Çevremizde gördüğümüz, tanık olduğumuz, yaratılmış bütün cansız ve canlı varlıklarda olduğu gibi, insanlar da dünyaya gelir, değişik mekânlarda, bir süre değişik yaş ve zaman aralıklarında yaşar, Ali İmran Sûresinin 185. ayetinde “ Her benliği olan ( her canlı ) varlık, ölümü tadıcıdır .” ifadeleriyle ve buna benzer şekilde Enbiya Sûresinin 34 - 35. ayetlerinde de “ Biz senden önce de hiç bir beşer için sonsuzluk tanımadık. Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. " denildiği gibi, dünya hayatına, dünyadaki varlıklarına peygamberler de dahil veda ederler. Canlı varlıklar için Ölüm, bu dünya yaşamında nefes alma, görme, işitme, yeme, içme, beslenme ve çevre ile sürekli bir iletişim halinde olan canlı bedenin bütün fonksiyonlarının sona ermesi ve bütün canlılar için kaçınılmaz bir gerçek ve biz insanlar için de istenmeyen ürkütücü bir son olarak bilinir. Kur'anımızda da " mevt " sözcüğü ve " vfy " kökünden türemiş " vefat " sözcüğü de genellikle Müslümanlar tarafından ölüm anlamında bilinmektedir. Vefat sözcüğü aslında Allah'ın kişiye verdiği ömrü, senesi, ayı, günü, saati, dakikası ve saniyesi ile eksiksiz yaşatması anlamına gelmektedir. ( Lisanü'l Arab c. 9 sa. 362 ) Bu nedenle ise vefat sözcüğü, Kur'anın bazı ayetlerinde " tastamam verme, eksiltmeden yerine getirme " anlamında, bazı ayetlerde de ölümden önceki yaşanan kısa " süreç " anlamlarında kullanılmaktadır. Enam Sûresinin 60 - 61. ayetlerinde " Ve o geceleyin sizi vefat ettiren : geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran... Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize mevt / ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik - fazla yapmadan, onu vefat ettirirler... " ifadelerinde gördüğümüz gibi, doğrudan doğruya ölüm anında vefat sözcüğü kullanılmış, yaşanmış ve sona gelinmiş olan bütün hayatın sinema şeridi gibi hatırlatmalarıyla ölüm anındaki kısa bir süreçten söz edilmiştir. Dolayısıyla vefat sözcüğü doğrudan doğruya ölüm anlamına gelmediği gibi, " ölüm " ile " vefat " sözcüklerinin birbirinden farklı iki ayrı şey olduğu görülmektedir. Zümer 42, Nahl 28. gibi daha bir çok ayette de bu süreçlerin çeşitleri açıklanmaktadır.
Zamanı geldiğinde elbette ki biz de öleceğiz. Biz öldükten sonra da belki milyarlarca insan daha dünyaya gelecek, yaşayacak, ölecek, ama biz artık bu dünyada yaşananların hiç birinden haberimiz ve bilgimiz olmayacak, ruhun terk ettiği bedenimizde enerji alımına bağlı olan entropi / düzensizlik eğilimi de olmayacağı için, zaman mefhumu da bizim için artık sona erecektir. Biz her ne kadar Allah'a ve yaratmasına, ölüme ve ölümün tamamen bizim için bir son olmadığına, ebedi olacak Ahiret hayatına inanıyorsak da, ölümü bilimsel ve maddesel açıklayan bir kısım bilim adamları da, bu inançların ataların bir tesellisi olduğunu iddia etmektedirler. Ama yine de " evet ölümden sonra herhangi bir şeyin olup olmadığı bilinmiyor kuşkusu ile bilimsel bir neden de ortada yok deyip " sadece bilim temelinde kalarak Ahiret hayatı ispat edilemediğinden, tamamen bir inanç meselesi olduğu için karşı bir iddia da ortaya koyamamaktadırlar. Çünkü Kur'anın bir çok ayetiyle yapılan anlatımlara göre, Vakıa Sûresinin 60 - 61. ayetlerinde " Ölümü / mevti aranızda Biz ayarladık Biz ! Ve Biz sizi benzerlerle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine engellenebilenler değiliz. " ifadesiyle belirtildiği gibi, ölümden sonra biz tekrar Ahiret hesaplaşması için diriltildiğimizde, Rabbimizin bizi bambaşka bir yapıda, belki de çok farklı bir formda, boyutta veya boyutsuz yaratabileceğinden dolayı, dünya yaşamı için gerekli olan bedenin ölmesinden sonra Ahiret sorgulamasının ardından, öz benlik / ruh ile bambaşka bir yaratılma ile ama iyi, ama kötü sürecek olan ebedi yaşam, bilimle, belirli bir sınırdaki dünya aklı ve materyalist düşünce ile istediği kadar ileri seviyeye gitsin, açıklanamayacak olan bambaşka bir formdur.
Ölümün beyin ölümü, tıbbi ölüm, biyolojik ölüm, felsefi ölüm, mevlevi ölüm, hukuki ölüm, dini ölüm gibi çok çeşitli tarifi yapılmakta olduğu gibi bilimsel olarak da biyolojik, fiziksel ve kimyasal temelde entropi / düzensizlik ve enerji ilişkisiyle Termodinamiğin 2. kanununa bağlı olarak tutarlı açıklamaları yapılmakta, herhangi bir nedenle canlının beslenme yoluyla gerekli enerjiyi alamaması, mantar ve bakteri istilasına karşı koyamamasına bağlı olarak kapalı sisteme dönüşme sonucunda bedenin artık hücre çoğalması da yapamaması nedenine göre ölüm, ayrıntılarıyla açıklanabilmektedir. Fakat sadece evrim teorisi ve materyal inanç temelinde kalanlar, insan vücudundaki muazzam tasarımın ve işleyişinin bir planlayıcısı, düzenleyicisi, kodlayıcısı, yaratıcısı ve koyduğu ölçü olması gerektiğini bir türlü kabul etmek istememektedirler. Elbette ki biz de bilimin bugünkü geldiği teknolojik gelişmelerle Evrim teorisi temelinde yaptığı açıklamaları yok saymıyoruz, onların gelişen akıl ve çabalarını, Azrail diye bir ölüm meleğinin olmadığını kanıtlayan insan vücudundaki ölüm genlerinin varlığını dahi bulmalarını takdirle karşılıyoruz, ama onlardan da özellikle yaptıkları çalışmalar çerçevesinde ulaştıkları bilgilerle, kanıtlarla bu yaşam ve ölüm olayının bir Yaratanla olan ilişkisinin de kabul edilmesini bekleriz.
Kimine göre ölüm, canlı bir varlığın bu dünyadaki yaşamının sonlanması ve sahip olduğu canlılık özelliklerini yitirmesidir. Kimine göre de bir son olmayıp, madde aleminden, madde ötesi aleme geçiştir, karbon atomu temelinde hacimsel ve nesnel maddeden oluşmuş bedenle yaşamın sona erip, can / ruh denilen öz benlik varlığıyla yaşamının devam etmesidir. Allah’a ve Ahiret gününe inananlar için mahşer günü hesaplaşmasından sonra başka bir aleme, ebedi bir hayata yolculuk, bu manevi inançları reddederek sadece evrim inancı temelinde kalarak ölümü bilimsel ve materyal olarak açıklamaya çalışan inanmayanlar için ise sonsuz bir sessizliktir. Kimilerine göre ölüm, insan için bir cezanın veya bir ödülün başlangıcıdır, kimilerine göre de düğün ile kavuşma günüdür. Nasrettin Hoca'ya göre de hanımın ölmesinden sonra esas kıyametin kopmasıdır. Yüce kitabımız Kur’ana göre ise ölüm, Allah’ın meşieti, iradesi ve yarattığı kanunları, kuralları ve ilkeleri / Sünnetullah ile takdir etmesine bağlı olarak da bir yazgıdır ve çeşit çeşittir. Kimi çocuk yaşta, kimi genç yaşta, kimi de çok ileri yaşlarda ölümü tattığı gibi, kimisi doğal afetlerle, kimisi çeşitli hastalık, kimisi de öldürülme, kimisi kazalar sonucu ya da bir cinayet ile veya savaşlarla ölümü tatmaktadır. Nedensiz bir ölüm de olmamaktadır.
Dünya üzerinde kısa veya uzun yaşamların farklı süresine ömür, sonuna da gerek Kitabımız Kur’anda, gerekse de halk kültüründe ecel denilmektedir. Deniliyor da, Yüce Rabbimiz Allah’ın külli iradesiyle oluşturduğu yaratma ve yaşam kanunlarına bağlı olarak kaçınılmaz bir son olan ecel ve ayrıntıları ile ilgili, bu kavramlar üzerine örneğin ; * Ecel ve ömür nedir ? * Ecel nasıl gelir ? * Doğacağımız ve öleceğimiz gün belli midir ? * Genç yaşlı her ölüm ecel midir ? * Dua ölümü engeller mi ? * Beddua ömrü kısaltır mı ? * Öldürülen kişi eceliyle mi ölmüştür ? * Nefes sayısı belli midir ? * Ecel değişir mi ? gibi bir çok merak, sorgulama ve bunlara karşı da çok değişik yorumlar ve görüşler de ortaya atılmıştır. Ülkemizde halk kültüründe de * Acele giden ecele gider. * Kırk yıl ecel yağsa, ancak eceli gelen ölür. * Eceli gelen keçi, çobanın ekmeğini yer. * Ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane. gibi yaşanmışlıklara dayalı bir çok anlamı kısa yoldan aktaran ata sözünün de oluşturulduğunu görüyoruz.
Ecel, Kur’anda edat ve fiil türevleri ile birlikte değişik ifadelerin içerisinde 55 kez yer alan, aynı zamanda ülkemizde İslami çevrelerce uzun yıllardır çok tartışılan, dünya çapında da çok eski zamanlardan beri düşünürlerin de ilgi odağı olan, felsefe çalışmalarında ayrıntılarıyla yer verdiği temel bir konu olmuştur. Özellikle Müslümanlıkta Ulema tarafından Eceli Tabii / Eceli Müsemma, Eceli Kaza / Eceli İhtirami, Ecel’i Fıtri, Ecel’i muallak, gibi ecelin sınıflandırmaları yapılmış, ömrün kısalması veya uzaması gibi ayrıntılar üzerinde çokça durulmuş, kavramları, ayrıntıları üzerine Mezhepler arasında farklı görüşler ve kabuller ileri sürülmüştür. Ecel konusunda Mezhepler ve müfessirler arasında ortaya çıkmış olan görüş ve kabul farklılıkları, daha çok iki ecelin bulunup bulunmadığına, dolayısıyla ömrün uzayıp uzamayacağına yönelik olmuştur. Mutezile ve Şia mezheplerinin müfessirleri, insanların iki eceli olduğunu ve ömürlerinin uzayıp kısalabileceğini savunmuşlardır. Bunun karşısında Ehli Sünnet Mezheplerinin bazıları ve müfessirleri de muhkem ayetlere dayanarak insanların bir tek ecelinin bulunduğunu, bu konunun daha ziyade ilâhi ilim ve külli iradeyi ilgilendirdiği dikkatine dayandırılarak, insanlar için geleceği ve gaybı bilen Yüce Allah tarafından belirlenen değişmez bir ecelin takdir edildiği görüşünü benimsemişlerdir.
Eşari ve Mutezile Mezheplerinin düşünürleri de “ maktülün ölümü “ örneğinden yola çıkarak insanın bir başkası tarafından isteyerek veya kaza ile öldürülmesi durumunda iki ecel kabulüyle ilgili olarak farklı bakış açısını ortaya koymuşlardır. Bu kabullerini de Peygamberimize isnat edilen “ Sadaka ömrü uzatır “ ve “ katile verilen cezanın, öldürdüğü kişinin ecelini değiştirdiği nedeniyle verildiği “ iddiasına dayandırmışlardır. Zemahşeri de Mutezilenin Bağdat ekolünün bu görüşünü savunarak, insanın tutum ve davranışına göre Fatır Sûresinin 11. ayetinde “ Ve Allah sizi bir topraktan, sonra nutfeden oluşturdu…..Kendisine ömür verilenin de ömründen yaşadığı ve min umurihi / ömründen eksilen kesinlikle bir kitapta yazılıdır. " ifadelerine dayandırarak ve bunun yanı sıra Halife Ömer’in hançerle yaralanması sırasında Ka’b el Ahbar’ın “ Ömer Allah’a dua etseydi ecelini tehir ederdi. “ ( el Keşşaf III. 303 ) demesi rivayeti ile de bu görüşü teyit edilmektedir. Bunların yanı sıra bu kabullere dayandırılan örneğin,
* Eceli gelmeyen hastalar şifa bulur. Bu nedenle ziyaretçiler hasta için şifa dileğinde bulunmalıdır. ( Müsned I. 239 )
* Akrabayı ziyaret edip onları gözetmenin, güzel davranmanın ve sadaka vermenin ömrü uzattığı ( Buhari Daavat 26, Edep 12, Müslim Birr 20, İbn Mace Mukaddime 10 ) rivayetlerinde belirtilmekte.
* Sadaka belayı defeder ve ömrü uzatır. ( Heysemi Mecmaüs Zevaid III. 63 )
* Resulullah, yıkılmak üzere olan kulübenin onarılması esnasında onların yanına gelerek, “ Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim “ buyurdular. ( Ebu Davud Edep 169 )
Gibi bir çok rivayet ortaya saçılmıştır. Öncelikle öne sürülen bu rivayetlere, bazı ayet ve değişik ölüm şekli nedenlerinin delillerine dayandırılan kabuller, Kur’anımızdaki bir çok ayetle ve Rabbimizin geleceği ve gaybı bilen vasfı ile çelişmektedir. Peygamberimizin de Kur’an ayetleriyle çelişen bu tür rivayetleri söylemiş olması mümkün değildir. Bu rivayetleri uyduran kişiler astarı yüzünden pahalı olacak şekilde belki de sadakayı, insanlar arasındaki iyi davranışları teşvik etmek amacıyla da söylemiş olabilirler. Öte yandan katilin cezalandırılması konusundaki görüşleri de yanlış bir muhakemenin sonucudur. Üstelik burada katletme olayında bir çok ayetle yasaklanmış bir öldürme eylemi ve bir cinayet söz konusudur. Aynı zamanda Rad Sûresinin 38. ayetinde “ ….Li külli ecelin kitab / Her süre sonu için bir yazı vardır. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, hangi nedenle olursa olsun, her ecel için Rabbimizin külli iradesi ve ilmiyle belirlediği değişmeyen bir yazgı / kitap vardır. Nerede, hangi koşullarda, hangi anadan ve babadan dünyaya geleceğimizi kendimiz seçmediğimiz için dünyaya gelmemiz mutlak bir kaderdir / ölçüdür, yazgıdır, aynı şekilde ne zaman, nerede, hangi nedenden dolayı, nasıl öleceğimizi de bilemediğimiz için, ölümümüz ve ecelimiz de bizim için mutlak bir kaderdir / ölçüdür, yazgıdır. Yaşadığımız, tanık olduğumuz hayatta da örneğin, kazadan öldü, felâketten öldü, boğularak öldü, katledilerek öldü, yaşlılıktan öldü, hastalıktan öldü dediğimiz gibi Allah'ın koyduğu ölçüler çerçevesinde nedensiz bir ölüm de yoktur.
Yüce Allah’ın, insanı bulunduğu ortamda ve zamanda, sahip olduğu koşullarda yaratması da, ölümü de mutlak bir kader ve yazgı olduğu için kişi nedeni ne olursa olsun ecelinde ölür. Dolayısıyla ecel ayrıdır, sadaka ayrıdır. Sadaka ömrü uzatır ama, 40 yıllık bir ömre 10 yıl daha ilâve edildi örneğiyle halkın inandırıldığı gibi değil ! Kişinin Allah'ın yazgısıyla önceden belirlenmiş ömrüne bir kaç yıl ilâve yapılmaz. Kimsenin ömründen de kimseye ömür aktarılmaz. Sadaka halk kültüründe inanıldığı gibi dilenen kişilere yardım olsun diye verilen üç beş lira değildir. Tevbe Sûresinin 60. ayetinde “ Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim, zorunlu görev olarak sadakalar / vergiler / Kamunun gelirleri, ancak fakirler, miskinler / yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan Kamu görevlileri… içindir. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi, oysa vergiler / sadakalar Kamu gelirleridir, topluma aittir, toplumun bireylerinin sağlık, eğitim ve ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesi, sosyal güvenliklerinin sağlanması ve bu amaçla çalışan görevlilerin de ücretlerinin karşılanması içindir. Eğer o beldede veya yörede yaşayanlar vergilerini / sadakalarını hakkıyla gerektiği kadarıyla Kamu yöneticilerine ve Kurumlarına öderlerse, yöneticiler de kamuya ait olan bu gelirleri israf etmeden gerekli yerlere harcar, alt yapı, sağlık, eğitim ve ekonomi açısından yerinde yatırımlar yaparlarsa, böylece insanların sağlıklı, mutlu, huzurlu yaşayabileceği bir ortam ve iş olanaklarıyla yaşam koşullarını sağlamış olurlar. Böyle ortamlarda da insanlar kolay hastalanmazlar, daha mutlu, huzurlu ve sağlıklı olarak daha uzun bir ömürde yaşayabilirler. İlkel dönemlerdeki kısa olan ömrün yaş ortalamalarına göre, zamanımızda ise artık yaşam koşullarının gelişmesine ve değişmesine bağlı olarak, özellikle gelişmiş batı ülkelerinde ölüm yaşı ortalamasının yükselmiş olduğu gibi ömür de, ölümün yaş ortalaması da buna bağlı olarak yükselmiştir. Zamandan, mekândan münezzeh olan, gaybı ve geleceği bilen Yüce Allah da külli iradesi, ilmi ile zaten bu koşulları ve sonuçlarını önceden yaratarak bildiği için, eceli de ona göre belirlemiş ve takdir etmiştir.
Fatır Sûresinin 11. ayetinde yer alan “ ömründen eksilen “ ifadesine dayandırılarak ömrün değişebileceği iddiasına gelince ; Ayetin orijinalinde “ vemâ yu’ammeru velâ yengusu min umurihi “ ifadesi, Diyanet çevirileri de dahil bir çok mealde olduğu gibi örneğin ;
Ekmalı Hamdi Yazır Meali : Bir yaşatılana çok ömür verilmek de ömründen eksiltmek de bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki o Allah'a göre kolaydır.
H. Basri Çantay Meali : Ömrü uzatılana çok ömür verilmesi, ömründen eksiltilmesi de hepsi bir kitapta yazılıdır. Şüphesiz bunlar Allah'a göre kolaydır.
Ali Bulaç Meali : Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Gerçekten bu Allah'a göre kolaydır.
Bayraktar Bayraklı Meali : Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır.
gördüğümüz gibi maalesef “ yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması “ şeklinde yanlış olarak çevrilmektedir. Halbuki bu çevrilme “ ömürlenmişin ömürlenmesi ve onun ömründen eksilmesi de “ şeklinde olması gerekir. Ayette aynı tek kişinin halinden söz edilmektedir. Ömrü uzatılan ve ömrü kısalan iki kişi söz konusu değildir. Ayette belirtilen ise “ ömürlenmişin, ömründen eksilen kısmın da kayıt altında olduğu, ” yani kişinin takdir edilmiş olan ömründen yaşadığı geceler, gündüzler, aylar, yıllar yaşına göre düşülmekte ve bu hesap titizlikle takip edilmektedir. Bu durum ise ecelin değiştiği ve ömrün kısaltıldığı anlamına gelmez. Çünkü ecel yaşanılan zaman ile kısalmamakta, sadece toplam ömürden harcanmak suretiyle ömür eksilmekte ve yaşlanmakla beraber hayatın sonu olan ecel de yaklaşmaktadır. Ecelin değişebileceği inancı, sadece bu ayetin Mutezile mezhebi mensuplarınca delil kabul edilmesiyle kalınmamış, günümüzde de bir çok müfessir, kesim ve akademisyenlerce Ali İmran Sûresinin 145. ayeti “ Ve herkes sadece Allah’ın bilgisiyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. “ şeklinde meallendirilmesi gerekirken, bu ayet ve Vakıa 60, Mümin 67, Enam 2, Ahzab 16, Nuh 4. ayetleri de bir çok müfessir tarafından yanlış anlaşılarak çevrilmekte, ecelin değişebileceği inancı ısrarla savunulmaya çalışılmaktadır.
Bu inançtakiler bu yanlış yorumlanan delillerle kalmamış, hayata müdahalesi olmayan, geleceği ve gaybı bilmeyen bir Allah kabulü ile, insanı sadece et, kemik, nem ve ısıdan ibaret olarak görüp, ecel konusundaki her şeyi de dünyadaki madde ölçülerinde açıklamaya çalışmışlar, sözde bilimselci olan bu bakış açılarına göre de ısı ve nemin yok olması sonucundaki ölüm için Tabii Ecel, hastalık, harici bir dış etki veya kaza nedeniyle ölüm için İhtirami Ecel, belirsiz ve kesin bir vakti olmayan, kişinin fiziksel durumuna ve dış görünümüne göre erken, ya da geç gelen ölüme göre de Eceli Muallak olmak üzere Yüce Allah’ın bir çok ayetle değişmez dediği eceli kafalarına göre sınıflara ayırmışlar, bir çok Kur’an ayetinin uyarılarının aksine eceli değişebilir hale getirmişler, Yüce Allah’ı da geleceği, gaybı, ne istediğini bilmeyen bir yapıya sokmuşlardır. Bütün bu kabuller şirktir, küfürdür. Halbuki bugünkü bilimin geldiği gelişmelere ve son edinilen bilgilere göre mikro organizmalar da dahil, bir çok canlının içinde bulunduğu ortamdan gelen dış etkiye karşı eşit şekilde tepki vermedikleri, kesin deneylerle ve elde edilen sonuçlarla ortaya konulmaktadır.
Kur’anımıza baktığımız zaman ise, Araf Sûresinin 34. ayetinde “ Ve her önderli toplum için bir süre sonu vardır. Onun için süre sonları geldiğinde, ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler. “ denilerek, ayetin orijinalinde “ Ve likülli ümmetin ecel. fe izacae ecelehüm “ ifadeleriyle gördüğümüz gibi kişilerin, toplumların belirlenmiş ve değişmeyen bir eceli, hayatta kalma süreleri ve sonları vardır. Bu nedenle ecel : bir şeyin süresi demektir, bir şey için belirlenmiş süredir, ölümde vaktin gayesidir. Sürenin dolması, yani hayatın, dünya üzerindeki varlığın sona ermesidir. Değişik ayetlerin orijinalinde yer alan “ Dena ecelühü “ ifadesi de onun ecelinin, varlığının sonunun yaklaştığını ifade eder. Bu nedenle ecel kavramı Kur’anda “ ya belirlenmiş bir süre “ anlamında, ya da “ Bir sürenin son anı “ anlamında kullanılmıştır. ( Lisanu’l Arab ; Tacu’l Arus ; el İsfehani ; el Müfredat “ ecl “ mad. ) Bunların yanı sıra Bakara 231. ayetinde “ fe belagne ecelehünne “ ecellerine yetiştiklerinde, Talak 2. ayetinde “ fe iza belagne ecelehünne “ ecellerine ulaştıkları zaman Bakara 235. ayetinde “ hatta yeblüga’l kitabü ecelehü “ bekleme süresine, eceline ulaşmadan anlamlarıyla ecel sözcüğünün, verilen bir sürenin son anı anlamında kullanıldığını görüyoruz.
Bakara 282, Hud 3, Rad 2,, İbrahim 10, Enam 2, İbrahim 10, Taha 129, Hacc 3, Ankebut 53, Rum 8, Zümer 5, Mümin 67, Şura 14, Ahkaf 3, Nuh 4, gibi birçok ayette yer aldığı gibi, Nahl Sûresinin 61. ayetinde de “ Ve eğer Allah, yanlış işleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünün üstünde irili ufaklı tüm canlılardan hiç bir şey bırakmazdı. Velâkin onları ecelim müsemma / adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Artık onların sürelerinin sonu gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. “ ifadelerinde gördüğümüz ve ayetlerden anlaşıldığı gibi, insanlar ve diğer canlılar için var olan ve asla değişmeyecek olan ecel / belirlenmiş bir süre, yukarıda Araf Sûresinin 34. ayetinde de gördüğümüz gibi toplumlar, gelmiş geçmiş bütün medeniyetler için de söz konusudur. İsra Sûresinin 99. ayetinde “ Onlar gökleri ve yeri oluşturan Allah’ın, kendilerinin aynı olan insanları oluşturmaya da güç yetiren olduğunu ve onlar için şüphe edilmeyen bir süre sonu belirlemiş olduğunu da görmediler mi ? “ ifadelerinde belirtildiği gibi, Yer, Gök ve diğer tüm varlıkların da birer değişmeyen eceli vardır. Fatır Sûresinin 13. ayetinde de “ Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor, Güneşi ve ayı insanlığın yararlanacağı yapı ve işleyişte yaratmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi de yer ve göklerin Hakk ile yaratıldığı, bunların “ adı konmuş bir ecele “ kadar varlıklarını sürdürecekleri, gecenin, gündüzün, güneşin, ayın, belirlenmiş bir ecele doğru akıp gittiği, yol aldığı belirtilmektedir. Böylece Evrenin de değişmeyen bir ecelinin olduğu, eninde sonunda yok olacağı anlaşılmaktadır. Bu ayetlerin Arapça orijinallerinde yer alan Ecel i Müsemma : tamlamasında ecel / süre, müsemma / adı konulmuş, belirlenmiş demektir. Bu karşılıklarından dolayı bu sıfat tamlaması “ adı konmuş, belirlenmiş bir süre “ anlamında olup bu tamlama ile, senesi, ayı, günü, saati, dakikası ve saniyesiyle belirlenmiş, değişmeyecek ölçüde yeryüzünde, Evrende mekânıyla var olma, yaşama ve sonunda da bu yaşama veda etme “ süresinin son anı “ kastedilmektedir.
Ölüm şekli ne olursa olsun, insan ne kadar yaşarsa yaşasın, Münafikun Sûresinin 11. ayetinde de “ Allah kendi ecelinin / süresinin sonu gelmiş bulunan hiç bir kimseyi asla ertelemez de. Ve Allah, yaptıklarınıza haberdardır. “ denildiği gibi, her insan kendisi için takdir edilen ecelde ölmektedir. Ölüm, Yüce Allah’ın herkes için farklı şekil ve zamanda belirlediği sürenin bitişinde gerçekleşmektedir. Yaşlı insanların halk kültüründe yaşlılık nedeniyle yatakta ölmeleri için kullanılan “ eceliyle öldü “ tabiri yanlış bir ifadedir. Çünkü bütün varlıklar ve insanlar eceli ile değil, ecelinde / takdir edilmiş olan sürenin sonunda ölmektedir. Nasıl ki bireylerin bir ömrü varsa, toplumların da aynı şekilde önceden belirlenmiş bir ömrü vardır. Toplumlar da insanlar gibi, kendileri için belirlenmiş sürenin ne önüne geçebilir, ne de geri kalabilir. Yükselen egemenliklere sahip olan uluslar, medeniyetler ve imparatorluklar, tarih boyunca sürelerini doldurduklarında ya ahlâki çöküntü nedeniyle, ya siyasi mücadeleler sonucunda, ya da Allah’ın cezalandırmasını hak ederek değişik felâketlerle tamamen helâk edilmişler, ya da egemenliklerini kaybetmişlerdir.
İnsanların savaşlara katılması veya katılmaması, savaştan ve savaştaki ölümden kaçmak, ne kadar kaçılırsa kaçılsın veya ne kadar acele edilirse edilsin ecelin ertelenmesi veya öne alınması söz konusu değildir. Bunların hiç birisi Yüce Allah’ın külli iradesi ile takdir edilmiş olan eceli değiştirmez. Bu durum aynı zamanda bütün toplumlar, bütün Evren için de geçerlidir. Ali İmran 14, Nisa 77, Nahl 117, ayetlerinde yer verildiği ve Tevbe Sûresinin 38. ayetinde “ Ey iman etmiş kişiler ! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız. / çakılıp kaldınız. Ahiret’ten cayıp basit dünya hayatına mı razı oldunuz ? Ama Ahiret’tekine göre, bu basit dünya hayatının kazanımı pek azdır. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, savaşla ölmekten veya öldürmekten kaçanlarla ilgili olarak dünya yaşamının ve nimetlerinin azının kazanılabileceği, Allah yolunda girişilecek savaşlarda ise, ucunda ölüm de olsa kazanılabilecek olan nimetlerle Ahiret hayatı için daha hayırlı olacağı, Allah yolunda savaştan korkulmaması ve kaçılmaması, aynı şekilde Ahzab Sûresinin 16. ayetinde de “ De ki : Eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız, kaçmak hiç bir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman çok az bir şey kazandırılırsınız. “ denilerek, ölümden sonra Ahiret hayatı için daha hayırlı olanın kazanılması önerileri yapılmaktadır. Savaştan ister kaçılsın, ister kaçılmasın, savaşta ölünsün veya ölünmesin, insanların önceden belirlenmiş ölümlerinin nedeni ve eceli değişmez.
Sonuç olarak, ömrün sonunun ecel anlamına geldiği, ecel ve ölüm için senesiyle, ayıyla, günüyle, saatiyle, saniyesiyle, alınacak nefes sayısıyla Nisa Sûresinin 78. ayetinde “ Son derece sağlam kalelerin içinde bile olsanız, her nerede olursanız olun ölüm size yetişir. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, yer ve mekânı ile tayin ve takdir edilmiş olan vakit olduğu, ecelin değişmeyeceği, öne alınıp veya sonraya bırakılmayacağı halde, hangi delikte veya hangi sarayda ne kadar kaçınılsa kaçılsın veya ne kadar acele edilirse edilsin, gerek insanlar ve tüm canlılar için olsun, gerekse tüm toplumlar ve medeniyetler için olsun, gerekse de tüm Evrendeki yaşamlar için olsun, Yüce Allah’ın külli iradesiyle önceden nedenleriyle belirlenmiş ve yazılmış olan ecelin, sonun ve yaşam sürelerinin değişmesi söz konusu değildir. Bu nedenle ne iyi, ya da ne kötü dua, ne verilmiş veya verilmemiş sadaka, ne savaşa katılma veya katılmama, ne katledilme veya herhangi bir kaza veya felâket, ne yaşlılık veya hastalık, hiç biri Yüce Allah’ın Külli iradesi ile önceden belirlediği ecel anını veya süresini değiştirmez. Bütün bu eylemlerin yararını veya zararını, doğrusunu, eğrisini yaratan, nerelerde kayıpların ve nerelerde kazançların nasıl ve ne kadar oluşacağını algoritmalarıyla programlayan, geleceği de, gaybi de, sonuçlarını da bilen, zaten Yaratan, yaşatan ve sonunda da Kendisine toplayan, zamandan ve mekândan münezzeh olan da yine Yüce Rabbimizdir. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğrularıyla yaşanmış hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ecel sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR’AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyinül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR