Üzerinde yaşadığımız Dünya, güzelliklerle ve kötülüklerle donatılmış ikili zıtların varlığıyla oluşan, zaman kavramının yanı sıra üç boyutlu maddesel yapıdaki bir hayata mekânlık etmektedir. Fıtri olarak Yaratan katında, zıtların çarpışması ve insanın olumsuzlukların karşısında güzelliklerin de farkına varıp haz duymasıyla tekâmülünün sağlanabilmesi esasına oturtulmuş bir hayattır. Bu esasa dayanmayan âlem, ölüm ötesi âlemdir ki, orada zaten Cenneti hak edenler için, zulüm de, kötülük de zıtlıklar da söz konusu olamaz. Bu nedenle Tarih boyunca var olup toplu yaşama geçmelerinden bu yana, insanların karşılaştıkları kötülüklerin, korkuların, sıkıntıların sonucunda göremedikleri fakat var olduğuna fıtri olarak inandıkları güçlerden korunmak, yardım istemek şeklinde olan dua etme inancı, ilkel veya gelişmiş, gelmiş geçmiş bütün topluluklarda, yaşamlarının önemli bir kısmında ibadet olarak yer almıştır. Genellikle korkulan güçlerden, her türlü kötülükten kurtulmak ve iyiye, güzele kavuşmak için, inanılan, İslam dışında ve önceki ilkel toplumlarda dahi, çeşitli güç ve Tanrılara yakarmak, yardım istemek amacıyla bireysel veya genellikle müşterek duaların yapıldığını görüyoruz. İlkel toplumlarda genellikle görülen müşterek dua, aile reisi, kabile başkanı veya din sorumlusu liderin, bir rahibin yakarışlarına toplumun amin diyerek katılması şeklinde olmaktaydı. Dua bütün dinlerde yaşam koşullarına bağlı olarak içerik, şekil ve anlatım biçimine göre bazı türlere ayrılmaktadır. Genellikle gelecekteki endişelerden, kötülüklerden korunma ve dünya nimetlerinden yararlanma isteği, duanın en belirleyici özelliği idi. Asıl ve en yaygın olanı toplu ayin “ Yalvarıp yakarmak ” bu esnada da bir şeyler kurban edilerek, hediye sunmak şeklinde olmuştur. Zaman, mekân ve dua şekliyle ilgili olarak uygulamalarda bazı şekli unsurlar da gözetilmiş, Dua her yerde ve her zamanda yapılabildiği halde, tarih boyunca çeşitli dinlerde, tarihi olaylara, doğanın ritmine, dışsal etkilere ve çıkan olaylara bağlı olarak dua için özel mekânlar, tapınaklar oluşturulmuş, buralarda belirli zamanlarda toplu dua etmenin daha etkili olacağına inanılmıştır. Kişinin ve toplumun iç dünyasını yansıtan bu dışsal etkiler de duanın özünde vücut diliyle de desteklenen " Ayakta durma, diz çökme, eğilme, yere kapanma, başını eğme, boyun bükme, elleri gök yüzüne kaldırma, iki yana açma, kavuşturma, kenetleme, gözleri yukarı dikme, ayakların çıplak veya giyinik olması, değişik musiki aletlerini kullanarak dans etme " gibi ayrıntılar, değişik toplumlarda değişik şekli davranışları da ortaya çıkarmıştır.
Bu bağlamda ilk çağlarda Orta Doğu, Sümer, Babil ve Yunan dinlerinde, birbirine benzeyen kolektif şiirler de dua olarak kullanılırdı. Romalılar dualarını Jüpiter mabedinde yapar, Sümerler sevinçlerini göstermek, duanın inandırıcı olmasını sağlamak için Hint Yogasında olduğu gibi dua esnasında ellerini başlarının üstüne koyar, ellerini alınlarına çarpar, böylece ölülerine de saygı göstermiş olurlardı. Bu esnada sınırı belirlenemeyen büyü ile dua da birbirine karıştırılırdı. Bu törenlerde kutsal eşyaların öpülmesi, okşanması da dua uygulamaları arasındaydı. Genellikle güneş doğarken ve batarken, ekim ve hasat zamanları dua için en uygun zamanlar olarak görülürdü. Hint mistisizminde Upanişadlardan / Var olan her şeyin Brahman'ın bütünlüğünden bir parça olduğunu anlatan kitaplardan kaynaklanan ve Yoganın psikotekniğine dayanan ibadetsiz bir dua türü de bulunmakla beraber Hinduizm'de, dua inandırıcı sözlerle yapılır. Ortak dualarının sembolü bir çeşit " besmele " demek olan " om " dur. Budizm'de de Buda'ya Tanrı yerine konularak dua etmek, Ondan istekte bulunmak inancı ve geleneği hakimdir. Uzak doğu Asya inancı olan Şintoizm'de ise dua, mabet veya evde kendileri için en makbul yiyecek olduğu için tanrılara pirinç ve pirinç şarabı sunmakla yerine getirilir.
Ehli Kitap / Allah'ın vahyi olan kitaba uyma inancında olanlardan Yahudiler, duayı Allah'a yaklaşma vesilesi olarak görürler, ayaklarını bitiştirmek, diz çökmek, baş eğmek, elleri göğe açmak ve Kudüs'e yönelmek suretiyle dua ederler, toplu duayı da daha makbul görürler. Sabah, öğle, akşam olmak üzere günde üç defa olan dualarına ilave olarak, ayrıca Tanrının Kâinatı altı günde yaratmış olduğu inançlarından dolayı yedinci günü dinlendiği gibi, kendilerinin de dinlenmeye ve tamamen Tanrıya yakarmak için ayırdıkları Cumartesi günleri / Sebt günü / Şabat günü Sinagogda ve Bayram günlerinde de toplu olarak duaları vardır. Onlar için dua öncesi el ve ayakların ön temizliğini yapmak ve özel ayin elbisesi giymek önemlidir. Sabah duasında dua atkısı kullanılır, dua kayışı da sol pazıya ve alna takılır. İbranicede " Tephillah " sözcüğü dua anlamına gelir. Tevrat'ta mezmurlar denilen altmış altı cümle, doğrudan veya dolaylı olarak dua ile ilgilidir ve dua esnasında bu mezmurlar okunur.
Yine Ehli Kitap / Allah'ın gerçek vahyi Kitap ile beraber olma inancında olan Hristiyanlarda da dua, dini hayat açısından büyük bir önem taşır. Dua Tanrıya ulaşma, Onu tanıma ve vicdanın sesi olarak nitelendirilmektir. Duanın temelinde güven ve yüce bir inanış vardır. Luter'e göre dua inancın eseri, Calvin'e göre Allah'ı kavrayabilme inancının her gün tekrarlanmasıdır. İncillerde duayı ilgilendiren yetmiş beş kadar cümle bulunmaktadır. Duada İsa peygamber temel unsuru teşkil etmekle beraber, Kur'anın İslam'ına ve bize göre de şirk olan teslis inancıyla Allah ve Ruhul Kudüs'ü de dahil etmek önemli rükünlerdendir. Katolik Kilisesinde günde yedi ayrı dua saati bulunmaktadır. Sabah öğle ve akşam dualarına ilave olarak haftalık Pazar günleri ve yıllık paskalya duaları, " Vesperum " denilen kilise melodileri ile mezmurların ( dört İncil'deki dua ile ilgili şiirsel bölümlerin ) eğitilmiş şarkıcılar tarafından ilâhi olarak okunması eşliğinde, manastırlarda keşişler, rahipler gözetiminde yapılır. Katolik Ortodoks veya Protestan kiliselerinde bu vakit sayıları ve ayin ritüelleri farklılık göstermektedir.
Dinimiz Müslümanlıkta ise, inandığımız Allah’ımıza kulluğumuzu, acizliğimizi göstermek, gönlümüzü açmak, af dilemek, yardım talep etmek, Allah'ı birleyerek ortak koşmadan Onu Tevhit / Lailâhe illallah deyip Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur demenin bilinci ve inancıyla hamdedip / övgüyle tesbih ederek her türlü noksanlıklardan arındırmak gibi nedenlerle iletişime geçeriz. Bu iletişim şüphesiz ki yalnız dua yolu ile gerçekleşir. Bu nedenle Dua : Yaratan ve her şeye Kadir olan, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf ederek, ana hedefinde korunup kollanmak için Ondan yardım dilemesi, bağışlanması için yalvarıp yakarmasıdır. Dua dinimizde de “ çağırmak, seslenmek, istemek, Allah’ tan yardım talep etmek ” demektir. Duada insan önce övgü ile Allah'a hamd eder / Allah'ı her türlü noksanlıklardan uzak tutarak üstün vasıflarıyla, Esma i Hüsna'sıyla / Güzel isimleriyle yüceltir. İbn Mansur da dua etmenin " Allah'ın birliğini dile getirme, Onu övgüyle anma, * Allah'tan af, merhamet gibi manevi isteklerde bulunma, * Allah'tan dünyevi nimetleri isteme ile üç basamağının bulunduğunu belirtmiştir. ( Lisanü'l Arab da'v ) Allah’tan bu dünyadan da, Ahiret hayatı için de iyilikler talep edebiliriz. Sıkıntılarımızı, tasalarımızı, dertlerimizi hiç çekinmeden makul olan ve haddi aşmayan, kendi gücümüzün üstündeki her isteğimizi dile getirebiliriz. Rahmeti sınırsız olan Allah, kulunun istemesinden bıkmaz. Duanın ana hedefi, insanın kendi gücünün yetmediği şeylerde, Allah'a halini arz etmesi ve Ona niyazda bulunması olduğuna göre bu, Allah ile inanan kul arasındaki bir diyaloğu ve yakınlaşmayı ortaya koyar. Bundan dolayı duaya “ münacat ” ( Allah ile gizliden ve ruhsal olarak konuşma ) adı da verilir.
Değişik toplumlar ve değişik inançlar açısından Duanın değişik tarifi ve ayrıntıları ortaya konulmakta, " Dua ve düşüncenin " birbirinden farklı oluşunun üzerinde de durulmaktadır. Muhammed İkbal'e göre Dua ve ibadet, Kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulabilmek için hissettiği derin hasret ve iştiyakın / güçlü isteğin ifadesidir. Tabiatı ilmî olarak araştırmak bizi " mutlak hakikatle " temas haline getirir. Bu da bir bakıma dua ve ibadettir. Ancak yine de dua ve ibadet, bu zihni faaliyetin zorunlu bir tamamlayıcısı olarak kabul edilmelidir. ( İslam'da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü sa. 105 - 109 ) Çünkü tabiatın üzerinde araştırma yapanlarda Ali İmran Sûresinin 190 - 191. ayetlerinde " Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette ayaktayken, otururken ve yanları üzerinde iken Allah'ı anan, göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde " Rabbimiz ! Sen bunu boş yere oluşturmadın " Sen tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi ateşin azabından koru ! " ifadeleriyle yaratılmanın mucizeliğine değinilerek, duanın da bu azamete layık olduğu belirtildiği gibi, düşüncenin, dini şuurun uyanmasına yol açacak, Yüce bir kudrete, üstün akıla kabulle düşünebilenleri de duaya yöneltecek, Allah'ın her yaratmasında bir " ayet / mucize " nin olduğu görülecektir.
Dua sözcüğü, yardım istemek, çağırmak, seslenmek anlamında " da' vâ " sözcüğünden gelen bir mastar olup, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya doğru yönelen istek ve niyaz anlamında kullanılan bir isimdir. İslam literatüründe ise Allah'ın yüceliği karşısında kulun değersizliğini, acizliğini, hiç olduğunu gösterip, sevgi ve tazim duyguları içerisinde lütuf ve yardımı dilemesini ifade eder. Bu da kul ile Allah arasında bir iletişim, doğrudan konuşma anlamını taşır, aynı zamanda da sınırlı, sonlu ve aciz olan varlığın, sınırsız, sonsuz kudret sahibi ile oluşturduğu bir köprüdür.
Fakat Dua kavramı, daha sonradan Müslüman toplumlarında Kur'anın onaylamamasına rağmen ortaya çıkmış Mezhep, Tarikat ve Cemaatler tarafından saptırılmış, abartılmış, zikretmek adıyla dua ve ayrıntı şekilleri oluşturulmuştur. Yine Kur'anın dışında ortaya çıkmış şirk ve küfürlerle dolu Tasavvuftaki Sufilikte dua özellikle duayı yapanlara göre farklı şekillere sokulmuş, halkın duası söz, zahidlerin / dini yasaklardan sakınan Sufilerin duası davranış, Ariflerinki / Mürşitlerin ise hal iledir denilerek sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. ( Kuşeyri sa. 528 ) Bununla da kalınmamış yapılan duanın kapsamı zamanla değişmiş, daha sonraki dönemlerde yerini Allah sevgisi ve aşkı almış, vahdeti vücutla ilgili kavram ve deyimler duaların özünü oluşturmuştur. Bu sapkın ve küfür olan inançlar çerçevesinde dua genellikle sözle, bazen de susularak yapılır olmuş, Allah'a ulaşılmak istenen bir sevgili olarak görüldüğünden, perdelerden ve hicrandan / ayrılıklardan yakınılır, vuslat / sevgiliye kavuşma ve müşahade / Allah'ın tecellilerinin görülebilmesi talep edilir, Allah'a " Habib / sevgili, mahbub / erkek sevgili, maşuk / aşık olunan erkek sevgili, yar, can, canan " şekillerinde hitap edilir olmuştur. Her şeyden ve insan yapısından ve cinsiyetinden, bütün dünya kavramlarından münezzeh olan Allah, Tasavvufi Sufilik inancıyla erkek sevgili yapılmış, dua edeceğiz derken küfrün ve şirkin dibine inilmiştir.
Yüce Kitabımız Kur’an’da Araf Sûresinin 172 - 173. ayetlerinde ; " Halbuki senin Rabbin, kıyamet günü, Biz bunlardan bilgisizdik demeyesiniz yahut, Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, batılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi cezalandıracaksın ? demeyesiniz diye, Ademoğullarının sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder ; Ben sizin Rabbiniz değil miyim ? Derler ki : Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz. " ifadeleriyle insandaki dini eğilimin ve duanın fıtri / yaratılıştan, insanlık tarihinden itibaren atalarından bu yana genlerine işlenmiş olduğu, Allah’ı tanıma ve Onun terbiyesine girmenin henüz dünyada hayat bulmadan önceden başladığı belirtilmektedir. Bu nedenle bütün insanlar İslam fıtratına uygun olarak doğarlar. Rüşde erdiği zaman da aklını kullanabilenler, düşünerek sorgulayabilenler mutlaka bu fıtrata ulaşırlar. Aksi halde ama doğru, ama yanlış atalarının inançları içerisinde kalırlar. Bu bağlamda kimileri Şintoist, kimileri Budist, kimileri Zerdüşt, kimileri Ateist, kimleri de Allah'ın gerçek vahyi olan Kitapları ile ehli kitap Müslüman olurlar. Halbuki Rad 13, Hadid 1, Saffat 1, Tegabün 1, ve daha birçok ayette yer aldığı gibi doğadaki yaratılmış bütün canlı veya cansız varlıklar da bu fıtrata ve tesbihata / Allah'ı her türlü noksanlıklardan arındırmaya riayet ederler.
İSRA 44 : Yedi gök, yer küre ve bunların içindekiler Onu tesbih ederler. / Her türlü noksanlıklardan arındırırlar. Hiçbir şey yoktur ki Onu överek tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz. O Halim’ dir. Gafur’ dur.
CUMA 1 : Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, bütün Evrenin Meliki / hükümdarı, Kuddûs / tertemiz, her türlü kötülükten uzak olan, Aziz / en üstün, en güçlü, en şerefli, mutlak galip olan, Hakim / en iyi yasa koyan, sağlam yapan Allah'ı tesbih ederler / noksan sıfatlardan arındırırlar.
ZARİYAT 56 : " Ben cinn ve insi / bilmediğiniz ve bildiğiniz her şeyi sadece bana ibadet / kulluk etsinler diye yarattım. "
Gerçek şu ki toplumda Ateist ve din karşıtı kimseler dahi, dara düştükleri zaman gayri ihtiyari olarak Allah'a sığınmakta, bu da kulun duaya ihtiyacını, Allah‘a yalvarmanın, canlı cansız her şeyin Allah ile İlişkisinin fıtri olduğunu ortaya koymaktadır. Tesbih : Allah'ı, O'na yakışmayacak şeylerden uzak tutmak, yani Allah'ı yüceltmektir. Onun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile ilan etmek demektir. Bunun anlamı, en büyüğünden, en küçüğüne varıncaya kadar Evrendeki bütün canlı veya cansız varlıklar, atom, atom altı, proton, elektron, nötron, molekül denilen en küçük parçacığından en büyük gezegen, galaksi ve sistemlere varıncaya kadar her biri üzerilerine hüküm ve kanunla yüklenmiş, kodlanmış olan görevleri hiç aksatmadan aynen yerine getirirler, kıyamete kadar sürecek olan düzenin ve hayatın devamını sağlarlar, böylece Allah'a tesbihlerini gösterirler. Örneğin, Fizikokimya bilim dalında buhar basıncı ve doyma noktası kanunu diye, Allah'ın kodladığı ve her sıcaklıkta bir metre küp havanın taşıyabileceği su buharı miktarının ölçüsü bellidir. Eksi kırk derecede belirlenmiş ölçü aşıldığı zaman kar, sıfır derecenin üzerindeki sıcaklıklarda ise yağmur yağar. Böylece hava, içindeki su buharı, sıcaklık ve basınç kuralları, hiç şaşmadan Allah'ın hükmünü yerine getirmiş, Onu tesbih etmiş, her türlü kusurdan uzak olduğunun, büyüklüğünün kanıtı olmuş olur.
Dinimizin ana kaynağı, aynı zamanda kendi kendini açıklayan, ayrıntılarla detaylandıran ve tefsir eden olan yüce kitabımız Kur’an’da, doğrudan doğruya yirmi ayette dua sözcüğü ile ilgili ayetler geniş bir yer tutar. 200 kadar ayet de doğrudan doğruya dua ve fiillleri ile ilgilidir. Ayrıca tevbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini, Ondan dileklerini ifade eden çok sayıda ayet de yer almaktadır. Bu ayetlerin bir kısmında Allah’a dua edilmesi emredilmiş, bir kısmında da duanın usul ve adabı üzerinde durulmuştur. Allah'a yapılan kulluk ve ibadetlerin özü, beyni duadır. Bu ilişkide kesinlikle Allah ile kul arasında bir vasıta söz konusu değildir. Bu nedenle dua kulluğun en ileri mertebesi, ibadetlerin en önemlisidir. Furkan Sûresinin 77. ayetinde " De ki : ” Düâüküm / Yakarışınız olmasa Rabbim size değer verir mi ki de siz kesin kez yakarmadınız. Yalanladınız. Artık yakarmama yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır. Kendinizi bu durumdan kurtaramayacaksınız. " ifadelerinde gördüğümüz gibi kul, Allah katında duasıyla değer kazanır. Bu yakınlaşma, kulda Allah bilincini canlı ve sürekli kılar. Bu bilinçle küçülme ve saygı ile kulun secde etmesi / boyun eğmesi, Rabbinin otoritesine teslim olması, Allah'ın rahmet ve merhametini, bereketini çeker. Dualarda insan ana hatlarıyla, her türlü kötülükten kurtulmayı, korunmayı, iyiye güzele kavuşmayı diler. Bunu yaparken de önce Allah’a hamdederek tesbih eder / överek her türlü noksanlıklardan arındırır, Rahman, Rahim, Gafur, Kadir, Hakim gibi 99 ismiyle ifade edilen üstün vasıflarından biri veya birkaçı ile hitap eder ve yüceltir.
Her şeyin sahibi, her isteyene istediğini veren, Cennet ve Cehennemin ve Din / karşılık / hesap / Ahiret gününün sahibi, suçları affeden, bize yardım edecek olan, bağışı sınırsız olan, bize merhamet eden, bizi terbiye eden, rızıklandıran, istemesek de sonunda bizi huzurunda toplayıp hesap soracak olan Yüce Rabbimiz Allah'ın, tüm isim ve sıfatları ile düşünülmesine / Allah’ın anılması, hatırlanmasına İslam'da Zikrullah denir. Kur’anın bir ismi de zikir olduğundan, onun anlayarak okunması, ayetlerin tefekkür edilmesi de bir zikirdir. Allah’ı zikretmek, kulu Allah’a dua etmeye, yakarmaya sevk eder. Kul, bununla birlikte gönlünü Rabbine açar, seslenir, Onunla konuşur. Kur'anda Kaf Sûresinin 16. ayetinde “ Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. ” denildiği gibi zira Yüce Rabbimiz Allah, her an bizimledir. Her şeyi işiten, en iyi gören Semi ve Basir olandır. Sonsuz merhamet sahibi Rahim, çok bağışlayan esirgeyen Tevvab olandır. Bakara 152, 186, Hud 90, gibi bir çok ayette de Yüce Rabbimizin biz kullarına, duaya yaptığı davetini, uyarılarını görmekteyiz.
BAKARA 186 : Ve kullarım sana Benden sordukları zaman, biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana yakarınca yakaranın yakarışına cevap veririm. O halde artık onlar da Benim davetime uysunlar. Bana inansınlar.
Ayetlerde görüldüğü gibi duanın önemi anlatılmaktadır. Rabbimiz kullarına vereceği karşılığı “ Bana dua edin ki size karşılık vereyim ” hükmüyle doğrudan Kendisine dua edilmesi, Kendisinden istenmesi şartına bağlamıştır. Buradan çıkartılması gereken sonuç, duayı ancak Allah’ı hakkıyla bilerek, tanıyarak, takdir ederek ve inanarak, anlayarak okumak için Kur'ana yönelerek Allah’ı sıfatları ve güzel isimleri ile kavrayabilmiş olanların yapabileceği gerçeğidir.
ARAF 180 : Ve en güzel isimler Allah’ındır. Öyleyse Onu onlarla çağırın. Onun isimlerinden eğriliğe sapanları da terk edin. Onlar yapmakta olduklarının karşılığını yakında görecekler.
MÜMİNUN 118 : Ve de ki : “ Rabbim ! bağışla ve merhamet et. Ve Sen merhametlilerin en hayırlısısın. "
Rabbimiz bu ayetlerle bize Kendisinden başka sığınacak bir kapının olmadığı mesajını vermektedir. Allah’a dua etmek aslında tüm insanlık için de büyük bir nimettir. Herkesin aynı şekilde bu nimetin farkında olarak Rabbimize sığınması ve sadece O merhametliler merhametlisinden bağışlanma ve yardım istemesi gerekir. Nuh Peygamber de Nuh Sûresinin 5 - 12. ayetlerinde " Nuh dedi ki : Rabbim ! Şüphesiz ben toplumumu gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam sadece onların kaçmalarını arttırdı. Ve şüphesiz onları bağışlaman için her davetime kulaklarını tıkadılar. Kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesli de gizli gizli de çağırdım. Sonra dedim ki “ Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O çok bağışlayandır. Üzerinize bol yağmur yağdırsın, size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için ırmaklar bahçeler kılsın. ” Size ne oluyor ki Allah için vakar / ağır davranışı ummuyorsunuz. " ifadeleriyle belirtildiği gibi insanlığa aynı çağrıyı yapmıştı. Fakat insanoğlu Halim olan / mühlet verip hemen cezalandırmayan, vakur davranan Rabbimiz tarafından sonunda oluşturulan Nuh Tufanı ile verilmek istenen uyarıyı dahi unutarak, tarihin birçok dönemlerinde kibrini aşıp da yine de çoğunlukla bu tür davetlere icabet edememişti.
Ancak burada dua etmenin, istemenin " armut piş ağzıma düş " anlayışı ile sadece lafta kalmamasının, duanın aynı zamanda kişinin çabalar içerisinde olması gerektiğinin bilinmesi gerekir. Kişi öncelikle nasıl bir Allah'a dua edip yalvaracağını, sonra da ondan neleri isteyip istemeyeceğini, kendisinin o konularda neler yapıp, neler yapmayacağını öğrenmiş olması gerekmektedir. Peki bütün bunları nereden öğrenecektir ? Elbetteki bu öğrenme, öncelikle Kur'anın anlaşılarak okunması, düşünülmesi, sorgulanması, ardından da enfusi / kişinin önce kendi bedenindeki yaratılmanın mucizelerine, sonra yerde ve gökte yaratılmış olan afaki mucizelere bakması, farkına varması, bilgilenmesi sonucu kalpte oluşturulmuş tahkiki iman ile olabilecektir. Böyle yapılmayan, içinde bilginin, çabanın, emeğin bulunmadığı, bütün öz benlikle ve vücutta bulunan pozitif bio enerjinin kullanılamadan, konsantrasyonun sağlanamadığı, içten ve samimi olarak yapılamayan dualar yanlış adrese gönderilen dilekçelere benzer. Hem yerine ulaşmaz ve hem de isteğin karşılığı olmaz.
Kasas Sûresinin 88. ayetinde " Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya ted'u / dua etme, yalvarma. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Onun Zatından başka her şey yok olacaktır. " Şuara Sûresinin 213. ayetinde " O halde sakın Allah ile birlikte başka ilâha ted'u / dua etme, yalvarma. Sonra azaplandırılanlardan olursun. " ifadeleriyle yapılan uyarılara göre dua yalnız Allah'a yapılır. Allah’ın dışında hiç kimseden, Peygamber de dahil şefaat ya resülullah, yüzü suyu hürmetine denilerek, yatırlar, şeyhler, ağabeyler, üstatlar ve de türbelerdeki Veli denilen ölmüş zatlardan yardım talep edilemez, dua ile yetiş ya (.... ) hazret ! denilerek bir istekte bulunulamaz. Rad 14, Araf 194 - 195, Nahl 20, Nisa 117, Hacc 12 - 13. gibi ayetlerde de Allah'tan başkasına dua edenler kınanmakta, uyarılmakta ve Ahkaf Sûresinin 5. ayetinde de " Ve Allah'ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışından habersizler de. " denilerek belirtildiği gibi, sapkınlıkla suçlanmakta, dua edilenlerin hiç birinin insanların duasını duyamayacağı, karşılık veremeyeceği belirtilmektedir. Onların kendileri Allah’ın rahmetine merhametine, dilemesine muhtaçtırlar Peygamberimiz dahi Ahkaf Sûresinin 9. ayetinde " Ve ben, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tabi oluyorum ...” Demektedir.
Kur’anda, insanın çaresizlik içinde olduğu zor şartlarda duaya baş vurmasındaki genel psikolojik yapısı ile, zor şartların ortadan kalkmasından sonra duaya yönelişindeki belirgin zayıflamanın psikolojisi üzerinde önemle ve ısrarla durulmuştur. Bununla ilgili ayetlerde bu iki durum arasındaki dini yöneliş farklılıkları açıklanırken insan tabiatındaki fıtri ve külli bir motifin bulunduğu da ortaya konulmaktadır. İnsanın bir tehlike ve sıkıntı içerisinde olduğu zaman bütün samimiyetiyle Allah’a yöneldiği, dua edip iyilik ve başarı istediği, ama ihtiyaç ve sıkıntısının giderildiği, kendisini emniyet içinde gördüğü durumlarda ise dua isteğinin zayıfladığı, Allah’a yönelmenin azaldığı, bundan dolayı da insanın nankör ve bencil olduğu bir çok ayetle dile getirilmektedir.
YUNUS 12 : İnsana zorluk dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, ayaktayken Bize yalvarır. Ama sıkıntısını çözdüğümüzde kendisine dokunan bir zorluk yüzünden Bize hiç yalvarmamış gibi çekip gider. Haksızlığa, aşırılığa sapanlara yapmakta oldukları işte böyle süslü gösterilmiştir.
FUSSİLET 49 : İnsan hayır için dua etmekten bıkıp usanmaz. Kendisine bir şer dokunmaya görsün, hemen ümidini keser yıkılır.
NAHL 53 : Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa Allah’tandır. Size bir zarar dokunduğunda, yalnız O’na sığınırsınız. Sonra zararı sizden giderince, içinizden kimileri Rabblerine hemen ortak tanrılar edinirler.
DUA ETMENİN ADABI : Nisa Sûresinin 32. ayetinde " Ve Allah’ın bazınıza, diğerlerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Ve Allah’ın fazlından / Lütfu, ihsan ve keremi olan nimetlerinden isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi en iyi bilendir. " Nisa Sûresinin 134. ayetinde " Kim dünya sevabını istiyor idiyse ; Bilsin ki dünya ve ahiret sevabı yalnızca Allah katındadır. " Araf Sûresinin 55. ayetinde " Rabbinize alçala alçala ve gizlice / açıkça göstererek dua edin. " Araf Sûresinin 205. ayetinde de " Ve her zaman kendi içinden, korkarak ve alçala alçala, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma. " ifadeleriyle yapılan uyarılarda gördüğümüz gibi elbette ki dua etmenin de belli bir adabı ve kuralı vardır. Dua edilirken önce Allah, üstün sıfatlarıyla ve ( Rahman, Rahim, Gafur, Kadir, Vehhab, Tevvab, Azim, Kerim, Hakim ) gibi güzel isimlerinden bir veya birkaçı ile anılıp O’na övgü ile hamd edilmeli, yüceltilmeli, tesbih edilmeli, bütün noksanlıklardan uzak olduğu kalp ve dil ile belirtilmeli, sonra da acizliğimizin bilincinde olarak kişisel ve makul olan ve haddi aşmayan istekler dile getirilmelidir. Fatiha Sûresinde öğretilen, anlaşılarak okunduktan sonra yerine getirilebilen ve rehber edinilebilen dua buna en güzel bir örnektir. Kur'anda bize de örnek olması bakımından değişik peygamberlerin dua örneklerine yer verildiği gibi, İbrahim Peygamberin de Allah’a güzel isimleri ile hitap ederek dua ettiği, yakardığı da Kur’an ayetleri ile gösterilmektedir.
ŞUARA 78 - 82 : İbrahim : “ Peki siz ve en eski babalarınızın nelere tapmış olduğunuzu hiç düşündünüz mü ? İşte onlar benim düşmanımdır. Ancak alemlerin Rabbi ayrı. O Halık’ tır. / Beni yaratandır. Ve bana doğru yolu gösterendir. O bana yediren ve içirendir. O bana hastalığımda şifa verendir. / Şafi olandır. O benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. Ve O din günü / hesap günü kusurumu bağışlayacağını umduğumdur.
ŞUARA 83 – 85 : Rabbim bana hüküm ver ve beni iyilere kat. Ve beni sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl. Ve beni nimeti bol cennetin mirasçılarından kıl.
Umarak, korkarak, ürpererek, inanarak, güvenerek ve samimiyet içerisinde yapılan duanın, en iyi uygulanma zamanı günlük meşgalelerden uzak bulunulan gece ve seher vakitleridir. Huşu ile yapılan bu bireysel duanın yanı sıra haddi aşmamak ifrata kaçmamak kaydıyla toplu olarak dua etmenin de samimiyet ve heyecan duygularını canlandırması bakımından etkili olacağı söylenebilir. Ancak duayı yaptıranın dua adabını çok iyi bilmesi, haddi aşmama bilincinde olması, secili ve anlamı bilinmeyen Arapça ifadelerden ve laf kalabalığından, kalıplaşmış, ezberlenmiş cümlelerden uzak durması kaydı ile….!
Dua, sadece dil ile değil, gönül ve tüm beden dilleriyle de birlikte yapılmalı ama Allah’ın koyduğu sınırlar aşılmamalıdır. Edebiyat yapma gayretine girilmemeli ve yapmacık tavırlardan kaçınılmalıdır. Allah tarafından kabul edileceğine kesinlikle inanılarak yapılmalıdır. Kimsenin zararı istenmemeli haksız ve yersiz abartılı isteklerde bulunulmamalıdır. Kur’anda yer almış Allah’ın tasvip ettiği türden, yani günahların affı, kötülüklerin defi ve örtülmesi, canın iman ile, iyilerle beraber alınması, hidayet, tevbenin kabulü, hayırlı bir nesil, dünyada iyi ve güzel işler yapabilmek, her türlü kötülükten korunmak, cehennem azabından uzak tutulmak, ilim ve sağlık istemek, ölmüş büyüklere ve yakınlara Ahiret hayatında rahmet dilemek için olmalıdır. Kur’anın ilâhi ilkelerine ilk teslim olan, onları ilk uygulayan, vahiy ile terbiyelenen Resülullah da muhataplarına “ Ey insanlar nefislerinize yumuşak davranın, sesinizi yükseltmeyin. Çünkü sizler sağırı ve sizden uzakta olmayan birini çağırmıyorsunuz. Lakin sizler Semi ve Basir olan ( en iyi işiten ve gören ) Allah’a dua ediyorsunuz ” demiş, Hayber seferine bağıra, çağıra dua ile giden sahabelerin sesini duyunca onları uyarmış, secili, kafiyeli ve ısmarlama, basma kalıp duaları uygun görmemiştir. ( Buhari Kitabü'l Da'vat 50. Bab 77. hadis )
Dua adabı ve Kur’an ayetlerinde yer alan bu kurallar dikkate alındığında, camilerde, televizyon ekranlarında, mevlitlerde, değişik törenlerde, cenaze merasimlerinde ve evlerde cenaze ardından yapılan tebareke dualarında, artistik ve şova dayalı gösteriler eşliğinde adeta Allah’a emirler yağdıran düzmecelerin dua olmadığı bilincine varılmalıdır. Araf Sûresinin 55. ayetinde " İnnehû lâ yühıbbül mu'tedîn " ( O haddi aşanları sevmez ) denildiği gibi Duada haddi aşmamak, dua adabı içinde dikkat edilmesi gereken en önemli davranıştır. Başkalarına ait kalıplarla içeriğini anlamadan Arapça yapılan, adeta insanları bıktırırcasına dakikalarla uzatılan dualar da haddi aşmanın bir örneğidir. Gereksiz, anlamsız, gayri meşru, şeyler için dua etmek, emek harcamadan, çabalamadan bir istekte bulunmak da haddi aşmak örneklerindendir. Ayette de gördüğümüz gibi, Allah haddi aşanları sevmez. Maalesef Müslümanlara yüz yıllardır birilerinin derlediği kalıplaşmış ifadeler veya Kur'andaki bazı ayetler dua diye okutturulmaktadır. Halbuki dua okunmaz, dua edilir. Her insanın da değişik zaman ve değişik koşullarda sıkıntıları, dertleri ve istekleri de farklı farklıdır. Aşağıda gösterdiğimiz Kur'anda bazı dua formunda olan ayetlerden de yararlanılabilir.
* Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et. ( Ali İmran 38 )
* Ben gerçekten yalnızca Rabbime dua ediyorum. Ve O’na hiç kimseyi ortak koşmuyorum. ( Cin 20 )
* Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız. ( Araf 23 )
* Rabbim bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan olurum. ( Hud 47 )
* Rabbim benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz ki söyleyeceklerim kavransın. ( Furkan 35 )
* Rabbim Müslüman olarak benim hayatıma son ver. Ve beni Salihlerin arasına kat. ( Yusuf 101)
* Ey Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi bağışla, ateşin azabından koru. ( Ali İmran 16 )
* Ya Rabbi ! Unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbi ! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ya Rabbi ! Gücümüzün yetmeyeceği yükü bize yükleme, bizi affet. Bizi bağışla, bizi esirge. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. ( Bakara 286 )
Sonuç olarak anlayarak okuyup Kur'anı bilen, hükümlerine uyan, Allah'a inanan insan, kendisini yaratan, önüne sayısız nimetleri seren, çok merhamet eden, koruyup kollayan ve yaşatan, inandığı Allah’ına, İslam yaşamının bütünlüğü içerisinde kulluğunu göstermek, acizliğini ifade ederek, O’nu her türlü noksanlıklardan uzak tutarak tesbih etmek / yüceltmek, gönlünü açıp kusurlarından dolayı af ve yardım dilemek gibi nedenlerle fıtri olarak Rabbi Allah ile iletişime geçmek zorundadır. Bu iletişim, Mümin Sûresinin 60. ayetinde " Ve sizin Rabbiniz “ Bana yalvarın, üdûnî / dua edin ki size karşılık vereyim. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, şüphesiz yalnız Allah’a yönelmek, O’na yakarmak, niyaz etmek olan Dua yolu ile gerçekleşir. Bu ise bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu bildiren Yüce Rabbimiz Allah'la doğrudan ve bire bir konuşmaktır. Hakk Dinin ana ve yegâne kaynağı olan yüce kitabımız Kur'anda dua sözünün bizzat kullanıldığı ve tüm insanlara yönelik olan 200 civarındaki ayette bu iletişimden / aslında namazdan söz edilmekte, hem Yüce Allah’ın “ Rabb " sıfatı / programcılığı, yöneticiliği ön plana çıkarılmış, hem de dua etmenin adabı, usulü açıklanmış olmaktadır. Rabbimiz Kur'an ayetleriyle Kendisine yapılacak niyazı dil, beden, gönül üçlüsü ile yapılmasını istemektedir. Müslüman toplumlarında bu tarz yapılan dua ve niyaz, namaz kılmak inancıyla yerleşmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla değişik zaman dilimlerinde yerine getirilen namaz ibadeti de, aslında Allah'a yönelerek dua etmenin, Allah'la konuşmanın en önde gelen araçlarından birisidir. ( Namazla ilgili daha geniş bilgileri " Kur'ana Göre Namaz Nedir ? Namaz Allah'la Konuşmaktır Namazımı Nasıl Kılabilirim " başlıklı makalelerimizde bulabilirsiniz. ) Allah'ın selamı, rahmeti, makbul ve karşılık bulmuş dualarınız sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
T.D.V. İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
Osman Cilacı : İslam Öncesinde Dua
Selahattin Parladır : İslam'da Dua
Prof. Süleyman Uludağ : Tasavvufta Dua Anlayışı