bazılarına baktığımız zaman ; Küçük alametler için :
* İlmin kalkıp cahilliğin çok olması, ( Hangi ilimden söz edildiği belli değildir. Büyük ihtimalle doğrudan Allah'tan ilim aldığına inanılan Tasavvufun Evliya ve Şeyhleri kastedilmektedir. Halbuki müspet ilim, bilim ve teknoloji sürekli bir gelişim içerisindedir. Kur’anı gerçekçi olarak okuyup anlayan ve toplumları bilinçlendirmeye çalışan, aydınlatan Kur’an erlerinin sayısı da günden güne artmaktadır.)
* Cahillerin hükmetmesi, * İnsanlardan emanetin kalkması, * Din bilgilerinden yoksun olarak ibadet edilmesi, * Oyun ve çalgı aletlerinin çok olarak kullanılması, * Deccal vekillerinin çıkıp insanları doğru yoldan çıkarması, ( Bazen her şeye deccal denilmenin yanı sıra kesin ve ne olduğu tam belli olmayan bir deccal inancı ) * Adam öldürme ve fitnenin çoğalması, ( Adam öldürme ve fitne, insanın varoluşundan buyana hiç eksik olmadı ki, )
* Bidatların çıkıp, sünnetin terk edilmesi, * İslam’ın ancak isminin, Kur’anı Kerim’in ancak resminin kalması, ( Bu doğru bir tespittir. Çünkü insanlarımızın çoğu Kur’anı sadece Arapça okuyup bir şey anlamamakta, Kur’anı okuduğunu, hatim ettiğini zannetmektedir. Ve anlayabilmek için de Türkçe mealini okuma çabası göstermemektedir. Bu davranış ve ihmalkârlık onları Allah katında kurtarmaya yetmeyecektir. Furkan 30. ),
* Mescitlerin görünüşte mamur, lâkin hidayette ve irşat yönünden harap haline gelmesi, ( Çok doğru, zira büyük masraflarla son derece konforlu hale getirilen, İslam'la sıvandığı zannedildiği halde şirk yuvasına dönüştürülen mescitler, Arapça dualarla hiçbir şey anlaşılmadan sadece yatmak ve kalkmaktan ibaret olan namaz kılmanın dışında hiçbir işe yaramamaktadır. Peygamberimizin uygulamaları yok edilmiştir, eğitim ve öğretim yuvası olmaktan çıkarılmıştır. Sadece Arapça okumaya yönelik olan Arapça Kur’an kurslarından başka, gerçek Hakk Dini öğretme vasfından uzaktır. ) Bu öngörülen tespitler, aslında kıyamet yaklaşsa da yaklaşmasa da bugün yaşanan gerçeklerdir. Yüzyıllardır Kur'anın dışında ülkemizde yaşatılan dindir.
Yine rivayet ve hadislerle ifade edildiğine göre sanki Allah'la görüşüp birlikte kararlaştırmışlar gibi büyük kıyamet alametleri de belirlenmiştir. Ve bu alametler de şöyle anlatılmaktadır. On büyük alamet görülmeyince kıyamet kopmayacaktır. Bunlar ; * Duman, * Deccal, * Dabbetül Arz, * Güneşin batıdan doğması, * İsa’nın gökten inmesi, * Yecüc Mecüc çıkması, * Arabistan’da çökmenin oluşması, * Yemende bir ateşin çıkıp halkı bir araya getirmesi, * Peygamberin torunlarından birinin Mehdi olarak dünyaya gelmesi ve dünyayı zulümden kurtarması. Bu on maddelik öngörü etrafında da oluşturulmuş yüzlerce hadis bulunmaktadır. Dikkat edilirse bu öngörülenler tamamen İsrailiyat kokmaktadır. Duman, Deccal, Dabbetül arz, Yecüc Mecüc kavramları da Kur’an ayetlerinde söz edilenlerin, farklı yorumlanmasından, saptırılmasından ortaya çıkmış öngörülerdir.
Yecüc Mecüc : Kur'anda Kehf 94 ve Enbiya 96. ayetlerinde yer almasına rağmen asıl anlamlarından farklı anlamlarla, abartılı nakillerle pek çok rivayetin ortaya atılmasıyla yöneltilen bir kavramdır. Gerek Kitabı Mukaddes ve gerekse Kur'anda asıl anlatılmak istenene göre, Yecüc ve Mecüc'ün ortak özelliği akıncılık ve istilacılıktır. Dolayısıyla bu iki sözcüğün çağrıştırdığı güç, bir ordunun gücüdür. Bu durumda Yecüc, ordu komutanı, Mecüc de onun askerleri anlamındadır. Yecüc ve Mecüc'ü belli bir tarihe veya kıyamet zamanına veya herhangi bir coğrafyaya sığdırmak yanlıştır. Her devirde ve her bölgede ve her zamanda Yecüc ve Mecüc olmuştur. Nitekim şu anda dünyamızın her bölgesinde, bilhassa Orta doğudaki Müslüman ülkelerinde Yecüc Mecüc doludur. Savaş ve insan ölümleri hiç eksik olmamaktadır.
Deccal : Arapça bir sözcüktür. " Decl " kökünden gelir. Yalancı, hilekâr, iyi ile kötüyü, hak ile batılı ve insanların zihinlerini karıştıran, gerçeği gizleyen bozguncu demektir. Doğru yoldan uzaklaştırıp, dalalete sapkınlık yoluna sürükleyendir. Kur'anda olmayan ve gerçek dışı Mehdi inancında olanlarca Deccal, Mehdinin savaşacağı kişidir veya güçlerdir. Özellikle Tarikat ve Cemaatlerce Deccal'in düşünce sistemine karşı koymak da ibadet sayılmaktadır. Tarikatlarda şeyhlere karşı çıkanlar, farklı görüş bildirenler de tehdit ve korkutma ile Deccal olarak nitelendirilir. Deccal'in cenneti de cehennemi de sahtedir. Alnında da kâfir yazar. Mezhep ve Cemaat liderleri, içinde bulunulan kötü durumu, geri kalmışlığın günahını da hep günah keçisi olarak Deccal'e yüklerler. Hadis ve rivayetlerde Deccal'e karşı savaş verecek İsa'nın, Şam'ın doğusunda beyaz minareye ineceği, mehdi ile buluşacağı ve Deccal'i öldüreceği ( Müslim b. el Haccac ) anlatılmakta, müritler uyutularak kandırılmaktadır. ( Mehdimiz Kim Olsun başlıklı makalemize bakabilirsiniz. )
Bazı hadislerle de kıyametin kopacağı zamana işaret edilmektedir. Bunlardan birinde ; Dünyanın toplanma günü 7 bin yıldır. Muhammed’e kadar bunun 5600 yılı geçmiştir. Enes b. Malik’den ; O dedi ki : Resulullah buyurdu ; Dünyanın ömrü Ahiret günlerinde yedi gündür. Allah’u Teala buyurdu ki ; Rabbin katında bir gün sizin için bin yıl gibidir. Kim bir din kardeşinin Allah yolunda bir ihtiyacını görürse, Allah Teala onun için gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçirmişçesine şu dünyanın yedi bin yıllık ömrü müddetince sevap yazar. Halbuki Kur'anda yedi sayısı ve katları çokluğu ifade etmek üzere kinaye olarak kullanılır.
Kıyamet alametlerinden biri olarak gösterilen ve üzerine pek çok rivayet ve hadis uydurulan “ Duman “ inancı, Duhan Sûresinin 10 ve 11. ayetlerindeki " Şimdi sen apaçık bir duman / kıtlık getireceği günü gözetle. O duman / kıtlık insanları sarıp sarmalar. Bu elem verici bir azaptır. " ifadesine dayandırılmaktadır. Ayette aslında eğer Kur’an bütünlüğünde incelenecek olursa, bir önceki Zuhruf Sûresinde anlatılanların devamı olarak, Mekke müşriklerinin başına gelebileceklere işaret edilmektedir. Onları bir toz duman bürüyecek, kıtlık onlar için çok acı bir azap olacaktır. Bu haldeler iken azabın kaldırılması için Allah’a yalvaracaklardır. Ne var ki onlar samimiyetsiz insanlardır. Allah onlardan azabı biraz kaldırınca yine eski azgınlıklarına döneceklerdir denilmektedir. Ayette geçen “ apaçık dumanın “ ne olduğu hususunda bir çok görüş ileri sürülmüştür. Razi ve Kurtubiye göre ; " Bu duman kıyametin alametlerinden biridir. O yeryüzünde kırk gün kalacak ve gök ile yer arasını dolduracaktır. Mümin bundan dolayı nezleli gibi olacak, kâfir ve günahkârların burnuna girerek kulaklarını delecek, nefeslerini daraltacaktır. Bu kıyamet gününde Cehennemin bırakacağı etkilerdendir. " Bu görüşün ardından da pek çok hadis oluşturulmuş, Buhari, Müslim eserlerinde yer almıştır. Halbuki “ duman “ sözcüğünün Arap kültüründe nasıl kullanıldığına baktığımız zaman ise ; Lisan ül Arap lügatinde şunlar nakledilmektedir. " Aç kişi kendisi ile gökyüzünün arasını açlığın şiddeti ile duman olarak görür. Kıtlık döneminde yağmursuzluktan, yeryüzünün kupkuru olması, toz toprağın havaya yükselmesi nedeniyle açlığa da duman denir. Açlık, toz dumana benzetilir. O nedenle duman sözcüğü kıtlık yılı için kullanılır. " İşte bundan dolayı ayette sözü edilen duman, kıyamet alameti değil, doğrudan o günkü Mekkelilere yöneltilen ve Peygamberimizin döneminde onların da tanık olacağı bir dumandır ve kıtlıktır.
Kıyamet alameti olarak gösterilen ve üzerine pek çok rivayetin ve hadisin uydurulduğu konulardan biri de Neml Sûresinin 82. ayetinde " Ve söz üzerilerine vaki olduğu / gerçekleştiği zaman, onlar için, insanların ayetlerimize gerektiği gibi inanmadıklarını onlara söyleyen / anlatan topraktan yapılmış bir dabbeh / hareket eden, konuşan bir varlık çıkardık. " ifadelerinde yer alan ve gerçeğinden saptırılarak sahiplenilen “ Dabbeh “ sözcüğüdür.
Dabbeh : Sözcük olarak “ Hafif hafif yürüyen, kıpırdayan, debelenen, gözle takip edilemeyecek kadar yavaş hareket eden veya gözle izlenemeyen şey “ anlamına gelmektedir. Kur’anda ise bu sözcük, tekil ve çoğul olarak pek çok Sûrede farklı formlarda 18 ayette yer almaktadır. Bazı ayetlerde Örneğin ; Süleyman Peygamberin öldüğünün anlaşılmasına neden olan ve dayandığı bastonunu kemiren kurtçuk için de, başka irili ufaklı yavaş hareket eden canlı yaratıklar için de kullanılmıştır. Bu ayette ise konunun iyi anlaşılabilmesi için, önündeki ve ardındaki ayetlerle birlikte, bir paragraf halinde ele alınıp, öznenin, zamirin, yüklemin yerli yerine oturtulması gerekir. Bu paragrafta Yüce Rabbimiz, bizleri uyarmak için Mahşer ile ilgili ayrıntıları bildirmekte, konumuz da bu paragrafının bir cümlesini teşkil etmektedir. Ayette yer alan “ söz “ kıyamet değil, ( Yasin 7. Secde 13. Hud 118. ) ayetlerinde açıklandığı gibi, Allah’ın kâfirleri cezalandıracağı, hesap soracağı, cehennemi inkâr eden ins ve cinle ( tanıdığımız tanımadığımız, bildiğimiz bilmediğimiz, geçmiş gelecek herkesle ) dolduracağını dile getirdiği, mahşer günüdür, hesap günüdür. Ayette anlatıldığına göre artık kıyamet kopmuş, yeryüzü yok olmuştur. Zaman haşredilme / toplanma zamanıdır. Gün hesap verme günüdür. Suçlular hesap vermek üzere sorguya çekilmektedir. Bu ayetlerle anlatılmak istenen, bu günkü teknoloji ile de bildiğimiz gibi “ Dabbeh “ adeta bir tablet veya televizyon ekranı gibi, mahşerde ortaya çıkarılacak yeryüzü maddelerinden oluşturulmuş bir çeşit görüntülü duyuru aracıdır. Dünya yaşamındaki kendilerini Cehennem hayatına hazırlayan, yaşamlarındaki yanlış davranışlardaki debelenmeler, yaşamlarında ağır ağır hareket eden belirtiler, olaylar, kendisine yüklenmiş olan “ insanların Allah’ın ayetlerine gerektiği gibi inanmadıkları “ duyurusunun anons edileceğidir, gösterileceğidir. Bu anons Resulullah’ın Furkan Sûresinin 30. ayetinde “ Ey Rabbim ! hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’anı mahcur / terk edilmiş bir şey haline getirdi. “ diye belirtildiği gibi şikâyetinin bir başka şeklidir.
Öte yandan dünya hayatı içerisinde ise Dabbeh aslında insanlarla karşılıklı konuşan değil, dünyada bireysel, toplumsal, sosyal hayat içerisinde insanlara uyarı yapan, adeta konuşan, haber veren, aklınızı başınıza toplayın demeye gelen, yavaş yavaş ortaya çıkan debelenmeler, hareketlenmeler, karşılaşılan bireysel ve toplumsal olaylardır. Dabbeh kıyamet alametlerinden biri değildir. Dabbeh diye nesnel bir varlık yoktur. En alt seviyeden başlayarak gelişen ve insanların yaşadığı her devirde görülmekte olan uyarılardır. Örneğin zelzele de bir dabbehdir ve bir uyarıdır. İnsanın kendi vücudunda çıkan sağlık problemleri de dabbehdir, bir uyarıdır. Toplumsal ahlâkın bozulduğunun hissedilmesi de bir dabbehdir, bir uyarıdır. Dünya iklim düzeninin anormal değişmesi de dabbehdir ve bir uyarıdır. Hayatımızda pahalılığının büyümesi ve gelir düzeyinin anormal derecede bozulması da dabbehdir ve bir uyarıdır. Süleyman'ın dayandığı bastonu yiyerek, onun öldüğünün anlaşılmasına neden olan kurtçuk da koca saltanat ve zenginliklerin çok kolay yıkılabileceğini haber veren bir dabbehdir ve bir uyarıdır. Çünkü Kur'an hayatın içerisinde olması gereken bir rehberdir, uyarıdır ve öğüttür.
Bu konuda uydurulan en önde olan rivayetlerden biri Ebu Hureyre’ den nakledilmiştir ; Dabbeh, beraberinde Musa’nın asası ve Süleyman’ın mührü olduğu halde çıkar. Asa ile Müminlerin yüzünü cilâlar, mührü ile de kâfirlerin burnuna basar. Öyle ki sofra ehli toplanınca biri diğerine “ Ey Mümin “ der. Diğeri de “ Ey kâfir “ der. ( Tirmizi Tefsir 28 ) Bu uydurma rivayetin yanı sıra tutarsız, akıl, mantık dışı yüzlerce rivayet ve hadis ortaya çıkarılmıştır.
Biz, uydurma ve mesnetsiz olan bu rivayetleri bir tarafa bırakalım, Dinimiz ve inancımız açısından yegâne kaynağımız olan Kur’an ile Kıyamet konusuna ışık tutmaya çalışalım. Kur’anda bu konuya, Kıyamet sözcüğü ile yer alan Sûrenin yanı sıra, El Kariah, El Hakkah, Es Sahhah, El Gaşiyeh gibi çok çarpıcı anlamlar içeren isimlerle yer verilmektedir.
KARİAH 1 – 5 : Kariah ! Nedir o Kariah ? / Felâket kapısını şiddetli çalan, şok eden Kariah’ın ne olduğunu sana ne bildirdi ? O gün insanlar, darmadağın kelebekler / pervaneler gibi olurlar. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.
Ayette sözü edilen El Kariah : Çok şiddetli vuran, insanlara şok yaşatan, ciddi ve en büyük felâkettir. Kıyametin bir başka adıdır. Dünyanın sonudur. O gün inançsızlar en büyük felâketin kapılarına dayandığını anlayacaklar, Tekvir Sûresinde anlatıldığı gibi, göklerin çatlaması, Güneşin kağıt gibi katlanıp dürülmesi, Ay’ın ve yıldızların söndürülmesi, dağların yürütülmesi, denizlerin kaynatılması, kısaca her şeyin birbirine karışması sonucu şoka girecek ve ne yaptıklarını bilmez halde şaşkınlık içerisinde dolaşacaklardır, sağa sola kaçışacaklardır. İşte bundan dolayı kıyamet, en büyük felâketin kapıları çalması anlamında “ El Kariah “ olarak isimlendirilmiştir. O felâket kapısını çalan olaylar bütünü bir bomba gibi düşecek, aynı zamanda arkasından o korkunç tahribatını oluşturacaktır. Kur’anın bize bildirdiğine göre kıyamet iki aşamalı tek bir gündür. Birinci aşamada Evrenin yok olması, ikinci aşamada ise yeniden dirilme ve Allah’ın huzurunda hesap vermek üzere bütün insanların toplanmasıdır. ( Haşr olmasıdır. ) Ve Rabbimizin Kur’andaki beyanına göre kıyamet, “ sayhah “ ( korkunç bir gürültü, uğultu ) ile başlayacaktır.
ZÜMER 68 : Ve Sura üflenmiştir de Allah’ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar, karşıda bakıp duruyorlar.
YASİN 49 : Onlar sadece birbiriyle çekişip dururlarken, kendilerini yakalayıverecek bir tek çığlıkla karşı karşıya kalacaklardır. İşte o zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine yakınlarına da dönemezler.
KIYAMET 7 – 10 : İşte göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan “ kaçış nereye “ der.
Felâket kapıyı çaldığı anda artık bu felâketten kaçış, kurtuluş olmayacaktır. Bu nedenle inançsızlar için daha vakit varken, akıllarını başlarına toplayıp, bir an önce Kur'ana yönelip, Allah’ın koruması altına girmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Kıyamet sahneleri ile sürekli bu uyarı yapılmaktadır.
KAMER 6 – 8 : O halde onlardan geri dur. O günde Çağırıcının bilinmedik bir şeye çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, O davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar. Sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler “ Bu zor bir gündür “ derler.
O gün felâket kapıyı çalınca o akıllı, mantıklı düzenli insanlar olayın azametinden, bilinçlerini yitirerek sağa sola uçuşan kelebekler, çekirgeler gibi yönlerini şaşıracaklar, koşuşturup duracaklardır. Sonunda da pervanenin yanması gibi infilak etmiş dünyanın ateş girdabında yok olacaklardır. O güne tanık olacak milyarlarca insan göz önüne alındığında, yaşanacak manzara gerçekten de tüyler ürperticidir.
HACC 1 – 2 : Ey insanlar ! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş görürsün. Velâkin Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
ABESE 33 – 37 : Sonra şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman öyle bir gün ki o kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından kaçar. O gün onlardan her kişi için, kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır.
NEML 87 : Ve Sura üflendiği gün, artık Allah’ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılır. Ve hepsi değerlerini yitirmiş olarak O’na gelirler.
Sûr’un üflenmesi ifadesi, eski devirlerden bu yana ilkel topluluklardan da başlayarak gelen ve var olan uygulamaya yapılan bir atıf ve benzetmedir. Toplanmayı, bir araya gelmeyi veya herhangi bir tehlikeyi haber vermek için genellikle büyük baş hayvan boynuzundan yapılmış bir borunun üflenerek etkili bir sesin çıkarılarak yapıldığı bir duyurudur. Kıyamet günü de sanki bir içtima ( toplanma ) borusunun veya bugünkü gibi bir sirenin çalınacağını, ya da bir hakemin düdükle oyunu bitirdiği gibi çağrışımları belirtmektedir. Sura birinci üflenmede her şeyin tarumar olması, tamamen ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından ikinci kez Sura üflenmesi ile de bütün ölmüş olanların, diriliş ile / ayağa kalkma, kabirlerden çekirgeler gibi çıkması ile kıyametin ikinci aşaması başlayacaktır. Uydurma hadis ve rivayet kitaplarında ikinci Sura üfleme ile bütün canlıların dirilmesi Ba'sübadel mevt / Ölümden sonra diriliş olarak ifade edilir. İki Sur arasındaki süre, sanki o günü daha önce yaşamışlar gibi kimine göre kırk gün, kimine göre kırk ay, kimine göre de kırk yıldır denilerek uydurulmakta, Buhari Tefsir 39 / 3, Müslim Fiten 141 Hadisine göre " Allah, gökten su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu çürümeyen yer kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet günü yeniden yaratılış bundan terkip edilecektir. " diye dirilişin ayrıntıları bundan başka bir çok saçma rivayetle anlatılmaktadır. Bu dirilme ve toplanma çağrısının ardından Mahşer alanında toplanma ( haşr ) ile amel defterlerinin açılması, hesap verme, sorgulama, adalet terazisinin kurulması, günah ve sevapların tartılması başlayacak.
ŞURA 17 : Allah bu kitabı ve mizanı / teraziyi / ölçüyü hakla indirendir. Ve sana ne bildirir ki, belki de o kıyametin kopuş zamanı çok yakındır.
RAHMAN 7 – 8 : Ve Sema’yı da oluşturdu, onu yükseltti. Ve terazide / ölçüde dengede taşkınlık etmeyesiniz diye teraziyi / ölçüyü, dengeyi koydu. Ölçüyü ayakta tutun, dengeye zarar vermeyin.
Tartı ve terazi konusu geçmişte Ehli Sünnet ve Mutezile ekollerinin farklı anlayışlar geliştirmelerine neden olmuş, kimileri bu teraziyi iki kefeli pazar terazisi gibi anlamışlardır. Ardından birçok rivayeti kendilerine destek yapıp desteksiz atanlar, Ahirette Cebrail meleğinin bu terazi ile insanların günah ve sevaplarını tartacağını ileri sürmüşlerdir. Halbuki Allah’ın ön gördüğü terazi, adalet terazisidir. Rabbimiz, bu dünya yaşamında da “ mizan “ ölçü, tartı ve terazi koymuştur. Yarattığı her şeyde bir ölçü ve terazi vardır. O nedenle de Rabbimiz insanlara sürekli olarak haddi aşmayın ölçüyü ve dengeyi bozmayın uyarısında bulunmaktadır. Hesap günü mahşerde de insanın iyilikleri ve kötülükleri, cennet veya cehennem hayatında etken olacaktır. İnançsız birisi iyi işler yaptıysa, cehennem azabında hafiflik söz konusu olacaktır. İnançlı birisi de kötülük yaptıysa, cennetteki nimetleri ve alabileceği zevkler de ona göre az olacaktır. Böylece Zilzal Sûresinin 8. ayetinde belirtildiği gibi, herkes zerre kadar iyiliğinin, zerre kadar kötülüğünün karşılığını mutlaka almış olacaktır. Neticede insanlar için tartıları hafif çektiren zalimliktir, küfürdür, şirktir.
KARİAH 8 – 11 : Tartıları hafif gelen kimse ise, işte onun anası Haviye’dir. / Uçurumun derin bir çukurdur. Onun ne olduğunu sana ne bildirdi ? O kızgın bir ateştir.
Ayette, özel olarak nitelendirilen “ haviye “ ifadesiyle, edebi bir sanat anlatımıyla inançsızları, içine girecekleri cehennemin, anası ifadesiyle çocuğunu koruyan bir ana gibi kucaklayacağı, saracağı benzetmesi yapılmaktadır. Bu inançsızlara “ haviye’ den “ başka kucak açanın bulunmayacağı dile getirilmektedir. Sizin bildiğiniz ateş onun yanında soğuk kalır denilmektedir. Kıyameti anlatan ayetlerde, birinci aşamada dünyanın ( Evrenin ) içindeki her şeyin bu günkü düzeninin nasıl son bulacağı anlatılırken, ikinci aşamasında da inançlı inançsız tüm insanların karşılaşacakları olaylar açıklanmaktadır. Bu uyarılara rağmen sürdürdükleri sefadan vazgeçerek sorumluluk altına girmek istemeyen inançsızların yanlış davranışlarını, Rabbimiz önce “ hayır “ ifadesi ile reddetmekte, sonra kıyamet hakkındaki kuşkuları ortadan kaldırmak için, olası itirazlara ayetlerle cevap vermekte, kıyametin kaçınılmaz olduğunu ispat etmekte, hem bu dünyadaki adaletin, hem de Ahiret hayatındaki adaletin tecellisi için Ahiret hayatının gerekli olduğu, açıkça ortaya konmaktadır.
KIYAMET 1 – 4 : Hayır, kıyamet gününe ! Hayır çok kınayan o nefse de kanıt gösteriyorum ! O insan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor ? Evet Biz onun parmak uçlarını / tüm organlarını düzenlemeye gücü yetenleriz.
FECR 21 – 24 : Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil ! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir. O insanın o gün aklı başına gelecektir. Artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki ; Der ki : Keşke ben bu ahiret hayatım için hazırlık yapmış olsaydım.
Ayetlerin bütünlüğü içinde ele alındığında “ çok ayıplayan “ bu kimsenin, kıyamet gününün her iki aşamasında da imansızlığı ve küfrü sebebiyle içine düşmüş olduğu durumdan memnun olmayan ve geçmişteki hayatı için kendisini kınayıp duran çok pişman biri olduğu, dolayısıyla ayıpladığı kişinin de kendisi olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Rabbimiz, Ahirette hissedilecek o çok acı pişmanlık anlarını akıllı insanların önceden akıl edip, öğüt almaları ve gerçeği bulmaları için adeta bir tiyatro sahnesindeymiş gibi canlandırmalarla anlatmaktadır. İnançsız insanların en temel özelliklerinden biri, kıyameti ve hesap gününü yalanlamasıdır. “ O günü gözümle görsem inanmam, Allah o kemikleri nasıl bir araya toplayacak “ diyebilmeleridir. İşte bu ayetlerle Allah, inkârcıların bu tür tereddüt ve kuşkularına karşı meydan okumakta, onlara yaratılışın en harika özelliklerinden biri olan “ parmak uçlarının ” yapısı, işlevi, her insanda farklı olan parmak izi mucizesi ile dikkat çekerek cevap vermektedir. Bu diriltme konusuna başka ayetlerle de cevap verilmektedir.
YASİN 78 – 80 : Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı. Dedi ki : “ Kim diriltecekmiş o kemikleri ? onlar çürümüş iken ! “ Dedi ki : “ Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O her oluşturmayı en iyi bilendir. O size yemyeşil ağaçtan bir ateş / oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz.
KIYAMET 5 : Aslında o insan, önünü / kalan ömrünü din iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor. Soruyor “ Kıyamet günü ne zamanmış ? “
Ayetlerle, Rabbimiz insanın hangi sebeple Ahiret ve kıyameti yalanlama gayretine düştüğünü açıklamaktadır. Ahiret hayatında mutlu bir yaşamın elde edilebilmesi için, dünya hayatında da Rabbimizin koyduğu düzenleyici kurallar bazı insanların hoşuna gitmemektedir. Çünkü din adıyla bildirilen bu kurallar insanın dünya hayatında bazı kısıtlamalar getirmekte, haram helal demeden, zevkusefa içinde, işine geldiği gibi yaşamasına engeller koymaktadır. İnançsız insanlar bu ilke ve kısıtlamaları istememektedir. Bundan dolayı da bütün inançsızlar akıllarına takılmış birtakım şüphelerden dolayı değil, sırf hayatlarını fücurla geçirmek istedikleri için kemiklerin bir araya toplanamayacağını ileri sürerek kıyameti yalanlamayı tercih etmektedirler. Bu bağlamda ünlü filozof Dostoyevski gibi Ateist felsefeci olan Jean Paul Sartre de " Gerçekten de Tanrı inancı aradan çekilirse, her şey mübah olur, yasaklar da ortadan kalkar, İnsanoğlu da dünya yaşamında tamamen özgür olurdu. ( Sartre 2005 / 75 ) demektedir. Peki o zaman soralım, dünya üzerinde mübah olarak görülen sorumsuzlukların değerlendirmesini kim yapacaktır ? Tabiidir ki nerede zulüm, haksız kazanç, adaletsizlik, soygun, talan, yalan, yağma, hırsızlık, öldürme varsa, orada Ahiret inancı yoktur. Ama Ahiret ve hesap gününe inanmayan inançsız insanlar, bu düşünce ve yapılarından sorgusuzca kurtulacaklarını da sanmasınlar. Başa gelen bazı sıkıntılar, felâketler, ya da ölüm anı onların bu yanlış düşüncelerini değiştirebilir. Ancak iş işten geçtikten, kıyamet ya da ölüm kapıya gelip dayandıktan sonra gösterilecek pişmanlığın bir yararı da olmayacaktır. Böyle bir durumda son anda iman edecek olanların imanlarının kendilerine bir fayda sağlamayacağı, Kur’an ayetleri ile de belirtilmektedir. Çünkü onlar özgür iradeleri ile değil, karşılaştıkları belaların sebep olduğu korku ve ümitsizlikle zoraki olarak iman etmiş olacaklardır. O gün, yani gözün fal taşı gibi açıldığı, Ay’ın tutulduğu, Güneşin kâğıt gibi katlanarak dürülüp Ay’la kavuşturulduğu, dağların yürütüldüğü, denizlerin kaynatıldığı, Cehennem ateşinin tutuşturulduğu gün gelmeden, ölüm kapıya dayanmadan, insan aklını kullanmalı, Yaratan Rabbine bir an önce yönelmeli, günahlarından bağışlanma dilemeli, Rabbimizin Tevvablığına ve Rahmetine sığınarak tevbe etmelidir. Bunun yolu da Peygamberimizin bize yegâne emaneti olan Kur’ana sarılıp, onu kendi dilinden okuyarak anlamak, hurafe, masal inanışlarından veya inançsızlıklarından vazgeçerek, Kur’an ayetlerini ve öğütlerini hayatının rehberi yapmaktır. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )