Elimizdeki Kur’an Mushafının ilk sahifesinde bulunan fakat aslında nüzul sırasına göre Müddessir Sûresinin ayetleriyle bağlantılı olarak Peygamberimize beşinci sırada vahyedilen, Peygamberimizin adına sonradan uydurulan hadis ve rivayetler dayatmasıyla, birçok konudaki yanlış inanç ve uygulamalarda olduğu gibi, çoğunlukla hiç bir şey anlamadan sadece Arapça okunmasının ardından ellerin amin denilerek yüze sıvandığı, bütün Müslümanların dilinde olan, her zeminde bütün duaların arkasına el Fatiha diyerek eklenilen, üç İhlas ve bir Elam / Fatiha ile Kur’anın hatim edildiği zannedilen, hasta üzerine üflenerek şifa dağıtılmaya çalışılan bir Sûre olmuştur. Bunun yanı sıra bir çok yanlış yorum ve inançlarla, Kur'an ayetlerinin uyarılarının aksine, birtakım fazilet ve kerametin yüklendiği 7 ayetlik Fatiha Sûresi, Peygamberimizin risalet görevine başlarken müşrikler karşısına çıkarak seslendiği ve tebliğini yapmaya başladığı ayetlerin yer aldığı bir Sûredir. Müslümanların neredeyse yaşamlarının tamamının, bütün dinin ve inançların tam ortasına yerleştirilmiş olan bu Sûre, ne yazık ki zamanlı, zamansız, gerekli, gereksiz yerlerde Arapçasının okunmasının dışında içinde hangi öğütlerin olduğu büyük bir çoğunlukça da bilinmemektedir. Süfyan bin Uyeyne ve Ebubekir El Hasan gibi fakihlerin " Namazda Fatiha Sûresinin okunması şart değildir " dedikleri ve Kur'anda böyle bir önerinin bulunmamasına rağmen diğer taraftan bir çok hadisle Fatihasız namaz olmaz, namazınızda her rekâtta okuyun denildiğinden, anlamları bilinmese de, namazda okunmaktadır. Aslında Allah'la yapılan sözleşmenin farkında bile olunamamaktadır. Davetlerde, açılış törenlerinde, etkinlik sonlarında, yapılan toplu duaların arkasından el Fatiha daveti yapılır yapılmaz, okumanın niçini, nasılı, nedeni sorgulanmadan, hemen davete icabet edilmekte, başı, dişi ağrıyana, yılan, çıyan, akrep sokmasına okunup üflenerek, hastalık, sağlık reçetesi olarak kullanılmaktadır. Kur'an ayetlerinin aksine defnedilecek olan meyyitin tabutunun önünde veya üç İhlasla birleştirilip mezarlıklarda okununca ölülere hediye edilmekte, Türbelerde Evliya denilen kişilerden yapılan isteklerin ardından duaların kabulü için okunmakta, cenaze törenlerinden, nikâh törenlerine ve düğünlere varıncaya kadar Müslümanların yaşamının her alanında el fatiha denilerek müracaat edilen bir Sûre olmaktadır. Kur'anın asıl vermek istediği öğüt ve mesajlarına göre böylece bir çok yanlışın içinde olunmakta, fakat en önemlisi ise içindeki ayetler ile asıl alınması gereken öğütlerden, verilen sözlerden, yerine getirilmesi istenen yükümlülüklerden bilgisiz ve uzak kalınmaktadır.
Bugün Fatiha Sûresinin Arapça harf ve sözlerine dayandırılarak faziletleri, yararları adı altında uydurulan pek çok hadis ve rivayet ile saptırılmış dayatma ile tamamen Kur’an dışında olan bu yanlış inançlar ve uygulamalar, insanların yaşamında vazgeçilemez bir gelenek haline getirilmiştir. Bu yanlışlıklar içinde olanlar da, Kur’anımızı anlayarak okumadıkları için, Allah’ı ve Peygamberi yeterince tanıyamamakta, Allah’ın yaratmadaki kanun ve hükümlerini, İslam’ın Tevhit / La ilâhe illallah / Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. demenin öğretisi olan halis dini, şuurunu, Kur’andaki pek çok kavramın gerçekte ne olduğunu bilememekte veya kulaktan dolma ile yanlış bilmektedir. Peygamberimizin güzel ahlâkı ve Mümtaz şahsiyetine uymayan, absürt ve tutarsız olan bu sonradan uydurulmuş hadis ve rivayetlerden bazılarına burada beraber bakalım !.....
* Bir gün Peygamberimiz ile yan yana iken Cibril başını yukarı kaldırarak dedi ki : “ İşte gökten bir kapı açıldı, bu güne kadar gökten böyle bir kapı açılmadı. “ Derken oradan bir Melek indi. Melek selam verdi ve Hz. Peygambere “ Sana verilen iki nuru müjdeliyorum, onların biri Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresinin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir. “ dedi. ( Müslim Misafirun 254 )
Bu rivayeti uyduranlar ve buna inananlar Mümin Sûresinin 15. ayetinde " O dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın / en yüksek mevkinin, gücün sahibidir. O buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. " ifadeleriyle vahyi özellikle Allah'ın Kendisinin ilga ederek bıraktığının belirtilmesine rağmen, üstelik de gökyüzünü her halde sadece dünyanın üzerindeki, aralarında da gerçekten açılıp kapanan kapıların olduğu yedi tabaka gök olarak bilmektedirler. Aslında bütün Evrenin hakimi, çekip çevireni ve hükmedeni anlamlarında olan Taht kavramının gerçek anlamını da bilmedikleri halde, Allah'ın da sadece gök yüzünde bulunduğunu, orada bir kral gibi çok uzaklarda taht üzerinde oturduğunu zannetmektedirler. Sünnetullah'tan, Allah'ın Kâinatı yönetmek için oluşturduğu kanun, kural, ölçü ve hükümlerden, devasa Evrenin ve Allah'ın büyüklüğünden, Kur'andan, Fatır Sûresinin 22. ayetinde " Ölüler ve diriler eşit olmaz. Şüphesiz Allah her dilediğine işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. " denilerek Kur'anın diriler için okunup anlaşılarak bir öğüt olması gerektiğinden habersizdirler. Melek kavramının da ne olduğunu bilmemekte ve herhalde onu insan gibi konuşabilen, ontolojik üç boyutlu metafizik / Fizik ötesi bir varlık ve bir şahsiyet olarak düşünmektedirler. Hadislerde ve Kur'an ayetlerinin yanlış çevrilen meallerinde Peygambere vahyi hem Cebrail indirdi denilmekte, bu rivayette ise Cebrailin yanında Peygambere Fatiha Sûresinin müjdesini başka bir meleğin verdiği ifadesiyle çelişkiye düşüldüğünün bile farkında olunamamaktadır. Rivayeti uyduranların Fatiha Sûresi ile Bakara Sûresinin son kısmının Peygamberimize vahyedilişleri arasında neredeyse 22 yıllık bir zaman aralığının bulunduğundan da haberleri bulunmamaktadır. Yine aşağıdaki rivayetlerde de görüleceği gibi, melek, şeytan, iblis kavramlarını da yine metafizik / Fizik ötesi varlık olarak görmekte, Kur'anın tanımlamalarından haberleri olmadıklarını, uydurma hadis, rivayet, mucize ve efsanelerle inançlarını yürüttüklerini belli etmektedirler.
* Fatiha Sûresi indirildiğinde İblis, haset ve kederinden ağlayıp inledi. ( Ebu Hureyre ) ( İnsanların dışında metafizik olarak insan özelliklerine sahip üç boyutlu bir varlık yoktur. Şeytan ve İblis, fıtri olarak yaratılışlarında insanların içinde olan, dalalete götüren kötü duyguları, egoizmi, nefsi, hırsı ve arzularıdır. )
* Şeytan lanete uğradığı zaman, Cennetten çıkarıldığı zaman, Allah’u Teala peygamber gönderdiği zaman, Fatiha Sûresi nazil olduğu zaman dört defa inlemiştir. ( İmam Mücahit ) ( Dünya yaşamında henüz kıyamet kopmadığı ve Allah, bizim zaman algımıza göre de Cenneti oluşturmadığı için, Cennetten kovulmuş şeytan diye metafizik bir varlık da yoktur. Kur'anda bu konuda anlatılanlar ise gerçek olaylar değil, temsili tiyatral ve mecazi anlatımlardır. )
* İmam dediği zaman “ amin “ deyin. Kim böyle der de söylediği bu söz, Meleklerinkine rast gelirse, onun geçmiş bütün günahları bağışlanır. ( Buhari Tefsir el Kur’an Sûre 1. Ha. 2 )
* Ubade b. Samit ( r.a. ) dan rivayete göre Resulullah ( s.a.v ) şöyle buyurmuştur. “ Fatihayı okumayanın namazı yoktur. “ ( Tirmizi 247, Müslim Salat 11 )
* Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir. Resulullah buyurdu ki : “ Fatiha Sûresi Ümmül Kur’an dır, ( Kur’anın anası ) Ümmül Kitaptır ve es Sebul Mesanidir. ( Tirmizi Tefsir 15. Sûre 3. Ha. )
* Fatiha Sûresi her hastalığa karşı şifadır. ( Abdülmelik bin Umeyr rivayeti. Camius sagir 5827 )
Oysa Kur'an ve Fatiha Sûresi, içinde tılsımlı sözlerin bulunduğu, biyolojik hastalıklar için her derde deva olacak bir ilaç reçetesi değildir. Allah insanları Biyoloji kanunlarına göre yaratmış ve biyolojik hastalıklara derman olacak ilaç denilen madde ve bitkileri de yeryüzünde yaratmıştır. Kur'an ise ön yargı ile reddeden, kalplerindeki sapkın hastalıkları, Allah ile ilgili yanlış inançları bulunanlara doğru yolu gösteren ve böylece kalplere, sapkın düşüncelere şifa olan bir öğüt kitabıdır. Kur'anda kabirlerde veya ölülerin ardından şu Sûreyi veya Fatiha Sûresini okuyun denilen her hangi bir öneri veya ayet bulunmamaktadır. Bu uydurma hadislerle Kur'an, şirk ile asıl mecrasından saptırılmaktadır.
Kur’anın bütün ayetlerinin ve Sûrelerinin indiriliş nedenlerine dayandırılarak uydurulan rivayetler, 800 lü yıllarda yazılan Klasik tefsirlerle beraber inançları esaret altına almıştır. O dönemde dünyanın yuvarlak olduğu, kendi ekseni etrafında döndüğü dahi bilinememekte, Melek, Şeytan, İblis kavramları bizim gibi konuşabilen üç boyutlu fakat insanın dışında metafizik varlıklar olarak düşünülmekte, Allah’ın yaratmadaki ve yönetmedeki Kanunları, hükümleri ve enerjinin varlığı bilinmemekte, Kur’an ayetlerinin temsili ve mecazi anlatım tekniklerinin farkına varılamamakta ve düz mantıkla ayetlerin yorumlamaları yapılmaktadır. Ne yazıktır ki, günümüzde dahi bu ilkel düşünce ve yorumları içeren dini anlayış ve inançlar da hala geçerliliğini korumaktadır. Pek çok ilâhiyatçı ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı sorumluları da Kur'anı bir tarafa koyarak, bu yanlış inançların peşinden gitmeye, gelenek ve atalarının yanlış mirasını korumaya devam etmektedir.
Fatiha sözcüğü Arapçada " Feteha " kökündeki fiilden gelmekte açış, açılmak, başlangıç gibi anlamları taşımaktadır. Anahtar anlamındaki miftah sözcüğü de bu kökten türemiştir. Fatiha Sûresi diye adlandırılan yedi ayetlik bu Sûre ile ilgili uydurulan pek çok hadis ve rivayete bağlı olarak, değişik tefsirciler İmam Razi 250, İbn i Kesir 114, Elmalılı Hamdi Yazır 104 sayfalık açıklamalar yapmışlardır. Bu açıklamalarda ; * Sûrenin nerede indirildiği * Birinci ayette yer alan “ Besmele “ nin ayet olup olmadığı ve “ Besmele “ nin önemi, * Okunuş farklılıkları, * Okunuşunda istiazenin gerekip gerekmediği, * Namaz ile ilişkisi, nedenleri ve sonuçları * Fazilet ve sevapları * Sûreye çeşitli nedenlere ve görüşlere göre verilen diğer isimleri ve ayrıntılarını yüzlerce rivayete dayalı yorumlarla ele almışlardır. Bundan dolayı da Sûrenin, Kur’andaki ve İslam’daki gerçek yeri ve asıl vermek istediği mesaj, bu konuların arasında kaybolup gitmiştir.
* Elimizdeki Kur'an Mushafının ilk sahifesinde yer aldığından ve namazdaki okumalar da bu Sûre ile başladığından, “ Fatihatül Kitap “ denmiş.
* Yedi ayetli olduğundan Hicr Sûresinin 87. ayetinin orijinalinde yer alan " Seb'an mine'l mesani " ifade kalıbı, aslında hiç ilgisi olmadığı halde “ es Seb’ul Mesani “ şeklinde kabul edilerek uydurma rivayetlerle tekrarlanan, namazda okunan yedi ayet anlamına dönüştürülmüştür.
* Namazda bölünmeden okunduğundan “ el – Vafiye “, * Başka Sûrelerin yerini tuttuğu, diğer Sûrelerin onun yerini tutmadığı için “ el Kafiye “ denmiş.
* İslam inancının temelini oluşturan ilkelerden bahsettiği için “ el – Esas “, * Şükür manasını içerdiğinden “ Şükür “ Sûresi * Müslim salat 38 ve Tirmizi Tefsir 2 rivayetlerinde geçen “ Allah şöyle buyurdu : Beni zikretmesi benden bir şey istemesine engel olan kimseye, isteyenlere verdiğimin en iyisini veririm “ rivayetine dayanarak “ es Süal “ ( istek ) Sûresidir denmiş.
* Bunun yanı sıra Sahihi Buhari’nin “ Okunduğunda yılan, akrep sokması sonucu meydana gelen zehirlenmelere şifa olduğu ve bayılanlara okunduğu zaman ayılttığı yolundaki rivayetlere dayandırılarak da “ Şifa “ Sûresi veya “ Rukye “ ( Muska ) Sûresi, “ Dua “ Sûresi, “ es – Salat “ ( Namaz ) Sûresi gibi isimler verilmiştir. Kur’anın anası denilmiştir, * Bugün de bütün bunlara ek olarak “ Ölü, Mezarlık, Türbe Sûresi isimleri maalesef verilmektedir.
Bugün, böylece üzerine çok yanlış işlevler yüklenmiş olan Fatiha Sûresini aslında Peygamberimizin, sahabenin ve hatta muhatap oldukları müşriklerin bile doğru anladıkları ve o yüzden karşı durdukları gibi, bizim de doğru anlayabilmemiz için, Yüce Kitabımız Kur’anın anlatma yöntemine baş vurmalıyız.
Klasik kayıtlara ve anlayışa göre Fatiha Sûresinin ayetleri, Mekke’de beşinci Sûre olarak nazil olmuştur. Diğer Sûreler değişik sayıdaki ayetlerle kesik kesik, bölüm bölüm indirildiği halde, ayetleri arka arkaya kesiksiz olarak indirilen ilk Sûredir. Bu ayetler indirildiği zaman, gece sessizliğinde ve karanlıkta gizli gizli bir araya gelen Peygamberimiz ve O’na inanmış olan çok az sayıdaki sahabenin elinde iman edilecek, Alak, Kalem, Müzzemmil, Müddessir, Ala, Asr, Tekvir gibi bazı tamamlanmamış Sûrelerin üçer, beşer ayetleri bulunmaktaydı, Peygamberimiz de henüz insanların karşısına çıkartılarak tebliğ görevine başlatılmamış idi. Kur'andaki bu ayetlerle Rabbimizin, Alak Sûresinin ilk beş ayeti ile Muhammed ( a.s. ) ı muhatap seçtiğini, O’nu Resül / Elçi / Peygamber yaptığını, O’na Rabbi adına okuma, öğrenip, öğretme emrini verdiğini, bu ayetlerle ve özellikle Müzemmil Sûresinin ayetleriyle eğittiğini, muhatap olacağı insanların karakterlerini tanıttığını ve göreve hazırladığını görüyoruz. Müddessir Sûresinin ayetleriyle de artık göreve hazır hale gelmiş olduğundan, O’na Peygamberlik üniformasını giydirip “ Kalk, hemen, Rahman Rahim Allah adına diye uyar ve Rabbinin en büyük olduğunu ilan et “ diyerek göreve başlattığını anlamaktayız. Fatiha Sûresi olarak bilinen yedi ayet, aslında teknik ve semantik ( anlam bilim ) açısından bağımsız bir Sûre değildir. Müddessir Sûresinin ilk iki ayetinin tümleci olarak indirilmiştir. Bununla ilgili rivayet de kayıtlarda yer almaktadır. ( Tacül Lisan 1.)
Müddessir Sûresinin ilk ayetlerinde “ Ya eyyühel Müddessir Kum feenzir ve rabbekefekebbir “ vahyinin ardından, ( Tecrit Tercemesi c. 9. sa. 246, İbn Sad Tabakat c. 1 sa. 199, Buhari Sahih c. 3 sa. 171, Müslim Sahih c.1 sa. 133, ) gibi daha bir çok eserde de yer alan tarihi rivayetlere göre ; " Ey Peygamberlik görevine hazırlanmış, bu görev için donanmış ve giyinmiş olan ! Kalk, hemen Rahman, Rahim Allah adına uyar ! ve Rabbinin en büyük olduğunu ilan et “ emrini alan Peygamberimiz, Kâbe'nin hemen yanındaki Safa tepesine çıkmış ve insanlara “ Dikkat dikkat ! beni dinleyin “ anlamına gelen bir çeşit anons ile “ Ya sabahah ! Ya sabahah ! “ diye seslenmiştir. Etrafında toplanan halka “ Ey Abdülmuttalip oğulları, Ey Ümeyye oğulları, Ey Fihr oğulları ! Şu dağın arkasında size saldırmak üzere bir süvari birliği var desem, bana inanır mısınız ? diye sordu. Toplananlardan “ evet “ cevabını aldıktan ve kendine güveni teyit ettirdikten sonra, topluma Fatiha Sûresinin yedi ayetini okuyarak ayetlerin anlamına göre, şu mesajı iletti ve ilk tebliğini yaptı. “ Ey insanlar ! Rahman / Yarattığı bütün canlılara rahmet eden, her türlü nimeti veren Rahim / çok merhametli olan Allah adına uyarıyorum. Hamd / Tüm övgüler alemlerin Rabbi / Efendisi, programlayıp çekip çeviren ve yöneten hesap gününün Maliki / Herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm amellerin karşılığını göreceği Ahiretteki din / karşılık gününün sahibi Allah’adır. Yalnız Sana kulluk / ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz. Bize, üzerine gazap dökülmüşlerin ve sapkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yolu göster. ” Diyerek böylece Peygamberimiz Rabbi adına uyarıda bulunmuş, Rabbinin en büyük olduğunu ilan etmiş, tesbih etmiş / yüceltmiş, insanları uyararak ilk tebliğ görevini tamamlamış, peygamberliğini duyurmuştur. Tabii bu eserlerde bu olay ile ilgili ardından önce amcası Ebu Leheb ve diğer müşriklerle oluşan diyaloglarla ve sürtüşmelerle ilgili olarak birçok değişik rivayet de anlatılmaktadır. İşte Fatiha Sûresinin Kur’andaki yeri ve Dinimizdeki işlevi, ayetlerin verdiği mesajlarla ve dinleyenlerin ortaya koyduğu olumsuz tepkilerle, daha ilk başlangıçta yaşananlarla Peygamberimizi bekleyen çetin mücadelenin ne kadar büyük olacağı, risaletinin hiç de kolay olmayacağı gerçeği ile anlaşılmalıdır. Aksi halde Fatiha Sûresinin ne mesajları, ne işlevi doğru olarak anlaşılmış olur !... Sûredeki ayetlerin ayrıntılarına, gerçek mesajlarına, bize verilmekte olan öğütlerine bakacak olursak ;
FATİHA 1 : Bismillahirrahmanirrahim ( Rahman Rahim Allah adına )
Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına
Bu ayetle artık Peygamberimizin özel hayatının bittiği, yapacağı bütün çalışmaların Allah adına olacağı mesajı verilmiştir. Müddessir Sûresinin 6. ayetinde de “ Vela temnun testeksir “ ( yapacağın görevden dolayı insanlardan sakın bir karşılık bekleme ) emrinden dolayı da bu işten maddi ve manevi çıkar sağlaması da söz konusu değildir. Geçmişteki tüm Peygamberler de aynı görev bilinciyle donatılmış, tebliğlerini ve davetlerini Allah adına yapmakla emrolunmuşlardır. Örneğin : Neml Sûresinin 30. ayetinde de Sebe halkını sapkınlıktan döndürmek isteyen Süleyman Peygamber de, Sebe Melikesine yazdığı mektubuna “ Rahman Rahim Allah adına “ diye başlamıştır. Bu ifade de Kur’an içerisinde yer alan ayetlerden birisidir. " Besmele " dediğimiz bu ifade Kur'an mushafında sadece iki yerde ayet olarak, diğer Sûrelerin ise dışında sonradan ekleme ile yer almaktadır. Savaş uyarıları ile başladığı için Tevbe Sûresinin başlangıcında ise dışında da yer almamaktadır. " Besmele " nin, Arapça on dokuz harfinin olduğunu ve bundan dolayı da toplam on dokuz bin alemin bulunduğunu dayanaksız olarak iddia edenler de bulunmaktadır.
FATİHA 2 – 4 : Elhamdülillahi rabbil alemiyn * Errahmanirrahiym * Maliki yevmiddiyn
Hamd / Tüm övgüler alemlerin Rabbi, / Efendisi, programlayıp yöneticisi, Rahman / Rahmet eden, yarattığı bütün canlılara nimet veren, Rahim / Yarattıklarına çok merhametli olan, karşılık / din gününün Maliki / sahibi / Herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm amellerin ve eylemlerin karşılığını göreceği Ahiret ve hesap gününün sahibi Allah’adır. Allah dışında hiç kimse övgüye layık değildir.
Hamd : Nimetleri veren, gerekli yardımları yapan Yaratıcının sonsuz güç ve kuvvetine, nimetlerinin çokluğuna ve zenginliğine, O’nun Rabbliğine duyulan hayranlık nedeniyle dile getirilen bir övgüdür. Anadolu'da 15. yüzyılın başlarında ilk defa Kur'anı Anadolu Türkçesine çeviren Molla Ferari Muhammed Bin Hamza da hamd sözcüğünü " Övgü Tengrinindir " diye ifade etmiştir. Bundan dolayı hamd etmek, şükretmekten farklı bir şeydir. Şükür bir eylemin veya verilen bir nimetin aynı cinsten Allah'ın rızası için karşılığının ödenmesidir. O nimetlerin fazlasının, ihtiyacı olan insanlarla paylaşılmasıdır. Dolayısıyla şükür bir eylemle, fiille, yerine getirilmiş bir amelle, hamd ise kalpte yerleşmiş olan inançla sözle yapılır. Rabbimizin “ Elhamdülillah “ deyin diye bir isteği yoktur. Çünkü bilinçsizce sadece lafta kalan, ama hayata geçirilemeyen, bilinçsiz ve kalplerde olmayan söylemlerin Allah katında hiç bir değeri yoktur. Rabbimizin isteği ise tüm övgülerin sadece Kendisi için olduğunun bilinerek, Kendisinden başka Veli, Evliya denilen kişilerin veya Peygamber de olsa abartılar düzülerek övülmesini istememektedir. İşte bundan dolayı Peygamberimize sadece lafla Salavat getirmek gibi, Cami minarelerinde içinde küfür ve şirkle dolu Sela verme adıyla okunan, yapılan abartılı methiyeler, okutanları da, okuyanları da farkında olmadıkları bir şirk bataklığına sürüklemektedir. ( Sela Nedir ? Niçin verilir ? başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. ) Bu ayetlerle aynı zamanda kabirlerde münker nekir gibi uydurma meleklerin değil, Ahiret gününde hesap sormanın yegâne sahibinin Allah olduğu tasdik edilmektedir.
FATİHA 5 : İyyakena’budu ve iyyakenestaiyn
Yalnız Sana kulluk / ibadet eder ve yalnız Senden yardım isteriz.
İbadet : Kulun sahibine ( Yaratanına ) karşı, sahibi ( Yaratanı ) tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi demektir. İbadet, Allah tarafından bir talimatname, Kur’an ile kullarına bildirilen görevlerin, kullar tarafından kayıtsız şartsız itaat edilerek ve teslimiyet gösterilerek ( boyun eğilerek ) yerine getirilmesidir. İbadet halk arasında yaygınlaştığı gibi üç beş ameli yerine getirmekten ibaret değildir. Kur’an içerisindeki vermiş olduğu görevlerin tümünü yapmak, yapmayın dediklerinin de tümünü yapmamaktır. Bu durumda da Kur’anın ilk emrine göre kulların görevleri okumak, yazmak, temiz olmak, öğrenmek ve öğretmek, dürüst ve doğru olmak, çevredekileri uyarmak ile başlamaktadır. Kur’andaki pek çok görevi ve emri arka plana atıp halk arasında sloganlaşan şekliyle “ İslam'ın şartı beştir “ gibi kabullere sarılmak, pek çok Kur’an ayetlerinin inkârıdır ve küfürdür. Bunu söyleyenler tevbe etmelidirler.
Ayette, ibadetin ( kulluğun ) sadece Allah için yapılması gerektiği, peygamber dahi olsa Allah’tan başkasına kulluk yapılamayacağı belirtilmektedir. Bunun aksi ise şirk olur. Şirk, mülk ve saltanatta ortaklık demektir. Allah’ın yetki ve imtiyazlarını, zati ve subuti sıfatlarından, en güzel isimlerindeki tasarruflarından birinin ya da bir kaçının Allah’tan başka somut veya soyut varlıklara verilmesi veya uyarlanmasıdır. Bundan dolayı Allah’tan başka tüm ilâhları reddedip, “ La ilâhe illallah “ Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur demeye, Allah’ı birlemeye Tevhit denir. Bu sözcük pek tabiidir ki sözde kalmamalı, tüm düşünce ve eylemlerde de kendini göstermelidir. La ilâhe illallah ifadesiyle Allah’tan başka tüm taştan, tahtadan yapılmış putlarla, etten kemikten yapılmış, insan olan Veliler / Evliya denilen aracı ilâhlar reddedilmekte, onlardan yardım istenmeyeceğine dair söz verilmektedir. Fakat Allah’tan başka tüm ilâhların reddedilebilmesi için de insanın önce sahte ilâhları ve ilâh yerine konulanları bilmesi, tanıması gerekir. Bu yapılıp reddedildikten sonra ancak sıra, tek ilâhı kabul etmeye gelir. Tek ve gerçek ilâh ise sadece Allah’tır. Allah’ın tek ilâh olarak kabul edilmesi, O’nu gereği gibi tanımadan, sadece kabul ettim demekle veya Kelimei Şehadet getirmekle olmaz. Allah’ı gereği gibi tanımak ise Kur’anı anlayarak okumak, kendi bedenimizdeki ( enfusi ) ve dışımızda, çevremizde, gökyüzünde yaratılmış olan ( afaki ) delilleri görmek, araştırmak, sorgulamak ve bilgi sahibi olarak tahkiki imanla, inanmak ile olabilir. Güzel isimlerini ve sıfatlarını Kur’andan öğrenerek ve bunlara inanılmasıyla olur. Tevhit sözcüğü Kur’anda doğrudan doğruya kullanılan bir kavram değildir. Buna karşın Kur’anda pek çok ayette “ bir ve tek olan Allah’a iman “ anlamlarına gelen ifadelerle yer alır. Kelimei Tevhit denilen “ La ilâhe illallah “ ( Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur ) ifadesiyle Allah'a ortak koşmama bilincini hatırlatma, 24 ayette yer almaktadır. Bu ayetlerde Tevhit inançlı olmayan her türlü inancın, amelin boşa gideceği çeşitli boyutlarda, pek çok örnekle belirtilmektedir. Ama maalesef buna rağmen, Kur'anı anlamak üzere okumadıklarından, Din sorumlularınca da anlatılmadığından büyük çoğunlukla Müslümanlar ağzından söylediği " İyyake nestain " ifadesinin anlamını bilmemekte, daha camiden çıkmadan " Şefaat ya Resulullah " diyerek ölmüş peygamberden, Cami avlusundaki türbede yatan kişiden Mekke müşrikleri gibi yardım talep eder. Bu kişilerin başı secdeden kalkmasa, bütünüyle oruç tutarak mübarek Ramazanı da huşu ile eda ettik elhamdülillah dese ne olur ! Kur'anın birçok uyarısına ve ayetlere göre mübarek olmaz, hepsi boşa gider, şirkin sorumlusu olurlar.
FATİHA 6 – 7 : İhdinas sıratel mustakiym * Sıratelleziyne enamte aleyhim gayril magdubi aleyhim veladdalliyn
Bize üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve sapkınlığa saplanmışların / dalalete düşenlerin yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan sıratel mustakimi / dosdoğru yolu göster.
Hidayet : İyiye güzele önderlik etmek, hak / gerçek ve batılı ayırt etmeye yarayan bilgi ve belgeler vermek, doğruya yol göstermek, peygamber yollamak ve kitap indirmek gibi anlamları taşımaktadır. Kötülüğe yol göstermek hidayet anlamına gelmez. Hidayet sadece Allah’a aittir. Peygamberler de dahil hiç bir insanda hidayet etme gücü ve yetkisi yoktur. Bu ise Kur’anda 304 ayette belirtilmektedir. Ayetteki " sırat " sözcüğü her ne kadar Ehli Sünnet alimlerince ayetin orijinalinde olmadığı halde ardına köprü sözcüğü de eklenerek uydurma hadislerle Ahiret hayatı için Cennet ve Cehennem arasında gerçekte olmayan " Sırat Köprüsü " kabulüne delil olarak gösterilmekte ise de aslında sadece " Yol " demektir. “ Mustakim “ sözcüğü de : Temiz, hilesiz, istikametli, dosdoğru demektir. Ayet içerisinde yer alan " Sırat ı Müstakim " sıfat tamlaması ise " Eğrisi, kırığı, çiziği, yanlışı, inişi, çıkışı, virajı, kavşağı olmayan, istikametli, hilesiz, temiz dosdoğru yol demektir. Kur'an ayetlerinin ışığında değerlendirilirse de anlamı, Allah’ın yolu, Hakk yol, Allah’ın Kitabı, İslam Dini, İslam Milleti olduğu görülür.
Safa tepesinde bu Sûrenin yedi ayetini, yukarıda ana hatlarıyla belirttiğimiz anlamlar çerçevesinde okuyarak Peygamberimiz, görevinin ilk tebliğini ve uyarısını yapmıştır. Bu uyarı metninde dikkat edilmesi gereken husus da Kur’anın kısa ve öz anlatım tekniğini kullanmış, ama buna rağmen aynı zamanda pek çok şeyin de anlatılmış olmasıdır. Bu uyarı metni, imanıyla, ameliyle ve kıssasıyla tüm Kur’anı temsil eder niteliktedir. Bu uyarı metni, çok tanrı inancındaki Mekke müşrikleri üzerinde büyük bir şok etkisi yaratmıştır. Safa tepesindeki bu toplantıya katılan ve Peygamberimizin amcalarından biri olan, ancak Peygamberimizin tebliğini duyunca, tarihi kaynakların belirttiğine göre “ Helâk olası, kahrolası, bizi buraya bunun için mi topladın ? “ diyerek Peygamberimize ilk tepki, O’nu taşlamış ve ayağından yaralamış olan Ebu Leheb'den gelmiştir. Aynı şekilde Ebu Leheb gibi azgın ve kurdukları sömürü düzeninin bozulacağından endişelenen, dokuz kişilik muktedir, kibirli, zengin, Mekke'nin yönetiminde söz sahibi olanlar, Peygamberimizin bu uyarısından çok rahatsız olmuşlardır. Çünkü sömürülen halk bu tebliğe itibar ederse, bundan sonra yalnızca Allah’tan yardım isteyecek, Rahman ve Rahim sıfatları olan Allah’a sığınacak ve Din gününün ( Ahiret ve hesap gününün ) sahibi olan Allah’a kulluk ederek, tapınaklara getirdikleri adakları, kurbanları, hediyeleri, bağışları artık getirmez olacaklardır.
Bu durum ise, putlarını, ilâhlarını, kölelerini, haksız ve sömürü ile kazandıkları mallarını kaybetme korkusuna kapılan azgın ve kibirli müşrik önderlerin düzeninin sonu demekti. İşte bu temel karşıtlıklardan dolayı da 23 yıl sürecek olan ve daha baştan çok çetin geçeceği belli olan, Peygamberimizin Tevhit mücadelesi Fatiha Sûresinin ayetlerindeki uyarılarla başlamış olmaktadır. Elbette ki Allah'ın inayeti ile bu mücadelenin sonu pek çok sıkıntıların ardından, gösterilen azim, sabır ve dirayetle yine de Peygamberimiz için başarı ile sonuçlanmış ve Allah'ın zaferi gerçekleşmiştir. Fakat Peygamberimizin vefatının ardından geçen uzun yıllar sonrasında, Dine ve Tevhit inancına insan eliyle yapılan olumsuz katkılardan, din alimlerinin yanlış müdahalelerinden sonra, Tevhit şuurunun karşısında şirk tehditleri ve İslama atılan iftiralar, dine sokulan yanlış inançlarla yaşananlar, Peygamberimize yapılan saldırılara karşı Tevhit mücadelesi biz Müslümanlar için bugün de hala devam etmektedir.
Sonuç olarak bizi bütün bu tehditlerden, yanlış inanç ve uygulamalarla yaşananlardan kurtaracak olan ise, zamanlı zamansız, gerekli gereksiz, yerli yersiz her ( el - Fatiha ) denilerek yapılan davete bilinçsizce icabet ederek, meyyit önünde, mezarlıkta, türbede, camide, çeşitli törenlerdeki duaların sonunda hiç bir şey anlamadan, düşünmeden, sorgulamadan sadece Fatiha Sûresinin Arapça okunup amin denilmesi ile bu anlamsız ve gelenekleşmiş uygulamanın içerisinde olmak değildir. Üstelik de Fatiha Sûresinin sonunda ayetlerle beraber " amin " diye bir ifade de yoktur. Amin sözcüğü her ne kadar yapılan toplu duaya katılmak ve onaylamak anlamına geliyor ise de, Bu sözcüğün kökeni Mısır rahiplerinin Amon tanrısına kadar dayanmaktadır. Böyle bir uygulamanın içinde ve alışkanlığında olanlar, el açıp sadece Arapça okudukları Fatiha Sûresinin ardından ; " Ben şimdi ne okudum ? Ağzımdan neler çıktı ? Niçin okudum ? Okudum da ne oldu, ölülere mi gitti, dirilere mi, bana mı geldi ? Kimin için okudum ? Bana veya kime ne faydası oldu ? Sevap mı kazandım ? Ağzımdan çıkanların anlamı neydi ? Tutamayacağım sözler mi verdim, yalancı mı oldum ? Allah'tan bir şeyler mi istedim ? Gerçekten Allah'la mı, yoksa kendi kendime mi konuştum ? gibi soruları acaba kendilerine hiç sormakta mıdırlar ? Halbuki Kur'an ve içindeki ayetler anlaşılarak okunsun, gerekli öğütler alınsın diye indirilmiş bir Kitaptır.
Aslında ne ölüye, ne de diriye herhangi bir katkısı olmayacak böyle bilinçsizce bir uygulama ile çoğunlukla insanlar namazlarında Fatiha Sûresini okumakta, daha camiden çıkarken örneğin Eyüp Sultan Camisinde olduğu gibi türbe demirine yapışmakta, veli dediği ölmüş insandan yardım isteyerek Allah katında gerçekten yalancı konumuna düşmektedir. * Hem hesap gününün sahibi sensin demekte, ama ardından bunu unutarak kabirdeki meleklerin sorgulamasına inanmakta, * Sadece Sana kulluk ederiz, Senden yardım dileriz, bize dosdoğru yolu göster demesine rağmen velilerin, evliyanın, şeyhin peşine düşülmekte, türbe ve yatırlara gidip çeşitli sıkıntıların giderilmesi için, kimileri " Yetiş ya Abdülkadir Geylani Hazretleri " kimileri yardım et " Ya Somuncu Baba " demekte, kimileri de namaz içinde " Şefaat Ya Resulullah " deyip Allah dururken ölmüş insanlardan yardım talep etmekte, kurtuluş ve dosdoğru yol onlarda aranmakta, Allah'a ortaklar edinip küfre ve şirke girildiğinin farkında olunamamaktadır. Halbuki Peygamberimizin bize yegâne emaneti olan Kitabımız Kur’anımızı ve başlangıç demek olan Fatiha Sûresini anlayarak okuyup, ayetleri tefekkür ederek içinde bulunduğumuz durumu, yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı bu ayetlerin anlamlarına göre değerlendirebilirsek, Kur'anın Hakk Dini adına en doğru yolu bulmuş oluruz. Çünkü okuduğumuz Fatiha Sûresinin içerisinde, Yüce Rabbimizden " Bize istikameti / dosdoğru yolu göster " diyerek yaptığımız isteğimize, Rabbimiz de elimizdeki Kur'an Mushafında Fatiha Sûresinin hemen ardında yer alan Bakara Sûresinin 1. ayetinde " Şüphesiz muttaki / takva sahibi sakınanlardan olmak isteyenler için istikamet / dosdoğru yol bu kitabın içerisindedir. " diyerek dosdoğru yol için, Kitabımız Kur'anımızı adres olarak göstermektedir. Bu nedenle ancak anlayarak okuduktan sonra, Kur'an ayetlerinin rehberliğinde anlamlarını kavrayarak, bilgi sahibi olarak aklımızı kullanıp, yaşananları sorgulayarak, Allah katındaki dosdoğru yolu bulabileceğimizin farkında olmalıyız. Tevhit ve tek kurtuluş anlaşılarak okunmaya çalışılan Kur'andadır. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR