Kur’anımızda, Adem ve eşinin bir süre Cennette ( Aslında yeryüzündeki yeşil örtüsü bol Cennet gibi bir bölgede ) yaşadıkları, yasaklanmış ağaca yaklaşarak işledikleri hatadan dolayı, her türlü güzellik ve olanaklarla donatılmış Cennet gibi bölgeden kovuldukları / çıkarıldıkları birçok çeviri meallerinde düz mantık ve ayetlerdeki lafızlarıyla aynen kabul edilerek anlatılır. Bu anlatımlara dayalı olarak, onların yaklaştıkları ve yasaklanmış oldukları ağacın ne olduğu, uzaklaştırıldıkları Cennetin Ahiretteki mi ? Dünyadaki mi ? olduğu, yüzyıllardır tartışma konusu olmuş, bu konularda da gerek Yahudi kaynakları Tevratta, Hristiyanların Apokrif İncil kaynaklarında anlatılanlara bağlı olarak bizde de insan eliyle yazılmış kaynaklarda, çeviri meallerinde yüzlerce rivayet ve hadis ortalığı istila etmiştir. Bu nedenle Adem ve Havva’ya yasak konmuş ağaç denildiğinde, çoğunlukla insanların gözünde aynı tablo canlanır. Bu tabloda yemyeşil bir orman içerisinde, avret yerleri ağaç yaprağı ile örtülmüş Adem ve elinde elmayı ısırmış Havva ile yanlarında ağaca dolanmış bir yılan görülür. Rivayet senaryoları biraz fark gösterse de hemen hemen hepsinin ana fikri aynıdır. Suçlu, Cennete kaçak olarak giren kötü akılla vesveseyi veren yılan görünümünde şeytandır ve Adem’i kandıran ise Havva’dır. Burada erkek olduğu için Adem masumdur ve kandırılandır. Bu nedenle de kadın, dünya hayatı var oldukça, kadını aşağılayan zihniyet tarafından günahkâr olarak bilinecektir. Sesi ve erkeğe karşı kendini savunması, saçının bir telini dahi göstermesi haram ve Cehennemlik olacaktır.
Halk kültüründe de inanılmış ve kanıksanmış olan bu masallardan birine ana hatlarıyla baktığımız zaman ; * Üstelik de daha önce ayakları olan yılan, Ahiret Cennetinin kapısında bekçilerden biridir. Kovulmuş şeytan ne yapar, ne eder yılanı kandırır ve onun sırtında Adem ve Havva’yı da kandırmak ve saptırmak için Cennete girer. Melek olmanın ve ölümsüzlüğün güzelliğini anlatarak, Havva’nın yasak ağaçtaki elmayı yemesine ikna eder. Elmayı ısıran Havva da, Adem’i kandırarak elmayı yemesini sağlar. Yasaklanmış bu meyveyi yedikleri için de Cennetten kovulurlar. Şeytan yeryüzünde Seylan adasına, Havva Hint okyanusunda Serendip adasına, Adem de ondan ayrı ve uzak olarak Arabistan’daki Hicaz bölgesine gökten bir uzaylı gibi ışınlanarak düşerler. Yılan bu suça ortak olduğu için cezalandırılır ve ayaksız olarak yeryüzünde sürünmeye mahkum edilir. Şeytan yapacağını yapmıştır, böylece Cennetten kovulan şeytan, Adem soyunu dünya hayatı var oldukça kandırmaya devam edecektir. ( Taberi, Tarih Darû Süveydan I. 121, Mes'ûdi Mürücü'z Zeheb I. 34 - 60 ) Adem ve Havva’ya gelince hatalarını fark etmişler, tevbe etmişler, bağışlanma dilemişler, İmam Kastalaninin Mevahibi Ledünniyye adlı eserindeki uydurma bir hadise göre, Allah’ da onları “ Levlâke levlâke lema halâktul eflâk “ ( Sen olmasaydın Ben bu kâinatı yaratmazdım ) dediği daha dünyaya gelmemiş Muhammed peygamberin yüzü suyu hürmetine affetmiştir. Bugünkü Arabistan’da Mekke şehrinin yakınlarındaki Arafat denilen tepede, yıllar sonra onları birbirine kavuşturmuştur. İfadeleriyle anlatılır. Hacc ritüellerinin arasına da sıkıştırılmış bu inanç nedeniyle Hacı adayları, tamamen uydurma olan bu hikâyeleri de gerçekmiş gibi kabul ederek, onların bu acılarına ve buluşmalarına tercüman olmak için, her Kurban bayramı arifesinde bu tepe etrafında, niye beklediklerini, niye ağlaştıklarını bilmeden vakfe denilen bu ritüeli yerine getirirler.
Tabiidir ki baştan itibaren Adem'in ( ilk insanın ) Cennette yaratıldığı yanlış inancının temel alınmasının ardından gelen bu ve buna benzer Yahudi uydurması olan rivayetlerin neresinden tutulsa, her tarafından saçmalık, Kur’ana ve Allah'ın kanunları Sünetullah'a aykırılık dökülmektedir. Bu hayal ürünü senaryoları, masalları yazanlar ve bunlara inananlar, belli ki Arap kültürü ve dil kurallarına göre Kur’anı ve içindeki kavramları anlamamakta, ya da hiç okumamaktadırlar. Biz de geniş bir tartışma konusu olan Adem ve eşinin atıldıkları Cennetin, Ahirette mi, yoksa bu dünyada mı olduğuna, üzerinde pek çok spekülasyonun yapıldığı yasaklanmış ağacın ne olduğuna, dinimizin yegâne kaynağı olan Kur’an ayetleri ile ışık tutmaya çalışacağız.
Kur’anın biz Müslümanlara öğüt verme yöntemlerinde, bazı ayetlerle geçmişteki kıssalar anlatılır, bazen içine mecaz sanatı da katılarak müteşabih ( birden çok benzeşen anlamlara sahip ) ayetler kullanılır, bazı ayetlerde de sanki yaşanmış gibi, meleklerin, şeytanın, insanları temsil eden Ademin, peygamberlerin ve ölmüş kişilerin konuşturulduğu tiyatro sanatı ile temsili sahneler yer alır. Fakat bu anlatım yöntemleri Arap dil kuralları, deyimleri ve kültürü göz önünde bulundurulmadan genellikle düz mantıkla doğrudan doğruya sözcük lafızları ile anlaşılmış, başka yönlere çekilmiş, klasik tefsirciler tarafından çoğunlukla asıl anlatılmak istenenlerden, Kur’anın asıl vermek istediği mesajından saptırılarak, hadislerle rivayetlerle konuların açıklanması geleneğini doğurmuştur. Adem peygamber ile ilgili yanlış yerleşmiş olan bu gibi konulardaki rahatsızlığını dile getirmek isteyen İlâhiyatçı araştırmacı yazar İhsan Eliaçık Hoca da ; Şairin, “ Zifiri karanlıkta gelse, şiirin hasını ayak sesinden tanırım, Ne zaman bir köy türküsünü dinlesem şairliğimden utanırım. “ dediği gibi, “ Ben de ne zaman kıssaların anasını okusam, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi utanırım. “ diyerek, bizim de Adem kıssalarında gördüğümüz saçmalıklarla dolu temelsiz inançlarla ilgili düşüncelerimize tercüman olmuşlardır.
Ele alacağımız konunun daha kolay ve doğru anlaşılabilmesi için, ayetlerde ve açıklamalar içerisinde geçecek olan Adem, Melek, Şeytan, İblis, Dünya, Ahiret, Şecer / Ağaç, Cennet, Hubut, Varak, Melekeyn, Vesvese, Sevete gibi kavramların öncelikle Arap dil kurallarına göre Kur’an öğretisi içerisinde doğru olarak bilinmesi, ele alınması gerekir. Eğer bu kavramlar Kur'anın müteşabih ve mecazi, eril ve dişil anlatım teknikleri ve dil kuralları çerçevesinde doğru olarak algılanacak olursa, henüz kıyamet kopup Evrendeki varoluşa son verilip gerçek Ahiret Cenneti oluşturulmamış olduğundan, bu konu ile ilgili ayetlerde sözü edilen Cennetin Ahiretteki Cennet olmayıp bu dünyadaki Cennetten söz edildiği, Kur'anın anlattığı gerçek Ahiret Cennetinde şeytanın da, herhangi bir yasağın olamayacağı, yasaklanmış ağacın da gerçek bir ağaç olmadığı, bu dünyadaki somut ve bilinen kavramlarla ilgili olduğu görülecektir. Bu konuya Kur’anda pek çok Sûrenin ayetleri ile yer verildiği gibi, en geniş, toplu ve ayrıntılı olan bilgiyi de Araf Sûresinin ayetlerinde görüyoruz.
ARAF 19 : Ve yaademuskün ente ve zevcükel cennete feküla minhaysü şi'tüma velatekraba hazihişşecerate fetekuna minezzalimiyn
ARAF 19 : Ve “ Ey Adem ! / Bilgilenmiş, ünsiyet kazanmış insan ! Sen ve eşin cennete yerleşin, dilediğiniz yerden de yiyin ve yasak ağaca / şecerete / girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeye yaklaşmayın. / Malın, mülkün, paranın tutkunu olmayın. Yoksa zalimlerden / zulmedenlerden, yanlış, kendine zararlı iş yapanlardan olursunuz “ dedi.
Araf Sûresinin bundan önceki ayetlerinde, 11. ayetten başlayarak insan ve iblis’in kim olduğu, iblis’in görevi, iblis’in ( insanın kendi içindeki olumsuz duygularının ve dürtülerinin ) insanı nasıl yanıltacağı temsili sahnelerle anlatılmıştır. Bu ayetle başlayan bölümlerde ise, iblis’in insan üzerindeki pratik yansıması gösterilmeye başlanmaktadır. Bu ayette Allah, Adem peygambere değil, ( daha doğrusu yeryüzünde topraktan ilk yaratılmanın ardından çoğalmış, ünsiyet kazanmış, bilgi sahibi olmuş insanlara ) şöyle seslenmektedir : “ Ey Adem ! Sen ve eşin Cennette yerleşin, orada yaşayın, dilediklerinizi de yiyin, şu ağaca / aşırı çoğaltma ve istifleme arzusu ile mala, mülke, paraya yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. “ Ayetten anlaşıldığına göre, insanoğlu / Adem ve eşi Cennete / Dünya üzerinde yeşili, her türlü nimeti bol bir bölgeye yerleştirilmiş ve burada bir konu / mal, mülk ve para tutkusu hariç, kendilerine her türlü özgürlük ve nimet verilmiştir.
Bu ayetteki Adem ve eşi konusu ile yasaklanan ağaç ve yerleştirildikleri Cennet konuları, İsrailiyatın Yahudilik anlatımlarının etkisinden kurtulamayarak Müslümanlar arasında maalesef yanlış bilinmektedir. İlk insanın Adem Peygamber olduğuna, Cennette yaratıldığına inanılmaktadır. Halbuki Kur’anın birçok ayetinde belirtildiği gibi Adem'in / tüm insanların yaratıldığı toprak, başka bir alemde veya Ahiretteki Cennette değil, yeryüzündedir. Burada topraktan bir bitki olarak yaratılmıştır, tavır tavır, aşama aşama geliştirilmiştir, bilgilendirilerek ünsiyet kazandırılmış, akıl, zekâ, düşünme, vicdan, irade ile seçebilme yetisine sahip olarak hayvanlardan farklı ve üstünlüklü hale getirilmiştir. ( Adem ve İnsanın Yaratılışı başlıklı yazımıza bakabilirsiniz.) Diğer taraftan, Ahiretteki gerçek Cennetin bir çok niteliği de Kur’anda açıklanmaktadır. Bu ayetlerdeki açıklamalara göre Ahiretteki Cennet, ebedilik yurdu olup, nimetleri bitmez ve tükenmezdir. Orada kötü düşünce, şeytan ve şeytana uyup günaha girme ve boş laf olmadığı gibi, konulmuş herhangi bir yasak ve kovulma da söz konusu değildir. Oysa bu ayetle sözü edilen ve Adem’in yerleştirildiği dünyadaki Cennette her şey geçicidir ve orada Adem’e ( insanlara ) bir yasak konmuştur. Dolayısıyla bu ayetteki Cennet sözcüğünden Ahiretteki Cennet anlaşılmamalıdır. Cennet : Sözcük anlamıyla “ Üstü yapraklarla örtülü sulak, yeşili ormanı bol arazi parçası “ demektir. Ahiret Cenneti ise Vakıa Sûresinin 12 - 17. ayetlerinde " İşte öne geçenler Naim Cennetindedirler. Çoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. Onlar yaptıklarına karşılık olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerlerinde yaslanırlar. Çevrelerinde kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler / ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir, beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile : / Hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. Sadece söz olarak “ Selam / sağlık esenlik mutluluk huzur, barış “ derler. " ifadeleriyle anlatıldığı gibi dünya Cennetinden çok farklıdır. Yine Vakıa Sûresinin 61. ayetinde belirtildiği gibi Evrendeki yaşam boyutundan çok farklı bir kozmik yapıda, boyutta veya boyutsuz olacaktır.
Kur'anda Ahiret hayatındaki Cennet ve Cehennem özelliklerini, orada yaşanacakları mecazi ve sembolik kavramlarla temsili sahnelerle anlatılırken, kesin olacağını vurgulamak amacıyla, dili geçmiş zamanla anlatım tekniği kullanılır. Bizim zaman algımıza göre de kıyamet kopmadığı için, aslında Ahiret hayatının Cennet ve Cehennemi henüz yaratılmamıştır. Burada gerçek olan, Adem ( insanoğlu ) mükâfat yurdu olan uhrevi Cennette yaratılıp da oradan dünyaya indirilmiş değildir. Adem ( insanlar ) yeryüzünün yeşil, ormanlık, sulak bir bölgesinde Cennet gibi bir yerde yaratılmıştır. İnsanın yaratılmasından önce, zaten dünya üzerinde insan elinin değmediği her yer, suyu, ağacı, yeşil örtüsü bol olduğundan Cennet gibidir. Üstelik de Kur'anda Nuh Sûresinin 17. ayetinde " Ve Allah sizi yeryüzünde bir bitki olarak bitirdi. " denilerek insanların ( ademin ) Ahiretteki Cennette değil, bizzat yeryüzünde yaratıldığı ifade edilmektedir. Sonra Adem ve eşinin, hatasından dolayı da yaşadıkları bölge Cennet niteliğinde olmaktan çıkarılmış, yaşanmaz bir başka bölge ( çöl ) haline dönüştürülmüştür. Yaşadıkları bölge kuraklık ve iklim değişikliği ile Cennet gibi olma özelliğini kaybetmiştir. Yasaklanan şecer / ağaç, ise ayette müteşabih ( birden fazla benzer anlamlı ) olarak kullanılan bir ifadedir. Yahudilerin dini kaynağı Tevrat'ın hurafelerle dolu anlatımlarının etkisinden kendilerini kurtaramayan klasik tefsirciler bu ifadeyi düz mantıkla hakikat manasında kabul edip, Kur’anı buna göre anlama çabasına girmişlerdir. Bu ayette geçen şecer = ağaç sözcüğü bu yaklaşımdan dolayı çok değişik kabullenmelere maruz kalmıştır. Örneğin * İbn i Mesud, İbn i Abbas, bu ağacın “ üzüm ağacı “ olduğunu ve şarabın da bu yüzden yasaklandığını söylemişlerdir. * Ebu Malik, Katade, “ Bu ağaç sümbüldür “ ( buğday başağıdır ) Eskiden buğdayın her bir tanesi baldan tatlı sığır böbreği büyüklüğündeydi. Allah Adem’in tevbesini kabul edince, onu Adem soyuna gıda yaptı. Demişler. * İbn Cüreyc de bu konuda “ Bu ağaç incir ağacıdır. Bu bakımdan bir kimsenin rüyasında incir yediğini görmesi, pişmanlık duyacağı şeklinde yorumlanır. Çünkü Adem onu yediği için pişmanlık duymuştur. “ açıklamasını yapmıştır.
Yasaklanmış ağacın hakikat manasıyla kabul edilip her kafadan yapılan bu uydurma masalımsı açıklamalar, Yahudi kaynaklarına dayanmakta, Kitabı Mukaddesteki açıklamalarla örtüşmektedir. Bu örtüşme, klasik anlayışı ve tefsirleri temsil eden bu kişilerin, o dönemde başka kaynak da bulamadıkları için, Yahudilerin uydurma masal anlatımlarının etkisinden kurtulamadıklarını göstermektedir. Halbuki İsra Sûresinin 60. ayetinde " Ve hani Biz ,....şeceratel mel'unete / lânetlenmiş ağaçtan / uzak durulmasını istediğimiz altın, mal, mülk tutkunluğunu da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Allah'ın lânetlediği / dışladığı melun ağaçtan söz edilmektedir. " Şecerei melune " mal tutkunluğudur, uzak durulması, dışlanması gereken ağacın / şecerin altın, gümüş, servet - mal olduğu belirtilmektedir. Lânet sözcüğü de Araplarda, kovmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak, sülâlenin veya ailenin bir ferdini dışlamak, münasebeti kesmek, uzaklaşmak demektir. Allah'ın lânet etmesi ise haşa bir küfür değil, dünyada ve Ahirette dışlaması, nimetlerinden ve rahmetinden mahrum bırakması demektir.
Ayetteki yasaklanan ağaç konusunun tam olarak açıklığa kavuşturulabilmesi için, ayetlerde geçen “ lânet, şecer “ ve Araplarda kullanıldığı gibi “ mal - mülk “ sözcüklerinin kökenine inmek gerekir. Şecer : Bitki cinsindendir. Gövdesi üzerinde desteksiz duran, Kış mevsiminde dahi varlığını koruyan bitkidir. Aynı zamanda ağaç sözcüğü anlamında “ karışık, karmakarışık, girift “ demektir. Ağaca bu ismin verilmesi de dallarının, yapraklarının iç içe geçmiş, karışık, karmakarışık, girift olmasındandır. Bunun yanı sıra bu sözcük, ihtilaf ve sarf etme anlamlarında da kullanılır. Çünkü ihtilafların ekserisi mal anlaşmazlığı yüzündendir. İnsanlar için en çok sarf edilen ve harcaması yapılan şey de maldır. Mal sözcüğü de Türkçeye Arapçadan gelmiş bir sözcüktür. “ Tüm eşyadan altın ve gümüşten sahip olunan şey “ demektir. Arapların mal dediği şey de genellikle devedir. Ayette anlatılan sözcüklerin gerçek anlamına baktığımız zaman, Hümeze Sûresinin 2 - 3. ayetlerinde de " O ki malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan, tekrar tekrar sayandır. " denilerek insanın kötü karakterinin ifade edildiği gibi burada Allah, insanın mal tutkusundan, hırsından uzak olmasını istemekte, Adem ve eşini bu vesile ile ( aslında bütün insanları ) aşırı mal düşkünü olmaktan men etmekte, İblis de ( insanın fıtri olarak yaratılıştan sahip olduğu arzuları, bencilliği, hevası, tutkuları, hırsı, kibri, aç gözlülüğü, doyumsuzluğu ile ) Adem ve eşini mal tutkusu ile arzu ve hırsına yönelterek, açığa çıkarıp aldatmaktadır.
Netice olarak gerçekte ne böyle bir olay olmuştur, ne de ortada bir ağaç vardır. Çünkü ayetlerde temsili anlatım tekniği kullanılmış olup, bütün insanlarca öğüt alınması için her şey temsili olarak anlatılmıştır. Bu temsilin sahnesi Cennet, ( Dünya üzerinde yaşanmaya en uygun yeşil bir bölge ) sahne dekoru ise şecer / ağaç ( mal, altın, gümüş, arpa, buğday, hurma, deve ) dir. Oyuncuları da Adem ve eşi ( bütün insanlar ) ve onları kandıran, mal tutkusuna yönelten iblis ( kişinin tutkuları, arzuları, hırsı, bencilliği ve kibri ) dir. Bu temsili anlatımlara biz insanlara öğüt olsun diye, bundan sonraki ayetlerde de devam edilir, iblis’in, olumsuz duygularının insanları nasıl yanlış bir yola sürükleyebileceği sergilenmeye çalışılır. ( İblis kavramı için Şeytanı Kur’andan Tanıyalım başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. )
ARAF 20 : Derken iblis, onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek / iradesiz güç olmanız ya da sonsuz olarak kalıcılardan / değişmeyen birer varlık olmanız için sizi ağaçtan / girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeyden, maldan mülkten, paradan men etti. Bunları size yasakladı dedi.
Bu ayette konulan yasağa karşı, iblis’in / Racim Şeytanın / Kovulmuş Şeytanın derhal harekete geçtiği görülmektedir. Onu harekete geçiren husus, Adem’e ( insana ) “ şu ağaca yaklaşma “ emrinin verilmesidir. Bu yasak anında tepki getirmiş, İblis ( insanın düşünce yetisi, olumsuz duyguları ) vesvese üretimine geçerek bu yasak hakkında bahaneler, gerçekler aramaya ve ileri geri fikir yürütmeye başlamıştır. Ayetteki “ melekeyn / iki melek “ sözcüğünü, aynı kökte olan " Malik " sözcüğünden dolayı ebedi kalıcılar ve iki kral olarak kabul etmek de mümkündür. Bu kabulü Taha Sûresinin 120. ayetinde geçen “ eskimez ( çökmez ) mülk ( saltanat ) ifadesi de desteklemektedir. Bu kabullenmeye göre Adem ve eşi, İblis’in etkisiyle özgürlüğü, krallığa, malik, sahip olmaya tercih etmiş olmaktadırlar. Bu ayetin orijinalinde yer alan Vesvese ifadesi, alçak bir sesle, fısıltıyla gizli bir düşünce aşılamak, bir işe, bir eyleme yöneltmek. “ demektir. Sevete sözcüğü de çirkinlikler demektir. Allah'ın yapmayın dediği her türlü çirkin ve kötü işi yapmak anlamında olan “ sue “ sözcüğünden türemiştir.
ARAF 21 : Ve “ Elbette ben, size öğüt verenlerdenim “ diye onlara yemin etti. / Kanıtlar ileri sürdü.
Bu ayette iblis’in onları kandırmak için hangi kanıtı kullandığı açıklanmamıştır, ancak aynı Sûrenin 11. ayetinden başlayarak anlatılan paragrafta yer alan daha önceki ayetlerde anlatıldığı gibi bu kanıtlar, İblis’in Ademden üstün olduğunu iddia ettiği ve kendisinin enerjiden ve Adem’in de topraktan, maddeden yaratıldığı hususunu kullandığı ve olanı biteni ben sizden daha iyi bilirim, demiş olduğu düşünülebilir.
ARAF 22 : Böylece onları aldatarak aşağılığa düşürdü. Onlar, karmakarışık ve çekişmenin kaynağı olan şeyin ; / malın mülkün, paranın pulun, tadına varınca, hırsları doyumsuzlukları devreye girdi ve mal mülk, para pul istifçiliğine başladılar. Rabbleri onlara seslendi. Ben size ağacı “ mal mülk, para pul, tutkunu olmayı ” yasaklamadım mı ? ve size “ bu şeytan, kesinlikle sizin için apaçık düşmandır “ demedim mi ?
Ayetin bildirdiğine göre Adem ve eşi, İblis’in vesvesesini ölçüp biçmeden, düşünmeden uygulamış ve içlerinde gizli olan çirkinlikleri, yani istenmeyen, sevilmeyen kötü huyları ortaya çıkmıştır. Konulmuş olan yasağı çiğnemişler, Allah'ın yapmayın dediğinin aksini yapmışlardır. Ortaya çıkan ilk çirkinlik ise istifçiliktir. Ayetin orijinalindeki “ varak “ sözcüğüne bağlı olarak genellikle kastedilen Cennet yaprakları, gerçek anlamında ağacın yaprakları değil, Arap dil bilimcilerinden Cevheri’ye göre “ gümüşlerden yapılma, develerden meydana gelme mal varlığı “ İbni Side’ye göre de “ Koyun ve develerden meydana gelen davar sürüsüdür. “ Genel olarak da çok mal anlamındadır. Bu açıklamalara göre ayetteki “ varaku’l cennet = cennet yaprağı “ ifadesi, insana haz veren para, mal, mülk ve çeşitli dünya nimetleri anlamına gelmektedir. Rabbimiz bunların neler olabileceğine değişik ayetlerde olduğu gibi Ali İmran Sûresinin 14. ayetinde de " Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden, sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü / çekici kılındı. Bunlar basit dünya hayatının kazanımlarıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer, Kendi katında olandır. " ifadeleriyle açıklamaktadır. Bu ayette süslü kılındığı belirtilen aşırı istek ve tutku örneklerinde aslında bütün insanlar kastedilirken tağlip / baskınlık sanatıyla kadınlar sözcüğü de yer almaktadır. Bu sanat ile aslında kadınlara erkekler, erkeklere de kadınlar olmak üzere bütün insanlara, dünya nimetlerine aşırı istek ve tutku süslü gösterildi mesajı verilmek istendiği halde, bu sanatın dil kuralını bilmeyenler tarafından kadının aşağılandığı, mal yerine konulduğu iddiaları dile getirilebilmekte, Kur'an eleştirilerek aşağılanmaya çalışılmaktadır.
Adem ve eşi, Kur’anda varaku’l cennet olarak adlandırılmış olan “ iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeylere dadanmışlar ve bu tarz süsleri üst üste koyarak ( bütün süsleri ) bir araya toplayarak üzerilerine almışlardır. Yaşamlarının ayrılmaz parçası haline getirmişlerdir. Adem ve eşinin, nimetlerin tadına varınca, onların esiri olmaları ve tutkuyla bağlandıkları bu nimetlerden ayrılmamak için onlara sımsıkı sarılmaları, bu gün de karşılaşılan manzaralardandır. İğreti dünya hayatının süslerinden bir tanesini bile dışarıda bırakmadan hepsine sahip olmak isteyen ve olan, faydalandıkları nimetleri adeta üstlerine yapıştırıp tam anlamıyla bir mal istifçisi haline gelen insanlar hiç de az değildir. O halde bu ayetlerle bize verilmek istenen mesaj, bu uyarılar, kesinlikle bir masal gibi algılanmamalıdır. Bilinmelidir ki “ kendisine ilham edilmiş fücurun iblis’in etkisiyle dışa vurması “ şeklinde ortaya çıkan ve Allah katında çirkin olan bu insan davranışları, Adem ve eşine yani ( ilk insanlara ) kadar dayanmaktadır. İnsan yaratıldığı ilk zamanlarda ne ise hiç değişmez, bugün de odur. Kur'anımızda Tekasür Sûresinde de çoklukla yarışma şeklinde olarak anlatılan bu hastalığın, dünyayı Cehenneme çevirdiğini bildiren Rabbimiz, Araf Sûresinin 22. ayetinin sonunda da dünyanın Cehenneme dönüşmeye başlamasından dolayı “ Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve size bu şeytan kesinlikle sizin için apaçık bir düşmandır “ demedim mi ? demektedir.
ARAF 23 : Onlar / her ikisi de “ Ey Rabbimiz ! Biz kendimize haksızlık ettik ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize Rahmetinle işlem yapmazsan kesinlikle zarara uğrayacaklardan oluruz. “ dediler.
Bu ayette Rabbimizin müdahalesi üzerine Adem ve eşinin yapmış oldukları yanlış hareketi kabullenip hemen hatadan dönüş yaptıkları görülmektedir. Kur’anın anlatımlarına göre, iblis’in dürtüsü Adem’le eşini birlikte etkilemiştir. Klasik yorumcuların, iblis’in önce Adem’in eşini kandırdığı şeklindeki yorumları Kur’ana uymamaktadır. Yahudiliğin ve Hristiyanlığın “ ilk günah “ anlayışına temel teşkil eden İsrailiyat anlatımı kısmen Müslümanlar arasında da etkili olmuştur. Bundan dolayı da Adem’in eşi tarafından kandırıldığı ve onun etkisiyle Cennetten kovuldukları şeklindeki kadını aşağılayan bir mantığın halk kültüründe yerleşmesine neden olunmuştur.
ARAF 24 : Allah birbirinize düşman olarak alçalın, sizin için yeryüzünde bir süreye kadar kalmak ve yararlanmak vardır. Dedi.
Bu ayette Yüce Allah, Adem ve eşi için nihai kararını açıklamıştır. Bu kararın daha açık olarak ne olduğunu anlamak için Kur’anda başka ayetlere de bakmamız gerekecektir. Örneğin Bakara Sûresinin 37 – 38. ayetlerinde “ Sonra da Adem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı / kendisine vahyedildi. Biz dedik ki : Hepiniz oradan inin, artık size Benim tarafımdan bir kılavuz geldiğinde, kim uyarsa, onlar için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Sonra da Allah onun tevbesini kabul etti. “ denilerek ayetlerin orijinalinde yer alan " hubut / uhbitu " sözcüğü İsrailiyat etkisinden kurtulamayan müfessirler tarafından Adem ve Havva'nın Cennetten yeryüzüne kovulduğu ve gökyüzündeki Cennetten aşağı düşürüldüğü şeklinde kabul edilmiştir. Oysa burada Allah'ın yapmayın dediğine rağmen yaptıkları hatadan dolayı insanların Allah'ın gözünden düşecekleri, değersiz hale gelecekleri anlatılmaktadır. İşin aslında ortada uhrevi bir Cennet de, Cennetten kovulan da yoktur. Ayette “ birbirinize düşman olarak alçalın “ ifadesi de, Adem soyunun / bütün insanların, çoğaltma yarışı sonucu çirkinlikleri ile birbirine düşmanca davranışlar içine girebileceğini, dünya yaşamında insanların sürekli olarak beynindeki olumsuz dürtüleri olan iblis'le mücadele etmek zorunda kalacaklarını bildiren bir uyarıdır. Bu uyarı sadece Adem ve eşine verilen bir uyarı değil, bütün insanlığa yöneltilen bir uyarıdır. Çünkü daha sonraki 26. ayette de “ Ey Ademoğulları “ denilerek bütün insanlığa hitap edilecektir.
ARAF 25 : Allah “ orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız “ dedi.
ARAF 26 : Ey Ademoğulları ! Size çirkinliklerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Ve takva / vahiy ile indirilmiş olan sakınma ayetleri, Allah’ın koruması altına girme elbisesi : O daha hayırlıdır. İşte bu düşünüp öğüt alırlar diye Allah’ın ayetlerindendir.
Daha önceki 23. ayette Adem ve eşi Allah’a yalvararak, “ Sen bizi bağışlamazsan ve bize rahmetinle muamele etmezsen biz, kesinlikle zarara uğrayacaklardan oluruz “ diyerek bağışlanma ve rahmet dilemişlerdi. Bu ayet de insanoğluna Rabbimizin rahmetini tecelli ettirdiğini bildirmektedir. Herkesin bildiği gibi, O’nun rahmeti, elçiler göndermek ve bu elçiler aracılığıyla kitap indirmek suretiyle insanlığa kılavuzluk etmesidir. Rabbimizin bu ayetteki çirkinliklerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik sözleri, klasik tefsirciler tarafından “ Biz size çirkin yerlerinizi ( cinsel organlarınızı ) örtecek pamuk, yün, keten ve deri elbise indirdik “ diye algılanmış ve avret yerlerinin örtülmesinin gereği ve önemine dair açıklamalar yapılmıştır. Bu anlayış bu gün de aynı şekilde devam ettirilmektedir. Halbuki bu ayette sözü edilen takva elbisesi, insanı Allah’a karşı işleyebileceği her türlü çirkinliklerden, isyan etmekten, şirke girmekten, küfürden, İblis'in / Racim Şeytanın / Kovulmuş Şeytanın olumsuz yönlendirmelerinden koruyan bir elbisedir. Takva : sözcüğü “ bir şeyi korumak, himaye etmek, ona zarar verecek şeylerden çekinmek, sakınmak, bir şeyi başka bir şeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak, zararlı şey ile korunacak şey arasına bir engel koymak “ anlamına gelir. Ancak bundan başka değişik değişik sakınma odaklı pek çok tanım da yapılmıştır. Takva : “ İnsanın kendisini Allah’ın ayetleri ve öğütleriyle koruması altına koyarak, Ahirette kendisine zarar ve acı verecek şeylerden bu dünyada iken sakınması, günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılması “ dır. ( Kovulmuş Şeytandan Allah'a Sığınmak başlıklı makalemizde Racim Şeytan'dan korunma konusunda ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz. )
Sonuç olarak ; Kur’anda ayetlerle anlatılan Adem ve eşinin yasaklanmış ağaç ile ilgili kıssası, gerçekte olmuş bir olay değildir. Tiyatro sahnesindeymiş gibi öğüt vermek üzere, Adem ve eşi ifadesiyle insanın olumsuz tutkularını anlatan temsili sahnelerdir. Çünkü farklı bir boyutta metafizik ve ontolojik olarak yaratılmış, maddesel görünüme bürünebilen, konuşan şeytan ve iblis diye bir varlık zaten yoktur. Şeytan, kişinin fıtri olarak yaratılmasında, içinde var olan ve onu dalalete sürükleyebilecek olan, kötü huyları, dürtüleri, nefsi, bencilliği, hırsı, tutkuları, kibri gibi duygularıdır. Bu duyguların ön plana çıkmasıdır. Kur’anın bu ayetlerde sözünü ettiği Cennet, bu dünyadaki yeşil, ormanlık ve sulak bölgelerdir. Yasaklanmış ağaç da temsili ve mecazi anlatımla, mal ve istifçilik tutkusudur. Ahiret Cenneti her ne kadar zamandan ve mekândan münezzeh olan Yüce Rabbimizin bilgisinde ise de, bizim zaman algılayışımıza, bize göre kıyamet kopup dünya ve Kâinatın yapısı bozulmamış ve ortadan kaldırılmamış olduğundan dolayı henüz Ahiret hayatı başlamamış, Cennet veya Cehenneme hiç kimse de girmemiştir. Her ne kadar ana hatlarıyla Kur’anda Ahiret Cennetinin özellikleri tasvir edilse de, bize göre kıyametten sonra kurulacak olan ve bambaşka bir kozmik yapıdaki Ahiret Cennetinin nasıl olacağını bizim bilmemiz mümkün değildir. Kur’anın Adem diye söz ettiği kişi, insanlığın atası olarak bilinen ve Cennette yaratıldığına inanılan Adem Peygamber değil, yeryüzündeki topraktan, önce bir bitki gibi binlercesinin aynı anda yaratıldığı, çiçekli bitkilerde olduğu gibi eşeysiz üreme ile aynı genlerden, nefisten eşinin de yaratıldığı, tavır tavır, aşama aşama geliştirilerek ünsiyet kazandırıldıktan sonra yeryüzüne halife yapılan doğaya ve çevresine hükmedebilen insanlardır. İşte yukarıda ele aldığımız ayetlerle, özellikle insanın içine düşebileceği tutkuları ve sonuçları öğüt olarak anlatılmaya çalışılmaktadır. Biz de Kur’anın bu öğütlerinden çıkardığımız dersten, içimizdeki dürtülerden, hırstan, nefisten dolayı, arzularımıza, isteklerimize, heveslerimize gem vurmaya çalışalım, her şeyin fazlasının bize zarar verebileceğini bilerek, ifrat ve tefrit arasında kalmaya, her davranışımızda haddi aşmamaya çalışalım. Kur’anın öğütleri daima bizim hayatımızın rehberi olsun. Bunun için din adına önümüze konulan her rivayete inanmadan önce mutlaka Kur’an öğretisi içinde test edelim, sorgulayalım, aklımızı kullanalım, Kur’anımızı anladığımız dilden okumaya çalışalım. Geçici olan bu dünya nimetlerinin bizi esir almasına izin vermeyelim. Hem bu dünyamızı, hem de Ahiret dünyamızı, kendi elimizle Cehenneme dönüştürmeyelim. Gerçek Cennette tek söz olacak olan Selam !, bu dünyada iken de sizinle beraber olsun.
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR