İnsanoğlu yaşamında, hayatının her döneminde zaman zaman çok değişik konularda sıkıntılarla, açmazlarla, çözümsüzlüklerle karşı karşıya gelmektedir. Bu açmazından da en kısa zamanda kurtulmayı istemekte, çaresiz kaldığında da birilerinin, bir gücün, bir elin yardımının ihtiyacını hissetmektedir. Tarih buyunca da toplumların halk kültüründe bu el veya kişi Hızır olmuştur. Gerçek mi, hayali mi, böyle bir kişi var mı sorgulaması yapılmadan bu inanç öyle bir gelenekselleşmiş kökleşmiş ki, adına ülkemizde “ Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez, Hızır gibi yetişti, Sen ne kadar çok yardımda bulunursan Hızır da o kadar senin yardımına koşar, Her misafiri Hızır bil " gibi pek çok deyim üretilmiş, sıkıntı, zorluk, çaresizlik ve darda kalındığında yardım eden, evlere bolluk bereket getiren kişi olarak tasvir edilmiştir. Anadolu'daki halk inancında da Hızır, boz atlı, yeşil giysili, nur yüzlü, ak sakallı ve ak saçlı, kırmızı çarıklı bir derviş veya dilenci kılığında, elinde baston olan sevimli bir ihtiyardır. Tanrının bir vekilidir denilmekte, bir Veli ya da Melek olarak gördüğünü iddia edenler de bulunmaktadır. Yüce Kitabımız Kur’anda Enbiya Sûresinin 34. ayetinde “ Biz senden önce de hiç bir beşer için sonsuzluk tanımadık. 35 : Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. “ ifadeleriyle ilkel ve yabancı kültürlerin etkisinde Müslümanlar arasına da girmiş olan " Hızır " anlayışı reddedildiği halde, masallarda olduğu gibi Hızır’ın “ abı hayat “ ölümsüzlük suyu içtiği söylenmiş, baharla birlikte tabiatın canlanmasına yardım ettiğine inanılmış, insanların bütün problemlerini çözen, gün ve saat ölçülerini sınırsız kullanan, yer zaman ve mekân kavramı olmayan yardımcı ve kurtarıcı anlamlarıyla dilden dile dolaştırılarak anlatılan, insan üstü bir konuma getirilen bir varlık yapılmıştır.
Hızır sözcüğü anlam olarak “ Yeşil “ demektir. Ve baharı simgeler. Bu kavram ilk önceleri ilkel toplumların çok tanrılı inançlarındaki “ Bitki Tanrısı “ denilebilecek bir kavrama karşılık gelecek şekilde kullanılmakta iken daha sonra da kişiselleştirilerek, kavram yer yüzüne indirilmiştir. Bunun ardından da bir kimlik oluşturma sorunu doğmuş, gerçek dışı olunca da köy, kent her toplanma ve sohbet mekânlarında her önüne gelen hayal gücü yeteneğine, halisinasyonlarına göre bir şeyler ilave etmiştir. Bunların sonucunda da tarihsel halk kültürüne göre bir kişi olarak kabul edilen Hızır için, İbrahim ( a.s. ) dan sonra yaşamış bir Peygamber veya Velidir denmiş, Asya ve Avrupa kıtalarına hakim olan Zülkarneyn ( a.s. ) ın askerlerinin komutanı ve teyzesinin oğlu, isminin de aslında Belka bin Melkan olduğu, künyesinin taa Nuh peygamber’in oğlu Sam’a dayandığı, bazılarınca da İsrailoğullarından olduğu söylenmiştir. Hızır ( a.s. ) ın kuru bir yere oturup kalktığı zaman oranın yeşillendiği, Allah’ın sevgili kullarından biri olduğu, doğup büyüdükten ve vefat ettikten sonra ancak Cenab ı Hakkın onun ruhuna insan şeklinde görünmek ve kıyamete kadar yardım isteyen Müslümanların imdadına yetişmek, yardım etmek, konuşmak ve ilim öğretmek özelliklerini verdiğine inanmışlardır. Bundan dolayı Allah'ın yaratma ve yaşatma kanunlarından haberi olmayan bazı alimler de onun peygamber, bazıları da Veli olduğunu kabul ederler. Buna bağlı olarak Hızır’ın, gerçek fizyonomisini değiştirme, sonsuz değişik kalıplarda görünme kabiliyetine sahip olarak bazen ihtiyar bir adam, bazen genç bir delikanlı veya bir çocuk gibi göründüğüne, kuş, tavşan gibi türlü hayvan biçimlerine girebileceğine inanırlar, bunları da cahil halkı kandırmak üzere sanki gerçekmiş gibi, bir güzel anlatırlar. Uydurmanın ve halisinasyonun sınırı da olmadığı için, tabiattaki varlıkları kendi hizmetinde kullanabildiğini, havada, boşlukta, suda yürüyebildiğini de söylerler.
Yüce Rabbimiz Allah'ın, yarattığı bütün canlıları ve varlıkları, Tabiatın, Kâinatın içerisindeki yaşanacak olayları, koyduğu kanunlarla Sünnetullah ile yönettiğini, insanın yaratılışında fıtri olarak biyolojik bir sınır olduğunu bilmeyen, aklına getiremeyen cahil ve sapık olarak niteleyebileceğimiz çevreler, böylece Hızır’a Kur'anın İslam'ı ile hiç bağdaşmayan bir anlayışla insan üstü, doğa üstü bütün güçleri ve özellikleri yakıştırdıkları bir kişi yapmışlardır. Bunlara inanan, aklını kullanamayan, Kur’anın içerisinde nelerin olduğunu ve olmadığını bilmeyen mütedeyyin, fakat bilgisiz ve Kur'an cahili insanlar, bilhassa Tasavvuf içerisinde anlatılan kerametlerle yüzyıllardır bu yanlış inançların ardına düşürülmüş, sömürülmüşlerdir. Bu inançlara göre kimlik kazandırılmış olan, aslında gerçek olmayan Hızır algısı, ülkemizde de Tasavvuftaki Sufilik, Alevi Bektaşilik ve Nusayri inançlarında Sosyolojik ve Antropolojik halk kültürlerini, ritüellerini meydana getirmiştir. Tarihsel olarak bu inançların temeli İran’daki Zerdüştlük, Avrupa’da Hristiyanlık, Orta Doğu’da Yahudilik, Uzak Doğu’da Şamanizm ve eski Yunan Mitolojisindeki çok tanrılı dinlere kadar dayanmaktadır.
Yahudilik’te Eski Ahit’te anlatılan ve Kitabı Mukaddeste yer alan, Yahudi Tora kaynaklarında ise ülkemizin Van ili yöresinde yaşamış olan Urartu Medeniyetinin başkentinde görev yapmış, Tuşba'lı İlyas Peygambere ait olarak bilinen İlya inancı, bizdeki Hızır inancıyla tıpa tıp aynıdır. İlya ( İlyas ) da Yahudi Mistiklerine güya görünmekte, onlara gizli hikmetleri öğretmektedir. Mistikler de kendilerine pay biçmek adına yalandan kim ölmüş inancıyla yollarda, çöllerde İlya’ya rastladıklarını, ondan bilgi aldıklarını, maddi manevi yardım gördüklerini anlatmaktadırlar.
Alevi Bektaşi inancında Hızır, * Yola yolladım seni * Yollar yollasın seni * Hızır elinden tutsun da * Bana yollasın seni denildiği gibi ülkemizde Sivas yöresinin türkülerinden birisine de yansımış, yolun ve yol erenlerinin ta kendisi olarak inanılmıştır. Sen, ben, siz, biz, arasında oluşturulacak paylaşma ve dayanışmadır. Bu inançla Şubat Ayının 13. günü başlayarak üç gün “ Hızır Orucu “ tutulur. Bu esnada Hızır ( a.s. ) ın görüldüğü ve İlyas ile kavuştuğu yer olarak bilinen çeşme başı, türbe avlusu, mezarlık kenarı, akar su kenarı gibi yeşillik olan ve “ Hıdırlık “ denilen yerlerde de toplanılır “ Hızır Cem’i “ yapılır. Aynı zamanda Nevruz kutlamaları ile birlikte baharın başlangıcı olarak da kabul edilen gelenekselleştirilmiş bir kültür yaşanmaktadır. Bu bağlamda bu yapılanlar Orta Asya'dan gelen bir gelenek olarak “ Doğa Tapımı “ ritüeli diye de nitelendirilebilir. Hıdırellez sözcüğünün Hızır ve İlyas isimlerinin birleşmesinden dolayı Hızır ve İlyas, iki ayrı kişilik olarak bilinir. Ancak Kur’anda İlyas Peygamber ismi yer alır, fakat Hızır diye bir isim yer almaz. Aslında bugünkü Van ilimiz yöresinde Anadolu medeniyetlerinden Urartuların başkentinde yaşamış olan, Tora kaynaklarında Tuşba'lı İlyas diye yer alan ve Yahudi kültüründe İlyas peygamberin bulunmasından dolayı her ikisi de farklı kültürlerde aynı kavramları ve inançları temsil eden tek kişidir. Alevi Bektaşi inanç kültüründe Hızır, Halife Ali, dolayısıyla ve bu vesileyle de Peygamberimizle bile özdeşleştirilmekte, deyişler, şiirler yazılmaktadır. Özellikle yeşil renk kutsallaştırılarak Şiilerin kutsal rengi sayılmaktadır. Çünkü rivayetlere göre ; Hızır, Ali bin Talib'in cenaze namazına katılmış, ehlibeyte başsağlığı dilemiş, hatta Ali'nin oğlu Hüseyin’in şehit edilmesinin ardından mersiye ( ağıt, övgü ) okumuştur. Tabii ki bu rivayetlerin ravilerinin Nevf bin Fudda el bekkali ve Ka’bül Ahbar gibi Yahudi asıllı casus kişiler olması da manidardır ve çok dikkat çekicidir. Düşünen, aklını kullanabilen insanın aklına da ister istemez “ Bu Hızır, Kerbela katliamı esnasında sonradan ortaya çıkacağına, Hızır gibi yetişip de önceden onları neden kurtarmamıştır ? “ sorusu gelebilir.
İslam Dininin yegâne kaynağı olan Kur’anda böyle bir varlığın var olduğundan söz edilmemesine ve Hızır sözcüğünün Kur’anda hiç bir ayette yer almamasına rağmen, Hızır inancı ve kerametleri aynen vehim ve hayale dayanan Mehdi inancı gibi, ülkemizdeki Tasavvufi Sufi inancının Şeyhlerinin de çok önemsedikleri ve müritlerini kolaylıkla bir uyutma aracı olmuştur. Tüm Tasavvuf ve Tarikat çevrelerinde, insanları etraflarında toplayabilmenin ana unsurlardan biri olarak yer almıştır. Kur’anda Kehf Sûresinin 60. ayetiyle başlayan paragrafta, aslında Kur'anda ismi belirtilmeyen peygamberlerden biri olan ve eğitilmesi için Musa Peygamberle beraber yolculuk yaptığı anlatılan “ Alim Kul “ ifadesi, zanlarla Hızır olduğu, Hızır’ın da Veli olduğu bir çok Ulema tarafından kabul edilmiş, Musa Peygamberden daha bilgili olduğu iddiasına dayalı olarak da Tasavvuf inancında Gavs Hazretlerinin, Veli’lerin / Evliyanın, Şeyhin tayy'i mekân ( ışınlanma, yer değiştirme ) ile Peygamberlerden daha üstün olduklarına inanılmıştır. Buna istinaden de Tasavvuf dininin ünlü Şeyhlerinden olan Bayezid i Bistami ( İran 804 – 874 ) de kendini peygamberlerden üstün görerek “ Biz öyle bir deryaya daldık ki, peygamberler kıyıda kaldı “ ( En nûr min kelimati Ebi't Tayfur Muhammed bin Ali es Sehlegi 164, Attar 206 ) safsatasını uydurmuştur, ona inananlarla beraber gırtlağına kadar şirkin ve küfrün deryasına daldığının farkında olmamıştır. Tasavvufi Tarikatların içerisine yuvalanmış bu çevreler, Gavsların ve Hızır'ın da ölümsüz ve hayatın ikinci mertebesinde maişetsiz olarak yaşadıklarını iddia etmişlerdir. Rüya keşif gibi aslı astarı olmayan safsataları, uydurulacak kerametlere zemin hazırlayan temel kaynak edinmişler, Hızır adındaki gerçekte var olmayan bu kişiliği de kendilerine sermaye yapıp, konuyu ve kendi dinini bilmeyenler üzerindeki sömürülerinde yüz yıllarca ilave bir araç olarak kullanmışlardır. Bu konuda uydurulmuş yüzlerce cilt kitap yazılmış, örneğin İmam Gazali İhya, Muhyiddin i Arabi Futuhat, Hacı Bektaş Veli Makalat, İmam Rabbani Mektubat, Saidi Nursi Mektubat eserlerinde Hızırla yapılan konuşmalara, görüşmelere ve maceralarına yer verilerek gerçekte olmayan Hızır’ın kerametlerinden söz edilmektedir.
İslam Dini ile uzaktan yakından ilgisi olmayan ülkemizdeki Hızır inancı, İslam’dan ayrı sapık bir din olan Tasavvuf ve Tarikat kanalı ile tamamen vehme dayalı ve batıl dinlerden aktarılarak uydurulmuş bir inanç olarak, sonradan Müslümanlar arasına çok kapsamlı bir şekilde sokulmuş, pek çok sapık ve yanlış inançlardan birisidir. Hızır inancı, bunların yanı sıra Kışın bitişini ve baharın gelişini simgeleyen, havaya, suya ve toprağa hayali bir “ Cemre düşmesi “ inancı gibi aslında gerçekte olmayan bir kültürü de yaratmıştır.
Kur'anımızda Kehf Sûresinin 60 - 81. ayetleri arasında eğitimi amacıyla Musa Peygamber ile Alim bir kulun birlikte yaptıkları yolculuk anlatılır. Tasavvuf Velileri de bu yolculuğu Hızır konusu için malzeme yapmışlardır. Dinimiz İslam'ın tek kaynağı olan Yüce Kitabımız Kur’anda Hızır isminin de, böyle bir motifin ve inancının da bulunmadığı Hızır konusunu ve Tasavvuf Şeyhlerinin veya bazı Ulema denilen kişilerin hızır için malzeme olarak kullandıkları Kehf Sûresinin ayetlerinde anlatılanlara, biz de Kur’an öğretisi içerisinde bakmaya ve konunun gerçeğini ortaya koymaya çalışalım.
KEHF 60 : Ve bir vakit Musa, delikanlısına / Yanındaki gence : “ Ben iki denizin birleştiği yere / iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim “ demişti. 61 : Bunun üzerine iki denizin birleştiği yere vardıklarında ikisi de hutlarını / bunalımlarını, sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti. 62 : Bu şekilde geçtikleri zaman Musa delikanlısına : “ Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk “ dedi. 63 : Delikanlı : “ Gördün mü, hiç düşündün mü ? O kayaya / sahraya / Mecmuel Bahreyne / iki bilginin toplandığı yere sığındığım vakit doğrusu ben bunalımdan / sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti. “ dedi. 64 : Musa, “ İşte bu aradığımızdı ! “ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
Bu ayet grubunda Musa Peygamber’in Tur dağında Peygamber olarak görevlendirildikten sonra, Mısır'a Firafun'un karşısına çıkmadan önce hazırlanması ve eğitim dönemindeki bir bölüm nakledilmektedir. Musa, daha önce Firavun ülkesinde iken kaza ile bir adam öldürmüştür ve ülkesinden kaçmak zorunda kalarak Medyen ülkesine gitmiş ve orada evlenmiş, evliliği için söz vermiş olduğundan dolayı, on yıl kaldıktan sonra tekrar ülkesine dönme yolunda iken Tur dağında Allah tarafından peygamber olduğu belirtilerek, Firavuna gitmesi, onu öldürmesi ve İsrailoğulları’nı Mısırdan çıkarması görevi emredilmiştir. ( " Musa Peygamberin Asası " Başlıklı yazımızda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Halbuki Musa, daha önce öldürdüğü adamın vicdan azabından dahi henüz kendini kurtaramamış, bir de üzerine tekrar birinin öldürülmesi emri ve bu görevi nasıl yapacağının endişesi, kendisini tereddüde ve bunalıma sokmuştur. Musa ( a.s. ) daha önceden bilginlerin toplandığı bir yerin olduğunu duymuştur. İşte bundan dolayı kıssanın giriş mahiyetindeki bu bölümünde, Musa ( a.s. ) ın yanındaki delikanlı denilen yardımcısı ile o yere yapacağı yolculuk anlatılmaktadır. Ayette anlatılanlara göre Musa kafasındaki takıntıları gidermek için bilginlerin toplandığı yere gidip sıkıntılarına çare aramayı düşünme kararlılığı içindedir. İki kişi yola çıkarlar ve oraya geldiklerinde ikisi de bilgin kişinin yardımıyla sıkıntılarından bunalımlarından kurtulurlar. Adeta psikolojik terapi görürler. Bunalımları denizde / engin bilgin sahibi kişide çekip, kaybolup gider.
Kur'anın kısa ve öz cümlelerle çok şeyi anlatma yöntemlerinden biri de, Araplardaki gibi yöresel kalıplaşmış deyim ve müteşabih ifadeleri kullanma tekniğidir. Bu pasajdaki ifadeler de müteşabih olup / alegorik ve sanatsal mecazi bir anlatım şeklindedir. Ayette yer alan “ Musa’nın Delikanlısı “ ayetin orijinalinde Feta ( sağlam genç ) delikanlı yiğit anlamında “ Fityetün “ sözcüğü ile ifade edilmektedir. Aynı zamanda bir kimsenin hizmetçisini, yardımcısını ifade eder. Buna göre Musa peygamber ailesi ile beraber Medyen’den ayrıldığı zaman yardımcısı veya hizmetçisi konumunda olan o genç delikanlı da yanlarındadır. Yolculuğa da bu delikanlı ile beraber çıkmıştır. Ayetlerin orijinalinde Musa’nın gideceği, arayacağı şey Sahra / büyük kayadır. Hutlarını / bunalımlarını, kafasındaki soru ve endişeleri gidereceği, orada iki denizin toplandığı yer, Mecmeul Bahreyn ile Sahra / büyük kaya, aynı yer veya aynı şeydir. Bahr sözcüğü “ Genişlik ve açık yüzlülük “ demektir. Denize bahr denmesi, genişliğinden ve enginliğinden dolayıdır. Bahr aynı zamanda çok bilgili kişi demektir. Mecaz anlamında ise “ İki denizin toplandığı yer " / iki bilgin kişinin toplandığı yer anlamındadır. Yani bu ayet grubunda Musa peygamber aslında iki bilgin kişinin / birçok bilgin'in toplandığı yere gitmek istemiştir. Ve oraya vardıklarında da onların yardımları, psikolojik terapileriyle bunalımlarından tereddütlerinden ve endişelerinden kurtulmuştur. Ayetlerin orijinalinde bunalım ifadesi de Yunus Peygamberin kıssasındaki bunalımında, İsrailoğullarının Cumartesi günü yasağındaki bunalımlarında olduğu gibi “ Hut “ sözcüğü ile yer almaktadır. Hut’un / bunalımın, Bahr'de / bilgin kişide, orada deniz gibi engin bilgiye sahip kimselerle karşılaşılıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulduğu mecazi olarak ifade edilmektedir. Ülkemizdeki pek çok müfessirin mealinde ise düz mantıkla " hut " sözcüğü balık, " Mecmuel bahreyn " sözcüğü de iki deniz olarak çevrilmiştir ve asıl mesajdan uzaklaşılmıştır. Bilginlerin yardımıyla bunalımdan kurtulup geri dönüş yolunda karınlarını doyurmak üzere bir yerde konakladıklarında ise 64. ayette de bilginlerin toplanıp bilgisiz olan kişileri bilgilendirdikleri, zihinsel problemlerini giderdikleri yer olduğuna kanaat getirdiklerinden, aslında onlardan daha pek çok şey öğrenme ihtiyacında olduklarını hissettiklerinden dolayı ve bir şeyler daha öğrenme isteği ile tekrar bilginlerin bulunduğu yere dönmeye karar verdikleri anlatılır.
KEHF 65 : Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
Bu ayete göre Musa Peygamber ve yol arkadaşı tekrar geri döndüklerinde iki bilginin buluştuğu ( o Büyük Kayada ) ( iki denizin birleştiği ) o yerde bir kişi ile buluşurlar. Bu kişi ise Allah’ın kendisine ilim ve Rahmet vermiş olduğu “ Alim bir kul “ dur. Aslında büyük bir ihtimalle Allah tarafından bilgi verilmiş olan bu “ Alim kul “ Kur’anda ismi belirtilmeyen pek çok peygamberden birisidir. Çünkü ayette “ Biz ona katımızdan bir rahmet ile bilgi vermiştik “ denilmektedir. Bu ifade Kasas Sûresinin 86. ayetinde de “ Ve sen Kitab’ın sana vahyedileceğini / indirileceğini ummuyordun. O ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. “ ifadeleriyle rahmetin Peygamberimize de verildiği ve ancak bu rahmetin ve ilmin sadece vahiy ile peygamberlere verileceği dile getirilmektedir. Buradaki “ Bilgin Kulun “ bir peygamber olduğunun diğer bir kanıtı da yine Kehf Sûresinin 82. ayetinde duvar doğrultma işini kendi iradesiyle yapmadığını beyan ediyor olması ve kendisine vahiy ile telkin edilmiş olduğudur. Bu bilgin kulun da Nisa Sûresinde 164. ayette “ Daha önce sana kıssalarını anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız nice peygamberler de gönderdik. Allah Musa ile de doğrudan konuştu. “ denildiği gibi Kur’anda ismi belirtilmeyen peygamberlerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Kur’anda bundan başka ismi bildirilmeyen, Lut kavminin helâk edileceğini haber vermek için İbrahim Peygamber’in yanına gelen iki peygamber, Süleyman peygamberin yanına gelen alim kişi, Yasin Sûresinde toplumu ikna etmeye çalışan isimsiz üç peygamber de yer almaktadır.
KEHF 66 : Musa Ona : “ Doğru yol konusunda sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim ? “ dedi.
Bu ayette Musa Peygamber “ Alim Kul “ ile tanışmış ve onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu anlamıştır. Ona öğrenci olmayı da istemiştir.
KEHF 67 – 68 : Alim ve rahmete mazhar kul : “ Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin ? “ dedi.
Musa peygamberin o yöre ve “ Alim Kul “ hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve “ Alim Kul “ ile yeni tanışmıştır. Ayetteki ifadelerden “ Alim Kulun “ o yörenin insanı olduğu, Musa peygamberin de yabancı olduğu için muhtemel olayları hemen idrak edemeyeceği, sabır gösteremeyeceği ve " Alim Kulun " bir takım görevlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
KEHF 69 : Musa : “ İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem “ dedi. 70 : Alim ve rahmete mazhar kul : “ O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar. “
Pazarlık yapılmış ve “ Bilgin Kul “ kendisi açıklama yapıncaya kadar tanık olacağı herhangi bir olay hakkında soru sormaması şartıyla Musa’nın kendisiyle gelmesine izin vermiştir. Dikkat edilecek olursa artık bu ayetlerde Musa’nın daha önceki genç arkadaşından söz edilmemektedir. Demek ki Musa Peygamberin bundan sonraki yolculuğu Alim Kul ( İsmi belirtilmemiş Peygamber ) ile devam edecektir.
KEHF 71 : Bunun üzerine ikisi yürüdüler ; Sonunda gemiye bindiklerinde alim ve rahmete mazhar kul, gemide kusurlar oluşturdu. Musa içindekileri boğman için mi onu yırttın ? / kusurlar hasarlar oluşturdun. Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın ! “ dedi. 72 : Alim ve rahmete mazhar kul “ Ben şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin demedim mi ? “ dedi. 73 : Musa : “ Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma ! “ dedi.
Ayete göre Bilgin Kul, bindikleri gemide hasar oluşturunca, Musa dayanamaz ve müdahale eder. Bilgin kul ise anlaşmayı hatırlatır. Musa da özür diler. Gemide bulunan diğer insanlar yöreyi bildiklerinden ve Bilgin Kula inandıklarından dolayı bu olaya müdahale etmemiş ve Bilgin Kula engel olmamışlardır. Bunun nedeni de daha sonra açıklanacaktır.
KEHF 74 : Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler. Alim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Musa “ Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün ? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın. “ dedi. 75 : Alim ve rahmete mazhar kul : “ Ben sana kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin demedim mi ? “ dedi. 76 : Musa : “ Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme ! Kesinlikle kovarsan darılmam . “ dedi.
Elbetteki bu yolculuğun hemen aynı günde ve kısa bir süre içinde arka arkaya olduğu düşünülmemelidir. Kur'anın anlatım tekniğindeki asıl verilmek istenen mesaj, uzun uzadiye olayların ayrıntılarına girilip de bir masal yapısına dönüştürülmemektedir. Olaylar da özet ve metafor / benzetme yolu ile anlatılmaktadır. Ayetin orijinalinde geçen “ Gulam “ sözcüğünün orijinal anlamı, “ Cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan “ demektir. Bu özellik artık çocukluktan çıkmış ve ergen olanlarda olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Ayetteki ifadelere göre de Musa bu katletme olayının ancak kısas ile yapılabileceğini ileri sürmektedir. Bu ifadeden de çocuk yaşta birisine kısas yapılmayacağına göre burada öldürülen kişinin, artık bir delikanlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu olaya Musa’dan başka da karşı çıkan olmamıştır. Demek ki Bilgin Kul’un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları, ailesi, ana babası ve herkes bilmektedir. Aksi halde bu olaya kimse kayıtsız kalmazdı. Nedeni de 80 ve 81. ayetlerde açıklanacaktır.
KEHF 77 : Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Alim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Musa : “ İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın “ dedi.
Ayette anlatılanlara göre anlaşılan o ki artık bu son olarak geldikleri köyde, Bilgin Kul bu bölgede tanınmamaktadır ve bundan dolayı çok acıkmış olmalarına rağmen kendilerine yiyecek verilmemiş ve misafir edilmemişlerdir, fakat buna rağmen Bilgin Kul, gördükleri yıkılmak üzere olan duvarı tamir ederek onarmıştır. Musa da yine dayanamamış ve isteseydin bu hizmetine karşı mutlaka bir ücret alırdın diyerek yine de sitemini bildirmiştir. Bundan dolayı da Musa Peygamberin daha önceden verdiği söz üzerine artık birlikte yaptıkları yolculuk burada sona erecektir. Ve Bilgin Kul olayların tevilini ( karşılığını ) açıklamaya başlayacaktır.
KEHF 78 : Alim ve rahmete mazhar kul : “ İşte bu aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim. “ Gemi olayına gelince ; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. / Fakirlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Ötelerinde de bütün sağlam güzel gemileri gasp edip alan bir kral vardı. 79 : Delikanlıya da gelince : Onun anne ve babası mümin kimselerdi. İşte biz onun anne ve babasını azdırmasından ve küfre sürüklemesinden korktuk. Sonra da Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin istedik. 80 : Duvara da gelince : O, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için Rabbinden bir rahmet olmak üzere, Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. 81 : Ve Ben onu / duvar doğrultma işini kendi görüşümle yapmadım. İşte senin üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plandaki anlamı !
Ayetlerde “ Bilgin Kul “ un yaptıkları ve sonunda da onları neden yaptıklarının nedenleri anlatılmaktadır. Bilgin Kul, o bölgeyi ve insanları iyi tanıdığından, o bölgedeki insanların da ona inanmış olarak onu iyi tanıdıklarından dolayı gemideki hasarı kendisinin özellikle yaptığını ve böylece fakirlerin sahip olduğu yegâne bu geminin, zalim kralın eline geçmesine engel olduğu nedenini açıklamaktadır, bundan dolayı gaybı bilme gibi bir durum da söz konusu değildir. Delikanlının öldürülmesi olayında ise onun anne ve babasını azdırmaması için biz yaptık, biz korktuk, biz istedik ifadelerinin yer almasından dolayı, bu olayda Bilgin Kulun yalnız olmadığı görülür. Olayda Bilgin Kul ile beraber başkaları da vardır. Bu ayetteki kıssaya geleneksel klasik açıklamalar doğrultusunda bakanlar, biz ifadelerinin öznelerini tam olarak ortaya koyamamış, Bilgin Kulun “ Hızır “ veya “ melek “ olduğunu iddia ettiklerinden, ayetteki “ korkanların “ da haşa Allah ile Hızır, veya Allah ile “ melek “ olduğu anlamını ortaya çıkarmışlardır. Halbuki ayetlerden anlaşıldığına göre, delikanlıyı öldürme olayı o bölgedeki resmi otoritenin, toplumun yasalarına, yakınlarının, ailesinin, anne ve basının rızasına göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. Çünkü sapkın bir inançta olan bu delikanlının çevresine, ana ve basına zarar vermesinden korkulmuştur. Bilgin Kul o bölgede bu kararın yetkilisi ve infaz memurudur. Bu nedenle de bölgedeki hiç kimse bu olaya itiraz etmemiştir. Ne var ki Musa o bölgenin yabancısı olduğu için bunları bilmemektedir. Duvar olayına gelince ise Bilgin Kul “ Ben onu kendi görüşümle yapmadım demek suretiyle, gaybi bilmediğinden ve her peygamberin yaptığı gibi böyle durumlarda bu olay ile ilgili Allah’tan aldığı vahiyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Alim Kul ile Musa Peygamberin yaptıkları bu yolculukta yaşanan olaylarla beraber, eğitim, yeraltı çalışmalarıyla teşkilatlanma, örgütlenme, bunlar için gerekli olan para, zaman gibi Musa peygamber bir çok şey öğrenmiş, deneyim kazanmış, Allah'ın inayeti ile Mısır’a döndüğü zaman Firavun karşısında izleyeceği yolu öğrenmiştir.
Kehf Sûresinde Musa Peygamber ile yolculuk eden ve aslında yukarıda açıkladığımız gibi ismi Kur’anda belirtilmeyen Peygamberlerden biri olan “ Alim Kul “ kıssasını anlatan ayetlerin, klasik ve geleneksel yorumcular tarafından yapılan tefsirlerinde ve konuyu ele alan Hadis kitaplarında “ Alim Kul’un “ Kur'an ayetlerindeki delillere rağmen, kişisel zanna dayalı olarak Hızır olduğu beyan edilmektedir. Ama Hadis ilminin “ Mevzuu Hadisler “ uydurulmuş hadisler bölümü incelendiğinde ise, Hızır adı geçen bütün hadislerin tümünün yalan ve uydurma olduğunun oy birliği ile kabul edildiği görülmektedir. Klasik tefsirciler ayetlerin orijinalinde geçen ve Arap kültüründe deyimlerle yer alan “ Fityetün, sahra, Bahr, Mecmuel Bahreyn, Hut, Allah’ın rahmet verdiği kul, gulam gibi ifadeleri Kur’an bütünlüğü ve mecazi anlatım sanatı içerisinde doğru tahlil edememişler, düz mantıkla izah etmeye çalışmışlar ve aslında Musa Peygamberin eğitimi için gerçek yaşanmış olan olayları saptırarak, mucizeye, hurafeye dönüştürmüşlerdir. Bunun ardından bu inanç, Tasavvuf Şeyhleri tarafından tamamen hayali düşüncelere, zanna dayalı uydurulmuş pek çok keramet ile Müslümanlar arasına sonradan sokulmuş bir sömürü aracı haline getirilmiştir. Bu yolla da Kur’andan onay almayan, Peygamberlerden üstün olan Veli, Hızır, İlmi ledun ( gizli ilimler ), Evliyaların gaybi bilmesi gibi birçok abuk subuk inanış ne yazık ki Kur'anı ve dinini bilmeyen Müslümanlara kabul ettirilmiştir.
Sonuç olarak bilhassa kendilerine insanları sömürebilmek için bir araç elde etmek isteyen Tasavvuf Tarikatlarının önderlerinin, keramet maceraları ile sahip çıktığı Hızır inancı, İslami bir inanç ve din olmayıp, ilkel ve batıl hale gelmiş dinlerin mensuplarında, örneğin Zerdüşt dininde olduğu gibi yakılan ateş üzerinden atlama ritüelinde de görülen, hayali bir cemre düşmesi ile baharın müjdelendiği sosyolojik, kültürel ve antropolojik bir inançtır, bir kültür olarak gelenekselleştirilmiştir. İslam dininin biricik ve temel kaynağı Yüce Kitabımız Kur’anda din adına böyle bir motife ve inançlara yer yoktur. Hızır adında gerçek olan böyle bir kişi veya varlık da yoktur. Müslümanlar artık akıllarını kullanıp, sorgulayıp, dinlerinin yegâne kaynağı Kur’ana yönelip, kendi dinlerinin doğrularını öğrenmeli, bu dünya ve ebedi Ahiret hayatını kaybetme riskleri ile dolu olan Tasavvuf dini ve İsrailiyatın şirk ve küfür batağından uzaklaşmalıdırlar. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : Hakkı Yılmaz ( Tebyin ül Kur’an )
Anadoluda Hızır İlyas Kültü ( Doç. Dr. Selahattin Döğüş )
Altınok ( Baki Yaşa )
Tasavvufun Pek Mubarek Putları ( Psikiyatrist Dr. Hamdi Kalyoncu )
Risale i Nur Mektubatları 1. Mektubat
Prof. Dr. Süleyman Uludağ Kitap I. sa. 155 Diyanet Vakfı Yayınları
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR