Müslümanların din adına pek çok kavramda aldatıldığı gibi yanlış yönlendirildiği konulardan biri de, mübarek Kandil Geceleri adıyla, dine sonradan sokulmuş olan inançlarla yaşanılanlardır. İnsanlar kişilik yapılarında var olan hırs, kısa zamanda kolay kazanç ile zengin olma gibi zaafları nedeniyle önlerine konan bu konudaki yalanları, Kur'anı da anlamak üzere okumadıklarından, hiç sorgulamadan hemen benimsemişler, promosyon ve ikramiye ile bir gecede cenneti kazanma kolaylığına inanmışlar ve inançlarının yozlaşmasına yol açan bu yalanları din olarak yaşamaya başlamışlardır. Özellikle bizim ülkemizde Tasavvufi Tarikat ve Cemaat çevrelerince bazı günler, geceler ve aylar " mübarek " ilânı ile bunlar için de özel namaz, oruç ve zikirler icat edilmiştir. Fakat icat edilmiş olan bu özel ibadetler, maalesef Kur'anın önüne geçirilen uydurma hadis ve rivayetler sayesinde, sadece bu kesimlerde kalmamış, dilden dile dolaşarak yayılmış, zaman içerisinde çeşitli yayın araçlarıyla daha geniş kitlelere ulaşmış, günümüzde ise devletin resmi kuruluşları tarafından da uygulanır olmuştur. Bugün kökleşmiş olan, atalardan, büyüklerden intikal ettirilmiş ve gelenekleştirilmiş olan bu uygulamalar, oysa Dinimizin temel kaynağı Kur’an açısından değerlendirildiğinde, ibadetin mübarek denilen özel günü, özel gecesi, özel ayı gibi özel zamanları bulunmamaktadır.
Bakara Sûresinin 255. ayetinde " Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır. El Hayyu / Her zaman diridir. El Kayyum / Her şeyi ayakta tutan, koruyan, diri ve bütün Kâinatın idaresini bizzat yönetendir. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Allah, gece gündüz her zaman bizimledir, diridir, onu uyuklamak tutmaz. Bidat ve dine sonradan sokulmuş olan bu tarz uygulamalar, İslam’ın ruhuna da aykırıdır. Rum Sûresinin 17. ayetinde de “ O halde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde, gece sırasında, öğleye erdiğinizde, her zaman Allah’ın tesbih edilmesidir. / Tüm noksan sıfatlardan arındırılmasıdır. “ denilerek, Allah'a yönelmenin, anmanın, tüm nitelikleriyle tanımanın, tanıtmanın sürekliliğine dikkat çekilmektedir. Bu nedenle Ali İmran Sûresinin 190 - 191. ayetlerinde de " Onlar göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde tefekkür ederler, elbette ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar, gökleri ve yeryüzünü yaratan Rabblerine, Rabbimiz Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen tüm noksanlıklardan arınıksın, artık bizi ateşin azabından koru derler. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, herkesin kendi kapasitesi ölçüsünde samimiyetle anlamak üzere okuduğu ayetler, sürekli olarak Allah'ın zikri ( Kur'an ) akılda tutulacak, üzerinde düşünülecek, tefekkür edilecek, öğütleri belleklere yerleştirilecek, hayatın her alanında rehber ve reçete yapılarak yaşanacaktır. İslam dininde, hayatın her anında, her gününde, gecesinde, her saatinde ibadetin, kulluğun sürekliliği, kararlılığı ve samimiyeti esastır. İslam dininde yapılan kulluk görevlerine ekstra promosyon verildiği ikramiyeli geceler, zamanlar yoktur. Bu nedenle diğer ay ve zamanları önemsemeden Kur'andan, Allah'ın öğüdünden uzak yaşayıp bir ayın veya gecenin kutsiyetine inananlar için ;
ZUHRUF 36 – 37 : Ve her kim Rahman’ın öğüdünden, anılmasından körleşirse, Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için yandaştır. Ve şüphesiz ki yandaşlar körleşenleri yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.
TAHA 124 : Kim benim anılmamdan, öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak toplantı alanına toplarız.
ZÜMER 53 : De ki : “ Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar ! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah günahları tümden bağışlar. O çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir. ” gibi pek çok Kur'an ayetinde bu konuda yapılan uyarıları görmekteyiz.
Buna rağmen Kur’an dışında Peygamberimizin vefatından sonra, Ulemaüs sû / kötülük uleması denilen din tüccarlarının uydurmalarına dayanan hadis kitaplarıyla üç aylar diye bir kavram oluşturulmuş, bu ayların içerisine de Regaib Gecesi, Miraç Gecesi, Berat Gecesi, Kadir Gecesi isimleri ile özel ve kutsal addedilen Kandil Geceleri serpiştirilmiştir. Kur’anda ismi, ayrıntıları bizzat bildirilen Ramazan ayının ve onun içindeki ismi belirtilen Kadir Gecesi de dahil özel ibadetlere ve karşılığında özel ikramiyelere tahsis edilmiş aylar, geceler olmamasına karşı, Hacc zamanında geliş ve dönüş yolculuklarının güvenlikli yapılması, Mekke'de kurulacak olan ticaret fuarlarının güvenlikle oluşturulabilmesi için cahiliye döneminde, her fırsatta birbiriyle savaşan Müşrik kabilelerin anlaşmaya varıp barış imzaladıkları, savaşın ve öldürmenin, yol kesmenin, hırsızlığın yasaklandığı ve özellikle haram kılındığı kameri dört ay bulunmaktadır. Hadis ve rivayetlerle Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayı olarak belirtilen bu aylar, isimleri belirtilmeden Tevbe Sûresinin 36. ayetinde " Şüphesiz Allah katında ; Gökleri ve yeri oluşturduğu günkü Allah'ın yazısında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü dokunulmaz / haram kılınmıştır. İşte bu koruyan dindir . " ifadeleriyle Kur'an tarafından da kabul edilerek o yöre kavimlerinin kendi aralarında yaptıkları bu anlaşmalar, o zamanın ve bölgenin toplumları için yararlı olmasından dolayı, onaylanmakta ve korunmaktadır. Bu aylardan tam ortada olan Zilhicce ayı Hacc ayıdır, önünde, arkasında olan aylar da Hacc hazırlıklarının yapılacağı, bilhassa geliş ve dönüş yolculuklarının güvenlikli yapılması gerektiği aylardır.
Diğer Müslüman ülkelerin neredeyse tamamında olmayan bu Kandil Geceleri ve üç aylar bidatları ile ilk kez tarihte Halife Ebu Bekir ve Halife Ömer’in mücadele ettikleri söylenmekte, daha sonra 900 lü yıllarda bilhassa Tasavvuf Tarikatlarınca tekrar gündeme getirilip kutlandıkları görülmektedir. Bizim ülkemizde ise ilk defa Osmanlı Devleti döneminde 1570 li yıllarda Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sarı Selim’in zamanında başlayarak, Hristiyanların mum yakmasına benzer şekilde minarelerde kandiller yakılarak duyurulup, siyaset aracı olması bakımından özellikle devlet eliyle kutlanmaya başlanmıştır. Bu nedenle de bu gecelere Kandil adı verilmiştir. Bu bilgiler ( Diyanet İslam Ansiklopedisi İst. 2001 c.24 s. 300 ) de yayınlanmıştır. Ama buna rağmen düşündürücüdür ki bidat olan, Kur'anda olmayan, dine sonradan ilave edilmiş olan bu geceler, bugün de artık maalesef Camilerde bizzat Diyanet İşleri Başkanlığınca organize edilmekte, mevlitler, dualar tertip edilmekte, kutlama mesajları yayınlanmakta, fakat özellikle Cinn Sûresinin 18. ayetinde " Ve şüphesiz ki mescitler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. / Kulluk etmeyin " ifadeleriyle Camilere ibadet adı altında sonradan sokulanların yasaklandığı Kur'an ayetlerindeki uyarılar en yetkili ve sorumlu ilâhiyatçılar tarafından inkâr edilmekte veya görmemezlikten gelinmektedir. Bu ise Camilere kadar sokulan küfürdür, şirkin ta kendisidir.
Kandil geceleri ile ilgili olarak Peygamberimiz dedi ki denilip üzerine atfedilerek sonradan uydurulmuş bir çok hadis ve rivayet bulunmaktadır. Yine bu hadis ve rivayetlerin yalan olduğu, bizzat rivayetçilerin kendi ağızlarından itiraf edilmiştir. Dinin kaynağı hadisler değil, Kur'andır. Kur'anda olmayanlar da din olarak yaşanamaz. Buna rağmen yine de bu geceler Kur'anın içinde nelerin olup olmadığını bilmeyen Müslümanlara Din, hadis ve rivayetlerle yaşatılmaya, promosyonlara alıştırılmaya çalışılmaktadır. Birilerince üretilen, uydurulan hadis ve rivayetlerde, bu aylarda ve gecelerde yapılacak ritüellerle Müslümanlara adeta Cennetin kapılarının anahtarları sunulmaktadır. Halbuki Yüce Rabbimiz, Cennetin hangi şartlarda kazanılabileceğini, kimlerin kendilerini nasıl kurtarabileceğini, dinimizin yegâne kaynağı olan Kur’anda, pek çok ayetle gözler önüne sermektedir. Ve bunların içinde Kandil Geceleri diye bir şey de yoktur. Şimdi belki de hemen Kur'anda Kadr Sûresi var ya denilecektir. Biz de hemen kısaca değinelim. Bu Sûre ile Kur'anın bize anlattığı, Ramazan ayının hangi gecesinde olduğunun özellikle belirtilmediği Kadr Gecesi, bizim gecemiz değil, özellikle indirilmeye başlanan Kur'anın nuru, aydınlığı, fazileti ile aydınlanmaya başladığı Peygamberimizin Kadr gecesidir. Kur'an ayetleri, o gece O'nun için ve insanlık için inmeye başlarken, O'nun ufku, hayata, dünyaya bakışı değişmiştir. Peygamberimiz o gece Yaratan, Kerem sahibi Rabbi ve Kur'an ayetleriyle tanışmış, ulvi bir görev ile şereflendirilmiştir. O gecenin şu gece veya bu gece olmasının da bir önemi yoktur. Keramet gecede, kandilde, mumda, lambada değil, indirilen Kur'an ayetlerindedir. Biz de ne zaman anladığımız şekilde okuyup Kur'an ayetleri ile tanışırsak, hayatımızın rehberi yapmaya karar verirsek, işte o zaman, o an bizim de hayata bakışımızın, ufkumuzun değiştiği Kadir gecemiz olacaktır. Kur'an ayetlerinin fazileti, nuru, bizi de taçlandırmaya, aydınlatmaya başlayacak, bizi içinde bulunduğumuz yanlışlardan arındıracak, karanlıklardan çıkaracaktır. ( Geniş bilgi için " Kadir Gecesi ve Kandil İnancı " başlıklı yazımıza bakabilirsiniz.)
Kur'anda olmayan ama buna rağmen insanlar tarafından daha sonraları ihdas edilmiş olan Üç ayların birincisi olarak öngörülen Recep ayı, Hacc hazırlıklarının yapılmaya başlandığı aylardandır. Savaşın, yol kesmenin yağmanın, talanın kesinlikle yasak olmasından başka hiç bir özelliği yoktur. Buna rağmen, İslam anlayışına sığmayan birçok yalan uydurulmuş ve bunların birçoğuna da hadis denilmiş, peygamberimize iftiralarda bulunulmuştur. Örneğin ;
* Allah, Nuh ( a.s. ) ı bu ayda gemiye bindirdi. Nuh ( a.s. ) gemide oruç tuttu ve yanındakilere de emretti. Allahü Teala onları kurtardı, tufan sebebiyle yeryüzünü küfür ve taşkınlıklardan temizledi. ( Şevkani a.g.e. sa. 440 )
* Recep öyle büyük bir aydır ki bir kimse bu ayda bir gün oruç tutarsa, Allah ona bin yıl oruç tutmuş sevabı yazar. ( Şevkani a. g. e. sa. 101 )
Tabii bu oruç tutma gün sayıları değişik kişiler tarafından arttırılmış, ayın tamamı 30 güne kadar da götürülmüştür. Ama hepsi de daha sonra başka mücdehitler tarafından da yalanlanmıştır. Rivayetçilere göre Hicri takvimdeki Recep ayının ilk Perşembe gününün gecesi, Cuma gününe bağlayan gece uydurma hadislerle Regaib Kandili olarak kabul edilmiştir. Klasik yorumcuların bu bağlamda yaptıkları açıklamalarına göre ; “ * Peygamber Efendimiz ( s.a.s ) bu gecede pek çok ruhani ahval ve ikrama kavuşmuş olmakla, Yüce Allah’a şükür için on iki rekât namaz kılmıştır. * Peygamber Efendimizin ( s.a.s ) bu Regaib gecesinde ana rahmine düşmüş olduğuna dair olan bir rivayet uygun görülmemektedir. Çünkü bu gece ile Hz. Peygamberimizin doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı düşmektedir. * Ancak Hz. Amine’nin Peygamber Efendimize hamile kaldığını bu gece anlamış olması düşünülebilir. * Sebep ne olursa olsun, bu gece pek mübarek bir gecedir. * Zaten Regaib, istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikram demektir. ” Denilmektedir. İbnü'l Cevzi de böyle bir gecenin olmadığını, isim de vererek bir kaç kişinin uydurduğunu belirtmektedir. ( 414 / 1024 ) Buna rağmen yine de bu Gece, uzun yıllar saf Müslümanlara tamamen zanna, sebebi de belli olmayan işte bu tür uydurma tutarsız rivayetlere dayalı olarak, o günkü koşullara göre henüz takvimin dahi kullanılmadığı, zaman ayrıntılarının bilinmediği halde önce “ Peygamberimizin ana rahmine düştüğü gece “ saçmalığı ile yutturulmuştur. Rivayetçiler birbirlerini yalanlayınca, Rebiul evvel ayının on ikinci gecesi dedikleri doğum tarihi zamanı da hesaplara göre tutmayınca, Peygamber de prematüre bir bebek olamayacağına göre, zamanla da Müslümanlar biraz uyanıp bu tarihin nasıl tespit edilip uygulanmaya başlandığını sorgulamaya başlayınca, kendi kendilerine de yeni bir açıklama ile çelişkilerini ortaya koymuşlar, yine de böyle bir uydurma geceden vazgeçemeyerek, bu sefer son yıllarda, rahmet, bereket, bolluk ve rağbet edilen gecesidir demeye başlamışlardır. Tabii asıl mesele, bir kere nasılsa biz insanları gütmek için bir vesile ile toplamayı başardık, artık biz atalarımızın öğrettiklerinden, töre, teamül ve geleneklerimizden vazgeçmeyiz diyerek, uydurma da olsa, Kur’an ayetlerinin uyarıları görmezlikten gelinmiş de olsa, müşrik Emevi Arap kültüründe olduğu gibi toplum baskısı da etken olacağı için, vazgeçememe inadı hakim olacaktır.
Regaip sözcüğü Arapçada “ Rega – be “ kökünden gelmektedir. Kök anlamı, “ arzulamak, rağbet etmek “ tir. Cümle içinde ise bir şeyi meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarfetmek demektir. Bundan dolayı da Regaib Kandili gecesine aynı kökten türemiş olan “ Regib “ sözcüğünden dolayı da rağbet edilen, arzulanan gece, talep edilen gece, bolluk bereket gecesi gibi zorlamalardan kaynaklandığı belli olan tanımlamalar getirilmektedir. Ellerinden gelse, regabe kökünden türemiş ve Kur’anda başka anlamlarda kullanılan sözcüklerin bulunduğu ayetleri de neredeyse delil olarak göstereceklerdir. Regaib Kandili ile ilgili olarak fazla sayıda rivayet uyduramamış olsalar da, daha ziyade Recep ayının faziletleri ile ilgili uydurdukları hadisleri bu gece için de kullanmaya çalışmışlardır. Örneğin :
* Allah u Teala Recep ayında oruç tutanlara mağfiret eder. ( Gunye ) ( Üstelik de birileri 30 güne kadar zamlandırarak abartmışlardır. )
* Recep Allah’ın, Şaban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır. ( Acluni Keşfu'l Hafa 1 / 423 ) Suyuti s. 114. de ise bu rivayetin aslının olmadığı belirtildiği, " Allah'ım, Recep ve Şabanı bize mübarek kıl ve bizi Ramazana ulaştır. " şeklindeki Resulullah'ın duasının olduğu rivayet de Taberani el Mücemü'l evsat IV. 189 ve Müsned I. 259 da zayıf kabul edildiği gibi bu konudaki bütün rivayetlerin zayıf ve gerçek dışı olduğu belirtilip birçok ulema tarafından da yalanlanmaktadır.
* Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geri çevrilmez. Cuma geceleri, Receb'in ilk Cuma gecesi ( Regaib Gecesi ) Şaban'ın ortasında bulunan gece ( Berat Gecesi ) Ramazan Bayramı gecesi, Kurban Bayramı gecesidir. ( Beyhaki, Sünen Şeabü'l iman 3 / 342 )
* Recebin ilk Cuma gecesinde gafil olmayasınız. Zira o gece meleklerin Regaib ismini verdikleri gecedir. ( ibn i Kayyim, el Menarul Münif sa. 95 ) ( Halbuki özellikle Recep ayı cahiliye dönemlerinin Müşrik putperestlerinin kutladığı, kurban kestiği, oruç tuttuğu aydır, üstelik de Peygamberimize atfedilen ve bu ayda oruç tutulmasını ve Kurban kesilmesinin yasaklandığı hadisler de bulunmaktadır. Fakat ehli sünnet uleması işine gelmeyen ayetleri görmediği gibi, bu hadisleri de görmemezlikten gelmektedir. Üstelik melek konusundaki bilgileri de yanlıştır, öyle konuşan, insan gibi ibadet eden ontolojik ve metafizik / fizik ötesi melek diye bir varlık yoktur, uydurmadır. Melek, Evrendeki ve dünya üzerindeki bütün olayların yürüyebilmesi için Allah'ın Kendi hükmü, bilgisi ile yarattığı kanunları, kuralları, ilkeleri, enerji ve enerji değişimlerinden oluşan basınç, sıcaklık, genleşme, mıknatıslanma, yer çekimi gibi doğa güçleridir.)
Bu uydurmalara inananlara sormak gerekir ! Diğer ayları ve zamanları Allah yaratmadı mı ? Diğer aylarda ve zamanlarda Allah, Kendisini izinli mi saymaktadır ? Eğer Recep, Şaban ayları da kutsal aylar ise, Enam Sûresinin 38. ayetinde " Biz bu Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. " diyen Allah, diğer ayların ismini saymayı unutmuş mudur ? Üç boyutlu nesnel yapıya dönüşüp insanlar gibi konuşabilen melekler var mıdır ve o melekleri gören olmuş mudur ? gibi üretilebilecek pek çok sorunun havada kalacağı çok bellidir. İşte bizzat hadisçilerin kendileri tarafından yalanlanan bu uydurma hadislere dayandırılarak ihya ediyoruz denilen bu gece için, klasik yorumcular, ehli sünnetçi ulema ve gelenekçiler aynı tür saçmalık ve tutarsızlıklarla da ;
* Bu geceye Regaib ismini melekler vermiştir. ( Konuşabilen, insan görünümüne dönüşebilen melek diye bir varlık yok ki, gecelere isim versinler. )
* Her Cuma gecesi kıymetlidir, bu iki gece de bir araya gelince, daha da kıymetli oluyor.
* Allahu Teala bu gecede Müminlere ragibetler, ihsanlar, ikramlar yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder.
* Bu gecede yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere sayısız sevaplar verilir.
* Bu gecede Kur’anı Kerim okunmalı ve dinlenmeli, Kur’an ziyafetleri verilmeli, Kelâmullah’a olan sevgi, saygı, bağlılık duyguları yenilenmeli.
* Peygamber Efendimize salatu selam getirilmeli, onun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli. ( Mahşer gününde Allah'tan başka yardım ve bağışlayıcının olmadının belirtildiği ayetleri inkâr mı ediyorsunuz. Peygamberi de Allah'a ortak mı koşuyorsunuz ? )
* Kaza, nafile, tatavvu, revatip, elfiye, kandil, evvabin, şükür, kuşluk namazları kılınmalı, o geceye ait nakledilen diğer namazlar da eda edilmelidir. ( Kur'anda kaza ve nafile namazı diye namazlar yoktur. Bu aylarla ilgili olarak her Tarikat, her Cemaat ve her zümre birçok namaz şekli uydurmuştur. Bu namazların rekâtları da kıraatları da birbirinden farklıdır. Fakat Allah'tan başkaları tarafından konulmuş kuralları Din diye kabul etmek ise şirktir.)
* Tefekkürde bulunulmalı, ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir gibi konular düşünülmelidir. * Geçmişin muhasebesi yapılmalı, günahlardan samimiyetle tevbe edilmelidir.
* Bol bol zikir, evradü eskarda ( sıklıkla okunan dualarda ) bulunmalıdır. ( Kur'anı anlayarak okumanın kendisi zaten zikirdir. Papağan gibi aynı kelimeleri sayılarla anlamı da bilinmeden tekrar ederek tespih aletiyle çekmek zikir değildir. )
* O gün oruçlu olunmalıdır. ( Müslümanın orucu Ramazan ayında toplu olarak tutulan oruçtur veya oruç işlenen bir suçun kefareti olarak tutulur. Regaib Kandilinin kendisi zaten sonradan insanlar tarafından uydurulmuş ve Kur'anda olmayan bir gecedir. Önerilen oruç, uydurulan bir gecenin uydurulan bir promosyonu olur. ) gibi yine de bir çok ritüeli Müslümanlara önermektedirler.
Dinimizde şu bir gerçektir ki, bilmek tek başına yetmiyor. Önemli olan, dinimizin yegâne kaynağı Kur'an ile sorgulanabilen, test edilebilen bilgiyi hayatımızda ne kadar ve ne derece doğru uygulayabildiğimiz ve onu ne kadar başkaları ile paylaşabildiğimizdir. Bugün topluluğumuzda, dini yaşamanın ve uygulamanın en kolay hali mi, yoksa en zorlayıcı hali mi dayatılmaktadır ? Gerçekten dinimizin yegâne kaynağı olan Kur’an, bizim önümüze konulan bu zorlamaları mı dayatmaktadır ? gibi sorular çoğunlukla sorulamamaktadır. Halbuki Bakara Sûresinin 256. ayetinde " Dinde zorlamak / tiksindirmek yoktur. " uyarısı yapılmakta, herhalde ulema tarafından bu uyarı tamamen gözardı edilmektedir. Tabiidir ki eğer Kitabımız, yüz yıllardır Müslümanlara Arapçanın ötesinde anladığımız dilden okutturulmaz, biz de anlayarak okumaz isek, Kur'anın içerisinde nelerin olup, nelerin olmadığını bilmez isek, bu soruların cevabını elbette ki kendimiz veremeyiz. Bizim yerimize bu cevabı insanları gütmek, kullanmak isteyen, Allah'la aldatan din tüccarları kendi güdülerine uyarlayarak verir.
Regaib gecesi için önerilenlerin bir kısmını yukarıda örneklendirdik. Bu hadis ve rivayetleri uyduranlar ve bunlara inananlar, Melek, Salat, Namaz, Oruç, Zikir ve daha pek çok kavramın, Kur'ana göre karşılığının ne olduğunu dahi tam olarak bilememektedirler. Yukarıda örneklendirdiğimiz önerilerden gördüğümüz tek doğru, Allah’ın kullarından neleri istediğinin tefekkürle düşünülmesi önerisidir. Yerinde ve çok doğru bir öneridir de, acaba bu öneride bulunanlar, Kur’anı hiç bir şey anlamadan bu gecede insanlara makamı, tecviti ile okunan Arapça Kur’an ziyafeti çektirirken, ardından bu kitabı anlayarak mealini ve Tebyinini okumalısınız, dinimizin yegâne kaynağı Kur’andır, diyebilmekte midirler ? Yoksa siz Kur’andan bir şey anlayamazsınız, abdestsiz Kur'ana el süremezsiniz diyerek insanları Kur’andan uzaklaştırmış mıdırlar ? Bunun sonucunda bugünkü anlayış ile İnsanlar Kur’anı sadece belirli günlerde, Arapça birkaç sayfa okuyup onu da ölülere hediye ederlerse ve kendileri için anlamak üzere okumazlarsa, Allah'a ve ayetlerine sevgilerini, saygılarını, bağlılıklarını nasıl pekiştireceklerdir, Allah’ın neleri yasakladığını, kendilerinden neleri istediğini bilmez iken, tefekkürünü ve muhasebesini nasıl ve neye göre yapacaklardır. Oysa Rabbimiz, bizzat Kitabında bir çok ayette bu kitap apaçıktır, ( mubindir ) Biz onu öğüt alsınlar, akıllarını kullansınlar diye her yönüyle her örnekten etraflıca açıkladık da açıkladık demektedir.
ZÜMER 27 : Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak, Allah’ın koruması altına girsinler diye bu Kur’anda insanlar için her türlüsünden örnek verdik.
ZUHRUF 2 – 3 : Mubin / apaçık Kitap kanıttır ki, Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir okuma yaptık.
Ayetlerde, Kur’anın aslında salt bir Arapça ile indirilmiş olmasına değil, toplum Arap olduğundan dolayı, kolayca anlaşılıp, aklın kullanılmasına, öğüt alınmasına vurgu yapılmaktadır. Biz de özellikle Kur’anı anlayabilmemiz için Türkçe meallerini ve açıklamalarını okumak zorundayız. Ama maalesef toplumumuz Kur’anın anlaşılması için, Türkçe okunmasından uzaklaştırılmış, Türkçe okunma ile hatim olmaz inancı belleklerine yerleştirilmiştir. Halbuki Kur’an ayetlerine baktığımız zaman, Arapça okunup hatim diye bir şey de yoktur. Hiç bir şey anlaşılmadan okunup, hatim edilip bağışlanan Kur’anın hiç kimseye faydası da yoktur. Fatır Sûresinin 22. ayetinde Peygamberimize bizzat “ Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. “ denilmektedir. Anlaşılmadığı için dirilere de bir faydası yoktur. Bunlara rağmen ne yazık ki Kur’an, ölülerin ve mezarlıkların kitabı haline getirilmiştir. Halbuki insanlar, bilakis aklını kullanmakla, öğüt almakla, din adına önlerine konulan her şeyi Kur’an ile test etmekle yükümlüdürler. Bu nedenle de Zuhruf Sûresinin 44. ayetinde " Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur’an senin için de toplumun için de bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız. " ifadeleri ile gerekli uyarı da yapılmaktadır.
Klasik yorumcular her kandil gecesinde de insanları, özellikle Peygamberimizin şefaatini ümit edelim, onun ümmeti olmak için salat u selam edelim diyerek peygamber sevgisini ve saygısını sadece lafta bırakıp, bu sevgiyi saygıyı aracı ederler de, kendileri salavatın geçtiği ayetlerin asıl mesajını saptırarak ve şefaat konusunda Allah’ın ayetlerini inkâr edip küfre girdiklerini hiç akıllarının ucuna bile getirmezler. Salatu selam konusunda, Ahzab Sûresinin 56. ayetinde aslında Peygamberimize Allah'ın ve meleklerin salat ettiğini ( yardım edip destek olduğunu ), inananların da O’na yardım edip destek olması, O’nu koruyup kollaması, Hendek savunması esnasında da bütün Müslüman olduğunu söyleyen insanların savunmaya katılmasının, Peygamberin yanında olunmasının gerektiğini anlattığı ayeti, yanlış yorumlayıp, sadece hiçbir şeye yaramayan lafla sevgiye dönüştürdüklerini de bir türlü kabul etmezler. Peygamber sevgisi sadece lafla salatu selam olsun demekle olmaz. O’nun bıraktığı ve inananlara emanet ettiği Kitabı anlamak, gerçekten O’nu tanımak, O’nun Kur’an ahlâkını öğrenerek içselleştirmekle olur. Peygamberin şefaati konusuna gelince, Yüce Kitabın ve dinin sahibi Yüce Rabbimiz, Zümer Sûresinin 19. ayetinde Peki üzerine “ azap kelimesi “ hak olmuş kimseyi, artık ateşteki o kimseyi sen mi kurtaracaksın ? diyerek ve üstelik de peygamberimizi doğrudan doğruya karşısına alarak ve bir çok ayette de bu konuda kesin ve çok net mesajını vermektedir.
BAKARA 123 : Kimsenin, kimse yerine bir şey ödeyemeyeceği, kimseden fidye / kurtulmalık kabul edilmeyeceği, şefaatin / yardımın, iltimasın, hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım alamayacağı güne karşı Allah’ın koruması altına girin.
AHKAF 9 : Ben bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.
Ayetlerde görüldüğü gibi, hesap gününde Peygamber de dahil hiçbir kimsenin, başka bir kimseye şefaati, yardımı olmayacak, herkes kendi çabaları, ameli ile, yaptıkları veya yapmaları gerektiği halde yapmadıkları ile sorgulanacaktır. O nedenle " Şefaat ya Resulullah " sözünü kullananlar, Peygamberi Allah'a ortak ederek küfre girmemek için dikkatli olmalıdırlar. ( Şefaat Ya Resulullah Demek Doğru mudur ? başlıklı yazımızda şefaat konusunda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. )
Kandil gecelerinde önerilenlerden biri de insanları boş ve yanlış uygulamalara yönlendiren zikir anlayışıdır. Kur’andaki zikir, klasik tefsircilerin önerdiği gibi zikirmatik saatleri veya tespihler kullanılarak, binlerce veya yüzlerce kere papağan gibi herhangi bir kelimeyi anlamını bilmeden tekrar etmek değildir. Bu uygulama, kişinin kendisini kandırmaktan ve oyalamaktan başka hiç bir işe yaramaz. Kur’anda “ ez – zikr “ ifadesi ile mecazi mürsel sanatı kullanılarak, Allah’ın indirdiği bütün kitaplar ( Vahiy, Kur’an, İncil, Tevrat, Zebur ) için Zikir adı kullanılmıştır. Bu nedenle Kur’anın bir adı da Zikir’dir. Kur’anın okunması aynı zamanda zikirdir. Allah’ın anılmasıdır. Allah’a yönelmedir, Zikrullah’tır. Ama bu yönelme ve zikir, hiç bir şey anlamadan Kur'anı sadece Arapça okumakla veya papağan gibi aynı sözleri sayılarla tekrar etmek değil, bilhassa ve ancak Kur’anı anlayarak okuma ile mümkün olabilir. ( Daha geniş bilgi için Zikir Çekmek başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. ) Cinn Sûresinin 17. ayetinde " Ve eğer onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette onlara, kendilerini saf hale getirmek için bol su verirdik. Kim rabbinin anılmasından, zikrinden / Kur’andan, öğüdünden yüz çevirirse, O da onu gittikçe yükselen bir azaba sokar. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, su nasıl ki insanların hayatı ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için vazgeçilmez bir ihtiyaç ise, Allah'ın zikri / Kur'an da o ölçüde karanlıklardan aydınlığa ulaşmanın, insan olabilmenin vazgeçilemez bir gereğidir. Kur'andan uzak kalanlar için ise karanlıklara ve yanlışlıklara sürüklenmek kaçınılmaz olur.
Bu gecelerle ilgili Diyanet bilgilendirmelerinde de genellikle ; Regaib, rahmeti, bereketi ve mağfireti bol üç ayların manevi iklimine girildiğinin habercisidir. Recep ayının da ilk Cuma gecesi … Allah’ın mağfiretinin, engin lütuf ve kereminin üzerimize sağanak sağanak yağdığı bir rağbet gecesidir. İstek arzu ve beğenmedir rağbet… İnsan rağbet ettiği değerlere göre rağbet görür. Regaib Kandili ise her türlü arzu ve isteklerimizi, emel ve tutkularımızı, rağbetlerimizi iyiye, doğruya, güzele, faydalı olana, hakka ve hakikate ; Regaibimize yöneltme, bütün işlerimizi O’nun rızasına uygun hale getirme çabasıdır. Rağbetimiz başka da hiç bir şeye değil, sadece O’na olsun ki, her gecemiz Regaip olsun ! denilir ve gecenin kutlama mesajları yayınlanır.
Biz gerçekten Kur’ana inanmış ve dinimizin doğrularını, Kitabımızdan öğrenmek isteyen müminler olarak, Diyanet İşleri Başkanlığından bekleriz ki, Allah katında önce kendileri Kur'anın dışında oluşturulmuş bu tür inançların, bidatların ayıklanamamasının vebalinden, sorumluluğundan kurtulabilsinler. Dine sonradan eklenerek ve kendilerinin de bizzat bidat olduğunu ilan ettikleri ve bildikleri halde, böyle gecelerin ve Kur’anın gerçeğinin insanlara yansıtılabilmesi için, daha çok Kur’anın anlaşılarak Türkçe okunmasına teşvik edilen çabaların içine girsinler. Din görevlileri imamlar, Arapça okudukları ayetlerin anlamları konusunda eğitimden geçirilsin. Ekonomik kaynaklar, Kur’anın doğru olarak Türkçeleştirilmesine tahsis edilebilsin. İnsanlara bedava kömür dağıtılıyor iken, Hristiyanlar Müslüman mahallesinde bedava İncil dağıtırken, Araplar dahi Mekke'ye gelen herkese bedava Arapça Kur'an hediye etmektedir. Çok büyük bir bütçesi, geliri olan Diyanet İşleri Başkanlığınca, Türkçe'ye çevrilmiş bizim Kitabımızın bedava dağıtılması neden düşünülmemektedir. Neden insanlarımızın Kur’an ile anlayacağı dilden tanışmalarına önem verilmemektedir. Bunlar da bir nedendir ki, insanlarımız çoğunlukla, dinlerini sadece kulaktan duydukları kadarıyla, hadislerle anlatıldıkları kadarıyla yaşamaya ve Allah katında hiç bir şeye yaramayacak olan kandil kutlamaları yapmaya çalışmaktadırlar. Ve insanlarımız böyle inandırıldıkları için promosyonlu gecelerle, bir şeyler yaparak kurtuluş yolunu yanlış adreslerde aramaya devam etmektedirler. Oysa bilinmelidir ki, Allah’ın bize bahşettiği, nefes alabildiğimiz her gün ve her gece bizim için değerlidir. Allah katında özel piyango çekilişinin yapıldığı geceler yoktur. Allah’ın kucağı, Kendisine yönelenler, dua edenler, yakaranlar için gece gündüz her an açıktır. Hayatın getirdiği uğraşılardan, telaşlarından, aldatmacalarından, süsünden ve eğlencesinden kendimizi biraz olsun arındırabilir de gündüzümüzün, gecemizin, her gün hiç olmazsa bir yarım saatini Kur’an ayetlerini anlamaya ayırabilirsek, işte bizim kurtuluşumuz bu olacaktır. Allah’a gerçek zikir ve yönelme ile kendi Kadir gecemizi de böylece yakalamış olacağız. Allah'ın vahyinin nuru, aydınlığı, Kur'an ayetlerinin fazileti bizim için de inmeye başlayacak, bizim için de şafak sökecek, karanlıklar aydınlanacak, Ramazan ayının 27. gecesinde artık Kadir gecesini aramamıza da, her hangi bir ikramiyeli kandil gecesine de ihtiyacımız kalmayacaktır. Kur'anın fazileti ile gerçek rağbet edilme, Allah'ın selamı ve rahmeti de sizinle ve daim olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR