Konu Detay

BALIK PEYGAMBERİ YUTMUŞ MUDUR ?

 22.02.2017
 5296

Atalarımızın  dediği  gibi,  balık  baştan  kokarsa,  başımızda  Kur'anı  anlamayan  ve  uymayan  Din  sorumlusu  yöneticiler  de  olunca,  her  şeye  Kâdir  olan  Allah'a  göre  yuttu  diyorlarsa  balık  peygamberi  de  yutar,  karnında  da  besler,  bıkınca  da  götürür  karaya  atar,  Peygambere  hiç  bir  şey  de  olmaz. Balığın  karnında  kırk  gün  namazını  da  kılar,  yatar  kalkar  tesbihatını  da  yapar,  hazır  yemekle  günlerce  karnını  da  doyurur,  çıktıktan  sonra  da  yine  görevine  karada  devam  eder.  Bu  da  Kur'anın  asıl  mesajının  farkına  varamayan  ve  Ulema  deyip  baş  tacı  ettiğimiz  bazı  büyüklerimizin  yanlış  aktarmalarıyla,  bizlere  kadar  ulaşmış  bir  masal  olur  çıkar.  Masal  ya  bu,  kimse  de  hayrete  düşmez.  Bu  nasıl  balıktır,  yunus  mudur,  balina  mıdır,  insan  balığın  karnına  sığar  mı,  günlerce  havasız  yaşar  mı,  balina  ise  sıcak  suların  olduğu  Akdeniz’de  veya  Basra  körfezi  kıyılarında  işi  ne,  yunus  ise  insanı  bütünüyle  yutabilecek  o  kadar  büyük  ağzı  ve  midesi  olur  mu ?  Dicle  nehrinde  siz  hiç  gemi  yüzdüğünü,  yunus  balığının  yaşadığını  gördünüz  mü ?  gibi  sorular  tabiidir  ki  masalla  uyutulan   Müslümanların  ve  buna  benzer  masalları  anlatarak  çuvalla  para  kazanan  günün  anlı  şanlı  ekran  yıldızı  ilâhiyatçıların  da,  Din  görevlisi  sorumlularının  da  aklına  nedense  hiç  gelmez.

Geçenlerde  bir  Cuma  namazı  hutbesinde  bu  rivayet  masallarıyla  eğitim  aldığı  çok  belli  olan  imamı  dinliyoruz,  öfke  konusu  ele  alınmış  ve   anlatıma  etki  katılmak  amacıyla  da  Musa  ve  Yunus  peygamberlerin  öfkelerini  örneklemek  üzere  konuşmaya  dahil  edilmiş. “ Kardeşlerim,  sabredemeyip  öfkenin  kontrol  edilememesi  sonucunda  insanların  başına  hiç  beklemedikleri  sıkıntılar  gelebilir. Musa  peygamber,  öfkesine  yenik  düştü,  kavgaya  tutuştuğu  kişiyi  bir  yumrukta  öldürdü  ve  ülkesinden  kaçmak  zorunda  kaldı. Yunus  peygamber  de  aynı  şekilde  öfkesine  yenik  düştü,  küfür  içerisindeki  kavmine  kızarak  görevini  terk  etti,  ülkesinden  kaçtı. Bir  gemiye  bindi,  çekilen  kura  sonucu  gemide  iken  suya  atıldı,  ağzını  açıp  bekleyen   balık  onu  yuttu. “  diyerek  anlatımına  devam  etti. Bu  anlatımın  üzerine  İmam  efendiye  yok  hocam  o  öyle  değil,  ya  da  nasıl  bir  balık  yuttu,  balığın  karnında  günlerce  havasız  nasıl  sağ  kalabildi  diye  sormak  ne  mümkün !  Bizde  Camide  veya  herhangi  bir  imamın  önünde  hutbe  veya  ders  dinlerken  soru  sorma  hakkı,  müdahale  etme  geleneği  var  mıdır ?  Otoriteye  soru  sorulur  mu ?  Kimin  ne  haddine ?  Onlar  ne  derlerse  mutlak  doğrudur.  Herkes  boynunu  bükecek,  koyun  gibi  sadece  dinleyecek. Hele  Cami  kalabalığı  içinde  İmama  bir  soru  sormaya  kalkarsan,  karga  tulumba  alaşağı  edilirsin.  Biz  de  tabii  ki  sesimizi  çıkartamadık,  biat  kültürüne  uyduk,  boynumuzu  bükmüş  vaziyette  dinlemeye  devam  ettik. Sükûtun  ikrardan  geldiği  gibi  gargara  ettik.  Denilebilir  ki  Cami  dışında  İmam  yalnız  iken  konuşsaydın. Onu  daha  önce  birkaç  kez  başka  imam  kardeşlerimizde  değişik  konularda  denedik.  Kur’an  ayetleri  doğrultusunda  bildiğimiz  doğruları  anlattık,  ama  ne  olumlu  ne  de  olumsuz  herhangi  bir  karşılık  veya  açıklama  göremedik. Dışarıda  da  biz  onları  suskun  gördük. Ve  biz  artık  bundan  da  vazgeçtik. Şairin  dediği  gibi  koyun  olduk,  sadece  ses  anladık,  sürüye  sayılanların  arasına  dahil  olduk. Hiç  olmazsa  sesimizi,  yazı  ile  duyuralım  dedik.

Ülkemizde  seksen  binin  üzerinde  Cami  ve  bir  o  kadar  da  İmam  bulunduğu  söyleniyor.  Acaba  Cuma  hutbelerinde  oku  diye  eline  tutuşturulan  veya   kendisinin  belirlediği   konuları  insanlara  aktarmadan  önce,  kaç  imam  kardeşimiz  Kur’an  ve  dinimiz  açısından  süzgeçten  geçirerek  Allah  katında  sorumlu  duruma  düşmemek  için  zaman  ayırabilmektedir ?  Zira  Yüce  Kitabımız  Kur’anda   Araf  Sûresinin  33. ayetinde  “ De  ki  :  Rabbim  …..haklarında  hiçbir  delil  indirmediği  ve  bilmediğiniz  şeyleri  söylemenizi  haram  etmiştir. “  denilerek  çok  ciddi  bir  uyarı  yapılmaktadır.  Aksi  halde  kendilerini  küfür  sorgulamasına  muhatap  edecek  Kur’ana  ve  Allah’ın  Hakk  Dinine  aykırı  bir  şeyleri  söyleme  riskleri  her  zaman  mevcut  olacaktır.

Allah  katında  çok  sorumlu  bir  konumda  olan  İmamların  ve  din  görevlilerinin,  Allah  peygamberlere  değişik  mucizeleri  gösterme  yeteneğini  verdi  diyebilen,  üstelik  de  anlı  şanlı,  ekran  yıldızı  akademisyen  Prof. ilâhiyatçıların,  Kur’an   ayetlerinin  bütünlüğünde  köklü  bir  araştırma  yapmadan,  uydurma   hadis  ve  rivayet  kültürüne  göre  yüzyıllardır  insanlara  anlatılanlardan  dolayı,  bugün  sokakta  insanlarımıza  Yunus  Peygamber  kimdir  diye  sorsak,  büyük  çoğunlukla  balığın  yuttuğu  ve  karnında  taşıdığı  peygamber  diyerek  anacaklardır.  Ama  Kur’anın  anlatmak  istediklerine  bakıldığı  zaman  acaba  gerçekten  öyle  midir ?  Bu  nedenle  biz  de  belki  tesadüfen  araştırmaya  yönelen  birkaç  İmam  kardeşimiz  çıkar  da  okur,  insanlarımız  da  bu  konudaki  Allah’ın  bize  yöneltmek  istediği   gerçek  mesajını  öğrensinler  diye,  bu  konuyu  uydurma  Rivayet  ve  masal  kitaplarından  değil  de  Kur’an  öğretisi  içerisinde  ele  almaya  çalışalım  dedik.

Kur’anın  öğüt  verme  yöntemlerinden  biri  de,  insanlar  tarafından  masallaştırılmış  olan  daha  önceki  peygamberlerin  hayatındaki  bazı  kesitleri,  kıssalar  halinde  bilgiler  vererek  güncelleyerek  anlatmaktır. Daha  kolay  anlasınlar  diye  de  kıssalar,  bilhassa  o  devirdeki  efsane  ve  masal  dinlemeye  yatkın  olan  Arap  kültürünün  deyimleri,  sözleri  ve  ifade  şekilleriyle,  şiirsel   mecazi   anlatım  sanatıyla  bizlere  aktarılmaktadır. Kur’anın  bize  anlattığı  kıssalar  ne  masaldır,  ne  efsanedir,  ne  mucizedir,  ne  de  gerçek  dışı  olaylardır. Enam  Sûresinin  35. ayetinde  "  ...Haydi  gücün  yetiyorsa  yerin  içinden  bir  delik,  ya  da  gökte  bir  merdiven  ara  da  onlara  bir  alamet / gösterge / mucize  getir. "  diye  ifade  edildiğinden,  hepsi  de  bizim  gibi  bir  beşer  olan  peygamberlerin  hiç  birinin doğa  üstü  bir  güç  ile  mucize  gösterme  yeteneği  yoktur.  Bu  kıssalar  “ Geçmişteki  peygamberlerin  yaşadıkları  gerçek  hayat  kesitlerini,  o  günün  Arap  toplumundaki  dil  kuralları  ve  deyimleriyle,  denk  olan  bir  anlatımla,  vermek  istediği  mesaja  örnek  teşkil  edecek  şekilde  anlatımlardır. “  Fakat  buna  rağmen  Yahudi  Hahamlarının,  Bed -  Din  denilen  Din  adamları  kurullarının  uydurdukları  rivayetlerle  bir  çok  sayıda  oluşturdukları  Tora  ve  Talmut  dini  kitaplarına  mucize  olarak  yazdıkları  peygamber  kıssaları,  aynen  bize  de  intikal  ettirilirken,  klasik  tefsircilerin  düz  mantıkla  yaptıkları  yorumlarıyla,  uydurma  rivayetlerin  etkisiyle,  Allah  dilerse  neden  olmasın  inancıyla  maalesef  bizde  de  masal,  mucize  ve  efsane  kavramından  öteye  geçememiştir.  Bundan  dolayı  da  hayatın  içinde  olması  gereken  Kur’anın  vermek  istediği  asıl  mesajın  farkında  olunamamış,  insanlar  narkozla  uyutulup  masalların  peşine  düşürülmüştür.

Yunus  peygamber,  Kur’anda  kendisine  vahiy  indirilenlerden,  alemlere  üstün  kılınanlardan,  doğru  yola  sevk  edilen  Salihlerden  ve  kavminin  de  azaptan  kurtulan  yegâne  kavim  olduğu  bildirilen,  adı  geçen  ve  adına  Sûre  bulunan,  Musevilik,  Hristiyanlık,  Müslümanlık  ve  Bahailik  inançlarında  Allah’ın  elçisi  ve  peygamberlerinden  birisidir.  Zamanımızdan  yaklaşık  3000  yıl  önce   Orta  doğu,  Suriye  ve  Irak  topraklarına  hakim  olan  Asur  devletinin  hüküm  sürdüğü  zamanda,  bugünkü  Musul  şehri  yakınlarında,  Ninova  şehrinde  yaşamış  ve  30  yaşında  azgın  ve  putperest  Ninova  halkına,  Hakkı  tanıtmak  ve  Tevhidi  ( Allah'ın  birliğini )  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  olmadığını  anlatmak  üzere  peygamber  olarak  görevlendirilmiştir. (  Salebi  sa.  408 )  Kur’anda  değişik  Sûrelerin  içerisinde  Sahibü'l  Hut,  Zünnun, Yunus  olarak  isimlendirilmiştir. Peygamberimize  müşrik  direncinin  en  yoğun  olduğu  ve  sabrın  zorlandığı  zaman  diliminde,  Kur'an  ayetlerinin  indirilişinde  Sûre  olarak  ikinci  sırada,  ayetler  olarak  dördüncü   görev  yılında  nazil  olan  Kalem  Sûresinin  48 - 50.  ayetlerinde,  "  Öyleyse  Rabbinin  hükmü  / kararı  için  sabret.  Sahibul  hut  /  Bunalan  kişi,  balık  sahibi  gibi  olma.  Hani  o  aşırı  bunaldığında  Rabbine   seslenmişti.  49  :  Eğer  Rabbinden  ona  bir  iyilik  ulaşmasaydı,  kınanmış  bir  durumda,  boş  bir  yere  atılacaktı.  50  :  Ancak  Rabbi  onu  seçti,  sonra  da  iyilerden  biri  yaptı. "  denilerek  Peygamberimizin  görevinin  ilk  dönemlerinde  Yunus  peygamberle  ismi  kullanılmadan  zımnen  tanıştırılmıştır. Bu  ayetlerle  “ Sahibü'l  Hut  “  ( Balığın  arkadaşı,  Balık  sahibi )  ifadesiyle  zımnen  Yunus  peygamberin  sabır  gösteremediğine  ve  bundan  dolayı  da  görevini  terk  edip  kaçtığına  atıf  yapılmış,  Peygamberimizin  de  ve  biz  Müslümanların  da  aynı  zamanda  yükümlü  oldukları  görevlerinde  sabırlı  olunarak  gerekli  mücadelenin  verilmesi,  onun  gibi  görevin  terk  edilip  kaçılmaması  uyarısında  bulunulmuştur.

Peygamberimiz,  daha  önce  Tevrat’ı  okumadığı  ve  Yahudilik  hakkında  da  herhangi  bir  bilgiye  sahip  olmadığından,  görevinin  başladığı  ilk  dönemlerde  “  Sahibü'l  Hut  “  un  yani  Yunus  Peygamber'in  kim  olduğunu  bilmiyordu. Elbette  ki  daha  sonra  ilerleyen  zamanlarda  kendisine  indirilen  ayetlerle  önce  Zünnun  ve  daha  sonra  da  Yunus  adıyla  ayrıntılı  bir  şekilde  tanıyacak,  onun  hayatındaki  kesitlerden  gereken  dersi  çıkaracaktı.  Ayetin  orijinalinde  geçen  “ makzum “  sözcüğü,  aslında   boğazın  tıkanmasından  veya  sıkıntıdan  nefes  alamamak  demektir.  Sözcüğün  bu  anlamı  Türkçeye  “ nefes  nefese,  soluk  soluğa,  havasızlıktan  boğulacak  gibi  olma  "  deyimleriyle  çevrilebilir.  Ancak  bu  nefes  darlığı,  heyecandan,  içinde  bulunulan  dertten,  stresten,  sıkıntıdan  ve  beklediği  sonucu  alamamanın  bunalımından  da  kaynaklanabilir. Bu  ayetlerde  de  aslında  Yunus  Peygamber'in  bu  gibi  sebeplerden  dolayı  bunalımda  olduğu  anlatılmaktadır.  Ayette  sözü  edilen  “ Hut “  sözcüğü  dil  bilimcilerin  bir  kısmına  göre  balık,  bir  kısmına  göre  de  o  devirde  deniz  korsanlarına  atfen  söylenen  büyük  balık  demektir.  Bu  nedenle  Yunus  Peygamber'i  gerçekten  bir  balığın  yutmadığını  fakat  gemide  bulunan  deniz  korsanlarına  esir  düşerek  bir  süre  kürek  mahkûmu  olarak  sıkıntılar  içerisinde  kaldığını  anlatan  rivayetler  de  bulunmaktadır. Ancak  bu  sözcüğün  Arap  dilinde  Bedeviler  arasındaki  kullanımı  ise  “  Ağır  ağır  da  yutsa,  çabuk  çabuk  da  yutsa  kendisine  yeterli  gelmeyen  ( doymak  bilmeyen,  doymayan ) “  anlamındadır.  Bu  nedenle  ayette  yer  alan  “ Hut “  sözcüğü  aslında  doyma  hissi  olmadığı  ve  doyduğunu  bilmediği  için  balıklara  yakıştırılmış  bir  sıfattır.  Ayette  kast  edilen,  doğrudan  doğruya  balık  değildir,  aslında  mecaz  anlamıyla  kullanılmıştır. Yani  Yunus  Peygamber'in  görevini  bırakıp  kaçmasına  sebep  olan  sıkıntının,  yeterli  başarının  alınamaması  sonucuna  yönelik  doyumsuzluk,  sabırsızlık,  hırsın,  bunalımın  ve  karamsarlığın  olduğu  anlatılmaya  çalışılmaktadır.

Bu  bağlamda  Yunus  peygamberin  kastedildiği  Enbiya  Sûresinin  87 - 88. ayetlerinde  ise  "  Ve  Zünnun’u  da  an.  Hani  öfkelenerek  gitmişti  de  kendisini  sıkıntıya  sokmayacağımızı  sanmıştı. Sonra  da  karanlıklar  içerisinde  “ Senden  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur !  Seni  tenzih  ederim.  Şüphesiz  ben  yanlış  kendi  zararına  iş  yapanlardan  oldum. “  diye  seslenmişti. Sonra  da  Biz  ona  cevap  verdik.  Ve  onu  karanlıklardan  /  gamdan,  üzüntüden,  bunalımdan  kurtardık. Ve  işte  inananları  Biz  böyle  kurtarırız.  "  ifadeleriyle  Yunus  Peygamber  için  “  Kılıç  sahibi,  Ninovalı  “  anlamlarında  “ Zünnun “  lakabı  kullanılmıştır.  Ayetlerden  anlaşıldığına  göre,  görev  yaptığı  dönemlerin  başında  sabredemeyip  bunalıma  giren  Yunus  Peygamber,  görevden  kaçmıştı.  Daha  sonra  aklını  başına  toplayıp  Allah’a  yalvarmış,  Allah  onun  tevbesini  kabul  etmiş  ve  tekrar  görevini  sürdürmüştür. Yunus  Peygamber  ile  ilgili  bilgiler  ana  hatlarıyla  Kalem,  Enbiya  ve  Saffat  Sûrelerinde  verilmiştir. Olayın  özü  bu  ayetlerde  anlatıldığı  gibi  olduğu  halde,  Yahudi  ve  Hristiyanların  rivayetlerinin  oluşturduğu  Kitab ı  Mukaddes’te,  (  Yunus  Bab  1 : 1 - 17  ve  Yunus  Bab  2 :  1 - 10  da  )  Yunus  adlı  bölümle  bir  hayli  uzun  ve  ayrıntılı  hikâyelere  yer  verilmiştir. Kur’an  ile  yetinmeyen  bazı  klasik  tefsirciler  tarafından  maalesef  bu  hikâyeler,  aynen  bir  ansiklopedik  bilgi  haline  getirilmiş  ve  Müslümanların  belleğine  de  bu  haliyle  yerleştirilmiştir. Kur’anda  Saffat  Sûresindeki  bu  konunun  geniş  anlatımına  ve  ayrıntılarına   geçmeden  önce  bu  hikâyelerden  birine  bir  bakalım.  (  Meydan  Laorusse  Cilt  9,  11,  12. ) 

* Geçmiş  zamanlarda  Asurlular  diye  bir  kavim  vardı. Bu  kavim  Ninova  şehrinde  yaşardı.  Hz. Yunus  da  Allah  tarafından  bu  kavme  peygamber  olarak  gönderildi.  .Yunus ( a.s )  Peygamber  olduğu  zaman  30  yaşında  idi. Ticaretle  uğraşan  ve  çok  zengin  olan  halk,  bu  zenginlik  ve  şımarıklıkla  doğru  yoldan  ayrılarak  artık  putlara  tapıyordu. Ahireti  düşünmez  olmuşlardı.  Yunus  ( a.s )  onları  Allah  yoluna  davet  etti.  Yunus’a  çok  küfürler  edildi.  Ancak  O, yılmadan,  yorulmadan,  sabırla  tam  33  yıl  boyunca  herkesi  doğru  yola  çağırdı.  Allah’ın  emri  ile  belli  bir  zaman  sonunda  başlarına  felaket  geleceğini  anlattı.  Bu  sözlere  inananlar  da  inanmayanlar  da  olmuştu.  Bu  zamanda   Yunus  Allah’tan  izin  almadan  kavminden  ayrıldı.  Felaket  günü  yaklaşıyor,  herkes  Hz. Yunus’u  arıyordu.  Fakat  kimse  bulamıyordu. Yunus ( a.s )  Dicle  nehri  kıyısında  bir  gemiye  bindi.  Kendisi  ile  gemiye  binen  başkaları  da  olmuştu. Denize  açıldılar. Bu  arada  Ninova  çok  hareketliydi.  Çünkü  Yunus’un  söylediği  gün  gelip  çatmıştı. Gündüz  aniden  güneş  yok  oldu.  Her  taraf  karanlığa  büründü.  Etrafta  çok  korkunç  sesler  vardı. Şehirdeki  putları  kırdılar,  Allah’a  dualar  ettiler,  yalvardılar.  Allah  dualarını  kabul  etti.  Beklenen  felaketi  yaratmadı. Yunus  gemideydi.  Nasıl  olduysa   gemi  gitmiyordu.  Üstelik  de  hiç  bir  sebebi  yoktu.  Gemi  batmak  üzereydi.  Aralarında  bir  karar  aldılar.  Kura  çekilecek  ve  bir  kişi  gemiden  atılacaktı.  Kura  çekildi  ve  Yunus  çıktı. Kur’ayı  tekrarladılar  ve  tekrar   Yunus  çıktı. Yunus  kalktı  ve  gömleğini  çıkardı.  Allah’ın  izni  olmadan  kavminden  ayrılmıştı  ve  bu  hatası  da  aklından  hiç  çıkmıyordu. Gün  batımında  Allah’a  tevbe  ederek  kendini  engin  sulara  bıraktı. Yaptığı  tevbeyi  yüce  Allah  kabul  etti.  Yunus’u  kurtarmak  için  büyük  bir  balık  gönderdi.  Denizin  sularına  gömülen  Yunus’u  balık  yuttu.  Karnında  muhafaza  etti.  Daha  sonra  kıyıya  geldiğinde   Yunus’u  kıyıya  bıraktı  ve  uzaklaştı. Yunus  çok  yorgundu,  yürüyemiyordu.  Sürünerek  kumsalda  ilerledi,  çevreye  bakındı.  Böcekleri  ve  zararlı  hayvanları  gördü.  Oraya  yığılıvermişti.  Çok  yakıcı  bir  güneş  vardı.  Yüce  Allah  bir  bitki  yarattı. Yunus’u  güneşten  ve  böceklerden  korudu. Yunus  kendine  gelince  yola  koyuldu,  uzun  bir  yolculuktan  sonra  Ninova’ya  geldi. Halkı  onu  büyük  bir  coşku  ile  karşıladı.  Yunus  gördü  ki  putlar  yıkılmış,  kavmi  sadece  Allah’a  ibadet  ediyor. Bu  onu  çok  sevindirdi.  Allah’a  şükretti.  Uzun  yıllar  kavmi  ile  beraber  yaşadı.

Bu  anlatılan  hikâyeden  başka,  yaşının  1000  in  üstünde  olduğu,  950  sene  peygamberlik  yaptığı  ve  Yunus  peygamberle  ilgili  üretilmiş   daha   birçok  Sünnetullah’a  aykırı  Kur’an,  akıl,  mantık  ve  tarihi  gerçekler  dışı  senaryolar  bulunmaktadır. Yukarıdaki  hikâyede  bile  Dicle  nehri  üzerindeki  yolculukla    başlanmış,  engin  sulara  gömülmeden  bahsedilmiş. Halbuki  bu  devirde  Akdeniz’i  veya  Basra  körfezini  bir  uçtan  diğer  uca   seyahat   edilebilecek  kadar  büyük  ve  donanımlı  bir  deniz  aracı  yoktur.  Seyahat  Akdeniz’in  doğusundaki  kısa  iki  liman  arasında  ise  burada  sıcak  denizlerde  insanı  yutabilecek  büyüklükte  balina  yaşamaz.  Üstelik  de  balina  bir  balık  değil,  memeli  bir  hayvandır.  Yunus  balığının  ise  insanı  bir  bütün  olarak  yutmaya  ağzı  da  midesi  de  müsait  değildir.  Üstelik  hiç  bir  balığın  midesinde  sindirim  sistemi  çalışmadan,  içinde  üç  gün,  bazı  rivayetlere  göre  de  kırk  gün  insanın   parçalanmadan,  sıvı  ve  mide  salgısı  ile  dolu  oksijensiz  bir  ortamda  sağ  kalması  olanaksızdır.  Allah’ın  yaratmadaki  biyolojik  kanunlarına  uymaz.  Kaldı  ki  böyle  bir  balığın  var  olamayacağı  konusunda  Saffat  Sûresinin  ayetlerinde  de  işaretler  vardır.

SAFFAT  139  : Elbette ki  Yunus  da  gönderilen  elçilerdendir.  140  :  Hani  O,  dolu  bir  gemiye  kaçak  bir  köle  gibi  kaçmıştı.  141  :  Sonra  O,  ok  ile  kura  çekişti.  Sonra  da  kanıtı  iptal  edilenlerden /  tezi, düşünceleri  çürütülenlerden  oldu.  142  :  Sonra  O'nu  hut  /  açgözlülük,  bunalım  yutmuştu.  O  ise  pişman  olmuştu.  143 – 144  : Sonra  eğer  şüphesiz  O,  Allah’ı  noksan  sıfatlardan  arındıranlardan  olmasaydı,  kesinlikle  diriltilecekleri  güne  kadar  bunalımın  içinde  kalacaktı.  145  :  Sonra  Biz,  O  fikir  sancısı  çekerken  O'nu  sahile  attık.  O'nu  bunalımdan  kurtardık.  146  :  O’nun  üzerine  geniş  yapraklılardan  bir  ağaç  bitirdik. 147  :  Ve  O’nu  önce  yüz  bin  sonra  da  daha  çok  kişiye  elçi  olarak  gönderdik. 148  :  Sonunda  inandılar,  bunun  üzerine  Biz  de  onları  bir  süreye  kadar  yararlandırdık.

Ayetlerde  işaret  edildiği  gibi  ana  hatlarıyla  Yunus  peygamber,  kendisine  verilen  görevde  sabredememiş,  aç  gözlülüğün,  doyumsuzluğun,  bunalımın,  hırsın  esiri  olmuş,  kaçak  bir  köle  gibi  kaçmıştır.  Daha  sonra  yaşadığı  zihinsel   mücadele  sonucu  hatasını  anlayıp  tevbe  etmiş  ve  içine  düştüğü  bunalımlardan  kurtulmuştur.  Sonra  da  Rabbimizin  rahmeti  ile  görevine  sarılıp  elçilik  görevini  yerine  getirmiştir.  Bu  ayet  grubunda  mecazi  ve  Arap  dil  kurallarına  göre  ifadelerle  anlatılanları  tahlil  etmeden  önce,  bu  ayetlere  bağlı  olarak  bizim  klasik  kaynaklarımızda  da,  İsrail  etkisiyle  uydurulmuş  birçok  efsaneden  bazı  örneklere  de  bir  bakalım.

* Ünlü  tarihçi  Taberi’nin   eserinde, Yunus  peygamberin  balığın  karnındaki  durumu  ile  ilgili  olarak, Ebu  Hureyre  şöyle  demiştir :  Resulullah ( s.a )  buyurdu  ki  :  Şanı  yüce  Allah,  Yunus’u  balığın  karnında  hapsetmeyi  murat  edinince,  balığa  onu  al,  fakat  etini  çizme,  kemiğini  kırma  diye  vahyetti.  Balık  onu  aldı,  sonra  karnında  olduğu  halde  denizdeki  yerine  kadar  indirdi.  Denizin  dibine  ulaşınca,  Yunus  bir  ses  işitti.  Kendi  kendisine : Acaba  bu  ne ?  diye  sordu.  Şanı  yüce  olan  Allah,  balığın  karnında  olduğu  halde  ona : Bu  denizdeki  canlıların  tesbihidir,  diye  vahyetti.  Bunun  üzerine  o  da  balığın  karnında  olduğu  halde  tesbih  etti.  Melekler  de  onun  tesbihini  işittiklerinde : Rabbimiz,  biz  alışılmadık  bir  yerde   zayıf  bir  ses  duyuyoruz  dediler.  Yüce  Allah  şöyle  buyurdu.  Bu  benim  kulum  Yunus’tur. Bana  karşı  geldi.  Ben  de  onu  denizde  balığın  karnında  hapsettim.  Melekler :  Her  gün  ve  her  gece  kendisinin  Salih  ameli  sana  yükselen  o  Salih  kul  mu ?  diye  sordular.  Yüce  Allah  evet  diye  buyurdu.  O  vakit  ona  şefaatte  bulundular. Yüce  Allah  da  balığa  buyurduğu  gibi  onu  “ hasta  olduğu  halde “  kıyıya  bırakmasını  emretti.

* Yunus ( a.s. ) ın  kendisini  denize  bırakması  ve  kura  çekilmesi  ile  ilgili  de  Taberi’nin  naklettiğine  göre ;  Yunus  ( a. s. ) gemiye  bindiği  vakit,  gemi  şiddetli  bir  fırtınaya  tutuldu. Gemidekiler,  bu  sizden  birinin  günahı  sebebiyledir,  dedi. Yunus  bu  günahı  işleyenin  kendisi  olduğunu  bilerek,  bu  benim  günahım  sebebiyledir,  haydi  beni  denize  atın  dedi.  Onlar  ise  kura  çekmeden  böyle  bir  teklifi  kabul  etmediler. Kura  çekmişti  de  kaybedenlerden  olmuştu. Bunun  üzerine  onlara :  Ben  bu  işin  benim  yüzümden  olduğunu  size  söylemiştim,  dedi. Ancak  onlar  kurayı  üç  defa  yinelediler  ve  her  üçünde  de  kura  Yunus  peygambere  çıktı.  Bunu  görünce  de  kendisini  denize  attı. Bu  iş  gece  karanlığında  olmuştu. Onu  balık  yutmuştu. 

* Bir  başka  rivayete  göre  de  Yunus’u  alıp  geminin  baş  tarafına  denize  atmak  üzere  götürdüler,  baktılar  ki  balık  ağzını  açmış  bekliyor,  bu  sefer  geminin  öbür  tarafına  götürdüler,  yine  balığı  gördüler.  Ne  tarafa  götürdü  iseler  balığı  gördüler,  bunun  üzerine  Yunus  kendi  kendini  denize  attı  ve  balık  onu  yuttu.  Yüce  Allah,  balığa :  Ben  onu  sana  rızk  olarak  vermedim.  Senin  karnını  onun  için  bir  kap  kıldım.  Diye  vahyetti.  Balığın  karnında  kırk  gün  kaldı. ( Ebu  Malik )  Bir  başka  rivayete  göre  üç  gün  kaldı.  Ve  bu  karanlığın  içinde  “ Senden  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur “  diye  seslendi.

Bütün  bu  ayrıntılara  yönelik  daha  birçok  kişinin  değişik  değişik  senaryoları  vardır. Bu  senaryoları  anlatanlar  ya  da  yazanlar,  sanki  bütün  bu  ayrıntılara,  Allah’la  meleklerin  ve  balığın  karnındaki  Yunus  peygamberin  konuşmalarına  o  anda  oradaymış  gibi  bire  bir  tanık  olmuşlar,  ya  da  bu  ayrıntılar  kendilerine  her  halde  Allah  tarafından  ilhamla  veya  bizzat  vahiyle  iletilmiştir.  Bu  senaryoları  gerçekmiş  gibi  yazanların  ve  bunlara   inananların,  şüphesiz  ne  Allah'ın  Kâinatı  yaratma  ve  yönetme  için  koyduğu  Biyoloji,  Fizik,  Kimya  ve  daha  pek  çok  kural  ve  kanunlarından,  ( Sünnetullah’tan )  ne  Kur’an  bütünlüğünün  anlatım  tekniğinden,  ne  Arap  kültürünün  tarihsel  yapısından,  ne  tesbih  ve  ne  melek  kavramının  gerçekte  ne  olduğundan,  ne  de  coğrafyadan  haberlerinin  olmadığıdır.

Ayetlerde  geçen  ve  genellikle   pek  çok  mealde “ Onu  balık  yuttu “  diye  çevrilmesine  neden  olan  “  Hut  “  sözcüğü  ile  aslında  herhangi  bir  eyleme  sebep  olan  “ hırs  ve  doyumsuzluk “  ve  onun  sebep  olduğu  “ bunalım  ve  karamsarlık “  kastedilmektedir. Bundan  dolayı  Kur’anda  Kehf  Sûresinin  61  ve  63. ayetlerindeki  Musa’nın  Hut’u  da,  Araf  Sûresinin  163. ayetinde  sapkın  Yahudilerin  Sebt  Günündeki   yakalayamadıkları  hut  ( balık )  da,  bu  ayetlerdeki  Yunus’un  Hut’u  da  gerçek  balık  değil,  içine  düşmüş  oldukları  bunalımdır,  karamsarlıktır. Nitekim  bilindiği  gibi  sularda  yaşayan  balıkların  Arapçadaki  esas  adı  “ Semek “ tir.  Ayetlerde  semek  diye  bir  ifade  de  yoktur. Balıklarda  doyma  hissinin  olmaması,  yemelerine  ara  verme  sebebinin  doymaları  değil,  tıkanmaları  olması  bugün  artık  bilimsel  bir  gerçektir. Bu  nedenle  fazla  yem  ile  balıklar  çatlayıp  ölmektedirler.  Bundan  dolayı  bu  ayetlerde  Hut  sözcüğü  balık  anlamında  değil,  mecaz  anlatım  sanatı  ile  kullanılmıştır. Öte  yandan  Enbiya  Sûresinin  87. ayetinde  de  Yunus  peygamberin  “ karanlıklar  içinde “  olduğu  bildirilmiştir.  Burada  da  anlatılmak  istenen,  balığın  karnındaki  karanlıklar,  ışıksız  bir  ortam  değil,  zihinsel  bunalımdır.  Saffat  Sûresinin  143. ve 144. ayetlerinde  de  "  O  Allah'ı  noksan  sıfatlardan  arındıranlardan  olmasaydı,  kesinlikle  diriltilecekleri  güne  kadar  bunalımın  içinde  kalacaktı  "  denilerek,  balık  da  kıyamete  kadar  yaşayamayacağına  ve  bir  süre  sonra  öleceğine  göre  bu  ifade  ile  de  balığın  karnındaki  karanlık  değil,  Yunus  peygamberin  içinde  bulunduğu  bunalım  olduğunun  delilidir. Buna  benzer  şekilde  Bakara  Sûresi  257. ayetinde  de  gerçek  anlamın  ne  olduğu  “  Allah  inananların  yardımcı,  yol  gösterici,  koruyucu  yakınıdır,  onları  karanlıklardan  aydınlığa  çıkarır. “  denilerek  gözler  önüne  serilmektedir.  Ayetin  tamamında  görüldüğü  gibi  ne  Yüce  Allah  karanlıkta  kalanları  kurtarmak  için  onlara  ışık  tutacağını  söylemekte,  ne  de  sapanların  ışıklarını  söndürmek  suretiyle  karanlığa  sürüklemektedir. Dolayısıyla  Kur'an  ayetlerinde  yer  alan  “ Nur “  sözcüğü  manevi  aydınlık,  mutluluk ;  “  Karanlık  “  sözcüğü   ise  zihinsel  karanlık,  içine  düşülen  bunalım  ve  sıkıntı  anlamına  gelmektedir.

Enbiya  Sûresinin  88. ayetinde  Yunus  peygamberin  gamdan  kurtarıldığı  bildirilmektedir. Gam  sözcüğü  ve  türevleri    “ bulut “  olan  gerçek   manasından  farklı  olarak  mecazi  anlamda  “ keder,  üzüntü,  sıkıntı,  bunalım,  karanlık “ anlamında  kullanılır.  Bundan  dolayı  “ gam “  sözcüğü  bu  ayette  Yunus  peygamberin  buluttan,  ya  da  rivayetlerde  değinildiği  gibi  güneşin  sıcağından  değil,  üzüntüden  sıkıntıdan  kurtarıldığını  ifade  eder. Saffat  Sûresi  142. ayetinde  onu  “  hut  yutmuştu “  ifadesi  de,  diğer  ayetler  göz  önüne  alındığında,  Yunus  peygamberin  üzüntüye  boğulduğu,  sıkıntıya  düştüğü,  bunalıma  girdiği  anlamına  gelmektedir. Ve  Yunus  peygamberin  dopdolu (  yükünü  tamı  tamına  almış )  bir  gemiye  doğru  kaçtığı  ( gittiği )  ifadesine  göre  de,  dopdolu  olması  nedeniyle  de  girdiği  tartışma  ve  çekişmelere  rağmen  gemiye  binememiş  olması  onu  üzmüş,  daha  da  bunalıma  sokmuş  olmalıdır. Üzerinde  durulması  gereken  bir  nokta  da  Saffat  Sûresinin  141.  ayetinde  geçen  “ Sahame “  ve  “ Müdhadiyn “ sözcükleridir. Bu  sözcüklere  bağlı  olarak  genellikle  ayet “  Sonra  o  kura  çekti  ve  kaybedenlerden  oldu “  şeklinde  meallendirilmiştir. Oysa  aslında  buradaki  sahame  fiilinin   karşılığı, “ ok  çekişti “  anlamına  gelmektedir. Bu  anlam  gözetilerek  ayete  bakıldığında,  Yunus  peygamberin  binmek  istediği  gemide  birileri  ile  tartıştığı ( karşılıklı  okları  çekiştikleri )  ya  da  Yunus  peygamberin  kendi  kendisiyle  bir  fikir  cimnastiği  ve  sağ  duyu  ile  yaptığı  bir  değerlendirme  ve  eylemdir.  Müdhadiyn  sözcüğünün  kök  anlamı  ise  “ kaygan  bir  mahalden  ayağı  kaydı “  demektir.  Fiil  kalıbında  ise  “ ayağın  kaydırılması “ demektir.  Sözcük,  atın,  devenin  ayağının  kayması  anlamında  kullanıldığı  gibi,  kişinin  görüşleri,  tezi,  ileri  sürdüğü  delillerin  iptal  edilmesi,  işe  yaramaması,  düşüncelerinin  geçersiz  olduğu  anlamında  da  kullanılır. Buna  göre  de  ayette  sözcüğün  anlamı, “ ayağı  kaydırılmışlardan “  delili  geçersiz,  iptal  edilmiş,  tezi  çürütülmüş  olanlardan “  demektir.  Bunlardan  dolayı  Yunus   peygamber  rivayetlerde  anlatıldığı  gibi  ne  kura  çekmiş  ne  de  kura  kaybetmiştir. O  düşünüp  taşınıp  kaçış  sebeplerinin  gerçekte  yerinde  ve  doğru  bir  karar  olmadığını  anlamıştır.

Ayette  Yunus  peygamberin  kaçışı  “ ibak “  sözcüğü  ile  ifade  edilmiştir. Bu  sözcük  kölenin  efendisinden  kaçışı  demek  olup,  Kitabı  Mukaddes  rivayetlerinde  olduğu  gibi  “  Rabbinin  önünden  kaçmak  “  anlamına  gelmez.  Zaten  Kalem  Sûresinin  50.  ve  Saffat  Sûresinin  147,  148.  ayetlerine  göre  elçilik  görevi  Yunus  peygambere  bu  kaçmaya  çalışma  macerasından  sonra   tekrar  verilmiştir.  Kur’an,  Yunus  peygamberin  dopdolu  bir  gemiye  doğru  kaçtığını  bildirmektedir. Orijinal  Arap  dil  kurallarına  göre  kullanılan  hal  takılarından  dolayı, Yani  Yunus  peygamber  gemiye  doğru  kaçmış  ama  ona  binmemiştir. Yolculuk  esnasında  geminin  fırtınaya  yakalanması,  gemide  olan  olaylar  ve  Yunus  peygamberin  denize  atılması  ile  balığın  karnında  yaşadıkları  ise  Kur’anda  yer  almamaktadır,  hepsi  senaryoları  yazan  rivayetçilerin  uydurmalarıdır. 

145. ayetteki  “  Sonra  Biz  o  hasta  iken  /  fikir  sancısı  çekerken  onu  sahile  attık “  ifadesinden,  Yunus  peygamberin  de  bir  hayli  zihinsel  işkence  çektiği  anlaşılmaktadır. Ve  sahile  atılma  / selamete  ulaşma  ifadesiyle  de,  artık  Yunus  peygamber  Allah’a  tevbe  edip  yakarmış,  Allah  da  onu  affetmiş,  içinde   bulunduğu  karanlıklardan,  bunalımdan  kurtarmıştır.  Yunus  peygamber  daha  sonra  kavmine  gitmiş,  onları  tekrar  Allah’a  çağırmıştır.  Kavmi  de  bu  kez  çağrısına  kulak  vermiş,  yüz  bini  aşkın  nüfusuyla  Yunus  peygambere  iman  etmiştir.

Sonuç  olarak,  Kur'an  ayetlerine  göre  Yunus  Peygamber,  hırsına,  öfkesine  yenik  düşerek,  sabredemeyip,  almış  olduğu  görevde  başarısız  olduğu  düşüncesiyle  görevini  terk  edip  kaçtığından  dolayı  karamsarlık,  bunalım  ve  pişmanlık  içerisine  girmiştir. Gemiye  doğru  kaçmış  ama   kendi  zihinsel  fikirleriyle  çekişmelere  girdiği   ve  sonunda  doğru  düşüncelere  yöneldiği  için  gemiye  binmemiş  ve  geri  dönmüştür. Gemideki  olaylar  ve  denize  atılma  ile  balığın  yutması  anlatımları,  ayetlerin  düz  mantıkla  yapılan  yorumlarına  bağlı  olarak  hayali  kurgulardan  ve  rivayetlerden  başka  bir  şey  değildir. Yunus  Peygamber'in  kıssasındaki  akıl  dışı  olayları  mucize  kabul  ederek  Allah’ın  kudretinin  bunları  yapmaya  muktedir  olduğunu  ileri  sürmek,  Allah’ı  tanımamak,  sıfatlarını,  Sünnetullah'ı,  Kâinatı  yönetmedeki  kanun  ve  hükümlerini  bilmemektir.  Oysa  Yunus  Peygamber  gibi  diğer  peygamberlerin  de  kıssalarının  Kur’anda  yer  almasının  nedeni,  Rabbimizin  bir  güç  gösterisi  veya  muktedir  olduğu  mucizelerin  beyanı  değildir.  Ayrıca  Kur’anda   bu  anlatılanlar  mucize  de  değildir.  Mucize  olabilmesi  için  söz  konusu  olayların  bir  peygamber  tarafından,  getirdiği  mesajın  doğruluğunu  ispat  etmek  üzere  ve  herkesin  gözü  önünde  yapılmış  bir  gösteri  olması  gerekir.  Şüphesiz  ki  Yüce  Allah  her  şeye  kadirdir.  Fakat  buradaki  konu,  Rabbimizin  kudreti  değil,  Yunus  Peygamber  hakkında  anlatılanların  gerçekten  böyle  olup  olmadığıdır.  

Bu  konuda  Kur’anda   anlatılanlar,  mecaz  anlamları  ile  ele  alınmış,  Arap  kültürünün  deyimleri  ve  ifade  teknikleri  kullanılmıştır. Tarihte  bütün  peygamberler sıkıntılara,  bunalımlara,  hakaretlere,  tehditlere  maruz  kalmışlar,  bütün  kavimler  onlarla  çeşitli  şekilde  uğraşmışlar  ve  savaşmışlardır. Peygamberimiz  de  benzer  sıkıntılara  maruz  kaldığı  halde  bu  ayetlerden  gereken  dersi  çıkarmış,  öfkesini  ve  hırsını  kontrol  etmiş,  sabretmiş  ve  görevini  bırakarak  kaçmamış,  ancak  Allah'ın  izni,  emri  ve  desteği  ile  hicret  etmiş,  ama  sabırla  ve  azimle  başka  bir  mekânda  görevini  başarı  ile  yerine  getirmiştir. Çıkartılacak  hisse  ise,  önce  Peygamberimizin  yaptığı  gibi  olmak,  ardından  da  bizim,  doyumsuzluğu  olan  balığın  arkadaşı  gibi  olmamak,  karşımıza   çıkabilecek  zorluklarda  dirençli  olmak,  her  yerde  ve  her  zaman  hakikatin  anlatılmaya  çalışılması,  anlamıyorlar  diye  öfkelenip  görevden  vazgeçilmemesi,  hayatta  ve  Ahirette  başarılı  olmak  için,  önümüze  çıkabilecek  engellerde  sabırla  mücadele  etmektir.  Yoksa  Kur’an  ayetleri  ile  anlatılanlara  mucize  yüklemek,  uydurulan  rivayetlerle  balığın  cinsi,  boyu,  büyüklüğü,  geminin  çapı,  balığın  karnında  kırk  gün  kılınan  namaz,  yapılan   tesbih  ile  yutturulanlar,  biz  Müslümanlara  dinimiz  adına   narkozla  uyutulmaktan,  sömürülmekten  başka  hiç  bir  şey  kazandırmaz.  Allah'ın  selamı  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET