Bugün Kur’anın doğrularını, Allah’ın Hakk Dinini anlatıp, insanların içinde bulunduğu yanlışlardan arındırmaya, Allah’ın Tevhit dini ile “ La ilâhe illallah “ Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur demenin şuurunu yerleştirmeye çalışanların karşılaştıkları gibi, tarih boyunca da Allah'ın vahyini, uyarılarını hatırlatanlar, yine aynı şekilde Peygamberimiz de dahil, her zaman çoğunlukla geleneklerin esaretinde kalan muhafazakârların, tutucuların direnmeleri, tepkileri ve linç girişimleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Şimdiye kadar böyle bir şeyi biz babalarımızdan, atalarımızdan görmedik, bu da nereden çıktı şimdi itirazlarıyla karşılaşmışlardır. Ama öte yandan bugün dinimizin yegâne kaynağı olması gereken Kitabımıza, Kur’an bütünlüğü içerisindeki öğretilere baktığımız zaman, Allah’ın ayetleriyle tanışmak istemeyen ve tanışmamış kişilere de bir çok ayette olduğu gibi, Neml Sûresinin 80 – 81. ayetlerinde “ Sen ölülere dinletemezsin, sağırlara da işittiremezsin, sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip doğru yolu gösterici değilsin ; Sen ancak ayetlerimize iman edenlere, teslim olanlara dinletebilirsin. “ denildiği gibi, yine Araf Sûresinin 179. ayetinde de “ Ve andolsun ki ins ve cinnin / tanıdıklarınızdan ve tanımadıklarınızdan bir çoğunu cehennem için türetip ürettik. Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridirler. “ ifadeleriyle, onlar yaşayan ölülere, insanları umursamayan dört ayaklı hayvanlara benzetilmektedirler. Bu gibilerin direnci ve bu zihniyeti, tarih boyunca bütün kavimlerde de, Peygamberimizin zamanında da böyle olmuştur, bugün de hala böyle olmaktadır. Her zaman azınlıkta kalan ve sadece Tevhit şuuru ile inanmış olanların karşısında, atalarının inancını yanlış da olsa sahiplenen, atalarımızın üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter diyerek direnç gösteren, kalpleri taşlaşmış, akıl ve vicdanları dumura uğramış inkârcılar hep çoğunlukta, yönetimde ve gücü kullanan konumlarda olmuşlardır. Tabii ki bu direnç, tarih boyunca Peygamberimiz de dahil bütün peygamberleri, Hakk yolunda olanları hiç şaşırtmamış, yıldırmamış, yoldan döndürememiştir.
Muhafazakârlık denilen, geçmişten gelenlere bağlı yaşam düzeninden, geçmişten gelen kuralların devamından yana olan kişi ve toplumlar, her dönemde Allah’ın gönderdiği peygamberlere, vahiy ile getirdikleri akılcı ve adaletli düzene de hep karşı çıkmışlardır. Bu direnç ve karşı çıkışlar, savunulanlar ve yaşam tarzları, genellikle aklı ve vicdanı rahatlatabilen kabuller olamamış, ölçüsü ise doğru bildiklerini zannettikleri yanlış da olsa, alışkanlıklar, gelenekler, görenek, örf, adet ve egemen olan çıkar gruplarının korudukları sömürü düzenleri ile toplum baskısı olmuştur. Bundan dolayı tutucu, muhafazakâr ve karanlık zihniyette olanlar, her dönemde Allah’ın vahyini iletmekle görevli bütün Peygamberlerine sudan bahanelerle itiraz etmiş, onları alaya almış, bu nedenle bugün de aynı şekildeki yapılarından dolayı Kur’anın şiddetle uyarılarına ve aşağılamalarına muhatap olmaktadırlar.
YASİN 30 : Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her bir elçi ile kesinlikle alay ederlerdi.
FURKAN 43 : Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü ? / Hiç düşündün mü ? Peki onun üzerine sen mi vekil oluyorsun ? 44 : Yoksa sen onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun ? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar. / şaşkındırlar, aşağıdırlar.
Ayette belirtilen ifadelerle Rabbimiz Peygamberimize geleneklerini, duygularını ve tutkularını putlaştıranların üzerine vekil olmayı yasakladığı gibi Enam Sûresinin 107. ayetinde " Biz seni onların üzerine bekçi yapmadık " diyerek ve Gaşiye Sûresinin 22. ayetinde de " Sen onların üzerinde bir zorba değilsin " denilerek yapacağı davetler esnasında sahiplenme, gözetleme ve zorlama olmak üzere üç şeyi yasaklamakta, ardından da takip edeceği yolları ( Hükmü ve Sünnetullahı ) göstermektedir. Tarih boyunca Nuh Peygamberden itibaren başlayarak insanlar, bütün peygamberlerin karşısına atalarının dini / Ataizim ile karşı çıktıkları gibi, Saffat Sûresinin 69 - 70 ayetlerinde de " Şüphesiz onlar atalarını sapık kimseler olarak buldular. Şimdi de kendileri onların izleri üzerinde koşturuyorlar. " ifadeleriyle Mekke Müşrikleri ve ardından da bizlere gerekli uyarı yapıldığı halde, gelenek, görenek ve atalarının dinine bağlılık inancı kınanmaktadır. Ama buna rağmen muhafazakâr, tutucu denilen kişilerin, dindar, Ulema, Evliya denilen ve genellikle din sorumlusu önderlerin Kur’an dışındaki çarpık zihniyeti, Peygamberimizin vefatından sonra da kendi çıkarları için hadis, rivayet ve hurafelerle oluşturulan katkılarla ve dayatmalarla, gelenekselleştirilmiş olarak bugün de devam etmektedir. Bugün ise aklını kullanabilen bazı ilâhiyatçılarca ortaya konulan her yanlışa, bugüne kadar bir çok Alim, İlâhiyat üzerine kafa yormuş kişi gelmiş, onlar doğruyu bulamamışlar da, siz mi buluyorsunuz şeklinde karşı duran tutucu ve sabit fikirli kişiler, savunmalarına ve reddiyelerine bahane oluşturmaktadırlar. Oysa kendileri, Peygamberimizin vefatından sonra önce Emevi, ardından Abbasi, Mısır'da Memluk, İran'da Safevi, Anadolu'da Selçuklu, ardından da Osmanlı devletlerinde bir çok Mezhep, Tarikat ve Cemaat bölünmeleri sonucunda, bu gruplarda uydurulan hadis ve rivayetlerle dejenere edilmiş, İslam'la sıvanmış Dini, bugünün Müslümanları da atalarının dini olarak aynen yaşamaktadırlar. Müslümanların büyük çoğunluğu Kur'anı anlamak üzere kendi dillerinden okumadıklarından, Kur'anın içerisinde bulunan öğüt ve uyarılardan haberleri olamamaktadır. Bu nedenlerle İnançlarına bağlı ve dindar olduğunu zanneden mütedeyyin, muhafazakâr insanlar, atalardan gelen hayat görüşünü, yanlış da olsa inanç ve din anlayışını Kur'anın emri zannederek Kur'an ile de çoğunlukla sorgulamamış olduğundan, yüzyıllardır süregelen bir yanılgıyla da kanıksanmış olan yaşamlarını bugün de devam ettirmektedirler.
Peygamberimiz Muhammed ( a.s. ) a karşı çıkan Mekke müşrikleri de kendilerini muhafazakâr ve dindar olarak niteleyen insanlar idi. Onlar da bizi Allah yarattı deyip namaz kılıyor, oruç tutuyor, Hacc ediyor, sapkın, yanlış ritüellerle de olsa Kâbe'yi tavaf ediyorlardı. Ama aracı yaparak Allah'a ortak ettikleri putlardan ve tapınak gelirlerinden de vazgeçemiyor, Peygamberimize de bizim putlarımıza dokunma diyorlardı. Bu gibi yanlışlıkları ortadan kaldırmaya çalışan Kur'ana rağmen, bugün de bir çok anlı şanlı Akademisyen İlâhiyat Profesörleri, Diyanet İşleri Başkanlığı yöneticileri ve Din görevlileri dahi, etkisinden kurtulamadıkları hadis ve rivayetlerden dolayı hala “ Biz gelenek ve teamüllerimizden vazgeçemeyiz “ diyebilmekte, bidatlara, hurafelere, yanlışlara Allah'a ve Kur'ana karşı işlenen küfürlere, yapılan şirke karşı çıkamamakta, üstelik savunulmasına katılmakta, şirke bulaşmanın önderi olarak, aklın ve gerçeğin önünü tıkamaktadırlar. Oysa Zümer Sûresinin 23. ayetinde " Allah, ahsenel hadis / sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap halinde indirmiştir. Ondan Rabblerine saygısı olanların tüyleri ürperir. " Vakıa Sûresinin 81. ayetinde de " Peki şimdi siz bu hadisi / sözü / Kur’anı mı küçümsüyorsunuz ? denildiği gibi, Casiye Sûresinin 6. ayetinde " İşte bunlar, Bizim sana hak / gerçek ile okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla / gerçek olarak okuyoruz. Artık onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra, hangi hadise / söze / hangi olguya inanacaklar ? " denilerek, uyarılarla Din ve inanç adına Allah'tan başka hiç bir kimsenin sözünün bir değerinin olamayacağı belirtilmekte olmasına rağmen, yüzyıllar içerisinde Hakk Dine sonradan hadis diye, rivayet diye enjekte edilmiş hükümlerle sünnet diye yaşanan dinlerden vazgeçilememektedir. Kur’an anlaşılarak okutulmadığı için, bazı ayetler saklanmakta, ya da görmemezlikten gelinmekte olduğundan, sorgulanıp da yanlışlardan dönülmemektedir.
Bu nedenle Yüce Kitabımız Kur’anda olmayan, Kur’an ayetlerine aykırı olan, Tevhit bilincinden uzaklaşılmış pek çok gelenekleşmiş yanlış kavram, hurafe ve inançlar, uydurma bidatlar dine sonradan sokulmuştur. örneğin * Başka Müslüman Ülkelerde olmayan Kandil Geceleri, * Zikirmatik saatleriyle toplu zikir seansları, * Ramazan aylarında hiç bir şey anlamadan sadece ölenlere hediye edilen mukabele adında Arapça Kur’an hatimleri, * Sadece Allah için olması gereken Cami içinde küfür ve şirk dolu Mevlit okuma geleneği * Salavatlarla abartılmış, minarelerde Selalaştırılmış, Allah’ın yanına ortak edilmiş Muhammed Peygamber sevgisi * Mezhep, Tasavvuf, Tarikat, Cemaat bölünmeleriyle velilerden, türbelerden yardım isteme, çaput bağlama, okunmuş şekerler, okunmuş sular, zemzem suyu ile yıkanmış, okunmuş yanmayan kefenler, * Cami avlusuna yerleştirilen Veli, Evliya, Baba, Dede, Yatır mezarları ve türbeleri, Mermer işlemelerle türbelere dönüştürülerek putlaştırılmış mezarlıklar ve ölülerin kitabı yapılan Kur’an ve Yasin okuma hediyesi gibi daha bir çok küfür ve şirk niteliğindeki vazgeçilemez gelenekler, terk edilemeyen ataların mirası olmuştur.
Bu tür uygulamaların savunucusu olan ve bu zihniyet sahipleri, bugün Kur’anı terk ettirip, insanlara anladığı dilden okutmadığı için, aynen tarihte diğer peygamberlere, Peygamberimizin zamanındaki muhafazakâr müşriklerin yaptıkları gibi, Kur'an çerçevesinde bu konuda yapılan uyarılara karşı koymakta, düzenlerinin bozulmaması için de, uyarıyı yapanları din düşmanı, kâfir, Kur'an sapkını olarak suçlamaktadırlar. Allah'a ait gerçek Hakk Dininin İslam, onun da kitabının Kur'an olduğunu unutmaktadırlar. Halbuki gerçek din düşmanlığı ise Kur'anın terk edilip, Kur'anın dışında icat edilen dinlerin yaşatılmasıdır. Oysa Kur'anda yaklaşık 101 ayetle gerek Peygamberimizden önceki dönemlerde ataların inançlarına bağlı olanlara, gerekse de bugün hala bu zihniyette olanlara, bizlere ve Kur'anı anlamak üzere okuyabilenlere öğüt olsun diye ısrarla yapılan uyarıları görmekteyiz.
HUD 62 : Dediler ki : “ Ey Salih! Sen bundan önce aramızda ümit beslenen bir kişiydin. Şimdi kalkmış, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklıyorsun ? Ve hiç şüphesiz biz, bizi çağırdığın şey hakkında kafaları karıştıran bir kuşku içindeyiz. ”
HUD 87 : Onlar dediler ki : “ Ey Şuayb ! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi senin salatın mı / dinin mi emrediyor ? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın. "
Tarih boyunca atalarının, babalarının, büyüklerinin yolunu körü körüne takip ederek, gelenek, görenek, örf ve adetlere sıkı sıkıya bağlı kalarak, yanlış da olsa onların peşinden gitmek, ırk ve soya aşırı bağlılık, bütün bunların temel nedeni olan cehalet, kişileri farkında olmasalar da akıllarını kullanmadıkları için küfre ve şirke götürmektedir. Cehalet insanları tembel yapmakta, inanç bakımından hazıra alıştırmakta, doğruya ulaşmak için girişilecek çabaları engellemektedir. Bu toplumlarda kendilerine atalarından bırakılan miras, hiç sorgulamadan aynen kabul edilerek yaşanır, sorgulamanın, aklın üstü örtülür, çoğunluğa ve zanna uyan sürüye dahil olunur. Bizde de Kur'an anlaşılmak üzere okutulmadığı için de Bakara Sûresinin 104. ayetinde, " Ey iman etmiş kimseler ! " Raina / Sen bizim çobanımızsın, bizi güt demeyin, " unzurna / bizi gözet deyin ve kulak verin. Çok acıklı azap da yalnız kâfirler / Allah'ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden kimseler içindir. " ifadeleriyle Allah'ın sürüye dahil olmayın, güdülmeyin, Allah'ın ayetlerini inkâr edip, aksini yaparak kâfir olmayın uyarısından da hiç kimsenin haberi olmaz.
ZUHRUF 23 : Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri : “ Şüphesiz biz, babalarımızı bir ümmet / önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız. “ demişlerdi. 24 : Gönderilen uyarıcı : “ Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi ? “ dedi. Onlar : “ Şüphesiz biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi bilerek reddedenlerdeniz “ dediler.
Peygamberlerin, Allah’tan getirdikleri mesajların tebliğine ilk karşı çıkanların daima, oranın şımarık, servet, nüfuz ve yetki sahibi olan veya dini inançların başında bulunan din sorumluları, çeşmenin başında oturanlar, din tüccarları olduğu, Kur’anda pek çok kez vurgulanmaktadır. Bu zümrenin ve önderlerin yönlendirmeleri ile her dönemde insanlar güdülmüşler, Allah’ın kendilerine Hakk dini tebliğ etmek üzere gönderdiği peygamberlere, Onların mesajlarına karşı durmuşlar, inkâr etmişler, atalarının, babalarının dininden vazgeçmeyeceklerini beyan ederek direnmişlerdir. İnsanların içine düştükleri bu hastalık da Kur’anın pek çok ayetinde ayrıntıları ile anlatılmaktadır.
BAKARA 170 : Ve onlara “ Allah’ın indirdiğine uyun “ dendiği vakit “ Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız “ dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi ?
MAİDE 104 : Ve onlara : “ Allah’ın indirdiğine ve Elçi’ye gelin “ dendiği zaman : “ Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter “ dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve kılavuzlanan doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı ?
LOKMAN 21 : Ve onlara “ Allah’ın indirdiğine tabi olun “ dendiği zaman : “ Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız “ dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse ?
ARAF 28 : Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, “ Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti “ derler. De ki : “ Allah, iğrençliği emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz ?
Maalesef bugün de aynı zihniyet, aynı hastalık devam etmektedir. Bugünün din uleması ve görevlileri de, çoğunlukla Allah’ın saf ve tertemiz dinine sokulan, Kur’anın terk edilerek veya geri planda bırakılarak, uydurma hadis ve rivayetlerle yaşanan dinde, aklı devreye sokarak herhangi bir düzeltmeye gidememektedirler. Bu nedenle de Kur’anın ve Allah’ın Hakk Dininin gerçeklerine yönelmemekteler. Allah’ın özellikle Enam Sûresinin 38. ayetinde “ Biz bu Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık “ demesine rağmen, Allah’ın bu ayetini inkâr edip, Kur'an yetmez deyip Allah’ı yalancı yerine koyanlarca, Kur’an dinin tek kaynağı olarak görülmemekte, özellikle bir şey anlamadan sadece Arapça okunmasıyla Kur’anın okunduğu zannedilmektedir. Bir kısım Müslüman dünya uğraşılarının, bir kısım Müslüman da Sünnet, Hadis, İcma kavramları ve Risale kitaplarının aldatmasının ardından, Kur’anı anlayarak okumaya sıra getirememektedir. Kur’anın anlaşılarak kendi dilinden mealinin okunması gerektiğini önerenler de, Kur’an sapıklığı ve Müslümanlığı ile suçlanmaktadırlar. Ne olursa olsun Furkan Sûresinin 30. ayetinde Elçi de : “ Ey Rabbim ! hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’anı terk edilmiş bir şey edindiler “ dedi. " şeklindeki Ahiret hesaplaşmasında Peygamberimizin yapacağı tanıklıkta temsili olarak belirtilen bu şikâyetine muhatap olmamak için, biz yine de Kur’anı, doğrularını anlatmaya devam edeceğiz. Kur’anın anlaşılarak kendi dilimizden okumamız gerektiğini ve önemini her fırsatta insanlarımıza anlatacağız.
Kur'anı anlayabileceği dilden okumamış, gerçek Hakk Dininin Tevhit şuuruna ulaşamamış, Ulemadan dilden dile dolaşan, kulaktan dolma nakli bilgilerle yaşayan Müslümanların, toplumların takip ettikleri yol, atalarının, geleneklerinin yolu, okudukları ise Kur’an değil, atalarının kitaplarıdır. O yolun dışında bir yola yönelmezler ve atalarının en doğru yolda olduklarına inanırlar. Onların yaşam tarzını, giyim kuşam ve geleneklerini kendilerine örnek alırlar. Bu ise özgür düşünceyi, şuuru, aklı kullanmayı devre dışı bırakır. Gerçeklere karşı onları var güçleriyle direnmeye yöneltir, bilimi, gelişmeyi, çağın gereklerine ulaşmayı engeller. Bu nedenle bugün dahi hala " İçine sinek düşmüş bir çorbanın sinek çıkarıldıktan sonra içilmesinin helal olduğu " ( Buhari Tıp 58, Ebu Davud Et'ime 49 ) " Deve sidiğinin içilmesinin pek çok hastalığa iyi geleceği " ( Buhari Tıp 5 / 1, Hanbel 3 / 107 ) gibi uydurma ve sağlığa zararlı hadisler dahi sorgulanamadan körü körüne inanç olarak kabul edilebilmekte, ciddi ciddi de savunması yapılabilmektedir. Kur’anı da anlayarak okumadıkları için, Bakara Sûresinin 170. ayetinde “ Peki ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu bulamamış idiyseler de mi ? denilerek yapılan uyarıdan elbette ki haberleri olmayacaktır. Bugün halk arasında dindar görünen pek çok insanın, Kur’anın içindeki uyarılardan habersiz olduğunu görüyoruz. Din tamamen kulaktan kulağa anlatılanlarla, geleneklerle yaşanmaktadır. Bunların Allah katında bir değerinin olamayacağı ise, düşüncelerden uzakta kalmaktadır.
Kur’ana yönelmeyen ve bu şekilde atalarından geldiği dinle yaşayanlara ise, Kur’anda Tevbe Sûresinin 109. ayetinde “ Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez “ Rad Sûresinin 11. ayetinde " Aklını kullanıp, kendi durumlarını değiştirmeyen toplumların üzerinden, Allah da pislikleri kaldırmaz. " Zuhruf Sûresinin 25. ayetinde de " Bunun üzerine Biz de fentekamnâ / intikamla / onları yakaladık, cezalandırmak suretiyle adaleti sağladık. Hadi yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak ! " ifadeleriyle onların sonu hiç de iyi görünmemektedir. Atalarından gördükleri sapık zihniyeti ısrarla sürdüren bir toplumda yaşayıp da konumlarının sarsılmamasını, düzenlerinin ve geleneklerinin bozulmamasını isteyen, şımarık söz sahibi kimselerin karşılaşacağı kötü akıbet de böyle bildirilmektedir. Oysa insan hiç bir atasından, babasından, Seyyidinden, Efendisinden, Velisinden, İmamından, hatta Peygamberinden dahi, öldükten sonra Allah’ın huzurunda şefaat ( yardım ) alamaz. Hiç bir kimse de bir başkasına yardımda bulunamaz. Herkes kendi yaptıkları ve yapmaları gerektiği halde yapmadıkları ile karşılık görür. Bu nedenle bir çok ayette ve Ahzab Sûresinin 67 - 68. ayetlerinde de " Ve dediler ki : “ Ey Rabbimiz ! Şüphesiz biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz onlara azaptan iki kat ver. Onları rahmetinden mahrum bırak. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, akıllarını kullanmayarak, önderlerinin dayattığı ve önlerine koyduğu atalarının dinine körü körüne inananların, hesap günündeki pişmanlıkları ve perişanlıkları, çok çarpıcı bir şekilde temsili bir anlatımla dile getirilmektedir.
Bu mazeretlerini öne sürerek kendilerini suçsuz olarak göstermeye çalışacaklara Allah, hesap gününde kendilerine verdiği akıl nimetini, irade özgürlüğünü neden kullanmadığını, gönderdiği Elçilere ve indirdiği Kitaplara neden uymadığını sormayacak mıdır ? Bundan kurtuluş olabilecek midir ? Kur’anın terk edildiği, aklın kullanılmayıp emaneten birilerine teslim edildiği bir toplumda, gerçek anlamda bir dinin yaşandığını söylemek olanaksızdır. Eğer Kur’anda olmayan ve pek çok ayetine aykırı olan, sonradan eklenen Kandil Geceleri, sadece Allah için olması gereken Camilere kadar sokulmuş olan Mevlit okutma kültürü ve bidat uygulamalar, minarelerde verilen ve bir şirk olan peygamber methiyesi Selalar, abartılan ve şirke dönüşen peygamber sevgisi ile Kur'ana aykırı bir şekilde dine sokulan Salavat anlayışları, Salat, Zikr, Melek, Şeytan, Cinn gibi pek çok dini kavramlardaki yanlış algılamalarla yaşatılan ve yaşanan din, Kur’anın yaşanması değil de, atalardan kalma geleneklerin devam ettirilmesi olarak anlaşılırsa, o din artık İslam’ın dini değil, Tevhit şuurunun terk edildiği, hurafe ve bidatlarla doldurulmuş ve şirkin egemen olduğu “ Ataların Dini “ veya Kur’anın onaylamadığı Mezhep, Tarikat ve Cemaat bölünmeleriyle, parçalanmalarla, gruplaşmalarla ortaya çıkmış dinler olur.
Allah katında tek bir din vardır. O da Kur’anın dini olan Hakk Dindir ve adı İslam’dır. Tevhit ile “ La ilâhe illallah “ Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur diyerek, Allah'a ortaklar koşmadan yaşamanın bilinç ve şuuruna dayanır. Bu ise, Zuhruf Sûresinin 43. ayetinde " Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44 : " Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur’an senin için de toplumun için de bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, Allah katında sadece Kur'andan sorgulanacak olduğumuzdan dolayı, sorumluluktan kurtulabilmemiz, sadece Allah'ın vahyine / Kur’ana sarılmamız halinde mümkün olabilecektir. Böylece de dosdoğru yolda olabilmemiz ise, Kur'anın anlaşılarak okunması, tefekkür edilmesi, aklın kullanılması, yaşanan ve yaşatılan dinin sorgulanması ve hurafelerden ayıklanması, Kur’an ayetlerinin hayatın rehberi yapılması ile ancak mümkün olabilecektir. Kur'an ile sorgulanmayan din, senin dinin değil, ama doğru, ama yanlış, atalarının dinidir. Allah'ın selamı ve rahmeti, gelenek ve atalarının yanlış dayatmalarından kurtulabilen, Kur’anın fazileti ile taçlanabilen ve karanlıklardan aydınlığa kavuşabilenlerin üzerine olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR