Toplumumuzda yüzyıllardır hadis ve rivayetlerin etkisi ile pek çok konuda olduğu gibi, Kur'anın dışında yanlış olarak yerleşmiş, hiç bir şey anlaşılmadığı halde Arap harflerinin kutsallaştırılmasına dayanan bir Yasin okuma inancı ve kültürü yaşanmaktadır. " Hasta oldum derdine de oku bana Yasini " diyen türkülere bile konu edilerek pekiştirilmiş, kökleştirilmiş inançla, hasta olan bir insanın iyileşmesi için 123 Yasin okunup üflenen suyun içirilmesi, ölmek üzere olduğu düşünülen ağır bir hastanın baş ucunda okunması, ölenin arkasından 41 Yasin hatim edilip ruhuna hediye edilmesi, mezarlık ziyaretlerinde ölenin baş ucunda okunup onu rahatlatma inancı, Kur'anın öğütlerinin aksine yaşanmakta olan dinin vazgeçilemez ve çok önemli, ama bir o kadar da yanlış bir uygulaması haline gelmiştir. Ölenin ardından üç gün veya yedi gün kadınlar toplanıp Yasin, Tebareke, Amme dedikleri Sûreleri okumakta, Orta Asya Türklerindeki Şamanizm inancından aktarılıp Osmanlı kültürü ile birleştirilmiş olan yine ölenin yedinci günü, kırkıncı günü, elli ikinci günü şirk ifadeleriyle dolu olan mevlitlerle yenilip içilmekte, aslında kimsenin de bir şey anlamadığı Arapça okunan hatimler, ölülerin arkasından ruhuna hediye edilip gönderilmektedir. Bazı hafız kardeşlerimiz de bu yolu güzel bir kazanç kapısı olarak görmekte iseler de, Biz Kur’anın bu konudaki uyarılarını halisane birkaç ayetle hatırlatmaya çalışalım. Peygamberimize daha görevine başlarken yapılan ilk uyarı ; Müddessir Sûresinin 6. ayeti ile; Vela temnun testeksir ! denilerek Mealen ( Yapacağın bu görevden sakın maddi bir karşılık bekleme ) olmuştur. Diğer başka ayetlerde de ;
MÜMİNUN 72 : Yoksa sen onlardan harcen / bir vergi mi istiyorsun ? Oysa Rabbinin vergisi daha hayırlıdır.
FURKAN 57 : De ki : “ Ben buna karşılık sizden herhangi bir ecr / ücret istemiyorum. Sadece ve sadece Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler istiyorum. ”
TEVBE 34 : Ey iman etmiş kişiler ! Şüphesiz ruhbani / hahamlardan / bilginlerden, rahiplerden din adamlarından bir çoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler. Ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın gümüşü yığıp ta onları Allah yolunda harcamazlar. 35 : O gün biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak. İfadeleriyle Din görevlilerinin Din adına yapacakları görevlerinde her hangi bir maddi beklenti içerisinde olmamaları konusunda çok ciddi uyarılar bulunmaktadır.
Bugün içinde yaşadığımız toplumda, insanlar için öğüt olması gereken Yasin Sûresi, maalesef adeta bir ölüler ve hastalar Sûresi, Kur'an da mezarlıklar kitabı yapılmıştır. Nasıl olmasın ki ? Her fırsatta Din Kur'andan öğrenilmez, okusanız da bir şey anlamazsınız, Kur'an mahreci, tecviti ile Arapça okunur, her harfine on sevap kazanırsınız, abdestsiz Kur'ana el sürülemez yasaklamasıyla Kur’anı anladığı dilde okutulmayan ve Kur'andan uzaklaştırılan Müslümanların önüne Peygamberimizin vefatından sonra, ismi de kullanılarak bu konuda Din diye yüzlerce uydurma hadis ve rivayet konmuş, önemli Ulema, Din alimi, Evliya, Şeyh, Mezhep İmamı denilen, toplumda önder ve makbul görülen hazret unvanlarıyla aracı yapılan şahsiyetler öne çıkmışlardır. Bütün Mezhep, Tarikat, Cemaat bölünmelerinin, gruplaşmasının Kur'anda onaylanmamasına rağmen, bütün önderlerin değişik argümanlarla yaptıkları yanlış Yasin okuma yönlendirmelerinde olduğu gibi yakın zamanımızın ünlü Tarikat kurucularından biri olan Saidi Nursi de “ Fatır ı Hakim, / Yaratmanın ve Hükmün sahibi nasıl ki unsuru havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına / hava içerisindekilerin sağlam bir şekilde yayılma ve tekessürlerine / çoğalmalarına bir mezra / alan, yer ve bir vasıta yapmış. Ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezanı Muhammed’i umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi öyle de okunan bir Fatiha dahi, mesela umum ehli iman emvatına / bütün imanlı ölülere aynı anda yetiştirmek için hadsiz / sınırsız kudret nihayetsiz hikmetiyle manevi alemde, manevi havada çok manevi elektrikleri, manevi radyoları sermiş, serpmiş, fıtri telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasıl ki bir lamba yansa mukabilinde binlerce aynaya, her birine bir lamba girer. Aynen öyle de, bir Yasin i Şerif okunsa milyonlar ruhlara hediye edilse, her birine tam bir Yasin i Şerif düşer. “ diyerek mütedeyyin, fakat Kur’an ayetlerinin bilgisinden yoksun olan insanları uhrevi bir hava yaratarak, kandırarak Kur'an ayetlerinin uyarılarının aksine yanlış bir Yasin okuma uygulamasına yönlendirebilmektedir.
İnsanlarımız çok sevdikleri Peygamberlerinin ağzından veya Allah da aracı yapılarak anlatılan buna benzer hikâyelere ve yönlendirmelere ister istemez inanmış, bu inanç, Kur’anın dışında yaşanan bir Din geleneği olup çıkmıştır. Asıl şaşılacak nokta, nasıl oluyor da Kur’anda Rabbimizin bu konudaki bir çok uyarısının, kendilerine çok güven duyulan Ulema, Alim denilen önderleri, üst düzeydeki Din görevlileri tarafından da görmemezlikten gelindiği veya özellikle saklandığıdır. Ülkemizde yüz yıllardır akıl üretemeyen Din Adamı kisveli, Kur'an tabiri ile " Ulemaüs sû " kötülük Uleması denilen kişilerin yanlış dayatmaları ve aslında Kur'ana aykırı olan uygulamalar, maalesef bugün de hala Dinin gereği olarak yaşanmaktadır. Sürdürülen bu uygulamalar dinimizin asıl kaynağı Kur’an ile onaylanmakta mıdır ? diye çoğunlukla da sorgulanmamaktadır. İnsanların içine düşebileceği bu hatalar için Yüce Rabbimiz, halbuki Kur’anın pek çok ayeti ile inananları uyardığı gibi, özellikle Furkan Sûresinin 30. ayetinde de temsilen hesap günü sahnelerini anlatırken, tanıklığı anında Peygamberimizin “ Benim toplumum bu Kur’anı terk edilmiş bir şey haline getirdi “ diyerek şikâyetçi olacağını belirtmekte, bilhassa Yasin Sûresinin 69 - 70. ayetlerinde de " Ve Biz O’na şiir öğretmedik. Bu onun için yaraşmaz da. O sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler üzerine sözün / cehennemin hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’andır. " ifadeleriyle özellikle Kur'anı terk etmiş olarak anlamak üzere okumayan, Kur'anın uyarılarının dışında bir hayat sürdüren, Yasin Sûresini de ölenler için mezarlıkların, hasta yataklarının kitabı yapan Müslümanlara, bizzat bu Kitabın diriler için bir öğüt ve hidayet rehberi olduğunu hatırlatmakta, uyarılarını çok çarpıcı bir dille gözler önüne sermektedir.
Peygamberimizin vefatından sonra ayetlerin toplanarak bir araya getirilip kitaplaştırıldığı ve evlerimizdeki resmi Osman Mushafı denilen Kur'an Mushafında 36. sırada yer alan Yasin Sûresi adını, Sûrenin birinci ayetindeki “ Ya “ ve “ sin “ hurufu mukattaa denilen harekesiz / seslendirmesiz / kesik harflerinden almıştır. Bununla beraber, Ulema tarafından Kur’anın kalbi, Müimme Sûresi, Azime Sûresi gibi isimler de verilmiştir. Klasik kaynaklarda Ya, Sin, harfleri ile ilgili olarak bir çok kişi tarafından * Bu peygamberin adlarından biridir * Allah’ın isimlerinden biridir. * Ey Seyit Efendi demektir. gibi zan ile yakıştırmalar yapılmıştır. Fakat hiç birinin de sağlam bir dayanağı yoktur. ( Kur'anda Hurufu Mukattaa Neden Vardır başlıklı makalemizde bu konuda geniş bilgi bulabilirsiniz ) Yasin Sûresi 83 ayetten oluşmaktadır. Mekke’de nazil olmuştur. Sûrenin asıl vermek istediği mesajlarına baktığımız zaman daha başından itibaren Allah'ın, Kur'anın ve dosdoğru yolda olan Peygamberimizin tanıtımı yer almaktadır.
YASİN 1 - 6 : Bismillahirrahmanirrahim Ya sin * Velkur'anil hakiym * İnneke leminel murselin * Ala sıratimmustakiym * Tenzilel aziyzirrahiym * Litunzira kavmenma unzira abauhum fehum gafilun
Babaları / yakın ataları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız gaflet içindeki bir toplumu kendisiyle uyarasın diye Aziz ve Rahim'in / En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, mutlak galip olan, engin merhamet sahibinin indirdiği, hakim / hükümler, yasalar içeren Kur'ana andolsun / kanıttır ki sen o elçilerdensin. Hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin.
Sûre, Hakim ( kanunlar, kurallar, hükümler içeren ) Kur’anın, Aziz ve Rahim Allah tarafından indirilmiş olduğu, Kur’anın dosdoğru yolu üzerine olan Peygamberimizin de gönderilen elçilerden olduğuna kanıt teşkil ettiği, atalarının, babalarının ( Mekke halkını oluşturan Kureyş kabilesinin atalarının ) uyarılmamış, Secde Sûresinin 44. ayetinde de " Ve Biz onlara öyle ders görecekleri kitaplardan vermedik. Kendilerine senden önce bir uyarıcı göndermedik de. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Allah'ın vahyi ile henüz muhatap kılınmamış oldukları nedeniyle o günün toplumunun içinde bulundukları yanlış yolun farkında olamadıkları, gaflette oldukları vurgusu ile başlamaktadır. Hakim sözcüğü ile Kur’anın, muhkem olduğu, yasalar ve hükümler içerdiği, Allah’ın indirmesi olduğu, Abdullah oğlu Muhammed’in de diğer peygamberler gibi Allah’ın dosdoğru yolda olan elçisi olduğu, duyarsızlaşmış olan kavmi uyarmak için görevlendirildiği anlatılmaktadır. Daha sonraki ayetlerde de, inanmayacak olanların psikolojik karakteri açıklanmakta, gerçekleri göremez, geçmişten ders almaz, geleceği düşünmez olarak nankörlükle burunlarını havaya dikmiş durumları dile getirilmektedir. Bu arada inanmış olan müminlerin Allah’a nasıl Haşyet ile saygı, sevgi, ürpertiyle hayranlık duydukları örneklenirken, ölülerin diriltilmesini sadece Allah’ın yapabileceği, insanların yaptıkları her şeyin yazıldığı ve apaçık bir önder kitapta sayılıp döküleceği anlatılmaktadır.
Sûrenin 13. ayetinden 32. ayetine kadar olan kısmında sanki üç perdelik bir temsil gibi anlatımla, önce bir kentin kalabalık bir meydanında Kur'anda ismi belirtilmeyen peygamberlerden üç elçinin insanları Allah’a davet etmeleri ve toplumun buna karşı direnmeleri canlandırılmaktadır. Sonra kentin uzak bir yerinden gelen mümin bir kişinin elçilere uymaları konusundaki müdahalesi, o müdahale eden kişinin Yasin Sûresinin 26 - 27. ayetlerinde de " Denildi ki : " Haydi gir cennete " O da dedi ki : " Ne olurdu toplumum Rabbimin beni bağışladığını ve beni onurlandırılanlardan yaptığını bir bilselerdi. " ifadeleriyle ödüllendirildiği, son sahnede de inançsızların nasıl helâk edildikleri anlatılmaktadır. Bu ayetlerle ilgili olarak klasik kaynaklarda asılsız uzun hikâyeler yer almakta, ayette kullanılan " denildi ki haydi gir cennete " ifadesinde kullanılan " di li " geçmiş zaman dilimi kalıbından dolayı da kıyamet henüz kopmadığı halde, Cennet ve Cehennemin bizim zaman algımıza göre bugün yedi kat olan gök tabakasının son sınırında hazır ve var olduğuna inanılmakta, Peygamberimiz de oraya miraca çıkartılmaktadır. ( Yedi Kat Gök Masalları başlıklı yazımızda bu konuda geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Halbuki Yüce Rabbimiz Allah, temsili olarak anlattığı Cennet ve Cehennem tasvirlerinde kesin olacağını vurgulamak üzere sürekli olarak dili geçmiş zamanı kullanmakta, gelecek zaman ifadeleriyle, acabalarla oluşabilecek şaibelere fırsat vermemektedir. Yahudilikten dönme ve adeta bir casus olan Kab'ül Ahbar denen şahsın, bu konuda İsrailiyat kokan hikâyelerinde anlattıklarından birinde yer alan belde sözde Antakya’dır. Oraya giden elçiler de İsa peygamberin Yuhanna, Pavlus ve Şem ismindeki havarileridir. Koşup gelen Salih kulun da, bu gün güney doğuda bilinen ve çok anlatılan Habib i Neccar olduğu söylenir. Güya olayın sonunda, hem bu elçiler hem de o elçilere destek için gelen Salih kişi, orada yaşayan topluluk tarafından parçalanıp öldürülmüş. Ama böyle bir olay Hristiyanların Yuhanna İncili, Pavlus'un mektupları gibi dini kaynaklarının hiç birinde dahi yer almaz.
Sûrenin bundan sonraki kısmında, ölü toprak ve ondan çıkarılan nimetler örnekleriyle ölümden sonraki Ahiret dirilmesine de atıf yapılmakta, bilinen ve bilinmeyen tüm canlı varlıkların erkekli dişili çift yaratılmışlığı, akıp giden / uzayda yol alan güneş, ayın menzilleri, gece ve gündüz ifadesi ile Allah’ın mucizelerle yarattığı, çok ince matematik hesabına dikkat çekilerek duyarsız ve gaflet içerisindeki toplumun uyarılmasına devam edilmektedir. Bu duyarsız toplum aslında Mekke’nin yönetimini elinde bulunduran ( Ebu Leheb, Ebu Cehil, Ebu Süfyan, As bin Vail, Utbe bin Rabia, Urve bin Mesud, Esved bin Muttalib, Velid bin Mugire ) nin içinde bulunduğu ve peygamberimize her türlü engeli çıkaran, Neml Sûresinin 48. ayetinde de yer verilen 9 kişilik bir zenginler " mele " heyeti ile onların etrafında toplanmış olanlardır. Sûrede bu duyarsız ve gaflet içerisinde olan müşriklere, bundan sonraki ayetlerde de gemilerinin yüzebilmesi için suyun kaldırma kuvvetinin ilâhi kuralı, Allah’ın rahmetine, kendilerine verdiği sayısız nimetlerine karşılık, nankörlük ederek yüz çevirmeleri, bunun ardından kendilerini ansızın yakalayacak kıyamet anı ile ilgili uyarılar yapılmakta, bizlere de ibret olsun diye Cennet ve Cehenneme gideceklerin karşılaşacakları tablolar temsili olarak canlandırılmaktadır.
Sûrenin son kısmında da o duyarsız ve kendilerini her şeyin sahibi olarak gören zenginlerin şahsında, Allah’ın vermiş olduğu nimetler ve onların bu nimetlere rağmen nankörlükleri, Allah’ın yerine edindikleri tanrılar ve şirk ile Allah’a karşı olan apaçık düşmanlıkları anlatılmakta, Sûre Hakk Dinin esasları olan Tevhit / Allah'ı birleme ve Ahirete inanış ile bitmekte, sonunda da her şeyin Allah’ın huzurunda toplanacağı uyarısı dile getirilmektedir.
YASİN 77 : Ve o kişi, kendisini bir nutfeden / bir damla sudan oluşturduğumuzu görmedi mi de şimdi o apaçık bir düşmandır. 78 : Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı : Dedi ki : “ Kim diriltecekmiş o kemikleri ? Onlar çürümüş iken ! 79 – 80 : De ki : Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O her oluşturmayı çok iyi bilendir. O size o yemyeşil ağaçtan bir ateş / oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. 81 : Gökleri ve yeri oluşturan, onlar gibilerini de oluşturmaya güç yetiren değil midir ? Evet elbette güç yetirendir. Ve O çok mükemmel oluşturandır. Çok iyi bilendir. 82 : Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu, o şeye “ ol “ demektir. O da hemen oluverir. 83 : O halde her şeyin mülkiyet ve yönetimi Kendi elinde olan Allah, her türlü noksanlıklardan arınıktır. Siz de yalnız O’na döndürüleceksiniz.
Sûrenin 69 ve 70. ayetlerinde özellikle Kur’anın diri olan kişileri uyarmak için indirildiğine dikkat çekilmesine ve bu çok açık olan mesaja rağmen, Sûre hakkında Müslümanları Kur’andan uzak tutmaya yönelik bir takım rivayetler çıkarılmış, bir kısmı peygamberimize isnat edilen bu tür rivayetler nedeniyle insanların, Sûrenin gerçek mesajlarına yönelmeleri engellenmiştir. Halbuki Sûrenin içerisinde yukarıda da ana hatları ile konularına değindiğimiz gibi, ölenlerin ardından yapılması ve okunması gerekenlerle ilgili açık ve net hiç bir öneri yoktur. Bütün uyarılar, duyarsız, Allah’ın ayetlerine ve Ahiret gününe inanmayan gaflet içerisindeki müşrikler ve bugünün biz dirileri içerisinde inkârcı / reddiyeci nankör kâfirler içindir. Buna rağmen insanlarımız, Kur’anı anladığı dilden okumadıkları için Yasin Sûresinin, ölülerin ardından kabirde rahatlamalarını sağlamak, her hangi bir hastalıktan kurtulmak için okunması gerektiğine inandırılmış, uydurma hadis ve rivayetlerle insanların inancına yanlış olarak yerleştirilmiştir. Rivayet kitaplarında yer alan bu uydurma hadis ve rivayetlerden bazılarını ele alıp, Kur’an ayetleri ile test etmeye ve sorgulamaya çalışalım.
* Yasin Kur’anın kalbidir. Allah’ı ve Ahiret gününü arzu ederek Yasin okuyan kimsenin geçmiş günahları affedilir. Onu ölülerinize okuyunuz. ( Ebu Davut Cenaiz 20, İbni Mace Cenaiz 4 )
* Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’anın kalbi de Yasin’dir. Kim Yasin’i okursa Allah, onun okunmasına, Kur’anı on kere okumuş gibi sevap yazar. ( Tirmizi Fedailul Kur’an 7 )
* Kim geceleyin Allah rızası için Yasin okursa bağışlanır. ( İbn i Hibban Camiussagir 2 / 128 )
* Yasin i Şerif okuyan, Onda on bereket vardır. Aç okursa doyar, çıplak okursa giyinir, bekâr olursa evlenir, mahzun olursa ferahlar, hasta ise şifa bulur, ölü için okunursa azabı hafifler, susayan için okunursa suya kavuşur. ( Deylemi )
* Hz. Aişe’den nakledilmiştir. Buyurdular ; “ Allah’ın kitabında bir Sûre vardır. Ona El Azime adı verilmektedir. Onu okuyan, Allah katında şerefli olan kişi adını almaktadır. Onu okuyan bir kimse kıyamet gününde, mağdur olmuş kabilelerin fertlerinden daha fazlası ile hakkında şefaat edilecektir. Bu Sûre Yasin Sûresidir. “ ( Ebu Nasr Etibane )
Kur’an ahlâkı ve ayetleri ile yoğrulmuş olan Peygamberimizin, Allah’ın uyarılarına rağmen, Sûrelerin birini, diğerlerinden, ayetlerin birini, diğerlerinden ayırarak Sûrelerden birine Kur’anın kalbi demesi, birini baş ağrısı için, diğerini diş ağrısı için önerip okuyun demesi, asıl kalplerdeki hastalıklara şifa olması ve öğüt alınması gereken bu Yüce Kitabı, vücuttaki biyolojik hastalıkların reçetesi yerine koyması, Kur’anda hesap gününde hiç kimseden bir şefaatin ve fidyenin kabul edilmeyeceği onca ayetle bildirilmekte iken, şefaat ( yardım ) edileceğinden bahsetmesi, ( Şefaat Ya Resülullah Demek başlıklı yazımıza bakabilirsiniz ) aslında Kur'anımızda vahiy ve bilginin az miktarda verilmesi anlamında kullanılan “ üfürme “ ifadesinin saptırılarak 123 Yasin okunmuş suya üfürülerek içirilmesi saçmalığını önermesi mümkün değildir. Peygamberimize ve aynı zamanda bizlere özellikle Rum Sûresinin 52. ayetinde " Kuşkusuz sen ölülere hiç bir şey işittiremezsin. " denilerek, neredeyse yirmiye yakın ayette ölülerin artık bu dünyadan hiç bir şeyi duymayacağının belirtilmesine rağmen, inadına Yasin’i ölülerinize okuyun demesi, Allah’a isyan etmesi mümkün olabilir mi ? İnsanın aç, çıplak, mahzun ve susuz olması biyolojik ve fiziksel olaylardır. Bu ihtiyaçlar da okunup üflenme ile değil, yine Allah’ın koyduğu biyolojik ilke ve kurallarla ancak giderilebilir.
Hud Sûresinin 2 - 4. ayetlerinde " Bu Kur’an, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, sadece Allah’a kulluk edin diye, ayetleri hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından konmuş muhkem / bozulması engellenmiş kanun, düstur ve ilkeleri ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır. " Yunus Sûresinin 57. ayetinde " Ey insanlar ! size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerinizdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, Kur’an, anlaşılarak okunduğu zaman, kalplerdeki hastalıklar için bir şifadır. Zihinleri ikna eder, sıkıntı ve bunalımları gidererek gönülleri tatmin eder. Yanlış ve ön yargıdaki insanların ahlâki seviyelerini yükseltir. Böylece toplumun dirlik ve düzenini, huzur ve sükûnunu da sağlamış olur. Kur’anın şifa ve rahmet özelliklerinin vurgulanması, Kur’andan ancak müminlerin anlayarak okuması, istifade etmesi sebebiyledir. Ayette de belirtildiği gibi aslında yaşayan ve diri olan insanlara yol gösterici olan Kur’anı rehber edinen ve hüküm kitabı olarak kabul eden kimseler, ondan yararlanarak yanlış ve batıl inançlarından, hurafelerden, kıskançlık, bencillik, dalalet gibi kınanmış kötü huylardan, içine düşürüldükleri kör kuyudan uzaklaşırlar. Dolayısıyla psikolojik, akli ve ahlâki hastalıklardan şifa bulup Allah’ın rahmetine mazhar olabilirler. Ama bu şifa ve rahmet, okunup üflenmiş suyun içilmesi, hiç bir şey anlaşılmadan Kur’anın ve Yasin Sûresinin sadece Arapça okunması ile sağlanamaz.
Bu konudaki bütün hadis ve rivayetler, Peygamberimizin yüksek şahsiyetine ve Kur'ana karşı yapılan hakaretlerdir, üzerine atılan iftiralardır. Kur'anda 114 Sûre ve 6234 ayet vardır. Hiç bir Sûre, diğer Sûrelerden, hiç bir ayet diğer ayetlerden ayrı tutulamaz. Hepsinin ayrı ayrı değerli mesajı vardır. Her bir ayet, Kur'an bütünlüğünün bir yapı taşıdır. Üstelik de Kur'an, insanların diri iken, yaşarken aklederek düşünüp, fikir sahibi olup öğüt almasının gerektiği bir kitaptır.
ZÜMER 27 – 28 : Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye Arapça bir okuma olarak : Allah’ın koruması altına girsinler diye bu Kur’anda insanlar için her türlüsünden örnek verdik.
FATIR 22 : Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / her dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.
Ayetlerde görüldüğü gibi de Kur’anın hiç bir yerinde ölüler duyar, ölüler için şunu okuyun diyen bir tavsiye ve bir delil yoktur. Hem Allah'ın ayetlerine duyarsız ve ilgisiz olan yaşayan ölülerin, hem de kabirdeki ölülerin duymayacağı belirtilmektedir. Üstelik kabir hayatının olduğunu bildiren her hangi bir ayet de yoktur. Ölülerin bu dünya hayatından her hangi bir haberinin olduğuna değinen ayet de olmadığı gibi, Kur’anda sadece Dünya ve Ahiret olmak üzere iki hayatın olduğundan bahsedilmektedir. ( Kabirde Yaşamaya Devam Edecek miyiz ? başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. ) Dolayısıyla ölünün kabrinin başında okunan Yasin Sûresinin, Kur’an ayetlerinin, üç İhlas ve bir Fatiha okuyup ruhuna hediye edilmesinin ona hiç bir katkısı yoktur. Bu uygulamalar aynen, dünya yaşamında trafik kurallarına dikkat etmeden trafik kazasında hayatını kaybetmiş birinin mezarının başında ona trafik kurallarını okumaya benzer. Şu iyi bilinmelidir ki, herkes bu dünyada yaşadıkları, yaptıkları, önceden sağlığında doğrusuyla, yanlışıyla Ahiret hayatına gönderdikleri ile sorgulanacaktır. Ancak bazı ayetlerde bizden önceki Müslüman kardeşlerimiz, kendimiz, ana ve babamız için nasıl dua edebileceğimiz, bizzat Rabbimiz tarafından gösterilerek tavsiye edilmektedir.
HAŞR 10 : Ve peygamber döneminden sonra gelen kimseler, “ Rabbimiz ! bizi ve iman ile bizi geçmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman etmiş kimseler için kin oluşturma ! Rabbimiz ! şüphesiz Sen çok şefkat ve merhamet gösteren, çok esirgeyen, kolaylık sağlayansın, engin merhamet sahibisin “ derler.
İBRAHİM 41 : “ Rabbimiz ! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam babam için ve müminler için bağışlamada bulun. “ dedi.
Bunun dışında Rabbimiz, pek çok Kur’an ayeti ile hesap gününde hiç kimsenin, hiç kimseye bir yardımının olamayacağını, Necm Sûresinin 39. ayetinde " Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden, emeğinden ve alın terinden başka bir şey yoktur. " Haşr Sûresinin 18. ayetinde " Ey inanmış olan kişiler ! Allah’ın koruması altına girin. Her kişi yarın için ne hazırladığına baksın. " Yasin Sûresinin 54. ayetinde " Artık bugün kişi herhangi bir haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız. " ifadeleriyle insanların sadece dünya yaşamında yapmaları gerektiği halde yapmadıkları veya yapmamaları gerektiği halde yaptıkları ile karşılık bulacağının belirtilmesinden başka pek çok ayetle örneğin ;
BAKARA 123 : Kimsenin kimse yerine bir şey ödeyemeyeceği, kimseden fidye / kurtulmalık kabul edilmeyeceği, yardımın iltimasın, hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım alamayacağı güne karşı Allah’ın koruması altına girin.
ZÜMER 19 : Peki üzerine “ azap kelimesi “ hak olmuş kimseyi artık ateşteki o kimseyi sen mi kurtaracaksın ?
HAKKA 44 – 47 : Eğer peygamber Bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiç biriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı. İfadeleriyle de hesap gününde hiç kimseden şefaatin, yardımın kabul edilmeyeceğini bildirmekte ve üstelik de peygamberimizi bizzat uyarmaktadır. Bundan dolayı sadece tebliğ ile görevlendirilmiş peygamberimizin şefaat edileceğine dair her hangi bir ifadeyi ağzına alması mümkün değildir. Kur’anın dışında bu konularda her hangi bir görüş beyan etmesi de söz konusu olamaz.
Peygamberimiz ve onun ardından İslam’ın ilk dönemlerinde Yasin okuma ile ilgili böyle uygulamalar ve inançlar yoktu. Bu uygulamalar, bilhassa Allah'a, Kur'ana ve Resule ihanet edildiği Emevi Devleti dönemindeki halifelerin zorlama hadis yazdırma geleneğini başlatması ve sekiz yüzlü yıllarda bir takım kişilerin hadis ve rivayet toplayıcılığı yapıp eserler yazmaya başlaması ile de iyice yaygın hale gelmiştir. Kur’an Arap toplumuna anlayacakları dilden Arapça indiği için, Dinimizi Arapların en iyi öğrenip en iyi yaşadıkları düşünülebilir. Ama işin aslı öyle de değil maalesef !.. Bu gün görüyoruz ki, Arap televizyon kanallarında dahi, Kâbe’den ve Mescidi Nebevi'den naklen yayın yapılırken, fon konuşması yapanların “ Revaul Ebu Hureyre radyallahu an “, “ Revaul Ebu Davud r.a. “ “ Revaul Müslim r.a. “ diyerek sürekli rivayet ve hadis naklettiklerini, onların da Kur’anı terk ederek dini hadislerle, rivayetlerle yaşadıklarını anlıyoruz. Durum, aynen bizde de öyledir. Din, bizde de “ Sahihi Buhari, Tirmizi, İbni Mace’ lerin " toplayıp yazdıkları hadis ve rivayetlerle, maalesef Kur’an terk edilerek yaşanmaktadır. Her Mezhebin, her Cemaatin, her Tarikat ve inanç kültürünün, Kur’an dışında " Sünneti Seniye " diyerek takip ettiği kitapları, uydukları rivayet ve hadisler vardır. Kur’an sadece Arapça hatim edilmek üzere okunmaktadır. Ölülerin ruhuna hediye edilmekle yetinilmektedir. Kur’anda yeri olmayan bu inançlar ise sadece sonradan uydurulmuş fetva hadis ve rivayetlere dayanmaktadır. Hadis ve rivayetler, adeta bütün İslam toplumlarını kuşatmış, Kur'anın önüne geçirilmiş durumdadır. Halbuki ağızdan ağza yüzlerce yıldır dolaşmış, birbirleriyle çelişkili olan rivayet ve hadislerin kesin doğruluğunu ispat etmek mümkün değildir. Kur’ana göre hiç bir şey anlaşılmadan Arapça okunan hatimlerin, Yasinlerin, meyyit önünde ve kabirlerde okunan üç İhlas ve bir Fatiha’nın ölüye hiç bir katkısı yoktur. O ölen kişi, sadece kendisinin dünyada yaşarken okudukları, çabaları ve yaptıkları ile değerlendirilecektir. Kur’anın, okunan Yasin’in, İhlas ve Fatiha’nın sevabı, ancak onları sağlığında anlayarak okuyan ve gerekli öğütleri alıp ona göre yaşamaya çalışan kişinin kendisi için olacaktır. Bunun dışındakiler, kişilerin Allah'la aldatılmasından başka hiç bir şey değildir.
Sonuç olarak Kur’anın tamamı, diriler ve inanmayan kâfirler için uyarıdır, öğüttür, kalplerdeki hastalıklar, sapkınlıklar ve ön yargılar için şifadır, Allah’a yönelmek için zikirdir. Okunacaksa, Kur’anın tamamı, ayet ayet altı çizilerek, düşünülerek, sürekli ve hem de anlaşılmak üzere meallerinden okunacaktır. Bu nedenle Ali İmran Sûresinin 190 - 191. ayetlerinde, " Onlar göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün art arda gelişinde tefekkür ederler, elbette ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar, gökleri ve yeryüzünü yaratan Rabblerine, Rabbimiz Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen tüm noksanlıklardan arınıksın, artık bizi ateşin azabından koru derler. " ifadeleriyle belirtildiği gibi herkes, kendi kapasitesi ölçüsünde samimiyetle anlamak üzere okuduğu ayetleri, sürekli olarak Allah'ın zikri ( Kur'anı ) akılda tutacak, üzerinde düşünecek, tefekkür edecek, öğütler belleklere yerleştirilecek, hayatın her alanında rehber ve reçete yaparak yaşayacaktır. Rabbimizin, " Bu Kitap diriler için hidayet rehberi bir öğüttür, siz kabirdekilere hiç bir şey işittiremezsiniz. " demesine rağmen, aksine bu konuda yerine getirilmeye çalışılan gelenekler ve alışkanlıklar ise, Allah'ın uyarılarını inkâr etmektir, başka kaynakları Kur'anın yerine rehber edinmektir, nankörlüktür, isyandır, küfürdür, şirktir. Zira, özellikle Zuhruf Sûresinin 43. ayetinde de " Öyleyse sen sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44 : “ Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur'an senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür. Siz yakında sorgulanacaksınız. " ifadelerinde gördüğümüz gibi anlamak üzere okuyarak sadece Allah'ın vahyine / Kur'ana sarıldığımız zaman ancak dosdoğru bir yolda olabileceğimiz, hesap gününde hadis ve rivayetlerden değil, bilakis Kur’andan sorgulanacağımız belirtilmektedir. Allah'ın selamı, rahmeti ve anlaşılarak okunan Kur'an ayetlerinin doğruları ile nuru, aydınlığı, fazileti üzerinize olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR