Atalarımızın dediği gibi, balık baştan kokarsa, başımızda Kur'anı anlamayan ve uymayan Din sorumlusu yöneticiler de olunca, her şeye Kâdir olan Allah'a göre yuttu diyorlarsa balık peygamberi de yutar, karnında da besler, bıkınca da götürür karaya atar, Peygambere hiç bir şey de olmaz. Balığın karnında kırk gün namazını da kılar, yatar kalkar tesbihatını da yapar, hazır yemekle günlerce karnını da doyurur, çıktıktan sonra da yine görevine karada devam eder. Bu da Kur'anın asıl mesajının farkına varamayan ve Ulema deyip baş tacı ettiğimiz bazı büyüklerimizin yanlış aktarmalarıyla, bizlere kadar ulaşmış bir masal olur çıkar. Masal ya bu, kimse de hayrete düşmez. Bu nasıl balıktır, yunus mudur, balina mıdır, insan balığın karnına sığar mı, günlerce havasız yaşar mı, balina ise sıcak suların olduğu Akdeniz’de veya Basra körfezi kıyılarında işi ne, yunus ise insanı bütünüyle yutabilecek o kadar büyük ağzı ve midesi olur mu ? Dicle nehrinde siz hiç gemi yüzdüğünü, yunus balığının yaşadığını gördünüz mü ? gibi sorular tabiidir ki masalla uyutulan Müslümanların ve buna benzer masalları anlatarak çuvalla para kazanan günün anlı şanlı ekran yıldızı ilâhiyatçıların da, Din görevlisi sorumlularının da aklına nedense hiç gelmez.
Geçenlerde bir Cuma namazı hutbesinde bu rivayet masallarıyla eğitim aldığı çok belli olan imamı dinliyoruz, öfke konusu ele alınmış ve anlatıma etki katılmak amacıyla da Musa ve Yunus peygamberlerin öfkelerini örneklemek üzere konuşmaya dahil edilmiş. “ Kardeşlerim, sabredemeyip öfkenin kontrol edilememesi sonucunda insanların başına hiç beklemedikleri sıkıntılar gelebilir. Musa peygamber, öfkesine yenik düştü, kavgaya tutuştuğu kişiyi bir yumrukta öldürdü ve ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Yunus peygamber de aynı şekilde öfkesine yenik düştü, küfür içerisindeki kavmine kızarak görevini terk etti, ülkesinden kaçtı. Bir gemiye bindi, çekilen kura sonucu gemide iken suya atıldı, ağzını açıp bekleyen balık onu yuttu. “ diyerek anlatımına devam etti. Bu anlatımın üzerine İmam efendiye yok hocam o öyle değil, ya da nasıl bir balık yuttu, balığın karnında günlerce havasız nasıl sağ kalabildi diye sormak ne mümkün ! Bizde Camide veya herhangi bir imamın önünde hutbe veya ders dinlerken soru sorma hakkı, müdahale etme geleneği var mıdır ? Otoriteye soru sorulur mu ? Kimin ne haddine ? Onlar ne derlerse mutlak doğrudur. Herkes boynunu bükecek, koyun gibi sadece dinleyecek. Hele Cami kalabalığı içinde İmama bir soru sormaya kalkarsan, karga tulumba alaşağı edilirsin. Biz de tabii ki sesimizi çıkartamadık, biat kültürüne uyduk, boynumuzu bükmüş vaziyette dinlemeye devam ettik. Sükûtun ikrardan geldiği gibi gargara ettik. Denilebilir ki Cami dışında İmam yalnız iken konuşsaydın. Onu daha önce birkaç kez başka imam kardeşlerimizde değişik konularda denedik. Kur’an ayetleri doğrultusunda bildiğimiz doğruları anlattık, ama ne olumlu ne de olumsuz herhangi bir karşılık veya açıklama göremedik. Dışarıda da biz onları suskun gördük. Ve biz artık bundan da vazgeçtik. Şairin dediği gibi koyun olduk, sadece ses anladık, sürüye sayılanların arasına dahil olduk. Hiç olmazsa sesimizi, yazı ile duyuralım dedik.
Ülkemizde seksen binin üzerinde Cami ve bir o kadar da İmam bulunduğu söyleniyor. Acaba Cuma hutbelerinde oku diye eline tutuşturulan veya kendisinin belirlediği konuları insanlara aktarmadan önce, kaç imam kardeşimiz Kur’an ve dinimiz açısından süzgeçten geçirerek Allah katında sorumlu duruma düşmemek için zaman ayırabilmektedir ? Zira Yüce Kitabımız Kur’anda Araf Sûresinin 33. ayetinde “ De ki : Rabbim …..haklarında hiçbir delil indirmediği ve bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram etmiştir. “ denilerek çok ciddi bir uyarı yapılmaktadır. Aksi halde kendilerini küfür sorgulamasına muhatap edecek Kur’ana ve Allah’ın Hakk Dinine aykırı bir şeyleri söyleme riskleri her zaman mevcut olacaktır.
Allah katında çok sorumlu bir konumda olan İmamların ve din görevlilerinin, Allah peygamberlere değişik mucizeleri gösterme yeteneğini verdi diyebilen, üstelik de anlı şanlı, ekran yıldızı akademisyen Prof. ilâhiyatçıların, Kur’an ayetlerinin bütünlüğünde köklü bir araştırma yapmadan, uydurma hadis ve rivayet kültürüne göre yüzyıllardır insanlara anlatılanlardan dolayı, bugün sokakta insanlarımıza Yunus Peygamber kimdir diye sorsak, büyük çoğunlukla balığın yuttuğu ve karnında taşıdığı peygamber diyerek anacaklardır. Ama Kur’anın anlatmak istediklerine bakıldığı zaman acaba gerçekten öyle midir ? Bu nedenle biz de belki tesadüfen araştırmaya yönelen birkaç İmam kardeşimiz çıkar da okur, insanlarımız da bu konudaki Allah’ın bize yöneltmek istediği gerçek mesajını öğrensinler diye, bu konuyu uydurma Rivayet ve masal kitaplarından değil de Kur’an öğretisi içerisinde ele almaya çalışalım dedik.
Kur’anın öğüt verme yöntemlerinden biri de, insanlar tarafından masallaştırılmış olan daha önceki peygamberlerin hayatındaki bazı kesitleri, kıssalar halinde bilgiler vererek güncelleyerek anlatmaktır. Daha kolay anlasınlar diye de kıssalar, bilhassa o devirdeki efsane ve masal dinlemeye yatkın olan Arap kültürünün deyimleri, sözleri ve ifade şekilleriyle, şiirsel mecazi anlatım sanatıyla bizlere aktarılmaktadır. Kur’anın bize anlattığı kıssalar ne masaldır, ne efsanedir, ne mucizedir, ne de gerçek dışı olaylardır. Enam Sûresinin 35. ayetinde " ...Haydi gücün yetiyorsa yerin içinden bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir alamet / gösterge / mucize getir. " diye ifade edildiğinden, hepsi de bizim gibi bir beşer olan peygamberlerin hiç birinin doğa üstü bir güç ile mucize gösterme yeteneği yoktur. Bu kıssalar “ Geçmişteki peygamberlerin yaşadıkları gerçek hayat kesitlerini, o günün Arap toplumundaki dil kuralları ve deyimleriyle, denk olan bir anlatımla, vermek istediği mesaja örnek teşkil edecek şekilde anlatımlardır. “ Fakat buna rağmen Yahudi Hahamlarının, Bed - Din denilen Din adamları kurullarının uydurdukları rivayetlerle bir çok sayıda oluşturdukları Tora ve Talmut dini kitaplarına mucize olarak yazdıkları peygamber kıssaları, aynen bize de intikal ettirilirken, klasik tefsircilerin düz mantıkla yaptıkları yorumlarıyla, uydurma rivayetlerin etkisiyle, Allah dilerse neden olmasın inancıyla maalesef bizde de masal, mucize ve efsane kavramından öteye geçememiştir. Bundan dolayı da hayatın içinde olması gereken Kur’anın vermek istediği asıl mesajın farkında olunamamış, insanlar narkozla uyutulup masalların peşine düşürülmüştür.
Yunus peygamber, Kur’anda kendisine vahiy indirilenlerden, alemlere üstün kılınanlardan, doğru yola sevk edilen Salihlerden ve kavminin de azaptan kurtulan yegâne kavim olduğu bildirilen, adı geçen ve adına Sûre bulunan, Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Bahailik inançlarında Allah’ın elçisi ve peygamberlerinden birisidir. Zamanımızdan yaklaşık 3000 yıl önce Orta doğu, Suriye ve Irak topraklarına hakim olan Asur devletinin hüküm sürdüğü zamanda, bugünkü Musul şehri yakınlarında, Ninova şehrinde yaşamış ve 30 yaşında azgın ve putperest Ninova halkına, Hakkı tanıtmak ve Tevhidi ( Allah'ın birliğini ) Allah'tan başka ilâh diye bir şey olmadığını anlatmak üzere peygamber olarak görevlendirilmiştir. ( Salebi sa. 408 ) Kur’anda değişik Sûrelerin içerisinde Sahibü'l Hut, Zünnun, Yunus olarak isimlendirilmiştir. Peygamberimize müşrik direncinin en yoğun olduğu ve sabrın zorlandığı zaman diliminde, Kur'an ayetlerinin indirilişinde Sûre olarak ikinci sırada, ayetler olarak dördüncü görev yılında nazil olan Kalem Sûresinin 48 - 50. ayetlerinde, " Öyleyse Rabbinin hükmü / kararı için sabret. Sahibul hut / Bunalan kişi, balık sahibi gibi olma. Hani o aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. 49 : Eğer Rabbinden ona bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir durumda, boş bir yere atılacaktı. 50 : Ancak Rabbi onu seçti, sonra da iyilerden biri yaptı. " denilerek Peygamberimizin görevinin ilk dönemlerinde Yunus peygamberle ismi kullanılmadan zımnen tanıştırılmıştır. Bu ayetlerle “ Sahibü'l Hut “ ( Balığın arkadaşı, Balık sahibi ) ifadesiyle zımnen Yunus peygamberin sabır gösteremediğine ve bundan dolayı da görevini terk edip kaçtığına atıf yapılmış, Peygamberimizin de ve biz Müslümanların da aynı zamanda yükümlü oldukları görevlerinde sabırlı olunarak gerekli mücadelenin verilmesi, onun gibi görevin terk edilip kaçılmaması uyarısında bulunulmuştur.
Peygamberimiz, daha önce Tevrat’ı okumadığı ve Yahudilik hakkında da herhangi bir bilgiye sahip olmadığından, görevinin başladığı ilk dönemlerde “ Sahibü'l Hut “ un yani Yunus Peygamber'in kim olduğunu bilmiyordu. Elbette ki daha sonra ilerleyen zamanlarda kendisine indirilen ayetlerle önce Zünnun ve daha sonra da Yunus adıyla ayrıntılı bir şekilde tanıyacak, onun hayatındaki kesitlerden gereken dersi çıkaracaktı. Ayetin orijinalinde geçen “ makzum “ sözcüğü, aslında boğazın tıkanmasından veya sıkıntıdan nefes alamamak demektir. Sözcüğün bu anlamı Türkçeye “ nefes nefese, soluk soluğa, havasızlıktan boğulacak gibi olma " deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, heyecandan, içinde bulunulan dertten, stresten, sıkıntıdan ve beklediği sonucu alamamanın bunalımından da kaynaklanabilir. Bu ayetlerde de aslında Yunus Peygamber'in bu gibi sebeplerden dolayı bunalımda olduğu anlatılmaktadır. Ayette sözü edilen “ Hut “ sözcüğü dil bilimcilerin bir kısmına göre balık, bir kısmına göre de o devirde deniz korsanlarına atfen söylenen büyük balık demektir. Bu nedenle Yunus Peygamber'i gerçekten bir balığın yutmadığını fakat gemide bulunan deniz korsanlarına esir düşerek bir süre kürek mahkûmu olarak sıkıntılar içerisinde kaldığını anlatan rivayetler de bulunmaktadır. Ancak bu sözcüğün Arap dilinde Bedeviler arasındaki kullanımı ise “ Ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine yeterli gelmeyen ( doymak bilmeyen, doymayan ) “ anlamındadır. Bu nedenle ayette yer alan “ Hut “ sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır. Ayette kast edilen, doğrudan doğruya balık değildir, aslında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Yani Yunus Peygamber'in görevini bırakıp kaçmasına sebep olan sıkıntının, yeterli başarının alınamaması sonucuna yönelik doyumsuzluk, sabırsızlık, hırsın, bunalımın ve karamsarlığın olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır.
Bu bağlamda Yunus peygamberin kastedildiği Enbiya Sûresinin 87 - 88. ayetlerinde ise " Ve Zünnun’u da an. Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Sonra da karanlıklar içerisinde “ Senden başka ilâh diye bir şey yoktur ! Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben yanlış kendi zararına iş yapanlardan oldum. “ diye seslenmişti. Sonra da Biz ona cevap verdik. Ve onu karanlıklardan / gamdan, üzüntüden, bunalımdan kurtardık. Ve işte inananları Biz böyle kurtarırız. " ifadeleriyle Yunus Peygamber için “ Kılıç sahibi, Ninovalı “ anlamlarında “ Zünnun “ lakabı kullanılmıştır. Ayetlerden anlaşıldığına göre, görev yaptığı dönemlerin başında sabredemeyip bunalıma giren Yunus Peygamber, görevden kaçmıştı. Daha sonra aklını başına toplayıp Allah’a yalvarmış, Allah onun tevbesini kabul etmiş ve tekrar görevini sürdürmüştür. Yunus Peygamber ile ilgili bilgiler ana hatlarıyla Kalem, Enbiya ve Saffat Sûrelerinde verilmiştir. Olayın özü bu ayetlerde anlatıldığı gibi olduğu halde, Yahudi ve Hristiyanların rivayetlerinin oluşturduğu Kitab ı Mukaddes’te, ( Yunus Bab 1 : 1 - 17 ve Yunus Bab 2 : 1 - 10 da ) Yunus adlı bölümle bir hayli uzun ve ayrıntılı hikâyelere yer verilmiştir. Kur’an ile yetinmeyen bazı klasik tefsirciler tarafından maalesef bu hikâyeler, aynen bir ansiklopedik bilgi haline getirilmiş ve Müslümanların belleğine de bu haliyle yerleştirilmiştir. Kur’anda Saffat Sûresindeki bu konunun geniş anlatımına ve ayrıntılarına geçmeden önce bu hikâyelerden birine bir bakalım. ( Meydan Laorusse Cilt 9, 11, 12. )
* Geçmiş zamanlarda Asurlular diye bir kavim vardı. Bu kavim Ninova şehrinde yaşardı. Hz. Yunus da Allah tarafından bu kavme peygamber olarak gönderildi. .Yunus ( a.s ) Peygamber olduğu zaman 30 yaşında idi. Ticaretle uğraşan ve çok zengin olan halk, bu zenginlik ve şımarıklıkla doğru yoldan ayrılarak artık putlara tapıyordu. Ahireti düşünmez olmuşlardı. Yunus ( a.s ) onları Allah yoluna davet etti. Yunus’a çok küfürler edildi. Ancak O, yılmadan, yorulmadan, sabırla tam 33 yıl boyunca herkesi doğru yola çağırdı. Allah’ın emri ile belli bir zaman sonunda başlarına felaket geleceğini anlattı. Bu sözlere inananlar da inanmayanlar da olmuştu. Bu zamanda Yunus Allah’tan izin almadan kavminden ayrıldı. Felaket günü yaklaşıyor, herkes Hz. Yunus’u arıyordu. Fakat kimse bulamıyordu. Yunus ( a.s ) Dicle nehri kıyısında bir gemiye bindi. Kendisi ile gemiye binen başkaları da olmuştu. Denize açıldılar. Bu arada Ninova çok hareketliydi. Çünkü Yunus’un söylediği gün gelip çatmıştı. Gündüz aniden güneş yok oldu. Her taraf karanlığa büründü. Etrafta çok korkunç sesler vardı. Şehirdeki putları kırdılar, Allah’a dualar ettiler, yalvardılar. Allah dualarını kabul etti. Beklenen felaketi yaratmadı. Yunus gemideydi. Nasıl olduysa gemi gitmiyordu. Üstelik de hiç bir sebebi yoktu. Gemi batmak üzereydi. Aralarında bir karar aldılar. Kura çekilecek ve bir kişi gemiden atılacaktı. Kura çekildi ve Yunus çıktı. Kur’ayı tekrarladılar ve tekrar Yunus çıktı. Yunus kalktı ve gömleğini çıkardı. Allah’ın izni olmadan kavminden ayrılmıştı ve bu hatası da aklından hiç çıkmıyordu. Gün batımında Allah’a tevbe ederek kendini engin sulara bıraktı. Yaptığı tevbeyi yüce Allah kabul etti. Yunus’u kurtarmak için büyük bir balık gönderdi. Denizin sularına gömülen Yunus’u balık yuttu. Karnında muhafaza etti. Daha sonra kıyıya geldiğinde Yunus’u kıyıya bıraktı ve uzaklaştı. Yunus çok yorgundu, yürüyemiyordu. Sürünerek kumsalda ilerledi, çevreye bakındı. Böcekleri ve zararlı hayvanları gördü. Oraya yığılıvermişti. Çok yakıcı bir güneş vardı. Yüce Allah bir bitki yarattı. Yunus’u güneşten ve böceklerden korudu. Yunus kendine gelince yola koyuldu, uzun bir yolculuktan sonra Ninova’ya geldi. Halkı onu büyük bir coşku ile karşıladı. Yunus gördü ki putlar yıkılmış, kavmi sadece Allah’a ibadet ediyor. Bu onu çok sevindirdi. Allah’a şükretti. Uzun yıllar kavmi ile beraber yaşadı.
Bu anlatılan hikâyeden başka, yaşının 1000 in üstünde olduğu, 950 sene peygamberlik yaptığı ve Yunus peygamberle ilgili üretilmiş daha birçok Sünnetullah’a aykırı Kur’an, akıl, mantık ve tarihi gerçekler dışı senaryolar bulunmaktadır. Yukarıdaki hikâyede bile Dicle nehri üzerindeki yolculukla başlanmış, engin sulara gömülmeden bahsedilmiş. Halbuki bu devirde Akdeniz’i veya Basra körfezini bir uçtan diğer uca seyahat edilebilecek kadar büyük ve donanımlı bir deniz aracı yoktur. Seyahat Akdeniz’in doğusundaki kısa iki liman arasında ise burada sıcak denizlerde insanı yutabilecek büyüklükte balina yaşamaz. Üstelik de balina bir balık değil, memeli bir hayvandır. Yunus balığının ise insanı bir bütün olarak yutmaya ağzı da midesi de müsait değildir. Üstelik hiç bir balığın midesinde sindirim sistemi çalışmadan, içinde üç gün, bazı rivayetlere göre de kırk gün insanın parçalanmadan, sıvı ve mide salgısı ile dolu oksijensiz bir ortamda sağ kalması olanaksızdır. Allah’ın yaratmadaki biyolojik kanunlarına uymaz. Kaldı ki böyle bir balığın var olamayacağı konusunda Saffat Sûresinin ayetlerinde de işaretler vardır.
SAFFAT 139 : Elbette ki Yunus da gönderilen elçilerdendir. 140 : Hani O, dolu bir gemiye kaçak bir köle gibi kaçmıştı. 141 : Sonra O, ok ile kura çekişti. Sonra da kanıtı iptal edilenlerden / tezi, düşünceleri çürütülenlerden oldu. 142 : Sonra O'nu hut / açgözlülük, bunalım yutmuştu. O ise pişman olmuştu. 143 – 144 : Sonra eğer şüphesiz O, Allah’ı noksan sıfatlardan arındıranlardan olmasaydı, kesinlikle diriltilecekleri güne kadar bunalımın içinde kalacaktı. 145 : Sonra Biz, O fikir sancısı çekerken O'nu sahile attık. O'nu bunalımdan kurtardık. 146 : O’nun üzerine geniş yapraklılardan bir ağaç bitirdik. 147 : Ve O’nu önce yüz bin sonra da daha çok kişiye elçi olarak gönderdik. 148 : Sonunda inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.
Ayetlerde işaret edildiği gibi ana hatlarıyla Yunus peygamber, kendisine verilen görevde sabredememiş, aç gözlülüğün, doyumsuzluğun, bunalımın, hırsın esiri olmuş, kaçak bir köle gibi kaçmıştır. Daha sonra yaşadığı zihinsel mücadele sonucu hatasını anlayıp tevbe etmiş ve içine düştüğü bunalımlardan kurtulmuştur. Sonra da Rabbimizin rahmeti ile görevine sarılıp elçilik görevini yerine getirmiştir. Bu ayet grubunda mecazi ve Arap dil kurallarına göre ifadelerle anlatılanları tahlil etmeden önce, bu ayetlere bağlı olarak bizim klasik kaynaklarımızda da, İsrail etkisiyle uydurulmuş birçok efsaneden bazı örneklere de bir bakalım.
* Ünlü tarihçi Taberi’nin eserinde, Yunus peygamberin balığın karnındaki durumu ile ilgili olarak, Ebu Hureyre şöyle demiştir : Resulullah ( s.a ) buyurdu ki : Şanı yüce Allah, Yunus’u balığın karnında hapsetmeyi murat edinince, balığa onu al, fakat etini çizme, kemiğini kırma diye vahyetti. Balık onu aldı, sonra karnında olduğu halde denizdeki yerine kadar indirdi. Denizin dibine ulaşınca, Yunus bir ses işitti. Kendi kendisine : Acaba bu ne ? diye sordu. Şanı yüce olan Allah, balığın karnında olduğu halde ona : Bu denizdeki canlıların tesbihidir, diye vahyetti. Bunun üzerine o da balığın karnında olduğu halde tesbih etti. Melekler de onun tesbihini işittiklerinde : Rabbimiz, biz alışılmadık bir yerde zayıf bir ses duyuyoruz dediler. Yüce Allah şöyle buyurdu. Bu benim kulum Yunus’tur. Bana karşı geldi. Ben de onu denizde balığın karnında hapsettim. Melekler : Her gün ve her gece kendisinin Salih ameli sana yükselen o Salih kul mu ? diye sordular. Yüce Allah evet diye buyurdu. O vakit ona şefaatte bulundular. Yüce Allah da balığa buyurduğu gibi onu “ hasta olduğu halde “ kıyıya bırakmasını emretti.
* Yunus ( a.s. ) ın kendisini denize bırakması ve kura çekilmesi ile ilgili de Taberi’nin naklettiğine göre ; Yunus ( a. s. ) gemiye bindiği vakit, gemi şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Gemidekiler, bu sizden birinin günahı sebebiyledir, dedi. Yunus bu günahı işleyenin kendisi olduğunu bilerek, bu benim günahım sebebiyledir, haydi beni denize atın dedi. Onlar ise kura çekmeden böyle bir teklifi kabul etmediler. Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu. Bunun üzerine onlara : Ben bu işin benim yüzümden olduğunu size söylemiştim, dedi. Ancak onlar kurayı üç defa yinelediler ve her üçünde de kura Yunus peygambere çıktı. Bunu görünce de kendisini denize attı. Bu iş gece karanlığında olmuştu. Onu balık yutmuştu.
* Bir başka rivayete göre de Yunus’u alıp geminin baş tarafına denize atmak üzere götürdüler, baktılar ki balık ağzını açmış bekliyor, bu sefer geminin öbür tarafına götürdüler, yine balığı gördüler. Ne tarafa götürdü iseler balığı gördüler, bunun üzerine Yunus kendi kendini denize attı ve balık onu yuttu. Yüce Allah, balığa : Ben onu sana rızk olarak vermedim. Senin karnını onun için bir kap kıldım. Diye vahyetti. Balığın karnında kırk gün kaldı. ( Ebu Malik ) Bir başka rivayete göre üç gün kaldı. Ve bu karanlığın içinde “ Senden başka ilâh diye bir şey yoktur “ diye seslendi.
Bütün bu ayrıntılara yönelik daha birçok kişinin değişik değişik senaryoları vardır. Bu senaryoları anlatanlar ya da yazanlar, sanki bütün bu ayrıntılara, Allah’la meleklerin ve balığın karnındaki Yunus peygamberin konuşmalarına o anda oradaymış gibi bire bir tanık olmuşlar, ya da bu ayrıntılar kendilerine her halde Allah tarafından ilhamla veya bizzat vahiyle iletilmiştir. Bu senaryoları gerçekmiş gibi yazanların ve bunlara inananların, şüphesiz ne Allah'ın Kâinatı yaratma ve yönetme için koyduğu Biyoloji, Fizik, Kimya ve daha pek çok kural ve kanunlarından, ( Sünnetullah’tan ) ne Kur’an bütünlüğünün anlatım tekniğinden, ne Arap kültürünün tarihsel yapısından, ne tesbih ve ne melek kavramının gerçekte ne olduğundan, ne de coğrafyadan haberlerinin olmadığıdır.
Ayetlerde geçen ve genellikle pek çok mealde “ Onu balık yuttu “ diye çevrilmesine neden olan “ Hut “ sözcüğü ile aslında herhangi bir eyleme sebep olan “ hırs ve doyumsuzluk “ ve onun sebep olduğu “ bunalım ve karamsarlık “ kastedilmektedir. Bundan dolayı Kur’anda Kehf Sûresinin 61 ve 63. ayetlerindeki Musa’nın Hut’u da, Araf Sûresinin 163. ayetinde sapkın Yahudilerin Sebt Günündeki yakalayamadıkları hut ( balık ) da, bu ayetlerdeki Yunus’un Hut’u da gerçek balık değil, içine düşmüş oldukları bunalımdır, karamsarlıktır. Nitekim bilindiği gibi sularda yaşayan balıkların Arapçadaki esas adı “ Semek “ tir. Ayetlerde semek diye bir ifade de yoktur. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil, tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir gerçektir. Bu nedenle fazla yem ile balıklar çatlayıp ölmektedirler. Bundan dolayı bu ayetlerde Hut sözcüğü balık anlamında değil, mecaz anlatım sanatı ile kullanılmıştır. Öte yandan Enbiya Sûresinin 87. ayetinde de Yunus peygamberin “ karanlıklar içinde “ olduğu bildirilmiştir. Burada da anlatılmak istenen, balığın karnındaki karanlıklar, ışıksız bir ortam değil, zihinsel bunalımdır. Saffat Sûresinin 143. ve 144. ayetlerinde de " O Allah'ı noksan sıfatlardan arındıranlardan olmasaydı, kesinlikle diriltilecekleri güne kadar bunalımın içinde kalacaktı " denilerek, balık da kıyamete kadar yaşayamayacağına ve bir süre sonra öleceğine göre bu ifade ile de balığın karnındaki karanlık değil, Yunus peygamberin içinde bulunduğu bunalım olduğunun delilidir. Buna benzer şekilde Bakara Sûresi 257. ayetinde de gerçek anlamın ne olduğu “ Allah inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. “ denilerek gözler önüne serilmektedir. Ayetin tamamında görüldüğü gibi ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de sapanların ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla Kur'an ayetlerinde yer alan “ Nur “ sözcüğü manevi aydınlık, mutluluk ; “ Karanlık “ sözcüğü ise zihinsel karanlık, içine düşülen bunalım ve sıkıntı anlamına gelmektedir.
Enbiya Sûresinin 88. ayetinde Yunus peygamberin gamdan kurtarıldığı bildirilmektedir. Gam sözcüğü ve türevleri “ bulut “ olan gerçek manasından farklı olarak mecazi anlamda “ keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık “ anlamında kullanılır. Bundan dolayı “ gam “ sözcüğü bu ayette Yunus peygamberin buluttan, ya da rivayetlerde değinildiği gibi güneşin sıcağından değil, üzüntüden sıkıntıdan kurtarıldığını ifade eder. Saffat Sûresi 142. ayetinde onu “ hut yutmuştu “ ifadesi de, diğer ayetler göz önüne alındığında, Yunus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalıma girdiği anlamına gelmektedir. Ve Yunus peygamberin dopdolu ( yükünü tamı tamına almış ) bir gemiye doğru kaçtığı ( gittiği ) ifadesine göre de, dopdolu olması nedeniyle de girdiği tartışma ve çekişmelere rağmen gemiye binememiş olması onu üzmüş, daha da bunalıma sokmuş olmalıdır. Üzerinde durulması gereken bir nokta da Saffat Sûresinin 141. ayetinde geçen “ Sahame “ ve “ Müdhadiyn “ sözcükleridir. Bu sözcüklere bağlı olarak genellikle ayet “ Sonra o kura çekti ve kaybedenlerden oldu “ şeklinde meallendirilmiştir. Oysa aslında buradaki sahame fiilinin karşılığı, “ ok çekişti “ anlamına gelmektedir. Bu anlam gözetilerek ayete bakıldığında, Yunus peygamberin binmek istediği gemide birileri ile tartıştığı ( karşılıklı okları çekiştikleri ) ya da Yunus peygamberin kendi kendisiyle bir fikir cimnastiği ve sağ duyu ile yaptığı bir değerlendirme ve eylemdir. Müdhadiyn sözcüğünün kök anlamı ise “ kaygan bir mahalden ayağı kaydı “ demektir. Fiil kalıbında ise “ ayağın kaydırılması “ demektir. Sözcük, atın, devenin ayağının kayması anlamında kullanıldığı gibi, kişinin görüşleri, tezi, ileri sürdüğü delillerin iptal edilmesi, işe yaramaması, düşüncelerinin geçersiz olduğu anlamında da kullanılır. Buna göre de ayette sözcüğün anlamı, “ ayağı kaydırılmışlardan “ delili geçersiz, iptal edilmiş, tezi çürütülmüş olanlardan “ demektir. Bunlardan dolayı Yunus peygamber rivayetlerde anlatıldığı gibi ne kura çekmiş ne de kura kaybetmiştir. O düşünüp taşınıp kaçış sebeplerinin gerçekte yerinde ve doğru bir karar olmadığını anlamıştır.
Ayette Yunus peygamberin kaçışı “ ibak “ sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük kölenin efendisinden kaçışı demek olup, Kitabı Mukaddes rivayetlerinde olduğu gibi “ Rabbinin önünden kaçmak “ anlamına gelmez. Zaten Kalem Sûresinin 50. ve Saffat Sûresinin 147, 148. ayetlerine göre elçilik görevi Yunus peygambere bu kaçmaya çalışma macerasından sonra tekrar verilmiştir. Kur’an, Yunus peygamberin dopdolu bir gemiye doğru kaçtığını bildirmektedir. Orijinal Arap dil kurallarına göre kullanılan hal takılarından dolayı, Yani Yunus peygamber gemiye doğru kaçmış ama ona binmemiştir. Yolculuk esnasında geminin fırtınaya yakalanması, gemide olan olaylar ve Yunus peygamberin denize atılması ile balığın karnında yaşadıkları ise Kur’anda yer almamaktadır, hepsi senaryoları yazan rivayetçilerin uydurmalarıdır.
145. ayetteki “ Sonra Biz o hasta iken / fikir sancısı çekerken onu sahile attık “ ifadesinden, Yunus peygamberin de bir hayli zihinsel işkence çektiği anlaşılmaktadır. Ve sahile atılma / selamete ulaşma ifadesiyle de, artık Yunus peygamber Allah’a tevbe edip yakarmış, Allah da onu affetmiş, içinde bulunduğu karanlıklardan, bunalımdan kurtarmıştır. Yunus peygamber daha sonra kavmine gitmiş, onları tekrar Allah’a çağırmıştır. Kavmi de bu kez çağrısına kulak vermiş, yüz bini aşkın nüfusuyla Yunus peygambere iman etmiştir.
Sonuç olarak, Kur'an ayetlerine göre Yunus Peygamber, hırsına, öfkesine yenik düşerek, sabredemeyip, almış olduğu görevde başarısız olduğu düşüncesiyle görevini terk edip kaçtığından dolayı karamsarlık, bunalım ve pişmanlık içerisine girmiştir. Gemiye doğru kaçmış ama kendi zihinsel fikirleriyle çekişmelere girdiği ve sonunda doğru düşüncelere yöneldiği için gemiye binmemiş ve geri dönmüştür. Gemideki olaylar ve denize atılma ile balığın yutması anlatımları, ayetlerin düz mantıkla yapılan yorumlarına bağlı olarak hayali kurgulardan ve rivayetlerden başka bir şey değildir. Yunus Peygamber'in kıssasındaki akıl dışı olayları mucize kabul ederek Allah’ın kudretinin bunları yapmaya muktedir olduğunu ileri sürmek, Allah’ı tanımamak, sıfatlarını, Sünnetullah'ı, Kâinatı yönetmedeki kanun ve hükümlerini bilmemektir. Oysa Yunus Peygamber gibi diğer peygamberlerin de kıssalarının Kur’anda yer almasının nedeni, Rabbimizin bir güç gösterisi veya muktedir olduğu mucizelerin beyanı değildir. Ayrıca Kur’anda bu anlatılanlar mucize de değildir. Mucize olabilmesi için söz konusu olayların bir peygamber tarafından, getirdiği mesajın doğruluğunu ispat etmek üzere ve herkesin gözü önünde yapılmış bir gösteri olması gerekir. Şüphesiz ki Yüce Allah her şeye kadirdir. Fakat buradaki konu, Rabbimizin kudreti değil, Yunus Peygamber hakkında anlatılanların gerçekten böyle olup olmadığıdır.
Bu konuda Kur’anda anlatılanlar, mecaz anlamları ile ele alınmış, Arap kültürünün deyimleri ve ifade teknikleri kullanılmıştır. Tarihte bütün peygamberler sıkıntılara, bunalımlara, hakaretlere, tehditlere maruz kalmışlar, bütün kavimler onlarla çeşitli şekilde uğraşmışlar ve savaşmışlardır. Peygamberimiz de benzer sıkıntılara maruz kaldığı halde bu ayetlerden gereken dersi çıkarmış, öfkesini ve hırsını kontrol etmiş, sabretmiş ve görevini bırakarak kaçmamış, ancak Allah'ın izni, emri ve desteği ile hicret etmiş, ama sabırla ve azimle başka bir mekânda görevini başarı ile yerine getirmiştir. Çıkartılacak hisse ise, önce Peygamberimizin yaptığı gibi olmak, ardından da bizim, doyumsuzluğu olan balığın arkadaşı gibi olmamak, karşımıza çıkabilecek zorluklarda dirençli olmak, her yerde ve her zaman hakikatin anlatılmaya çalışılması, anlamıyorlar diye öfkelenip görevden vazgeçilmemesi, hayatta ve Ahirette başarılı olmak için, önümüze çıkabilecek engellerde sabırla mücadele etmektir. Yoksa Kur’an ayetleri ile anlatılanlara mucize yüklemek, uydurulan rivayetlerle balığın cinsi, boyu, büyüklüğü, geminin çapı, balığın karnında kırk gün kılınan namaz, yapılan tesbih ile yutturulanlar, biz Müslümanlara dinimiz adına narkozla uyutulmaktan, sömürülmekten başka hiç bir şey kazandırmaz. Allah'ın selamı ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR