Konu Detay

YAKUB PEYGAMBERİN GÖZ YAŞLARI

 05.04.2019
 2007

Dedesi  İbrahim  Peygamber,  babası  İshak  Peygamber,  oğlu  Yusuf  Peygamber  olan  ve  bir  çok  peygamberin  de  atası  olduğu  bilinen  Yakub  Peygamber,  bugünkü  Filistin  topraklarında  Kenan  ilinde  yaşamış  ve  Kur’anın  bize  “  ulul  azm  “  çok  azimli,  sabırlı  ve  sebat  eden  olarak  tanıttığı  peygamberlerdendir. Hud  Sûresinin  71. ayetinde  “ Ve  İbrahim’in  karısı  ayaklanmıştı,  gülüverdi.  Sonra  O’na  İshak’ı,  İshak’ın  arkasından  da  Yakub’u  müjdeledik. “  ifadeleriyle  kısır  ve  aynı  zamanda  yaşlı  olan  İbrahim  Peygamber’in  eşine,  Allah’ın  gönderdiği  ismi  belirtilmeyen  peygamberler  aracılığıyla  çocuk  sahibi  olabileceği  haberinin  verilmesinden  sonra,  eşinin  gülmesi  ile  buna  inanmadığının  ima  edilmesinin  ardından,  Yakub  ve  babası  İshak  Peygamberlerin  müjdelendiği  belirtilmekte,  Enam  Sûresinin  84. ayetinde  de  “  Ve  Biz  ona  İshak’ı  ve  Yakub’u  da  bağışladık.  Hepsine  de  doğru  yolu  gösterdik.  Daha  önce  de  Nuh’a  ve  O’nun  soyundan  Davud’a,  Süleyman’a,  Eyyüb’a,  Yusuf’a,  Musa’ya  ve  Harun’a  da  doğru  yolu  göstermiştik.  Ve  Biz  güzellik  üretenlere  böyle  karşılık  veririz. “  ifadeleriyle  Yakub  Peygamberin   aynı  zamanda   Nuh  Peygamberin  de  soyundan  olduğu  anlaşılmaktadır,  daha  sonra  da  kendi  soyundan  gelen   bazı  peygamberlerin  isimleri  sıralanmaktadır.  Kur’anda  Yakub  Peygamberin  ismi  on  Sûrede,  on  altı  ayette  yer  alır. 

Tevrat  olarak  bilinen  ve  yüzyıllar  içerisinde  sonradan  insanlar  eliyle  oluşturulan  diğer  Tora  ve  Tanna  yazılı  Yahudi  kaynaklarında  bütün  peygamber  kıssaları  rivayetlerle  mucizeye  dönüştürülüp  masallaştırılmış,  efsaneleştirilmiş  olduğundan,  aynı  şekilde  Yakub’un  ve  oğlu  Yusuf'un  başından  geçenler  de  bize  masallaştırılmış,  efsaneleştirilmiş,  mucizevi  rivayetlerle  aktarılmıştır. Bunların  etkisiyle  Kur’anda  yer  alan  bütün  peygamber  kıssaları  da,  bizim  meal  müfessirlerimizin   büyük  çoğunluğunca  da   aynı  şekilde  masallaştırılmış,  mucizelerle  efsaneleştirilmiş  olduğundan,  Yakub  Peygamber  ve  oğlu  Yusuf  Peygamber  ile  ilgili  anlatılanlar  da,  Müslümanlar  tarafından  masallaştırılmış  olarak  bilinmektedir.  Bunlara  istinaden  Yakub  Peygamberin  “ İsrail  “  isminin  nereden  geldiği,  oğullarının  sayısı  ve  birbirlerine  olan  davranışları,  kuyuya  atıldığı  söylenen  küçük  oğlu  Yusuf’a  kurulan  tuzağın  gerçeği,  Yusuf’un  ölümü  haberine  gösterdiği  tepki,  getirilen  kanlı  gömlek,  niçin  Yusuf’u  kurtarmaya  gitmediği,  sabır  mı,  yoksa  göz  yaşlarıyla  ah  vah  ederek  isyan  mı  ettiği,  yıllarca  döktüğü  göz  yaşları,  bundan  dolayı  gözünün  gerçekten  kör  olup  olmadığı,  Yusuf’un  başından  geçenler,  kuyudan  çıkarılması,  zengin  bir  ailenin  yanında  eğitilmesi,  gençliğinde  Azizin  karısının  ona  duyduğu  istek  ve  yırttığı  gömlek,  hapse  düşmesi,  rüya  ve  vizyon  değerlendirmeleriyle  nasıl  kurtulduğu,  Mısır’a  nasıl  melik  yapıldığı,  Yakub  peygambere  Yusuf’un  yaşadığının  gösterilmesi  için  getirilen  ve  körlüğünü  tedavi  eden  gömlek  konularıyla  ilgili  pek  çok  ayrıntı,  farklı  görüş  ve  rivayet  ileri  sürülmüştür.  Bu  mucizevi  inançlar  ülkemizde  de  kabul  görmüş,  Yunus  Emre’nin  “  Gözü  yaşlı  Yakub  ile  çağırayım  Mevlam  seni  “  dediği  şiirine  “  Ağlar  Yakub  Yusuf’um  diye   “  sözleriyle  dillendirilen  türkü  ve  ilâhilere  dahi  konu  olmuş,  sinema  ve  dizi  filmleri  çekilmiştir. Biz  de  masallaştırılmış,  Yahudi  etkisi  altında  mucize  ve  masal   inancına  dönüştürülmüş  bu  rivayetlere,  Kur'an  ayetlerinin  gerçek  mesajı  ile  mercek  tutmaya  çalışalım  dedik.

Yakub  Peygamberin  bir  başka  ismi  de  rivayetlere  göre  “  İsrail  “ dir.  Bu  isimle  iki  ayette  yer  alırken  Kur'anda  yer  alan “  Beni  İsrail  “ tamlaması  bir  çok  çevirmen  tarafından  da ( İsrail  oğulları ) olarak  çevrilmektedir.  Halbuki  Kur'anda  (  aslında  Allah’ın  Tevhit  öğretisi  ile  Yakub  peygamberin  yolundan,  inancının  ardından  gidenler,  onun  gibi  Allah’ın  yolundan  yürüyenler )  şeklindeki  anlamlarıyla  kırk  bir  ayette  yer  almaktadır. Sad  Sûresinin  45. ayetinde  de, “  Güç  ve  öngörü  sahibi  kullarımız  İbrahim’i,  İshak’ı  ve  Yakub’u  da  hatırla.  47  :  Ve  şüphesiz  onlar  yanımızda  seçilmiş  en  hayırlı  kimselerdendir. “  denilerek  belirtildiğinden  dolayı,  Yakub  Peygamberin  ailesi  ve  soyu,  hepsi  dürüst,  erdemli  ve  Salih  kullardan  olup,  Kur’anda  övülen  ve  örnek  gösterilen  bir  ailedir.

* Kitabı  Mukaddeste  anlatılanlara  göre ;  Yakub'un  Peygamber  olarak  görevlendirildiği  bir  dönemde,  bir  gün  güreş  yaptığı  biri  ile  yenişemeyip,  güreş  yaptığı  kişinin,  onun  uyluk  kemiğini  incitmesi  üzerine  bu  olaya  istinaden  aldığı  “ İsrail “  lakabı  ile  İbrani  tarihi, “ Beni  İsrail  “  İsrail  oğulları  tarihine  dönüşmüştür. Yahudilerin  inancına  ve  saptırılan  Tevrat’a  göre  gerçekte  böyle  bir  şey  olamayacığına  rağmen  Yakub  Peygamber  ile  güreşen  kişi  de  Yehova ( Tanrı ) dır.

* İbn i  Abbas’a  göre  İbranicede  “  isra “  sözcüğünün  anlamı,  Allah’ın  seçtiği,  “  il  “  sözcüğünün  ise  Allah  demek  olduğunun  söylendiği  gibi,  “  İsra “  sözcüğünün  sağlam  yapmak  ve  bağlamaktan  geldiği  de  söylenmiştir. Buna  göre  “  İsrail  “  Allah  tarafından  sağlam  bir  şekilde  güçlü  olarak  yaratılmış  gibi  bir  anlam  ifade  eder.

* Es -  Süheyli  der  ki ;  Hz. Yakub’a  İsrail  adının  verilmesi,  O’nun  Yüce  Allah  için  hicret  ettiği  vakit  bir  gece  yürümesinden  dolayıdır.  Bundan  dolayı  O’na  “  Yüce  Allah’a  geceleyin  yürüyen  “  anlamında  İsrail  adı  verilmiştir. Bazı  rivayetlerde  de  cesur,  güçlü  ve  avcı  olduğu,  babasına  daha  yakın  olup  ona  av  etlerinden  ikramlar  yaptığı  ve  babasından  sonra  peygamberlik  beklentisi  içerisinde  olduğu  halde,  olamadığından  dolayı   kardeşinin  tepkisinden  ve  kendisine  yapacaklarından  korkarak,  Yakub’un  gece  yola  çıkıp  “ İys / Esav “  adındaki  kardeşinden  kaçtığı  anlatılır.  Buna  bağlı  olarak  da  Yakub’a  Allah  yolunda  gece  yürüyen  anlamına  gelmek  üzere  “ İsrail “  isminin  verildiği  söylenir. Prof. Süleyman  Ateş  Hoca  ise  İsrail,  kelime  anlamı  olarak  Allah’ın  kulu  manasına  gelir.   Yakub’un  “  Allah’ın  halis  kulu  olduğunu  belirten  bir  unvandır. “  demektedir. Bunların  yanı  sıra  Kur'anda  İsra  Sûresinin  1. ayetinde  yer  aldığı  gibi  "  İsra "  sözcüğü  yürüyüş  anlamında  geçmektedir.

Değişik  zaman  aralıklarında  insanlar  tarafından  sonradan  yazılan  ve  birden  fazla  sayıda  olan   Yahudi  Tora  yazılı  kaynaklarında,  Mısır  kitabelerinde  de  Yakub'un  küçük  oğlu  olan  Yusuf  Peygamber,  Hanofer  oğlu  İmoteb  diye  geçmekte, 115  yaşına  kadar  çok  uzun  yaşadığı  için  de  diri  diri  mumyalandığı,  Yusuf'un  iyi  bir  maliyeci,  iyi  bir  rüya  yorumcusu  ve  aynı  zamanda  da  iyi  bir  Tıpçı  doktor  olduğu  anlatılmaktadır. Çok  tanrıcılığa  çok  yatkın  olan  Mısırlılar,  çok  uzun  yaşadığı  için  Yusuf  peygamberi  de  tanrılaştırıp,  mitolojik  tanrıların  arasına  koymuşlardır. (  Teolog  Prof.  Ovudya  Abdullah )  Diğer  taraftan  Yahudi  yazılı  kaynaklarının  temel  kitabı  olan  Kitabı  Mukaddesten,  Müslüman  hadisçilerin  kaynağı  olan  Kütübi  Sitte'de,  Yusuf  Sûresinin  ayetlerinde  de  anlatıldığına  göre  Yakub  Peygamberin  değişik  eş  ve  cariyesinden  dünyaya  gelmiş  Yehuda,  Rubil,  Şemon,  Levi,  Ribalon,  Yeşcer,  Dan,  Neftali,  Cad,  Aşer,  Bünyamin,  Yusuf  olmak  üzere  “ Beni  İsrail  “  denilen  on  iki  oğlu  vardır.  Bunlardan  ismi  Yehuda  olan  oğlunun  soyundan  gelenlere  de  Yahudi  denilmektedir. İsrail  kaynaklarına  göre  Yakub'un  altı  oğlunun  annesi,  Yakub’un  dayısının  kızı  “ Leya “,  dördünün  annesi   Yakub'un  Cariyesi,  Yusuf  ve  Bünyamin  olan  en  küçük  çocuklarının  annesi  ise,  daha  sonra  ölen  karısı  Leya’nın  kız  kardeşi  Rahil’dir. Yakub  Peygamber  en  küçük  olduklarından  dolayı  Yusuf  ve  Bünyamin’e  daha  fazla  ilgi  göstermektedir.  Dolayısıyla  kardeşler  arasında  üveylik,  ayrımcılık,  kıskançlık  da  bulunmaktadır. (  Kurtubi ;  el  cemiu  li  Ahkami'l  Kur'an,  Zemahşeri,  Keşşaf  c. 2, sa.  304 )   Bir  çok  Peygamber,  içinde  bulunduğu  kavminin   inkârına   karşı  verdiği   mücadele  ile  sınanırken,  Yakub  Peygamber  ise  oğullarının  yanlış  davranışları  ve  onların  başından  geçenlerle  sınanmıştır.  

Bu  sınavın  ayrıntılarına  ise,  insanların  masallaştırmış  olduğu  olayları  düzeltmek  ve  asıl  mesajına  yöneltmek  amacıyla,  kısa,  öz  ve  mecazi  anlatım  tekniği  kullanılarak,  Yakub  peygamberin  küçük  oğlu  Yusuf'un  hayatı,  Kur’anda  Yusuf  Sûresinin  3. ayetinde  “  Sana  bu  Kur’anı  vahyetmekle  Biz,  sana  kıssaların  en  güzelini  anlatıyoruz.  Halbuki  sen  bundan  önce,  kesinlikle  bu  konu  hakkında  bilgisizlerdendin. “  ifadesiyle  başlanmakta,  ilk  defa  baştan  sona  kadar  çok  geniş  ayrıntıları  ile,  kıssalar  halinde  anlatılmaktadır. Bu  kıssa,  aynı  zamanda  Yahudilerin  dini  kaynağı  Kitab  ı  Mukaddes’te  Tekvin  bölümünün  37 – 45.  Bab’larında  tahrif  edilmiş  olarak  mitolojik  rivayetler  ayrıntılarıyla  anlatılmaktadır.  Kur’anda  da  özellikle  bu  tahrifatları  düzeltmek  amacıyla  bu  kıssanın  gerçeğine  yer  verilmekte,  böylece  Mekke  ve  Medine'de  inanmayan  Yahudi  ve  Hristiyan  müşriklere  Kur’anın  da   Allah’tan  indirme  bir  kitap  olduğunu  kanıtlama  amacı  güdülmektedir. Ne  var  ki  o  dönemde  klasik  müfessirlerin,  bazı  mecazi  ayetlerin  ifadesine  düz  mantıkla  yaklaşarak  yanlış  ve  doğa  üstü  kabullerle  yorumlamalarından  dolayı,  bu  kıssadaki  olaylar  da,  yine  bizlere  masal  ve  mucize  şeklindeki  inançlar  olarak  aktarılmaktan  öteye  geçememiştir. 

Yusuf  Sûresinin  4. ayetinde  “  Hani  bir  zaman  Yusuf,  babasına :  “  Babacığım !  Şüphesiz  ben  on  bir  Kevkeb /  parlaklık,  aydınlık,  Şems /  Güneş  ve  Kamer'i /  Ay’ı,  onları  bana  secde  ederken  / teslimiyet  gösterirken  gördüm. “  demişti. “  ifadelerine  bağlı  olarak  kıssanın  anlatımına  başlanmaktadır. Bu  ayetteki  ifadeler,  pek  çok  mealde  Yusuf,  küçük  bir  çocuk  iken  bir  rüya  görmüş  ve  onu  babasına  anlatmıştı  şeklinde  çevrilmekte  ve  aktarılmaktadır.  Ama  aslında  Yusuf’un  gördüğü,  uykuda  iken  görülen  bir  rüya  değil,  uyanık  iken  bir  görüntüdür  ve  bu  görüntüyü   babasına  anlatmıştır.  Ayette   "  gördüğün  rüyayı  "  denilmeyip,  bizzat  “ gördüğünü “  ifadesi  kullanılmaktadır.  Bu  nedenle  görülen  şey,  uykuda  görülen  bir  rüya  değil,  ayetin  orijinalinde  “ raeytü “ ( gördüm ) fiili  ile  belirtilenler,  bizzat  uyanık  iken,  gelecek  ile  ilgili  olarak  gördüğü,  Allah’ın  Yusuf’a  bahşettiği   öngörü  olan  “ vizyon “  dur.  İleriyi  görebilme,  tahmin  edebilme  yeteneğidir. Dolayısıyla  Kur'anda  yıldız,  Necm  sözcüğüyle  kullanıldığı  halde  ve  gündüz  de  yıldız  görülemeyeceğine,  onbir  gezegen  de  mevcut   olmadığına  göre,  halbuki  ayetteki  kevkeb  sözcüğünün  karşılığı  olarak  aydınlık,  parlaklık,  ışık ( Lisanül  Arab  " ncm,  kkb "  mad. )  olması  gerektiği  halde  bazıları  yıldız,  bazıları  da  gezegen  demektedirler. Böyle  bir  vizyon,  Mekke’nin  fethedilmesinden  önce,  Peygamberimize  de  Mekke’nin  fethedileceğinin  habercisi  olarak   "  saçların  tıraş  edilerek  Mekke'ye  doğru  yüründüğü  "  şeklinde  gösterilmişti. Şüphesiz  Allah  Resullerinin  rüyalarının  tamamı  olmasa  da  bazı  rüyaları  Resullükleri  ile  ilgilidir.  Allah  Resullerinin  gördükleri  rüyalar  bir  değer  taşırlar.  Ama  Yusuf’un  gördükleri  bir   Resul  rüyası  değildir.  Çünkü  Yusuf  henüz   Resul  olmamıştır.

Buna  rağmen  Yakub  neden  daha  gördüklerini  bile  yorumlamadan   Sûrenin  5. ayetinde  “  Babası :  “  Yavrucuğum !  Gördüğünü  kardeşlerine  anlatma.  Sonra  sana  bir  tuzak  kurarlar.  Şüphesiz  şeytan  insan  için  apaçık  bir  düşmandır. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi   “ kardeşlerine  anlatma  sana  tuzak  kurarlar  "  demiştir ?  Eninde  sonunda  bu  bir  rüyadır  veya  vizyondur,  insan  rüyasında  her  şeyi  görebilir. Neden  bir  rüyadan  dolayı  kardeşleri  ona  tuzak  kursunlar ? Yakub  neden  korkmaktadır ? Üstelik  Yakub  bu  görülenden  dolayı  kardeşlerinin  ona  tuzak  kuracağını  neye  dayanarak  söylemektedir ?  Bu  soruların  cevapları  aslında  Yusuf   kıssasının  içine  serpiştirilmiştir. Yusuf’un  gördüğü  vizyon  en  başta  Yakub  için  kendisinden  sonra  kimin  resul  olacağının  cevabıdır. Bu  görüntü  Yusuf’un  resul  olduğunun  değil,  olacağının   görüntüsüdür.  Peki,  bir  beşere  daha  resul  olmadan  ileride  resul  olacağını  bildirmek  Yüce   Allah’ın   ilkeleri  arasında  var  mıdır ?  Elbette  vardır.  Bizzat  Yakub  ve  babası  İshak  daha  annelerinin  karnına  bile  düşmeden   yukarıda  da  değindiğimiz  Hud  Sûresinin  71. ayetindeki   ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  resul  olacakları  önceden  bildirilen  Resullerdir.  Üstelik  sadece  ataları  İbrahim’e  değil  annelerine  de bildirilmiştir. İşte  tıpkı  bunlar  gibi  Yusuf  da  daha  resul  olmadan  kardeşleri  arasından  resul   adayı  olarak  seçildiğini  bilmiştir.  Aslında  gördüğü  görüntünün  resullükle   ilgisini  kendisi  değil,  Resul  olan  babası  Yakub  kurmuştur.  Eğer  babası  bu  ilgiyi  kurmasaydı  o  kendiliğinden  bunu  bilemeyecekti.

Yusuf  Sûresinin  6. ayetinde  de   " Ve  kezâlike  ve  yectebîke  rabbüke  ve  yüallimüke  min  te’vilil  ehâdisi  ve  yütimmü  ni’metehû  aleyke  ve  alâ  âli  ya’kube   kema  etemmehâ   alâ  ebeyke  min  kablü  ibrâhime  ve  ishâk.  İnne  rabbeke  alimün  hakim.

Ve  işte  böyle,  Rabbin  seni  seçecek / ve  seni  bir  süreçten  geçirecek  sana  hadislerin / olayların  / sözlerin  ilk  anlamlarının  ne  olduğuna  dair  bilgiler  öğretecek.  Bundan  önceki  iki  atana,  İbrahim’e  ve  İshak’a  tamamladığı  gibi,  nimetini  sana  ve  Yakub  soyuna  tamamlayacaktır.  Şüphesiz  ki  Rabbin  çok  iyi  bilendir,  en  iyi  yasa  koyan,  bozulmayı  iyi  engelleyen,  sağlam  yapandır.  Dedi.  

İfadelerinde  belirtildiği  gibi,  olayların  akışına  bakılacak  olunursa  hem  Yakub  hem  de  oğulları  nübüvvetin  İbrahim  soyunda  olduğunu  bilmektedirler. Bunu  bilmek  demek  Yakub’tan  sonra  gelecek  elçinin  Yakub  soyundan  birilerinin  olacağını  da  bilmek  demektir. İşte  bu  bilgi  diğer  oğulları  da  beklenti  içine  sokmuştur. Fakat  onlar  da  Yakub  gibi  gelecek  elçinin  Yakub  soyundan  çıkacağını  bilmelerine  rağmen,  kendi  içlerinden  biri  mi,  yoksa   kendilerinden  sonraki  nesil  içinden  biri  mi  olacağını  bilmemektedirler. Nasıl  ki  Yakub,  Yusuf’un  rüyasından  kendinden  sonraki  elçinin  Yusuf  olduğunu  çıkarmışsa,  bu  rüyadan  diğer  oğulların  da  aynı  sonuca  ulaşabilmesi  mümkündür. Yakub’un  “ kardeşlerine  anlatma  sana  tuzak  kurarlar ”  ifadesi ;  kardeşlerin  de  beklenti  içinde  olduğunu,  bu  beklentilerini  babalarının  da  bildiğini,  daha  da  önemlisi  beklentilerine  Yusuf’u  dahil   etmediklerini  de  Yakub’un  bildiğini  gösterir. En  azından  Yusuf’un  resullüğe  seçilmiş  olmasından  kardeşlerin  asla  memnun  olmayacağı  bir  ortamın  olduğunu  Yakub (a.s)  görebilmektedir. Kardeşlerin  neden  memnun  olmayacakları  ise  Yakub’un  görüntüden  sonra  Yusuf’a  söylediklerinde  yatmaktadır. Yakub ( a. s )  da  Yusuf’un  bu  öngörüsünü  diğer  oğullarına  güvenmediği  için  kardeşlerine   anlatmamasını  istemiştir.  Ayetten  anlaşılacağı  gibi,  Yakub  aslında  oğlunun  vizyonunu  tam  olarak  tevil  edememiş,  ancak  vahiy  almış   elçi  olmanın  kazandırdığı  birikimle,  ona  çok  ciddi  öğütler  vermiştir.  Kardeşlerinin  kıskançlık  sebebiyle  kendisine  kötülük  yapmayı  planlayabilecekleri  uyarısında  bulunmuş,  Allah’ın  onu  hem  Kendi  katında,  hem  de  insanlar  arasında  iyi  bir  konuma  getireceği,   vizyon  ve  olayları  açıklama,  değerlendirme   yeteneğini   vereceği,  dedelerine  ihsan  ettiği  gibi  Yusuf’a  da  nimetler  ihsan  edeceği  yorumunu  yapmıştır.  Yakub  peygamber,  kendisinin  kul  olmaktan  gelen  acizliğini  itiraf  ederek  de  gerçeği  Allah’a  havale  etmiştir.

6. ayette  geçen  “ Yectebike ” sözcüğünün  kök  harfleri  “ b  c y “  dir   ve   Kur’an’da   bu   kökten  türemiş  12  sözcük  bulunmaktadır. “  Toplamak,  biriktirmek,  seçmek,  kendisine  ayırmak,  aralarından  çıkarıp  almak,  tercih  etmek,  ayıklamak  "  gibi  anlamlara  gelmektedir.  Bu  sözcük  yine  seçmek  anlamına  gelen   istafa    sözcüğünden  farklıdır.  İstafa   sözcüğü   türünün  en  safını,  en  iyisini  seçmek  iken  ictiba   sözcüğü  ise  bir  yere  getirmek,  diğerleriyle  buluşturmak  için  seçmek  anlamındadır.  Genelde  bu  sözcük  elçiliğe  seçilmek  anlamında  kullanılmıştır.  Yusuf’un  rüyasını  yorumlarken  Yakub’un  ” Yectebike  rabbuke ” demesi  “  Rabbin  seni  uygun  hale  getirmek  için  bir  süreçten  geçirecek ” anlamında  olmalıdır. Bu  ifade  Yusuf’un  Resul  olmaya   hazırlanacağını  bildirdiği  gibi,  Yusuf’un   önünde  uzun  bir  sürecin  olduğunu  da   bildirmektedir. Yakub’un  “ Yectebike  rabbuke ”  demesini   birçok  mealde  doğrudan  “ Rabbin  seni  seçecek ”  şeklinde  çevrilmesi  yeterli  bir  çevirme  değildir.  Çünkü  Yusuf  bir  nevi  saflaştırılması,  olgunlaştırılması  için  sürecin  içine  sokulacaktır.  Bu  da    “  sana   hadiselerin   te’vilinden  öğretecek ”  cümlesinden   anlaşılmaktadır. Dikkat  edilirse  “ öğretecek ”  denmektedir. Bu  sürecin  ne  zaman  biteceği  Yusuf’un  elinde  olmadığı  gibi  öğrenme  seviyesine  gelip  gelmediğini  belirlemek  de  Yusuf’un  elinde  değildir.  Görüntü,  sadece  uzun  sürecin  başladığını  bildirmektedir.

Geleneksel  anlayışta  her  nedense,  ayette  geçen  “ sana  hadiselerin  te’vilinden  öğretilecek ” ifadesinden   de  hep  Yusuf’un  Sûrenin  ilerleyen  bölümlerinde  yapacağı  rüya  yorumlarının  kast  edildiği  anlamı  çıkarılmıştır. Oysa  ayette  açık  bir  şekilde “ sana  hadiselerin  te’vilinden  öğretilecek ”  denmektedir. İfadede  geçen " el  ehadis "  sözcüğünün  anlamları  içinde  “ rüya ”  diye  bir  anlam  hiç  bulunmamaktadır. Hatta  bir  önceki  ayette  geçen “  rüyanı  kardeşlerine  anlatma  sana  tuzak  kurarlar ”  cümlesinden  Yusuf’un  kardeşlerinin  de  rüyayı  babaları  gibi  yorumlayabilecek  kapasitede  oldukları  anlaşılmaktadır.  Bu  şekildeki  kabul,  hep  Yusuf  kıssasını  İsrailiyat  üzerinden  anlamlandırmanın  bir  sonucudur.  Resul  olacak  Yusuf’u,  gizemli  bir  rüya  yorumcusu  olarak  görmek  ve  göstermek  aşırı  tutkulu  bir  Yahudi  saplantısıdır. Oysa  Yusuf’a  öğretilecek  olan  rüya  te’vili  değil,  hadiselerin  te’vilidir.  Görülen  rüyaların  ne  yönde  gerçekleşeceği  değil,  yaşanan  olayların  gidişatına  bakarak  nasıl  sonuçlanacağını  bilmenin  ilmi  /  vizyon  /  ön  görü  öğretilecektir.

Yusuf’un  kardeşlerinin  kıskançlık  ve  kötü  düşünceleri  daha  sonraları  gerçekten  ortaya  çıkmaya   başlamış,  zamanla  düşmanlığa  dönüşmüş  ve  sonunda  da  onu  ortadan  kaldırma  planlarını  doğurmuştur.  Yusuf  8  :  "  Hani  Yusuf'un  kardeşleri  bir  zaman :  Yusuf  ve  kardeşi  babamıza  bizden  daha  sevgili,  biz  ise  güçlü  ve  tutkun  bir  grubuz.  Şüphesiz  babamız  kesiklikle  çok  açık  çıkmaz  bir  yoldadır. " ifadelerine  baktığımız  zaman  kardeşler  arasında  bir  ayrımcılığın  veya  çekememezliğin  olduğu  anlaşılmaktadır. Yusuf  9.  da  ise  "  Yusuf'u  öldürün  ya  da  bir  yere  atın  ki  babanızın  vechi  size  geçsin /  Babanız  hepten  size  kalsın,  sonra  da  siz  salih  bir  toplum  olursunuz.  demişti. "  ifadeleriyle  de  diğer  kardeşlerin  Yusuf'tan  kurtulma  planı  yaptıkları  anlatılmaktadır.  Yusuf  10.  da  da  "  Onlardan  bir  sözcü,  "  Yusuf'u  öldürmeyin,  elkûhü  gayâbetil  cübbi /  onu  o  kuyunun  dibine  bırakın  da  oradan  geçen  kafilenin  biri  onu  bulup  alsın.  Eğer  yapacaksanız  böyle  yapın. "  dedi. "  ifadeleri  yer  almaktadır.  8. ayette  kardeşlerin  kendilerini  "  usbe "  olarak  tanımlamaları  ile  birbirine  bağlı,  tutkun  on  ila  kırk  kişiden  oluşan  bir  kalabalık  oldukları  anlaşılmaktadır. 9. ayetteki  ifadeler  ise  10.  ayette  sözü  edilen  onlardan  birine  şeytanın  yol  göstermesi  ifadeleridir.  Ayette  yer  alan  ama  genellikle  kuyu  diye  çevrilen  "  el  cübb "  sözcüğünün  önündeki  " el "  takısı  da  bu  kuyunun  herhangi  bir  kuyu  değil,  kardeşlerin  bildikleri  ve  planda  yer  alan  malum  bir  kuyu  /  ya  da  yer  olduğudur. Genelde  çoğunlukla  meal  ve  tefsirlerde  9.  ayetteki  “  Yahlu  lekum  veçhi  ebikum  ”  cümlesine  “  Yusuf’u  öldürün  ki  babanız  bundan  sonra  sadece  sizi  sevsin ”  şeklinde  yükledikleri  anlam  da,  ayetteki   sözcükler  ön  plana  çıkarılarak  değil,  kıssa  hakkında  var  olan  Yahudi  yönlendirmeleri  ön  plana  çıkarılarak  verilmiş  anlamdır. Sözcüklere  biraz  dikkat  edilerek  bakıldığında  “  Yusuf’u  öldürün  veya  uzak  bir  yere  atın  ki  babanızın  veçhi  size  geçsin  ”  cümlesinde  kendilerine  geçmesi  gereken  veçhin  babalarında  değil,  öldürmek  istedikleri  Yusuf’ta  olduğu  hemen  görülecektir. Bırakın  kardeşleri,  Yakub  istese  bile  Yusuf’a  duyduğu  sevgiyi  diğer  oğullarına  geçiremez. Diğer  oğullara  duyduğu  sevgiyi  de  Yusuf’a  geçiremez.

Bu  nedenden  dolayı  “ babanızın  vechi / şerefi  size  geçsin ” anlamının  verilmesi  daha  uygun  olacaktır. Burada  şeytanın  size  geçsin  diyerek  kardeşleri  kandırdığı “ şeref,  itibar ” ne  olabilir ?  Elbette ki  Yakub’un  şeref  ve  itibarı ;  Allah’ın  onu  Resul  olarak  seçmesi,  vahiylerini  kullara  iletme  görevi  vermesi,  insanlara  örnek imam  kılmasıdır. Yakub   Resul  seçilmeseydi  kimse  O’nun  adını  bile  anmayacak  varlığından  dahi  haberdar  olunmayacaktı. Yakub’un  ölümünün  üzerinden  binlerce  yıl  zaman  geçmesine  rağmen  insanlar  Onu  biliyorsa  bu, Yüce  Allah’ın  resullük  makamının  Ona  verdiği  şeref  ve  itibar  sayesindedir. Şeytanın  babanızın  şerefi  size  geçsin  dediği  de  budur. Yusuf’un  babalarından  sonra  gelecek  elçi  olması,  babalarının  veçhinin  Yusuf’a  geçecek  olması  demektir.  Ama  yine  de  Yakub’un  diğer  oğulları,  sonradan  kendilerini  “ İsrailoğulları ”  olarak  tanımlayacak  olan  insanların  ilk  atalarıdır.

Ayette  geçen  "  gayâbet  il  Cubbi  "  ifadesi  genelde  birçok  müfessir  tarafından  "  kuyunun  dibi "  olarak  çevrilmektedir.  Bu  ifadeden  çıkan  ilk  soru  "  kuyu "  olarak  çevrilen  ama  Arapça  metinde  bilinirlik  yanı  "  el "  takısıyla  cubbi  şeklinde  gelen  ve  bundan  dolayı  bilinmesi  zorunlu  olan  o  kuyu  nerededir  ve  nasıl  bir  kuyudur ?  Bu  ifadenin  başında  gelen  kök  harfler  "  g, y, b "  dir. Ve  dip  olarak  çevrildiğinden  dolayı  çoğul  mudur,  yoksa  tekil  midir ?  belli  değildir. Dolayısıyla  bu  "  kuyu  ve  dibi "  konusunda  nerede  olduğu,  içinde  suyun  olup  olmadığı  gibi  bir  çok  farklı  görüşler  ve  rivayetler  ortaya  çıkmıştır.

Kuyu  konusunda  gerçekte  böyle  bir  kuyunun  olmadığı,  ayetlerde  yer  alan  sözcüklerin  köklü  bir  analizi,  o  sözcüklerin  Kur’anda  başka  ayetlerde  kullanıldığı  anlamları  da  delil  gösterilerek  en  mantıklı  ve  ikna  edici   gibi  görünen,  ama  bir  o  kadar  da  ekstrem  ve  bir  çok  karşı  eleştiriyi  alabilecek  değerlendirme  ve  görüş,  Yahudi  kaynaklarını  ve  rivayetlerini  devre  dışı  bırakan “  Tek  Kaynak  Kitap “  diyerek  sadece  Kur’an  odaklı  İlâhiyat  üzerine  çalışmalar  yapan  ve  bu  bağlamda  “  Hadım  Edilen  Nebi  Yusuf “  adlı  eseri  yazan  Araştırmacı  ve  Yazar   Ramazan  Demir  Bey  Kardeşimiz  tarafından  yapılmıştır. Ona  göre ;

Bu  kuyu 19. ayette  yine  karşımıza  çıkacaktır. Yahudi  rivayet  şablonlarına  göre  O  ayette  de  olay  tam  kardeşlerin  dediği  gibi  gelişmekte,  oradan  geçen  bir  kervanın  sucuları  kuyudan  su  çekmek  için  kovalarını   kuyuya  daldırmaktalar...  Ama  kovadan  bekledikleri  gibi  su  değil  de  bir  ğulam  /  çalıştırılabilecek  bir  köle,  esir  çıkmaktadır.  Kervan’ın  o  bölgenin  insanları  olmadıkları  bellidir  ama  buna  rağmen  hem  kuyudan  hem  de  kuyunun  dibinde  su  olduğundan  haberdardırlar. Bu  durumda ;  yabancı  olan  kervanlar  bile  o  kuyuyu  ve  kuyunun  içinden  su  çıkacağını  bilmekteyken,  nasıl  oluyor  da  gayb  /  bilinmeyen   sözcüğünden  türemiş “ gayabet ”  sözcüğü  “ o  kuyunun  bilinmeyen  dibi  ”  anlamına  gelmektedir. Bunun  yanında  ayetin  bir  önceki  ayetle  bağlantısına  bakıldığında  daha  başka  sorular  da  gündeme  gelmektedir. Konuşmaya  dikkat  edilirse  Yusuf  hakkında  yapılması  istenen  iki  şey  olduğu  görülecektir. “ Öldürün  ya  da  bir  yere  atın. ”  “ Ya da ”  şeklinde  çevrilen   ev “  edatı  sözcüğe  ya  bu,  ya  şu  anlamı  vererek  iki  şıktan  birini  yapmalarını  önermektedir.  Fakat  bir  sonraki  10. ayete  baktığımızda  bir  önceki  cümleyle  bağının  olması  gerekenden  farklı  alternatifler  olduğu  görülecektir.  Fakat  iki  alternatif  arasına  bunlardan  biri  gelmemiş vav “  harfi  gelmiştir. Bağlacın  bu  şekilde  olması  sözcüğün  en  başındaki  ” la ”  olumsuzluk  edatının  etkisinin  tüm  cümleye  hâkim  olmasını  gerekli  kılmaktadır. Bu  durumda  ayetin  anlamı  “  İçlerinden  sözü  dinlenen  biri  dedi ki ;  Yusuf’u  öldürmeyin  ve  kuyunun  dibine  atmayın ” şeklinde  olmalıydı.  Arap  dilinde ” vav”  harfinin  cümle  ve  sözcükler  üzerinde  23  farklı  şekilde  kullanımı  vardır. Fakat  bu  kullanımların  hiçbirinde ” vav”  harfi  kendinden  önce  gelen  olumsuz  anlamın  kendisinden  sonrasına  geçmesine  engel   değildir. Bu  ise,  kullanılan  fiillerin  farklı  farklı  olmasına  rağmen,  verilen  anlamların  aynı  olmasından  kaynaklanmaktadır.

Kuyunun  dibi  olarak  çevrilen “  fi ğayâbet il cubbi “  ifadesinin  kuyu  dibi  anlamına  gelmeyeceği  15. ayette  geçen “  en  yec’alu  hu  fi  ğayâbet  il  cubbi  “  ifadesinden  anlaşılmaktadır. Tüm  meal  ve  tefsirler  tarafından  “ Onu  kuyuya  bırakmak  /  atmak için ”  sözcükteki  bu  çevrilen  şeklinde  yecalu  hu  fiili  asla bırakmak / atmak  anlamında  kullanılamaz. Çünkü  bu  sözcük  ne  sözlüklerde  ne  de  Kur’an’da  geçtiği  yerlerde  bırakmak  /  atmak  anlamında  geçmemektedir. Bu  sözcüğe  bırakmak  /  atmak  anlamını  vermek ( gizlenmesi  ve  telafisi  mümkün  olmayan ) tahriften  başka  bir  şey değildir.  “ yecalu  hu “  Fiili  sonundaki  “ o “  zamiri  ile  birlikte “  onu  yapmak,  onu  şekle  sokmak,  onu  kılmak,  onu … haline  getirmek  ” anlamlarına  gelmektedir.  Ayette  geçen  El  cubbi  sözcüğü   ise  “ Kesmek,  kökünden  kesmek,  cinsel  organını  kökünden  kesmek,  İslam  geçmişte  olan  kötülükleri  kökünden  kesip  atar,  Yenmek,  üstün  gelmek,  İnsanlar düşmanı  yendi,  Birbirinin  kız  kardeşiyle  evlenmek,  Cübbe  giymek,  Kuyu,  çukur, “  anlamlarına  gelir.  Erkeklik  organın  kesilmiş  olması  Cebbun,  Erkeklik  organı  kökünden  kesilmiş  olan  kimse. Mecbub  tur.  ( Yrd. Doç. Dr  İlyas Karslı.  El  Mu’cemu’l  Cedid.  CBB  maddesi. S. 354 )  Buraya  kadar  yaptığımız  açıklamalardan  dolayı  Yusuf’un  kuyuya  atılma  olayı  üzerinde  ciddi  şüpheler  ortaya  çıkmaktadır.

Tüm  bunlar  bize   şunu  göstermektedir  ki,  Kur’an  sözcüklerine  anlam  verenler,  zihinlerindeki  kıssaya  önlerindeki  Yahudi  kaynakları  İsrailiyat’a  ait  şablonları  kullanarak,  Kur’an’daki  Yusuf   kıssasının,  Tevrat’ta   anlatılan  Yusuf   kıssasının  kötü  bir  kopyası  olmasına  yol  açmışlardır.  Yüce  Allah’ın  Tevrat’ın  tahrif  edildiğini,  içine  insan  sözü  karıştırıldığını,  Allah’ın  söylemediği  şeylerle  değiştirildiğini,  birçok  yerinin  ise  gizlendiğini  söylemesi  dikkate  alınmamış,  tasdik ( doğrunun   ortaya  çıkarılıp  onay  verilmesi,  yalanın  ortaya  çıkarılıp  tekzip )  edilmesi  gereken  Tevrat,  Kur’an  kıssalarını  anlama  ve  açıklamada  kaynak  olarak  alınmıştır.  Sonuçta  Kur’an’ın  Yusuf  kıssasında  Yahudiler  tarafından  uydurulmuş  yalanları  ortaya  çıkaracak,  tahriflerini  deşifre  edecek  durumu  kalmamıştır. Tutunmamız  gereken  Kur’an  sözcükleri  Yusuf  hakkında  en  çok  bilinen  kuyuya  atılma  olayının  aslında  hiç  olmadığını  göstermektedir. Özellikle  15. ayette  geçen  “ yec’aluhu  fi  gayâbeti-l  cubbi ”  ibaresi  Yusuf’un  bir  kuyuya  atılmasından  değil,  Onun  ( fi gayabati'l )  gayabatın  içinde  /  o  çukurda,  o  yerde  El-cubbi  haline  getirilmesinden  bahsetmektedir. Yani  onun  cinsel  organlarının  kesilmesinden.  İbaresinde  kuyu  /  çukur  anlamına  gelen  sözcük  el  cubbi  sözcüğü  değil,  o  “  fi  gayâbeti'l  cubbi “  sözcüğüdür. ( Ragıp  El  İsfahani  El  Müfredat  GYB  maddesi. )  İsfahani  yer  çukur  sözcüğünün  anlamına  geldiğini  söylemektedir. )  El Cubbi  sözcüğü  ise  hadım  edilmiş,  cinsel  organı  kesilmiş  anlamına  gelmektedir.

Buna  göre  incelediğimiz  ayetlerin  anlamı  şöyle  olmak  durumundadır. Yusuf  8-9 : Bir  gün  kardeşleri  şöyle  dediler : “ Babamızın  Yusuf’u  ve  öz  kardeşini  bizden  çok  tercih  ettiği  açık.  Oysa  biz  sağlam  bir  topluluğuz.  Babamız  gerçekten  açık  bir  sapkınlık  içinde. “ Öldürün  Yusuf’u  veya  kökünü  söküp atın ( kökünü kurutun ) ki  babanızın  veçhi  sadece  size  geçsin,  ancak  bundan  sonra  düzelmiş  bir  kavim  olabilirsiniz.”  Bu  ayette  konuşan  ve  akıl  veren  şeytandır. Bu  konuşma  kardeşlerin  içinden  en  çok  sözü  dinlenene  vahiy  şeklinde  olmuştur. Bu  yüzden  ayetin  başında “ dedi ” ibaresi  yoktur. Yusuf 10  :  İçlerinden  sözü  dinlenen  biri  şöyle  dedi: “ Eğer  yapacaksanız  andolsun  ki  çukurun  içinde  Yusuf’u  hadımlığa  kavuşturarak  kahredin  /  etkisiz  hale  getirin  ki  bildiğiniz  o  kervan  onu  köle  olarak  alsın. Yine  Yusuf  Sûresinin  33. ayetinde  bu  sözcük  aynı  formda  “ daha  fazla  tercih  etmek ”  anlamında  kullanılmıştır. Bildiğiniz  o  kervan  diye  çevirmemizin  gerekçesi  sözcüğün  başında  bulunan  " el "  takısıdır.  Köle  yapsın  diye  çevirdiğimiz   gulam  sözcüğü  “ buluntu  veya  atılmış  çocuk ”  anlamındadır.  Kardeşlerin  Yusuf  hakkında  özellikle  bu  sözcüğü  kullanmasının  temel  sebebi  Lakit  yani  buluntu  olan  biri  hiç  kimse  ile  vela  /  aile  bağı  kuramaz  ve  kimse  de  ona  vela  /  aile  yoluyla  mirasçı  olamaz. Üstelik  bu  hadım  edilmiş  bir  çocuk  olursa  resul  bile  olsa devamı  olmayacak  demektir. Öte  yandan  kardeşlerin  bu  sözcüğü  kullanması  onların  Yusuf’u  kervana  buluntu  çocuk  olarak  satmayı  planladıkları  anlamına  gelmektedir. Zira  onlar  kervanlardan  herhangi  biri  dememiş  “ o  kervan  "  denilmiş. 

Görüldüğü  gibi  kardeşler  Yusuf’u  basitçe  kuyuya  atmamışlar,  onun  cinsellik  organını  keserek  nesil  sahibi  olmasını  engellemişlerdir. Böyle  yapmalarındaki  amaç Yüce  Allah’ı  kendilerine  mecbur  bırakmaktır. Zira  Yusuf’un  nesli  olması  durumunda  elçilik  onun  neslinden  devam  edecektir. Bu  Yüce  Allah’ın  İbrahim’e verdiği  sözün  gereğidir. Yüce  Allah  sözünden  dönmeyeceğine  göre  mecburen  onlardan  birini  ya  da  onlardan  birinin  neslini  seçecektir. Yusuf  ve  kardeşinin  annelerinin  farklı  olduğu  ayetle  sabittir. Yahudiler  sırf  başka  anneden  oldu  diye  İsmail  hakkında  da  aynı  şeyi  yapmışlardır. Onlara  göre  İsmail,  İbrahim’in  Mısırlı  köleden  olma  oğludur  ve  bir  kölenin  oğlunun  resul  olması  onlara  göre  asla  mümkün  değildir. Sırf  bundan  dolayı  İsmail  soyundan  olma  Muhammed  (a.s)’in  Resullüğünü  de  kabul  etmemişlerdir. Bu  şeytani  vahyi,  tarih  boyunca  taşımışlar  ve  aynı  zamanda  bir  inanç  temeli  olarak  Yüce  Allah’ın  gönderdiği  Tevrat’ı  da  bu  yönde  tahrif   ederek  değiştirmişlerdir. Bu  gelenek  Yahudilerin  ilk  ataları  olan  Yakub’un  10  oğlu  tarafından  başlatılmıştır. Şeytanın  vahyi  onlara  Allah’ın  vahyinden  daha  sevgili  olmuştur. İlk  atalarının  izinden  giderek  tarih  boyunca  vahye  ihanet  eden  Yahudiler,  ihanetlerinden  vazgeçip  vahye  uyacaklarına,  tam  tersini  yaparak  vahyi  ihanetlerine  uydurmuşlar,  küfürlerini,  isyanlarını,  hainliklerini  kurumsallaştırarak  din  haline  getirmişlerdir.  Allah’tan  gelen  tertemiz  vahiyleri  ve  vahiylerle  anlatılan  resul  kıssalarını  yeniden  düzenleyerek  kendi  ihanetlerine  uygun  hale  getirmişlerdir. ( LKT  kelimesi  ile  ilgili  bkz. El Müfredat  LKT md. Ve  İmam  Kurtubi ; El  Camiu li  Ahkamil  Kur’an  c.9.s.206.  Bakara  124  Kitabı  Mukaddes  Yaratılış 17 /1-27 )

Tek  Kaynak  Kur'an  diyerek  ve  bizim  de  böyle  bir  şey  olamaz  diyemeyeceğimiz  Ramazan  Demir  Bey  kardeşimiz,  "  Hadım  Edilen  Nebi  Yusuf  "  başlıklı  Yusuf  Sûresinin  tefsir  eserinde  buraya  kadar  kuyu  konusunda  çok  makul,  mantıklı,  ikna  edici  gibi  görünen  değerlendirmeler  yapmış,  büyük  zaman  ve  emek  harcamış.  Kur'andaki  Yusuf  kıssasının  söz  konusu  ayetlerin  ardından  gelen  bütün  ayetlerini  de  bu  temel  görüş  etrafında  kalarak  değerlendirmiş  olsa  da,  yine  de  Kur'an  bağlamında  bizim  aklımıza  takılan  "  hadım  edilen  biri  evlenip  de  aile  oluşturup  çocuk  sahibi  "  olabilir  mi ?  O  koşulda  komplikasyonlar  oluşturabilecek  ve  sünnetten  de  öte  daha  derin  bir  cerrahi   müdahale  ve  onun  tedavisi  nasıl  yapılabilmiştir ?  el  cübbi  sözcüğü  kuyu  olarak  kabul  edilip,  tehlikeli  bir  cerrahi  müdahale  olmadan  metafor  olarak  daha  başka  anlamlara  gelmiş  olamaz  mı ?  gibi  sorular  bulunmaktadır.  Kabul  edelim  ki  gerçekten  Yusuf  peygamber  hadım  edildi  ve  zürriyet  olanağına  son  verildi  !  Yahudi  kaynaklarında  O'nun  Potifarın  kızı  ile,  sonra  da  Züleyha  ile  evlenip  çocuklarının  olduğu  rivayetleri  de  bir  tarafa  bırakalım,  elimizin  tersiyle  itelim.  Fakat  Kur'anda ;

Kur'an  ayetlerine  dikkat  edildiğinde  özellikle  Rad  Sûresinin  38.  ayetinde  "  Ve  le  kad  erselna  rusulem  min  kablike  ve  cealna  lehüm  ezvâcev  ve  zürriyeh.  ve  mâ  kâne  li  rasûlin  eyye'tiye  bi  âyetin  illâ  bi  iznillâh  li  külli  ecelin  kitâb " 

Andolsun  ki  Biz  senden  önce  de  resüller / peygamberler  gönderdik.  Onlara  da  eşler  ve  nesil  /  oğlan  kız  çocuklar  verdik. Hiç  bir  peygamber  için  Allah'ın  izni  olmadan  herhangi  bir  alamet  / gösterge  /  mucize  getirmek  de  yoktur.  Her  süre  sonu  için  bir  yazı  vardır. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi   Rabbimizin  bizim  peygamberimize  gelinceye  kadar  Yusuf  ve  İsa  peygamber  de  dahil  bütün  peygamberleri  için  belirttiği  bu  ifadeleri  ne  yapacağız ? Elbette  ki  doğrusunu  en  iyi  bilen  Allah'tır.

Babaları  oğullarına  güvenmese  de,  onlar  döktükleri  dillerle  ikna  ederek  Yusuf'u  yanlarında  götürürler  ve  bu  olayın  ardından   geri  döndüklerinde  babalarına  da  kanlı  bir  gömlek  gösterip  onu  kurt  yedi  derler. Yusuf  Sûresinin  18. ayetinde  “ Bir  de  gömleğinin  üzerinde  yalandan  bir  kan  getirdiler.  Babaları  dedi  ki  :  “  Tam  tersine  nefisleriniz  aldatıp  size  bir  iş  yaptırmış.  - Artık  güzel  bir  sabır ! -  Bu  anlattıklarınıza  karşılık  yardımına  sığınılacak  olan  ancak  Allah’tır. “  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  çocuklarının  anlattıklarına  inanmayan  Yakub  Peygamber,  çıkış  yolu  olarak  herhangi  bir  tahammülsüzlük  ve  şikayetin  bulunmadığı  “ sabrı  cemil  “  güzel  sabır  ile  Allah’a  sığınmıştır. Fakat  Yahudi  kaynaklarında  ise  "  Ve  Yakub  elbisesini  parçaladı  ve  çulunu  beline  doladı. Oğlu  için  yıllarca  ağladı. ( Tekvin  37 / 34.  bab )  Talmud  78 / 79. babda   da  acıklı  haberi  aldıktan  sonra  Yakub'un  kendini  kederin  kucağına  koyverdiğini  ve  yüzünü  yerlere  çaldığı,  vahşi  bir  hayvanın  parçalaması  sonucu  bir  daha  onu  asla  göremeyeceğim  diyerek  haykırdığı,  yıllarca  ağladığı  anlatılır. ( Mevdudi )

Yine  Yahudi  kaynaklarının  bağlamında  anlatılanlara  göre  Yusuf,  atıldığı  kör  kuyudan  bir  ticaret  kervanındaki  tüccarlar  tarafından  bulunarak  çıkartılır,  Mısır’a  götürülür  ve  orada  köle  olarak  zengin  bir  aileye  satılır. Bu  aile  ona  iyi  bir  eğitim  ve  öğretim  sağlamış  ve  yetiştirmiştir. Yusuf  Sûresinin  21. ayetinde  de  “  ......  Ve  Biz  Yusuf'u  böylece  yeryüzünde  yerleştirdik.....Ve  Biz  kendisine  olayların  /  sözlerin  tevilini  /  ilk  anlamlarının  ne  olduğuna  dair  bilgileri  öğretelim  diye.... “  denilerek  Yusuf'un  vahye  muhatap  olduğu  22. ayette  de  “  Ve  Yusuf  tam  erginlik  çağına  gelince  kendisine  bilgi  /  ilim  ve  hüküm  verdik. “  ifadesi  ile  de  Yusuf’un  hem  elçi  ( Peygamber )  hem  de  mülki  amir,  hükümdar  yapıldığı  belirtilmektedir.  Zira  "  öğrettik "  ve  "  Kendisine  ilim  ve  hüküm  verdik "  ifadeleri  Rabbimizin  hem  elçi,  hem  de  hükümdar  yaptığı  elçiler  için  kullandığı  ifadelerdir. Nitekim  bu  ifadelerle  belirtilen  ayrıntı,  101.  ayette  Yusuf'un  " Rabbim !  Sen  bana  mülk  verdin "  şeklindeki  ifadesi  ile  de  teyit  edilmektedir.

Yusuf’u  satın  alıp  eğiten  aile  hakkında  Kur’anda  bilgi  verilmemesine  rağmen,  birçok  mealde  “ Aziz’in  karısı  “  ifadesi  yer  almaktadır. Yahudi  kaynaklarındaki  Rivayetlerin  bazılarında  Aziz  için  kıtfir,  bazılarında  da  Potifar  ismi,  karısı  için  de  Rail,  Zeliha,  Zelicha,  Züleyha,  isimleri  yer  almaktadır. Fakat  ayetin  orijinalinde  yer  alan  "  imraatü'l  aziz  "  isim  tamlaması  doğrudan  doğruya  bu  anlama  gelmemektedir.  Sözcükler  ayrı  ayrı   bütün  cümle  kalıpları  ve  dil  kuralları  nedeniyle  çok  geniş  ve  kapsamlı  olarak  incelendiğinde,  bu  zeminde  biz  de  hepsine  yer  veremeyeceğimiz  için,  sadece  kestirmeden  ifadenin  anlamının  "  O  en  üstün  yönetici  kadın "  şeklinde  olması  gerektiğini  belirtebiliriz.  Hikâyenin  devamında  ergenlik  çağına  gelip  de  güzel  ve  yakışıklı  bir  görünümde  olunca,  evin  hanımının  cinsel  arzu  ile  Yusuf’a  saldırısı ve  gömleğinin  arkadan  yırtılmasıyla  başlayan  olay,  sonuçta  Yusuf’un  hayatında  önemli  bir  dönemi   başlatmıştır. Yusuf’un  Allah’a  sığınarak,  iffetini  koruyarak  kadının  isteklerine  alet  olmayışı  ile  bu  olay,  ibretlik  sonuçlar  ve  farklı  gelişimler  ortaya  çıkarmıştır.  Yine  Ramazan  Demir  Bey  kardeşimizin  31 -  35.  ayetler  arasında  sadece  Kur'an  ayetleri  bağlamında  "  Hadım  Edilen  Nebi  Yusuf  "  başlıklı  eserinde  çok  geniş  ayrıntılarla  anlattığı  gibi  Yusuf,  suçsuzluğu  kanıtlandığı  halde  haksız  bir  şekilde  zindana  atılır. Klasik  eserlerde  Yusuf’un  zindanda  kaldığı  süre  değişik  rivayetlere  göre,  üç  ay,  beş  yıl,  yedi  yıl,  dokuz  yıl,  on  iki  yıl  olarak  aktarılır. Tabii  ki  bunların  hiç  birinin  geçerli  bir  dayanağı  yoktur.  Yusuf  Sûresinin  35. ayetinde  “  Sonra  bu  kadar  delili  gördükten  sonra  bir  süre  için  O’nu  zindana  atmaları  açığa  çıktı. “  ifadelerinde  belirtildiği  gibi,  uzun  bir  süre  için  değil,  kısa  bir  süre  için  hapse  atıldığı  anlaşılmaktadır. Zindanda  yatan  iki  kişi  kendi  haklarında  gördükleri  rüyayı  Yusuf’a  anlatırlar,  içlerini  dökerler,  dertlerini  açar  ve  çözüm  için  ona  müracaat  ederler.  Allah’ın  verdiği  ilim  sayesinde  Yusuf  Peygamber’in  yaptığı  tevil  ( öngörü,  doğru  sıralama,  açıklama )  gerçekleşir  ve  kurtulacağını  söylediği  kişi  kurtulur,  fakat  42. ayette  “  Ve  Yusuf  o  iki  kişiden,  kurtulacağını  kesin  olarak  bildiği  kişiye  “  Efendi  edindiğin  kişinin  yanında  beni  an “  dedi.  Sonra  benliği  ona  hatırlatmayı  terk  ettirdi.  Böylece  Yusuf,  beş  on  sene  zindanda  kaldı. “  ifadelerinden  anlaşıldığı  gibi,  zindandan  kurtulan  mahkum,  kendi  içindeki  şeytanının  vesveselerinden  dolayı  Yusuf  peygamberin  tembihini  söylememiş  ve  bundan  dolayı  da  kısa  bir  süre  için  zindana  konulmuş  olduğu  halde  Yusuf,  daha  uzun  süre  zindanda  yatmak  zorunda  kalmıştır.

Daha  sonra  ise  ülke  yöneticisinin  gördüğü  ve  canının  sıkılmasına  neden  olan  görüntü ( vizyon ),  bir  çok  kâhinin  işin  içinden  çıkamamasına  rağmen,  en  doğru  şekilde  tevil   edebilen  Yusuf’un,  zindandan  kurtulmasının  vesilesi  olmuştur.  Bundan  dolayı  da  aynı  zamanda  Yusuf’a  o  bölgenin  bütün  yönetim  yetkileri  teslim  edilmiş,  melik  yapılmıştır. Ülkede  gerçekten  Yusuf’un  tevil  ettiği  gibi  yedi  yıl  kıtlık  olmuş,  fakat  önceden  alınan  önlemler  sayesinde  ülke  bu  kıtlıkların  sıkıntısını  yaşamamıştır. Bütün  bu  olanlar  çevre  ülkelerinde  de  duyulmuş,  Yusuf'un  Kenan  ilinde  yaşayan   kardeşleri  de  buğday  yardımı  alabilmek  için  Mısır’a  gelmişlerdir. Kendilerine  gerekli  yardımlar  yapılmış  ama  Yusuf’un  düzenlediği  bir  plan  dahilinde  o  yörenin  yasalarına  göre  hırsızlıkla  suçlanarak  küçük  kardeşleri  Bünyamin  Mısırda  alı  konmuştur.  Amaç,  yıllardır  göz  yaşı  dökmüş  olan  baba  Yakub  Peygambere,  oğlu  Yusuf’un  yaşadığını  göstermek  ve  bütün  aileyi  Mısır’da  toplayarak  birbirlerine  kavuşturmaktır.  Buğday  yardımını  alan  diğer  kardeşler,  en  küçük  kardeşlerini  zorunlu  olarak  Mıdır’da  bırakıp  Kenan  iline  döndüklerinde  83. ayette  “  Babaları  dedi  ki  :  Aksine  nefisleriniz  sizi  aldatıp  bir  işe  sürüklemiş.  Artık  güzel  bir  sabır !  Umarım  ki  Allah  üçünü  birden  bana  getirir.  84.  Ve  Yakub  onlardan  yüz  çevirdi.   Ve  “  Vah  Yusuf’la  olan  hasretim  vah ! “  dedi.  Ve  üzüntüden  iki  gözü  bembeyaz  oldu. “  ifadeleriyle  belirtildiğine  göre  oğullarına  inanmayan  Yakub  peygamber,  önce  oğlu  Yusuf’a  duyduğu  hasretle  perişan  hale  gelmiş,  sonra  da  içine  düştüğü  durum  nedeniyle  içindekileri,  hüznünü  Allah’a  havale  edip,  cezalandırmayı  düşünmeden,  oğullarından  Yusuf  ve  küçük  kardeşlerini  tekrar  aramasını  istemiştir.  Ayetlerdeki  üzüntü  durumu  ile  dökülen  göz  yaşları  üzerine  pek  çok  rivayet  ortaya  atılmış  ve  özellikle  bir  çoğunda  olduğu  gibi  84. ayetin  Diyanet  İşleri  başkanlığının  çevirisinde     Onlardan  yüz   çevirdi  ve  “  Vah !  Yûsuf’a  vah ! ”  dedi  ve  üzüntüden  iki  gözüne  ak  düştü.  O  artık  acısını  içinde  saklıyordu.  85  : “  Oğulları, “ Allah’a  yemin  ederiz  ki,  sen  hâlâ  Yusuf’u  anıp  duruyorsun.  Sonunda  üzüntüden  eriyip  gideceksin  veya  helâk  olacaksın ” dediler. "  şeklinde  meallendirmelerle  Yakub  Peygamberin  gözlerinin  kör  olduğu  ifade  edilmiştir. Bu  anlayışlarla  ilgili  olarak ;

* Yakub ( a.s.)  “  Vah  Yusuf’a  olan  hasretime  vah “  deyince  üzüntüsünden  onu  hep  ağlamak  tutmuştur.  Bunun  sonucunda  da  gözlerindeki  su  çoğalmıştır.  Böylece  gözleri  o  suyun  beyazlığından  dolayı  da  beyazlanmıştır. O  halde  “ perde  indi  “  ifadesi  de  ağlamanın  hakim  olmasından   dolayı  bir  kinaye  olmuş  olur. Çünkü  hüznün  tesiri  körlüğün  meydana  gelmesinden  değil,  ağlamanın  ona  hakim  olmasındandır. Binanaleyh  ayette  bahsedilen  beyazlanmayı,  aklığı  ağlamanın  manasına  alırsak,  bu  sebep  makul  ve  yerinde  olur.  Ama  onu  kör  olması  anlamına  hamledersek,  bu  sebep  ve  tahlil,  güzel,  makul  ve  yerinde  olmaz. ( Vahidi  Kitabü’l  Basit’te  İbni  Abbas  rivayeti )

* Bununla  Yakub’un  kör  olması  kastedilmiştir.  Mukatil  şöyle  der :  “  Yakub ( a.s. )  altı  sene  kör  kalmıştır. Derken  Allahu  Teala  onun  gözlerini  Yusuf’un  gömleği  ile  açmıştır  ki,  bu  da  Cenabı  Hakkın  Yusuf  Sûresinin  93. ayetinde  “ Şu  benim  gömleğimi  götürün  de  onu  babamın  yüzüne  atın,  iyice  görür  bir  hale  gelir “  ifadesinden  anlaşılan  husustur. Denildiğine  göre  Cebrail  ( a.s. ) Yusuf  ( a.s. )  hapiste  iken,  onun  yanına  varmış  ve  :  “  Babanın  gözleri  sana  olan  kederinden  dolayı  gitti. “ demiş.  Bunun  üzerine  Yusuf  da  ellerini  başına  koyarak :  “  Keşke  annem  beni  doğurmasaydı  ve  ben  de  babamın  bu  denli  üzülmesine  sebep  olmasaydım ! “  demiştir.  Devamlı  hüzün,  devamlı  ağlama  da  körlüğe  yol  açar. O  halde  hüzün,  bu  yolla  körlüğün  sebebi  olmuştur.

* Bazı  müfessirler  de   Yakub’un  kör  olmadığını,  ancak  onun  görme  duyusunun  azaldığını  söylemişlerdir. Bazıları  da  Yusuf’tan  ayrıldığı  vakitten  sonra  Yakub  Peygamberin  gözlerinin  onunla  karşılaşıncaya  kadar  geçen  zaman  içinde  hep  yaşlı  olduğu,  kurumadığı,  bu  sürenin  ise  seksen  yıl  olduğu  ve  yeryüzünde  Allah  nezdinde  Yakub’tan  daha  kerim,  iyi  bir  kimsenin  olmadığı  da  ileri  sürülmüştür. Ayetlerin  orijinalindeki  “ Haradun,  evtekune  minel  halikiyn,  tallahi  tefteü,  elbesü “  sözcüklerinin  anlamları  üzerine  bir  çok  müfessir,  değişik  değişik  yorumlar  ve  açıklamalar  getirmişlerdir.

Bu  ayetlerin  meallerine  göre,  84.  ayette  Yakub'un  gözlerine  ak  düşmesine  rağmen  85.  ayette  Yakub'un  oğulları,  babalarının  gözlerine  ak  düşmesini  dert  edinmemekte,  ama  buna  rağmen  eğer  Yusuf'u  anmaya  devam  ederse  ileride  hastalanacağını  söylemektedirler.  Ayetlerin  bu  şekliyle  kabul  edilip  yorum  yapılması  ise  çelişkidir.  Oysa  ayetteki  "  minel  huzni  aynehu  vebyaddat "  cümlesi,  bilinen  anlamda  gözlerin  kör  olmasından  değil  başka  bir  şeyden  bahsetmektedir. Kur'anda  birçok  ayette  "  vebyaddat "  sözcüğü  birçok  anlamının  yanı  sıra  "  dünyadayken  imanla  sebat  gösterenlerin  yüzlerinin  aklanacağını "  ifade  eder  şekilde  kullanılmıştır.  Bunun  bildiğimiz  anlamda  beyaz  renk  ya  da  bir  hastalık  olmakla  bir  ilgisi  yoktur.  Asıl  ise  kusurdan  arınmışlıkla  hesabı  temiz  vermenin  yüze  yansımasıdır.  Aynehu  sözcüğü  göz  ve  görmek  anlamında  olduğu  gibi  el  hüzni  sözcüğünün  Kur'andaki  fiil  olarak  bir  çok  anlamda  kullanılmasının  yanı  sıra   daha  ziyade  kast  edilen  ise  "  gelecek  endişesinden  kaynaklanan  üzüntü "  olduğu  ön  plana  çıkmaktadır.  Bu  olayların  ve  üst  üste  yaşananların  ardından  Yakub'un,  oğullarının  münafık  olduğunu  anlaması  hem  kendisi  için  hem  de  oğlu  için  bir  aydınlık  olmuştur.  Bu  hüznü  Yakub'un  gözlerinin  kör  olmasına  değil,  tam  tersi  gerçeği  görmesine,  gözünün  açılmasına  neden  olmuştur.  Bu  nedenle  Yusuf  84. ayeti  :  "  Ve  onlar  hakkındaki  ümidini  tamamen  yitirdi.  Yusuf'un ( üzüntüsü )  üstüne (  gelen )  üzüntüme  ne  yazık !  dedi.  Ve  o  hüznün  gerçekleştiğini  anlamasından  dolayı  anne  baba  bir  iki  evladının  değeri  arttı  ama  artık  O (  bunu )  içinde  tutan  biridir. "  şeklinde  olması  daha  uygun  bir  meallendirme  olacaktır. Yakub,  her  şeyi  daha  net  görmeye  ve  anlamaya  başlamıştır. Gelenekçi  müfessirlerin  Yakub'un  gözlerinin  kalıcı  veya  geçici  olarak  körleştiğini  söylemesinin  tutarlı  bir  delili  yoktur.  Zaten  hemen  arkadan  gelen  85.  ayet  de  Yakub'un  herhangi  bir  göz  kusurunun  olmadığının  delilidir.

Kıssanın  devamında  Yusuf  Peygamber  erzak  temini  için  tekrar  yanına  gelen  ve  huzuruna  çıkan  kardeşlerine  89. ayette  “  Yusuf  dedi  ki  :  Siz  cahiller  iken  Yusuf’a  ve  kardeşine  neler  yaptığınızı  biliyor  musunuz ?  “  90  :  “  Yusuf’un  kardeşleri  :  Yoksa  sen  sahiden  Yusuf  musun ?  dediler.  Yusuf  :  Ben  Yusuf’um  bu  da  kardeşim.  Kesinlikle  Allah  bizi  nimetlendirdi. “  91 :  Onlar  dediler  ki  :  Allah’a  yemin  olsun,  Allah  gerçekten  seni  bize  üstün  yaptı. Ve  biz  gerçekten  hatalılar  idik. “  92 – 93  :  Yusuf  dedi  ki  :  Bugün  size  bir  ayıplama  ve  azarlama  yoktur.  Allah  sizi  bağışlasın.  O  merhamet  edenlerin  en  merhametlisidir. Şu  gömleğimi  götürün  de  babamın  yüzüne  koyun.  O  ayıplanan  /  dalga  geçilen  hastalıktan  kurtulmuş  hale  gelir. / derbederlikten  kurtulur  ve  bütün  ailenizi  bana  getirin. “  ifadelerinde  belirtildiği  gibi  kendisini  tanıtır,  kardeşlerinin  özür  dileyerek  mahcup  olduklarını  belirtmelerinin  üzerine  onları  bağışlar  ve  gömleğini  babasına  göndererek  tüm  aileyi  de  Mısır’a  davet  eder.  Bu  ayet  grubunda  aslında  kardeşler  ve  insanlar  arasındaki  düşmanlığın  ve  mutsuzluğun  kalkmasında,  hoşgörünün,  affın  ne  kadar  önemli  olduğu  mesajı  verilmektedir.  Yusuf’un  ayetteki  daveti,  aslında  gururundan  dolayı  ailesini  ayağına  çağırmak  değil,  göçebe  hayatı  yaşayan  ailesini  yerleşik  ve  daha  medeni  bir  hayata  kavuşturmaktır.  Kardeşler  bunun  üzerine  tekrar  Kenan  iline  babalarının  yanına  dönüp,  Yusuf’un  gömleğini  ona  verdiklerinde,  94  :  Ne  zaman  ki  kafile  ayrıldı,  babaları  dedi  ki : “  Şüphesiz  ben  Yusuf’un  kokusunu  buluyorum. “  95  :  Dediler  ki :  " Vallahi  şüphesiz  sen  hala  o  eski  şaşkınlığındasın. "  96  :  “  Gerçekten  müjdeci  geldi,  gömleği  Yakub’un  yüzüne  koydu,  hemen  ayıplanan  / dalga  geçilen  hastalıktan  kurtulmuş  hale  geldi. “  ifadeleriyle  çoğunluk  ulema  tarafından   yapılan  meallendirmelerle  mucize  olarak  izah  edilmiştir. Halbuki  burada  mucize  şartları  mevcut  olmamakla  beraber,  baba  ve  oğul  arasında  ( paranormal  bir  irtibat / telepati )  oluşmuş  olabilir.  İnsan   beyninin  imkânlarının  modern  bilim  tarafından  henüz  tam  olarak  keşfedilmiş  olmadığından,  bu  olay  psişik  bir  olgu  olarak  kabul  edilebilir.  Ayetlerdeki  ifadelere  bakıldığı  zaman,  anlaşılan  o  ki  Yakub  Peygamber  işin  başından  beri  telepatik  olarak  belki   de  oğlu  Yusuf’tan  haber  almaktadır  ve  o  nedenle  de  hiç  bir  zaman  ümidini  kaybetmemiştir. İbrahim  ve  İshak  soyuna  Vizyon ( öngörü )  ile  telepati  yeteneği,  Allah’ın  verdiği  nimetlerdendir. 

Fakat  benzer  şekilde  birçok  mealde  ve  Diyanet  İşleri  Başkanlığında  da  Yusuf  93  : “  Bu  gömleğimi  götürün  de  babamın  yüzüne  koyun  ki,  gözleri  açılsın  ve  bütün  ailenizi  bana  getirin ” dedi. “ şeklinde  meallendirilmiştir.  Oysa   daha  önce  84. ayeti   incelerken  Yakub’un  gözlerinin  hiçbir  şekilde  kör olmadığını  ya  da  bir  hastalığa  tutulmadığını  söylemiştik.  Ama  geleneğin  anlattığı  Yusuf  kıssasında  en  dramatik  sahnelerden  birisi  de  kör  olan  Yakub’un Yusuf’un  gömleğiyle  gözlerinin  açılmasıdır. Evet  geleneksel  Yusuf  kıssası  Yakub’un  gözlerinin  kör  olduğunu  kolaylıkla  kabul  etmiştir  ama  kör  olan  gözlerin  bir  gömleğin  yüze  sürülmesi  ile  tekrar  görmeye  başlamasını  bu  kadar  kolay  kabul  edememiştir. Çoğunlukla  Yüce  Allah’ın  bir  mucizesi   denilerek  akli  soruların  dışlandığı  bu  olay,  birçok  insanın  meseleyi  sorgulayarak  anlamasının  önüne  geçmiştir. Hatta  birçok  çağdaş  yazar  bir  gömleğin  göze  sürülerek  görme  yetisinin  yeniden  kazanılmasının  bilimsel  açıklamalarına  bile  girişmiştir. Tüm  bu  çabalar  elbette ki  Yakub’un  kesin  olarak  kör  olduğu  ön  kabulünden  dolayı  olmaktadır. Yüce  Allah’ın  ne  dediğini  anlamak  için  yine  onun  sözcüklerine  tutunmak  yerine,  eskilerin   sözcüklere  verdiği  yanlış  anlamlar,  İsrailiyat  ve  rivayet  üzerinden  Yüce  Allah’ın  ayetlerini  şekillendiren  tefsirler  sorgulanmadan,  araştırmadan  kabul  etmek  ne  yazık  ki  maalesef  din  olmuştur.  

Aslında  93. ayette  yer  alan  “ kamisıy “  sözcüğü   gömlek  demektir. Giyilebilen  şeyler  için  kullanılan  “  tekamisiy "  fiili  de  gömleği  giymeyi  anlatır. Sözcüğün   daha  birçok  değişik  anlamları  da  bulunmaktadır.  Bu  ayette  geçen “  izhebu “ fiilinin  de  gitmek,  geçip  gitmek,  yolculuğa  çıkmak,  yok  olup  gitmek,  unutmak,  terk  etmek,  bırakmak,  görmezlikten  gelmek  gibi  anlamları  bulunmaktadır.  Bu  nedenle  Yusuf  93 : Şu  bana  olan  nefretinizi  terk  edin,  babamın  veçhi  üzerinde  içten  davranın,  hakikatin  bilgisi  gelecektir. Ve  tüm  ehlinizle  bana  gelin. “  şeklinde  olmalıdır.  Ayette   " Babamın  veçhi  üzerinde  içten  davranın ” demesi,  Yusuf’un  artık  Yakub’tan  sonra  gelen  Resul  olduğunun  kardeşlerine  de  belli  olmasından  dolayı  risalete  itaat  etmelerini  istemesidir. Öte  yandan  bunu  demesi;  babalarının  veçhi  hakkında  şeytanın  vahyine  tabi  olmalarından  vazgeçmelerini  istemesi  anlamına  da  gelmektedir. Çünkü  bu  veçhin  kendilerine  geçmesi  gerektiğini  söyleyen  şeytandır.  Artık  Yusuf  Resul  olduğuna  göre  babalarının  veçhi  ona  geçmiş  demektir.  İşte  Yusuf’un  “  babamın veçhinin  üzerine  kapanın ”  demesi,  bana  itaat  edin  anlamına  gelmektedir.  Yüce  Allah’ın  dininden  başkasına  kendinizi  kapatın  ve  itaat  edin anlamındadır.

Diyanet  çevirilerine  göre  yine  Yusuf  94  de  “  Kervan ( Mısır’dan )  ayrılınca  babaları, “ Bana  bunak  demezseniz,  şüphesiz  ben  Yûsuf’un  kokusunu  alıyorum ”  dedi. “  şeklinde  meallendirilmiştir.  Bu  Meal  ve  tefsirlere   göre,  gözlerine  ak  düşmüş  Yakub,  binlerce  kilometre  uzaktan  bir  koku  duymuş, bu kokunun  tahminen  25  yıl  önce  ergenlik  çağına  yeni  girmiş  bir  çocukken  kaybettiği  Yusuf’un  kokusu  olduğunu  anlamış  ve  bunu  etrafındakilere  bir  mucize  olarak  söylemiştir. Bu  şekildeki  meallendirmeler  tam  zamanına   ve  tam  yerine  oturmamış  bir  tutarsızlık   olup  tamamen  mantık  dışıdır. Yusuf  ve  diğer  oğlu  zaten  kurtulmuştur,  düşmanlık  yapan  oğulların  içine  düştükleri  hainlik  deşifre  olmuştur,  kafile  mutlu  bir  haberle  babalarına  dönmektedir. Yani  böyle  bir  mucize  ne  olayların  akışı  itibarıyla  ne  Yakub’un  içinde  bulunduğu  konum  itibarıyla  hiç  de  gerçekçi  değildir. Üstelik  de  tüm  meal  ve  tefsirler  tarafından  ayette  geçen  levla  en  tüfennidun “  ibaresine  müfessirler  çoğunlukla  ” Bana   bunak  demezseniz ” ifadesini  vermişlerdir. Halbuki  ayetteki  anlamı, “ Eğer  sözlerimi,  abuk  sabuk  şeyler  saymazsanız  ” şeklinde  olmalıdır. ( Kurtubi,  El  Camiul  Ahkami’l  Kur’an  c.9.s.391  Er Razi, Tefsir i Kebir c.13 / 340  )

Çünkü  ayette  geçen   tufennidun “  sözcüğü  fiili  muzari  ( geniş  /  şimdiki  /  gelecek  zaman )  kipinde,  müzekker ( erkek siga ),  cem’i  ( çoğul )  muhatap  bir sözcüktür. Eğer  kök  anlam  olarak  bunamak,  abuk  sabuk  konuşmak  anlamı  üzerinden  anlam  verilecekse  bunun  “ siz  bunarsınız  /  bunayacaksınız ” şeklinde  anlam  verilmesi  zorunludur.  Cümlenin  başında  ” lev ” eğer  ve  ” la ”  olumsuzluk  edatlarının   bulunması,  sözcüğe  olumsuzluk  ve  şart  anlamları  katmaktadır. Bu  durumda  cümlenin  anlamı  ” eğer  siz  bunamamışsanız  ”  şeklinde  olması  gerekmektedir. Bunun  yanında  cümlenin  içinde “ demezseniz ” şeklinde  bir  sözcük  de  bulunmamaktadır. O  halde  nasıl  oluyor  da  levla en tüfennidun “  cümlesinden  “ bana  bunak  demezseniz ” gibi   yanlış  bir  anlam  çıkarılmaktadır.  Sözcüklerin  bu  anlamlarına  göre  “  levla en tüfennidun ”  ifadesine  meal  ve  tefsirler  tarafından  verilen  “ eğer  siz  bana  bunak  demezseniz ”  anlamının  asla  doğru  olmayacağını  rahatlıkla  söyleyebiliriz.

Bu  açıklamalardan  sonra  ayette  geçen  “ levla  en  tüfennidun  “  ifadesine  kök  anlamlarını  inceleyerek   ve  ayette  geçtiği   şekliyle,  yani ;  muzari,  cem’i, müzekker,  muhatap   olarak  " Eğer  siz  bunaklık  yapmazsanız, Eğer  siz  saçmalamazsanız,  Eğer  siz  hatanızdan  pişmanlık  duymayacaksanız. "  ifadelerinden  birinin  tercih  edilmesi  gerekmektedir.  Ayetin   levla  en  tüfennidun “ ifadesine  bu  anlamlardan  hangisinin  tercih  edileceği  de  ancak  diğer  sözcüklerin  de  net  bir  şekilde  anlaşılmasıyla  belirlenecektir. Tüm  müfessirler  tek  bir  istisna  dahi  olmadan  ayette  geçen  le  ecidu  riha  Yusuf  “  ibaresini  de  “  Yusuf’un kokusunu  alıyorum ”  anlamına  geldiğini  söylemişlerdir. Onların  sözcüklere  yükledikleri  anlamlara  göre  le ecidu “  sözcüğü  “  alıyorum,  hissediyorum ” anlamına  gelmektedir.  Ama   le  ecidu “  sözcüğü  (v, c, d)  kök  harflerinden  türemiş  bir  sözcüktür,  Kur’an’da  bu  kökten  türemiş  107  sözcük   bulunmaktadır. Var  oluş,  yoktan  var  olma  ve  hazır  bulma   gibi  bir  çok  anlamlarda   kullanılmaktadır.  Belirtilen  bu  sözcüklerin  kullanımından  hiçbiri  koku  bulmak  ya  da  sadece  koku   almayı  ifade  eder  şeklinde  değildir. ( R. El İsfahani, El Müfredat VCD md.  Yrd. Doç. Dr. İlyas Karslı, Yeni  Sözlük  VCD  md.s.2074  )

Öte  yandan  ayetin  başında  gelen “ Velemma  fesaletil  ıyru “ cümlesi  de  “ Kervan  ayrıldığında ”  anlamına  gelmektedir. İncelediğimiz  “ le ecidu”  cümlesine yüklenen  anlam  hep  Yusuf’un  kardeşlerine  babasının  gözlerinin  açılması  için  gömleğini  verdiği  kurgusu  üzerinden  verilmiştir.  Oysa  daha  önceki   bölümde Yusuf’un  herhangi  bir  gömlek  vermediğini  ortaya  koymuştuk. Bu  nedenle  Yusuf  94  ayeti : “ Kervan  ayrıldığında  önderleri, “ Eğer,  siz  beni  geçersiz  hale getirmezseniz,  ben  kesinlikle  Yusuf’un  Rih’ını  /  gücünü   yemin  olsun  elde  edeceğim  ” dedi. “  şeklinde  olmalıdır.

Bunların  dışında  ayet  grubunun  orijinalindeki  “  Basiyr “  sözcüğü  de  genellikle  Kur'anda   Allah  için  “ iyi  gören “  anlamında   kullanıldığından,  Yakub  Peygamberin  bu  kıssadaki  durumu  için  de,  onun  önce  körleştiği,  sonra  da  körlükten  kurtulup  “  iyi  görür “  hale  geldiği  şeklinde  anlaşılmıştır.  Fakat  “  Basiyr “  sözcüğü  aynı  zamanda  Arapçada  “  Alay  edilen,  dalga  geçilen,  derbeder,  hasta  görünümünde “  anlamındaki  “ darir “  sözcüğünün  karşıtı  olarak  da  kullanılır.  Ayetteki  ifadelerle  gömleğin  yüze  konulması  ile,  ağlamaktan  gözlerine  ak  düşen  ve  gerçekten  kör  olan,  yapısı  bozulmuş  olan  gözün,  mucizevi  olarak  eskisi  gibi  görür  hale  geldiğini  kabul  etmek  gerçek  hayatta,  biyoloji  kanunlarına  göre  herhangi  bir  tıbbi  müdahale  yapılmadan  mümkün  değildir.  Daha  önceki  ayetlerde  de  aslında  Yakub'un  gözlerinin  kör  olmadığını  da  açıklamıştık. Gözün  gerçekten  kör  olduğunun  kabul  edilmesi,  hem  ayetin  orijinalinde  yer  alan   “ Basiyr “  sözcüğünün  ( Oğlunun  sağ  olduğunun  haberini  alması,  onun  gömleğini  koklaması  ile  yaşadığı  mutluluğa  bağlı  olarak,  çökmüş,  dünyaya  ve  hayata  umursamaz  bakışından,  hastalıklı  gibi  görünüp  dalga  geçilebilecek  derbeder  bir  yapıdan  kurtulma  olan  )  şeklindeki   kabuller,  Allah’ın  koyduğu  Biyoloji  kanunlarına,  Sünnetullah’a  aykırıdır.  Elbette  ki  yaşlılıktan,  yıllarca  üzüntünün  getirdiği  stresten,  dökülen  göz  yaşlarından  dolayı  gözünde  perde,  donukluk  ve  katarakt  oluşmuş,  Yakub ( a.s. ) ın  görme  duyusu  zayıflamış  olabilir.  Ama  bütün  bunlar  gözün  tamamen  kör  olduğu  anlamına  gelmez. Yakub ( a.s. ) ın  içinde  bulunduğu  psikolojik  olumsuzluklardan  dolayı,  kendine  bakmak  istemediği,  hayattan  umudunun  ve  güzel  beklentilerinin  kalmamış  olmasından,  bakımsız,  derbeder  ve  hastalıklı  bir  görünüme  bürünmüş  olduğu  ve  müjdeli  haberi  almasından  sonra  kazandığı  moralle,  artık  hayata  bakışının  daha  olumlu  olacağı  da  aşikardır.  Bundan  dolayı  da,   Yakub'un  içinde  bulunduğu  duruma  uygun  olarak  ayetin  orijinalinde  “  Basiyr “  sözcüğü  kullanılmıştır. Sonuçta  Yakub ( a.s. )  şüphesiz  Allah’ın  inayeti  ile  kaybettiği  oğlu  Yusuf’a  kavuşmuş,  onu  dünya  gözüyle  görmüş  ve  rivayetlere  göre  de  hayatının  18  yılını  oğlunun  yanında  Mısır’da  geçirmiştir.

Aslında  bu  hikâyenin  iki  kahramanı  olan  Yakub  ve  Yusuf  peygamberler,  Allah’ın  meşieti  ( iradesi )  gereği  kendilerine  belirlemiş  olduğu  rolleri  oynayan  iki  aktör  konumundadırlar. Yüce  Allah  onlara  tarih  sahnesinde  aile  içi  hatalı  davranışları  ve  ardından  gösterecekleri  tepki  rollerini  biçmiştir. Onlar  bu  rollerini  tam  olması  gerektiği  gibi  oynayacaklardır  ki,  oynamışlardır  da  ve  sabrı  cemil  ile  uygulamışlardır. Yakub  peygamber,  sadece  oğlu  Yusuf’un  kaybına  değil,  aslında  daha  çok  hakikatin,  onunla  insanlığa  sunulacak  Kerim  bir  elçinin  o  andaki   kaybına  ağlamıştır.  Çocuklarının  olumsuz  ve  yanlış  davranışlarından  dolayı  onlardan  asla  yüz  çevirmemiştir,  sabırla  duruşunu  muhafaza  etmiştir.  Allah’a  sığınmış,  sürekli  ondan  yardım  talep  etmiştir.  Hatalarından  dolayı  çocuklarının  bağışlanmasını  istemiştir. Yakub  Peygamber  ortaya  çıkan  vizyon  konusuyla  evladının  kendisinden  daha  fazla  bir  nimetle  şereflendirileceğini  anlamış,  fakat  bundan  hiç  rahatsızlık  duymamış,  bilakis  mutluluk  ve  huzur  bulmuştur.  Bundan  dolayı  da  sonuçta  Yusuf,  önce  Allah’ın  elçisi  olmuş,  Mısır'a  sultan  yapılmış,  Yakub’un  asıl  davası  olan  İslam  ve  Tevhit  inancı,  Mısır’da  hayat  bulmuştur. Bugün  anlatılan  bu  kıssa  ile  Kur’anın  asıl  mesajını  doğru  algılayabilenler,  onların  sergiledikleri  hatalı  davranışları  görüp  duyanlar,  gösterdikleri  sabrı  örnek  alanlar,  düşünüp  akıl  edebilenler,  elbette  ki  kıssanın  anlatıldığı  ayetlerden  ibret  alacaklar,  onlar  gibi  aile  içerisinde  yanlış  davranışlardan  uzak  durabileceklerdir.

Fakat  ne  yazık  ki  çoğunlukla  Allah’ın  meşietinin  ( iradesinin ) kendilerine  belirlemiş  olduğu  rollerin  farkında  olamayanlara  göre, Yusuf  mucizevi  bir  şekilde  Mısır’a  Sultan   yapılmış,  aslında  ortada  olmayan  Yusuf’un  yırtılan  kanlı  gömleği  kör  olan  gözü  görür  hale  getiren  sihirli  gömleğe  dönüşerek  ön  plana  çıkarılmış,  Müslümanlar  Kur’anın  asıl  mesajlarından  ziyade  her  peygamber  kıssasında  olduğu  gibi,  mucizelerin  ve  masalların  peşine  düşürülmüşlerdir. Ne  diyelim !  Masallarda  olduğu  gibi  Yakub  ve  oğlu  Yusuf  ermiş  muradına  biz  çıkalım  kerevetine  mi  diyelim !  Güzel  bir  hikâye  dinledik,  eğlendik,  hoşça  bir  vakit  geçirdik  mi  diyelim ?  Peki  Kur’an  bize  masal  ve  mucize  mi  anlatmaktadır ?  Allah, Yusuf  Sûresinin  başından  sonuna  kadar  111  ayet  ile  bize  sadece  gömleğin  mucizesini,  kerametini  mi  anlatmak  istemiştir ?  Bu  kadar  basit  düşünülebilen  bir  Allah,  zerreden  küreye  çok  hassas  hesaplamalarla  yaratılmış  olan  bu  devasa  Evrenin,  Kâinatın  ve  içindekilerin  sahibi  olabilir  mi ? Allah’ın  her  şeye  kadir  olduğundan,  gücünden,  yapabileceklerinden  iman  ettim  diyen   kimsenin  şüphesi  olabilir  mi ?  Allah’ın  mucize  göstermeye  ihtiyacı  mı  vardır ?  Elbette  ki  hayır !  Başımızı  kaldırdığımızda  başta  kendi  bedenimiz  olmak  üzere,  bütün  gördüklerimiz,  yaşanan  bütün  olaylar  ve  yaratılmış  olanlar,  zaten  Allah’ın  mucizeleri  değil  midir ?  Bütün  bunlar  yetmezmiş  gibi,  İnsanlar  niye  hala  bütün  peygamber  kıssalarında  mucize  beklentisine  kendilerini  kaptırmaktadırlar ?  Allah’a  güvenmiyorlar  mı ?  Yoksa  Allah’ı  yeterince  tanımıyorlar  mı ?  Kâinatı,  Evreni  ve  bütün  oluşumları  kanunlarla,  kurallarla,  Sünnetullah  ile  yönettiğine  ve  bunları  kıyamet  gününe  kadar  asla  değiştirmeyeceğine,  Allah’ın  sözünden  asla  dönmeyeceğine  inanmıyorlar  mı ?

Bakara  Sûresinin  131 – 132. ayetlerinde  “  Rabbi  O’na  İslamlaştıran  /  sağlamlaştıran,  esenlik,  mutluluk,  huzur  ve  barış  kazandıran,  insanların  İslam  dinine  girmesini  sağlayan  biri  ol !  dediği  zaman,  İbrahim,  “  Ben  alemlerin  Rabbi  için  İslamlaştıran  biri  oldum. “  dedi.  İbrahim  de  Müslim  olmayı,  kendi  oğullarına  ve  Yakub’a  “  Ey  oğullarım !  Şüphesiz  ki  bu  dini  size  Allah  seçti.  Onun  için  yalnızca  İslamlaştıran  kişiler  olarak  ölün “  diye  vasiyet  etti. “  denilerek  belirtildiği  gibi, Yakub  Peygamber  de  oğullarına,  torunlarına  Allah’ın  Hak  Dini  olan  İslam’ı  vasiyet  etmiştir,  dolayısıyla  da  dünya  ve  yaşam  var  oldukça,  bizim  Peygamberimiz  ve  Kur’an  ayetleriyle  de  biz  Müslümanlara,  bütün  insanlığa  da  İslam,  vasiyet  edilmiştir. Bugünün  Müslümanları  da  bu  vasiyetin  gereği  olarak  artık  masalların,  mucizelerin,  uydurma  rivayetlerin,  Allah'a  ortak  ettikleri  Evliyaların  ve  Şeyhlerin  peşinden  gidilmesinden,  Kur’anın  terk  edilmiş  olunmasından  vazgeçmeli,  bizzat  dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  Yüce  Kitabımızı  anlayarak  okuyup,  aklını,  mantığını  kullanarak,  sorgulayarak  ve  tefekkür  ederek,  ayetlerin  öğütlerini  kendilerine  rehber  edinmeli,  Kur'anın  asıl  mesajlarıyla  ve  öğütleriyle  yaşayıp  Tevhit  öğretisine  kavuşabilmelidirler.  Allah’ın  selamı  rahmeti  ve  Kur’anın  doğruları  sizinle  olsun!...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

Ramazan  Demir  :  (  Hadım  Edilen  Nebi  Yusuf  I.  Yusuf  2. )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET