Konu Detay

FATİHA SURESİNİ DOĞRU ANLAMAK VE UYGULAMAK

 08.10.2017
 2880

Elimizdeki  Kur’an  Mushafının  ilk  sahifesinde  bulunan  fakat  aslında  nüzul  sırasına  göre  Müddessir  Sûresinin  ayetleriyle  bağlantılı  olarak  Peygamberimize  beşinci  sırada  vahyedilen,  Peygamberimizin  adına  sonradan  uydurulan  hadis  ve  rivayetler  dayatmasıyla,  birçok  konudaki  yanlış  inanç  ve  uygulamalarda  olduğu  gibi,  çoğunlukla  hiç  bir  şey  anlamadan  sadece  Arapça  okunmasının  ardından  ellerin  amin  denilerek  yüze  sıvandığı,  bütün  Müslümanların  dilinde  olan,  her  zeminde  bütün  duaların  arkasına  el  Fatiha  diyerek  eklenilen,  üç  İhlas  ve  bir  Elam / Fatiha  ile  Kur’anın  hatim  edildiği  zannedilen,  hasta  üzerine  üflenerek  şifa  dağıtılmaya  çalışılan  bir  Sûre  olmuştur. Bunun  yanı  sıra  bir  çok  yanlış  yorum  ve  inançlarla,  Kur'an  ayetlerinin  uyarılarının  aksine,  birtakım  fazilet  ve  kerametin  yüklendiği  7 ayetlik  Fatiha  Sûresi,  Peygamberimizin  risalet  görevine  başlarken  müşrikler  karşısına  çıkarak  seslendiği  ve  tebliğini  yapmaya  başladığı  ayetlerin  yer  aldığı  bir  Sûredir. Müslümanların  neredeyse  yaşamlarının  tamamının,  bütün  dinin  ve  inançların  tam  ortasına  yerleştirilmiş  olan  bu  Sûre,  ne  yazık  ki  zamanlı,  zamansız,  gerekli,  gereksiz  yerlerde  Arapçasının  okunmasının  dışında   içinde  hangi  öğütlerin  olduğu  büyük  bir  çoğunlukça  da  bilinmemektedir. Süfyan  bin  Uyeyne  ve  Ebubekir  El  Hasan  gibi  fakihlerin  "  Namazda  Fatiha  Sûresinin  okunması  şart  değildir  "  dedikleri  ve  Kur'anda   böyle  bir  önerinin  bulunmamasına  rağmen  diğer  taraftan  bir  çok  hadisle  Fatihasız  namaz  olmaz,  namazınızda  her  rekâtta  okuyun  denildiğinden,   anlamları  bilinmese  de,  namazda  okunmaktadır.  Aslında  Allah'la  yapılan  sözleşmenin  farkında  bile  olunamamaktadır. Davetlerde,  açılış  törenlerinde,  etkinlik  sonlarında,  yapılan  toplu  duaların  arkasından  el  Fatiha  daveti  yapılır  yapılmaz,  okumanın  niçini,  nasılı,  nedeni  sorgulanmadan,   hemen  davete  icabet  edilmekte,  başı,  dişi  ağrıyana,  yılan,  çıyan,  akrep  sokmasına   okunup  üflenerek,  hastalık,  sağlık  reçetesi  olarak  kullanılmaktadır. Kur'an  ayetlerinin  aksine  defnedilecek  olan  meyyitin  tabutunun  önünde  veya  üç  İhlasla  birleştirilip  mezarlıklarda  okununca  ölülere  hediye  edilmekte,  Türbelerde   Evliya   denilen  kişilerden  yapılan  isteklerin  ardından  duaların  kabulü  için  okunmakta,  cenaze  törenlerinden,  nikâh  törenlerine  ve  düğünlere  varıncaya  kadar  Müslümanların  yaşamının   her  alanında  el  fatiha  denilerek  müracaat  edilen  bir  Sûre  olmaktadır.  Kur'anın  asıl  vermek  istediği  öğüt  ve  mesajlarına  göre  böylece  bir  çok  yanlışın  içinde  olunmakta,  fakat  en  önemlisi  ise  içindeki  ayetler  ile  asıl  alınması  gereken  öğütlerden,  verilen  sözlerden,  yerine  getirilmesi  istenen  yükümlülüklerden  bilgisiz  ve  uzak  kalınmaktadır.

Bugün  Fatiha  Sûresinin  Arapça  harf  ve  sözlerine  dayandırılarak  faziletleri,  yararları  adı  altında  uydurulan  pek  çok  hadis  ve  rivayet  ile  saptırılmış  dayatma  ile  tamamen  Kur’an  dışında  olan  bu  yanlış  inançlar  ve  uygulamalar,  insanların  yaşamında  vazgeçilemez  bir  gelenek  haline  getirilmiştir.  Bu  yanlışlıklar  içinde  olanlar  da,  Kur’anımızı  anlayarak  okumadıkları  için,  Allah’ı  ve  Peygamberi  yeterince  tanıyamamakta,  Allah’ın  yaratmadaki  kanun  ve  hükümlerini,  İslam’ın  Tevhit  /  La  ilâhe  illallah  /  Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur.  demenin  öğretisi  olan  halis  dini,  şuurunu,  Kur’andaki  pek  çok  kavramın  gerçekte  ne  olduğunu  bilememekte  veya  kulaktan  dolma  ile  yanlış  bilmektedir.  Peygamberimizin  güzel  ahlâkı  ve  Mümtaz  şahsiyetine  uymayan,  absürt  ve  tutarsız  olan  bu  sonradan  uydurulmuş  hadis  ve  rivayetlerden  bazılarına  burada  beraber  bakalım  !.....

* Bir  gün   Peygamberimiz  ile  yan  yana  iken  Cibril  başını  yukarı  kaldırarak  dedi  ki :  “  İşte  gökten  bir  kapı  açıldı,  bu  güne  kadar  gökten  böyle  bir  kapı  açılmadı. “  Derken  oradan  bir  Melek  indi.  Melek  selam  verdi  ve  Hz. Peygambere “  Sana  verilen  iki  nuru  müjdeliyorum,  onların  biri  Fatiha  Sûresi,  diğeri  de  Bakara  Sûresinin  son  kısmı.  Onlardan  okuduğun  her  harfe  mukabil  sana  mutlaka  büyük  sevap  verilecektir. “  dedi. ( Müslim  Misafirun  254 )

Bu  rivayeti  uyduranlar  ve  buna  inananlar  Mümin  Sûresinin  15. ayetinde  " O  dereceleri  yükseltendir,  en  büyük  tahtın  /  en  yüksek  mevkinin,  gücün  sahibidir.  O  buluşma   günü  hakkında  uyarmak  için  Kendi  işinden  olan  vahyi  kullarından  dilediğine  bırakır. "  ifadeleriyle  vahyi  özellikle  Allah'ın  Kendisinin  ilga  ederek  bıraktığının  belirtilmesine  rağmen,  üstelik  de  gökyüzünü  her  halde  sadece  dünyanın  üzerindeki,  aralarında  da  gerçekten  açılıp  kapanan  kapıların  olduğu  yedi  tabaka  gök  olarak  bilmektedirler.  Aslında  bütün  Evrenin  hakimi,  çekip  çevireni  ve  hükmedeni  anlamlarında  olan  Taht  kavramının  gerçek  anlamını  da  bilmedikleri  halde,  Allah'ın  da   sadece  gök  yüzünde  bulunduğunu,  orada   bir  kral  gibi  çok  uzaklarda  taht  üzerinde  oturduğunu  zannetmektedirler.  Sünnetullah'tan,  Allah'ın  Kâinatı  yönetmek  için  oluşturduğu  kanun,  kural,  ölçü  ve  hükümlerden,  devasa  Evrenin  ve  Allah'ın  büyüklüğünden,  Kur'andan,  Fatır  Sûresinin  22. ayetinde  "  Ölüler  ve  diriler  eşit  olmaz. Şüphesiz  Allah  her  dilediğine  işittirir.  Sen  ise  kabirlerdeki  kişilere  işittiren  biri  değilsin. "  denilerek  Kur'anın  diriler  için  okunup  anlaşılarak  bir  öğüt  olması  gerektiğinden  habersizdirler.  Melek  kavramının  da  ne  olduğunu  bilmemekte  ve  herhalde  onu  insan  gibi  konuşabilen,  ontolojik  üç  boyutlu  metafizik /  Fizik  ötesi  bir  varlık  ve  bir  şahsiyet  olarak  düşünmektedirler.  Hadislerde  ve  Kur'an  ayetlerinin  yanlış  çevrilen  meallerinde  Peygambere  vahyi  hem  Cebrail  indirdi  denilmekte,  bu  rivayette  ise  Cebrailin  yanında   Peygambere  Fatiha  Sûresinin  müjdesini  başka  bir  meleğin  verdiği  ifadesiyle  çelişkiye  düşüldüğünün  bile  farkında  olunamamaktadır.  Rivayeti  uyduranların  Fatiha  Sûresi  ile  Bakara  Sûresinin  son  kısmının  Peygamberimize  vahyedilişleri  arasında  neredeyse  22  yıllık  bir  zaman  aralığının  bulunduğundan  da  haberleri  bulunmamaktadır. Yine  aşağıdaki  rivayetlerde  de  görüleceği  gibi,  melek,  şeytan,  iblis  kavramlarını  da  yine  metafizik  /  Fizik  ötesi  varlık  olarak  görmekte,  Kur'anın  tanımlamalarından  haberleri  olmadıklarını,  uydurma  hadis,  rivayet,  mucize  ve  efsanelerle  inançlarını  yürüttüklerini  belli  etmektedirler. 

* Fatiha  Sûresi  indirildiğinde  İblis,  haset  ve  kederinden  ağlayıp  inledi. ( Ebu  Hureyre ) ( İnsanların  dışında  metafizik  olarak  insan  özelliklerine  sahip  üç  boyutlu  bir  varlık  yoktur.  Şeytan  ve  İblis,  fıtri  olarak  yaratılışlarında  insanların  içinde  olan,  dalalete  götüren  kötü  duyguları,  egoizmi,  nefsi,  hırsı  ve  arzularıdır. )

* Şeytan  lanete  uğradığı  zaman,  Cennetten  çıkarıldığı  zaman,  Allah’u  Teala  peygamber  gönderdiği  zaman,  Fatiha  Sûresi  nazil  olduğu  zaman  dört  defa  inlemiştir. ( İmam  Mücahit ) ( Dünya  yaşamında  henüz  kıyamet  kopmadığı  ve  Allah,  bizim  zaman  algımıza  göre  de  Cenneti  oluşturmadığı  için,  Cennetten  kovulmuş  şeytan  diye  metafizik  bir  varlık  da  yoktur.  Kur'anda  bu  konuda  anlatılanlar  ise  gerçek  olaylar  değil,  temsili  tiyatral  ve  mecazi  anlatımlardır. )

* İmam  dediği  zaman  “ amin “  deyin.  Kim  böyle  der  de  söylediği  bu  söz,  Meleklerinkine  rast  gelirse,  onun  geçmiş  bütün  günahları  bağışlanır. ( Buhari  Tefsir  el  Kur’an  Sûre 1. Ha. 2 )

* Ubade  b. Samit ( r.a. )  dan  rivayete  göre  Resulullah ( s.a.v )  şöyle  buyurmuştur. “  Fatihayı  okumayanın  namazı  yoktur. “  ( Tirmizi  247,  Müslim  Salat  11 )

* Ebu  Hureyre’den  rivayet  edilmiştir. Resulullah  buyurdu  ki : “  Fatiha  Sûresi  Ümmül  Kur’an  dır, ( Kur’anın  anası )  Ümmül  Kitaptır  ve  es  Sebul  Mesanidir. ( Tirmizi  Tefsir  15. Sûre  3. Ha. )

* Fatiha  Sûresi  her  hastalığa  karşı  şifadır. ( Abdülmelik  bin  Umeyr  rivayeti.  Camius  sagir  5827 )

Oysa  Kur'an  ve  Fatiha  Sûresi,  içinde  tılsımlı  sözlerin  bulunduğu,  biyolojik  hastalıklar  için  her  derde  deva  olacak  bir  ilaç  reçetesi  değildir.  Allah  insanları  Biyoloji  kanunlarına  göre  yaratmış  ve  biyolojik  hastalıklara  derman  olacak  ilaç  denilen  madde  ve  bitkileri  de  yeryüzünde  yaratmıştır.  Kur'an  ise  ön  yargı  ile  reddeden,  kalplerindeki  sapkın  hastalıkları,  Allah  ile  ilgili  yanlış  inançları  bulunanlara  doğru  yolu  gösteren  ve  böylece  kalplere,  sapkın  düşüncelere  şifa  olan  bir  öğüt  kitabıdır. Kur'anda  kabirlerde  veya  ölülerin  ardından  şu  Sûreyi  veya  Fatiha  Sûresini  okuyun  denilen  her  hangi  bir  öneri  veya  ayet  bulunmamaktadır.  Bu  uydurma  hadislerle  Kur'an,  şirk  ile  asıl  mecrasından  saptırılmaktadır.

Kur’anın  bütün  ayetlerinin  ve  Sûrelerinin  indiriliş  nedenlerine  dayandırılarak  uydurulan  rivayetler,  800  lü  yıllarda  yazılan  Klasik  tefsirlerle  beraber  inançları  esaret  altına  almıştır.  O  dönemde  dünyanın  yuvarlak  olduğu,  kendi  ekseni  etrafında  döndüğü  dahi  bilinememekte,  Melek,  Şeytan,  İblis  kavramları  bizim  gibi  konuşabilen  üç  boyutlu  fakat  insanın  dışında  metafizik  varlıklar  olarak  düşünülmekte,  Allah’ın  yaratmadaki  ve  yönetmedeki  Kanunları,  hükümleri   ve  enerjinin  varlığı  bilinmemekte,  Kur’an  ayetlerinin  temsili  ve  mecazi  anlatım  tekniklerinin  farkına  varılamamakta  ve  düz  mantıkla  ayetlerin  yorumlamaları  yapılmaktadır.  Ne  yazıktır  ki,  günümüzde  dahi  bu  ilkel  düşünce  ve  yorumları  içeren  dini  anlayış  ve  inançlar  da  hala  geçerliliğini  korumaktadır.  Pek  çok  ilâhiyatçı  ve  özellikle  Diyanet  İşleri  Başkanlığı  sorumluları  da  Kur'anı  bir  tarafa  koyarak,  bu  yanlış  inançların  peşinden  gitmeye,  gelenek  ve  atalarının  yanlış  mirasını  korumaya  devam  etmektedir.

Fatiha  sözcüğü  Arapçada  "  Feteha "  kökündeki  fiilden  gelmekte  açış,  açılmak,  başlangıç  gibi  anlamları  taşımaktadır.  Anahtar  anlamındaki  miftah  sözcüğü  de  bu  kökten  türemiştir.  Fatiha  Sûresi  diye  adlandırılan  yedi  ayetlik  bu  Sûre  ile  ilgili  uydurulan  pek  çok  hadis  ve  rivayete  bağlı  olarak,  değişik  tefsirciler  İmam  Razi  250,  İbn i Kesir  114,  Elmalılı  Hamdi  Yazır  104  sayfalık  açıklamalar  yapmışlardır. Bu  açıklamalarda ;  *  Sûrenin  nerede  indirildiği  *  Birinci  ayette  yer  alan  “  Besmele “ nin  ayet  olup  olmadığı  ve  “ Besmele “  nin  önemi, *  Okunuş  farklılıkları,  *  Okunuşunda  istiazenin  gerekip  gerekmediği,  *  Namaz  ile  ilişkisi,  nedenleri  ve  sonuçları  *  Fazilet  ve  sevapları  *  Sûreye  çeşitli  nedenlere  ve  görüşlere  göre  verilen  diğer  isimleri  ve  ayrıntılarını  yüzlerce  rivayete  dayalı  yorumlarla  ele  almışlardır. Bundan  dolayı  da  Sûrenin,  Kur’andaki  ve  İslam’daki  gerçek  yeri  ve  asıl  vermek  istediği  mesaj,  bu  konuların  arasında  kaybolup  gitmiştir. 

*  Elimizdeki  Kur'an  Mushafının  ilk  sahifesinde  yer  aldığından  ve  namazdaki  okumalar  da  bu  Sûre  ile  başladığından,  “ Fatihatül  Kitap “  denmiş.  

*  Yedi  ayetli  olduğundan  Hicr  Sûresinin  87. ayetinin  orijinalinde  yer  alan  "  Seb'an  mine'l  mesani  "  ifade  kalıbı,  aslında  hiç  ilgisi  olmadığı  halde  “ es  Seb’ul  Mesani  “ şeklinde  kabul  edilerek  uydurma  rivayetlerle  tekrarlanan,  namazda  okunan  yedi  ayet  anlamına  dönüştürülmüştür.   

*  Namazda  bölünmeden  okunduğundan  “ el – Vafiye “,  *  Başka  Sûrelerin  yerini  tuttuğu,  diğer  Sûrelerin  onun  yerini  tutmadığı  için  “ el  Kafiye  “ denmiş.  

*  İslam  inancının  temelini  oluşturan  ilkelerden  bahsettiği  için  “  el – Esas “,  *  Şükür  manasını  içerdiğinden  “ Şükür “  Sûresi  *  Müslim  salat  38  ve  Tirmizi  Tefsir  2  rivayetlerinde  geçen  “  Allah  şöyle  buyurdu : Beni  zikretmesi  benden  bir  şey  istemesine  engel  olan  kimseye,  isteyenlere  verdiğimin  en  iyisini  veririm “  rivayetine  dayanarak  “  es  Süal “ ( istek )  Sûresidir  denmiş.

*  Bunun  yanı  sıra  Sahihi  Buhari’nin  “  Okunduğunda  yılan,  akrep  sokması  sonucu  meydana  gelen  zehirlenmelere  şifa  olduğu  ve  bayılanlara  okunduğu  zaman  ayılttığı  yolundaki  rivayetlere  dayandırılarak  da  “ Şifa “  Sûresi  veya  “ Rukye “ ( Muska ) Sûresi,  “ Dua “  Sûresi, “ es – Salat “ ( Namaz )  Sûresi  gibi  isimler  verilmiştir.  Kur’anın  anası  denilmiştir,  *  Bugün  de  bütün  bunlara  ek  olarak  “  Ölü,  Mezarlık,  Türbe  Sûresi  isimleri  maalesef  verilmektedir.

Bugün,  böylece  üzerine  çok  yanlış  işlevler  yüklenmiş  olan  Fatiha  Sûresini  aslında  Peygamberimizin,  sahabenin  ve  hatta  muhatap  oldukları  müşriklerin  bile  doğru  anladıkları  ve  o  yüzden  karşı  durdukları  gibi,  bizim  de  doğru  anlayabilmemiz  için, Yüce  Kitabımız  Kur’anın  anlatma  yöntemine  baş  vurmalıyız.

Klasik  kayıtlara  ve  anlayışa  göre  Fatiha  Sûresinin  ayetleri,  Mekke’de  beşinci  Sûre  olarak  nazil  olmuştur.  Diğer  Sûreler  değişik  sayıdaki  ayetlerle  kesik  kesik,  bölüm  bölüm  indirildiği  halde,  ayetleri  arka  arkaya  kesiksiz  olarak  indirilen  ilk  Sûredir.  Bu  ayetler  indirildiği  zaman,  gece  sessizliğinde  ve  karanlıkta  gizli  gizli  bir  araya  gelen  Peygamberimiz  ve  O’na  inanmış  olan  çok  az  sayıdaki  sahabenin  elinde  iman  edilecek,  Alak,  Kalem,  Müzzemmil,  Müddessir,  Ala,  Asr,  Tekvir  gibi   bazı  tamamlanmamış  Sûrelerin  üçer,  beşer  ayetleri  bulunmaktaydı,  Peygamberimiz  de  henüz  insanların  karşısına  çıkartılarak  tebliğ  görevine  başlatılmamış  idi.  Kur'andaki  bu  ayetlerle  Rabbimizin,  Alak  Sûresinin  ilk  beş  ayeti  ile  Muhammed  ( a.s. ) ı  muhatap  seçtiğini,  O’nu  Resül  / Elçi  / Peygamber   yaptığını,  O’na  Rabbi  adına  okuma,   öğrenip,  öğretme   emrini  verdiğini,  bu  ayetlerle  ve  özellikle   Müzemmil   Sûresinin   ayetleriyle  eğittiğini,  muhatap  olacağı  insanların  karakterlerini  tanıttığını  ve   göreve  hazırladığını  görüyoruz.  Müddessir  Sûresinin  ayetleriyle  de  artık  göreve  hazır  hale  gelmiş  olduğundan,  O’na  Peygamberlik  üniformasını  giydirip  “  Kalk,  hemen,  Rahman  Rahim  Allah  adına  diye  uyar  ve  Rabbinin  en  büyük  olduğunu  ilan  et  “  diyerek  göreve  başlattığını  anlamaktayız. Fatiha  Sûresi  olarak  bilinen  yedi  ayet,  aslında  teknik  ve  semantik  ( anlam  bilim ) açısından  bağımsız  bir  Sûre  değildir.  Müddessir  Sûresinin  ilk  iki  ayetinin  tümleci  olarak  indirilmiştir.  Bununla  ilgili   rivayet  de  kayıtlarda  yer  almaktadır. ( Tacül  Lisan 1.)

Müddessir  Sûresinin  ilk  ayetlerinde  “  Ya  eyyühel  Müddessir  Kum  feenzir  ve  rabbekefekebbir “  vahyinin  ardından,  ( Tecrit  Tercemesi  c. 9.  sa. 246,  İbn  Sad  Tabakat  c. 1  sa. 199,  Buhari  Sahih  c. 3  sa. 171,  Müslim  Sahih  c.1  sa. 133, )  gibi  daha  bir  çok  eserde  de  yer  alan  tarihi  rivayetlere  göre ; "  Ey  Peygamberlik  görevine  hazırlanmış,  bu  görev  için  donanmış  ve  giyinmiş  olan !  Kalk,  hemen  Rahman,  Rahim  Allah  adına  uyar !  ve  Rabbinin  en  büyük  olduğunu  ilan  et  “  emrini  alan  Peygamberimiz,  Kâbe'nin  hemen  yanındaki  Safa  tepesine  çıkmış  ve  insanlara  “  Dikkat  dikkat !  beni  dinleyin “  anlamına  gelen  bir  çeşit  anons  ile “  Ya  sabahah !  Ya  sabahah ! “  diye  seslenmiştir.  Etrafında  toplanan  halka  “  Ey  Abdülmuttalip  oğulları,  Ey  Ümeyye  oğulları,  Ey  Fihr  oğulları !  Şu  dağın  arkasında  size  saldırmak  üzere  bir  süvari  birliği  var  desem,  bana  inanır  mısınız ?  diye  sordu.  Toplananlardan  “ evet “  cevabını  aldıktan  ve  kendine  güveni  teyit  ettirdikten  sonra,  topluma  Fatiha  Sûresinin  yedi  ayetini  okuyarak  ayetlerin  anlamına  göre,  şu  mesajı  iletti  ve  ilk  tebliğini  yaptı. “  Ey  insanlar !  Rahman  /  Yarattığı  bütün  canlılara  rahmet  eden,  her  türlü  nimeti  veren  Rahim  /  çok  merhametli  olan  Allah  adına  uyarıyorum.  Hamd  / Tüm  övgüler  alemlerin  Rabbi  / Efendisi,  programlayıp  çekip  çeviren  ve  yöneten  hesap  gününün  Maliki  /  Herkesin  iyi  ya  da  kötü  yaptığı  tüm  amellerin  karşılığını  göreceği  Ahiretteki  din /  karşılık  gününün  sahibi  Allah’adır. Yalnız  Sana  kulluk  /  ibadet  ederiz  ve  yalnız  Senden  yardım  isteriz.  Bize,  üzerine  gazap  dökülmüşlerin  ve  sapkınlığa  saplanmışların  yolunun  dışındaki,  kendilerine  nimet  verdiklerinin  yolu  olan  dosdoğru  yolu  göster. ”  Diyerek  böylece  Peygamberimiz  Rabbi  adına  uyarıda  bulunmuş,  Rabbinin  en  büyük  olduğunu  ilan  etmiş,  tesbih  etmiş /  yüceltmiş,   insanları  uyararak  ilk  tebliğ   görevini  tamamlamış,  peygamberliğini  duyurmuştur. Tabii  bu  eserlerde  bu  olay  ile  ilgili  ardından  önce  amcası  Ebu  Leheb  ve  diğer  müşriklerle  oluşan  diyaloglarla  ve  sürtüşmelerle  ilgili  olarak  birçok  değişik  rivayet  de  anlatılmaktadır. İşte  Fatiha  Sûresinin  Kur’andaki  yeri  ve  Dinimizdeki  işlevi,  ayetlerin  verdiği  mesajlarla  ve  dinleyenlerin  ortaya  koyduğu  olumsuz  tepkilerle,  daha  ilk  başlangıçta   yaşananlarla  Peygamberimizi  bekleyen  çetin  mücadelenin  ne  kadar  büyük  olacağı,  risaletinin  hiç  de  kolay  olmayacağı  gerçeği  ile  anlaşılmalıdır.  Aksi  halde  Fatiha  Sûresinin  ne  mesajları,  ne  işlevi  doğru  olarak  anlaşılmış  olur !... Sûredeki  ayetlerin  ayrıntılarına,  gerçek  mesajlarına,  bize  verilmekte  olan  öğütlerine  bakacak  olursak ;

FATİHA  1  :  Bismillahirrahmanirrahim  ( Rahman  Rahim  Allah  adına )

Yarattığı  bütün  canlılara  nimet  veren,  yarattıklarına  çok  merhametli  Allah  adına

Bu  ayetle  artık  Peygamberimizin  özel  hayatının  bittiği,  yapacağı  bütün  çalışmaların  Allah  adına  olacağı  mesajı  verilmiştir.  Müddessir  Sûresinin  6. ayetinde  de “ Vela  temnun  testeksir “  ( yapacağın  görevden  dolayı  insanlardan  sakın  bir  karşılık  bekleme )  emrinden  dolayı  da  bu  işten  maddi  ve  manevi  çıkar  sağlaması  da  söz  konusu  değildir.  Geçmişteki  tüm  Peygamberler  de  aynı  görev  bilinciyle  donatılmış,  tebliğlerini  ve  davetlerini  Allah  adına  yapmakla  emrolunmuşlardır.  Örneğin :  Neml  Sûresinin  30.  ayetinde  de  Sebe  halkını  sapkınlıktan  döndürmek  isteyen  Süleyman  Peygamber  de,  Sebe  Melikesine  yazdığı  mektubuna  “ Rahman  Rahim  Allah  adına “  diye  başlamıştır. Bu  ifade  de  Kur’an  içerisinde  yer  alan  ayetlerden  birisidir. " Besmele "  dediğimiz  bu  ifade  Kur'an  mushafında  sadece  iki  yerde  ayet  olarak,  diğer  Sûrelerin  ise  dışında  sonradan  ekleme  ile  yer  almaktadır.  Savaş  uyarıları  ile  başladığı  için  Tevbe  Sûresinin  başlangıcında  ise  dışında  da  yer  almamaktadır. "  Besmele  " nin,  Arapça  on  dokuz  harfinin  olduğunu  ve  bundan  dolayı  da  toplam  on  dokuz  bin  alemin  bulunduğunu  dayanaksız  olarak  iddia  edenler  de  bulunmaktadır.

FATİHA  2 – 4  :  Elhamdülillahi  rabbil  alemiyn  *  Errahmanirrahiym  *  Maliki  yevmiddiyn

Hamd  /  Tüm  övgüler  alemlerin  Rabbi, /  Efendisi,  programlayıp  yöneticisi,  Rahman  /  Rahmet  eden,  yarattığı  bütün  canlılara  nimet  veren,  Rahim /  Yarattıklarına  çok  merhametli  olan,  karşılık  / din  gününün  Maliki / sahibi  /  Herkesin  iyi  ya  da  kötü  yaptığı  tüm  amellerin  ve  eylemlerin  karşılığını  göreceği  Ahiret  ve  hesap  gününün  sahibi  Allah’adır.  Allah  dışında  hiç  kimse  övgüye  layık  değildir.

Hamd :  Nimetleri  veren,  gerekli  yardımları  yapan  Yaratıcının  sonsuz  güç  ve  kuvvetine,  nimetlerinin  çokluğuna  ve  zenginliğine, O’nun  Rabbliğine  duyulan  hayranlık  nedeniyle  dile  getirilen  bir  övgüdür.  Anadolu'da  15. yüzyılın  başlarında  ilk  defa  Kur'anı  Anadolu  Türkçesine  çeviren  Molla  Ferari  Muhammed  Bin  Hamza  da  hamd  sözcüğünü  "  Övgü  Tengrinindir "   diye  ifade  etmiştir.  Bundan  dolayı  hamd  etmek,  şükretmekten  farklı  bir  şeydir. Şükür  bir  eylemin  veya  verilen  bir  nimetin  aynı  cinsten  Allah'ın  rızası  için  karşılığının  ödenmesidir.  O  nimetlerin  fazlasının,  ihtiyacı  olan  insanlarla  paylaşılmasıdır.  Dolayısıyla  şükür  bir  eylemle,  fiille,  yerine  getirilmiş  bir  amelle,  hamd  ise  kalpte  yerleşmiş  olan  inançla  sözle  yapılır.  Rabbimizin  “ Elhamdülillah “  deyin  diye  bir  isteği  yoktur.  Çünkü  bilinçsizce  sadece  lafta  kalan,  ama  hayata  geçirilemeyen,  bilinçsiz  ve  kalplerde  olmayan  söylemlerin  Allah  katında  hiç  bir  değeri  yoktur. Rabbimizin  isteği  ise  tüm  övgülerin  sadece  Kendisi  için  olduğunun  bilinerek,  Kendisinden  başka  Veli,  Evliya  denilen  kişilerin  veya  Peygamber  de  olsa  abartılar  düzülerek  övülmesini  istememektedir.  İşte  bundan  dolayı  Peygamberimize   sadece  lafla  Salavat  getirmek  gibi,  Cami  minarelerinde  içinde  küfür  ve  şirkle  dolu  Sela  verme  adıyla  okunan,  yapılan  abartılı  methiyeler,  okutanları  da,  okuyanları  da  farkında  olmadıkları  bir  şirk  bataklığına  sürüklemektedir. ( Sela  Nedir ?  Niçin  verilir ?  başlıklı  yazımıza   bakabilirsiniz. ) Bu  ayetlerle  aynı  zamanda  kabirlerde  münker  nekir  gibi  uydurma  meleklerin  değil,  Ahiret  gününde  hesap  sormanın  yegâne  sahibinin  Allah  olduğu  tasdik  edilmektedir.

FATİHA  5  :  İyyakena’budu  ve  iyyakenestaiyn

Yalnız  Sana  kulluk  /  ibadet  eder  ve  yalnız  Senden  yardım  isteriz.

İbadet  :  Kulun  sahibine ( Yaratanına )  karşı,  sahibi ( Yaratanı )  tarafından  verilen  görevleri  kayıtsız  şartsız  kabullenip  yerine  getirmesi  demektir. İbadet,  Allah  tarafından  bir  talimatname,  Kur’an  ile  kullarına  bildirilen  görevlerin,  kullar  tarafından  kayıtsız  şartsız  itaat  edilerek  ve  teslimiyet  gösterilerek (  boyun  eğilerek )  yerine  getirilmesidir.  İbadet  halk  arasında  yaygınlaştığı  gibi  üç  beş  ameli  yerine  getirmekten  ibaret  değildir.  Kur’an  içerisindeki  vermiş  olduğu  görevlerin  tümünü  yapmak,  yapmayın  dediklerinin  de  tümünü  yapmamaktır. Bu  durumda  da  Kur’anın  ilk  emrine  göre  kulların  görevleri  okumak,  yazmak,  temiz  olmak,  öğrenmek  ve  öğretmek,  dürüst  ve  doğru  olmak,  çevredekileri  uyarmak  ile  başlamaktadır. Kur’andaki  pek  çok  görevi  ve  emri  arka  plana  atıp  halk  arasında  sloganlaşan  şekliyle  “ İslam'ın  şartı  beştir “  gibi  kabullere  sarılmak,  pek  çok  Kur’an  ayetlerinin  inkârıdır  ve  küfürdür. Bunu  söyleyenler  tevbe  etmelidirler.

Ayette,  ibadetin ( kulluğun )  sadece  Allah  için  yapılması  gerektiği,  peygamber  dahi  olsa  Allah’tan  başkasına  kulluk  yapılamayacağı  belirtilmektedir.  Bunun  aksi  ise  şirk  olur. Şirk,  mülk  ve  saltanatta  ortaklık  demektir.  Allah’ın  yetki  ve  imtiyazlarını,  zati  ve  subuti  sıfatlarından,  en  güzel  isimlerindeki  tasarruflarından  birinin  ya  da  bir  kaçının  Allah’tan  başka  somut  veya  soyut  varlıklara  verilmesi  veya  uyarlanmasıdır.  Bundan  dolayı  Allah’tan  başka  tüm  ilâhları  reddedip, “ La  ilâhe  illallah “  Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir  şey yoktur  demeye,  Allah’ı  birlemeye  Tevhit  denir. Bu  sözcük  pek  tabiidir  ki  sözde  kalmamalı,  tüm  düşünce  ve  eylemlerde  de  kendini  göstermelidir.  La  ilâhe  illallah  ifadesiyle  Allah’tan  başka  tüm  taştan,  tahtadan  yapılmış  putlarla,  etten  kemikten  yapılmış,  insan  olan  Veliler /  Evliya  denilen  aracı  ilâhlar  reddedilmekte,  onlardan  yardım  istenmeyeceğine  dair  söz  verilmektedir. Fakat  Allah’tan  başka  tüm  ilâhların  reddedilebilmesi  için  de  insanın  önce  sahte  ilâhları  ve  ilâh  yerine  konulanları  bilmesi,  tanıması  gerekir. Bu  yapılıp  reddedildikten  sonra  ancak  sıra,  tek  ilâhı  kabul  etmeye  gelir. Tek  ve  gerçek  ilâh  ise  sadece  Allah’tır.  Allah’ın  tek  ilâh  olarak  kabul  edilmesi,  O’nu  gereği  gibi  tanımadan,  sadece  kabul  ettim  demekle  veya  Kelimei  Şehadet  getirmekle  olmaz.  Allah’ı  gereği  gibi  tanımak  ise  Kur’anı  anlayarak  okumak,  kendi  bedenimizdeki  ( enfusi )  ve  dışımızda,  çevremizde,  gökyüzünde  yaratılmış  olan ( afaki )  delilleri  görmek,  araştırmak,  sorgulamak  ve  bilgi  sahibi  olarak  tahkiki  imanla,  inanmak  ile  olabilir.  Güzel  isimlerini  ve  sıfatlarını  Kur’andan  öğrenerek  ve  bunlara  inanılmasıyla  olur. Tevhit  sözcüğü  Kur’anda  doğrudan  doğruya  kullanılan  bir  kavram  değildir. Buna  karşın  Kur’anda  pek  çok  ayette  “  bir  ve  tek  olan  Allah’a  iman  “  anlamlarına  gelen  ifadelerle  yer  alır.  Kelimei  Tevhit  denilen  “ La  ilâhe  illallah “  ( Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur ) ifadesiyle  Allah'a  ortak  koşmama  bilincini  hatırlatma,  24  ayette  yer  almaktadır. Bu  ayetlerde  Tevhit  inançlı  olmayan  her  türlü  inancın,  amelin  boşa  gideceği  çeşitli  boyutlarda,  pek  çok  örnekle  belirtilmektedir.  Ama  maalesef  buna  rağmen,   Kur'anı  anlamak  üzere  okumadıklarından,  Din  sorumlularınca  da  anlatılmadığından  büyük  çoğunlukla  Müslümanlar  ağzından   söylediği  "  İyyake   nestain "  ifadesinin  anlamını  bilmemekte,  daha  camiden  çıkmadan  " Şefaat  ya  Resulullah "  diyerek  ölmüş  peygamberden,  Cami  avlusundaki  türbede  yatan  kişiden  Mekke  müşrikleri  gibi  yardım  talep  eder.  Bu  kişilerin  başı  secdeden  kalkmasa,  bütünüyle  oruç  tutarak  mübarek  Ramazanı  da  huşu  ile  eda  ettik  elhamdülillah  dese  ne  olur !  Kur'anın  birçok  uyarısına  ve  ayetlere  göre  mübarek  olmaz,  hepsi  boşa  gider,  şirkin  sorumlusu  olurlar.

FATİHA  6 – 7  :  İhdinas  sıratel  mustakiym  *  Sıratelleziyne  enamte  aleyhim  gayril  magdubi  aleyhim  veladdalliyn

Bize  üzerlerine  gazap  dökülmüşlerin  ve  sapkınlığa  saplanmışların  /  dalalete  düşenlerin  yolunun  dışındaki,  kendilerine  nimet  verdiklerinin  yolu  olan  sıratel  mustakimi  /  dosdoğru  yolu  göster.

Hidayet  :  İyiye  güzele  önderlik  etmek,  hak / gerçek  ve  batılı  ayırt  etmeye  yarayan  bilgi  ve  belgeler  vermek,  doğruya  yol  göstermek,  peygamber  yollamak  ve  kitap  indirmek  gibi  anlamları  taşımaktadır.  Kötülüğe  yol  göstermek  hidayet  anlamına  gelmez.  Hidayet  sadece  Allah’a  aittir.  Peygamberler  de  dahil  hiç   bir  insanda   hidayet  etme  gücü  ve  yetkisi  yoktur. Bu  ise  Kur’anda  304  ayette  belirtilmektedir.  Ayetteki   " sırat  "  sözcüğü  her  ne  kadar  Ehli  Sünnet  alimlerince  ayetin  orijinalinde  olmadığı  halde  ardına  köprü  sözcüğü  de  eklenerek  uydurma  hadislerle  Ahiret  hayatı  için  Cennet  ve  Cehennem  arasında  gerçekte  olmayan  "  Sırat  Köprüsü  "  kabulüne  delil  olarak  gösterilmekte  ise  de  aslında  sadece  "  Yol "  demektir.  “ Mustakim “  sözcüğü  de  :  Temiz,  hilesiz,  istikametli,  dosdoğru  demektir.  Ayet  içerisinde  yer  alan " Sırat  ı  Müstakim "  sıfat  tamlaması  ise  "  Eğrisi,  kırığı,  çiziği,  yanlışı,  inişi,  çıkışı,  virajı,  kavşağı  olmayan,  istikametli,  hilesiz,  temiz  dosdoğru  yol  demektir.  Kur'an  ayetlerinin  ışığında  değerlendirilirse  de  anlamı,  Allah’ın  yolu,  Hakk  yol,  Allah’ın  Kitabı,  İslam  Dini,  İslam  Milleti  olduğu  görülür.

Safa  tepesinde  bu  Sûrenin  yedi  ayetini,  yukarıda  ana  hatlarıyla  belirttiğimiz  anlamlar  çerçevesinde  okuyarak  Peygamberimiz,  görevinin  ilk  tebliğini  ve  uyarısını  yapmıştır. Bu  uyarı  metninde  dikkat  edilmesi  gereken  husus  da  Kur’anın  kısa  ve  öz  anlatım  tekniğini  kullanmış,  ama  buna  rağmen  aynı  zamanda  pek  çok   şeyin  de  anlatılmış  olmasıdır. Bu  uyarı  metni,  imanıyla,  ameliyle  ve  kıssasıyla  tüm  Kur’anı  temsil  eder  niteliktedir. Bu  uyarı  metni,  çok  tanrı  inancındaki  Mekke  müşrikleri  üzerinde  büyük  bir  şok  etkisi  yaratmıştır. Safa  tepesindeki  bu  toplantıya  katılan  ve  Peygamberimizin  amcalarından  biri  olan,  ancak  Peygamberimizin  tebliğini  duyunca,  tarihi  kaynakların  belirttiğine  göre  “  Helâk  olası,  kahrolası,  bizi  buraya  bunun  için  mi   topladın ? “  diyerek  Peygamberimize  ilk  tepki,  O’nu  taşlamış  ve  ayağından  yaralamış  olan  Ebu  Leheb'den  gelmiştir.  Aynı  şekilde  Ebu  Leheb  gibi  azgın  ve  kurdukları  sömürü  düzeninin  bozulacağından  endişelenen,  dokuz  kişilik  muktedir,  kibirli,  zengin,  Mekke'nin  yönetiminde  söz  sahibi  olanlar,  Peygamberimizin  bu  uyarısından  çok  rahatsız  olmuşlardır. Çünkü  sömürülen  halk  bu  tebliğe  itibar  ederse,  bundan  sonra  yalnızca  Allah’tan  yardım  isteyecek,  Rahman  ve  Rahim  sıfatları  olan  Allah’a  sığınacak  ve  Din  gününün  ( Ahiret  ve  hesap  gününün ) sahibi  olan  Allah’a  kulluk  ederek,  tapınaklara  getirdikleri  adakları,  kurbanları,  hediyeleri,  bağışları  artık  getirmez  olacaklardır. 

Bu  durum  ise,  putlarını,  ilâhlarını,  kölelerini,  haksız  ve  sömürü  ile  kazandıkları  mallarını  kaybetme  korkusuna  kapılan  azgın  ve  kibirli  müşrik  önderlerin  düzeninin  sonu  demekti.  İşte  bu  temel  karşıtlıklardan  dolayı  da  23  yıl  sürecek  olan  ve  daha  baştan  çok  çetin  geçeceği  belli  olan,  Peygamberimizin  Tevhit  mücadelesi  Fatiha  Sûresinin  ayetlerindeki  uyarılarla   başlamış   olmaktadır.  Elbette  ki  Allah'ın  inayeti  ile  bu  mücadelenin  sonu  pek  çok  sıkıntıların  ardından,  gösterilen  azim,  sabır  ve  dirayetle  yine  de  Peygamberimiz  için  başarı  ile  sonuçlanmış  ve  Allah'ın  zaferi  gerçekleşmiştir. Fakat   Peygamberimizin  vefatının  ardından  geçen  uzun  yıllar  sonrasında,  Dine  ve  Tevhit  inancına  insan  eliyle  yapılan  olumsuz  katkılardan,  din  alimlerinin  yanlış  müdahalelerinden  sonra,  Tevhit  şuurunun  karşısında  şirk  tehditleri  ve  İslama  atılan  iftiralar,  dine  sokulan  yanlış  inançlarla  yaşananlar,  Peygamberimize  yapılan  saldırılara  karşı  Tevhit  mücadelesi  biz  Müslümanlar  için  bugün  de  hala  devam  etmektedir. 

Sonuç  olarak  bizi  bütün  bu  tehditlerden,  yanlış  inanç  ve  uygulamalarla  yaşananlardan  kurtaracak  olan  ise,  zamanlı  zamansız,  gerekli  gereksiz,  yerli  yersiz  her  ( el  - Fatiha  ) denilerek  yapılan  davete  bilinçsizce   icabet  ederek,  meyyit  önünde,  mezarlıkta,  türbede,  camide,  çeşitli  törenlerdeki  duaların  sonunda  hiç  bir  şey  anlamadan,  düşünmeden,  sorgulamadan  sadece  Fatiha  Sûresinin  Arapça  okunup  amin  denilmesi  ile  bu  anlamsız  ve  gelenekleşmiş  uygulamanın  içerisinde  olmak  değildir.  Üstelik  de  Fatiha  Sûresinin  sonunda  ayetlerle  beraber  " amin "  diye  bir  ifade  de  yoktur.  Amin  sözcüğü  her  ne  kadar  yapılan  toplu  duaya  katılmak  ve  onaylamak  anlamına  geliyor  ise  de,  Bu  sözcüğün  kökeni  Mısır  rahiplerinin  Amon  tanrısına  kadar  dayanmaktadır. Böyle  bir  uygulamanın  içinde  ve  alışkanlığında  olanlar,  el  açıp  sadece  Arapça  okudukları  Fatiha  Sûresinin  ardından  ;  "  Ben  şimdi  ne  okudum ?  Ağzımdan  neler  çıktı ?  Niçin  okudum ?  Okudum  da  ne  oldu,  ölülere  mi  gitti,  dirilere  mi,  bana  mı  geldi ?  Kimin  için  okudum ?  Bana  veya  kime  ne  faydası  oldu ?  Sevap  mı  kazandım ?  Ağzımdan  çıkanların  anlamı  neydi ?  Tutamayacağım  sözler  mi  verdim,  yalancı  mı  oldum ?  Allah'tan  bir  şeyler  mi  istedim ?  Gerçekten  Allah'la  mı,  yoksa  kendi  kendime  mi  konuştum ?  gibi  soruları  acaba  kendilerine  hiç  sormakta  mıdırlar ?  Halbuki  Kur'an  ve  içindeki  ayetler  anlaşılarak  okunsun,  gerekli  öğütler  alınsın  diye  indirilmiş  bir  Kitaptır.

Aslında  ne  ölüye,  ne  de  diriye  herhangi  bir  katkısı  olmayacak  böyle  bilinçsizce  bir  uygulama  ile  çoğunlukla  insanlar  namazlarında  Fatiha  Sûresini  okumakta,  daha  camiden  çıkarken  örneğin  Eyüp  Sultan  Camisinde  olduğu  gibi  türbe  demirine  yapışmakta,  veli  dediği  ölmüş  insandan  yardım  isteyerek    Allah  katında  gerçekten  yalancı  konumuna  düşmektedir.  *  Hem  hesap  gününün  sahibi  sensin  demekte,  ama  ardından  bunu  unutarak  kabirdeki  meleklerin  sorgulamasına  inanmakta,  *  Sadece  Sana  kulluk  ederiz,  Senden  yardım  dileriz,  bize  dosdoğru  yolu  göster  demesine  rağmen   velilerin,  evliyanın,  şeyhin  peşine  düşülmekte,  türbe  ve  yatırlara  gidip  çeşitli  sıkıntıların  giderilmesi  için,  kimileri  "  Yetiş  ya  Abdülkadir  Geylani  Hazretleri  "  kimileri  yardım  et  "  Ya  Somuncu  Baba  "  demekte,  kimileri  de  namaz  içinde  "  Şefaat  Ya  Resulullah "  deyip  Allah  dururken  ölmüş  insanlardan  yardım  talep  etmekte,  kurtuluş  ve  dosdoğru  yol  onlarda  aranmakta,  Allah'a  ortaklar  edinip  küfre  ve   şirke  girildiğinin  farkında  olunamamaktadır. Halbuki  Peygamberimizin  bize  yegâne  emaneti  olan  Kitabımız  Kur’anımızı  ve  başlangıç  demek  olan  Fatiha  Sûresini  anlayarak  okuyup,  ayetleri  tefekkür  ederek  içinde  bulunduğumuz  durumu,  yaptıklarımızı  ve  yapamadıklarımızı  bu  ayetlerin  anlamlarına  göre  değerlendirebilirsek,  Kur'anın  Hakk  Dini  adına  en  doğru  yolu  bulmuş  oluruz.  Çünkü  okuduğumuz  Fatiha  Sûresinin  içerisinde,  Yüce  Rabbimizden  "  Bize  istikameti  /  dosdoğru  yolu  göster  "  diyerek  yaptığımız  isteğimize,  Rabbimiz  de  elimizdeki  Kur'an  Mushafında  Fatiha  Sûresinin  hemen  ardında  yer  alan  Bakara  Sûresinin  1. ayetinde  "  Şüphesiz  muttaki /  takva  sahibi  sakınanlardan  olmak  isteyenler  için  istikamet  /  dosdoğru  yol  bu  kitabın  içerisindedir. "  diyerek  dosdoğru  yol  için,  Kitabımız  Kur'anımızı  adres  olarak  göstermektedir.  Bu  nedenle  ancak  anlayarak  okuduktan  sonra,  Kur'an  ayetlerinin  rehberliğinde  anlamlarını  kavrayarak,  bilgi  sahibi  olarak  aklımızı  kullanıp,  yaşananları  sorgulayarak,  Allah  katındaki  dosdoğru  yolu  bulabileceğimizin  farkında  olmalıyız. Tevhit  ve  tek  kurtuluş  anlaşılarak  okunmaya  çalışılan  Kur'andadır.  Allah'ın  selamı,  rahmeti,  bereketi  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET