 
 Kur'anımızda Nuh Sûresinin 17. ayetinde " Vallahu enbetekum minel ardi nebata " ifadeleriyle belirtildiği gibi yeryüzünde yaşamaya uygun ve var olan her bölgede topraktan bitki olarak bitirilerek aynı anda yüz binlerce yaratılmış olan Adem / insan, Kur’anın bize anlattığına göre aşama aşama geliştirilip, milyonlarca yıl sürdüğü belirtilen kendi yapısındaki evrim döneminden sonra, çoğalarak yeryüzüne dağılmış, ardından sosyal yapısı nedeniyle topluluklar halinde yaşamaya başlamıştır. Allah'ın güzelliklerle, kötülüklerle dopdolu zıtlıklarla, tekâmül etmek üzere yaratmasından dolayı, dünya mekânındaki yaşam içerisinde ardından gelen bilinmezlik, korku ve endişeler karşısında akıl ve irade kullanma yeteneği ile seçme özgürlüğüne sahip olan insanın fıtri özelliği, onu daima bir şeylere sığınma, bağlanma, inanma ihtiyacına itmiştir. Yaratılışının hem insani yönünü, hem de dünyadaki yerini her zaman merak etmiş, düşünmeye, sorgulamaya, araştırmaya, başlamıştır. Önce çevresinden, yaşadığı ortamdan bir nesnenin veya bir gücün, kendisinin varlığının ve etrafındaki olayların müsebbibi olabileceğini düşünmüştür. Bu arayış onu Tanrı düşüncesine götürmüş, böylece toplumdan topluma, kişiden kişiye, zaman ilerledikçe farklı kabullerle değişen Tanrı ve din olgusunu da yaratmıştır. Çağlar boyunca, aslında Allah'ın sadece gökyüzünde olduğu inancına dayandırılarak yanlış bir ifade olduğu halde, semavi dinler denilip ve inançların da vücut bulup bir Yaratıcıdan söz edilmeye başlanmasıyla, bu olgu, Felsefeyi, düşünceyi ve inancı da etkilemiştir.
Tanrının var olup olmadığı Aristo, Platon, Sokrates, Spinoza, Leibniz, Pascal gibi gerek bir çok batı filozoflarınca, El Kindi, Farabi, Serahsi, İbni Sina, İbni Rüşt, İbni Miskevey gibi gerek İslam filozoflarınca yoğun bir ilgi konusu yapılmıştır. Bilimsel gelişmenin, teknolojinin olmadığı ilkel dönemlere rağmen, kısıtlı olanaklarla Tanrının varlığı ve yapısı üzerine oldukça kapsamlı ve ciltler dolusu kitaplar içerisinde düşünceler üretilmiştir. Kimilerinde akıl ve vahyin birleştirilerek Tanrının varlığının kanıtlanabileceği ve Felsefenin de amacının Tanrıya erişmek olduğuyla, kimilerinde aklın buna yetmeyerek, Tanrının iman ve mutlak teslimiyetle kavranabileceğiyle, kimilerinde ilâhi bilgilerin felsefi bilgilerden daha üstün olduğuyla ilgili teoriler ileri sürülmüştür. Kimilerinde Tanrı mutlak bir'dir, mutlak bilinci ifade eder, şekli niteliği, niceliği, maddesi olmadığından göreli ve fiziksel bir varlık değildir denilmiştir. Fiziksel olmayan varlıklar da vardır diyenler olmuş, kimilerince İslam Felsefesi tarihinde ilk defa dini geleneğin dışına çıkılarak Tanrı - varlık ilişkisinin, külli iradenin düşüncesinde oluşan taşma sudûr / saçılma, veya kozmik akıllar teorisiyle yaratılmanın yorumlanmaya çalışılmasıyla, " Bir'den ancak bir çıkar " hipotezini öngörerek, hepsinde de daha ziyade nedensellik / illiyet / sebep sonuç ilişkisiyle farklı temel ve argümanlara dayandırılarak, Skolastik Felsefe ile Tanrı tanımlamaları yapılmaya, değişik teorilerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Ama dikkatimizi çekmektedir ki, üretilen düşüncelerin neredeyse tamamında Allah'tan gelen vahiyler ve son Kitap olan Kur'anımız, tam olarak göz önünde bulundurulamamıştır, önceki vahiylerin ve Kur'anın dışında sadece yaratılmış olanlar üzerinden düşünceler üretilmeye çalışılmıştır veya aslında Arapça olmadığı halde, ilk defa Kur'an ile Arap toplumunda kullanılmaya başladığı için Allah sözcüğünün de yer aldığı Arabın dilinde olan Allah'ın vahyi ve Kur'an tam olarak anlaşılamamıştır, veya hiç devreye sokulmamıştır. Çok uzun yıllar süren Tanrı vardır veya yoktur felsefi tartışmaların, öne sürülen argümanların sonucunda da ortak bir sonuca varılamamıştır. Halbuki Somut olarak göremediğimiz, meta fizik / Fizik ötesi de bizim için gayb olduğuna göre, ne kadar gelişmiş olursa olsun, dünya aklımızla tam olarak algılayamayacağımız ve bizden çok farklı başka bir boyutta ve formda olan Rabbimiz Allah'ımızı bize en doğrusuyla, en iyisiyle ve ihtiyacımız olduğu kadarıyla ancak ve ancak Yüce Rabbimiz Allah'ın Kendisi anlatabilir. Bu anlatımlar da günümüzde Kitabımız Kur'anla beraber, başımızı kaldırıp da çevremize ve devasa gökyüzüne baktığımız zaman gördüğümüz bütün yaratılmış varlıkların mucize olan yapılarında, düzenlerinde ve sistemlerindedir.
Peki somut ve Fiziksel olarak gözümüzle göremediğimiz, sesini duyamadığımız halde, Kâinattaki muzzam tasarıma, düzene, ahenge ve işleyişe baktığımız zaman, uhrevi olarak var olduğunu bildiğimiz, iman ettiğimiz, bütün yaratılmış olanların sahibi olduğunu söylediğimiz Yüce Rabbimiz Allah'ı, bugünümüze gelinceye kadar ilkel toplumlar, ardından ehli kitap inananları olarak İbraniler, Yahudiler, Hristiyanlar ve biz Müslümanlar, her birinde de ortaya çıkmış yüzlerce fraksiyonlar olarak hangi bilgilerle ne derece biliyoruz, neye göre ve nasıl tanımaktayız ? Reddiyeci materyalist Ateistler sadece Evrim Ağacı kuramı temelinde kalarak zaten var olan işleyişin, kurulmuş düzenin, üstelik de Arap dil kurallarını, Kur'anı ve anlatım tekniklerini tam olarak bilmedikleri halde yanlış ve tutarsız iddialarının dışında, reddetmek için hangi argümanlarla hangi ispatları yapabilmektedirler. Bütün bunlara rağmen, inananlar olarak biz ise hiç olmazsa yaşadıklarımızı, hayatımızdaki, çevremizdeki değişimleri, görebilen göz, işitebilen kulak ve hissedebilen kalp ile tanımaya, sorgulamaya çalışabiliyor muyuz ? Enfusi / kendi bedenimizin oluşturulmasındaki parmak uçlarındaki ize varıncaya kadar muazzam ve canlı fabrika tasarımının, afaki / başımızı yukarı kaldırıp baktığımızda da, sınırsız, sonsuz görünen gökyüzündeki devasa, her bir ayrıntının bir mucize olan yapının, sistemin, düzenin, ahengin, çevremizdeki varlıkların zenginliğini, çeşitliliğini, görüp, bütün bunlarla aslında en doğru ve gerekli bilgilerle, çiçekte, böcekte, arıda, bir hücreli bakterilere, atomun ve maddenin ve en küçük yapı taşlarına varıncaya kadar kodlanmış kozmik işleyişlerle aslında bizimle konuşan Yüce Allah'ın Kendisini anlattığının ve bunun yanı sıra indirdiği Kitaplarla tanıttığının farkında olabiliyor muyuz ? Yüce Rabbimiz Allah'ı nasıl ve ne kadar tanıyoruz ?
İslamda olmadığı halde Yahudi ve Hristiyanlarda olduğu gibi, Müslüman toplumlarında da oluşmuş, dini tekeline alarak çöreklenmiş Ruhban Din sınıfı Ulemanın, yüzyıllardır Kur'andaki bazı sözcükleri yanlış yorumlaması nedeniyle cahil halk üzerinde daha baştan itibaren bir Allah korkusu furyası estirilmiş olduğundan, Allah'ı tanıma, Allah'la kul arasındaki ilişkilerde olması gereken sevgi, saygı ve rahmet yerine Allah'a yaklaşım, daha ziyade korku üzerine kurulmuştur. Bunun sonucunda da bir çok yanlış ve olumsuz sonuçlar doğmuştur. Çünkü fıtri ve psikolojik olarak sevgi veya korku, insan davranışını farklı şekillerde yönlendirir. İnsanın eğitiminde dahi baskı veya korku ile başarılı sonuçlar elde edilemez. İslam Dininde de aslında Kur'an ayetlerinde yer alan havf, mehafat sözcüklerinin karşılığı olan ve insanın fıtratında bulunan basit korkuya benzer şekilde Allah Korkusu mefhumu yoktur. Bunun yerine " Haşyet " vardır. Yüzyıllardır Ulema tarafından bu fark gözetilmediğinden, özellikle Tasavvuf Mürşitleri tarafından Allah korkusu ve sevgisi ile ilgili olarak gereksiz, anlamsız görüşler ve yorumlar ortaya konulmuştur. Halbuki Allah sevgisinin maşuk gibi sevgili yapılmasının yanı sıra Haşyet sözcüğünün tam karşılığı da basit korku değildir. Rad Sûresinin 19 - 24. ayetlerinde " ... ve yehşevne rabbeküm / Rabblerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti ve hayranlık duyan ve hesabın kötülüğünden yehâfüne / korkan kişiler... " ifadelerinde gördüğümüz gibi Allah'tan değil, azabın korkusundan söz edilmektedir. Basit korku, fıtri yaratılış gereği herkeste az veya çok olarak var olmasına rağmen, haşyet / bilgiyle ve tanımayla oluşan sevgi, saygı ve hayranlık duygusu herkeste olmaz. Bir şeylerden korkan kişi, korktuklarından uzak durmaya çalışır. Ama haşyet sahibi olabilen kişi ise, o haşyet duyduğu ile sürekli beraber olmak ister. Haşyet duygusu da ancak tanıma ile, bilgi ve idrak ile sonradan kazanılan bir duygudur. İşte Allah'a karşı duyulabilecek haşyet de, çaba harcanması, O'nun gerektiği kadar tanınabilmesi ile ancak elde edilebilir. Yoksa sadece lafta kalan " Eşhedû en lâilahe illallah " Ben Allah'ın varlığına ve O'ndan başka bir ilâh olmadığına şahitlik ederim demek anlayışı, uygulaması ile iş bitirilmiş ve Allah yeterince tanınmış olmaz, " Allah'tan kork " yanlış lafzı ve uyarısı da dillere sakız olur !..
Oysa bize lütfedilen akıl nimeti ile düşünecek, sorgulayacak olursak, Allah hakkında elde edilebilecek bilgiler ve bu bilgilerle yerine getirilebilecek ameller, yine inandığımız Ahiret hesaplaşmasında, Allah katında bizim için imanımızın bir ölçüsü olacaktır. Bu bağlamda İslam'ın son kitabı olan Kur'anı ayet ayet anlayarak okuyup, düşünen, aklını kullanarak sorgulayan, içindeki bilgilere vakıf olabilen, bu temel bilgilerle alt yapı oluşturarak söylenenleri, istenenleri, nedenlerini kendi hayatı ile birlikte bütünleştirebilen, ister Müslüman olduğunu söyleyen olsun, ister reddiyeci Ateist olsun, hayatın içerisindeki her olayın, her varlığın kaynağının Allah'la ilintili olduğunun farkına varır. Bütün varlıklar aleminde üstünlükle hedeflenen insanın, Kur'an ile alması gereken bütün özelliklerinin kaynağının da Allah'ın hemen hemen her ayetin başında veya sonunda Kendisini tanıttığı, Esmai Hüsna'sındaki sözünü ettiği isimleri, sıfatları ve özellikleriyle anlar. Bütün bu özellikler de Allah'la kulun yakınlaşmasının, bütünleşmesinin, Haşyet duymasının ayrıntıları ve ögeleridir. Bu yazımızda biz de ; Eşi, benzeri, ortağı olmayan, doğurulmamış ve doğurmamış, somut fiziksel yapıdan, maddeden, zamandan, mekândan münezzeh olan, sürekli bir oluşum, yaratma ve hayatın içerisinde, bize de şah damarımızdan daha yakın, benliğimizde ve içimizde olan, sınırsız matematik ve mühendislik harikası mükemmel ve kusursuz tasarımlarla yaratılan varlıklarla dolu hayatın kaynağının Sahibine yaklaşmak ve sonunda da dönüşümüzün O'na olduğuna inandığımız mutlak varlık olan, aslında anlatımlarla bitiremeyeceğimiz Yüce Rabbimiz Allah'ı, Kur'an ayetlerinin doğruları ve kapasitemizin ölçüsü ile Kendi vahyi ile tanımaya çalışacağız.
İslam Dininde Allah, övülmeye layık, hamd edilecek tek varlık, varlığın ilk sebebi, evveli ve sonu olmayan, ezeli ve ebedi / Evvel ve Ahir, Kâinatı, yeri, göğü ve ikisi arasındakileri, makro düzeydeki galaksilerden mikro düzeydeki atom altı parçacıklarına, elektron ve nötrinolara, bir hücreli canlılara varıncaya kadar yoktan yaratandır. Arşa istiva eden / Kâinatın bütün işleyişine hakim olup egemenlik kuran, Kâinatın her yerinde, her noktasında var olan, yöneten, çekip çeviren, Evrendeki bütün yasaların kaynağı, madde ve enerjiyi oluşturan her atomun ve molekülün mühendisi, mutlak varlığın ta kendisidir. Sahip olduğumuzu sandığımız bütün nimetlerin sahibi, bağışlayıcısı, şikâyet ettiğimiz tüm dertlerimizin şifası, hakkın, hukukun, adaletin, özgürlüğün, barışın, sevginin ve mutluluğun kaynağı, tüm güzel duyguların, sıfatların sonsuz garantisi, hepimizin, Kâinatın tek Efendisi, tek Sahibimiz, Malikül Mülk olandır. İslam’ın temelini Tevhit ( La ilâhe illallah ) Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur demek olan, bir ve tek olan, eşi benzeri olmayan, kul ile Allah arasında sahte ilâhların, aracı ve ortağın, hiyerarşinin bulunmadığı Allah inancı oluşturur. Buna rağmen ne yazık ki insanlık tarihi boyunca Allah, bütün toplumlarda yeterince, gereğince doğru olarak tanımlanamamıştır, Allah algısında problemler bulunmaktadır. Bugün Arap inanç kültürü Vahabiliğin temel kökenini oluşturan Sünniliğin kurucusu olduğu belirtilen Ahmet bin Hanbel'in, Allah göklerdedir demesi, buna inanmayanların dinden çıkacağının belirtilmesi, Müslümanların inançlarının başlangıcından itibaren egemen olan yanlış bir kabul olmuştur. Oysa bu konudaki yanlış inançlar Kur'anda bir çok ayette dile getirildiği gibi, Zuhruf Sûresinin 84. ayetinde " Ve O, gökteki ilâh olandır ve yer yüzünde ilâh olandır. " Mücadele Sûresinin 7. ayetinde " Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın bildiğini görmedin mi ? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. " ifadeleriyle halbuki Allah'ın göklerde, yeryüzünde, her yerde ve bizimle olduğu dile getirilmektedir.
Buna rağmen bazı müfessirler de bırakalım Allah'ın gökte olduğunu düşünenler gökte kabul etsinler, vahdeti vücut inancıyla hoş kokulu çiçek Allah'tır diyenler de Allah'ı çiçek kabul etsinler diyebilmekte, yanlışı doğru olarak gösterebilmektedirler. Zuhruf Sûresinin 9. ayetinde " Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara " Gökleri ve Yeri kim oluşturdu ? " diye sorsan, kesinlikle Azizül alim / Aziz ve alim olan Allah oluşturdu diyeceklerdir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, Allah'ın varlığına, Yaratan olduğuna Mekke müşriklerince de inanıldığını görüyoruz. Ama buna rağmen onlarda da göklerde, çok uzaklarda ve görünmeyen olduğu düşüncesiyle her zaman kendilerini Allah'a yaklaştıracak aracı tanrıların, putların Allah'a ortak edilmesi inancı hakim olmuştur. Tarih boyunca bütün toplumlarda olduğu gibi, Mekke ve çevresinde yaşayan her kabilenin de bu inançla ölmüş atalarına gösterdiği saygı ile edindiği put, onların şirki olmuştur. Zamanımıza gelince de bu tür yanlış inançlar hala varlığını sürdürmekte, başka putlar oluşturulmakta, son dönemlerde bir de Allah yoktur, Evrenin kendi iç dinamikleri içerisinde her şey rastgele kendiliğinden oluşmuştur, Kur'an dışında yanlış yaşanan dinlere bakılarak Din mitolojik inançların ve korkuların bir sonucudur diyen materyalistler, modern sosyalist hareket deyip önce kapitalizme, sermayeye karşı emeğin ve işçi sınıfının hakları için yola çıkılıp, fakat daha sonra toplumu yeniden yapılandırma sürecinde dini en büyük engel olarak görmeye başlayan, ortadan kaldırmaya yönelik Teizmi de muhatap olarak ele alan Ateistler, bunların yanı sıra da her şeyi yaratan Allah vardır ama Peygamber ve Kitaplar yoktur, yaşanan dinlere bakarak böyle din olmaz diyen Deistler, Allah'ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez diyen bilinmezci Agnostistler ortaya çıkmıştır. Birileri de bugün dahi çıkıp Allah'ı yedi kat göğün en üst tabakasında Beyt'ül Mamur'da oturtmaktadır. Sadece lafta kalan iman ettim, Müslümanım elhamdülillah diyenler dahi, Kur'anımızı kendi dilinden anlayarak okumadıklarından, içinde nelerin olduğunu bilmediklerinden, Allah'ı da böylece yeterince gerektiği gibi doğru olarak tanıyamamaktadırlar.
Allah sözcüğü Kur’an’da 2699 defa yer alır. Arapça bir sözcük değildir. Rabbimizin özel bir ismi olup yalnız onun için kullanılır. Başka bir sözcük bu ismin yerini tutamaz, başka bir dile de tercüme edilemez. Köksüz bir isimdir. Herhangi bir isimden türememiştir, tesniye / ikileme yapılamaz ve çoğulu da olamaz. Türk Din İşleri Yüksek Kurulunun sözlüğüne göre Allah sözcüğü, Kemal, Cemal, Celâl sıfatlarının bütün anlamlarını kapsamaktadır. Kemal : Bilgi ve erdem bakımından eksiksizlik, sonsuzluk Cemal : Yüz güzelliği ( Tabii bu güzellik insan yüzünün güzelliği değildir ) Celâl : Yücelik, ululuk demektir.
Değişik dillerde ve inançlarda Allah sözcüğü yerine kullanılabilen Tanrı, İlâh, Hüda, God sözcükleri cins isim olduklarından, tam olarak Allah sözcüğünün karşılığı değildir. Çünkü bu sözcüklerin çoğulları olabilir. Bunun yanı sıra yüz güzelliği gibi insanda olan ve gözle görme, kulakla işitme gibi insana benzetilen sıfatların, yarattığı madde ve enerjiden, fiziksel görünümden münezzeh olan Allah'ın üzerine atfedilmesi de başka bir formda ve boyutta olan Allah kavramı için doğru bir yaklaşım değildir. Meryem Sûresinin 65. ayetinde, " O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. / Efendisidir. Öyleyse O’na kulluk et / ibadet et ve O’na kulluk / ibadet etmekte sabret. Hiç sen O’nun ismiyle isimlenen birini bilir misin ? " Tegabün Sûresinin 1 - 3. ayetlerinde de " Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıklardan arındırır. Mülk yalnızca O'nundur, tüm övgüler de sadece O'nadır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir. O sizi oluşturandır. Artık kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. 3 : Allah gökleri ve yeri hak ile oluşturdu ve sizi biçimlendirdi. Ve dönüş yalnızca O'nadır. " ifadeleriyle Allah Kendisini tanıtmakta, gökleri, yeri, tüm Evreni, Kâinatta ve yeryüzünde mevcut olan varlıkların hepsini bize göre her biri mucize olan bir ölçü, en mükemmel matematik ve mühendislik tasarımı ile yaratan, mülkün yegâne sahibi olduğu, hamd etmenin / övgünün sadece O'na olacağı, bütün yaratılmışların sonunda O'na döneceği belirtilmektedir. Bu nedenle sadece Kendisine ibadet edilecek olan ve bütün alemlerin Rabbi Yüce Allah’a herhangi bir isim adaş olamaz. Allah isminin çoğulu da olamaz.
Yüce Rabbimiz Allah’ın varlığı, sahip oldukları, ilmi, yaptıkları ve yapacakları sınırsızdır. O’nu ve ilmini anlatıp bitirmek mümkün değildir. Lokman Sûresinin 27. ayetinde “ Ve eğer şüphesiz yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak onun mürekkebi olsa, Allah’ın sözleri tükenmezdi. ” Denilerek ifade edildiği gibi biz de burada ancak Rabbimizin Kur’an ile izin verdiği sınırlar, başımızı kaldırıp çevremizdeki yaratılmış olanlara ve devasa gök yüzünü algılayabileceğimiz, Dünya ve Evren ile sınırlı aklımızı, düşüncelerimizi kullanabileceğimiz ölçüsünde O’nu tanımaya ve anlamaya çalışabiliriz.
Kur’an ayetlerinin ve Sûrelerinin, Peygamberimize birinci yıl içerisinde vahiy ediliş sırasına göre, Yüce Allah Kendisini 22. sırada indirilen İhlas Sûresine kadar, Yaratan, Ekrem, ( Çok ikramda bulunan, zenginliklerin, özgürlüklerin ve keremin sahibi ) Malik, ( Her şeye sahip olan ) Rahman, ( Çok bağışlayan rahmet sahibi ) Rahim, ( Çok merhamet eden ) zerreden kürreye olan Alemlerin Rabbi / Bütün Alemlerde yaratılmış olanları çekip çeviren programlayıp yöneten Efendi isimleri ile tanıtmış ve ilk defa İhlas Sûresinde Allah ismini kullanmıştır.
İHLAS 1 - 4 : Bismillahirrahmanirrahim * Kulhuvallahu ehad * Allahussamed * lemyelid velemyuled * velemyekun lehu kufuven ehad
Rahman ve Rahim olan Allah adına " De ki : “ O, bir ve tek olan Allah’tır. Eşi benzeri yoktur. Samed'dir. / Hiç bir şeye muhtaç değildir, bütün yaratılanlar O'na muhtaçtır. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Ve Ehaddır. / O'na hiç bir şey denk olmamıştır. "
İhlas Sûresi, Dini sadece Allah'a has kılanlarca İslam’ın temeli olan Tevhit ve Allah inancını özetler. Bu Sûrenin vermek istediği Tevhit inancının mesajına göre ; Allah'tan başka mutlak varlık yoktur, her şey O'nun tarafından yaratılmıştır ve sonludur. Bakara Sûresinin 156. ayetinde de " Biz Allah'tan geldik, yine Allah'a döneceğiz. " denildiği gibi biz ve canlılar, cansızlar zerreden kürreye bütün alem, Allah'ın yarattığı varlıklarız. Allah'ın katında, ayetlerde de ( min dinillahi ) denildiği gibi, dini sadece Allah'a has kılması gereken, Allah'tan seviyesi düşük olan " Allah'ın Astları " yız. Allah Samed'dir. Varlıklar aleminin sahibidir. Ezeli ve ebedidir. Evveli ve sonu yoktur. Hiç bir şeye muhtaç olmayandır, bilakis yarattığı bütün varlıklar O'na muhtaçtır. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Ve hiç bir şey O'na denk değildir. Allah'ın yarattığı varlıklar, Allah'ın Astları, Mutlak Varlık olan Allah'a hiç bir zaman denk olmaz. Bu nedenle hiç bir kimse, Varlığın külli hali olan Allah'a, yarattıklarını ( Her hangi bir insanı veya herhangi bir varlığı ) denk görmeye, onu Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, halifesi, vekili ( Gavs, Kutup, Şeyh, Evliya, İmam, Sultan, Padişah, ilâh ) yapmaya, yanına koymaya kalkmasın. Bu ise çok çetin bir şirk suçu olur.
Allah, insanla birlikte, yaşamın içerisinde, varlıklar dünyasındadır. Varlığın ve yaşamın içinde olduğu Allah inancı, İslam'ın gerçek Allah inancıdır. Bu inanca göre Allah, varlık ve insan yan yana, iç içe bir ilişki içerisindedir. Zira Rahman Sûresinin 29. ayetinde belirtildiği gibi Allah, " Her an bir iş ve oluş içerisindedir. " Bakara Sûresinin 255. ayetinde belirtildiği gibi de Allah, " Hayy ve Kayyum olandır. " İnsanın vicdanı ve aklı ile yaşamak için ortaya koyduğu bütün olumlu, olumsuz davranışlarında, ilişkilerinde, münasebetlerinde vardır, aynı zamanda toplumsal vicdanda da tecelli eder, halk neredeyse Allah da oradadır. Her an diridir, uyku tutmayan ve her an yönetendir. Kaf Sûresinin 16. ayetinde " Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. " denildiği gibi Allah bizimle çok yakından ve her an bağlantılı haldedir. Allah, varlıklar dünyasında da, Evrenin her köşesinde de vardır. Bütün varlıklar O'nun bir yaratmasından ibarettir. Varlık ve Allah bir bütündür. Arada hiyerarşik bir ilişki yoktur. İç içe ve doğrudan bir münasebet vardır.
Kur’anda Allah inancı ve Allah’ın sıfatları çok geniş olarak pek çok ayette yer almaktadır. Ancak buna rağmen, Peygamberimizden sonraki İslam toplumlarında, geçen zaman içerisinde Allah inancı, Kur’an dışına çıkılarak veya bazı ayetlerin yanlış anlaşılması neticesinde belirli değişimler geçirmiş ve bölünmelerle ortaya çıkan Mezheplerde, Tasavvuf, Tarikat ve Cemaatlerde farklı inanç ve görüşler meydana gelmiştir. Bunun sonucunda Kelime i Tevhidi ( La ilâhe illallah ) demeyi ağzından düşürmeyen bugünün Müslümanları, Ulemanın saptırarak üstelik de Kur'an ayetlerini referans göstererek ortaya koydukları, görülmediği için varlığın dışında, çok uzaklarda, ulaşılamayan, arşın en üst sınırında dedikleri Sidreti Müntehada bir koltuğa oturtulan, yaşamın dışında, Evrenin üstünde, mekânsızlık boyutunda, hiç bir yerde değil, hiç bir biçimde idrak edilemeyen, adeta yokluktaki algılarla sözde varlık olarak tanıttıkları bir Allah inancına sahiptirler. Tabiidir ki bu inancın ardından da madem ki Allah, ulaşılamayacak kadar çok uzaktadır, görünmemektedir, sesi de hiç çıkmamaktadır, tıpkı Mekke müşriklerinde olduğu gibi öyleyse yeryüzünde O'nun gölgesi, halifesi, insanları Allah'a yaklaştıracak aracı ilâhlar olmalıdır inancı, hakim kılınmıştır. Kur'anı anlayarak okumayan cahil halk da buna inandırılmıştır. Peygamberimizin döneminde müşriklerin Allah var dedikleri halde, oluşturdukları taştan, tahtadan aracı putların yerini, bugün ise aynen Mezhep, Tarikat, Cemaat oluşumları içerisinde, etten kemikten yapılmış, Allah'ın yaratmış olduğu ( Şeyhler, Gavs Hazretleri, Kutuplar, Seyitler, Veliler / Evliya, İmam Efendiler, Hoca Efendi hazretleri, Hazret denilen zamanın Alimleri ) canlı putlar almıştır. Neticede İslam'ın temeli olan Tevhit inancı, şuuru, bilinci içi boşaltılarak sadece sözde kalan ve üstelik de şirk inancında bir yapıya dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda da her grup, her ekol veya Tarikat Allah'ı farklı farklı tanımlamaktadır.
* Tasavvufi Şii ve Sünni Sufi ekol : Sembolik ifadelerle Allah’ın anlatılmasını onaylar. ( İhlas Sûresinde " Eşi benzeri yoktur " denilmesine rağmen )
* Selefi ve Vahabi ekol : Allah’a insan gibi el yüz atfeder, gökyüzünde arşta oturduğunu kabul eder. Adeta Allah'ı dünyadan kovmuşlardır.
* Ehli Sünnet ekol : ( Maturidi ve Eşari ) Görme ve duyma gibi sınırlılığı olan insan ile Tanrı benzerliğini kabul eder. ( insan gibi göz kulak sahibi yapar )
* Sufilere göre, Allah dağda, taşta, çiçekte böcekte her şeyde görünendir. Ve aslında her şeydir. ( Vahdet i Vücut ) O’nun dışındaki varlık alemi, varlığı ve yokluğu eşit olan bir hayaldir. Allah insanların şekline ve vücuduna girer ( hulûl eder ) ve kendisiyle konuşur. Ve O’nunla arkadaşlık kurulur.
* Hallac ı Mansur ve Yaşar Nuri Öztürk‘e göre ise, Selefi ve Vahabi deki fikirlere inanmak büyük günahlardan olup neticede kişiyi Tevhit inancının dışına iterek O’nun varlığını inkâra kadar götürür.
* Kelamcılıkta Allah’a mekân ve zaman izafe edilmesi, Tanrının insana benzetilmesi kesinlikle İslam dışı olarak reddedilir. * Kelamcılar, Allah’ın mahiyetinin bilinemeyeceğini, ne olmadığının ise Kur’an ayetleri ile bilinebileceğini ifade ederler. Örneğin, Allah’ın benzeri olmadığı gibi zıddı da yoktur. Ve yine Kur’an ayetlerine göre iyilikler / hidayet Allah’tan olduğu gibi kötülükleri / dalaleti yaratan da Allah’tır. Ancak Allah’ın kendisine bahşettiği irade özgürlüğü ile seçimi yapan kulun kendisidir.
ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ VE SIFATLARI : Yüce kitabımız Kur’anımızda, Rabbimiz Allah, pek çok ayette Kendisini bize güzel isimleriyle ( Esma i Hüsnasıyla ) ve sıfatlarıyla tanıtmaktadır.
BAKARA 255 : Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır. El Hayyu / Her zaman diridir. El Kayyum / Her şeyi ayakta tutan, koruyan, diri ve bütün Kâinatın idaresini bizzat yönetendir. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler, ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O’nun içindir. Kendisinin izni ve bilgisi olmadan, yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş ? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O’nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O’na zor gelmez. Ve O, el Aliyyu / çok yücedir, yücelticidir, el Azim / sonsuz büyüktür.
Kur’anda Haşr Sûresinin son üç ayetinde de Allah ‘ın güzel isimlerinden bazıları arka arkaya yer alır. Bu ayetler genellikle sabah, akşam namazlarının ardından Arapçasının anlamı, karşılıkları bilinmese de Allah’ı güzel isimleri ile anmak için okunmaktadır. Papağan gibi makamlı isim tekrarının ardından çoğunlukla da anlamları merak edilmez.
HAŞR 22 : O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. Alim olan gaybı / Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, Rahman / yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Rahim olandır. / Engin merhamet sahibidir.
HAŞR 23 : O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. O, Melik / bütün Kâinatın hükümdarı, Kuddüs / tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, Mümin / her türlü kusurdan uzak, sapasağlam, Müheymin / güven veren, gözetici, koruyucu, doğrulayıcı, ve güvenilir, Aziz / en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, mutlak galip olan, Cabbar / dilediğini yaptıran ulaşılmaz azametli, Mütekebbir / ihtiyaçları gideren, işleri düzelten, derman veren, Sübhan / her türlü noksanlıklardan arınık, büyüklük ve ululukta tek olan, büyüklüğünü her şeyde gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır.
HAŞR 24 : O, Halik / oluşturan, Bariu / kusursuz yaratan, Musavvir / her şeye şekil ve suret veren Allah’tır. En güzel isimler onun içindir. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar hep O’nu tesbih ederler. / Her türlü noksanlıklardan uzak tutarlar. O, Aziz'dir. / her şeye gücü yeten ve her kemale sahip, Hakim'dir. / her işte hikmet ve hüküm sahibi olandır.
Ayetlerde " Alimulgaybi veşşehadeti " orijinal ifadesinin meal karşılığında " Gaybı / Görülmeyeni ve görüleni bilen " ifadesiyle gürünenlerin şahitliği, kanıt olması ile görünmeyenin bilinebileceği ifadesinin ardından da Allah Kendisini arka arkaya sıralanan 15 isim ve bu isimlerin özellikleri ve sıfatlarıyla tanıtmaktadır. Böylece aslında Kur'anın dışında Mezhep, Tarikat ve Cemaat bölünmeleriyle uydurulan hadis ve rivayet dayatmalarıyla yanlış yaşatılan ve yaşanılan dinlere bakılarak Allah yoktur diyen Ateistlere, Allah'ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez diyen bilinmezci Agnostiklere, Allah'ı göremiyoruz diyen Müslümanlara adeta alın size görülmeyeni, görülenlerden ve ortadaki eserlerin şahitliği ile görün ve tanıyın diye bir yöntem öğretilmektedir.
Biz de önce kendi bedenimizdeki harika yapıya, yaşamımız için komplike bir fabrikanın sistemler düzeninde işleyişine, sonra çevremizdeki çiçeğe, böceğe, yediklerimize, içtiklerimize, onların çeşitliliğine ve zenginliğine, sonra da başımızı kaldırarak uçsuz bucaksız devasa gök yüzüne ve sistemlerine, bu sistemlerdeki düzene, matematiğe, harika mühendislik tasarımlarına bir bakalım. Var olduğunu gördüğümüz bütün bu varlıkların, oluşturulmuşların, ortada, görünürde olanların ve hayatın bir sahibi yok mudur ? Resssamı olmayan bir tablo, sahibi olmayan bir sanat eseri düşünülebilir mi ? İşte bütün ortada olan her şey, yaşadıklarımız, gördüklerimiz, sürüp giden hayat, aklını kullanan, gören göz ve işiten kulak için Allah'ın varlığına kanıt olmakta şahitlik etmektedir. Fakat farkında olunması gereken bu düşüncelerin, bilincin yerine maalesef toplumumuzda Kur’an ile Allah’a izafe edilmiş, fiil ve sıfatlardan türetilmiş veya doğrudan Allah’ı ifade etmek amacıyla kullanılmış bu isimler ve ayetler saptırılmakta, gerektiği gibi anlaşılamamakta, bir çok hadis devreye sokularak Mezhep, Tarikat ve Cemaatler eliyle İslam mistitizminde meşhur olan 99 ismi ( Esmaül Hüsna ) en güzel isimler denilerek, makamlandırılarak okunmakta, bir araya getirilerek çeşitli ritüel ve dualarda kullanılmaktadır. Ama papağan gibi o isimlerin anlamlarını bilmeden tekrar etmek olan ritüellerin, 99 ismi kapsayan levhaların sadece duvara asılmasının hiç bir kimseye bir yararının olamayacağı düşüncelerden uzak kalmaktadır. Aslında bu 99 ismin dışında da Allah'ın birçok isim ve sıfatı bulunmakta, Rabb, Hüda, Mevlâ, Yezdan, Çalab gibi isimler de Allah için kullanılmaktadır. İhlas Sûresindeki Ehad ve Samed sözcükleriyle diğer Sûrelerde yer alan Aziz, Rahman gibi isimler ise bizim peygamberimizden ve Kur'andan önceki gelen peygamberlerin getirdiği inançlarla Orta Doğuda Sami dillerinde de kullanılmaktaydı.
Kur’anın bize bildirdiğine göre Allah’ın on dört sıfatı vardır. Bunlardan altısı sadece Allah’ın Kendisine ait olan “ Zatı sıfatları “ sekizi de hem Kendisinde olan ve hem de kullarına çok azından, hatta koklatırcasına, Kur'an ayetlerinde ifade edildiği gibi ruhundan üfürürcesine verdiği “ subuti sıfatları “ dır.
* Vücut,  * Kıdem,  * Beka,  * Vahdaniyet,  * Muhalefetun  lil  Havadis,  * Kıyam  bi  Nefsihi  Allah’ın  zatı  sıfatlarıdır.
* Vücut  :  Allah’ın  varlığının  şart  oluşudur.  Mutlak  varlıktır. (  Vacibul  vücut  )  oluşudur.
* Kıdem :  Allah’ın  ezeli  oluşu,  başlangıcının  ve  evvelinin  olmayışıdır.
* Beka    :  Yüce  Allah’ın  sonunun  olmaması,  Baki  ve  Ebedi  oluşudur.
* Vahdaniyet  :  Allah’ın  bir  ve  tek  olmasıdır.
* Muhalefetün  lil  Havadis : Yarattığı  varlıklara  benzememesidir.
* Kıyam  Binefsihi  :  Yüce  Allah’ın  hiçbir  şeye  ihtiyacının  olmayışıdır
Allah’ın subuti sıfatları ( Hayat, İlim, İrade, Kudret, Tekvin, Kelam, Semi ve Basar ) dır.
Allah bu sıfatları ile * Ezeli ve ebedi bir hayatın sahibidir, * Sonsuz bir ilmi vardır. * Dilediğini yapma iradesine sahiptir. * Her şeye gücü yeten kudret sahibidir. * Yaratmanın sahibidir. * Harfe ve sese muhtaç olmadan konuşabilen kelam sahibidir. * Her şeyi en iyi işiten ve * En iyi görendir. Yüce Rabbimiz Allah'ı, her ne kadar Kur'anın bize bildirdiği on dört sıfatı ve doksan dokuz ismi ile örtüşen sıfatlarıyla tanıtmaya ve anlatmaya çalışıyor isek de, bunların ötesinde ve üstünde daha fazlası sıfatlarının olduğu da hiç şüphesizdir. Bu nedenle Evrende, Kâinatta, aklımızın akledebildiği, düşüncelerimizin düşünebildiği, görebildiğimiz, bilebildiğimiz, hayatımızın içinde veya dışında ifade edebileceğimiz ne kadar sıfat var ise, hepsi Allah'a ait ve Allah'ta olan sıfatlardır, her işte, her oluşta, her kavramda, her gördüğümüzde Allah, sınırsızlıktır ve sonsuzluktur.
* Kur’anımızda Rabbimiz Allah’ın, güzel isimleri ve sıfatları ile tanıtıldığı pek çok ayeti görmekteyiz. Bu ayetlerden bazılarında Allah’ın yaratıcılığı, kuvveti, her şeyi kuşatıcılığı, gözeticiliği, koruyuculuğu, varisliği, ölçülü oluşu, evirip çevirici olduğu ayrıntıları ile anlatılır.
SAFFAT 1 - 5 : Saflar halinde dizilen Kur’an ayetleri kanıttır ki, sizin ilâhınız kesinlikle Bir Tek’tir. O göklerin yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir.
Ayette Tevhit ilkesine dikkat çekilerek, Kur’an ayetleri kanıt gösterilmiştir. Rabbimiz Kendisini göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin ve doğuların Rabbi olarak bize tanıtmıştır. Doğuların Rabbi ifadesi ile “ doğu “ kavramının izafiliğine dikkat çekilmiştir. Aslında Allah'ın en büyük mucizelerini ( ayetlerini ) ortaya koyan gerek güneşin, gerekse dünyanın dönüşlerine ve güneşin doğuşu ile aydınlığına dikkat çekilmek istenmektedir. RABB : Yaratmış olduğu ( canlı ve cansız, madde ve enerji ) bütün varlıkları belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, terbiye edip eğiten, gelişmeyi programlayıp yöneten demektir. Efendidir, patrondur.
ENAM 102 : İşte Rabbin Allah ! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin oluşturucusudur. Öyleyse O’na kulluk edin. O, her şey üzerine belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır.
İSRA 54 : Sizin Rabbiniz sizi daha iyi bilendir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size merhamet eder. Ve yahut dilerse size azap eder / Vekil’dir.
* Yüce Rabbimiz Allah, bazı Kur'an ayetleriyle üstelik de Arap kültürünün en güzel deyimleriyle, edebi sanatın en güzel örnekleriyle Yunus Sûresinin 3. ayetinde " Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde / evrede oluşturan, sonra arş'a istiva eden / en büyük taht üzerine egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah’tır. " ifadeleriyle, yine Furkan Sûresinin 59. ayetinde " O daima diri olan, gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır. Rahmandır / Yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Haydi sen bunu çok iyi bilene sor. " ifadeleriyle Kendisini çok net ve ayrıntılarıyla tanıtmaktadır. Ayetlerde yer alan 6 evrede yaratılma ifadesinin aynen gerçek olduğu, artık bilim adamlarınca da ispat edilmiş, üstün zekâ ve aklın ancak buna muktedir olabileceği kabul edilmiştir. Necm Sûresimin 5. ayetinde de Rabbimiz Kendisini zümira üstün akıl sahibi olarak tanıtmaktadır. Ayetlerde müteşabih olarak belirtilen “ Arş’a istiva etmek “ ifadesi, lafız olarak arşın üzerine kurulmaktır. Fakat mecazen ise, en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak, sınırsız, uçsuz bucaksız görünen Kâinata ve Evrene hakim olmak, bütün yarattıklarını çekip çevirmek ve yönetmek anlamına gelir.
Allah mekândan münezzehtir. Bundan dolayı bir şekle büründürülerek, Mitolojik Yunan tanrıları gibi gerçek manada gök yüzünde bir yere ve tahta sığdırılıp oturtturulamaz. Ayetlerde en büyük taht ifadesi ise düz mantıkla düşünülen gerçek bir kral tahtı değil, en büyük gücün sembolüdür ve Allah'ın en büyük olan gücüdür. Allah, yarattığı bütün Evrenin, Kâinatın, Dünyanın her zerresindedir, egemendir, yaşamın ve bütün oluşumların içerisindedir. Kur’anda pek çok ayette Allah’ın sıfatları Arap kültüründe yer alan “ İstiva etti “ ifadesine benzeyen müteşabih ifadelerle tanıtılmıştır. Ama zaten Kur'anın ilk muhatabı Arap toplumudur, o günkü Araplar arasında da “ Gökte olan, tahtta oturan, tahtını sekiz meleğin çektiği kral “ gibi ifadeler, Yaratanın, hep Allah’ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ifadeler Arap kültüründe birer deyimdir. Allah’ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, eli olması, yüksek açık ufukta olması, Adem ve İblis ile bire bir konuşması, görmesi, işitmesi gibi ifadelerin doğrudan doğruya lafzı ile anlaşılması, Allah'ın sıfatlarına ve Kur’anın ruhuna aykırı bir yaklaşımdır. Ayetlerin asıl mesajının yanlış anlaşılmasına neden olur. Bundan dolayı yukarıdaki ayetlerde de asıl anlatılmak istenen, “ Allah’ın bizatihi Kendisinin egemenlik kurduğu, her şeyi kontrol altına aldığı “ dır. Durum böyle iken eğer birileri doğrudan doğruya bu ayetlerin lafzına göre düz mantıkla yorum yapıp, Allah’ı eli, kolu, gözü, kulağı olan bir insana benzeterek dünya kralı gibi bir tahta oturtuyorsa, elbette ki arkasından O’nun için hizmetçiler, kayıt tutacaklar, getirip götürecekler, işlerini O'nun yerine yürütecek üst düzey yöneticiler ve yeryüzünde de Allah'ın gölgesi, vekili olması gerekenler, yardımcılar, aracılar icat edilecektir.
KASAS 70 : Ve O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. İlkinde ve sonucunda tüm övgüler onundur. Hüküm yalnızca O’nundur. Ve ancak O’na döndürüleceksiniz.
YUNUS 56 : Allah hayat verir ve öldürür. Ve siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.
ALİ İMRAN 18 : Allah, Melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah’tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, Aziz ve Hakim olandır. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur.
* Kalpler Allah’ın kontrolündedir. Her şeyi çekip çevirendir.
BAKARA 7 : Allah onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur. Onların gözleri üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlar içindir.
ŞURA 24 : Ya da onlar “ Allah’a karşı yalan uydurdu “ mu diyorlar. İşte eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. Batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O’ göğüslerde bulunan şeyleri çok iyi bilendir.
CASİYE 23 : Peki sen kendi boş iğreti arzusunu ilâh edinen ve Allah’ın bir bilgi üzere kendisini saptırdığı kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üzerine bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim doğru yol kılavuzluğu yapacaktır ?....
* Allah’tan başka kuvvet yoktur, dilediğini yapandır. Her şeye gücü yetendir.
FATIR 44 : Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş ? Halbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı aciz bırakan hiç bir şey yoktur. Kesinlikle O Alim ve Kadir'dir / En iyi bilendir, en güçlü olandır.
YUNUS 65 : Ve onların sözü seni üzmesin. Kesinlikle hakimiyet, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. O Semi ul Alim'dir / En iyi işiten, en iyi bilendir.
MÜCADELE 21 : Allah : ” Elbette, Ben ve elçilerim, galip geleceğiz. “ diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir. Kaviyyun Aziz'dir / En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, mutlak galip olandır.
ŞURA 29 : Ve göklerin, yeryüzünün oluşturulması, göklerde ve yerde her canlıdan türetip yayması, O’ nun ayetlerindendir. Ve O, dilediği zaman onların hepsini toplamaya gücü yetendir.
NAHL 77 : Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni sadece Allah’a aittir. Kıyametin koparılması da yalnızca göz açıp kapama gibidir. Veya o daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.
BAKARA 284 : Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah’ındır. Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediği kimseyi bağışlar, dilediği kimseyi de azaplandırır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
* Allah, her şeyi sarıp kuşatandır. Tüm varlıklar O’na secde etmiştir. Otoritesini, gücünü kabul edip boyun eğmiştir.
FUSSİLET 54 : Gözünüzü açın ! Şüphesiz onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Gözünüzü açın ! Şüphesiz Allah her şeyi kuşatandır.
TALAK 12 : Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını oluşturandır. Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz diye buyruk, gökler ve yer arasında iner durur.
SAD 18 : Gerçekten Biz dağlara secde ettirdik. / Boyun eğdirdik, yapısal olarak insanların yararına kullanılacak biçimde yarattık. Her zaman kendisiyle birlikte Allah’ı tesbih ederler. / Noksanlıklardan arındırırlar, Allah'ın varlığının kanıtıdırlar.
CASİYE 12 : Allah, işi olarak içinde gemilerin seyretmesi, sizin de O’nun armağanlarından rızık aramanız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi emrinize veren Zat’tır.
ALİ İMRAN 83 : Peki onlar, göklerde ve yerde olan herkes, ister istemez O’nun için İslamlaşmış iken / O’na boyun eğmiş iken ve kendileri de sadece O’na döndürüleceklerken Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar ?
* Allah, hidayet yolunu hayrı da, dalalet yolunu şerri de yaratandır, Dünya hayatını imtihan için yaratmıştır.
YUNUS 107 : Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan başka giderecek biri yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O’nun verdiklerini geri çevirecek biri yoktur.
ENBİYA 35 : Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritilip saflaştırılmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile sınarız. Ve siz yalnız bize döndürüleceksiniz.
MÜLK  1 - 2  :  Hükümranlık  elinde  bulunan  Allah,  ne  cömerttir. /  Ne  bol  bol  nimet  verendir.  Ve  O,  her  şeye  güç  yetirendir.  O,  hanginizin  amelce  daha  iyi /  güzel  olduğunu  sınamak  için  ölümü  ve  hayatı  oluşturdu.  O  azizdir.  /  En  üstün,  en  güçlü,  en  şerefli,  mağlup  edilmesi  mümkün olmayan  mutlak  galip  olandır.  Gafurdur. /  Kullarının  günahlarını  çok  örten,  onları  cezalandırmayan  ve  bağışı  bol  olandır.
KEHF 7 : Şüphesiz Biz, yeryüzündeki ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.
MUHAMMED 31 : Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri işaretleyip göstermemiz için sizi denemeye tabi tutacağız.
İNSAN 2 : Şüphesiz Biz insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu imtihan edeceğiz / Ona yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi bir işitici, ve çok iyi görücü yaptık.
* Allah, her şeye şahit olandır, her şeyi işiten ve görendir, her şeyi gözeten ve koruyandır.
İSRA 96 : De ki : “ Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarını her şeyin iç yüzünü gizli taraflarını iyi bilendir. En iyi görendir.”
RAD 43 : Ve küfretmiş kişiler, “ Sen elçi değilsin “ diyorlar. De ki : “ Benimle sizin aranızda en iyi şahit olarak Allah ve yanında Kitab’ın bilgisi bulunan kişi yeter. ”
NİSA 58 : Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir.
TEGABUN 4 : O, göklerdeki ve yeryüzündeki şeyleri bilir. Gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah göğüslerin özünü de en iyi bilendir.
* Allah, her şeyi yoktan ve bir ölçü ile yaratandır. Mülkün tek sahibidir.
RAD 8 : Allah, ” Her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi arttırır “ bilir. Ve her şey onun katında bir ölçü iledir.
RAHMAN 7 : Ve Sema’yı da oluşturdu. Onu yükseltti ve ölçüde / dengede / terazide taşkınlık etmeyesiniz diye ölçüyü koydu.
BAKARA 117 : Göklerin ve yerin yoktan var edicisidir. Ve O, bir işin olmasına karar verdiği zaman, artık ona yalnızca “ ol “ der. O, da hemen oluverir.
HİCR 21 : Ve her şeyin hazineleri yalnız Bizim yanımızdadır. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.
* Allah, gaybi bilendir, bütün eksikliklerden uzaktır, her şeyin varisidir.
NEML 65 : De ki : “ Gaybı / Göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği, Allah’tan başka kimse bilemez. “ Ve onlar ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar.
EN AM 59 : Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da O, bilir. O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez.
KASAS 58 : Ve Biz, geçimleri ile şımarmış nice kenti yıkıma uğratmışızdır. İşte onların yerleri ! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri . Ve Biz varislerin ta kendisiyiz.
MERYEM 40 : Şüphesiz Biz, yeryüzüne ve onun üzerindeki kimselere varis olacağız. / Onlar gidecek, Biz kalacağız. Ve onlar yalnızca Bize, döndürüleceklerdir.
Bütün Kâinatın, Evrenin ve içinde yaşadığımız dünyamızın yaratıcısı ve sahibi olan, Bizi de yaratan, sayamayacağımız kadar çok nimetle donatan Rabbimizi elbette ki, O’na inanmış müminler olarak çok büyük bir saygıyla, hayranlıkla sever ve merak ederiz. O’nun yarattığı her şey bizim için bir mucizedir. Sanat eserlerinin en güzelidir. İlmi sonsuz mükemmeldir. O’nun yarattıklarının sonsuz zenginliklerini, azametini, mükemmeliyetini, kusursuzluğunu anlatmakla bitiremeyiz. Ancak O’na olan merakımızın O’na ulaşma isteğimizin, O’nun koyduğu sınırlar ölçüsünde olması gerekir. Çünkü sınırlarımızı, haddimizi bilmek zorundayız. Allah, haddi aşmamamızı çeşitli Kur’an ayetleri ile bize bildirmekte ve bizi uyarmaktadır. ( Araf 55 ) ( Nahl 90) Yüce Rabbimizin Kur’an ayetleri ile yaptığı pek çok uyarıya rağmen, asırlardır, tartışılan ve en çok merak edilen konulardan biri, Allah’ın insanlar tarafından görülüp görülmeyeceğidir. Kitabımız Kur’ana göre Enam Sûresinin 103. ayetinde " Gözler O’na erişemez, O, ise gözlere erişir. O, çok lütuf sahibidir. Her şeyden haberlidir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Dünyada ve Ahirette Allah’ın zatını görmek mümkün değildir. Ayette de görüldüğü gibi gözlerimizle Allah’ı göremeyiz. Bu ayet muhkem bir ayettir. Hem bu Dünyayı hem de Ahiret hayatını kapsamaktadır. Allah’ın Ahiret hayatında görülebileceğini iddia edenler ise Kıyamet Sûresinin 23. ayetindeki " Hayır siz dünya hayatını seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz. Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabbine bakar. " diye belirtilen ifadeleri muhkemleştirerek konuyu saptırmaktadırlar. Halbuki ayette geçen bakmak ifadesi, müteşabih ve mecazi bir ifade olup, aslında Rabbimizin rahmetini beklemek anlamındadır. Doğrudan doğruya onu gözle görmek anlamında değildir. Benzer şekilde Ali İmran Sûresinin 77. ayetinde de " Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir ücret karşılığında satanlar var ya, işte onların ahirette de bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır. " ifadeleriyle Allah, rahmet etmeyeceği kimseler için müteşabih ve mecazi olarak onlara bakmayacağı ifadesini kullanmıştır.
Bu ayetlerle Allah’ı görememenin muhkem, bakmanın ise müteşabih olduğu kolayca anlaşılır. Elbette ki dünya hayatında herkesin mükemmel bir sanat eserinin sahibini merak edip görmek istediği gibi, bizler de sanat eserlerinin en mükemmelini yaratan, hediyelerin en güzelini bize veren, nimetleri sınırsız olan Rabbimizi merak eder ve görmek isteriz. Peygamberler de zaman zaman O’nu görmek, mutmain olmak istemişlerdir. Fakat, Araf Sûresinin 143. ayetinde " Ne zaman ki, Musa belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi ona söz söyledi. Musa , “ Ey Rabbim göster bana Kendini de nazar edeyim Sana ! “ dedi. Rabbi, ona dedi ki : “ Beni sen asla göremezsin velâkin şu dağa nazar et, eğer nazariyyen / teorin / geniş ve derin bilgin, incelemen dağın mekânına tam oturursa / Dağın önünü, arkasını, altını, üstünü, sağını, solunu, içini, dışını tam ifade ederse işte o zaman sen Beni göreceksin. “ Daha sonra ne zaman ki Rabbi Musa'nın dağ gibi sorunları için Musa'yı aydınlattı, sorunlarını yıkıp attı, Musa da heyecanla dehşete düşüp yere kapandı. Rabbine teslimiyet gösterdi., ayılıp kendine gelince heyecanı da geçince " Seni tenzih ederim, Sana döndüm, tevbe ettim, inananların ilkiyim " dedi. " ifadeleriyle anlatıldığı gibi Musa Peygamberin Allah'ı gözüyle görebilmesi mümkün olamamıştır.
Ayetin orijinalinde yer alan nazar sözcüğü, bakmak, görmek anlamında değil, nazariye / iyiden iyiye inceleme, geniş ve derin bilgiye sahip olma demektir. Bakara Sûresinin 55. ayetinde de " Hani bir zamanlarda siz, “ Ey Musa ! Biz, Allah’ ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız. ” Demiştiniz de bunun üzerine bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, İsrailoğullarından bir kesim de Allah’ ı gözleriyle görmek istemişlerdir. Ama sonları da helâk edilmek olmuştur. Enam Sûresinin 103. ayetinde de " Gözler O'na erişemez, O ise gözlere erişir. O çok armağan sahibidir, her şeyden haberlidir. " denilmektedir. Allah gayb değildir, yaratılmışlardan çok farklı bambaşka bir formdadır. Gaybten çıkarılması gerekir. O'nun zatının dünya aklıyla ve duyularla görülmesi mümkün değildir. Hadid Sûresinin 3. ayetinde “ O, El Evvel / İlktir. El Ahir / Sondur. Vezzahiru / açıktadır, Velbatinu / içtedir ve O Alimdir. / Her şeyi en iyi bilendir. “ denilerek ifade edildiği gibi Allah, ilk olduğunu, hiçbir şey yok iken Kendisinin var olduğunu, sondur ifadesiyle O'ndan sonra kalacak hiç bir şeyin olmayacağını, her şeyin fani ve sonlu olduğunu, açıkta ve tecelli eden sıfatlarıyla meydanda, göz önünde olduğunu, Evrende algılanan her şeyin O'nu gösterdiğini, O'nun imzasını taşıdığını, O'nun zatının duyularla görülmesinin imkânsız olduğunu anlatmaktadır. O her şeyin ve bütün ilimlerin sahibi ve yaratıcısıdır. Evvelin, sonun, her şeyin sahibi ve yaratıcısının olduğu Allah'ın güzel isimleriyle anlatılmaktadır.
Şura Sûresinin 51. ayetinde de, " Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah’ın kendisine söz söylemesi olmaz. " Necm Sûresinin 16. ayetinde de “ Sidre’yi kaplayan kapladı “ ifadeleriyle Allah’ın bir beşerle doğrudan görünerek karşılıklı değil de kozmik bir perde gerisinden konuştuğu ifadeleri yer almaktadır. Neticede gözle görülmesi söz konusu olmadan Allah, bize Kuran ile izin verildiği ölçüde bir bilgiyle ve kalp gözüyle ancak görülebilecektir. Ve o ölçüde tanınabilecektir. Bunun dışında Allah’tan gelen bir bilgi olmadan, hiç kimse Allah’ın zatı ile ilgili bir söz söylememelidir. Bu konuda bizi uyaran Kur’an ayetlerini gözardı ederek, Allah’ın gözle görüleceğini iddia etmek ve buna inanmak, bir Müslüman için çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Necm Sûresinin 18. ayetindeki “ Hiç kuşkusuz o, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü görmüştü.” İfadesine dayandırılarak da Peygamberimizin bizzat Allah’ı gördüğü rivayetleri uydurulmuştur. Bu rivayetler, Kuran ayetlerine tamamen aykırıdır. Peygamberimizin üstüne atılan iftiralardır. Bu ayette, görülen aslında Allah’ın bizzat yüzü değil, ayetleri, alametleri ve sedir ağacının etrafında Allah’ın oluşturduğu kozmik bir duvardır veya bir perdedir. Bazı müfessirler de bu ayet ile ilgili olarak Allah’ı değil de, aslında olmayan ve uydurulmuş Cebrail meleğini gördü demektedirler.
Sonuç olarak Kur’an öğretisine göre hiç bir kulun, bu Dünyada ve Ahirette Allah’ı bizzat gözü ile görmesi mümkün değildir. Ama O, bizden çok uzakta uzayın en derinliklerinde arş'ın sınırında kurulmuş bir taht üzerinde de değildir. O mutlak varlıktır, bütün varlığın içindedir, yan yana iç içedir, Evrenin, Kâinatın, Dünyanın her zerresindedir. Allah ve alem arasında herhangi bir hiyerarşi, aracı yoktur. Yeryüzünde gölgesi olan, hükmüne ortak olacak olan, halifeleri, sultanları, padişahları velileri evliyaları, seyyit ve şıhları da yoktur. O, toplumların, halkın akıl ve vicdanındadır, kalplerindedir ve insana şah damarından daha da yakındır. Eğer biz hiç olmazsa kalp gözü ile Rabbimizi görmek istiyorsak, bizim için, yeri durak, göğü bina eden, bize şekil verip de şeklimizi güzel yapan, temiz şeylerle rızıklandıran, sınırsız nimet bahşeden, bizi bu dünya hayatımızda her şeyimizle gözeten ve imtihan eden, Cennet ve Cehennemi yaratacak olan, istesek de istemesek de sonunda bizi öldürüp tekrar diriltecek olan ve huzurunda toplayarak verdiği nimetlerden bizi hesaba çekecek olan, yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan sorumlu olduğumuz Alemlerin Rabbi, çok yüce olan Allah’ımızı, yeterince tanıyabilme çabası içerisinde olmalıyız. Yüce Rabbimiz, Allah’ımıza , sevgili, dost, layık ve Allah katında zafere ulaşmış bir kul olabilmek için de Yüce kitabımız Kur’an’ımızı kendi dilimizden anlayarak okumalı, sorgulamalı, tefekkür etmeli, her gün mutlaka Kur’anımızla bir süre beraber olmalıyız. Zira Kur’an Allah’ın zikridir. Zikir de Allah’ı anmaktır, O’nunla beraber olmaktır. Yoksa bilmem kaç defa anlamını bilmeden, düşünmeden bilinçsizce papağan gibi herhangi bir kelimeyi veya Allah’ın isimlerini tekrar etmek zikir değildir, kişilerin kandırılmasıdır.
Yüce Rabbimiz Allah’ımızın, tüm dünya insanlarına hitaben, Peygamberimizin aracılığı ile gönderdiği son kitabı Kur’anımıza uymuş ve O’nu hayatının rehberi yapmış müminler olarak, Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi eş ve denk tutmayalım. Allah’ı bırakıp ta Allah’ın astlarından ortak Rabbler, efendiler edinmeyelim. Her zaman, her yerde Allah şahidimizdir ki biz gerçekten Müslümanlarız, İslamlaştıranlardanız diyebilelim. Çünkü bizim din adına ihtiyacımız olan her şey, Yüce Kitabımız Kuranımızda mevcuttur. Kur’andan din öğrenilmez diyenler, tevbe etmelidirler. O nedenle zaten Rabbimiz, Enam Sûresinin 38. ayetinde de “ Biz , Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda her şey Rabblerinin huzurunda toplanacaktır. ” Diyerek uyarısını yapmaktadır.
Her  zaman  aklımızda  tutmalıyız  ki,  güç,  kuvvet,  şan,  şeref,  Kâinattaki  her  türlü  tasarruf  Allah’ındır.  Biz  Kur'an  ayetlerinin  rehberliğinde  yaşayarak,  güzel  isimleri  ve  Esmai  Hüsnasıyla  bilerek  öğrendiğimiz,  tanıyabildiğimiz  Allah'ın  sıfatlarına  vakıf  olabildiğimiz  ölçüsünde  ancak  O'na  yakınlaşabileceğimizin  farkında  olmalıyız.  Dolayısıyla  güçlü,  şerefli  kurtuluşa  eren  olmak  isteyen,  mutlaka  Allah’tan  yana  olmalıdır.  Allah’tan  yana  olmanın  yolu  da  Kur’anı  anlayarak,  mealinden,  Türkçesinden,  Tebyininden  okumaktan,  “ Kelime i  Tayyibe’den “  /  Hoş  güzel  sözden   Allah’ı  birleyerek  Tevhit'den  ( La  ilâhe  illallah )  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur  demenin  bilincinde  olmaktan,  kalplere,  akla  ve  vicdanlara  yerleşmiş  Allah  bilinciyle  yaşanan  güzel  amelden  geçer.  İşte  bu  gerçekten  Allah’a  yönelmektir,  imanın  amelle  bütünleşmesidir,  hizbullahtır,  Allah'ın  yolunda  olmaktır. Bu  nedenle  Mücadele  Sûresinin  22. ayetinde  de  " ... Onlar  Allah'ın  kalplerine  imanı  yazdığı  ve  kendilerini  Kendisinden  olan  vahiy  ile  desteklediği  kimselerdir.  Ve  Allah  onları,  sürekli  kalanlar  olarak  altlarından  ırmaklar  akan  cennetlere  koyacaktır.  Allah  onlardan  hoşnut  olmuştur,  onlar  da  O'ndan  hoşnut  olmuşlardır.  İşte  bunlar  Allah'ın  taraftarlarıdır. /  Hizbullahtır.  Gözünüzü  açın !  Allah'ın  taraftarları,  başarıya  ulaşanların  ta  kendileridir. "  denilerek  Allah  bilinciyle  iman  ederek  Allah'tan  yana  olanların  sonu  Cennet  ödülü  ile  taçlandırılmaktır.  Biz  Allah'tan  geldik,  bizi  O  yarattı,  zaten  sonunda  Allah'a  döneceğiz.  Allah’ın  selamı  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !..
ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER  !
Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )