Konu Detay

KUR'ANA GÖRE DUA NEDİR ?

 21.11.2016
 5894

Üzerinde  yaşadığımız  Dünya,  güzelliklerle  ve  kötülüklerle  donatılmış  ikili  zıtların  varlığıyla  oluşan,  zaman  kavramının  yanı  sıra  üç  boyutlu  maddesel  yapıdaki  bir  hayata  mekânlık  etmektedir. Fıtri  olarak  Yaratan  katında,  zıtların  çarpışması  ve  insanın  olumsuzlukların  karşısında  güzelliklerin  de  farkına  varıp  haz  duymasıyla  tekâmülünün  sağlanabilmesi  esasına  oturtulmuş  bir  hayattır.  Bu  esasa  dayanmayan  âlem,  ölüm  ötesi  âlemdir  ki,  orada  zaten  Cenneti  hak  edenler  için,  zulüm  de,  kötülük  de  zıtlıklar  da  söz  konusu  olamaz. Bu  nedenle  Tarih  boyunca  var  olup  toplu  yaşama  geçmelerinden  bu  yana,  insanların  karşılaştıkları  kötülüklerin,  korkuların,  sıkıntıların  sonucunda  göremedikleri  fakat  var  olduğuna  fıtri  olarak  inandıkları  güçlerden   korunmak,  yardım  istemek  şeklinde  olan  dua  etme  inancı,  ilkel  veya  gelişmiş,  gelmiş  geçmiş  bütün  topluluklarda,  yaşamlarının  önemli  bir  kısmında  ibadet  olarak  yer  almıştır. Genellikle  korkulan  güçlerden,  her  türlü  kötülükten  kurtulmak  ve  iyiye,  güzele  kavuşmak  için,  inanılan,  İslam  dışında  ve  önceki  ilkel  toplumlarda  dahi,  çeşitli  güç  ve  Tanrılara  yakarmak,  yardım  istemek  amacıyla  bireysel  veya  genellikle  müşterek  duaların  yapıldığını  görüyoruz.  İlkel  toplumlarda  genellikle  görülen  müşterek  dua,  aile  reisi,  kabile  başkanı  veya  din  sorumlusu  liderin,  bir  rahibin  yakarışlarına   toplumun  amin  diyerek  katılması  şeklinde  olmaktaydı. Dua  bütün  dinlerde  yaşam  koşullarına  bağlı  olarak  içerik,  şekil  ve  anlatım  biçimine  göre  bazı  türlere  ayrılmaktadır. Genellikle  gelecekteki  endişelerden,  kötülüklerden  korunma  ve  dünya  nimetlerinden  yararlanma  isteği,  duanın  en  belirleyici  özelliği  idi. Asıl  ve  en  yaygın  olanı  toplu  ayin  “  Yalvarıp  yakarmak  ”  bu  esnada  da  bir  şeyler  kurban  edilerek,  hediye  sunmak  şeklinde  olmuştur. Zaman,  mekân  ve  dua  şekliyle  ilgili  olarak  uygulamalarda  bazı  şekli  unsurlar  da  gözetilmiş,  Dua  her  yerde  ve  her  zamanda  yapılabildiği  halde,  tarih  boyunca   çeşitli  dinlerde,  tarihi  olaylara,  doğanın  ritmine,  dışsal  etkilere  ve  çıkan  olaylara  bağlı  olarak  dua  için  özel  mekânlar,  tapınaklar  oluşturulmuş,  buralarda  belirli  zamanlarda  toplu  dua  etmenin  daha  etkili  olacağına  inanılmıştır.  Kişinin  ve  toplumun  iç  dünyasını  yansıtan  bu  dışsal  etkiler  de  duanın  özünde  vücut  diliyle  de  desteklenen  " Ayakta  durma,  diz  çökme,  eğilme,  yere  kapanma,  başını  eğme,  boyun  bükme,  elleri  gök  yüzüne  kaldırma,  iki  yana  açma,  kavuşturma,  kenetleme,  gözleri  yukarı  dikme,  ayakların  çıplak  veya  giyinik  olması,  değişik  musiki  aletlerini  kullanarak  dans  etme  "  gibi  ayrıntılar,  değişik  toplumlarda  değişik  şekli  davranışları  da  ortaya  çıkarmıştır. 

Bu  bağlamda  ilk  çağlarda  Orta  Doğu,  Sümer,  Babil  ve  Yunan  dinlerinde,  birbirine  benzeyen  kolektif  şiirler  de  dua  olarak  kullanılırdı.  Romalılar  dualarını  Jüpiter  mabedinde  yapar,  Sümerler  sevinçlerini  göstermek,  duanın  inandırıcı  olmasını  sağlamak  için  Hint  Yogasında  olduğu  gibi  dua   esnasında  ellerini  başlarının  üstüne  koyar,  ellerini  alınlarına  çarpar,  böylece  ölülerine  de  saygı  göstermiş  olurlardı. Bu  esnada  sınırı  belirlenemeyen  büyü  ile  dua  da  birbirine  karıştırılırdı. Bu  törenlerde  kutsal  eşyaların  öpülmesi,  okşanması  da  dua  uygulamaları  arasındaydı. Genellikle  güneş  doğarken  ve  batarken,  ekim  ve  hasat  zamanları  dua  için  en  uygun  zamanlar  olarak  görülürdü. Hint  mistisizminde  Upanişadlardan  /  Var  olan  her  şeyin  Brahman'ın  bütünlüğünden  bir  parça  olduğunu  anlatan  kitaplardan  kaynaklanan  ve  Yoganın  psikotekniğine  dayanan  ibadetsiz  bir  dua  türü  de  bulunmakla  beraber  Hinduizm'de,  dua  inandırıcı  sözlerle  yapılır.  Ortak  dualarının  sembolü  bir  çeşit  " besmele "  demek  olan  "  om "  dur. Budizm'de  de  Buda'ya  Tanrı  yerine  konularak  dua  etmek,  Ondan  istekte  bulunmak  inancı  ve  geleneği  hakimdir. Uzak  doğu   Asya  inancı  olan  Şintoizm'de  ise  dua,  mabet  veya  evde  kendileri  için  en  makbul  yiyecek  olduğu  için  tanrılara  pirinç  ve  pirinç  şarabı  sunmakla  yerine  getirilir.

Ehli  Kitap  /  Allah'ın  vahyi  olan  kitaba  uyma  inancında  olanlardan  Yahudiler,  duayı  Allah'a  yaklaşma  vesilesi  olarak  görürler,  ayaklarını  bitiştirmek,  diz çökmek,  baş  eğmek,  elleri  göğe  açmak  ve  Kudüs'e  yönelmek  suretiyle  dua   ederler,  toplu  duayı  da  daha  makbul  görürler.  Sabah,  öğle,  akşam   olmak  üzere  günde  üç  defa  olan  dualarına  ilave  olarak,  ayrıca  Tanrının  Kâinatı  altı  günde  yaratmış  olduğu  inançlarından  dolayı  yedinci  günü  dinlendiği  gibi,  kendilerinin  de  dinlenmeye  ve  tamamen  Tanrıya  yakarmak  için  ayırdıkları  Cumartesi  günleri  /  Sebt  günü  /  Şabat  günü  Sinagogda  ve  Bayram  günlerinde  de  toplu  olarak  duaları  vardır.  Onlar  için  dua  öncesi  el  ve  ayakların  ön  temizliğini  yapmak  ve  özel  ayin  elbisesi  giymek  önemlidir.  Sabah  duasında  dua  atkısı  kullanılır,  dua  kayışı  da  sol  pazıya  ve  alna  takılır.  İbranicede  " Tephillah "  sözcüğü  dua  anlamına  gelir. Tevrat'ta  mezmurlar   denilen  altmış  altı  cümle,  doğrudan  veya  dolaylı  olarak  dua  ile  ilgilidir  ve  dua  esnasında  bu  mezmurlar  okunur.

Yine  Ehli  Kitap  /  Allah'ın  gerçek  vahyi  Kitap  ile  beraber  olma  inancında  olan  Hristiyanlarda  da  dua,  dini  hayat  açısından  büyük  bir  önem  taşır.  Dua  Tanrıya  ulaşma,  Onu  tanıma  ve  vicdanın  sesi  olarak  nitelendirilmektir. Duanın  temelinde  güven  ve  yüce  bir  inanış  vardır.  Luter'e  göre  dua  inancın  eseri,  Calvin'e  göre  Allah'ı  kavrayabilme  inancının  her  gün  tekrarlanmasıdır.  İncillerde  duayı  ilgilendiren  yetmiş  beş  kadar  cümle  bulunmaktadır. Duada  İsa  peygamber  temel  unsuru  teşkil  etmekle  beraber,  Kur'anın  İslam'ına  ve  bize  göre  de  şirk  olan  teslis  inancıyla  Allah  ve  Ruhul  Kudüs'ü  de  dahil  etmek  önemli  rükünlerdendir.  Katolik  Kilisesinde  günde  yedi  ayrı  dua  saati  bulunmaktadır. Sabah  öğle  ve  akşam  dualarına  ilave  olarak  haftalık  Pazar  günleri  ve  yıllık  paskalya  duaları,  " Vesperum "  denilen  kilise  melodileri  ile  mezmurların  ( dört  İncil'deki  dua  ile  ilgili  şiirsel  bölümlerin )  eğitilmiş  şarkıcılar  tarafından  ilâhi  olarak  okunması  eşliğinde,  manastırlarda   keşişler,  rahipler  gözetiminde  yapılır.  Katolik  Ortodoks  veya  Protestan  kiliselerinde  bu  vakit  sayıları  ve  ayin  ritüelleri  farklılık  göstermektedir.

Dinimiz  Müslümanlıkta  ise,  inandığımız  Allah’ımıza  kulluğumuzu,  acizliğimizi  göstermek,  gönlümüzü  açmak, af  dilemek, yardım  talep  etmek,  Allah'ı  birleyerek  ortak  koşmadan  Onu  Tevhit  /  Lailâhe  illallah  deyip  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur  demenin  bilinci  ve  inancıyla  hamdedip  /  övgüyle  tesbih  ederek  her  türlü  noksanlıklardan  arındırmak  gibi  nedenlerle  iletişime  geçeriz.  Bu  iletişim  şüphesiz  ki  yalnız  dua  yolu  ile  gerçekleşir. Bu  nedenle  Dua  :  Yaratan  ve  her  şeye  Kadir  olan,  Allah’ın  yüceliği  karşısında  kulun  aczini  itiraf  ederek,  ana  hedefinde  korunup  kollanmak  için  Ondan  yardım  dilemesi,  bağışlanması  için  yalvarıp  yakarmasıdır.  Dua  dinimizde  de  “ çağırmak,  seslenmek,  istemek,  Allah’ tan  yardım  talep  etmek ” demektir. Duada  insan  önce  övgü  ile  Allah'a  hamd  eder  /  Allah'ı  her  türlü  noksanlıklardan  uzak  tutarak  üstün  vasıflarıyla,  Esma i  Hüsna'sıyla  / Güzel  isimleriyle  yüceltir.  İbn  Mansur  da  dua  etmenin  "  Allah'ın  birliğini  dile  getirme,  Onu  övgüyle  anma,  *  Allah'tan  af,  merhamet  gibi  manevi  isteklerde  bulunma, *  Allah'tan  dünyevi  nimetleri  isteme  ile  üç  basamağının  bulunduğunu  belirtmiştir. (  Lisanü'l  Arab  da'v )  Allah’tan  bu  dünyadan  da,  Ahiret  hayatı  için  de  iyilikler  talep  edebiliriz.  Sıkıntılarımızı,  tasalarımızı,  dertlerimizi  hiç  çekinmeden  makul  olan  ve  haddi  aşmayan,  kendi  gücümüzün  üstündeki  her  isteğimizi  dile  getirebiliriz. Rahmeti  sınırsız  olan  Allah,  kulunun  istemesinden  bıkmaz.  Duanın  ana  hedefi,  insanın  kendi  gücünün  yetmediği  şeylerde,  Allah'a  halini  arz  etmesi  ve  Ona  niyazda  bulunması  olduğuna  göre  bu,  Allah  ile  inanan  kul  arasındaki  bir  diyaloğu  ve  yakınlaşmayı  ortaya  koyar.  Bundan  dolayı  duaya  “  münacat  ” ( Allah  ile  gizliden  ve  ruhsal  olarak  konuşma )  adı  da  verilir.

Değişik  toplumlar  ve  değişik  inançlar  açısından  Duanın  değişik  tarifi  ve  ayrıntıları  ortaya  konulmakta,  "  Dua  ve  düşüncenin  "  birbirinden  farklı  oluşunun  üzerinde  de  durulmaktadır.  Muhammed  İkbal'e  göre  Dua  ve  ibadet,  Kâinatın  dehşet  verici  sessizliği  içinde  insanoğlunun  kendisine  bir  cevap  bulabilmek  için  hissettiği  derin  hasret  ve  iştiyakın  /  güçlü  isteğin  ifadesidir. Tabiatı  ilmî  olarak  araştırmak  bizi  "  mutlak  hakikatle  "   temas  haline  getirir.  Bu  da  bir  bakıma  dua  ve  ibadettir.  Ancak  yine  de  dua  ve  ibadet,  bu  zihni  faaliyetin  zorunlu  bir  tamamlayıcısı  olarak  kabul  edilmelidir. ( İslam'da  Dini  Tefekkürün  Yeniden  Teşekkülü  sa.  105 - 109 )  Çünkü  tabiatın  üzerinde  araştırma  yapanlarda  Ali  İmran  Sûresinin  190 - 191. ayetlerinde "  Göklerin  ve  yeryüzünün  oluşturuluşunda,  gecenin  ve  gündüzün  ardarda  gelişinde,  elbette  ayaktayken,  otururken  ve  yanları  üzerinde  iken  Allah'ı  anan,  göklerin  ve  yerin  oluşturuluşu  üzerinde  "  Rabbimiz !  Sen  bunu  boş  yere  oluşturmadın "  Sen  tüm  noksanlıklardan  arınıksın.  Artık  bizi  ateşin  azabından  koru ! "  ifadeleriyle  yaratılmanın  mucizeliğine  değinilerek,  duanın  da  bu  azamete  layık  olduğu  belirtildiği  gibi,  düşüncenin,  dini  şuurun  uyanmasına  yol  açacak, Yüce  bir  kudrete,  üstün  akıla  kabulle  düşünebilenleri  de  duaya  yöneltecek,  Allah'ın  her  yaratmasında   bir  "  ayet  /  mucize  "  nin  olduğu  görülecektir.  

Dua  sözcüğü,  yardım  istemek,  çağırmak,  seslenmek  anlamında  " da' vâ "  sözcüğünden  gelen  bir  mastar  olup,  küçükten  büyüğe,  aşağıdan  yukarıya  doğru  yönelen  istek  ve  niyaz  anlamında  kullanılan  bir  isimdir. İslam  literatüründe  ise  Allah'ın  yüceliği  karşısında  kulun  değersizliğini,  acizliğini,  hiç  olduğunu  gösterip,  sevgi  ve  tazim  duyguları  içerisinde  lütuf  ve  yardımı  dilemesini  ifade  eder.  Bu  da  kul  ile  Allah  arasında  bir  iletişim,  doğrudan  konuşma  anlamını  taşır,  aynı  zamanda  da  sınırlı,  sonlu  ve  aciz  olan  varlığın,  sınırsız,  sonsuz  kudret  sahibi  ile  oluşturduğu  bir  köprüdür.

Fakat  Dua  kavramı,  daha  sonradan  Müslüman  toplumlarında  Kur'anın  onaylamamasına  rağmen  ortaya  çıkmış  Mezhep,  Tarikat  ve  Cemaatler  tarafından  saptırılmış,  abartılmış,  zikretmek  adıyla  dua  ve  ayrıntı  şekilleri  oluşturulmuştur. Yine  Kur'anın  dışında  ortaya  çıkmış  şirk  ve  küfürlerle  dolu  Tasavvuftaki  Sufilikte  dua  özellikle  duayı  yapanlara  göre  farklı  şekillere  sokulmuş,  halkın  duası  söz,  zahidlerin  /  dini  yasaklardan  sakınan  Sufilerin  duası  davranış,  Ariflerinki  /  Mürşitlerin  ise  hal  iledir  denilerek  sınıflandırmaya  tabi  tutulmuştur. ( Kuşeyri  sa. 528 ) Bununla  da  kalınmamış  yapılan  duanın  kapsamı  zamanla  değişmiş,  daha  sonraki  dönemlerde  yerini  Allah  sevgisi  ve  aşkı  almış,  vahdeti  vücutla  ilgili  kavram  ve  deyimler  duaların  özünü  oluşturmuştur. Bu  sapkın  ve  küfür  olan  inançlar  çerçevesinde  dua  genellikle  sözle,  bazen  de  susularak  yapılır  olmuş,  Allah'a  ulaşılmak  istenen  bir  sevgili  olarak  görüldüğünden,  perdelerden  ve  hicrandan / ayrılıklardan  yakınılır,  vuslat  / sevgiliye  kavuşma  ve  müşahade /  Allah'ın  tecellilerinin  görülebilmesi  talep  edilir,  Allah'a  "  Habib  /  sevgili,  mahbub /  erkek  sevgili,  maşuk / aşık  olunan  erkek  sevgili,  yar,  can,  canan  "  şekillerinde  hitap  edilir  olmuştur. Her  şeyden  ve  insan  yapısından  ve  cinsiyetinden,  bütün  dünya  kavramlarından  münezzeh  olan  Allah,  Tasavvufi  Sufilik  inancıyla   erkek  sevgili  yapılmış,  dua  edeceğiz  derken  küfrün  ve  şirkin  dibine  inilmiştir.

Yüce  Kitabımız  Kur’an’da  Araf  Sûresinin  172 - 173.  ayetlerinde ;  "  Halbuki  senin  Rabbin,  kıyamet  günü,  Biz  bunlardan  bilgisizdik  demeyesiniz  yahut,  Bundan  önce  atalarımız  ortak  koşmuş,  biz  onlardan  sonra  gelen  kuşaklarız,  batılı  işleyenlerin  işledikleri  nedeniyle  bizi  mi  cezalandıracaksın ?  demeyesiniz  diye,  Ademoğullarının  sulbünden  onların  soylarını  alır  ve  onları  kendi  nefislerine  tanık  eder ;  Ben  sizin  Rabbiniz  değil  miyim ?  Derler  ki :  Elbette  Rabbimizsin,  tanıklık  ediyoruz. "  ifadeleriyle  insandaki  dini  eğilimin  ve  duanın  fıtri / yaratılıştan,  insanlık  tarihinden  itibaren  atalarından  bu  yana  genlerine  işlenmiş  olduğu,  Allah’ı  tanıma  ve  Onun  terbiyesine  girmenin  henüz  dünyada  hayat  bulmadan  önceden  başladığı  belirtilmektedir. Bu  nedenle  bütün  insanlar  İslam  fıtratına  uygun  olarak  doğarlar.  Rüşde  erdiği  zaman  da  aklını  kullanabilenler,  düşünerek  sorgulayabilenler  mutlaka  bu  fıtrata  ulaşırlar.  Aksi  halde  ama  doğru,  ama  yanlış  atalarının  inançları  içerisinde  kalırlar.  Bu  bağlamda  kimileri  Şintoist,  kimileri  Budist,  kimileri  Zerdüşt,  kimileri  Ateist,  kimleri  de  Allah'ın  gerçek  vahyi  olan  Kitapları  ile  ehli  kitap  Müslüman  olurlar. Halbuki  Rad 13,  Hadid 1,  Saffat 1, Tegabün 1,  ve  daha  birçok  ayette  yer  aldığı  gibi  doğadaki  yaratılmış  bütün  canlı  veya  cansız  varlıklar  da  bu  fıtrata  ve  tesbihata  /  Allah'ı  her  türlü  noksanlıklardan  arındırmaya  riayet  ederler.

İSRA 44 :  Yedi  gök,  yer  küre  ve  bunların  içindekiler  Onu  tesbih  ederler.  /  Her  türlü  noksanlıklardan  arındırırlar.  Hiçbir  şey  yoktur  ki  Onu  överek  tesbih  etmesin.  Fakat  siz  onların  tesbihlerini  anlamıyorsunuz. O  Halim’ dir.  Gafur’ dur.

CUMA  1  :  Göklerde  ve  yeryüzünde  olan  şeyler,  bütün  Evrenin  Meliki  / hükümdarı,  Kuddûs  /  tertemiz,  her  türlü  kötülükten  uzak  olan,  Aziz  /  en  üstün,  en  güçlü,  en  şerefli,  mutlak  galip  olan,  Hakim  /  en  iyi  yasa  koyan,  sağlam  yapan  Allah'ı  tesbih  ederler /  noksan  sıfatlardan  arındırırlar.

ZARİYAT  56  :  "  Ben  cinn  ve  insi  /  bilmediğiniz  ve  bildiğiniz  her  şeyi  sadece  bana  ibadet  /  kulluk  etsinler  diye  yarattım.  "

Gerçek  şu  ki  toplumda  Ateist  ve  din  karşıtı  kimseler  dahi,  dara  düştükleri  zaman  gayri  ihtiyari  olarak  Allah'a  sığınmakta,  bu  da  kulun  duaya  ihtiyacını,  Allah‘a  yalvarmanın,  canlı  cansız  her  şeyin  Allah  ile  İlişkisinin  fıtri  olduğunu  ortaya  koymaktadır. Tesbih  :  Allah'ı,  O'na  yakışmayacak  şeylerden  uzak  tutmak,  yani  Allah'ı  yüceltmektir.  Onun  her  türlü  kemal  sıfatlarla  donanmış  olduğunu  iyi  kavramak  ve  bunu  her  vesile  ile  ilan  etmek  demektir.  Bunun  anlamı,  en  büyüğünden,  en  küçüğüne  varıncaya  kadar  Evrendeki  bütün  canlı  veya  cansız  varlıklar,  atom,  atom  altı,  proton,  elektron,  nötron,  molekül  denilen  en  küçük  parçacığından  en  büyük  gezegen,  galaksi  ve  sistemlere  varıncaya  kadar  her  biri  üzerilerine  hüküm  ve  kanunla  yüklenmiş,  kodlanmış  olan  görevleri  hiç  aksatmadan  aynen  yerine  getirirler,  kıyamete  kadar  sürecek  olan  düzenin  ve  hayatın  devamını  sağlarlar,  böylece  Allah'a  tesbihlerini  gösterirler.  Örneğin,  Fizikokimya  bilim  dalında  buhar  basıncı  ve  doyma  noktası  kanunu  diye,  Allah'ın  kodladığı  ve  her  sıcaklıkta  bir  metre  küp  havanın  taşıyabileceği  su  buharı  miktarının  ölçüsü  bellidir. Eksi  kırk  derecede  belirlenmiş  ölçü  aşıldığı  zaman  kar,  sıfır  derecenin  üzerindeki  sıcaklıklarda  ise  yağmur  yağar.  Böylece  hava,  içindeki  su   buharı,  sıcaklık  ve  basınç  kuralları,  hiç  şaşmadan  Allah'ın  hükmünü  yerine  getirmiş, Onu  tesbih  etmiş,  her  türlü  kusurdan  uzak  olduğunun,  büyüklüğünün  kanıtı  olmuş  olur.

Dinimizin  ana  kaynağı,  aynı  zamanda  kendi  kendini  açıklayan,  ayrıntılarla  detaylandıran  ve  tefsir  eden  olan  yüce  kitabımız  Kur’an’da,  doğrudan  doğruya  yirmi  ayette  dua  sözcüğü  ile  ilgili  ayetler  geniş  bir  yer  tutar.  200  kadar  ayet  de  doğrudan  doğruya  dua  ve  fiillleri  ile  ilgilidir.  Ayrıca  tevbe,  istiğfar  gibi  kulun  Allah’a  yönelişini,  Ondan  dileklerini  ifade  eden  çok  sayıda  ayet  de  yer  almaktadır. Bu  ayetlerin  bir  kısmında   Allah’a  dua  edilmesi  emredilmiş,  bir  kısmında  da  duanın  usul  ve  adabı  üzerinde  durulmuştur.  Allah'a  yapılan  kulluk  ve  ibadetlerin  özü,  beyni  duadır.  Bu  ilişkide  kesinlikle  Allah  ile  kul  arasında  bir  vasıta  söz  konusu  değildir. Bu  nedenle  dua  kulluğun  en  ileri  mertebesi,  ibadetlerin  en  önemlisidir. Furkan  Sûresinin  77. ayetinde  "  De ki :  ”  Düâüküm /  Yakarışınız  olmasa  Rabbim  size  değer  verir  mi  ki  de  siz  kesin  kez  yakarmadınız. Yalanladınız.  Artık  yakarmama  yalanlama  sizin  ayrılmazınız  olacaktır.  Kendinizi  bu  durumdan  kurtaramayacaksınız. "   ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  kul,  Allah  katında  duasıyla  değer  kazanır. Bu  yakınlaşma,  kulda  Allah  bilincini  canlı  ve  sürekli  kılar.  Bu  bilinçle  küçülme  ve  saygı  ile  kulun  secde  etmesi  /  boyun  eğmesi,  Rabbinin  otoritesine  teslim  olması,  Allah'ın  rahmet  ve  merhametini,  bereketini  çeker. Dualarda  insan  ana  hatlarıyla,  her  türlü  kötülükten  kurtulmayı,  korunmayı,  iyiye  güzele  kavuşmayı  diler. Bunu  yaparken  de  önce  Allah’a  hamdederek  tesbih  eder  / överek  her  türlü  noksanlıklardan  arındırır,  Rahman,  Rahim,  Gafur,  Kadir,  Hakim  gibi  99  ismiyle  ifade  edilen  üstün  vasıflarından  biri  veya  birkaçı  ile  hitap  eder  ve  yüceltir.

Her  şeyin  sahibi,  her  isteyene  istediğini  veren,  Cennet  ve  Cehennemin  ve  Din  / karşılık  /  hesap  /  Ahiret  gününün  sahibi,  suçları  affeden,  bize  yardım  edecek  olan,  bağışı  sınırsız  olan,  bize  merhamet  eden,  bizi  terbiye  eden,  rızıklandıran,  istemesek  de  sonunda  bizi  huzurunda  toplayıp  hesap  soracak  olan  Yüce  Rabbimiz  Allah'ın,  tüm  isim  ve  sıfatları  ile  düşünülmesine  / Allah’ın  anılması,  hatırlanmasına  İslam'da   Zikrullah  denir. Kur’anın  bir  ismi  de  zikir  olduğundan,  onun  anlayarak  okunması,  ayetlerin  tefekkür  edilmesi  de  bir  zikirdir.  Allah’ı  zikretmek,  kulu  Allah’a  dua  etmeye,  yakarmaya  sevk  eder. Kul, bununla  birlikte  gönlünü  Rabbine   açar,  seslenir,  Onunla  konuşur.  Kur'anda  Kaf  Sûresinin  16. ayetinde  “  Ve  andolsun  insanı  Biz  oluşturduk.  Nefsinin  kendisine  neler  fısıldadığını  da  biliriz.  Ve  Biz  ona  şah  damarından  daha  yakınız. ”  denildiği  gibi  zira  Yüce  Rabbimiz  Allah,  her  an  bizimledir. Her  şeyi  işiten,  en  iyi  gören  Semi  ve  Basir  olandır.  Sonsuz  merhamet  sahibi  Rahim,  çok  bağışlayan  esirgeyen  Tevvab  olandır.  Bakara  152, 186,  Hud  90,  gibi  bir  çok  ayette  de  Yüce  Rabbimizin  biz  kullarına,  duaya   yaptığı  davetini,  uyarılarını  görmekteyiz.

BAKARA  186  :  Ve  kullarım  sana  Benden  sordukları  zaman,  biliniz  ki  şüphesiz  Ben  çok  yakınımdır.  Bana  yakarınca  yakaranın  yakarışına  cevap  veririm.  O  halde  artık  onlar  da  Benim  davetime  uysunlar.  Bana  inansınlar.

Ayetlerde  görüldüğü  gibi  duanın  önemi  anlatılmaktadır.  Rabbimiz  kullarına  vereceği  karşılığı  “ Bana  dua  edin  ki  size  karşılık  vereyim ”   hükmüyle  doğrudan  Kendisine  dua  edilmesi,  Kendisinden  istenmesi  şartına  bağlamıştır.  Buradan  çıkartılması  gereken  sonuç,  duayı  ancak  Allah’ı  hakkıyla  bilerek,  tanıyarak,  takdir  ederek  ve  inanarak,  anlayarak  okumak  için  Kur'ana  yönelerek  Allah’ı  sıfatları  ve  güzel   isimleri   ile  kavrayabilmiş  olanların  yapabileceği  gerçeğidir. 

ARAF  180  :  Ve  en  güzel  isimler  Allah’ındır.  Öyleyse  Onu  onlarla  çağırın.  Onun  isimlerinden  eğriliğe  sapanları  da  terk  edin. Onlar  yapmakta  olduklarının  karşılığını  yakında  görecekler.

MÜMİNUN  118  :  Ve  de  ki : “  Rabbim !  bağışla  ve  merhamet  et.  Ve  Sen  merhametlilerin  en  hayırlısısın. "

Rabbimiz  bu  ayetlerle  bize  Kendisinden  başka  sığınacak  bir  kapının  olmadığı  mesajını  vermektedir.  Allah’a  dua  etmek  aslında  tüm  insanlık  için  de  büyük  bir  nimettir. Herkesin  aynı  şekilde  bu  nimetin  farkında  olarak  Rabbimize  sığınması  ve  sadece  O  merhametliler  merhametlisinden  bağışlanma  ve  yardım  istemesi  gerekir. Nuh  Peygamber  de  Nuh  Sûresinin  5 - 12. ayetlerinde  "   Nuh  dedi  ki :  Rabbim !  Şüphesiz   ben  toplumumu  gece  gündüz  davet  ettim.  Fakat   benim  çağırmam  sadece  onların  kaçmalarını  arttırdı.  Ve  şüphesiz  onları  bağışlaman  için  her  davetime  kulaklarını  tıkadılar.  Kibirlendikçe  kibirlendiler. Sonra  şüphesiz  ben  onları  yüksek  sesli  de  gizli  gizli  de  çağırdım. Sonra  dedim  ki  “  Rabbinizin  sizi  bağışlamasını  isteyin. Kesinlikle  O  çok  bağışlayandır. Üzerinize  bol  yağmur  yağdırsın,  size  mallar  ve  oğullar  ile  yardımda  bulunsun,  sizin  için  ırmaklar  bahçeler  kılsın. ”  Size  ne  oluyor  ki   Allah  için  vakar  /  ağır  davranışı  ummuyorsunuz.  "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  insanlığa  aynı  çağrıyı  yapmıştı.  Fakat  insanoğlu  Halim  olan  /  mühlet  verip  hemen  cezalandırmayan,  vakur  davranan  Rabbimiz  tarafından  sonunda  oluşturulan  Nuh  Tufanı  ile  verilmek   istenen  uyarıyı  dahi  unutarak,  tarihin  birçok  dönemlerinde  kibrini  aşıp  da  yine  de  çoğunlukla  bu  tür  davetlere  icabet  edememişti.

Ancak  burada  dua  etmenin,  istemenin  "  armut  piş  ağzıma  düş  "  anlayışı  ile  sadece  lafta  kalmamasının,  duanın  aynı  zamanda  kişinin  çabalar  içerisinde  olması  gerektiğinin  bilinmesi  gerekir.  Kişi  öncelikle  nasıl  bir   Allah'a  dua  edip  yalvaracağını,  sonra  da  ondan  neleri  isteyip  istemeyeceğini,  kendisinin  o  konularda  neler  yapıp,  neler  yapmayacağını  öğrenmiş   olması   gerekmektedir. Peki  bütün  bunları  nereden  öğrenecektir ?  Elbetteki  bu  öğrenme,  öncelikle  Kur'anın  anlaşılarak  okunması,  düşünülmesi,  sorgulanması,  ardından  da  enfusi /  kişinin  önce  kendi  bedenindeki  yaratılmanın  mucizelerine,  sonra  yerde  ve  gökte  yaratılmış  olan  afaki  mucizelere  bakması,  farkına  varması,  bilgilenmesi  sonucu  kalpte  oluşturulmuş  tahkiki  iman  ile  olabilecektir.  Böyle  yapılmayan,  içinde  bilginin,  çabanın,  emeğin  bulunmadığı,  bütün  öz  benlikle  ve  vücutta  bulunan  pozitif  bio  enerjinin  kullanılamadan,  konsantrasyonun  sağlanamadığı,  içten  ve  samimi  olarak  yapılamayan  dualar  yanlış  adrese  gönderilen  dilekçelere  benzer.  Hem  yerine  ulaşmaz  ve  hem  de  isteğin  karşılığı  olmaz.  

Kasas  Sûresinin  88. ayetinde  "  Ve  Allah  ile  beraber  başka  bir  tanrıya  ted'u /  dua  etme,  yalvarma.  Ondan  başka  hiçbir  ilâh  yoktur.  Onun  Zatından  başka  her  şey  yok  olacaktır. "  Şuara  Sûresinin  213. ayetinde  "  O  halde  sakın  Allah  ile  birlikte  başka  ilâha  ted'u  /  dua  etme,  yalvarma. Sonra  azaplandırılanlardan  olursun. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılara  göre  dua  yalnız  Allah'a  yapılır.  Allah’ın  dışında  hiç  kimseden,  Peygamber  de  dahil  şefaat  ya  resülullah,  yüzü  suyu  hürmetine  denilerek,  yatırlar,  şeyhler,  ağabeyler,  üstatlar  ve  de  türbelerdeki  Veli  denilen  ölmüş  zatlardan  yardım  talep  edilemez,  dua  ile  yetiş  ya (.... )   hazret !  denilerek  bir  istekte  bulunulamaz.  Rad  14,  Araf  194 - 195,  Nahl  20,  Nisa  117,  Hacc  12 - 13.  gibi  ayetlerde  de  Allah'tan  başkasına  dua  edenler  kınanmakta,  uyarılmakta  ve  Ahkaf  Sûresinin  5. ayetinde  de "  Ve  Allah'ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiçbir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler,  o  kimselerin  yalvarışından  habersizler  de. "   denilerek  belirtildiği  gibi,  sapkınlıkla  suçlanmakta,  dua  edilenlerin  hiç  birinin  insanların  duasını  duyamayacağı,  karşılık  veremeyeceği  belirtilmektedir. Onların  kendileri   Allah’ın  rahmetine  merhametine,  dilemesine   muhtaçtırlar  Peygamberimiz  dahi  Ahkaf  Sûresinin  9. ayetinde  "  Ve  ben,  bana  ve  size  ne  yapılacağını  bilmiyorum.  Ben  sadece  bana  vahyedilene  tabi  oluyorum ...”  Demektedir.  

Kur’anda,  insanın  çaresizlik  içinde  olduğu  zor  şartlarda  duaya  baş  vurmasındaki  genel  psikolojik  yapısı  ile,  zor  şartların  ortadan  kalkmasından  sonra  duaya  yönelişindeki  belirgin  zayıflamanın  psikolojisi  üzerinde  önemle  ve  ısrarla  durulmuştur.  Bununla  ilgili  ayetlerde  bu  iki  durum  arasındaki  dini  yöneliş  farklılıkları  açıklanırken  insan  tabiatındaki  fıtri  ve  külli  bir  motifin  bulunduğu  da  ortaya  konulmaktadır. İnsanın  bir  tehlike  ve  sıkıntı  içerisinde  olduğu  zaman  bütün  samimiyetiyle  Allah’a  yöneldiği,  dua  edip  iyilik  ve  başarı  istediği,  ama  ihtiyaç  ve  sıkıntısının  giderildiği,  kendisini  emniyet  içinde  gördüğü  durumlarda  ise  dua  isteğinin  zayıfladığı,  Allah’a  yönelmenin  azaldığı,  bundan  dolayı  da  insanın  nankör  ve  bencil  olduğu  bir  çok  ayetle  dile  getirilmektedir.

YUNUS  12  :  İnsana   zorluk  dokunduğu  zaman,  yan  yatarken,  otururken,  ayaktayken  Bize  yalvarır.  Ama  sıkıntısını  çözdüğümüzde  kendisine  dokunan  bir  zorluk  yüzünden  Bize  hiç  yalvarmamış  gibi  çekip  gider.  Haksızlığa,  aşırılığa  sapanlara  yapmakta  oldukları  işte  böyle  süslü  gösterilmiştir.

FUSSİLET  49  :  İnsan  hayır  için  dua  etmekten  bıkıp  usanmaz. Kendisine  bir  şer  dokunmaya  görsün,  hemen  ümidini  keser  yıkılır.

NAHL  53  :  Ve  iyilik  olarak  sahip  olduğunuz  ne  varsa   Allah’tandır. Size  bir  zarar  dokunduğunda,  yalnız  O’na  sığınırsınız. Sonra  zararı  sizden giderince,  içinizden  kimileri  Rabblerine  hemen  ortak  tanrılar  edinirler.

DUA  ETMENİN  ADABI  :   Nisa  Sûresinin  32. ayetinde  "  Ve  Allah’ın  bazınıza,  diğerlerinden  fazla  verdiği  şeyleri  temenni  etmeyin.  Erkeklere kazandıklarından  bir  pay  vardır.  Kadınlara  da  kazandıklarından  bir  pay  vardır.  Ve  Allah’ın  fazlından  /  Lütfu,  ihsan  ve  keremi  olan  nimetlerinden  isteyin. Şüphesiz  Allah  her  şeyi  en  iyi  bilendir. "  Nisa  Sûresinin  134. ayetinde  "  Kim  dünya  sevabını  istiyor  idiyse ;  Bilsin  ki  dünya  ve  ahiret  sevabı  yalnızca  Allah  katındadır. "  Araf  Sûresinin  55. ayetinde  "  Rabbinize  alçala  alçala  ve  gizlice  /  açıkça  göstererek  dua  edin. "  Araf  Sûresinin  205. ayetinde  de  "  Ve  her  zaman  kendi  içinden,  korkarak  ve  alçala  alçala,  yüksek  olmayan  bir  sesle  Rabbini  an  ve  umursamazlardan  olma. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılarda  gördüğümüz  gibi  elbette  ki  dua  etmenin  de  belli  bir  adabı  ve  kuralı  vardır. Dua  edilirken  önce  Allah,  üstün  sıfatlarıyla  ve  (  Rahman,  Rahim,  Gafur,  Kadir,  Vehhab,  Tevvab,  Azim,  Kerim,  Hakim )  gibi  güzel  isimlerinden  bir  veya  birkaçı  ile  anılıp  O’na  övgü  ile  hamd  edilmeli,  yüceltilmeli,  tesbih  edilmeli,  bütün  noksanlıklardan  uzak  olduğu  kalp  ve  dil  ile  belirtilmeli,  sonra  da  acizliğimizin  bilincinde  olarak  kişisel  ve  makul  olan  ve  haddi  aşmayan  istekler  dile  getirilmelidir. Fatiha  Sûresinde  öğretilen,  anlaşılarak  okunduktan  sonra  yerine  getirilebilen  ve  rehber  edinilebilen  dua  buna  en  güzel  bir  örnektir.  Kur'anda  bize  de  örnek  olması  bakımından  değişik  peygamberlerin  dua  örneklerine  yer  verildiği  gibi,  İbrahim  Peygamberin  de   Allah’a  güzel  isimleri  ile  hitap  ederek  dua  ettiği,  yakardığı  da  Kur’an  ayetleri  ile   gösterilmektedir.

ŞUARA  78 - 82  :  İbrahim :  “  Peki  siz  ve  en  eski  babalarınızın  nelere  tapmış  olduğunuzu  hiç  düşündünüz mü ? İşte  onlar  benim  düşmanımdır.  Ancak  alemlerin  Rabbi  ayrı. O  Halık’ tır. / Beni  yaratandır. Ve  bana  doğru  yolu  gösterendir.  O  bana  yediren  ve   içirendir.  O  bana  hastalığımda  şifa  verendir. /  Şafi  olandır.  O  benim  canımı  alacak  ve  sonra  diriltecek  olandır.  Ve  O  din  günü  /  hesap  günü  kusurumu  bağışlayacağını  umduğumdur.

ŞUARA  83 – 85  :  Rabbim  bana  hüküm  ver  ve  beni  iyilere  kat.  Ve  beni  sonra  gelecekler  için  doğrulukla  anılanlardan  kıl.  Ve  beni  nimeti  bol  cennetin  mirasçılarından  kıl.

Umarak,  korkarak,  ürpererek,  inanarak,  güvenerek  ve  samimiyet  içerisinde  yapılan  duanın,  en  iyi  uygulanma  zamanı  günlük  meşgalelerden  uzak  bulunulan  gece  ve  seher  vakitleridir.  Huşu  ile  yapılan  bu  bireysel  duanın  yanı  sıra  haddi  aşmamak  ifrata  kaçmamak  kaydıyla  toplu  olarak  dua  etmenin  de  samimiyet  ve  heyecan  duygularını  canlandırması  bakımından  etkili  olacağı  söylenebilir.  Ancak  duayı  yaptıranın  dua  adabını  çok  iyi  bilmesi,  haddi  aşmama  bilincinde  olması,  secili  ve  anlamı  bilinmeyen  Arapça  ifadelerden  ve  laf  kalabalığından,  kalıplaşmış,  ezberlenmiş  cümlelerden  uzak  durması  kaydı  ile….!

Dua,  sadece  dil  ile  değil,  gönül  ve  tüm  beden  dilleriyle  de  birlikte  yapılmalı  ama   Allah’ın  koyduğu  sınırlar  aşılmamalıdır.  Edebiyat  yapma  gayretine  girilmemeli  ve  yapmacık  tavırlardan  kaçınılmalıdır.  Allah  tarafından  kabul  edileceğine  kesinlikle  inanılarak  yapılmalıdır.  Kimsenin  zararı  istenmemeli  haksız  ve  yersiz  abartılı  isteklerde  bulunulmamalıdır. Kur’anda  yer  almış  Allah’ın  tasvip  ettiği  türden,  yani  günahların  affı,  kötülüklerin  defi  ve  örtülmesi,  canın  iman  ile,  iyilerle  beraber  alınması,  hidayet,  tevbenin  kabulü,  hayırlı  bir  nesil,  dünyada  iyi  ve  güzel  işler  yapabilmek,  her  türlü  kötülükten  korunmak,  cehennem  azabından  uzak  tutulmak,  ilim  ve  sağlık  istemek,  ölmüş  büyüklere  ve  yakınlara   Ahiret  hayatında  rahmet  dilemek  için  olmalıdır.  Kur’anın  ilâhi  ilkelerine  ilk  teslim  olan,  onları  ilk  uygulayan,  vahiy  ile  terbiyelenen  Resülullah  da  muhataplarına  “  Ey  insanlar  nefislerinize  yumuşak  davranın,  sesinizi  yükseltmeyin. Çünkü  sizler  sağırı  ve  sizden  uzakta  olmayan  birini  çağırmıyorsunuz.  Lakin  sizler  Semi  ve  Basir  olan  ( en  iyi  işiten  ve  gören )  Allah’a  dua  ediyorsunuz ”  demiş,  Hayber  seferine  bağıra,  çağıra  dua  ile  giden  sahabelerin  sesini  duyunca  onları  uyarmış,  secili,  kafiyeli  ve  ısmarlama,  basma  kalıp  duaları  uygun  görmemiştir. ( Buhari  Kitabü'l  Da'vat  50.  Bab  77. hadis )

Dua  adabı  ve  Kur’an  ayetlerinde  yer  alan  bu  kurallar  dikkate  alındığında,  camilerde,  televizyon  ekranlarında,  mevlitlerde,  değişik  törenlerde,  cenaze  merasimlerinde  ve  evlerde  cenaze  ardından  yapılan  tebareke  dualarında,  artistik  ve  şova  dayalı  gösteriler  eşliğinde  adeta  Allah’a  emirler  yağdıran  düzmecelerin  dua  olmadığı  bilincine  varılmalıdır. Araf  Sûresinin  55. ayetinde  "  İnnehû  lâ  yühıbbül  mu'tedîn "  (  O  haddi  aşanları  sevmez ) denildiği  gibi  Duada  haddi  aşmamak,  dua  adabı  içinde  dikkat  edilmesi  gereken  en  önemli  davranıştır.  Başkalarına  ait  kalıplarla  içeriğini  anlamadan  Arapça  yapılan,  adeta  insanları  bıktırırcasına  dakikalarla  uzatılan  dualar  da  haddi  aşmanın  bir  örneğidir. Gereksiz,  anlamsız,  gayri  meşru,  şeyler  için  dua  etmek,  emek  harcamadan,  çabalamadan  bir  istekte  bulunmak  da  haddi  aşmak  örneklerindendir.  Ayette  de  gördüğümüz  gibi,  Allah  haddi  aşanları  sevmez.  Maalesef  Müslümanlara  yüz  yıllardır  birilerinin  derlediği  kalıplaşmış  ifadeler  veya  Kur'andaki  bazı  ayetler  dua  diye  okutturulmaktadır.  Halbuki  dua  okunmaz,  dua  edilir.  Her  insanın  da  değişik  zaman  ve  değişik  koşullarda  sıkıntıları,  dertleri  ve  istekleri  de  farklı  farklıdır.  Aşağıda  gösterdiğimiz  Kur'anda  bazı  dua formunda  olan  ayetlerden  de  yararlanılabilir.  

* Rabbim  bana  katından  tertemiz  bir  soy  armağan  et.  ( Ali  İmran  38 )
* Ben  gerçekten  yalnızca  Rabbime  dua  ediyorum. Ve  O’na  hiç  kimseyi  ortak  koşmuyorum. ( Cin  20 )
* Rabbimiz  biz  nefislerimize  zulmettik. Eğer  bizi  bağışlamazsan  ve  esirgemezsen   gerçekten  hüsrana  uğrayanlardan  olacağız.  ( Araf  23 )
* Rabbim  bilgim  olmayan  şeyi  Senden  istemekten  Sana  sığınırım. Ve  eğer  beni  bağışlamazsan  hüsrana  uğrayanlardan  olurum.  ( Hud  47  )
* Rabbim  benim  göğsümü  aç.  Bana  işimi  kolaylaştır.  Dilimden  düğümü  çöz  ki  söyleyeceklerim  kavransın.  ( Furkan  35  )
* Rabbim  Müslüman  olarak  benim   hayatıma  son  ver.  Ve  beni  Salihlerin  arasına  kat. ( Yusuf 101)
* Ey  Rabbimiz!  Biz  iman  ettik, bizi   bağışla,  ateşin   azabından  koru.  ( Ali  İmran  16 )
* Ya  Rabbi ! Unuttuklarımızdan  veya  yanıldıklarımızdan  dolayı  bizi  sorumlu  tutma. Ya  Rabbi !  Bize  bizden  öncekilere  yüklediğin  gibi  ağır  yük  yükleme. Ya  Rabbi !  Gücümüzün  yetmeyeceği  yükü  bize  yükleme,  bizi  affet. Bizi  bağışla,  bizi  esirge. Sen  bizim  Mevlâmızsın. Kâfirler  topluluğuna  karşı  bize  yardım  et. ( Bakara  286  )

Sonuç  olarak  anlayarak  okuyup  Kur'anı  bilen,  hükümlerine  uyan,  Allah'a  inanan  insan,  kendisini  yaratan,  önüne  sayısız  nimetleri  seren,  çok  merhamet  eden,  koruyup  kollayan  ve  yaşatan,  inandığı  Allah’ına,  İslam  yaşamının  bütünlüğü  içerisinde  kulluğunu  göstermek,  acizliğini   ifade  ederek,  O’nu  her  türlü  noksanlıklardan  uzak  tutarak  tesbih  etmek / yüceltmek,  gönlünü  açıp  kusurlarından  dolayı  af  ve  yardım  dilemek  gibi  nedenlerle  fıtri  olarak  Rabbi  Allah  ile  iletişime  geçmek  zorundadır.  Bu  iletişim,  Mümin  Sûresinin  60. ayetinde  "  Ve  sizin  Rabbiniz  “  Bana  yalvarın,  üdûnî  / dua  edin  ki  size  karşılık  vereyim. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  şüphesiz  yalnız  Allah’a  yönelmek,  O’na  yakarmak,  niyaz  etmek  olan  Dua  yolu  ile  gerçekleşir.  Bu  ise  bize  şah  damarımızdan  daha  yakın  olduğunu  bildiren  Yüce  Rabbimiz   Allah'la  doğrudan  ve  bire  bir  konuşmaktır. Hakk  Dinin  ana  ve  yegâne  kaynağı  olan  yüce  kitabımız  Kur'anda dua  sözünün  bizzat  kullanıldığı  ve  tüm  insanlara  yönelik  olan  200  civarındaki  ayette  bu  iletişimden  /  aslında  namazdan  söz  edilmekte,  hem  Yüce  Allah’ın  “  Rabb  "  sıfatı  /  programcılığı,  yöneticiliği  ön  plana  çıkarılmış,  hem  de  dua   etmenin  adabı,  usulü  açıklanmış  olmaktadır. Rabbimiz   Kur'an  ayetleriyle  Kendisine  yapılacak  niyazı  dil,  beden,  gönül  üçlüsü  ile  yapılmasını  istemektedir. Müslüman  toplumlarında  bu  tarz  yapılan  dua  ve  niyaz,  namaz  kılmak  inancıyla  yerleşmiş  bulunmaktadır. Dolayısıyla  değişik  zaman  dilimlerinde  yerine  getirilen  namaz  ibadeti  de,  aslında  Allah'a  yönelerek  dua  etmenin,  Allah'la  konuşmanın  en  önde  gelen  araçlarından  birisidir. ( Namazla  ilgili  daha  geniş  bilgileri  "  Kur'ana  Göre  Namaz  Nedir ?  Namaz  Allah'la  Konuşmaktır    Namazımı  Nasıl  Kılabilirim  "  başlıklı  makalelerimizde  bulabilirsiniz. )  Allah'ın  selamı,  rahmeti,  makbul  ve  karşılık  bulmuş  dualarınız  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

T.D.V.  İSLAM  ANSİKLOPEDİSİ

Osman  Cilacı  :  İslam  Öncesinde  Dua

Selahattin  Parladır :  İslam'da  Dua

Prof.  Süleyman  Uludağ :  Tasavvufta  Dua  Anlayışı
 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET