Yüce Rabbimiz Allah’ın bir taraftan nefis, bencillik, hırs, tutku, heves, sabırsızlık, kin, nefret, korku gibi olumsuz dalalet duygularıyla, diğer taraftan da vicdan, merhamet, akıl, irade, sabır, azim, ünsiyet, erdem gibi olumlu hidayet duyguları ile fıtri olarak yarattığı insan oğlunda, yaşadığı ortama, ekonomik, sosyolojik ve kültürel ortamın farklılıklarına bağlı olarak, her bireyin zihinsel, bedensel özelliklerinden dolayı görülen, ön plana çıkardığı farklı davranışları, tepkileri olmaktadır. Bu farklılıkların da bireyin davranış ve düşüncelerine yansıma biçimi, onun kişiliğini oluşturur. Bu kişilik, iyilik veya kötülük yapma veya kötülüğe maruz kalma durumlarında belirleyici bir faktör olur. Bu durumlarda da, fizyolojik yatkınlıklar, arzular, yaşanmışlıklar, kişilik özellikleri, içinde bulunulan ekonomik, sosyal ve kültürel yapı gibi pek çok faktör rol oynar. Bazı kişiliklerde, ilgi açlığı, zayıf kişilikten dolayı silik karakterli olma, bedensel yetersizlik veya bazen de tersine bunların aşırılığı nedenlerinden dolayı, cinsellik, saldırganlık, güvensizlik, her şeye sahiplenmek gibi temel eğilimler güçlü olmaya başlar, toplum içinde uyumlu yaşamasını zorlaştırır. Ardından da sahiplenme hırsı ister istemez şiddet olgusunu doğurur. Bu konuma gelmiş olan kişilikler, ailesini, çevresini, başkalarını suçlayıcı, yargılayıcı ve şiddet yanlısı olurlar. Bu nedenle sürekli olumsuz senaryolar kurarlar, tedirginlik yaşarlar. Ve bu senaryolar da şeytani / kötülük duyguları ile tepkisel şiddet ve gerilim doludur. Kendi eksikliklerinin ve arzularının giderilmesi için gerek psikolojik, gerekse de maddi şiddete başvururlar. Tarihin her döneminde şiddet yanlısı olarak zulme bulaşmış, kötü emellerine, doyumsuzluk duygularına esir olmuş, azgınlaşmış, doğru yoldan ayrılmış insanları, toplumları görmekteyiz. Bu sarmalın içinde olanlar da olumsuzlukların, kötülüklerin faturasını her zaman şeytan kavramına havale etmiş, sorumluluklarının vebalinden kurtulmaya, psikolojik olarak kendilerini şeytana uyduk diyerek teselli etmeye çalışmışlardır.
Bu nedenle de insanlarda, sanki bir başka boyutta metafizik olarak yaratılmış ve insanların düşmanı olduğu ve onunla mücadele edilmesi gerektiği bir şeytan inancı ortaya çıkmış, adeta başlı başına bir kültür oluşturmuştur. Hele hele laflamaya çok düşkün olan toplumumuz bu konuda da deyimler, ata sözleri ortaya çıkarmıştır. İnsan insanın şeytanıdır, acele işe şeytan karışır, şeytanla kabak ekenin, kabak başına patlar, şeytanla buğday eken samanını alır denmiş, bazen de bu yolla olumlu mesajlar bile verilmeye çalışılmıştır. Ama üstat Nazım Hikmet de en önemlisi “ İnsanı insan yapan insandır “ diyerek sözün özünü kondurmuştur. Evet insanı insan yapan, onun ön plana çıkardığı fıtri yaratılışındaki güzel hasletleri, erdemleri ve onların çevresine yansıması, şeytani olan dalalet ve sapkınlık duygularının ve eğilimlerinin hapsedilebilmesidir. Buna rağmen insanların yaratılması, çoğalması ve toplu yaşamaya başlamasından bu yana, tarih boyunca her dönemde iyi ile kötü duyguların çatışmaları, çeşitli zeminlerde mücadeleleri insan hayatının ve zıtlıklar dünyasının eksilmeyen bir parçası olmuştur.
Eski Mısırda çok tanrılı mitolojik inançlara göre fırtına, karanlık ve kaos tanrısı Set, göklerin Tanrısı Horus ile savaşında yenilerek çöle kovulmuştur. Ve kötülüğün sembolü haline gelmiştir. Yahudilikte Tevrat'ta ( Eski Ahitte ) Tora yazılı kaynaklarında şeytan, korkulan bir mahluk değildir. Ve kötülüklerin temelini oluşturmaz. Çünkü Musevilikte iyiliğin de kötülüğün de Tanrıdan geldiği inancı vardır. Böylece kötülüklerin faturasından da kurtulma sağlanmış olmaktadır. Bu nedenle de sadece “ Satan “ ya da “ Samuel “ denilen Şeytan’ın hile ve aldatmacasına karşı dikkatli olunmalıdır denilmektedir. Yahudilerde Talmut Bava bölümüne göre de Şeytan, kötü dürtüler ve ölüm meleği aynı şahsiyetler olarak düşünülmektedir.
Hristiyanlık’ta ise Şeytan “ Yeni Ahitte “ ve inançlarda, özellikle İsa’yı sürekli olarak kışkırtır. Şeytanın kişiliğinin kaynağı İncil değil, Hristiyan edebiyatındaki hayal ürünü anlatımlardır. Bu eserlerde, Şeytanın en üst düzeyde bir melekken, insanı ve kendini yaratan Tanrı’ya karşı düşmanlığa yönelen bir kişilik olduğu anlatılır. Ancak Şeytan kesinlikle Cehennemde hapsolunan biri değildir. Aksine istediği her yere, hatta Cennete bile girebilen ve insanı, yaratıcının yolundan saptırmaya çalışan bir amacının olduğuna inanılır. Bu anlamda kendisini Tanrıya bir rakip olarak kabul ettirme gayreti içindedir. Kendisine bir süre verilmiş ve bu sürenin dolmasına kadar yaratıcıya karşı açtığı savaşın sonucunu beklemektedir. Hristiyanların dini kaynağı ( Yeni Ahitte ) yaratılış bölümünde Adem ve Havvayı kışkırtan yılan figürü bir Şeytan’dır. Ortodoks kilisesine göre Şeytan, insanın üç düşmanından biridir. Diğer ikisi ise günah ve ölümdür. Bütün Hristiyanlık inancında Şeytan, İsa’ya ve İsa figüründe Tanrıya karşı son bir savaş ( Armagedon ) başlatacaktır. Bu savaş aynı zamanda şeytana verilen sürenin ve dünyanın sonudur. Bu zaman geldiğinde Şeytan, tekrar iyi olacak ve melek özelliğine kavuşacaktır.
Orta çağda Şeytan, bir keçi gibi sakallı ve boynuzlu, eli çatal mızraklı, kuyruklu olarak tasvir edilmiş, bazı pagan inanışlarındaki tanrı figürlerinin etkisi altında kalınmıştır. Bugün de bizim halk kültürümüzde aynı tasvirli inanışlar süregelmekte, bize görünmeyen, aldatan, kandıran, kötülük aşılayan, acayip, soyut, uzayda cismi olmayan bir yaratık olarak bilinir. “ Euzubillahhimineşşeytanirracim “ deyip şeytandan korkup Allah’a sığınanlar da dediklerinin gerçek anlamını bilmeyerek büyük bir çoğunlukla, herhalde kafalarındaki bu tasavvurlardan Allah'a sığınmaktadırlar. İnsanlarımız, ilkel inançların, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarının etkisinden kurtulamayarak, Kur’an da anlaşılarak okunmadığından, gerçekte maddeden oluşturulmuş üç boyutlu nesnel bir varlık olmadığı halde, pek çok dini kavramlarda olduğu gibi Şeytan inancı konusunda da yanlış bilgilere ve inanışlara sahiptir. Şeytan, görünmeyen fakat istediği zaman çeşitli görünümlere bürünebilen, sanki başka boyuttan yaratılmış ontolojik nesnel bir varlık olarak düşünülmektedir. Her türlü kötülüğün faturası da bu varlığa izafe edildiğinden şamar oğlanına dönüştürülmekte, insanlar kendi vicdani sorumluluklarından böylece kurtulmaya çalışıp haklılık oluşturmaktadırlar. Oysa bu varlık Holivut Sinemasının gözlerle ateş saçılan senaryolarından başka gerçek hayatta hiç bir zaman ortaya çıkmaz, kendisinin günahını alanları hiç sorgulamaz ve kendisini hiç aklamaya çalışmaz. İntikam aldığı da görülmemiştir.
Şeytanın varlığı ve kabulü, insanlık tarihi kadar çok eskidir. Her toplum, her inanç Şeytana değişik isimler vermiştir. Latincede “ Satan “, Yunancada karanlıkların efendisi, Sinek Kral, eski Türkçede “ Yek “ , “ Albız “ , Yahudi'de “ Samuel “, Mısırda “ Set “ gibi. Arap dilinde ise Şeytan sözcüğüne kök olan “ ştn “ ve “ şyt “ olmak üzere iki sözcük vardır. Bu kök sözcüklerin taşıdığı anlamlar sonucunda Şeytan : Uzak oldu, uzaklaştı anlamını taşımaktadır. Bu nedenle de kısaca uzaklaştıran şey demektir. Kur’an bütünlüğünde ise Şeytan : Akla, hakka aykırı hareket etmeye yönlendiren her türlü olumsuz duygular ve bu duyguların esaretine girerek hakka ve akla uzak olan her türlü kişi, güç ve kurumun karakteristik adıdır. Kur’anın bu tanımına göre Şeytan, ya kötü dürtülerine kendini esir etmiş başka bir insandır, ya da insanın kendi içindeki ön plana çıkmış kötü eğilimleridir, nefsidir, kibridir, tutkularıdır, hırslarıdır, arzularıdır, kaprisleridir, hevesleridir, duygularıdır, tek kelime ile İblis’idir. Bütün kötü duyguların, kötülüğün sembolik bir ismidir. Dolayısıyla karşımızda ve hayatımızda, toplumda bulunan kötü niyetli insanlar ve bir de kişinin kendisinin içinde bulunan olumsuz duygu ve dürtülerini ön plana çıkarmış " Melekemiz / Şeytanı racim / Kovulmuş şeytan / iblis " olmak üzere iki boyutta farklı şeytan bulunmaktadır. Bu bakımdan İsra Sûresinin 95. ayetinde " De ki : Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik. " denilerek belirtildiği gibi, Kesinlikle şeytan, başka boyuttan yaratılmış metafizik bir varlık ve bir şahsiyet değildir. Zaman zaman kuş, kurt, ayı gibi istediği görünümlere dönüşebilen ve insanlara savaş açmış olan şeytan inancı ise Holivut senaryolarından, hayal ürünü üretilmiş varlıktan başka bir şey değildir. Arap kültüründe de bütün kötülüklere ve çirkinliklere sembol ettikleri, boynuzlu, ibikli bir çöl yılanına ve ayrıca çok kötü, çirkin olan bir çöl bitkisine bu nedenle verdikleri isim de Şeytan’dır. Saffat Sûresinin 64. ayetinde de " Şüphesiz o zakkum ağacı cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanın başları gibidir. İşte kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan doyuracaklar . " ifadeleriyle, Allah'ın ayetlerini inkâr ederek dünyadaki kötülüklerinden dolayı Cehenneme girecek kâfirlerin, bu çirkin ve kötü bitkiden yiyecekleri tasviri ve uyarısı yapılmaktadır.
Kur’anda Şeytan sözcüğü tekil olarak 70, çoğul olarak 18 olmak üzere toplam 88 kez yer almıştır. Müslümanlıktaki uydurma hadis ve rivayetlerin oluşturduğu inanca göre, insanları dinden caydırmaya çalışan Cinn türünden ( görünmeyen ) bir varlıktır. Hurafe ve Kur'an dışı bu inançlara göre Şeytan, önceleri ( Azazil ) ismiyle bilgeliğinden yararlanılan ve sayılan biriyken Allah’ın huzurundan kovulmuştur. Şeriat geleneğinde de Şeytan ; Yüce Allah’ın Adem'e secde emrine karşı gelip, isyan ettiği için ilâhi huzurdan kovulan ve insanların amansız düşmanı olan Cinn taifesinin inkârcı kesiminden bir varlıktır. Ama Kur’an gerçeğine baktığımız zaman ise, şeytani duygu ve davranışların Garur, Vesvas, Hannas, Kâfir, Marid, Mel'un gibi isimlerle ifade edildiği görülmektedir. Fakat Kur’anın, anlatım teknikleri, o günkü tarihi gerçekler, masal dinlemeye yatkın olan Arapların kültür yapısı ile, bazen tiyatro sahnesinde sanki gerçekmiş ve olmuş gibi temsili olarak, bazen müteşabih ayetlerle mecazi ve şiirsel anlatımı, tam olarak göz önünde bulundurulmadan, klasik Tefsircilerce, düz mantıkla çevirisi yapıldığından dolayı, gerçekte olmayan pek çok yanlış inanca sebebiyet verilmiştir. Bunun sonuncunda da ortaya çıkmış olan inançla, başka bir boyuttan şeytan adında bir varlık başımıza musallat edilmekte ve başka boyuttaki bu varlıkla mücadele etmemiz istenmektedir. Bu ise, Allah’ın adalet ilkesi ve Sünnetullah ile bağdaşmaz. Bu nedenle bizim, gerçekten şeytanın kimler olabileceğini, nasıl bir şey olduğunu, özelliklerini, niteliklerini, alametlerini dinimizin yegâne kaynağı olan Yüce Kitabımız Kur’an ayetleri ile anlamaya çalışmamız gerekir.
BAKARA 168 - 169 : Ey insanlar ! Yeryüzündeki helâl ve temiz, hoş yararlı şeylerden yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır. O size yalnızca kötülüğü, aşırılığı ; çirkinliği hayasızlığı ve Allah üzerine bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
Kur’ana göre Şeytan, kötülüğün sembolü olup, insana kötülük telkin edip dalalet yoluna sevk eden, yukarıda sıraladığımız olumsuz duyguların tamamıdır. Bu duygulara karşı koyamayarak kötülük eden bir insana da “ Şeytan “ denilir. Dolayısıyla Şeytan, görünmez ve insandan müstakil bir varlık değildir. Şeytanla ilgili ayetler göz önüne alındığında ; Haramı, haksız kazancı emreden ve öneren, kötülük, hayasızlık ve Allah’a şirk koşmayı emreden, fakirlikle korkutan, kuruntulara düşüren, Allah’ın yarattıklarını değiştirmeyi emreden, kandırmak için yaldızlı sözler fısıldayan, vesvese verip zihin bulandıran, amellerle şımartan, azdıran, içki kumar ve uyuşturucu ile insanlar arasına düşmanlık ve nifak sokan, Allah’ı anmaktan ve O’na namaz ve niyazdan geri bırakmak isteyen, kişilerin, huyların, iç dürtülerin, nefsin, hırsın, bencilliğin ve güçlerin hepsi Şeytandır. Bütün bunları kim taşıyorsa, benlik, kişi, güç kimse şeytan o dur. Ayette gördüğümüz " şeytanın adımları " ifadesi ise, Şeytani düşüncelerin, davranışların, eğilimlerin, işlemlerin tümüdür.
BAKARA 268 : Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkinliği, hayasızlığı emreder. Allah ise size Kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaat eder. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti sonsuz geniş olandır.
Kur’anda Şeytan ifadesi “ ins şeytan ” ( Bilinen, görünen, tanınan, insanın kendi dışındaki bir başka insan ) ve “ cinn şeytan " ( Gizli, kapalı, görünmeyen, kişinin kendi içindeki kötü duyguları iblis ) şeytan olmak üzere ikiye ayrılır.
ENAM 112 – 113 : Böylece Biz, her peygamber için cinn / görünmeyen, ins / açık şeytanlarını düşman yaptık. Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, ahirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan hoşnut olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye. Bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü gizlice telkinde bulunur, fısıldar.
Şeytan, Kur’anda her türlü kötülüğün sembolü olup bu, kötülük yapan, kötülük düşünen, telkin eden bir insan olabileceği gibi, kişinin kendisinin içinde var olan kıskançlık, öfke gibi duygular da şeytani olabilir. Münafıkları, iki yüzlüleri ayartan, onların kötü yüzünü ortaya çıkaran duygular da Şeytandır. İnsanları fitneye, her türlü kötülüğe düşüren de Şeytandır.
ALİ İMRAN 175 : Şüphesiz ki o şeytan / kötü niyetli insan kendi yakınlarını korkutur. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz benden korkun.
BAKARA 14 : Onlar inanmış kimselere rastladıkları zamanda “ inandık “ dediler. Kötü niyetli elebaşlarıyla / şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “ şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edenleriz “ dediler.
Bu ayetlerde de doğrudan doğruya insanlar için kullanılmış olan Şeytan’dan söz edilmektedir. Kur’an ayetlerinin bildirdiğine göre Şeytanların yaptırım gücü yoktur. Zorlamadıkları ve zorlayamadıkları, ancak ham, cahil olgunlaşmamış zayıf iradeli kişileri etkileyebilecekleri öğrenilmektedir.
İBRAHİM 22 : Ve iş bitince şeytan onlara “ Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen caydım. Zaten benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de bana karşılık verdiniz. O nedenle beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaramam. Siz de benim kurtarıcım değilsiniz. Şüphesiz ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim. ” Dedi.
Bu ayette olduğu gibi pek çok ayette de Rabbimiz, iletmek istediği mesajları temsili tiyatro sahnesindeymiş gibi konuşturmalar yoluyla anlatmaktadır. Bu ayette de Şeytan sanki bir gerçek şahsiyetmiş gibi konuşturulmaktadır. Ama bu anlatım tekniğinin inceliklerini kavrayamayan yorumcular, Şeytanı gerçek bir şahsiyet gibi lanse etmekte ve üstüne üstlük ilave edilen yüzlerce hadis ve rivayet uydurmaları, inançları istila etmektedir. Bu ayetteki anlatım tekniğine benzer şekilde anlatılan ve “ İblis’in “ kovulmuş şeytan olduğu dile getirilen ayetler de farklı yorumlanarak asıl anlamından saptırılmıştır.
ARAF 11 : Ve hiç kuşkusuz Biz sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik. Sonra da meleklere / Evrendeki güçlere, Adem’e / bilgilenmiş insana, secde edin / boyun eğip teslim olun dedik. İblis hariç onlar hemen secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. 12 : Allah “ Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne alıkoydu ? “ dedi. İblis “ Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten / enerjiden yarattın, onu da çamurdan yarattın “ dedi. 13 : Allah “ Öyleyse oradan hemen alçal, senin için orada büyüklük taslamak olmaz. Hemen çık, sen kesinlikle aşağılıklardansın “ dedi. 14 : İblis “ Yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre ver “ dedi. 15 : Allah “ Sen süre verilmişlerdensin. ” dedi. 16 : İblis “ Öyleyse beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım. 17 : Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve Sen çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın. “ dedi. 18 : Allah, “ Haydi sen yerilmiş ve itilmiş olarak oradan çık. Onlardan sana kim uyarsa, andolsun ki sizin hepinizden cehennemi dolduracağım. ”
Yine bu ayetler grubunda da temsili tiyatro sahnelerinde olduğu gibi konuşturma tekniği ile anlatımı görmekteyiz. Ayetlerde sözü edilen İblis ( Şeytan ı Racim ) ( Kovulmuş şeytan ) genel olarak tasvir edilmiş şeytandan farklı özel bir şeytandır. Lanetlenmiş, kovulmuş, taşlanmış olan “ İblis “ tir. İblis denilen bu Şeytan, dışarıdan insanları yönlendiren kişiler değil, kişinin kendi içinden, düşünce yetisinden beyninden, benliğinden ( duyguları, hırsları, egoları, nefsi, tutkuları ) ile onu yönlendiren içindeki Şeytandır. Bu nedenle kovulmuş Şeytan ( Şeytan ı Racim ) İblis, kişinin içindedir, göğsündedir, beynindedir, düşüncelerindedir. İblis : Sözcük olarak “ çaresizlik, ümitsizlik anlamları çerçevesinde, hayırdan son derece ümitsiz olan, Allah’ın rahmetinden umudunu kesen “ demektir. Eski düşünürlerin çoğu, İblis’in asıl adının “ Azazil “ olduğu ve meleklerin ileri gelenlerinden biri iken Ademe secde etmediği için Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldığını belirtmişlerdir. Oysa İblis, Kur’ana göre cinlerdendir, ateşten / enerjiden yaratılmıştır, insanın beyninde, zihninde, duygularında, ve içindedir. Vesvese verir, güç meleklerindendir.
Genellikle Şeytan ile İblis ( Şeytan ı Racim ) birbirine karıştırılmakta ve ikisinin de aynı anlamda olduğu düşünülmektedir. Oysa “ Şeytanı Racim “ genel anlamındaki Şeytan kavramıyla ifade edilen özelliklerin dışında, başka özellikler de gösteren özel bir Şeytanın sıfatıdır. Saffat Sûresinin 7. ayetinde de iblis, boyun eğmeyişi, itaat etmeyişi ve inatçı oluşu nedeniyle de “ Şeytanı Marid “ olarak nitelendirilmiştir. Racim : Sözcüğü “ recm “ kökünden taş atmak, öldürmek, lanet etmek, kovmak anlamlarını taşımaktadır. Şeytan ismi ile birleştiğinde ise “ Lanetlenmiş Şeytan, Kovulmuş Şeytan, Taşlanmış Şeytan “ demektir. Bu ayetlerle şeytanın gökyüzünden kovulmuş, uzaklaştırılmış olduğu, gökyüzünde olmadığı, bilakis yeryüzünde insanların içerisinde olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan Cenneti hak edip oraya girmiş insanın içinde, düşüncesinde kötü duygu diye bir şey de olmayacaktır. O nedenle kötü duygular, iblis, Cennette yoktur, bu nedenle de aslında Cennetten kovulma diye bir şey de yoktur.
NAHL 98 : Öyleyse Kur’an öğrenip öğrettiğin zaman Racim Şeytan’dan / Aklınıza hemen geliveren, mesnetsiz düşüncelerden Allah’a sığın. / Sığındığına inan. 99 – 100 : Şüphesiz ki iman etmiş ve Rabblerine işin sonucunu havale eden kimseler üzerinde Şeytan ı Racim’in hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Onun zorlayıcı gücü, ancak kendisini, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın edinenler ve Allah’a ortak koşanların ta kendileri olan kimseler üzerinedir.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanı bekleyen büyük tehlike olan Şeytan ı Racim’e dikkat çekmektedir. Kur’anı okumaya başlayacağımız zaman aslında Allah’ın bir önerisi olan “ Euzubillahimineşşeytanirracim “ ( Kovulmuş Şeytandan Allah’a sığınırım ) diyerek başlarız. Ancak bu ağzımızdan çıkanın asıl anlamının ne olduğunu çoğumuz düşünmemişizdir. Bu söylediğimiz, sadece lafta kalacak olan “ Allah’ım Şeytandan sana sığınırım beni ondan koru “ demek değildir. Aslında yapmakla yükümlü olduğumuz bir ameldir, fiildir. Kovulmuş Şeytandan Allah’a sığınmak : Şeytan tipler ve güçler tarafından dayatılan düşünce ve amelleri Allah’ın gönderdiği Kur’an terazisinde tartmaktır. Şeytanın aklımıza düşüncemize zerk ettiği zehirleri amelleri, Allah’ın Kur’an ile bize ikram ettiği rehberlik panzehiri ile tedavi etmektir. Doğruyu Allah’tan öğrenip, Şeytanın ( kötü duyguların, nefsin, dürtülerin, kibrin, bencilliğin ) bizi saptırmasına engel olmaktır. Sürekli olarak Kur’ana sığınmaktır. Bilinmelidir ki anlamadan sadece Kur’anı Arapça okumakla bu problemler çözülemez. Zira ayette aslında Allah’a sığındığına inan denilmektedir. O halde yapılacak iş, Allah’ın sözlerine / Kur’ana teslim olarak hayatın, sadece o sözlere göre düzenlenmesidir.
Kur'anın çeşitli ayetlerinde örneğin Enfal Sûresinin 48. ayetinde kötü niyetli komutan olan kişi şeytan, Bakara Sûresinin 102. ayetinde iftira atan kâfir şeytan, Taha Sûresinin 115. ayetinde vesvese veren şeytan anlatılırken Cinn, Hicr, Saffat ve Mülk Sûrelerinde de göklerdeki yıldızlara bakarak kulak hırsızlığı yapan ( Kâhin, müneccim, falcı ) denilen şeytanlardan, art niyetli insanlardan söz edilir. Onlar ateş azabı ile uyarılırlar.
CİNN 8 - 10 : Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine gözetleyen parlak bir alev buluyor. Biz de yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rabbleri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
HİCR 16 - 18 : Andolsun Biz gökten bir takım burçlar / yıldız kümeleri oluşturduk ve bakanlar için onu süsledik. Ve uzayı az da olsa vahye kulak veren, kendilerini alev sütunu takip edenler / Roketlerle uzaya gidenler hariç racim şeytanlardan / Kovulmuş, taşlanmış iblisten koruduk.
MÜLK 5 : Ve andolsun ki Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara / kâhinlere, falcılara / meteorların yeryüzüne düşmesiyle, insanların uzaydaki varlıkları tanımalarıyla şeytanların sahtekârlıklarının ortaya çıkmasına malzeme yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.
Bu ayetlerin sırasıyla ifadelerinden anlaşıldığına göre Kur'an dinleyerek gerçekleri görmüş ve imana gelmiş olan yabancılar ( Cinnler ) özeleştiri yaparak daha önceki durumlarını dile getirmektedirler. Çünkü daha önce müneccimlik yaptıklarını, umutlarını yıldızlardan alacakları bilgilere bağladıklarını, bu amaçla sürekli gözetleme yapılabilecek yüksek yerlere oturup beklediklerini, ama göklerin yıldızlarla ve meteorlarla dolu olduğunu, bunlara bakarak istedikleri bilgileri elde edemediklerini, sonuç olarak da hiç kimse için yarının ne getireceğinin öğrenilemeyeceğini sayıp dökmektedirler. İşin aslı bu olmasına rağmen bu ayet grubu hakkında mantık dışı bir çok rivayet uydurulmuştur. Örneğin Süheyli'nin naklettiğine göre ; * Şeytan daha önce yedi kat semaya girip çıkıyordu. İsa'nın doğumuyla ona göğün üç katı yasaklandı. Muhammed'in doğumuyla ise yedisi de yasaklandı.
Ayetin orijinalinde yer alan " Lems " sözcüğü dokunmak anlamıyla aslında genellikle bilgi almak, bir nesnenin niteliğini öğrenmek amacıyla yapıldığı için burada mecazen bilgi almak için gökteki yıldızlarla kurulan teması, yani incelemeye alınmasını ifade eder. Gizlice dinlemek suretiyle gaybdan haber alındığı yalanıyla yapılan sahtekârlık ise Hicr Sûresinin 16 - 18. ayetlerinde de " Kulak hırsızlığı yapan şeytanlar " ifadesiyle ele alınmaktadır. Aynı ayrıntılar Saffat Sûresinin 6 - 10. ayetlerinde de yer alır. Bu ayetler eski klasik tefsircilere göre müteşabih sayıldığı için iyi anlaşılamamış, bu konuda mantıksız, akıl ve bilim dışı, hatta Din dışı açıklamalarla yanlış inançların peşine düşülmüştür. Mevcut meal ve tefsirlerin neredeyse tamamında konuyu aynı anlam doğrultusunda açıklamışlardır. Ancak günümüz bilgi ve teknoloji çağının geldiği noktada ve veriler ışığında bu ayetlerdeki bazı ifadeler, müteşabih sayılmaktan çıkmıştır. Ayetin orijinalinde yer alan " şihap " sözü, bildiğimiz odun ve otun yanması sonrasında çıkan alevdir. Ayetlerde belirtilen " Şihabı mübin " tamlaması ise ( açık parlak alev ), " Şihabı sakıp " ifadesi ise ( delici alev ) anlamında olmasından dolayı söz konusu olan ise " Alevin delici ve parlak " olduğunu anlatmaktadır. Bu delici ve parlak olan alev ise ayette " kendisini izler, kendisinin arkasından gelir " fiilinin ipucu olmasıyla, bir uzay aracı olan roketin arkasından çıkan alevdir. Klasik müfessirler ayetlerdeki bu ifadeleri yıldız kayması, meteor düşmesi olarak açıklamışlardır. Yıldızlar ile meteorların ne olduğunu anlayamadıkları ve gerçekten varmış gibi yanlış olarak inandıkları şeytanların arkasından bir top mermisi gibi fırlatıldığına inanmışlardır. Ancak bu bombardımanın sonucuyla ilgili olarak şeytanların bu parlak delici alevlerden kurtulup kurtulamadıklarına, ölüp ölmediklerine dair bir yorum yapamamışlardır. Ayetteki " İsteraka " fiili genellikle " illa " istisna edatına dikkat edilmeden " Kulak Hırsızlığı " olarak çevrilmiştir. Bu nedenle çoğu mealde çeviri " Kim kulak hırsızlığı yaparsa alev topu onu yakıverir " şeklindedir. Oysa 17. 18. ayet tek bir cümle halinde ifade edilirse cümle ; " Ve onu az da olsa vahye kulak veren ve kendisini açık bir alevin takip ettiklerinin haricindeki tüm ( taşlanmış, kovulmuş ) şeytan ı racimlerden koruduk " şeklinde olur. Mülk Sûresinin 5. ayetinde, gökteki kandiller olan yıldızların, gezegenlerin ve meteorların şeytanlar / falcı ve kâhinler için " rücum " yapıldığı ifade edilmektedir. Rücum : Öldürmek, taşlamak, kovmak, lanetlemek, zanna dayalı söz söylemek anlamlarında kullanılır. Bu ayette şeytanların / gerçekte art niyetli olan insanların, kâhinlerin, falcıların yıldızlara bakarak bir takım zanna dayalı sözler söylediklerinin, palavra attıklarının bildirildiğini anlayabileceğimiz gibi, insanların zamanla uzaydaki varlıkları tanımalarıyla şeytan olan kişilerin, falcıların sahtekarlıklarının ortaya çıktığını da anlayabiliriz.
İnsana doğadaki bütün canlılardan farklı ve ayrıcalıklı olarak, onlarda ayrı ayrı olan bütün güçlerin tamamı çeşitli oranlarda ve değerlerde bahşedilmiştir. Bunun yanı sıra bu yeteneklerini, becerilerini, güçlerini yönetebileceği üstün bir yapıdaki akılla, şuurla, benlikle donatılmış, bunları seçme, tercih etme iradesiyle de özgürleştirilmiştir. Bu nedenle insan, dalalet yollarına girmeden, Şeytanı Racim’e ( kötü vesvese ve arzularına ) kendini esir etmeden, Allah’a sığındığına inanmalı, hayali şeytan karakterleriyle kendini sınırlamamalı, kendi seçimi ve iradesi ile yaptığı hataların ve yanlışın vebalini ve sorumluluğunu Şeytana fatura edip kurtulabileceğini sanmamalıdır. Tabii çoğunlukla kendi yalanına dürüst olmayanlar, suçu Şeytana yükleyerek bu dünyada avunabilecektir. Şeytana uyduk bir kere denilerek, kendi aşağılıklarını, kibrini, cehaletini, zulmünü, basiretsizliğini, hırsını, hezeyanlarını örtmeye çalışacaktır. Şeytanın esareti ve kontrolü altına girmiş kişi oysa Allah’ın karşısındadır. Hayasızdır, edepsizdir, haksız kazanç peşindedir, bilmediği şeyleri konuşur, savurgandır, yoksul kalmaktan korkar, şımarıktır, yalancıdır, aldanmıştır, sözünde durmaz dönektir, bilgilenmeye aydınlanmaya kapalıdır. Toplum tarafından da böyle kişilere, onu şeytan çarpmış, şeytanın oyununa gelmiş denilip “ Şeytan’ın günahı alınmaktadır. “ Oysa bütün bunlar dünya yaşantısı ile ilgili olarak hırsları, egoları, kendini beğenmişliği, hayasızlığı, tutkuları, inatçılığı, her şeyin fazlasına sahip olmak isteyen nefsinin esaretinde olmasıdır, kişinin kendisinin seçimidir. Bu durumda olan kişiler suçu kendi üzerilerinden Şeytanın üzerine atarak kurtulamazlar. Aklını kullanmadan yanlış seçimi ile içine düştüğü olumsuz durumun hesabını herkes kendisi verecektir.
Aslında kavram olarak Kur’anın Şeytanı, kendine verilen erdemin, güzel hasletin farkında olmadan, onları aktif hale getirmeden, bu güzelliklere yabancı kala kala unutmuş ve uzaklaşmış, aklını kullanmayan insanları anlatır. Kendine bahşedilmiş nimetlerin, güzelliklerin farkında olamayıp, ünsiyet kazanmamış olumsuz duygularına esir olmuş insanları dile getirir. O nedenle de Yüce kitabımız Kur’anın ilk ayetlerinde biz kullara “ oku “ öğren ve öğret emri ile ardından da bir çok ayette " Emri bil maruf, nehyi anil münker " ifadeleri ile de çevremizdeki insanlara iyiyi, doğruyu ve güzeli emretmemiz, her türlü kötülüklerden de men etmemiz görev olarak verilmektedir. Biz de bu emre itaat edip Kur’anımızı kendi dilimizden okuyarak anlayabildiğimiz, ona sığınabildiğimiz ölçüde Şeytanımızı gerektiği gibi tanıyabilir, Allah'ın üzerimize yüklediği kulluk görevimizi yerine getirmiş olur, böylece şeytanı kendimizden ve çevremizden uzak tutabiliriz. Bu nedenle de Allah’a kuru lafla değil, eylemlerle, güzel amellerle sığınmalıyız, sığındığımıza kendimiz de inanmalıyız. Cennetin bedelini, Kur’anın içerisinde bulacağımızı bilmeliyiz. Bu bedelin, muttaki olmak, sakınmak, yanlıştan ve Allah'a ortak koşmaktan dönen Hanif olmak, gerektiğinde malını, canını Allah’a adamak olduğuna inanmalıyız. Böyle olunca da Şeytanın vesvesesinin, hannaslığının, maridliğinin, şerrinin, inanmış ve Kur’an ayetleri ile yoğrulmuş insan üzerinde hiç bir etkisi ve önemi olmayacaktır. İblis Şeytanı hükmedemeyecek, sokulamayacaktır. Sonuç olarak ben Müslüman’ım diyen herkes, mutlaka kendi aklını egemen kılmalı, başkasının emanetine vermemeli ve kalbe sürekli vesvese vererek, adeta bir kurt gibi kemirerek korku, öfke, kıskançlık, açgözlülük, kibir, yalan, aşağılık kompleksi, üstünlük taslama, böbürlenme, bencillik gibi bütün dalalet eğilimlerini öne geçirmek isteyen Şeytanlardan korunmak için, Allah'a ve Onun Kitabı Kur’ana sığınmalıdır. Çünkü kalplerdeki huzur, sevgi, saygı, umut, sorumluluk, paylaşma, cömertlik, alçak gönüllülük, nezaket, dostluk, yardım severlik, merhamet duygularını besleyecek ve ön plana çıkaracak ilaç, sadece ve sadece Yüce Kitabımız Kur'andadır. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR