Konu Detay

MEVLİT OKUNMASI DİNİ BİR İBADET MİDİR ?

 03.04.2017
 2033

Peygamberimizin  vefatından  sonra,  yüzyıllardır  O’nun  bize  emanet  ettiği  Kur’anın  boynu  büküktür. Furkan  Sûresinin  30. ayetinde   hesap  günündeki  temsili  bir  konuşmanın  bilhassa  Peygamberimizin  tanıklığı  ile   ağzından  şikâyetçi  olacağının  nakledildiği  “  Ey  Rabbim ! inne  kavmit / benim  toplumum  şüphesiz  bu  Kur’anı  mahcur  /  terk  edilmiş  bir  şey  eyledi. “ dedirttirilerek  gerekli  uyarının  yapılmasına  rağmen,  İslam  dünyasında  Kur’an  ile  İslam’ın  ulaşması  gereken  noktaya  bugün   maalesef  ulaşılamamıştır. Çünkü  Kur’an  Müslümanlarca   gerçekten  terk  edilmiştir. Hurafeler,  hadisler,  rivayetler,  gelenekler,  bidatlar,  kişilerin  yazdığı  şiir  ve  kitaplar  Kur’anın  yerini  almış,  Kur'anın  dışında,  Allah’ın  Hakk  Dininden  başka,  Mezhep,  Tarikat  ve  Cemaat  bölünmeleriyle  yaşanan  bir  çok  din  oluşturulmuştur. Kur’an  ise  tecvit  ve  kıraat  denilip  sadece  anlaşılmadan  Arapça  okunup  hatim  edilmekte,  her  harfine  on  sevap  kazanılacağına  inanılmakta,  ardından  da  hasıl  olan  sevabı  ölülere  bağışlamakla  görevin  yerine  getirildiği,  Kur’anın  okunduğu  zannedilmektedir.  Kur’an,  yaşanan  bir  din,  yaşayanlar  için  bir  öğüt,  rehber  olması  gerektiği  halde,  çoğunlukla  içinde  nelerin  olduğu  bilinmemekte,  ölülerin,  mezarlıkların  kitabı  olmaktan  öteye  geçememektedir. Ülkemizdeki  bu  anlayış  ve  uygulamaların  sonucunda  da,  Hakk  Dininde  olmadığı  halde,  bugün  pek  çok  konuda  olduğu  gibi,  dinin  önemli  bir  uygulaması  olarak  yaşanan,  neredeyse  Kur’an  ile  eşdeğer  haline  getirilen,  peygamber  methiyesi  olan  mevlit  şiiri  de,  sonradan  dinin  içine   sokulan,  bir  tür  ibadet  olarak  düşünülen  ve  bir  ritüel  haline  getirilmiş,  kökleşmiş,  vazgeçilemez  dini  geleneklerden  biri  oluvermiştir.

Mevlit : Tanım  olarak  * Süleyman  Çelebinin  Mesnevisinin  okunduğu  dinsel  yapılmış  bir  törendir. *  Muhammed  ( a.s. ) ın  hurafe  ve  hayali  senaryolarla  doğumunu,  yaşamını,  rivayetlere  dayanan  uydurma  miracını  Mesnevi  biçimde  çoğunlukla  Farsça  ve  Osmanlıca   sözcüklerle  anlatmak  için  yazılmış  şiirsel  yapıtların  ortak  adıdır. * Özel  günlerde  ve  Kutsal  sayılan  gecelerde   peygamberin  doğumunu  ve  yaşamını  methiye  şeklinde  anlatan  edebi  metinlerin  makam  ve  usul  ile  okunmasıdır. Fakat  dinleyenler  okunan  sözcüklerden  pek  bir  şey  anlamadıkları  halde,  makamlandırılarak  okunanlardan  da  ancak  dini  açıdan  haz  duyduklarını  zannetmektedirler.

Mesnevi : Divan  edebiyatında  aruz  vezni  ile  yazılan  ve  çok  uzun  olan  konuları  öykü  biçiminde,  genellikle  kısa  kalıplarıyla  ve  uyaklı  ( kafiyeli ) bir  şiirsel  yapıda  anlatım  şeklidir.

Mevlit  sözcüğü  Türkçeye  Arapçadan  girmiş  bir  sözcüktür. Lügat  anlamıyla ;  “ Doğmak,  doğum  zamanı,  doğum  yeri “  anlamlarına  gelir. Şairin  yazdığı  şiirin  asıl  ismi  de  “ Vesiletün  Necat “ ( Kurtuluş  Vesilesi ) demektir. Edebi  bir  terim  olarak  da  “ Mevlit “  Muhammed  Peygamber’in  doğumunu,  hayatındaki  bazı  kesitleri, ( olmayan  ve  uydurma )  mucizelerini  anlatan  mesnevi  tarzındaki  metinlerin  tümüne  verilen  isim  olmakla   beraber,  İslam  edebiyatının  bir  türüdür. Bu  türün  günümüzde  en  tanınan  örneği  de  Süleyman  Çelebinin  Anadolu’da  15. yüzyılda,  1409  yılında  yazdığı, “ Vesiletün  Necat “  ismini  taşıyan   manzum  eseridir. Dolayısıyla   “  Mevlit  “  sözcüğüyle  kastedilen,  çoğunlukla  Süleyman  Çelebinin  bu  eseridir. Eser  16  kısım  ve  770  beyitten ( dizeden ) oluşmaktadır. Kaside  şeklinde  yazılan  eserin  içinde  gazel  formunda  yazılan  bölümler  de  vardır.  Edebi   eser  olarak  Aruz  vezninin  “ Failatun  failatun  fa’lün “  kalıbı  kullanılmıştır. İçinde  baştan  sona  yer  alan,  fakat  dini  inanç  açısından  insanın  imanını  kirletecek,  küfür  ve  şirk  günahı  ile  karşı  karşıya  getirecek  olan  ifadelerle  doludur.  Yine  de  Divan  edebiyatı  anlatım  sanatı  açısından  değerli  bir  eser  olarak  görülmektedir. Musiki  terim  olarak  ise,  Cami  ve  Tekke  musikisinin  bir  türünü  ifade  eder.  Bu  bakımdan  mevlit  okuyanlara  da,  Farsçadan  türemiş  olan  “ Mevlithan “  denilmektedir.

Kaside : Divan  edebiyatında,  din  ya  da  devlet  büyüklerini  övmek  için  yazılan,  en  az  31,  en  çok  99  ikili  sıradan  ( beyitten ) oluşan,  belli  kurallara  uyularak  ortaya  konulan,  belli  bölümleri  olan  ve  bütün  ikiliklerin  ikinci  dizeleri  en  baştaki  dize  ile  uyaklı ( kafiyeli ) ( ses  uyumlu )  bulunan  uzun  ve  aruz  veznindeki  şiirlerdir. Gazel : Daha  kısa  yazılımda  olup,  aşk,  güzellik  ve  içkiden  ( meyden ) söz  eden  şiirlerdir.

Bakara  Sûresinin  285. ayeti  içinde  özellikle  bizlere  "  Lâ  nüferriku  beyne  ehadim  mir  rusulih "  ( Biz  peygamberlerin  hiç  birini  diğerinden  ayırmayız,  üstünlüklü  tutmayız. )  dedirttirilerek  Bakara  136.  ve  Ali  İmran  84.  ayetlerinde  de  aynı  şekilde  ifade  edilen  uyarılara  rağmen,  aksine  Süleyman  Çelebi'nin  uydurma  hadis  ve  rivayetlere  bağlı  olarak  kafasında  oluşturduğu  yanlış  inancından  dolayı,  bütün  diğer  peygamberlerden  Peygamberimizin  üstünlüğünü  anlatacağım  ve  ispat  edeceğim  düşüncesiyle  "  Vesiletün  Necat  "  ismiyle  yazmış  olduğu  bu  şiir,  daha  sonraları  makamlandırılmış,  usule  sokulmuş,  arasına   bazı  Kur’an  ayetleri  karıştırılmış,  aslında  şirke  sokarak  Müslümanların  imanını  kirlettiği  tehlikesi  hiç  kimsenin  umurunda  olmadan,  belli  günlerin  kutlamalarında  toplum  karşısında  okunur  olmuş,  böylece  bu  uygulama,  dinde  olmadığı  halde  varmış  gibi  ibadet  çeşitleri  arasına  katılmıştır. İlk  zamanlarda   sadece  ülkemizde  Resulullah'ın  doğduğu  günün  yıl  dönümlerinde,  Mevlit  Kandili  denilen  gecede  Camilerde  okunan  bu  şiir,  sonraları  para   karşılığında  zengin  beylerin,  paşaların  evlerinde  hanendeler  tarafından  rastgele  zamanlarda  da  makamlandırılarak  okunur  olmuş,  türkü,  şarkı  söyler  gibi  ilâhilerle  de  zenginleştirilerek,  bir  kazanç  ve  bahşiş  elde  etme  aracına   dönüştürülmüştür.  Rabbimizin  Müddessir  Sûresinin  6. ayeti  ile  “  Vela  temnun  testeksir  “ ( Sakın  Allah  yolunda  yaptığın  hizmetlerden  karşılık  bekleme  ) diyerek  Peygamberimizi  daha   görevine  başlamadan  uyardığı  ve  daha  bir  çok  ayette  de  Allah  yolundaki  hizmetten  ücret  istenmemesi  konusuna  değinildiği  örneğin ;  Şuara  Sûresinin  109. ayetinde  de  bizzat  Peygamberimize  “ Bütün  bunlara  karşı  ben  sizden  herhangi  bir  ücret  istemiyorum "  dedirttirilerek  örnek  gösterildiğinden,  Tabii  ki  mevliti  icra  edenlerin,  herhalde  haberleri  bulunmamakta  veya  önemsenmemektedir. Yine  herhalde  din  sömürüsü  ile  servet  edinenlerin  akıbetini  gösteren  ve  çok  şiddetli  uyarıların  yer  aldığı  Kur'an  ayetlerini  de  görmemişlerdir.

BAKARA  174  :  Şüphesiz  Allah'ın  Kitaptan  indirdiği  bir  şeyi  gizleyen  ve  gizlediği  şeyi  çok  az  bir  bedelle  satanlar ;  İşte  onlar,  karınlarına  ateşten  başka  bir  şey  yemezler. Ve  kıyamet  günü  Allah,  onlara  konuşmaz  ve  kendilerini  temize  çıkarmaz  ve  onlara  acı  veren  bir  azap  vardır.

TEVBE  34  :  Ey  iman  etmiş  kişiler !  Şüphesiz  hahamlardan  / bilginlerden,  rahiplerden  /  din  adamlarından  birçoğu  kesinlikle  insanların  mallarını  haksız  yere  yerler  ve  Allah  yolundan  saptırırlar. Ve  altın  ve  gümüşü  yığıp  da  onları  Allah  yolunda  harcamayan  kimseler, hemen  onlara  acıklı  bir  azabı  müjdele.  35  :  O  gün,  biriktirdikleri  altın  ve  gümüşlerin  üstü  cehennem  ateşinde  kızdırılacak  da  bunlarla  alınları,  yanları  ve  sırtları dağlanacak : “ İşte  bu  kendi  canınız  için  saklayıp  biriktirdiğiniz  şeydir.  Haydi,  şimdi  tadın  şu  biriktirmiş  olduğunuz  şeyleri !

Ayetlerde,  Kur’andan  önceki  din  görevlilerinin  yaptıkları  örnek  gösterilerek,  bugünün  yaşamında,  dini  ve  insanların  manevi  duygularını   para   karşılığında  istismar  edip,  görev  yapabilecek  din  görevlileri  şiddetle  uyarılmaktadır. Burada  altın,  gümüş,  her  türlü  kazancın  ve  menfaatin  sembolü  olarak  gösterilmiştir.

Mevlit  Kandili  kutlaması  ve  mevlit  okunması,  Osmanlı  İmparatorluğu  padişahlarından  3. Murat  döneminde,  peygamberimizin  vefatından  neredeyse  900  yıl  sonra,  1588  yılında  ilk  defa  resmi  bir  devlet  protokolü  haline  getirilmiş,  Sarayın  siyasi  olarak  önceleri  Ayasofya  Camisinde,  daha  sonra  da  Sultan  Ahmet  Camisinde  düzenlediği  törenlere  devletin  ileri  gelenleri  ile  birlikte  halk  da  katılmaya  başlamış  ve  böylece  kökleşmiş  bir  gelenek  olarak  dinin  içerisine  yerleştirilmiştir. Tabiidir  ki  bir  kere  bidat  kapısı  aralanmıştır. Bu  uygulama  geçen  zaman  içerisinde  sadece  İslam'ın  son  Peygamberi  Muhammed ( a.s. ) ın  doğum  günü  denilen  sonradan  uydurma  Mevlit  Kandili  gecelerinde  kalmamış,  önce  hepsi  uydurma  ve  bidat  olan  diğer  kandil  gecelerinde,  daha  sonra  da  dini  günlerde  ve  gecelerin  dışında   her  vesilede,  her  mekânda,  veya  Camilerde,  zamanlı  zamansız  uygulanır  ve  ibadet  olarak  yaşanır  olmuştur.  Dinimizin  yegâne  temel  kaynağı  Kur’anda  Cinn  Sûresinin  18. ayetinde  “ Ve  şüphesiz  ki  mescitler  Allah  içindir.  O  nedenle  Allah  ile  birlikte  herhangi  kimseye  yalvarmayın. /  kulluk  etmeyin. “  denildiği  halde,  içerisinde  pek  çok  Kur'an  ayetlerinin  uyarılarına  aykırılıkların,  küfrün  ve  şirkin  bulunduğu  mevlit  okunması  geleneği,  camilerin  içerisine  kadar  sokulmuş  ve  din  açısından  çok  tabii  imiş  gibi  bir  hale  getirilmiştir.  Bütün  bu  yanlışlıklardan  habersiz  olarak,  bugün  Anadolu'da  halk  kültürüne  köklü  bir  şekilde  dini  inanç  gibi  yerleştirilmiş  olan  Mevlit  okunması  geleneği,  İslamla  ve  Kur’an  ile  bağdaşmayan  pek  çok  icat   edilmiş  günlerde  vazgeçilemez  bir  uygulama  halindedir. Törenlerin  arasına  bir  de  Mevlithan  “ Susadım  gayet  hararetten  kati  “  der  demez,  şeker  şerbet  ve  ardından  da  yiyecek  ikramları  katılınca,  tören  daha  da  cazip  ve  vazgeçilemez  hale  gelmektedir.

Bu  bağlamda  yeni  doğan  çocukların  kırkı  çıkınca,  bir  Müslüman’ın  ölümünün  ardından,  yedinci,  kırkıncı,  elli  ikinci,  yüzüncü  günleri  ve  seneyi  devriyesinde,  hacıların  gidiş  ve  dönüş  yemek  ziyafetlerinde,  adak  ve  nikâh  törenlerinde,  sünnet  düğünü   merasimlerinde,  gençlerin  askere   gidiş  veda  yemeklerinde  velhasıl  hayatın  bütün  kesimlerinde  ibadet  gibi  algılanan,  kanıksanmış  normal  bir  uygulama  olarak  ortaya  çıkmıştır. Tabii  ki  böylece  hafızlara,  hanendelere,  mevlithanlara  da  vazgeçilemez  bir  kazanç  piyasası  meydana  gelmiştir. Törenlerin  sonucunda  okunan  birkaç  ayetten,  yenilenlerden,  içilenlerden  hasıl  olan  sevabın,  töreni  düzenleyen  ve  finanse  edenlerin  ölmüşlerinin  ruhuna  hediye  edilmesi   aslında  yanlış  ve  Kur'ana  aykırı  da  olsa  tertip  edenlerin  gönüllerini  rahatlatmaktadır. Böylece  mevlit   törenini  düzenleyen  de  mutludur,  mevlithanlar  da   nefeslerinin  karşılığını  aldıkları  için  mutludur,  katılanlar  da   bedava  bir  şeyler  yedikleri  için  mutludur.  Velhasıl  herkes  mutludur  da,  acaba  Hakk  Dinin  ve  Kur’anın  sahibi  Rabbimiz  ve  Kur’anı  ümmetine  emanet  eden  ve  o  anda  övüldüğü  zannedilen,  Kur’an  ahlâkı  ile  taçlandırılmış  o  mümtaz  insan  Peygamberimiz  de  mutlu  mudur ? Tabii  bu  sorgulamanın  bu  güne  kadar  toplumumuz  tarafından  yapılamadığı  da  çok  bellidir. Gelin  bu  mutlulukların  gerçek  olup  olmadığını,  bu  törenlerde  okunan  şiiri,  şiir  içinde  söylenenleri,  mevlit  okuyanların,  katılanların  ve  tertip  edenlerin  kazandıklarını  ya  da  kaybettiklerini,  Dinin  yegâne  kaynağı,  fakat  bugün  terk  edilmiş  bir  konumda  boynu  bükük  olan  Yüce  Kitabımız,  Kur’an  öğretisi  içerisinde  biz  sorgulamaya,  gerçeği  ortaya  koymaya  çalışalım.

Bir  kere  öncelikle  bilinmelidir  ki, dünya  yaşamında  herhangi  bir  vesile  ile  veya  Kur'an  okuma  ile  hasıl  olan  sevabın,  artık  ölmüş  olan  bir  kimseye  başkaları  tarafından  hediye  olarak  gönderilmesi  diye  bir  ehli  sünnet  anlayışı,  Kur'an  ayetlerine,  yaratılmanın  kanunlarına  aykırıdır,  küfürdür,  şirktir.  Çünkü  artık  başka  bir  forma  ve  boyuta  geçmiş  olan  ölülerin  dünya  hayatı  ile  ilgileri  kalmamıştır.  Onlara  bu  dünyadan  bir  şey  iletmek  mümkün  değildir.  Ancak  bu  dünyada  yaşarken  sadece  kendi  çabalarının,  yaptıklarının  veya  yapmadıklarının  karşılığını  alacaklardır. Yasin  Sûresinin  69 - 70. ayetlerinde  "  Ve  Biz  O'na  şiir  öğretmedik.  Bu  O'nun  için  yaraşmaz  da. O  sadece  diri  olanları  uyarmak  ve  kâfirler  üzerine  sözün  hak  olması  için  bir  öğüt  ve  apaçık  bir  Kur'andır. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarıdan  dolayı  Kur'an  ve  ayetleri,  ölüler  için  değil,  diriler  için  bir  öğüttür,  kâfirlerin  yola  gelmesi  için  hidayet  rehberidir.  Cehenneme  giderken  de  itiraz  edemeyecekleri  bir  kanıttır. Kur'anın  ancak  anlamak  için  okuyan  kişiye  yararı  olabilecektir. Herhangi  bir  ortamda  veya  herhangi  bir  vesile  ile  okunan  Kur'anın  ölüye  hiç  bir  faydası  yoktur. Çünkü  onlar  artık  hiçbir  şeyi  işitmez  ve  görmezler. Ölenler  için  yapılacak  tek  bir  şey  vardır,  o  da  sadece   Allah'tan  rahmet,  Cehennem  azabından  uzak  tutma  ve  bağışlanmaları  isteği  ile  dua  etmektir.

RUM  52  :  Kuşkusuz  sen  ölülere  hiç  bir  şey  işittiremezsin.

FATIR  22  :  Ölüler  ve  diriler  de  eşit  olamaz. Şüphesiz  Allah  her  dilediğine  işittirir. Sen  ise  kabirlerdeki  kişilere  işittiren  biri  değilsin.

NECM  39  :  Gerçek  şu  ki,  insan  için  çalışıp  didindiğinden / alın  terinden  ve  emeğinden  başka  bir  şey  yoktur.

İSRA  13  :  Ve  her  insanın  kendi  yaptıklarının  karşılıklarını,  ayrılmayacak  şekilde  boynuna  doladık.

YASİN  54  :  Artık  bugün  kişi  herhangi  bir  haksızlığa  uğramaz. Ve  sadece  yapmış  olduklarınız  ile  karşılıklandırılırsınız.

Mevlit  şiirini  yazan  müellif   Süleyman  Çelebi,  daha  işin  başında  Kur’an  ayetlerini  tamamen  devre  dışı  bırakmış,  önüne  konulan  ve  Kur’anın  pek  çok  ayeti  ile  uyuşmayan  rivayetlere,  hadislere,  hurafelere,  hayallere  dayandırarak  eserini  yazmayı  tercih  etmiş. Özellikle  Kur'anda  olmadığı  halde  İmamı  Kastalaninin  Mevahib'i  Ledünniyye  eserinde  "  Ey  Resulüm !  İbrahim'i  halil  /  dost,  seni  de  Habib /  sevgili   edindim.  Senden  daha  sevgili  hiçbir  şey  yaratmadım.  Senin  Benim  indimdeki  yüksek  derecenin  bilinmesi  için  dünyayı  ve  dünya  ehlini  yarattım. Sen  olmasaydın  Kâinatı  yaratmazdım. "  uydurma  hadisine  dayanılarak  “ Levlâke  levlâke  lema  halâktül  eflâk “  ( Sen  olmasaydın  ben  bu  Kâinatı  yaratmazdım )  ortaya  atılmış  tekerlemelerinden  ve  herhalde  Kanonik  İncildeki   Kolosilliler  1 :  15 - 17  babında  yer  alan  ama  tamamen  saçma  ve  gerçek  dışı  olan  Pavlus'un  mektubunda  anlattıklarından  da  büyük  ölçüde  etkilenmiş,  adeta  oradan  çalıntı  yapmıştır.  Mevlit  Şiirine  ana  hatlarıyla  değinecek  olursak :  

Allah  adın  zikredelim  evvela,     Vacib  oldu  cümle  işte  her  kula, 

Kim  ki  Allah  adını  önce  ana,     Her  işi  kolay  eder  Allah  ona

İfadeleriyle  Allah'ı  tanıtarak,  yücelterek  şiirine  güzel  başlarken,  hemen  bunları  bir  kenara  koyarak  şirkin,  küfrün  batağına  gömülmeye  başlamış,  baştan  sona  kadar  uydurduğu  saçmalıklarla  peygamberi  öveceğim,  tanıtacağım  derken  adeta  ilâhlaştırmış,  şirkin  ve  küfrün  dibine  indiği  şiirinde,  ilk  önce  Peygamberimizin  doğumu   esnasındaki  saçmalıklarla  ve  olmayan  hayali  mucize  anlatımlarına  yer  vermiş,

Pes  Muhammed’dir  bu  varlığa  sebep,   Sıdk  ile  anın  rızasına  kıl  talep,

Senin  için  yaratıldı  nüh  felek,    İns ü  cinnü  hur ü  cennet  hem  melek 

Demiş,  13.7  milyar  yıl  önce  yaratılmış  ve  düzenlenmeye  başlanmış  Kâinatın,  Evrenin  ve  bütün  yaratılmışların,  Dünya  üzerinde  gelmiş  geçmiş  bütün  insanların  ve  peygamberlerin  varlığına  sebep  olarak   Muhammed  ( a.s. )  gösterilmiş,  bütün  insanların  da  buna  inanması,  Onun  hoşnutluğunu,  rızasını  istemesi  gerektiği,  bütün  gökyüzü  varlıklarının  da  Onun  için  döndüğü  belirtilmiş. Oysa  Fussilet  Sûresinin  6. ayetinde  "  De  ki “  Ben  sadece  sizin  gibi  bir  beşerim. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  Peygamberimizin  de  bizim  gibi  bir  insan  olduğu  unutulmuştur.  Bunlara  rağmen  Süleyman  Çelebi,  arkadan  gelen  beyitlerle  de  Muhammed ( a.s. ) ’in  nurunun  Adem’in  ve  eşinin,  oğlu  Şit’in,  İbrahim’in  ve  İsmail’in  alnında  belirdiğini  ifade  etmiş,  kıyamet  kopmadığı  için  daha  henüz  oluşturulmamış  olan  Cennetten  kovulan  Adem’in   bağışlanmasını,  tevbesinin  kabulünü,  Musa’nın   asasının  ejderha  oluşunu,  İsa  Peygamberin  ölmeyişi  gibi  saçmalıkları  hep  Muhammed ( a.s. ) ’in  yaratılmasına   bağlamış.  Müellifin  Kur'anda  Rad  Sûresinin  38.  ayetinde  Yüce  Rabbimizin ; " Andolsun  ki  Biz  senden  önce  de  peygamberler  gönderdik,  onlara  da  eşler  ve  nesil  /  çocuklar  verdik.  Hiç  bir  peygamber  için  Allah’ın  izni  olmadan  herhangi  bir  alamet – gösterge /  mucize  getirmek  de  yoktur.  Her  süre  sonu  için  bir  yazı  vardır. "  diyerek  peygamberleri  birbirinden  ayırmadığından,  onların  mucize  oluşturma  yeteneklerinin  olmadığından  haberinin  bulunmadığı  da  bellidir.  Müellif  bir  başka  beyitte  de  gerçekte  olmayan  Miraç  olayına  bağlantı  kurarak,  bir  çok  saçmalıklarla  beraber,  sözde  Peygamberimiz  daha  uzayda  yolda  iken  güya  Allah'ın  ;

*  Gel  habibim  sana  aşık  olmuşam,        * Cümle  halkı  sana  bende  kılmışam.

*  Bu  gelen  ilm i  ledün  sultanıdır.            *  Bu  gelen  tevhid i  irfan  kânıdır. 

Diyerek  Allah'ı,  yarattığı  bir  kuluna   ulaşamadığı,  kavuşamadığı  aşık  ve  sevgili  etmiş,  bütün  insanları  da  Peygambere  bende /  kul  köle  ettiğini  belirtmiş.  Halbuki  Şura  Sûresinin  52. ayetinde   "  İşte  böylece  Biz,  sana  da  Kendi  emrimizden  olan  Kur’anı  vahyettik.  Sen  kitap  nedir,  iman  nedir  bilmezdin.  Fakat  Biz  onu  kullarımızdan  dilediğimizi  kılavuzladığımız  bir  nur  /  ışık  yaptık.  Hiç  kuşkusuz  sen  de  dosdoğru  bir  yola  kılavuzluk  etmektesin. "  denilerek  üstelik  de  Peygamberimizin  daha  önce  bu  konularda  bilgisiz  olduğu  belirtildiği  halde,  Allah  katındaki  bütün  bilgileri  doğar  doğmaz  Peygamberin  de  bildiğini  iddia  etmiş,  bu  şekilde  insanlıktan  çıkarıp   Allahlaştırmış,  Allah'a  ortak  etmiş,  şirkin,  küfrün  dibine  inmiştir.  Peygamberimizi   yücelteceğim,  diğer  peygamberlerden  üstünlüğünü  ispat  edeceğim  derken,  sevdiğine  ulaşamayan  aciz  bir  aşık  yerine  koyduğu  Allah'ı  küçültüp  hakaret  ettiğinin  farkına  bile  varamamıştır.  Bu  nasıl  bir  saçmalıktır ?  Buradan  anlaşılıyor  ki,  müellifin  Kur'andaki  Tevhit  ( La  ilâhe  illallah  )  demenin  öğreti  ve  şuurunun  zerresinden,  yukarıda  değindiğimiz  ve  Saffat  Sûresinin  81. ayetinde  de  bizzat   Rabbimizin   "  Veselamun  alel  murselin "  diyerek  ayırt  etmeden  bütün  peygamberleri  selamladığı  ayetlerinden  peygamber  kıssaları  ile  asıl  anlatılmak  istenenlerden,  anlatım  tekniğindeki  sanatların  hiç  birinden  haberinin  olmadığı  bir  gerçektir. 

Aslında  Adem  peygamberin  Cennette  yaratılan  ilk  insan  değil  de,  topraktan  yeryüzünde  yaratılmış  insanlar  arasından  seçilen  ilk  peygamber  olduğunu  anlatan  ayetlerin  farkında  değildir. Peygamberi  seviyorum,  O'nu  yücelteceğim  derken,  Peygamberi  ve  Kur’anda  yer  alan,  Melek,  Cebrail,  Huri,  Salavat,  Şefaat   kavramlarını  Kur’an  gerçeğine  göre  bilmemekte,  rivayetlere  ve  halk  kültürüne  yerleşmiş  yanlış  inançlara  göre  anlatmaktadır.  Şiirinde  Kur’anda  olmayan  Miraç  olayına,  yine  rivayetlerle  uydurulan  masallarla  yer  vermiş,  tabii  belli  ki  o  da  Tarih  bilgisinden  yoksun  olarak,  Kur’anda  İsra  Sûresinde  yer  alan  Mescidi  Aksa'nın,  rivayetler  ışığında  Kudüs’teki  mescit  olduğunu  düşünüp,  Peygamberimize   geceleyin  gökyüzü  seyahati  yaptırmış, Yunan  mitolojisinde  olduğu  gibi  uçan  atlara  benzer  şekilde,  uydurma  Burak  ve  Refref  atları  ile  Peygamberimizi  arşa  çıkarmış,  Mekândan  münezzeh  olan  Allah’ı,  rivayetlerle  Sidreti  Münteha  denilen  arşın  sınırında  bir  yerde  tahta  oturtturmuş,  özellikle  hiç  bir  kimsenin  gözü  ile  Allah'ı  göremeyeceğinin  örneklendiği  ayetlerin  aksine   Peygamberimizle   görüştürmüş,  gökyüzündeki  tabakalarda  meleklere  peygamberimiz  için  tavaf  ettirmiş,  ölmüş  peygamberlerle  namazlar  kıldırttırmıştır. ( Miraç  Efsanesi  başlıklı  yazımızda  Miraç  konusuna  bakabilirsiniz. ) 

Kutsal  bir  hava  yaratmaya  ve  Mevlit  törenine  heyecan  katmaya  yönelik  olarak  şiiri  kalkale,  tecvit  ve  makamlandırarak  okuyan  mevlithanlar  da  " Mahşerde  nebiler  bile  senden  medet  ister  "  diyerek  aynı  inanç  ve  cehalet  yapısı  içerisinde  ilâhileri  de  araya  sıkıştırırlar  mı,  aman  Allahım  çok  büyük  bir  küfrü  de  küfürlerinin  içerisine  ilave  ettiklerinden  dolayı,  herhalde  belli  ki  Enam  Sûresinin  162.  ayetinde   Benim  salatım,  kulluğum,  her  türlü  ibadetim,  hayatım  ve  ölümüm  sadece  Kendisinin  ortağı  olmayan  alemlerin  Rabbi  Allah  içindir.  Ve  ben  böyle  emrolundum.  Ben  Müslümanların  da  ilkiyim.  "  diyerek  Peygamberimizin,  Şuara  Sûresinin  82. ayetinde  de  İbrahim  Peygamberin   Allah'ı  tanıtırken  "  Ve  O  din  günü  /  hesap  günü  kusurumu  bağışlayacağını  umduğumdur. "  diyerek  ve   bütün  peygamberlerin  de  sadece  Allah'a  nasıl  sığınacağını  belirttiği  ayetlerden  haberleri  de  bulunmamaktadır. Özellikle  Saffat  Sûresinin  180 - 182. ayetlerinde  de  "  Sübhane  Rabbike  Rabbil  izzeti  ammâyasefun  veselamûn  alel  murselin  velhamdülillahi  Rabbil  alemin  " ( Güç,  kuvvet  şan  ve  şerefin  Rabbi  olan  senin  Rabbin,  onların  nitelediği  şeylerden  arınıktır.  Ve  selam,  gönderilen  elçileredir !  Tüm  övgüler  de  âlemlerin  Rabbi  Allah'adır ;  başkası  övülemez. )  denildiğinden  hiç  kimsenin  kendi  kendine  güce,  şan  ve  şerefe  nail  olamayacağı,  Allah'tan  başka  hiç  bir  kimsenin  abartılarak  övülemeyeceği,  bütün  plan  ve  programlamanın   sadece  Allah'a  ait  olduğu,  bütün  peygamberlerin  de  Allah  katında  birbirinden  ayrı  tutulmadığı  vurgulanmaktadır.  Bu  nedenlerle  Mevlit  Şiirinin  neresinden  tutarsanız  tutun,  abartılmış  peygamber   sevgisinden  başka,  saçmalıklarla,  hurafelerle,  Kur’an  dışı  ve  Kur’ana  aykırı  küfür  derecesindeki  ifadelerle  doludur.  İçinde  yer  alan  kavramlar  Kur’ana  göre  değil,  tamamen  ve  bizzat  uydurma  rivayet  ve  hadislerden  yola  çıkılarak  kullanılmıştır.  Bundan  dolayı  eğer  dikkat  edilecek,  irdelenecek,  Kur’an  ayetleri  ile  sorgulanacak,  test  edilecek  olunursa,  Mevlit  şiirinin  içindeki  söylenenlerle  tamamen  ayetlerin  inkârı,  küfür  ve  şirk  olduğundan,  bu  hezeyanların  ardından  giden,  okutanı  da,  okuyanı  da,  dinleyip  onaylayanı  da  din  adına,  Allah  katında  sorumlu  hale  getirecek  pek  çok  ayrıntının  bulunduğu  görülecektir.

İçinde  barındırdığı  şirke,  küfre  rağmen  mevlitler,  dinde  olmadığı  halde  varmış  gibi  ibadet  şekilleri  arasına  katılmış,  dinselleştirilmiş  ve  bizzat  yöneticiler  tarafından  Kur’ana  aykırı  olduğu  halde,  Cami  içine  sokulmuştur. Camilerde  veya  başka  mekânlarda  mevlit  merasimleri  düzenlemek  ve  mevlithanlarca  mevlit  okumak  aslında  bir  bidattır  ve  Allah  katında  suçtur. Hatta  ölümün  yedinci,  kırkıncı,  elli  ikinci  günü  denilip  gecelerinde  mevlit  okutturulması,  İslam’la  ilgisi  olmayan  bir  merasim  ve  ibadet  şekli  ile  icra   edilmesi,  Kur'an  ayetlerine  tamamen  aykırıdır.  Diyanet  İşleri  Başkanlığı  Yüksek  Kurulu  2006  yılında  ölülerin  arkasından  okunan   mevlitlerin  hurafe  olduğunu  söylemiş. Güzel,  doğru  ve  cesur  bir  adım  atmış  amma,  bugüne  geldiğimizde  bu  girişimin  devamı,  herhalde  biz  teamüllerimizden  vazgeçemeyiz,  toplumumuzdaki  bu  eğilime  karşı  duramayız,  ne  zararı  var  hazır  bu  vesile  ile  Kur’an  da  okunuyor,  insanlarımız  bir  araya  geliyor  kaynaşıyor  düşünceleri   ile  Allah'ın  Kitabının  yerine  kendi  siyasi  ikbal  ve  koltuklarını  tercih  eden  basiretsiz  Diyanet  İşleri sorumlularınca  arkası  getirilememiştir.  Peki  Diyanet  sorumlularının  gerçeği  görmeyerek  göz  yummalarının  karşılığında  Enam  Sûresinin  22 - 23. ayetlerinde  "  Ve  o  gün  hepsini  toplayacağız.  Sonra  Biz,  ortak  koşan  kimselere  "  Hani  nerede  o  gerçeğe  aykırı  olarak  inandığınız  ortaklarınız ? "  diyeceğiz.  Sonra  onların  ateşlere  atılmaları  "  Ey  Rabbimiz,  vallahi /  Allah'a  andolsun  ki  biz  ortak  koşanlardan  değildik. "  demekten  başka  bir  şey  değildi. "  denilerek  farkında  olmadıkları  şirke  bulaştırılmış  insanların  karşılaşacağı  hazin  ve  çok  ürkütücü  durumlarının  yansıtıldığı  bu  uyarıları  nereye  koyacağız !..  

Aslında  sorumlu  olan  kişiler  açısından  da  içine  düştükleri  bu  durum,  küfürden  farksızdır  ve  bu  ayetlerdeki  sorgulamaların  mutlaka  muhatabı  olacaklardır.  Bu  küfrün  ve  şirkin,  üstelik  de  yapılacak  sorgulamanın  farkında  olmayan  toplumumuzda  ne  yazıktır  ki  Mevlit,  halk  arasında  büyük  bir  ibadet  olarak  uygulanmaya  devam  edilmekte,  ölülerin  ruhu  için  okunan  mevlit  ve  yenilip  içilenlerden  dolayı  hasıl  olan  sevaplar  ölülere  hediye  edilmekte,  böylece  ölülerin  günahlarının  bağışlanacağı  zannedilmektedir. Halkın  cehaletinden  ve  yanlış  inançlarından  istifade  eden  mevlit  icracıları  da,  bu  piyasadan  ama  ücret,  ama  hediye  adı  altında  bir  kazanç  yolu  elde  etmektedirler.  Bu  uygulamanın  içerisinde  bulunan  herkes   Allah  katında  Hakk  Din  açısından  sorumludur. Oysa  bu  uygulamalar  içerisinde  saçmalıklarla  ve  dine  aykırılıklarla  dolu  olan  insan  kelamı  bir  şiir  olan  bu  metinlerin  okunması,  dinlenmesi,  Allah’a  kulluğun  bütün  ayrıntılarını  kapsayan  Kur’an  ile  eşdeğerde  görülmeye  ve  değerlendirilmeye  başlanması  ve  bu  bakımdan  da  bir  başka  küfür  tehlikesini  beraberinde  getirmektedir.  Aslında  Diyanet  yetkilileri  de  bu  bidatın  ve  hurafenin  farkındadırlar  ama  bir  türlü  bu  yanlış  geleneğin  karşısına  geçmek  cesaretini,  dirayetini  gösterememektedirler. Fakat  bulundukları  makamların  sorumluluklarından  dolayı  hiç  kuşkusuz  Allah  katında  bunun  bir  vebali  olacaktır !

Mevlit’in  okunması  ve  merasimler  düzenlenmesi  hakkında  İslam  alimleri  de  ihtilaf  etmişlerdir. Bazı  alimler  buna  şiddetle  karşı  çıkarken,  bazıları  da  İslami  ölçülerin  dışına  çıkılmaması  kaydıyla  itirazda   bulunmamışlardır. (  Mevlit'in  İslami  ölçülerin  dışına  çıkmayan  tarafı  mı  kalmıştır ?  Siz  içindeki  şirkin,  küfrün  farkında  değil  misiniz ? ) Okunmasına  cevaz  verenler,  insanların  kalplerindeki  Resulullah  sevgisini  canlı  tutması  ve  O’na  olan  muhabbeti  arttırmasındaki  önemi  gözetmişlerdir. Zira  Resulullah’ı  sevmek,  imanın  temel  kıstaslarından  birisidir  mevlitimize  dokundurtturmayız  demektedirler. ( Peki  Resulullah'ı  sevmek  için  Allah'ın  ayetlerine  küfretmek  mi  gerekmektedir ? ) Üstelik  de  zaten  tutarsız  olan  görüşlerini,  uydurma  olduğu  apaçık  belli  olan,  “  Sonsuz  kudret  sahibi  olan  Allah’a  yemin  ederim  ki,  sizden  hiç  biriniz  beni  babasından,  evladından,  bütün  insanlardan  daha  çok  sevmedikçe,  iman  etmiş  sayılmaz. “  ifadesinin  yer  aldığı  ve  Peygamberimize  atfedilen  Buhari'nin  İman  8. hadisine  dayandırmaktadırlar.  Ama  bu  hadis  Peygamberimizin  mümtaz  şahsiyetine  bir  hakarettir  ve  gerçekten  bir  uydurmadır.  Kur’an  ahlâkı  ile  yoğrulmuş,  hidayetin  sadece   Allah'a  ait  olduğunu  bilen  ve  uygulayan  Peygamberimiz,  böyle  bir  kibrin  ve  iman  şartının  dayatmasına  asla  girmez. Kur’an  öğretisinin  ve  ayetlerin  karşısında  asla  kendi  hevasından  bir  şeyler  söyleyemez. Bu  nedenle  İslami  ölçülerin  dışına  çıkmamak  kaydı  ile  de  olsa  mevlit  okunmasına  cevaz  verenler,  mevlit  şiirindeki  İslam  dışılığın  farkında  değiller  ve  herhalde  kullanılan  ifadelerin  ve  kavramların  Kur’ana  aykırı  olduğunu  da  görememektedirler.

Peygamber  sevgisi,  Onu  ve  bıraktığı  Kur’anı  anlamadan,  Kur’ana  gereği  gibi  sahip  çıkmadan, şiir  okumakla,  anlamını  ve  gereğinin  ne  olduğunu  bilmeden salavata  davet  etmekle  ve  sadece  lafla  salavat  getirmekle,  ismi  anılınca  elin  kalp  üzerine  konulmasıyla,  Onun  İslam’ı  ve  Tevhidi  hakim  kılmak  için  her  türlü  hakarete,  saldırıya,  aşağılanmaya  karşı  sabırla,  dirayetle  verdiği  mücadeleyi,  Kur'ana  bağlılığını  ve  Kur'an  ahlâkını  içselleştirmeden,  Kur’anı  anlayarak  okuyup  öğrenmeden  olmaz.  Oysa  Kur’anın  Türkçe  mealinin,  ayetlerin  anlaşılıp  okunarak,  dinimizin  aslı,  özü  ve  amacı  iyi  öğrenilmeden  yapılan  gayretlerin  boşa   gitmesi  kaçınılmazdır. Her  Müslüman,  din  adına  önüne  konulanları,  her  yaptırılmak  istenenleri,  Kur’andaki  yerini  mutlaka  arayıp  bulmalı,  sorgulamalı,  akıl  süzgecinden  geçirmelidir.  Aksi  halde  mevlit  konusunda,  daha  pek  çok  konuda  da  olduğu  gibi,  bidatlar,  hurafeler,  rivayetler  içinde  sapkınlığa  ve  küfre  düşmek  kaçınılmaz  olacaktır.  Allah'ın  selamı,  rahmeti,  bereketi  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET