Peygamberimizin vefatından sonra, yüzyıllardır O’nun bize emanet ettiği Kur’anın boynu büküktür. Furkan Sûresinin 30. ayetinde hesap günündeki temsili bir konuşmanın bilhassa Peygamberimizin tanıklığı ile ağzından şikâyetçi olacağının nakledildiği “ Ey Rabbim ! inne kavmit / benim toplumum şüphesiz bu Kur’anı mahcur / terk edilmiş bir şey eyledi. “ dedirttirilerek gerekli uyarının yapılmasına rağmen, İslam dünyasında Kur’an ile İslam’ın ulaşması gereken noktaya bugün maalesef ulaşılamamıştır. Çünkü Kur’an Müslümanlarca gerçekten terk edilmiştir. Hurafeler, hadisler, rivayetler, gelenekler, bidatlar, kişilerin yazdığı şiir ve kitaplar Kur’anın yerini almış, Kur'anın dışında, Allah’ın Hakk Dininden başka, Mezhep, Tarikat ve Cemaat bölünmeleriyle yaşanan bir çok din oluşturulmuştur. Kur’an ise tecvit ve kıraat denilip sadece anlaşılmadan Arapça okunup hatim edilmekte, her harfine on sevap kazanılacağına inanılmakta, ardından da hasıl olan sevabı ölülere bağışlamakla görevin yerine getirildiği, Kur’anın okunduğu zannedilmektedir. Kur’an, yaşanan bir din, yaşayanlar için bir öğüt, rehber olması gerektiği halde, çoğunlukla içinde nelerin olduğu bilinmemekte, ölülerin, mezarlıkların kitabı olmaktan öteye geçememektedir. Ülkemizdeki bu anlayış ve uygulamaların sonucunda da, Hakk Dininde olmadığı halde, bugün pek çok konuda olduğu gibi, dinin önemli bir uygulaması olarak yaşanan, neredeyse Kur’an ile eşdeğer haline getirilen, peygamber methiyesi olan mevlit şiiri de, sonradan dinin içine sokulan, bir tür ibadet olarak düşünülen ve bir ritüel haline getirilmiş, kökleşmiş, vazgeçilemez dini geleneklerden biri oluvermiştir.
Mevlit : Tanım olarak * Süleyman Çelebinin Mesnevisinin okunduğu dinsel yapılmış bir törendir. * Muhammed ( a.s. ) ın hurafe ve hayali senaryolarla doğumunu, yaşamını, rivayetlere dayanan uydurma miracını Mesnevi biçimde çoğunlukla Farsça ve Osmanlıca sözcüklerle anlatmak için yazılmış şiirsel yapıtların ortak adıdır. * Özel günlerde ve Kutsal sayılan gecelerde peygamberin doğumunu ve yaşamını methiye şeklinde anlatan edebi metinlerin makam ve usul ile okunmasıdır. Fakat dinleyenler okunan sözcüklerden pek bir şey anlamadıkları halde, makamlandırılarak okunanlardan da ancak dini açıdan haz duyduklarını zannetmektedirler.
Mesnevi : Divan edebiyatında aruz vezni ile yazılan ve çok uzun olan konuları öykü biçiminde, genellikle kısa kalıplarıyla ve uyaklı ( kafiyeli ) bir şiirsel yapıda anlatım şeklidir.
Mevlit sözcüğü Türkçeye Arapçadan girmiş bir sözcüktür. Lügat anlamıyla ; “ Doğmak, doğum zamanı, doğum yeri “ anlamlarına gelir. Şairin yazdığı şiirin asıl ismi de “ Vesiletün Necat “ ( Kurtuluş Vesilesi ) demektir. Edebi bir terim olarak da “ Mevlit “ Muhammed Peygamber’in doğumunu, hayatındaki bazı kesitleri, ( olmayan ve uydurma ) mucizelerini anlatan mesnevi tarzındaki metinlerin tümüne verilen isim olmakla beraber, İslam edebiyatının bir türüdür. Bu türün günümüzde en tanınan örneği de Süleyman Çelebinin Anadolu’da 15. yüzyılda, 1409 yılında yazdığı, “ Vesiletün Necat “ ismini taşıyan manzum eseridir. Dolayısıyla “ Mevlit “ sözcüğüyle kastedilen, çoğunlukla Süleyman Çelebinin bu eseridir. Eser 16 kısım ve 770 beyitten ( dizeden ) oluşmaktadır. Kaside şeklinde yazılan eserin içinde gazel formunda yazılan bölümler de vardır. Edebi eser olarak Aruz vezninin “ Failatun failatun fa’lün “ kalıbı kullanılmıştır. İçinde baştan sona yer alan, fakat dini inanç açısından insanın imanını kirletecek, küfür ve şirk günahı ile karşı karşıya getirecek olan ifadelerle doludur. Yine de Divan edebiyatı anlatım sanatı açısından değerli bir eser olarak görülmektedir. Musiki terim olarak ise, Cami ve Tekke musikisinin bir türünü ifade eder. Bu bakımdan mevlit okuyanlara da, Farsçadan türemiş olan “ Mevlithan “ denilmektedir.
Kaside : Divan edebiyatında, din ya da devlet büyüklerini övmek için yazılan, en az 31, en çok 99 ikili sıradan ( beyitten ) oluşan, belli kurallara uyularak ortaya konulan, belli bölümleri olan ve bütün ikiliklerin ikinci dizeleri en baştaki dize ile uyaklı ( kafiyeli ) ( ses uyumlu ) bulunan uzun ve aruz veznindeki şiirlerdir. Gazel : Daha kısa yazılımda olup, aşk, güzellik ve içkiden ( meyden ) söz eden şiirlerdir.
Bakara Sûresinin 285. ayeti içinde özellikle bizlere " Lâ nüferriku beyne ehadim mir rusulih " ( Biz peygamberlerin hiç birini diğerinden ayırmayız, üstünlüklü tutmayız. ) dedirttirilerek Bakara 136. ve Ali İmran 84. ayetlerinde de aynı şekilde ifade edilen uyarılara rağmen, aksine Süleyman Çelebi'nin uydurma hadis ve rivayetlere bağlı olarak kafasında oluşturduğu yanlış inancından dolayı, bütün diğer peygamberlerden Peygamberimizin üstünlüğünü anlatacağım ve ispat edeceğim düşüncesiyle " Vesiletün Necat " ismiyle yazmış olduğu bu şiir, daha sonraları makamlandırılmış, usule sokulmuş, arasına bazı Kur’an ayetleri karıştırılmış, aslında şirke sokarak Müslümanların imanını kirlettiği tehlikesi hiç kimsenin umurunda olmadan, belli günlerin kutlamalarında toplum karşısında okunur olmuş, böylece bu uygulama, dinde olmadığı halde varmış gibi ibadet çeşitleri arasına katılmıştır. İlk zamanlarda sadece ülkemizde Resulullah'ın doğduğu günün yıl dönümlerinde, Mevlit Kandili denilen gecede Camilerde okunan bu şiir, sonraları para karşılığında zengin beylerin, paşaların evlerinde hanendeler tarafından rastgele zamanlarda da makamlandırılarak okunur olmuş, türkü, şarkı söyler gibi ilâhilerle de zenginleştirilerek, bir kazanç ve bahşiş elde etme aracına dönüştürülmüştür. Rabbimizin Müddessir Sûresinin 6. ayeti ile “ Vela temnun testeksir “ ( Sakın Allah yolunda yaptığın hizmetlerden karşılık bekleme ) diyerek Peygamberimizi daha görevine başlamadan uyardığı ve daha bir çok ayette de Allah yolundaki hizmetten ücret istenmemesi konusuna değinildiği örneğin ; Şuara Sûresinin 109. ayetinde de bizzat Peygamberimize “ Bütün bunlara karşı ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum " dedirttirilerek örnek gösterildiğinden, Tabii ki mevliti icra edenlerin, herhalde haberleri bulunmamakta veya önemsenmemektedir. Yine herhalde din sömürüsü ile servet edinenlerin akıbetini gösteren ve çok şiddetli uyarıların yer aldığı Kur'an ayetlerini de görmemişlerdir.
BAKARA 174 : Şüphesiz Allah'ın Kitaptan indirdiği bir şeyi gizleyen ve gizlediği şeyi çok az bir bedelle satanlar ; İşte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyamet günü Allah, onlara konuşmaz ve kendilerini temize çıkarmaz ve onlara acı veren bir azap vardır.
TEVBE 34 : Ey iman etmiş kişiler ! Şüphesiz hahamlardan / bilginlerden, rahiplerden / din adamlarından birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele. 35 : O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak : “ İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri !
Ayetlerde, Kur’andan önceki din görevlilerinin yaptıkları örnek gösterilerek, bugünün yaşamında, dini ve insanların manevi duygularını para karşılığında istismar edip, görev yapabilecek din görevlileri şiddetle uyarılmaktadır. Burada altın, gümüş, her türlü kazancın ve menfaatin sembolü olarak gösterilmiştir.
Mevlit Kandili kutlaması ve mevlit okunması, Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından 3. Murat döneminde, peygamberimizin vefatından neredeyse 900 yıl sonra, 1588 yılında ilk defa resmi bir devlet protokolü haline getirilmiş, Sarayın siyasi olarak önceleri Ayasofya Camisinde, daha sonra da Sultan Ahmet Camisinde düzenlediği törenlere devletin ileri gelenleri ile birlikte halk da katılmaya başlamış ve böylece kökleşmiş bir gelenek olarak dinin içerisine yerleştirilmiştir. Tabiidir ki bir kere bidat kapısı aralanmıştır. Bu uygulama geçen zaman içerisinde sadece İslam'ın son Peygamberi Muhammed ( a.s. ) ın doğum günü denilen sonradan uydurma Mevlit Kandili gecelerinde kalmamış, önce hepsi uydurma ve bidat olan diğer kandil gecelerinde, daha sonra da dini günlerde ve gecelerin dışında her vesilede, her mekânda, veya Camilerde, zamanlı zamansız uygulanır ve ibadet olarak yaşanır olmuştur. Dinimizin yegâne temel kaynağı Kur’anda Cinn Sûresinin 18. ayetinde “ Ve şüphesiz ki mescitler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. / kulluk etmeyin. “ denildiği halde, içerisinde pek çok Kur'an ayetlerinin uyarılarına aykırılıkların, küfrün ve şirkin bulunduğu mevlit okunması geleneği, camilerin içerisine kadar sokulmuş ve din açısından çok tabii imiş gibi bir hale getirilmiştir. Bütün bu yanlışlıklardan habersiz olarak, bugün Anadolu'da halk kültürüne köklü bir şekilde dini inanç gibi yerleştirilmiş olan Mevlit okunması geleneği, İslamla ve Kur’an ile bağdaşmayan pek çok icat edilmiş günlerde vazgeçilemez bir uygulama halindedir. Törenlerin arasına bir de Mevlithan “ Susadım gayet hararetten kati “ der demez, şeker şerbet ve ardından da yiyecek ikramları katılınca, tören daha da cazip ve vazgeçilemez hale gelmektedir.
Bu bağlamda yeni doğan çocukların kırkı çıkınca, bir Müslüman’ın ölümünün ardından, yedinci, kırkıncı, elli ikinci, yüzüncü günleri ve seneyi devriyesinde, hacıların gidiş ve dönüş yemek ziyafetlerinde, adak ve nikâh törenlerinde, sünnet düğünü merasimlerinde, gençlerin askere gidiş veda yemeklerinde velhasıl hayatın bütün kesimlerinde ibadet gibi algılanan, kanıksanmış normal bir uygulama olarak ortaya çıkmıştır. Tabii ki böylece hafızlara, hanendelere, mevlithanlara da vazgeçilemez bir kazanç piyasası meydana gelmiştir. Törenlerin sonucunda okunan birkaç ayetten, yenilenlerden, içilenlerden hasıl olan sevabın, töreni düzenleyen ve finanse edenlerin ölmüşlerinin ruhuna hediye edilmesi aslında yanlış ve Kur'ana aykırı da olsa tertip edenlerin gönüllerini rahatlatmaktadır. Böylece mevlit törenini düzenleyen de mutludur, mevlithanlar da nefeslerinin karşılığını aldıkları için mutludur, katılanlar da bedava bir şeyler yedikleri için mutludur. Velhasıl herkes mutludur da, acaba Hakk Dinin ve Kur’anın sahibi Rabbimiz ve Kur’anı ümmetine emanet eden ve o anda övüldüğü zannedilen, Kur’an ahlâkı ile taçlandırılmış o mümtaz insan Peygamberimiz de mutlu mudur ? Tabii bu sorgulamanın bu güne kadar toplumumuz tarafından yapılamadığı da çok bellidir. Gelin bu mutlulukların gerçek olup olmadığını, bu törenlerde okunan şiiri, şiir içinde söylenenleri, mevlit okuyanların, katılanların ve tertip edenlerin kazandıklarını ya da kaybettiklerini, Dinin yegâne kaynağı, fakat bugün terk edilmiş bir konumda boynu bükük olan Yüce Kitabımız, Kur’an öğretisi içerisinde biz sorgulamaya, gerçeği ortaya koymaya çalışalım.
Bir kere öncelikle bilinmelidir ki, dünya yaşamında herhangi bir vesile ile veya Kur'an okuma ile hasıl olan sevabın, artık ölmüş olan bir kimseye başkaları tarafından hediye olarak gönderilmesi diye bir ehli sünnet anlayışı, Kur'an ayetlerine, yaratılmanın kanunlarına aykırıdır, küfürdür, şirktir. Çünkü artık başka bir forma ve boyuta geçmiş olan ölülerin dünya hayatı ile ilgileri kalmamıştır. Onlara bu dünyadan bir şey iletmek mümkün değildir. Ancak bu dünyada yaşarken sadece kendi çabalarının, yaptıklarının veya yapmadıklarının karşılığını alacaklardır. Yasin Sûresinin 69 - 70. ayetlerinde " Ve Biz O'na şiir öğretmedik. Bu O'nun için yaraşmaz da. O sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler üzerine sözün hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur'andır. " ifadeleriyle yapılan uyarıdan dolayı Kur'an ve ayetleri, ölüler için değil, diriler için bir öğüttür, kâfirlerin yola gelmesi için hidayet rehberidir. Cehenneme giderken de itiraz edemeyecekleri bir kanıttır. Kur'anın ancak anlamak için okuyan kişiye yararı olabilecektir. Herhangi bir ortamda veya herhangi bir vesile ile okunan Kur'anın ölüye hiç bir faydası yoktur. Çünkü onlar artık hiçbir şeyi işitmez ve görmezler. Ölenler için yapılacak tek bir şey vardır, o da sadece Allah'tan rahmet, Cehennem azabından uzak tutma ve bağışlanmaları isteği ile dua etmektir.
RUM 52 : Kuşkusuz sen ölülere hiç bir şey işittiremezsin.
FATIR 22 : Ölüler ve diriler de eşit olamaz. Şüphesiz Allah her dilediğine işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.
NECM 39 : Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden / alın terinden ve emeğinden başka bir şey yoktur.
İSRA 13 : Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık.
YASİN 54 : Artık bugün kişi herhangi bir haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız.
Mevlit şiirini yazan müellif Süleyman Çelebi, daha işin başında Kur’an ayetlerini tamamen devre dışı bırakmış, önüne konulan ve Kur’anın pek çok ayeti ile uyuşmayan rivayetlere, hadislere, hurafelere, hayallere dayandırarak eserini yazmayı tercih etmiş. Özellikle Kur'anda olmadığı halde İmamı Kastalaninin Mevahib'i Ledünniyye eserinde " Ey Resulüm ! İbrahim'i halil / dost, seni de Habib / sevgili edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin Benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın Kâinatı yaratmazdım. " uydurma hadisine dayanılarak “ Levlâke levlâke lema halâktül eflâk “ ( Sen olmasaydın ben bu Kâinatı yaratmazdım ) ortaya atılmış tekerlemelerinden ve herhalde Kanonik İncildeki Kolosilliler 1 : 15 - 17 babında yer alan ama tamamen saçma ve gerçek dışı olan Pavlus'un mektubunda anlattıklarından da büyük ölçüde etkilenmiş, adeta oradan çalıntı yapmıştır. Mevlit Şiirine ana hatlarıyla değinecek olursak :
Allah adın zikredelim evvela, Vacib oldu cümle işte her kula,
Kim ki Allah adını önce ana, Her işi kolay eder Allah ona
İfadeleriyle Allah'ı tanıtarak, yücelterek şiirine güzel başlarken, hemen bunları bir kenara koyarak şirkin, küfrün batağına gömülmeye başlamış, baştan sona kadar uydurduğu saçmalıklarla peygamberi öveceğim, tanıtacağım derken adeta ilâhlaştırmış, şirkin ve küfrün dibine indiği şiirinde, ilk önce Peygamberimizin doğumu esnasındaki saçmalıklarla ve olmayan hayali mucize anlatımlarına yer vermiş,
Pes Muhammed’dir bu varlığa sebep, Sıdk ile anın rızasına kıl talep,
Senin için yaratıldı nüh felek, İns ü cinnü hur ü cennet hem melek
Demiş, 13.7 milyar yıl önce yaratılmış ve düzenlenmeye başlanmış Kâinatın, Evrenin ve bütün yaratılmışların, Dünya üzerinde gelmiş geçmiş bütün insanların ve peygamberlerin varlığına sebep olarak Muhammed ( a.s. ) gösterilmiş, bütün insanların da buna inanması, Onun hoşnutluğunu, rızasını istemesi gerektiği, bütün gökyüzü varlıklarının da Onun için döndüğü belirtilmiş. Oysa Fussilet Sûresinin 6. ayetinde " De ki “ Ben sadece sizin gibi bir beşerim. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Peygamberimizin de bizim gibi bir insan olduğu unutulmuştur. Bunlara rağmen Süleyman Çelebi, arkadan gelen beyitlerle de Muhammed ( a.s. ) ’in nurunun Adem’in ve eşinin, oğlu Şit’in, İbrahim’in ve İsmail’in alnında belirdiğini ifade etmiş, kıyamet kopmadığı için daha henüz oluşturulmamış olan Cennetten kovulan Adem’in bağışlanmasını, tevbesinin kabulünü, Musa’nın asasının ejderha oluşunu, İsa Peygamberin ölmeyişi gibi saçmalıkları hep Muhammed ( a.s. ) ’in yaratılmasına bağlamış. Müellifin Kur'anda Rad Sûresinin 38. ayetinde Yüce Rabbimizin ; " Andolsun ki Biz senden önce de peygamberler gönderdik, onlara da eşler ve nesil / çocuklar verdik. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni olmadan herhangi bir alamet – gösterge / mucize getirmek de yoktur. Her süre sonu için bir yazı vardır. " diyerek peygamberleri birbirinden ayırmadığından, onların mucize oluşturma yeteneklerinin olmadığından haberinin bulunmadığı da bellidir. Müellif bir başka beyitte de gerçekte olmayan Miraç olayına bağlantı kurarak, bir çok saçmalıklarla beraber, sözde Peygamberimiz daha uzayda yolda iken güya Allah'ın ;
* Gel habibim sana aşık olmuşam, * Cümle halkı sana bende kılmışam.
* Bu gelen ilm i ledün sultanıdır. * Bu gelen tevhid i irfan kânıdır.
Diyerek Allah'ı, yarattığı bir kuluna ulaşamadığı, kavuşamadığı aşık ve sevgili etmiş, bütün insanları da Peygambere bende / kul köle ettiğini belirtmiş. Halbuki Şura Sûresinin 52. ayetinde " İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden olan Kur’anı vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu kullarımızdan dilediğimizi kılavuzladığımız bir nur / ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin. " denilerek üstelik de Peygamberimizin daha önce bu konularda bilgisiz olduğu belirtildiği halde, Allah katındaki bütün bilgileri doğar doğmaz Peygamberin de bildiğini iddia etmiş, bu şekilde insanlıktan çıkarıp Allahlaştırmış, Allah'a ortak etmiş, şirkin, küfrün dibine inmiştir. Peygamberimizi yücelteceğim, diğer peygamberlerden üstünlüğünü ispat edeceğim derken, sevdiğine ulaşamayan aciz bir aşık yerine koyduğu Allah'ı küçültüp hakaret ettiğinin farkına bile varamamıştır. Bu nasıl bir saçmalıktır ? Buradan anlaşılıyor ki, müellifin Kur'andaki Tevhit ( La ilâhe illallah ) demenin öğreti ve şuurunun zerresinden, yukarıda değindiğimiz ve Saffat Sûresinin 81. ayetinde de bizzat Rabbimizin " Veselamun alel murselin " diyerek ayırt etmeden bütün peygamberleri selamladığı ayetlerinden peygamber kıssaları ile asıl anlatılmak istenenlerden, anlatım tekniğindeki sanatların hiç birinden haberinin olmadığı bir gerçektir.
Aslında Adem peygamberin Cennette yaratılan ilk insan değil de, topraktan yeryüzünde yaratılmış insanlar arasından seçilen ilk peygamber olduğunu anlatan ayetlerin farkında değildir. Peygamberi seviyorum, O'nu yücelteceğim derken, Peygamberi ve Kur’anda yer alan, Melek, Cebrail, Huri, Salavat, Şefaat kavramlarını Kur’an gerçeğine göre bilmemekte, rivayetlere ve halk kültürüne yerleşmiş yanlış inançlara göre anlatmaktadır. Şiirinde Kur’anda olmayan Miraç olayına, yine rivayetlerle uydurulan masallarla yer vermiş, tabii belli ki o da Tarih bilgisinden yoksun olarak, Kur’anda İsra Sûresinde yer alan Mescidi Aksa'nın, rivayetler ışığında Kudüs’teki mescit olduğunu düşünüp, Peygamberimize geceleyin gökyüzü seyahati yaptırmış, Yunan mitolojisinde olduğu gibi uçan atlara benzer şekilde, uydurma Burak ve Refref atları ile Peygamberimizi arşa çıkarmış, Mekândan münezzeh olan Allah’ı, rivayetlerle Sidreti Münteha denilen arşın sınırında bir yerde tahta oturtturmuş, özellikle hiç bir kimsenin gözü ile Allah'ı göremeyeceğinin örneklendiği ayetlerin aksine Peygamberimizle görüştürmüş, gökyüzündeki tabakalarda meleklere peygamberimiz için tavaf ettirmiş, ölmüş peygamberlerle namazlar kıldırttırmıştır. ( Miraç Efsanesi başlıklı yazımızda Miraç konusuna bakabilirsiniz. )
Kutsal bir hava yaratmaya ve Mevlit törenine heyecan katmaya yönelik olarak şiiri kalkale, tecvit ve makamlandırarak okuyan mevlithanlar da " Mahşerde nebiler bile senden medet ister " diyerek aynı inanç ve cehalet yapısı içerisinde ilâhileri de araya sıkıştırırlar mı, aman Allahım çok büyük bir küfrü de küfürlerinin içerisine ilave ettiklerinden dolayı, herhalde belli ki Enam Sûresinin 162. ayetinde " Benim salatım, kulluğum, her türlü ibadetim, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan alemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum. Ben Müslümanların da ilkiyim. " diyerek Peygamberimizin, Şuara Sûresinin 82. ayetinde de İbrahim Peygamberin Allah'ı tanıtırken " Ve O din günü / hesap günü kusurumu bağışlayacağını umduğumdur. " diyerek ve bütün peygamberlerin de sadece Allah'a nasıl sığınacağını belirttiği ayetlerden haberleri de bulunmamaktadır. Özellikle Saffat Sûresinin 180 - 182. ayetlerinde de " Sübhane Rabbike Rabbil izzeti ammâyasefun veselamûn alel murselin velhamdülillahi Rabbil alemin " ( Güç, kuvvet şan ve şerefin Rabbi olan senin Rabbin, onların nitelediği şeylerden arınıktır. Ve selam, gönderilen elçileredir ! Tüm övgüler de âlemlerin Rabbi Allah'adır ; başkası övülemez. ) denildiğinden hiç kimsenin kendi kendine güce, şan ve şerefe nail olamayacağı, Allah'tan başka hiç bir kimsenin abartılarak övülemeyeceği, bütün plan ve programlamanın sadece Allah'a ait olduğu, bütün peygamberlerin de Allah katında birbirinden ayrı tutulmadığı vurgulanmaktadır. Bu nedenlerle Mevlit Şiirinin neresinden tutarsanız tutun, abartılmış peygamber sevgisinden başka, saçmalıklarla, hurafelerle, Kur’an dışı ve Kur’ana aykırı küfür derecesindeki ifadelerle doludur. İçinde yer alan kavramlar Kur’ana göre değil, tamamen ve bizzat uydurma rivayet ve hadislerden yola çıkılarak kullanılmıştır. Bundan dolayı eğer dikkat edilecek, irdelenecek, Kur’an ayetleri ile sorgulanacak, test edilecek olunursa, Mevlit şiirinin içindeki söylenenlerle tamamen ayetlerin inkârı, küfür ve şirk olduğundan, bu hezeyanların ardından giden, okutanı da, okuyanı da, dinleyip onaylayanı da din adına, Allah katında sorumlu hale getirecek pek çok ayrıntının bulunduğu görülecektir.
İçinde barındırdığı şirke, küfre rağmen mevlitler, dinde olmadığı halde varmış gibi ibadet şekilleri arasına katılmış, dinselleştirilmiş ve bizzat yöneticiler tarafından Kur’ana aykırı olduğu halde, Cami içine sokulmuştur. Camilerde veya başka mekânlarda mevlit merasimleri düzenlemek ve mevlithanlarca mevlit okumak aslında bir bidattır ve Allah katında suçtur. Hatta ölümün yedinci, kırkıncı, elli ikinci günü denilip gecelerinde mevlit okutturulması, İslam’la ilgisi olmayan bir merasim ve ibadet şekli ile icra edilmesi, Kur'an ayetlerine tamamen aykırıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı Yüksek Kurulu 2006 yılında ölülerin arkasından okunan mevlitlerin hurafe olduğunu söylemiş. Güzel, doğru ve cesur bir adım atmış amma, bugüne geldiğimizde bu girişimin devamı, herhalde biz teamüllerimizden vazgeçemeyiz, toplumumuzdaki bu eğilime karşı duramayız, ne zararı var hazır bu vesile ile Kur’an da okunuyor, insanlarımız bir araya geliyor kaynaşıyor düşünceleri ile Allah'ın Kitabının yerine kendi siyasi ikbal ve koltuklarını tercih eden basiretsiz Diyanet İşleri sorumlularınca arkası getirilememiştir. Peki Diyanet sorumlularının gerçeği görmeyerek göz yummalarının karşılığında Enam Sûresinin 22 - 23. ayetlerinde " Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere " Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? " diyeceğiz. Sonra onların ateşlere atılmaları " Ey Rabbimiz, vallahi / Allah'a andolsun ki biz ortak koşanlardan değildik. " demekten başka bir şey değildi. " denilerek farkında olmadıkları şirke bulaştırılmış insanların karşılaşacağı hazin ve çok ürkütücü durumlarının yansıtıldığı bu uyarıları nereye koyacağız !..
Aslında sorumlu olan kişiler açısından da içine düştükleri bu durum, küfürden farksızdır ve bu ayetlerdeki sorgulamaların mutlaka muhatabı olacaklardır. Bu küfrün ve şirkin, üstelik de yapılacak sorgulamanın farkında olmayan toplumumuzda ne yazıktır ki Mevlit, halk arasında büyük bir ibadet olarak uygulanmaya devam edilmekte, ölülerin ruhu için okunan mevlit ve yenilip içilenlerden dolayı hasıl olan sevaplar ölülere hediye edilmekte, böylece ölülerin günahlarının bağışlanacağı zannedilmektedir. Halkın cehaletinden ve yanlış inançlarından istifade eden mevlit icracıları da, bu piyasadan ama ücret, ama hediye adı altında bir kazanç yolu elde etmektedirler. Bu uygulamanın içerisinde bulunan herkes Allah katında Hakk Din açısından sorumludur. Oysa bu uygulamalar içerisinde saçmalıklarla ve dine aykırılıklarla dolu olan insan kelamı bir şiir olan bu metinlerin okunması, dinlenmesi, Allah’a kulluğun bütün ayrıntılarını kapsayan Kur’an ile eşdeğerde görülmeye ve değerlendirilmeye başlanması ve bu bakımdan da bir başka küfür tehlikesini beraberinde getirmektedir. Aslında Diyanet yetkilileri de bu bidatın ve hurafenin farkındadırlar ama bir türlü bu yanlış geleneğin karşısına geçmek cesaretini, dirayetini gösterememektedirler. Fakat bulundukları makamların sorumluluklarından dolayı hiç kuşkusuz Allah katında bunun bir vebali olacaktır !
Mevlit’in okunması ve merasimler düzenlenmesi hakkında İslam alimleri de ihtilaf etmişlerdir. Bazı alimler buna şiddetle karşı çıkarken, bazıları da İslami ölçülerin dışına çıkılmaması kaydıyla itirazda bulunmamışlardır. ( Mevlit'in İslami ölçülerin dışına çıkmayan tarafı mı kalmıştır ? Siz içindeki şirkin, küfrün farkında değil misiniz ? ) Okunmasına cevaz verenler, insanların kalplerindeki Resulullah sevgisini canlı tutması ve O’na olan muhabbeti arttırmasındaki önemi gözetmişlerdir. Zira Resulullah’ı sevmek, imanın temel kıstaslarından birisidir mevlitimize dokundurtturmayız demektedirler. ( Peki Resulullah'ı sevmek için Allah'ın ayetlerine küfretmek mi gerekmektedir ? ) Üstelik de zaten tutarsız olan görüşlerini, uydurma olduğu apaçık belli olan, “ Sonsuz kudret sahibi olan Allah’a yemin ederim ki, sizden hiç biriniz beni babasından, evladından, bütün insanlardan daha çok sevmedikçe, iman etmiş sayılmaz. “ ifadesinin yer aldığı ve Peygamberimize atfedilen Buhari'nin İman 8. hadisine dayandırmaktadırlar. Ama bu hadis Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine bir hakarettir ve gerçekten bir uydurmadır. Kur’an ahlâkı ile yoğrulmuş, hidayetin sadece Allah'a ait olduğunu bilen ve uygulayan Peygamberimiz, böyle bir kibrin ve iman şartının dayatmasına asla girmez. Kur’an öğretisinin ve ayetlerin karşısında asla kendi hevasından bir şeyler söyleyemez. Bu nedenle İslami ölçülerin dışına çıkmamak kaydı ile de olsa mevlit okunmasına cevaz verenler, mevlit şiirindeki İslam dışılığın farkında değiller ve herhalde kullanılan ifadelerin ve kavramların Kur’ana aykırı olduğunu da görememektedirler.
Peygamber sevgisi, Onu ve bıraktığı Kur’anı anlamadan, Kur’ana gereği gibi sahip çıkmadan, şiir okumakla, anlamını ve gereğinin ne olduğunu bilmeden salavata davet etmekle ve sadece lafla salavat getirmekle, ismi anılınca elin kalp üzerine konulmasıyla, Onun İslam’ı ve Tevhidi hakim kılmak için her türlü hakarete, saldırıya, aşağılanmaya karşı sabırla, dirayetle verdiği mücadeleyi, Kur'ana bağlılığını ve Kur'an ahlâkını içselleştirmeden, Kur’anı anlayarak okuyup öğrenmeden olmaz. Oysa Kur’anın Türkçe mealinin, ayetlerin anlaşılıp okunarak, dinimizin aslı, özü ve amacı iyi öğrenilmeden yapılan gayretlerin boşa gitmesi kaçınılmazdır. Her Müslüman, din adına önüne konulanları, her yaptırılmak istenenleri, Kur’andaki yerini mutlaka arayıp bulmalı, sorgulamalı, akıl süzgecinden geçirmelidir. Aksi halde mevlit konusunda, daha pek çok konuda da olduğu gibi, bidatlar, hurafeler, rivayetler içinde sapkınlığa ve küfre düşmek kaçınılmaz olacaktır. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR