Dedesi İbrahim Peygamber, babası İshak Peygamber, oğlu Yusuf Peygamber olan ve bir çok peygamberin de atası olduğu bilinen Yakub Peygamber, bugünkü Filistin topraklarında Kenan ilinde yaşamış ve Kur’anın bize “ ulul azm “ çok azimli, sabırlı ve sebat eden olarak tanıttığı peygamberlerdendir. Hud Sûresinin 71. ayetinde “ Ve İbrahim’in karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra O’na İshak’ı, İshak’ın arkasından da Yakub’u müjdeledik. “ ifadeleriyle kısır ve aynı zamanda yaşlı olan İbrahim Peygamber’in eşine, Allah’ın gönderdiği ismi belirtilmeyen peygamberler aracılığıyla çocuk sahibi olabileceği haberinin verilmesinden sonra, eşinin gülmesi ile buna inanmadığının ima edilmesinin ardından, Yakub ve babası İshak Peygamberlerin müjdelendiği belirtilmekte, Enam Sûresinin 84. ayetinde de “ Ve Biz ona İshak’ı ve Yakub’u da bağışladık. Hepsine de doğru yolu gösterdik. Daha önce de Nuh’a ve O’nun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyüb’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da doğru yolu göstermiştik. Ve Biz güzellik üretenlere böyle karşılık veririz. “ ifadeleriyle Yakub Peygamberin aynı zamanda Nuh Peygamberin de soyundan olduğu anlaşılmaktadır, daha sonra da kendi soyundan gelen bazı peygamberlerin isimleri sıralanmaktadır. Kur’anda Yakub Peygamberin ismi on Sûrede, on altı ayette yer alır.
Tevrat olarak bilinen ve yüzyıllar içerisinde sonradan insanlar eliyle oluşturulan diğer Tora ve Tanna yazılı Yahudi kaynaklarında bütün peygamber kıssaları rivayetlerle mucizeye dönüştürülüp masallaştırılmış, efsaneleştirilmiş olduğundan, aynı şekilde Yakub’un ve oğlu Yusuf'un başından geçenler de bize masallaştırılmış, efsaneleştirilmiş, mucizevi rivayetlerle aktarılmıştır. Bunların etkisiyle Kur’anda yer alan bütün peygamber kıssaları da, bizim meal müfessirlerimizin büyük çoğunluğunca da aynı şekilde masallaştırılmış, mucizelerle efsaneleştirilmiş olduğundan, Yakub Peygamber ve oğlu Yusuf Peygamber ile ilgili anlatılanlar da, Müslümanlar tarafından masallaştırılmış olarak bilinmektedir. Bunlara istinaden Yakub Peygamberin “ İsrail “ isminin nereden geldiği, oğullarının sayısı ve birbirlerine olan davranışları, kuyuya atıldığı söylenen küçük oğlu Yusuf’a kurulan tuzağın gerçeği, Yusuf’un ölümü haberine gösterdiği tepki, getirilen kanlı gömlek, niçin Yusuf’u kurtarmaya gitmediği, sabır mı, yoksa göz yaşlarıyla ah vah ederek isyan mı ettiği, yıllarca döktüğü göz yaşları, bundan dolayı gözünün gerçekten kör olup olmadığı, Yusuf’un başından geçenler, kuyudan çıkarılması, zengin bir ailenin yanında eğitilmesi, gençliğinde Azizin karısının ona duyduğu istek ve yırttığı gömlek, hapse düşmesi, rüya ve vizyon değerlendirmeleriyle nasıl kurtulduğu, Mısır’a nasıl melik yapıldığı, Yakub peygambere Yusuf’un yaşadığının gösterilmesi için getirilen ve körlüğünü tedavi eden gömlek konularıyla ilgili pek çok ayrıntı, farklı görüş ve rivayet ileri sürülmüştür. Bu mucizevi inançlar ülkemizde de kabul görmüş, Yunus Emre’nin “ Gözü yaşlı Yakub ile çağırayım Mevlam seni “ dediği şiirine “ Ağlar Yakub Yusuf’um diye “ sözleriyle dillendirilen türkü ve ilâhilere dahi konu olmuş, sinema ve dizi filmleri çekilmiştir. Biz de masallaştırılmış, Yahudi etkisi altında mucize ve masal inancına dönüştürülmüş bu rivayetlere, Kur'an ayetlerinin gerçek mesajı ile mercek tutmaya çalışalım dedik.
Yakub Peygamberin bir başka ismi de rivayetlere göre “ İsrail “ dir. Bu isimle iki ayette yer alırken Kur'anda yer alan “ Beni İsrail “ tamlaması bir çok çevirmen tarafından da ( İsrail oğulları ) olarak çevrilmektedir. Halbuki Kur'anda ( aslında Allah’ın Tevhit öğretisi ile Yakub peygamberin yolundan, inancının ardından gidenler, onun gibi Allah’ın yolundan yürüyenler ) şeklindeki anlamlarıyla kırk bir ayette yer almaktadır. Sad Sûresinin 45. ayetinde de, “ Güç ve öngörü sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla. 47 : Ve şüphesiz onlar yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir. “ denilerek belirtildiğinden dolayı, Yakub Peygamberin ailesi ve soyu, hepsi dürüst, erdemli ve Salih kullardan olup, Kur’anda övülen ve örnek gösterilen bir ailedir.
* Kitabı Mukaddeste anlatılanlara göre ; Yakub'un Peygamber olarak görevlendirildiği bir dönemde, bir gün güreş yaptığı biri ile yenişemeyip, güreş yaptığı kişinin, onun uyluk kemiğini incitmesi üzerine bu olaya istinaden aldığı “ İsrail “ lakabı ile İbrani tarihi, “ Beni İsrail “ İsrail oğulları tarihine dönüşmüştür. Yahudilerin inancına ve saptırılan Tevrat’a göre gerçekte böyle bir şey olamayacığına rağmen Yakub Peygamber ile güreşen kişi de Yehova ( Tanrı ) dır.
* İbn i Abbas’a göre İbranicede “ isra “ sözcüğünün anlamı, Allah’ın seçtiği, “ il “ sözcüğünün ise Allah demek olduğunun söylendiği gibi, “ İsra “ sözcüğünün sağlam yapmak ve bağlamaktan geldiği de söylenmiştir. Buna göre “ İsrail “ Allah tarafından sağlam bir şekilde güçlü olarak yaratılmış gibi bir anlam ifade eder.
* Es - Süheyli der ki ; Hz. Yakub’a İsrail adının verilmesi, O’nun Yüce Allah için hicret ettiği vakit bir gece yürümesinden dolayıdır. Bundan dolayı O’na “ Yüce Allah’a geceleyin yürüyen “ anlamında İsrail adı verilmiştir. Bazı rivayetlerde de cesur, güçlü ve avcı olduğu, babasına daha yakın olup ona av etlerinden ikramlar yaptığı ve babasından sonra peygamberlik beklentisi içerisinde olduğu halde, olamadığından dolayı kardeşinin tepkisinden ve kendisine yapacaklarından korkarak, Yakub’un gece yola çıkıp “ İys / Esav “ adındaki kardeşinden kaçtığı anlatılır. Buna bağlı olarak da Yakub’a Allah yolunda gece yürüyen anlamına gelmek üzere “ İsrail “ isminin verildiği söylenir. Prof. Süleyman Ateş Hoca ise İsrail, kelime anlamı olarak Allah’ın kulu manasına gelir. Yakub’un “ Allah’ın halis kulu olduğunu belirten bir unvandır. “ demektedir. Bunların yanı sıra Kur'anda İsra Sûresinin 1. ayetinde yer aldığı gibi " İsra " sözcüğü yürüyüş anlamında geçmektedir.
Değişik zaman aralıklarında insanlar tarafından sonradan yazılan ve birden fazla sayıda olan Yahudi Tora yazılı kaynaklarında, Mısır kitabelerinde de Yakub'un küçük oğlu olan Yusuf Peygamber, Hanofer oğlu İmoteb diye geçmekte, 115 yaşına kadar çok uzun yaşadığı için de diri diri mumyalandığı, Yusuf'un iyi bir maliyeci, iyi bir rüya yorumcusu ve aynı zamanda da iyi bir Tıpçı doktor olduğu anlatılmaktadır. Çok tanrıcılığa çok yatkın olan Mısırlılar, çok uzun yaşadığı için Yusuf peygamberi de tanrılaştırıp, mitolojik tanrıların arasına koymuşlardır. ( Teolog Prof. Ovudya Abdullah ) Diğer taraftan Yahudi yazılı kaynaklarının temel kitabı olan Kitabı Mukaddesten, Müslüman hadisçilerin kaynağı olan Kütübi Sitte'de, Yusuf Sûresinin ayetlerinde de anlatıldığına göre Yakub Peygamberin değişik eş ve cariyesinden dünyaya gelmiş Yehuda, Rubil, Şemon, Levi, Ribalon, Yeşcer, Dan, Neftali, Cad, Aşer, Bünyamin, Yusuf olmak üzere “ Beni İsrail “ denilen on iki oğlu vardır. Bunlardan ismi Yehuda olan oğlunun soyundan gelenlere de Yahudi denilmektedir. İsrail kaynaklarına göre Yakub'un altı oğlunun annesi, Yakub’un dayısının kızı “ Leya “, dördünün annesi Yakub'un Cariyesi, Yusuf ve Bünyamin olan en küçük çocuklarının annesi ise, daha sonra ölen karısı Leya’nın kız kardeşi Rahil’dir. Yakub Peygamber en küçük olduklarından dolayı Yusuf ve Bünyamin’e daha fazla ilgi göstermektedir. Dolayısıyla kardeşler arasında üveylik, ayrımcılık, kıskançlık da bulunmaktadır. ( Kurtubi ; el cemiu li Ahkami'l Kur'an, Zemahşeri, Keşşaf c. 2, sa. 304 ) Bir çok Peygamber, içinde bulunduğu kavminin inkârına karşı verdiği mücadele ile sınanırken, Yakub Peygamber ise oğullarının yanlış davranışları ve onların başından geçenlerle sınanmıştır.
Bu sınavın ayrıntılarına ise, insanların masallaştırmış olduğu olayları düzeltmek ve asıl mesajına yöneltmek amacıyla, kısa, öz ve mecazi anlatım tekniği kullanılarak, Yakub peygamberin küçük oğlu Yusuf'un hayatı, Kur’anda Yusuf Sûresinin 3. ayetinde “ Sana bu Kur’anı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Halbuki sen bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında bilgisizlerdendin. “ ifadesiyle başlanmakta, ilk defa baştan sona kadar çok geniş ayrıntıları ile, kıssalar halinde anlatılmaktadır. Bu kıssa, aynı zamanda Yahudilerin dini kaynağı Kitab ı Mukaddes’te Tekvin bölümünün 37 – 45. Bab’larında tahrif edilmiş olarak mitolojik rivayetler ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Kur’anda da özellikle bu tahrifatları düzeltmek amacıyla bu kıssanın gerçeğine yer verilmekte, böylece Mekke ve Medine'de inanmayan Yahudi ve Hristiyan müşriklere Kur’anın da Allah’tan indirme bir kitap olduğunu kanıtlama amacı güdülmektedir. Ne var ki o dönemde klasik müfessirlerin, bazı mecazi ayetlerin ifadesine düz mantıkla yaklaşarak yanlış ve doğa üstü kabullerle yorumlamalarından dolayı, bu kıssadaki olaylar da, yine bizlere masal ve mucize şeklindeki inançlar olarak aktarılmaktan öteye geçememiştir.
Yusuf Sûresinin 4. ayetinde “ Hani bir zaman Yusuf, babasına : “ Babacığım ! Şüphesiz ben on bir Kevkeb / parlaklık, aydınlık, Şems / Güneş ve Kamer'i / Ay’ı, onları bana secde ederken / teslimiyet gösterirken gördüm. “ demişti. “ ifadelerine bağlı olarak kıssanın anlatımına başlanmaktadır. Bu ayetteki ifadeler, pek çok mealde Yusuf, küçük bir çocuk iken bir rüya görmüş ve onu babasına anlatmıştı şeklinde çevrilmekte ve aktarılmaktadır. Ama aslında Yusuf’un gördüğü, uykuda iken görülen bir rüya değil, uyanık iken bir görüntüdür ve bu görüntüyü babasına anlatmıştır. Ayette " gördüğün rüyayı " denilmeyip, bizzat “ gördüğünü “ ifadesi kullanılmaktadır. Bu nedenle görülen şey, uykuda görülen bir rüya değil, ayetin orijinalinde “ raeytü “ ( gördüm ) fiili ile belirtilenler, bizzat uyanık iken, gelecek ile ilgili olarak gördüğü, Allah’ın Yusuf’a bahşettiği öngörü olan “ vizyon “ dur. İleriyi görebilme, tahmin edebilme yeteneğidir. Dolayısıyla Kur'anda yıldız, Necm sözcüğüyle kullanıldığı halde ve gündüz de yıldız görülemeyeceğine, onbir gezegen de mevcut olmadığına göre, halbuki ayetteki kevkeb sözcüğünün karşılığı olarak aydınlık, parlaklık, ışık ( Lisanül Arab " ncm, kkb " mad. ) olması gerektiği halde bazıları yıldız, bazıları da gezegen demektedirler. Böyle bir vizyon, Mekke’nin fethedilmesinden önce, Peygamberimize de Mekke’nin fethedileceğinin habercisi olarak " saçların tıraş edilerek Mekke'ye doğru yüründüğü " şeklinde gösterilmişti. Şüphesiz Allah Resullerinin rüyalarının tamamı olmasa da bazı rüyaları Resullükleri ile ilgilidir. Allah Resullerinin gördükleri rüyalar bir değer taşırlar. Ama Yusuf’un gördükleri bir Resul rüyası değildir. Çünkü Yusuf henüz Resul olmamıştır.
Buna rağmen Yakub neden daha gördüklerini bile yorumlamadan Sûrenin 5. ayetinde “ Babası : “ Yavrucuğum ! Gördüğünü kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmandır. " ifadeleriyle belirtildiği gibi “ kardeşlerine anlatma sana tuzak kurarlar " demiştir ? Eninde sonunda bu bir rüyadır veya vizyondur, insan rüyasında her şeyi görebilir. Neden bir rüyadan dolayı kardeşleri ona tuzak kursunlar ? Yakub neden korkmaktadır ? Üstelik Yakub bu görülenden dolayı kardeşlerinin ona tuzak kuracağını neye dayanarak söylemektedir ? Bu soruların cevapları aslında Yusuf kıssasının içine serpiştirilmiştir. Yusuf’un gördüğü vizyon en başta Yakub için kendisinden sonra kimin resul olacağının cevabıdır. Bu görüntü Yusuf’un resul olduğunun değil, olacağının görüntüsüdür. Peki, bir beşere daha resul olmadan ileride resul olacağını bildirmek Yüce Allah’ın ilkeleri arasında var mıdır ? Elbette vardır. Bizzat Yakub ve babası İshak daha annelerinin karnına bile düşmeden yukarıda da değindiğimiz Hud Sûresinin 71. ayetindeki ifadelerinde gördüğümüz gibi resul olacakları önceden bildirilen Resullerdir. Üstelik sadece ataları İbrahim’e değil annelerine de bildirilmiştir. İşte tıpkı bunlar gibi Yusuf da daha resul olmadan kardeşleri arasından resul adayı olarak seçildiğini bilmiştir. Aslında gördüğü görüntünün resullükle ilgisini kendisi değil, Resul olan babası Yakub kurmuştur. Eğer babası bu ilgiyi kurmasaydı o kendiliğinden bunu bilemeyecekti.
Yusuf Sûresinin 6. ayetinde de " Ve kezâlike ve yectebîke rabbüke ve yüallimüke min te’vilil ehâdisi ve yütimmü ni’metehû aleyke ve alâ âli ya’kube kema etemmehâ alâ ebeyke min kablü ibrâhime ve ishâk. İnne rabbeke alimün hakim."
Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek / ve seni bir süreçten geçirecek sana hadislerin / olayların / sözlerin ilk anlamlarının ne olduğuna dair bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana, İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Yakub soyuna tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen, sağlam yapandır. Dedi.
İfadelerinde belirtildiği gibi, olayların akışına bakılacak olunursa hem Yakub hem de oğulları nübüvvetin İbrahim soyunda olduğunu bilmektedirler. Bunu bilmek demek Yakub’tan sonra gelecek elçinin Yakub soyundan birilerinin olacağını da bilmek demektir. İşte bu bilgi diğer oğulları da beklenti içine sokmuştur. Fakat onlar da Yakub gibi gelecek elçinin Yakub soyundan çıkacağını bilmelerine rağmen, kendi içlerinden biri mi, yoksa kendilerinden sonraki nesil içinden biri mi olacağını bilmemektedirler. Nasıl ki Yakub, Yusuf’un rüyasından kendinden sonraki elçinin Yusuf olduğunu çıkarmışsa, bu rüyadan diğer oğulların da aynı sonuca ulaşabilmesi mümkündür. Yakub’un “ kardeşlerine anlatma sana tuzak kurarlar ” ifadesi ; kardeşlerin de beklenti içinde olduğunu, bu beklentilerini babalarının da bildiğini, daha da önemlisi beklentilerine Yusuf’u dahil etmediklerini de Yakub’un bildiğini gösterir. En azından Yusuf’un resullüğe seçilmiş olmasından kardeşlerin asla memnun olmayacağı bir ortamın olduğunu Yakub (a.s) görebilmektedir. Kardeşlerin neden memnun olmayacakları ise Yakub’un görüntüden sonra Yusuf’a söylediklerinde yatmaktadır. Yakub ( a. s ) da Yusuf’un bu öngörüsünü diğer oğullarına güvenmediği için kardeşlerine anlatmamasını istemiştir. Ayetten anlaşılacağı gibi, Yakub aslında oğlunun vizyonunu tam olarak tevil edememiş, ancak vahiy almış elçi olmanın kazandırdığı birikimle, ona çok ciddi öğütler vermiştir. Kardeşlerinin kıskançlık sebebiyle kendisine kötülük yapmayı planlayabilecekleri uyarısında bulunmuş, Allah’ın onu hem Kendi katında, hem de insanlar arasında iyi bir konuma getireceği, vizyon ve olayları açıklama, değerlendirme yeteneğini vereceği, dedelerine ihsan ettiği gibi Yusuf’a da nimetler ihsan edeceği yorumunu yapmıştır. Yakub peygamber, kendisinin kul olmaktan gelen acizliğini itiraf ederek de gerçeği Allah’a havale etmiştir.
6.
ayette geçen “ Yectebike ” sözcüğünün kök harfleri “ b c y “ dir ve Kur’an’da bu kökten türemiş 12 sözcük bulunmaktadır. “ Toplamak, biriktirmek, seçmek, kendisine ayırmak, aralarından çıkarıp almak, tercih etmek, ayıklamak " gibi anlamlara gelmektedir. Bu sözcük yine seçmek anlamına gelen “ istafa ” sözcüğünden farklıdır. İstafa sözcüğü türünün en safını, en iyisini seçmek iken ictiba sözcüğü ise bir yere getirmek, diğerleriyle buluşturmak için seçmek anlamındadır. Genelde bu sözcük elçiliğe seçilmek anlamında kullanılmıştır. Yusuf’un rüyasını yorumlarken Yakub’un ” Yectebike rabbuke ” demesi “ Rabbin seni uygun hale getirmek için bir süreçten geçirecek ” anlamında
olmalıdır. Bu ifade Yusuf’un Resul olmaya hazırlanacağını bildirdiği gibi, Yusuf’un önünde uzun bir sürecin olduğunu da bildirmektedir. Yakub’un “ Yectebike rabbuke ” demesini birçok mealde doğrudan “ Rabbin seni seçecek ” şeklinde çevrilmesi yeterli bir çevirme değildir. Çünkü Yusuf bir nevi saflaştırılması, olgunlaştırılması için sürecin içine sokulacaktır. Bu da “ sana hadiselerin te’vilinden öğretecek ” cümlesinden anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse “ öğretecek ” denmektedir. Bu sürecin ne zaman biteceği Yusuf’un elinde olmadığı gibi öğrenme seviyesine gelip gelmediğini belirlemek de Yusuf’un elinde değildir. Görüntü, sadece uzun sürecin başladığını bildirmektedir.
Geleneksel anlayışta her nedense, ayette geçen “ sana hadiselerin te’vilinden öğretilecek ” ifadesinden de hep Yusuf’un Sûrenin ilerleyen bölümlerinde yapacağı rüya yorumlarının kast edildiği anlamı çıkarılmıştır. Oysa ayette açık bir şekilde “ sana hadiselerin te’vilinden öğretilecek ” denmektedir. İfadede geçen " el ehadis " sözcüğünün anlamları içinde “ rüya ” diye bir anlam hiç bulunmamaktadır. Hatta bir önceki ayette geçen “ rüyanı kardeşlerine anlatma sana tuzak kurarlar ” cümlesinden Yusuf’un kardeşlerinin de rüyayı babaları gibi yorumlayabilecek kapasitede oldukları anlaşılmaktadır. Bu şekildeki kabul, hep Yusuf kıssasını İsrailiyat üzerinden anlamlandırmanın bir sonucudur. Resul olacak Yusuf’u, gizemli bir rüya yorumcusu olarak görmek ve göstermek aşırı tutkulu bir Yahudi saplantısıdır. Oysa Yusuf’a öğretilecek olan rüya te’vili değil, hadiselerin te’vilidir. Görülen rüyaların ne yönde gerçekleşeceği değil, yaşanan olayların gidişatına bakarak nasıl sonuçlanacağını bilmenin ilmi / vizyon / ön görü öğretilecektir.
Yusuf’un kardeşlerinin kıskançlık ve kötü düşünceleri daha sonraları gerçekten ortaya çıkmaya başlamış, zamanla düşmanlığa dönüşmüş ve sonunda da onu ortadan kaldırma planlarını doğurmuştur. Yusuf 8 : " Hani Yusuf'un kardeşleri bir zaman : Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgili, biz ise güçlü ve tutkun bir grubuz. Şüphesiz babamız kesiklikle çok açık çıkmaz bir yoldadır. " ifadelerine baktığımız zaman kardeşler arasında bir ayrımcılığın veya çekememezliğin olduğu anlaşılmaktadır. Yusuf 9. da ise " Yusuf'u öldürün ya da bir yere atın ki babanızın vechi size geçsin / Babanız hepten size kalsın, sonra da siz salih bir toplum olursunuz. demişti. " ifadeleriyle de diğer kardeşlerin Yusuf'tan kurtulma planı yaptıkları anlatılmaktadır. Yusuf 10. da da " Onlardan bir sözcü, " Yusuf'u öldürmeyin, elkûhü gayâbetil cübbi / onu o kuyunun dibine bırakın da oradan geçen kafilenin biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın. " dedi. " ifadeleri yer almaktadır. 8. ayette kardeşlerin kendilerini " usbe " olarak tanımlamaları ile birbirine bağlı, tutkun on ila kırk kişiden oluşan bir kalabalık oldukları anlaşılmaktadır. 9. ayetteki ifadeler ise 10. ayette sözü edilen onlardan birine şeytanın yol göstermesi ifadeleridir. Ayette yer alan ama genellikle kuyu diye çevrilen " el cübb " sözcüğünün önündeki " el " takısı da bu kuyunun herhangi bir kuyu değil, kardeşlerin bildikleri ve planda yer alan malum bir kuyu / ya da yer olduğudur. Genelde çoğunlukla meal ve tefsirlerde 9. ayetteki “ Yahlu lekum veçhi ebikum ” cümlesine “ Yusuf’u öldürün ki babanız bundan sonra sadece sizi sevsin ” şeklinde yükledikleri anlam da, ayetteki sözcükler ön plana çıkarılarak değil, kıssa hakkında var olan Yahudi yönlendirmeleri ön plana çıkarılarak verilmiş anlamdır. Sözcüklere biraz dikkat edilerek bakıldığında “ Yusuf’u öldürün veya uzak bir yere atın ki babanızın veçhi size geçsin ” cümlesinde kendilerine geçmesi gereken veçhin babalarında değil, öldürmek istedikleri Yusuf’ta olduğu hemen görülecektir. Bırakın kardeşleri, Yakub istese bile Yusuf’a duyduğu sevgiyi diğer oğullarına geçiremez. Diğer oğullara duyduğu sevgiyi de Yusuf’a geçiremez.
Bu nedenden dolayı “ babanızın vechi / şerefi size geçsin ” anlamının verilmesi daha uygun olacaktır. Burada şeytanın size geçsin diyerek kardeşleri kandırdığı “ şeref, itibar ” ne olabilir ? Elbette ki Yakub’un şeref ve itibarı ; Allah’ın onu Resul olarak seçmesi, vahiylerini kullara iletme görevi vermesi, insanlara örnek imam kılmasıdır. Yakub Resul seçilmeseydi kimse O’nun adını bile anmayacak varlığından dahi haberdar olunmayacaktı. Yakub’un ölümünün üzerinden binlerce yıl zaman geçmesine rağmen insanlar Onu biliyorsa bu, Yüce Allah’ın resullük makamının Ona verdiği şeref ve itibar sayesindedir. Şeytanın babanızın şerefi size geçsin dediği de budur. Yusuf’un babalarından sonra gelecek elçi olması, babalarının veçhinin Yusuf’a geçecek olması demektir. Ama yine de Yakub’un diğer oğulları, sonradan kendilerini “ İsrailoğulları ” olarak tanımlayacak olan insanların ilk atalarıdır.
Ayette geçen " gayâbet il Cubbi " ifadesi genelde birçok müfessir tarafından " kuyunun dibi " olarak çevrilmektedir. Bu ifadeden çıkan ilk soru " kuyu " olarak çevrilen ama Arapça metinde bilinirlik yanı " el " takısıyla cubbi şeklinde gelen ve bundan dolayı bilinmesi zorunlu olan o kuyu nerededir ve nasıl bir kuyudur ? Bu ifadenin başında gelen kök harfler " g, y, b " dir. Ve dip olarak çevrildiğinden dolayı çoğul mudur, yoksa tekil midir ? belli değildir. Dolayısıyla bu " kuyu ve dibi " konusunda nerede olduğu, içinde suyun olup olmadığı gibi bir çok farklı görüşler ve rivayetler ortaya çıkmıştır.
Kuyu konusunda gerçekte böyle bir kuyunun olmadığı, ayetlerde yer alan sözcüklerin köklü bir analizi, o sözcüklerin Kur’anda başka ayetlerde kullanıldığı anlamları da delil gösterilerek en mantıklı ve ikna edici gibi görünen, ama bir o kadar da ekstrem ve bir çok karşı eleştiriyi alabilecek değerlendirme ve görüş, Yahudi kaynaklarını ve rivayetlerini devre dışı bırakan “ Tek Kaynak Kitap “ diyerek sadece Kur’an odaklı İlâhiyat üzerine çalışmalar yapan ve bu bağlamda “ Hadım Edilen Nebi Yusuf “ adlı eseri yazan Araştırmacı ve Yazar Ramazan Demir Bey Kardeşimiz tarafından yapılmıştır. Ona göre ;
Bu kuyu 19. ayette yine karşımıza çıkacaktır. Yahudi rivayet şablonlarına göre O ayette de olay tam kardeşlerin dediği gibi gelişmekte, oradan geçen bir kervanın sucuları kuyudan su çekmek için kovalarını kuyuya daldırmaktalar... Ama kovadan bekledikleri gibi su değil de bir ğulam / çalıştırılabilecek bir köle, esir çıkmaktadır. Kervan’ın o bölgenin insanları olmadıkları bellidir ama buna rağmen hem kuyudan hem de kuyunun dibinde su olduğundan haberdardırlar. Bu durumda ; yabancı olan kervanlar bile o kuyuyu ve kuyunun içinden su çıkacağını bilmekteyken, nasıl oluyor da gayb / bilinmeyen sözcüğünden türemiş “ gayabet ” sözcüğü “ o kuyunun bilinmeyen dibi ” anlamına gelmektedir. Bunun yanında ayetin bir önceki ayetle bağlantısına bakıldığında daha başka sorular da gündeme gelmektedir. Konuşmaya dikkat edilirse Yusuf hakkında yapılması istenen iki şey olduğu görülecektir. “ Öldürün ya da bir yere atın. ” “ Ya da ” şeklinde çevrilen “ ev “ edatı sözcüğe ya bu, ya şu anlamı vererek iki şıktan birini yapmalarını önermektedir. Fakat bir sonraki 10. ayete baktığımızda bir önceki cümleyle bağının olması gerekenden farklı alternatifler olduğu görülecektir. Fakat iki alternatif arasına bunlardan biri gelmemiş “ vav “ harfi gelmiştir. Bağlacın bu şekilde olması sözcüğün en başındaki ” la ” olumsuzluk edatının etkisinin tüm cümleye hâkim olmasını gerekli kılmaktadır. Bu durumda ayetin anlamı “ İçlerinden sözü dinlenen biri dedi ki ; Yusuf’u öldürmeyin ve kuyunun dibine atmayın ” şeklinde olmalıydı. Arap dilinde ” vav” harfinin cümle ve sözcükler üzerinde 23 farklı şekilde kullanımı vardır. Fakat bu kullanımların hiçbirinde ” vav” harfi kendinden önce gelen olumsuz anlamın kendisinden sonrasına geçmesine engel değildir. Bu ise, kullanılan fiillerin farklı farklı olmasına rağmen, verilen anlamların aynı olmasından kaynaklanmaktadır.
Kuyunun dibi olarak çevrilen “ fi ğayâbet il cubbi “ ifadesinin kuyu dibi anlamına gelmeyeceği 15. ayette geçen “ en yec’alu hu fi ğayâbet il cubbi “ ifadesinden anlaşılmaktadır. Tüm meal ve tefsirler tarafından “ Onu kuyuya bırakmak / atmak için ” sözcükteki bu çevrilen şeklinde yecalu hu fiili asla bırakmak / atmak anlamında kullanılamaz. Çünkü bu sözcük ne sözlüklerde ne de Kur’an’da geçtiği yerlerde bırakmak / atmak anlamında geçmemektedir. Bu sözcüğe bırakmak / atmak anlamını vermek ( gizlenmesi ve telafisi mümkün olmayan ) tahriften başka bir şey değildir. “ yecalu hu “ Fiili sonundaki “ o “ zamiri ile birlikte “ onu yapmak, onu şekle sokmak, onu kılmak, onu … haline getirmek ” anlamlarına gelmektedir. Ayette geçen El cubbi sözcüğü ise “ Kesmek, kökünden kesmek, cinsel organını kökünden kesmek, İslam geçmişte olan kötülükleri kökünden kesip atar, Yenmek, üstün gelmek, İnsanlar düşmanı yendi, Birbirinin kız kardeşiyle evlenmek, Cübbe giymek, Kuyu, çukur, “ anlamlarına gelir. Erkeklik organın kesilmiş olması Cebbun, Erkeklik organı kökünden kesilmiş olan kimse. Mecbub tur. ( Yrd. Doç. Dr İlyas Karslı. El Mu’cemu’l Cedid. CBB maddesi. S. 354 ) Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan dolayı Yusuf’un kuyuya atılma olayı üzerinde ciddi şüpheler ortaya çıkmaktadır.
Tüm bunlar bize şunu göstermektedir ki, Kur’an sözcüklerine anlam verenler, zihinlerindeki kıssaya önlerindeki Yahudi kaynakları İsrailiyat’a ait şablonları kullanarak, Kur’an’daki Yusuf kıssasının, Tevrat’ta anlatılan Yusuf kıssasının kötü bir kopyası olmasına yol açmışlardır. Yüce Allah’ın Tevrat’ın tahrif edildiğini, içine insan sözü karıştırıldığını, Allah’ın söylemediği şeylerle değiştirildiğini, birçok yerinin ise gizlendiğini söylemesi dikkate alınmamış, tasdik ( doğrunun ortaya çıkarılıp onay verilmesi, yalanın ortaya çıkarılıp tekzip ) edilmesi gereken Tevrat, Kur’an kıssalarını anlama ve açıklamada kaynak olarak alınmıştır. Sonuçta Kur’an’ın Yusuf kıssasında Yahudiler tarafından uydurulmuş yalanları ortaya çıkaracak, tahriflerini deşifre edecek durumu kalmamıştır. Tutunmamız gereken Kur’an sözcükleri Yusuf hakkında en çok bilinen kuyuya atılma olayının aslında hiç olmadığını göstermektedir. Özellikle 15. ayette geçen “ yec’aluhu fi gayâbeti-l cubbi ” ibaresi Yusuf’un bir kuyuya atılmasından değil, Onun ( fi gayabati'l ) gayabatın içinde / o çukurda, o yerde El-cubbi haline getirilmesinden bahsetmektedir. Yani onun cinsel organlarının kesilmesinden. O İbaresinde kuyu / çukur anlamına gelen sözcük el cubbi sözcüğü değil, o “ fi gayâbeti'l cubbi “ sözcüğüdür. ( Ragıp El İsfahani El Müfredat GYB maddesi. ) İsfahani yer çukur sözcüğünün anlamına geldiğini söylemektedir. ) El Cubbi sözcüğü ise hadım edilmiş, cinsel organı kesilmiş anlamına gelmektedir.
Buna göre incelediğimiz ayetlerin anlamı şöyle olmak durumundadır. Yusuf 8-9 : Bir gün kardeşleri şöyle dediler : “ Babamızın Yusuf’u ve öz kardeşini bizden çok tercih ettiği açık. Oysa biz sağlam bir topluluğuz. Babamız gerçekten açık bir sapkınlık içinde. “ Öldürün Yusuf’u veya kökünü söküp atın ( kökünü kurutun ) ki babanızın veçhi sadece size geçsin, ancak bundan sonra düzelmiş bir kavim olabilirsiniz.” Bu ayette konuşan ve akıl veren şeytandır. Bu konuşma kardeşlerin içinden en çok sözü dinlenene vahiy şeklinde olmuştur. Bu yüzden ayetin başında “ dedi ” ibaresi yoktur. Yusuf 10 : İçlerinden sözü dinlenen biri şöyle dedi: “ Eğer yapacaksanız andolsun ki çukurun içinde Yusuf’u hadımlığa kavuşturarak kahredin / etkisiz hale getirin ki bildiğiniz o kervan onu köle olarak alsın. Yine Yusuf Sûresinin 33. ayetinde bu sözcük aynı formda “ daha fazla tercih etmek ” anlamında kullanılmıştır. Bildiğiniz o kervan diye çevirmemizin gerekçesi sözcüğün başında bulunan " el " takısıdır. Köle yapsın diye çevirdiğimiz gulam sözcüğü “ buluntu veya atılmış çocuk ” anlamındadır. Kardeşlerin Yusuf hakkında özellikle bu sözcüğü kullanmasının temel sebebi Lakit yani buluntu olan biri hiç kimse ile vela / aile bağı kuramaz ve kimse de ona vela / aile yoluyla mirasçı olamaz. Üstelik bu hadım edilmiş bir çocuk olursa resul bile olsa devamı olmayacak demektir. Öte yandan kardeşlerin bu sözcüğü kullanması onların Yusuf’u kervana buluntu çocuk olarak satmayı planladıkları anlamına gelmektedir. Zira onlar kervanlardan herhangi biri dememiş “ o kervan " denilmiş.
Görüldüğü gibi kardeşler Yusuf’u basitçe kuyuya atmamışlar, onun cinsellik organını keserek nesil sahibi olmasını engellemişlerdir. Böyle yapmalarındaki amaç Yüce Allah’ı kendilerine mecbur bırakmaktır. Zira Yusuf’un nesli olması durumunda elçilik onun neslinden devam edecektir. Bu Yüce Allah’ın İbrahim’e verdiği sözün gereğidir. Yüce Allah sözünden dönmeyeceğine göre mecburen onlardan birini ya da onlardan birinin neslini seçecektir. Yusuf ve kardeşinin annelerinin farklı olduğu ayetle sabittir. Yahudiler sırf başka anneden oldu diye İsmail hakkında da aynı şeyi yapmışlardır. Onlara göre İsmail, İbrahim’in Mısırlı köleden olma oğludur ve bir kölenin oğlunun resul olması onlara göre asla mümkün değildir. Sırf bundan dolayı İsmail soyundan olma Muhammed (a.s)’in Resullüğünü de kabul etmemişlerdir. Bu şeytani vahyi, tarih boyunca taşımışlar ve aynı zamanda bir inanç temeli olarak Yüce Allah’ın gönderdiği Tevrat’ı da bu yönde tahrif ederek değiştirmişlerdir. Bu gelenek Yahudilerin ilk ataları olan Yakub’un 10 oğlu tarafından başlatılmıştır. Şeytanın vahyi onlara Allah’ın vahyinden daha sevgili olmuştur. İlk atalarının izinden giderek tarih boyunca vahye ihanet eden Yahudiler, ihanetlerinden vazgeçip vahye uyacaklarına, tam tersini yaparak vahyi ihanetlerine uydurmuşlar, küfürlerini, isyanlarını, hainliklerini kurumsallaştırarak din haline getirmişlerdir. Allah’tan gelen tertemiz vahiyleri ve vahiylerle anlatılan resul kıssalarını yeniden düzenleyerek kendi ihanetlerine uygun hale getirmişlerdir. ( LKT kelimesi ile ilgili bkz. El Müfredat LKT md. Ve İmam Kurtubi ; El Camiu li Ahkamil Kur’an c.9.s.206. Bakara 124 Kitabı Mukaddes Yaratılış 17 /1-27 )
Tek Kaynak Kur'an diyerek ve bizim de böyle bir şey olamaz diyemeyeceğimiz Ramazan Demir Bey kardeşimiz, " Hadım Edilen Nebi Yusuf " başlıklı Yusuf Sûresinin tefsir eserinde buraya kadar kuyu konusunda çok makul, mantıklı, ikna edici gibi görünen değerlendirmeler yapmış, büyük zaman ve emek harcamış. Kur'andaki Yusuf kıssasının söz konusu ayetlerin ardından gelen bütün ayetlerini de bu temel görüş etrafında kalarak değerlendirmiş olsa da, yine de Kur'an bağlamında bizim aklımıza takılan " hadım edilen biri evlenip de aile oluşturup çocuk sahibi " olabilir mi ? O koşulda komplikasyonlar oluşturabilecek ve sünnetten de öte daha derin bir cerrahi müdahale ve onun tedavisi nasıl yapılabilmiştir ? el cübbi sözcüğü kuyu olarak kabul edilip, tehlikeli bir cerrahi müdahale olmadan metafor olarak daha başka anlamlara gelmiş olamaz mı ? gibi sorular bulunmaktadır. Kabul edelim ki gerçekten Yusuf peygamber hadım edildi ve zürriyet olanağına son verildi ! Yahudi kaynaklarında O'nun Potifarın kızı ile, sonra da Züleyha ile evlenip çocuklarının olduğu rivayetleri de bir tarafa bırakalım, elimizin tersiyle itelim. Fakat Kur'anda ;
Kur'an ayetlerine dikkat edildiğinde özellikle Rad Sûresinin 38. ayetinde " Ve le kad erselna rusulem min kablike ve cealna lehüm ezvâcev ve zürriyeh. ve mâ kâne li rasûlin eyye'tiye bi âyetin illâ bi iznillâh li külli ecelin kitâb "
Andolsun ki Biz senden önce de resüller / peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve nesil / oğlan kız çocuklar verdik. Hiç bir peygamber için Allah'ın izni olmadan herhangi bir alamet / gösterge / mucize getirmek de yoktur. Her süre sonu için bir yazı vardır. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Rabbimizin bizim peygamberimize gelinceye kadar Yusuf ve İsa peygamber de dahil bütün peygamberleri için belirttiği bu ifadeleri ne yapacağız ? Elbette ki doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Babaları oğullarına güvenmese de, onlar döktükleri dillerle ikna ederek Yusuf'u yanlarında götürürler ve bu olayın ardından geri döndüklerinde babalarına da kanlı bir gömlek gösterip onu kurt yedi derler. Yusuf Sûresinin 18. ayetinde “ Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirdiler. Babaları dedi ki : “ Tam tersine nefisleriniz aldatıp size bir iş yaptırmış. - Artık güzel bir sabır ! - Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, çocuklarının anlattıklarına inanmayan Yakub Peygamber, çıkış yolu olarak herhangi bir tahammülsüzlük ve şikayetin bulunmadığı “ sabrı cemil “ güzel sabır ile Allah’a sığınmıştır. Fakat Yahudi kaynaklarında ise " Ve Yakub elbisesini parçaladı ve çulunu beline doladı. Oğlu için yıllarca ağladı. ( Tekvin 37 / 34. bab ) Talmud 78 / 79. babda da acıklı haberi aldıktan sonra Yakub'un kendini kederin kucağına koyverdiğini ve yüzünü yerlere çaldığı, vahşi bir hayvanın parçalaması sonucu bir daha onu asla göremeyeceğim diyerek haykırdığı, yıllarca ağladığı anlatılır. ( Mevdudi )
Yine Yahudi kaynaklarının bağlamında anlatılanlara göre Yusuf, atıldığı kör kuyudan bir ticaret kervanındaki tüccarlar tarafından bulunarak çıkartılır, Mısır’a götürülür ve orada köle olarak zengin bir aileye satılır. Bu aile ona iyi bir eğitim ve öğretim sağlamış ve yetiştirmiştir. Yusuf Sûresinin 21. ayetinde de “ ...... Ve Biz Yusuf'u böylece yeryüzünde yerleştirdik.....Ve Biz kendisine olayların / sözlerin tevilini / ilk anlamlarının ne olduğuna dair bilgileri öğretelim diye.... “ denilerek Yusuf'un vahye muhatap olduğu 22. ayette de “ Ve Yusuf tam erginlik çağına gelince kendisine bilgi / ilim ve hüküm verdik. “ ifadesi ile de Yusuf’un hem elçi ( Peygamber ) hem de mülki amir, hükümdar yapıldığı belirtilmektedir. Zira " öğrettik " ve " Kendisine ilim ve hüküm verdik " ifadeleri Rabbimizin hem elçi, hem de hükümdar yaptığı elçiler için kullandığı ifadelerdir. Nitekim bu ifadelerle belirtilen ayrıntı, 101. ayette Yusuf'un " Rabbim ! Sen bana mülk verdin " şeklindeki ifadesi ile de teyit edilmektedir.
Yusuf’u satın alıp eğiten aile hakkında Kur’anda bilgi verilmemesine rağmen, birçok mealde “ Aziz’in karısı “ ifadesi yer almaktadır. Yahudi kaynaklarındaki Rivayetlerin bazılarında Aziz için kıtfir, bazılarında da Potifar ismi, karısı için de Rail, Zeliha, Zelicha, Züleyha, isimleri yer almaktadır. Fakat ayetin orijinalinde yer alan " imraatü'l aziz " isim tamlaması doğrudan doğruya bu anlama gelmemektedir. Sözcükler ayrı ayrı bütün cümle kalıpları ve dil kuralları nedeniyle çok geniş ve kapsamlı olarak incelendiğinde, bu zeminde biz de hepsine yer veremeyeceğimiz için, sadece kestirmeden ifadenin anlamının " O en üstün yönetici kadın " şeklinde olması gerektiğini belirtebiliriz. Hikâyenin devamında ergenlik çağına gelip de güzel ve yakışıklı bir görünümde olunca, evin hanımının cinsel arzu ile Yusuf’a saldırısı ve gömleğinin arkadan yırtılmasıyla başlayan olay, sonuçta Yusuf’un hayatında önemli bir dönemi başlatmıştır. Yusuf’un Allah’a sığınarak, iffetini koruyarak kadının isteklerine alet olmayışı ile bu olay, ibretlik sonuçlar ve farklı gelişimler ortaya çıkarmıştır. Yine Ramazan Demir Bey kardeşimizin 31 - 35. ayetler arasında sadece Kur'an ayetleri bağlamında " Hadım Edilen Nebi Yusuf " başlıklı eserinde çok geniş ayrıntılarla anlattığı gibi Yusuf, suçsuzluğu kanıtlandığı halde haksız bir şekilde zindana atılır. Klasik eserlerde Yusuf’un zindanda kaldığı süre değişik rivayetlere göre, üç ay, beş yıl, yedi yıl, dokuz yıl, on iki yıl olarak aktarılır. Tabii ki bunların hiç birinin geçerli bir dayanağı yoktur. Yusuf Sûresinin 35. ayetinde “ Sonra bu kadar delili gördükten sonra bir süre için O’nu zindana atmaları açığa çıktı. “ ifadelerinde belirtildiği gibi, uzun bir süre için değil, kısa bir süre için hapse atıldığı anlaşılmaktadır. Zindanda yatan iki kişi kendi haklarında gördükleri rüyayı Yusuf’a anlatırlar, içlerini dökerler, dertlerini açar ve çözüm için ona müracaat ederler. Allah’ın verdiği ilim sayesinde Yusuf Peygamber’in yaptığı tevil ( öngörü, doğru sıralama, açıklama ) gerçekleşir ve kurtulacağını söylediği kişi kurtulur, fakat 42. ayette “ Ve Yusuf o iki kişiden, kurtulacağını kesin olarak bildiği kişiye “ Efendi edindiğin kişinin yanında beni an “ dedi. Sonra benliği ona hatırlatmayı terk ettirdi. Böylece Yusuf, beş on sene zindanda kaldı. “ ifadelerinden anlaşıldığı gibi, zindandan kurtulan mahkum, kendi içindeki şeytanının vesveselerinden dolayı Yusuf peygamberin tembihini söylememiş ve bundan dolayı da kısa bir süre için zindana konulmuş olduğu halde Yusuf, daha uzun süre zindanda yatmak zorunda kalmıştır.
Daha sonra ise ülke yöneticisinin gördüğü ve canının sıkılmasına neden olan görüntü ( vizyon ), bir çok kâhinin işin içinden çıkamamasına rağmen, en doğru şekilde tevil edebilen Yusuf’un, zindandan kurtulmasının vesilesi olmuştur. Bundan dolayı da aynı zamanda Yusuf’a o bölgenin bütün yönetim yetkileri teslim edilmiş, melik yapılmıştır. Ülkede gerçekten Yusuf’un tevil ettiği gibi yedi yıl kıtlık olmuş, fakat önceden alınan önlemler sayesinde ülke bu kıtlıkların sıkıntısını yaşamamıştır. Bütün bu olanlar çevre ülkelerinde de duyulmuş, Yusuf'un Kenan ilinde yaşayan kardeşleri de buğday yardımı alabilmek için Mısır’a gelmişlerdir. Kendilerine gerekli yardımlar yapılmış ama Yusuf’un düzenlediği bir plan dahilinde o yörenin yasalarına göre hırsızlıkla suçlanarak küçük kardeşleri Bünyamin Mısırda alı konmuştur. Amaç, yıllardır göz yaşı dökmüş olan baba Yakub Peygambere, oğlu Yusuf’un yaşadığını göstermek ve bütün aileyi Mısır’da toplayarak birbirlerine kavuşturmaktır. Buğday yardımını alan diğer kardeşler, en küçük kardeşlerini zorunlu olarak Mıdır’da bırakıp Kenan iline döndüklerinde 83. ayette “ Babaları dedi ki : Aksine nefisleriniz sizi aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık güzel bir sabır ! Umarım ki Allah üçünü birden bana getirir. 84. Ve Yakub onlardan yüz çevirdi. Ve “ Vah Yusuf’la olan hasretim vah ! “ dedi. Ve üzüntüden iki gözü bembeyaz oldu. “ ifadeleriyle belirtildiğine göre oğullarına inanmayan Yakub peygamber, önce oğlu Yusuf’a duyduğu hasretle perişan hale gelmiş, sonra da içine düştüğü durum nedeniyle içindekileri, hüznünü Allah’a havale edip, cezalandırmayı düşünmeden, oğullarından Yusuf ve küçük kardeşlerini tekrar aramasını istemiştir. Ayetlerdeki üzüntü durumu ile dökülen göz yaşları üzerine pek çok rivayet ortaya atılmış ve özellikle bir çoğunda olduğu gibi 84. ayetin Diyanet İşleri başkanlığının çevirisinde “ Onlardan yüz çevirdi ve “ Vah ! Yûsuf’a vah ! ” dedi ve üzüntüden iki gözüne ak düştü. O artık acısını içinde saklıyordu. 85 : “ Oğulları, “ Allah’a yemin ederiz ki, sen hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun. Sonunda üzüntüden eriyip gideceksin veya helâk olacaksın ” dediler. " şeklinde meallendirmelerle Yakub Peygamberin gözlerinin kör olduğu ifade edilmiştir. Bu anlayışlarla ilgili olarak ;
* Yakub ( a.s.) “ Vah Yusuf’a olan hasretime vah “ deyince üzüntüsünden onu hep ağlamak tutmuştur. Bunun sonucunda da gözlerindeki su çoğalmıştır. Böylece gözleri o suyun beyazlığından dolayı da beyazlanmıştır. O halde “ perde indi “ ifadesi de ağlamanın hakim olmasından dolayı bir kinaye olmuş olur. Çünkü hüznün tesiri körlüğün meydana gelmesinden değil, ağlamanın ona hakim olmasındandır. Binanaleyh ayette bahsedilen beyazlanmayı, aklığı ağlamanın manasına alırsak, bu sebep makul ve yerinde olur. Ama onu kör olması anlamına hamledersek, bu sebep ve tahlil, güzel, makul ve yerinde olmaz. ( Vahidi Kitabü’l Basit’te İbni Abbas rivayeti )
* Bununla Yakub’un kör olması kastedilmiştir. Mukatil şöyle der : “ Yakub ( a.s. ) altı sene kör kalmıştır. Derken Allahu Teala onun gözlerini Yusuf’un gömleği ile açmıştır ki, bu da Cenabı Hakkın Yusuf Sûresinin 93. ayetinde “ Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne atın, iyice görür bir hale gelir “ ifadesinden anlaşılan husustur. Denildiğine göre Cebrail ( a.s. ) Yusuf ( a.s. ) hapiste iken, onun yanına varmış ve : “ Babanın gözleri sana olan kederinden dolayı gitti. “ demiş. Bunun üzerine Yusuf da ellerini başına koyarak : “ Keşke annem beni doğurmasaydı ve ben de babamın bu denli üzülmesine sebep olmasaydım ! “ demiştir. Devamlı hüzün, devamlı ağlama da körlüğe yol açar. O halde hüzün, bu yolla körlüğün sebebi olmuştur.
* Bazı müfessirler de Yakub’un kör olmadığını, ancak onun görme duyusunun azaldığını söylemişlerdir. Bazıları da Yusuf’tan ayrıldığı vakitten sonra Yakub Peygamberin gözlerinin onunla karşılaşıncaya kadar geçen zaman içinde hep yaşlı olduğu, kurumadığı, bu sürenin ise seksen yıl olduğu ve yeryüzünde Allah nezdinde Yakub’tan daha kerim, iyi bir kimsenin olmadığı da ileri sürülmüştür. Ayetlerin orijinalindeki “ Haradun, evtekune minel halikiyn, tallahi tefteü, elbesü “ sözcüklerinin anlamları üzerine bir çok müfessir, değişik değişik yorumlar ve açıklamalar getirmişlerdir.
Bu ayetlerin meallerine göre, 84. ayette Yakub'un gözlerine ak düşmesine rağmen 85. ayette Yakub'un oğulları, babalarının gözlerine ak düşmesini dert edinmemekte, ama buna rağmen eğer Yusuf'u anmaya devam ederse ileride hastalanacağını söylemektedirler. Ayetlerin bu şekliyle kabul edilip yorum yapılması ise çelişkidir. Oysa ayetteki " minel huzni aynehu vebyaddat " cümlesi, bilinen anlamda gözlerin kör olmasından değil başka bir şeyden bahsetmektedir. Kur'anda birçok ayette " vebyaddat " sözcüğü birçok anlamının yanı sıra " dünyadayken imanla sebat gösterenlerin yüzlerinin aklanacağını " ifade eder şekilde kullanılmıştır. Bunun bildiğimiz anlamda beyaz renk ya da bir hastalık olmakla bir ilgisi yoktur. Asıl ise kusurdan arınmışlıkla hesabı temiz vermenin yüze yansımasıdır. Aynehu sözcüğü göz ve görmek anlamında olduğu gibi el hüzni sözcüğünün Kur'andaki fiil olarak bir çok anlamda kullanılmasının yanı sıra daha ziyade kast edilen ise " gelecek endişesinden kaynaklanan üzüntü " olduğu ön plana çıkmaktadır. Bu olayların ve üst üste yaşananların ardından Yakub'un, oğullarının münafık olduğunu anlaması hem kendisi için hem de oğlu için bir aydınlık olmuştur. Bu hüznü Yakub'un gözlerinin kör olmasına değil, tam tersi gerçeği görmesine, gözünün açılmasına neden olmuştur. Bu nedenle Yusuf 84. ayeti : " Ve onlar hakkındaki ümidini tamamen yitirdi. Yusuf'un ( üzüntüsü ) üstüne ( gelen ) üzüntüme ne yazık ! dedi. Ve o hüznün gerçekleştiğini anlamasından dolayı anne baba bir iki evladının değeri arttı ama artık O ( bunu ) içinde tutan biridir. " şeklinde olması daha uygun bir meallendirme olacaktır. Yakub, her şeyi daha net görmeye ve anlamaya başlamıştır. Gelenekçi müfessirlerin Yakub'un gözlerinin kalıcı veya geçici olarak körleştiğini söylemesinin tutarlı bir delili yoktur. Zaten hemen arkadan gelen 85. ayet de Yakub'un herhangi bir göz kusurunun olmadığının delilidir.
Kıssanın devamında Yusuf Peygamber erzak temini için tekrar yanına gelen ve huzuruna çıkan kardeşlerine 89. ayette “ Yusuf dedi ki : Siz cahiller iken Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz ? “ 90 : “ Yusuf’un kardeşleri : Yoksa sen sahiden Yusuf musun ? dediler. Yusuf : Ben Yusuf’um bu da kardeşim. Kesinlikle Allah bizi nimetlendirdi. “ 91 : Onlar dediler ki : Allah’a yemin olsun, Allah gerçekten seni bize üstün yaptı. Ve biz gerçekten hatalılar idik. “ 92 – 93 : Yusuf dedi ki : Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O merhamet edenlerin en merhametlisidir. Şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun. O ayıplanan / dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş hale gelir. / derbederlikten kurtulur ve bütün ailenizi bana getirin. “ ifadelerinde belirtildiği gibi kendisini tanıtır, kardeşlerinin özür dileyerek mahcup olduklarını belirtmelerinin üzerine onları bağışlar ve gömleğini babasına göndererek tüm aileyi de Mısır’a davet eder. Bu ayet grubunda aslında kardeşler ve insanlar arasındaki düşmanlığın ve mutsuzluğun kalkmasında, hoşgörünün, affın ne kadar önemli olduğu mesajı verilmektedir. Yusuf’un ayetteki daveti, aslında gururundan dolayı ailesini ayağına çağırmak değil, göçebe hayatı yaşayan ailesini yerleşik ve daha medeni bir hayata kavuşturmaktır. Kardeşler bunun üzerine tekrar Kenan iline babalarının yanına dönüp, Yusuf’un gömleğini ona verdiklerinde, 94 : Ne zaman ki kafile ayrıldı, babaları dedi ki : “ Şüphesiz ben Yusuf’un kokusunu buluyorum. “ 95 : Dediler ki : " Vallahi şüphesiz sen hala o eski şaşkınlığındasın. " 96 : “ Gerçekten müjdeci geldi, gömleği Yakub’un yüzüne koydu, hemen ayıplanan / dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş hale geldi. “ ifadeleriyle çoğunluk ulema tarafından yapılan meallendirmelerle mucize olarak izah edilmiştir. Halbuki burada mucize şartları mevcut olmamakla beraber, baba ve oğul arasında ( paranormal bir irtibat / telepati ) oluşmuş olabilir. İnsan beyninin imkânlarının modern bilim tarafından henüz tam olarak keşfedilmiş olmadığından, bu olay psişik bir olgu olarak kabul edilebilir. Ayetlerdeki ifadelere bakıldığı zaman, anlaşılan o ki Yakub Peygamber işin başından beri telepatik olarak belki de oğlu Yusuf’tan haber almaktadır ve o nedenle de hiç bir zaman ümidini kaybetmemiştir. İbrahim ve İshak soyuna Vizyon ( öngörü ) ile telepati yeteneği, Allah’ın verdiği nimetlerdendir.
Fakat benzer şekilde birçok mealde ve Diyanet İşleri Başkanlığında da Yusuf 93 : “ Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi bana getirin ” dedi. “ şeklinde meallendirilmiştir. Oysa daha önce 84. ayeti incelerken Yakub’un gözlerinin hiçbir şekilde kör olmadığını ya da bir hastalığa tutulmadığını söylemiştik. Ama geleneğin anlattığı Yusuf kıssasında en dramatik sahnelerden birisi de kör olan Yakub’un Yusuf’un gömleğiyle gözlerinin açılmasıdır. Evet geleneksel Yusuf kıssası Yakub’un gözlerinin kör olduğunu kolaylıkla kabul etmiştir ama kör olan gözlerin bir gömleğin yüze sürülmesi ile tekrar görmeye başlamasını bu kadar kolay kabul edememiştir. Çoğunlukla Yüce Allah’ın bir mucizesi denilerek akli soruların dışlandığı bu olay, birçok insanın meseleyi sorgulayarak anlamasının önüne geçmiştir. Hatta birçok çağdaş yazar bir gömleğin göze sürülerek görme yetisinin yeniden kazanılmasının bilimsel açıklamalarına bile girişmiştir. Tüm bu çabalar elbette ki Yakub’un kesin olarak kör olduğu ön kabulünden dolayı olmaktadır. Yüce Allah’ın ne dediğini anlamak için yine onun sözcüklerine tutunmak yerine, eskilerin sözcüklere verdiği yanlış anlamlar, İsrailiyat ve rivayet üzerinden Yüce Allah’ın ayetlerini şekillendiren tefsirler sorgulanmadan, araştırmadan kabul etmek ne yazık ki maalesef din olmuştur.
Aslında 93. ayette yer alan “ kamisıy “ sözcüğü gömlek demektir. Giyilebilen şeyler için kullanılan “ tekamisiy " fiili de gömleği giymeyi anlatır. Sözcüğün daha birçok değişik anlamları da bulunmaktadır. Bu ayette geçen “ izhebu “ fiilinin de gitmek, geçip gitmek, yolculuğa çıkmak, yok olup gitmek, unutmak, terk etmek, bırakmak, görmezlikten gelmek gibi anlamları bulunmaktadır. Bu nedenle Yusuf 93 : “ Şu bana olan nefretinizi terk edin, babamın veçhi üzerinde içten davranın, hakikatin bilgisi gelecektir. Ve tüm ehlinizle bana gelin. “ şeklinde olmalıdır. Ayette " Babamın veçhi üzerinde içten davranın ” demesi, Yusuf’un artık Yakub’tan sonra gelen Resul olduğunun kardeşlerine de belli olmasından dolayı risalete itaat etmelerini istemesidir. Öte yandan bunu demesi; babalarının veçhi hakkında şeytanın vahyine tabi olmalarından vazgeçmelerini istemesi anlamına da gelmektedir. Çünkü bu veçhin kendilerine geçmesi gerektiğini söyleyen şeytandır. Artık Yusuf Resul olduğuna göre babalarının veçhi ona geçmiş demektir. İşte Yusuf’un “ babamın veçhinin üzerine kapanın ” demesi, bana itaat edin anlamına gelmektedir. Yüce Allah’ın dininden başkasına kendinizi kapatın ve itaat edin anlamındadır.
Diyanet çevirilerine göre yine Yusuf 94 de : “ Kervan ( Mısır’dan ) ayrılınca babaları, “ Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum ” dedi. “ şeklinde meallendirilmiştir. Bu Meal ve tefsirlere göre, gözlerine ak düşmüş Yakub, binlerce kilometre uzaktan bir koku duymuş, bu kokunun tahminen 25 yıl önce ergenlik çağına yeni girmiş bir çocukken kaybettiği Yusuf’un kokusu olduğunu anlamış ve bunu etrafındakilere bir mucize olarak söylemiştir. Bu şekildeki meallendirmeler tam zamanına ve tam yerine oturmamış bir tutarsızlık olup tamamen mantık dışıdır. Yusuf ve diğer oğlu zaten kurtulmuştur, düşmanlık yapan oğulların içine düştükleri hainlik deşifre olmuştur, kafile mutlu bir haberle babalarına dönmektedir. Yani böyle bir mucize ne olayların akışı itibarıyla ne Yakub’un içinde bulunduğu konum itibarıyla hiç de gerçekçi değildir. Üstelik de tüm meal ve tefsirler tarafından ayette geçen “ levla en tüfennidun “ ibaresine müfessirler çoğunlukla ” Bana bunak demezseniz ” ifadesini vermişlerdir. Halbuki ayetteki anlamı, “ Eğer sözlerimi, abuk sabuk şeyler saymazsanız ” şeklinde olmalıdır. ( Kurtubi, El Camiul Ahkami’l Kur’an c.9.s.391 Er Razi, Tefsir i Kebir c.13 / 340 )
Çünkü ayette geçen “ tufennidun “ sözcüğü fiili muzari ( geniş / şimdiki / gelecek zaman ) kipinde, müzekker ( erkek siga ), cem’i ( çoğul ) muhatap bir sözcüktür. Eğer kök anlam olarak bunamak, abuk sabuk konuşmak anlamı üzerinden anlam verilecekse bunun “ siz bunarsınız / bunayacaksınız ” şeklinde anlam verilmesi zorunludur. Cümlenin başında ” lev ” eğer ve ” la ” olumsuzluk edatlarının bulunması, sözcüğe olumsuzluk ve şart anlamları katmaktadır. Bu durumda cümlenin anlamı ” eğer siz bunamamışsanız ” şeklinde olması gerekmektedir. Bunun yanında cümlenin içinde “ demezseniz ” şeklinde bir sözcük de bulunmamaktadır. O halde nasıl oluyor da “ levla en tüfennidun “ cümlesinden “ bana bunak demezseniz ” gibi yanlış bir anlam çıkarılmaktadır. Sözcüklerin bu anlamlarına göre “ levla en tüfennidun ” ifadesine meal ve tefsirler tarafından verilen “ eğer siz bana bunak demezseniz ” anlamının asla doğru olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu açıklamalardan sonra ayette geçen “ levla en tüfennidun “ ifadesine kök anlamlarını inceleyerek ve ayette geçtiği şekliyle, yani ; muzari, cem’i, müzekker, muhatap olarak " Eğer siz bunaklık yapmazsanız, Eğer siz saçmalamazsanız, Eğer siz hatanızdan pişmanlık duymayacaksanız. " ifadelerinden birinin tercih edilmesi gerekmektedir. Ayetin “ levla en tüfennidun “ ifadesine bu anlamlardan hangisinin tercih edileceği de ancak diğer sözcüklerin de net bir şekilde anlaşılmasıyla belirlenecektir. Tüm müfessirler tek bir istisna dahi olmadan ayette geçen “ le ecidu riha Yusuf “ ibaresini de “ Yusuf’un kokusunu alıyorum ” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Onların sözcüklere yükledikleri anlamlara göre “ le ecidu “ sözcüğü “ alıyorum, hissediyorum ” anlamına gelmektedir. Ama “ le ecidu “ sözcüğü (v, c, d) kök harflerinden türemiş bir sözcüktür, Kur’an’da bu kökten türemiş 107 sözcük bulunmaktadır. Var oluş, yoktan var olma ve hazır bulma gibi bir çok anlamlarda kullanılmaktadır. Belirtilen bu sözcüklerin kullanımından hiçbiri koku bulmak ya da sadece koku almayı ifade eder şeklinde değildir. ( R. El İsfahani, El Müfredat VCD md. Yrd. Doç. Dr. İlyas Karslı, Yeni Sözlük VCD md.s.2074 )
Öte yandan ayetin başında gelen “ Velemma fesaletil ıyru “ cümlesi de “ Kervan ayrıldığında ” anlamına gelmektedir. İncelediğimiz “ le ecidu” cümlesine yüklenen anlam hep Yusuf’un kardeşlerine babasının gözlerinin açılması için gömleğini verdiği kurgusu üzerinden verilmiştir. Oysa daha önceki bölümde Yusuf’un herhangi bir gömlek vermediğini ortaya koymuştuk. Bu nedenle Yusuf 94 ayeti : “ Kervan ayrıldığında önderleri, “ Eğer, siz beni geçersiz hale getirmezseniz, ben kesinlikle Yusuf’un Rih’ını / gücünü yemin olsun elde edeceğim ” dedi. “ şeklinde olmalıdır.
Bunların dışında ayet grubunun orijinalindeki “ Basiyr “ sözcüğü de genellikle Kur'anda Allah için “ iyi gören “ anlamında kullanıldığından, Yakub Peygamberin bu kıssadaki durumu için de, onun önce körleştiği, sonra da körlükten kurtulup “ iyi görür “ hale geldiği şeklinde anlaşılmıştır. Fakat “ Basiyr “ sözcüğü aynı zamanda Arapçada “ Alay edilen, dalga geçilen, derbeder, hasta görünümünde “ anlamındaki “ darir “ sözcüğünün karşıtı olarak da kullanılır. Ayetteki ifadelerle gömleğin yüze konulması ile, ağlamaktan gözlerine ak düşen ve gerçekten kör olan, yapısı bozulmuş olan gözün, mucizevi olarak eskisi gibi görür hale geldiğini kabul etmek gerçek hayatta, biyoloji kanunlarına göre herhangi bir tıbbi müdahale yapılmadan mümkün değildir. Daha önceki ayetlerde de aslında Yakub'un gözlerinin kör olmadığını da açıklamıştık. Gözün gerçekten kör olduğunun kabul edilmesi, hem ayetin orijinalinde yer alan “ Basiyr “ sözcüğünün ( Oğlunun sağ olduğunun haberini alması, onun gömleğini koklaması ile yaşadığı mutluluğa bağlı olarak, çökmüş, dünyaya ve hayata umursamaz bakışından, hastalıklı gibi görünüp dalga geçilebilecek derbeder bir yapıdan kurtulma olan ) şeklindeki kabuller, Allah’ın koyduğu Biyoloji kanunlarına, Sünnetullah’a aykırıdır. Elbette ki yaşlılıktan, yıllarca üzüntünün getirdiği stresten, dökülen göz yaşlarından dolayı gözünde perde, donukluk ve katarakt oluşmuş, Yakub ( a.s. ) ın görme duyusu zayıflamış olabilir. Ama bütün bunlar gözün tamamen kör olduğu anlamına gelmez. Yakub ( a.s. ) ın içinde bulunduğu psikolojik olumsuzluklardan dolayı, kendine bakmak istemediği, hayattan umudunun ve güzel beklentilerinin kalmamış olmasından, bakımsız, derbeder ve hastalıklı bir görünüme bürünmüş olduğu ve müjdeli haberi almasından sonra kazandığı moralle, artık hayata bakışının daha olumlu olacağı da aşikardır. Bundan dolayı da, Yakub'un içinde bulunduğu duruma uygun olarak ayetin orijinalinde “ Basiyr “ sözcüğü kullanılmıştır. Sonuçta Yakub ( a.s. ) şüphesiz Allah’ın inayeti ile kaybettiği oğlu Yusuf’a kavuşmuş, onu dünya gözüyle görmüş ve rivayetlere göre de hayatının 18 yılını oğlunun yanında Mısır’da geçirmiştir.
Aslında bu hikâyenin iki kahramanı olan Yakub ve Yusuf peygamberler, Allah’ın meşieti ( iradesi ) gereği kendilerine belirlemiş olduğu rolleri oynayan iki aktör konumundadırlar. Yüce Allah onlara tarih sahnesinde aile içi hatalı davranışları ve ardından gösterecekleri tepki rollerini biçmiştir. Onlar bu rollerini tam olması gerektiği gibi oynayacaklardır ki, oynamışlardır da ve sabrı cemil ile uygulamışlardır. Yakub peygamber, sadece oğlu Yusuf’un kaybına değil, aslında daha çok hakikatin, onunla insanlığa sunulacak Kerim bir elçinin o andaki kaybına ağlamıştır. Çocuklarının olumsuz ve yanlış davranışlarından dolayı onlardan asla yüz çevirmemiştir, sabırla duruşunu muhafaza etmiştir. Allah’a sığınmış, sürekli ondan yardım talep etmiştir. Hatalarından dolayı çocuklarının bağışlanmasını istemiştir. Yakub Peygamber ortaya çıkan vizyon konusuyla evladının kendisinden daha fazla bir nimetle şereflendirileceğini anlamış, fakat bundan hiç rahatsızlık duymamış, bilakis mutluluk ve huzur bulmuştur. Bundan dolayı da sonuçta Yusuf, önce Allah’ın elçisi olmuş, Mısır'a sultan yapılmış, Yakub’un asıl davası olan İslam ve Tevhit inancı, Mısır’da hayat bulmuştur. Bugün anlatılan bu kıssa ile Kur’anın asıl mesajını doğru algılayabilenler, onların sergiledikleri hatalı davranışları görüp duyanlar, gösterdikleri sabrı örnek alanlar, düşünüp akıl edebilenler, elbette ki kıssanın anlatıldığı ayetlerden ibret alacaklar, onlar gibi aile içerisinde yanlış davranışlardan uzak durabileceklerdir.
Fakat ne yazık ki çoğunlukla Allah’ın meşietinin ( iradesinin ) kendilerine belirlemiş olduğu rollerin farkında olamayanlara göre, Yusuf mucizevi bir şekilde Mısır’a Sultan yapılmış, aslında ortada olmayan Yusuf’un yırtılan kanlı gömleği kör olan gözü görür hale getiren sihirli gömleğe dönüşerek ön plana çıkarılmış, Müslümanlar Kur’anın asıl mesajlarından ziyade her peygamber kıssasında olduğu gibi, mucizelerin ve masalların peşine düşürülmüşlerdir. Ne diyelim ! Masallarda olduğu gibi Yakub ve oğlu Yusuf ermiş muradına biz çıkalım kerevetine mi diyelim ! Güzel bir hikâye dinledik, eğlendik, hoşça bir vakit geçirdik mi diyelim ? Peki Kur’an bize masal ve mucize mi anlatmaktadır ? Allah, Yusuf Sûresinin başından sonuna kadar 111 ayet ile bize sadece gömleğin mucizesini, kerametini mi anlatmak istemiştir ? Bu kadar basit düşünülebilen bir Allah, zerreden küreye çok hassas hesaplamalarla yaratılmış olan bu devasa Evrenin, Kâinatın ve içindekilerin sahibi olabilir mi ? Allah’ın her şeye kadir olduğundan, gücünden, yapabileceklerinden iman ettim diyen kimsenin şüphesi olabilir mi ? Allah’ın mucize göstermeye ihtiyacı mı vardır ? Elbette ki hayır ! Başımızı kaldırdığımızda başta kendi bedenimiz olmak üzere, bütün gördüklerimiz, yaşanan bütün olaylar ve yaratılmış olanlar, zaten Allah’ın mucizeleri değil midir ? Bütün bunlar yetmezmiş gibi, İnsanlar niye hala bütün peygamber kıssalarında mucize beklentisine kendilerini kaptırmaktadırlar ? Allah’a güvenmiyorlar mı ? Yoksa Allah’ı yeterince tanımıyorlar mı ? Kâinatı, Evreni ve bütün oluşumları kanunlarla, kurallarla, Sünnetullah ile yönettiğine ve bunları kıyamet gününe kadar asla değiştirmeyeceğine, Allah’ın sözünden asla dönmeyeceğine inanmıyorlar mı ?
Bakara Sûresinin 131 – 132. ayetlerinde “ Rabbi O’na İslamlaştıran / sağlamlaştıran, esenlik, mutluluk, huzur ve barış kazandıran, insanların İslam dinine girmesini sağlayan biri ol ! dediği zaman, İbrahim, “ Ben alemlerin Rabbi için İslamlaştıran biri oldum. “ dedi. İbrahim de Müslim olmayı, kendi oğullarına ve Yakub’a “ Ey oğullarım ! Şüphesiz ki bu dini size Allah seçti. Onun için yalnızca İslamlaştıran kişiler olarak ölün “ diye vasiyet etti. “ denilerek belirtildiği gibi, Yakub Peygamber de oğullarına, torunlarına Allah’ın Hak Dini olan İslam’ı vasiyet etmiştir, dolayısıyla da dünya ve yaşam var oldukça, bizim Peygamberimiz ve Kur’an ayetleriyle de biz Müslümanlara, bütün insanlığa da İslam, vasiyet edilmiştir. Bugünün Müslümanları da bu vasiyetin gereği olarak artık masalların, mucizelerin, uydurma rivayetlerin, Allah'a ortak ettikleri Evliyaların ve Şeyhlerin peşinden gidilmesinden, Kur’anın terk edilmiş olunmasından vazgeçmeli, bizzat dinimizin yegâne kaynağı olan Yüce Kitabımızı anlayarak okuyup, aklını, mantığını kullanarak, sorgulayarak ve tefekkür ederek, ayetlerin öğütlerini kendilerine rehber edinmeli, Kur'anın asıl mesajlarıyla ve öğütleriyle yaşayıp Tevhit öğretisine kavuşabilmelidirler. Allah’ın selamı rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun!...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Ramazan Demir : ( Hadım Edilen Nebi Yusuf I. Yusuf 2. )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR