Konu Detay

AHİRETİM NE OLACAK ?

 20.11.2016
 2487

Üzerinde  yaşadığımız  Dünya  ve  çevremiz,  sayılamayacak,  ölçülemeyecek  kadar  Allah'ın  oluşturduğu  ve  insanlara  bahşettiği  sınırsız  nimetle,  sonsuz  güzelliklerle,  zevklerle  dolu.  Hayatta  olmak,  yaşamak,  nefes  almak,  görmek,  işitmek,  yemek,  içmek  çok  güzel.  Ama  birçok  güzellikten,  nimetten  ve  nimetlerin  en  önemlisi  sağlıktan  mahrum  olmak  da  bir  o  kadar  acı,  üzüntü  ve  sıkıntıdır.  İnsanlar  doğuyor,  büyüyor,  ergen,  yetişkin  oluyor,  yaşlanıyor.  Zaman  zaman  her  dönemin  güzelliği  de,  acıları  da  kimi  az,  kimi  de  çokça  yaşanıyor.  Aile  kuruluyor,  anne  veya  baba  olunuyor,  veya  olunamıyor.  Aile  mutluluğu  yaşanıyor  veya  yaşanamıyor. Okuyabilen,  okuyamayan,  sevdiği  bir  işi  olan  var,  olamayan  var. Hayattan  mutlu  olan  var,  olamayan  var. Sevinciyle,  mutluluğuyla,  hüznüyle,  kederiyle  hayat,  iniş  ve  çıkışlarıyla  sürüp  gidiyor. Zaman  zaman  da  çevredeki  yakınlar,  büyükler,  sevilenler   kaybediliyor. Her  şeye  rağmen  hayat,  yaşamak,  nefes  almak,  dünyayı  solumak  çok  güzel  deniliyor,  kimse  de  hayattan  vaz  geçmek  istemiyor.  Ama  sonuçta  bu  Evreni,  Kâinatı,  üzerinde  yaşadığımız  bu  dünyayı,  biz  insanlar  için  oluşturan,  bütün  nimetleri  ve  bizleri   yaratan  Yüce  Rabbimiz,  Ali  İmran  Sûresinin  185.  ayetinde,  "  Her  benliği  olan  /  her  canlı  varlık,  ölümü  tadıcıdır.  Ve  şüphesiz  kıyamet  günü  ecirleriniz  size  eksiksiz  verilecektir. "   Nisa  Sûresinin  78. ayetinde,  "  Son  derece  sağlam  kalelerin  içinde  bile  olsanız,  her  nerede  olursanız  olun  ölüm  size  yetişir. "  denilerek  ifade  edildiği  gibi  her  şeyi  ölümlü,  sonlu  olarak  yaratmış. Çevremizde,  sürekli  diğer  canlı  varlıkların  da  bir  taraftan  doğuşuna  ve  diğer  taraftan  ölümüne  tanık  oluyoruz.  Cansız  dediğimiz  varlıkların  dahi  zamanla  değişime  uğrayıp  yok  olduğunu  fark  ediyoruz.  Zamanı  geldiğinde,  bize  tanınan  süre  dolduğunda  elbette  ki,  bizim  de  hayatımız  bir  vesile  ile  son  bulacak.  Bütün  bunların,  Allah’ın  sözü,  yaratmasında  koyduğu  kanunlar  ve  hükümler  olduğunu  biliyoruz,  inanıyoruz  ve  adına  da  “  Sünnetullah  “  diyoruz. 

İnsanların  daha  da  fazla  çoğaldığı  ama  buna  rağmen  hayatı  kolaylaştıran,  zevklendiren  araçların  da  insanların  hizmetine  ve  kullanımına   daha  da  çokça  ve  çeşitle  sunulduğu  Dünya  hayatı,  bugün  daha  da  fazla  kaygılarla,  tasalarla,  telaşlarla,  koşuşturmalarla,  hedeflerle,  arzularla  ve  bütün  bunları  karşılamak,  elde  etmek  için  bir  o  kadar  da  yoğun  mücadelelerle  doludur.  Bütün  bunlar  insanlara  neden  bu  dünyaya  geldik,  nereden  geldik,  nereye  gideceğiz,  sonumuz  ne  olacak ?  Yüce  Rabbimiz  Allah,  son  derece  muazzam  bir  tasarım,  çok  mükemmel  bir  donanım  ile  maddi  ve  manevi  yapıda  yarattığı  insanı  sadece  dünya  yaşamındaki  ölüm  dediğimiz  sonla  çöpe  atmak,  toprak  altında  yok  olmak  için  mi  yaratmıştır ?  sorularını  sormayı  da  çoğu  zaman  unutturmaktadır. Sanki  bu  dünya  hayatının  sonu  yokmuş  gibi,  insanlar  bu  koşuşturma  ile  çoklukla  yarış  içerisinde  oyalanmakta,  dünyanın  süsüne,  yaşamın  güzelliğine  aldanmakta,  kendilerine  eninde  sonunda  ölümle  gelecek  olan  benim  sonum  “ Benim  Ahiretim  ne  olacak “  sorusunu  soramamaktadır.  Halbuki   Kur'anımızda  birçok   ayette  var  olduğu  ve  dünya  yaşamından  daha  da  önemli  olduğu  belirtilen,  ölümden  sonra  yaşanacak  olan  bir  Ahiret  hayatı  vardır.  Oysa  ebedi  olduğu  belirtilen  bu  hayat  da  dünya  hayatında  unutulacak,  önemsenmeyecek  “ Evvelim  sensin  ahirim  sensin “  diye  sevgiliye  atfedilip,  hafife  alınacak  bir  kavram  değildir. Mülk  Sûresinin  1 – 2. ayetlerinde, “  Hükümranlık  elinde  bulunan  Allah,  ne  cömerttir  /  Ne  bol  bol  nimet  verendir.  Ve  O,  her  şeye  güç  yetirendir.  O,  hanginizin  amelce  daha  iyi  olduğunu  sınamak  için  ölümü  ve  hayatı  oluşturdu.  O  azizdir.  Gafurdur. “  ifadeleriyle  Allah’ın  ölüm  ve  hayatı,  insanların   Allah  yolunda,   insanlık  için  yerine  getirebildikleri  veya  getiremedikleri  amelleri  ile  sınava  çekmek  için  yarattığı  anlatılmaktadır.  Ahiret  hayatı,  aslında  Dünya  hayatının  bir  sınav  olduğunu,  bu  sınavın  Allah  katında   başarılı  olanlar  için  de,  başarısız  olanları  için  de  karşılıklarının  olduğunu  hatırlatan,  gerçekten  düşünüldüğünde  dünya  üzerinde,  mutlulukların,  huzurun,  barışın,  adaletin  oluşmasını  sağlayacak,  fitneyi,  ficuru  her  türlü  zalimliği  ve  kötülüğü  frenleyecek,  ortadan  kaldırabilecek  bir  kavramdır.

Ahiret :  Arapça  bir  sözcük  olup,  ölümden  sonraki  ebedi  hayat,  öteki  dünya,  Darı  Beka  /  Baki  olan  yer,  kalıcı  yurt,  son  yurt  anlamlarına  gelmektedir.  Evrende  yaratılmış  ve  var  olan  canlı  cansız  her  şeyin  bu  Evrendeki  sonu  demektir. Dinimizin  inancına  göre,  bu  dünyadaki  her  türlü  yaşamın,  var  olmanın  sona   ererek,  bizim  için  ama  mutlu,  ama  sıkıntılı,  yeni  ve  ebedi,  sonsuz  bir  yaşamın,  yeniden  düzenlenmiş   bambaşka   kozmik  bir  yapıdaki  hayatların  sürdürüleceği   yerdir.  Din  felsefesi  ve  mitolojide  Ahiret,  insanın  dünyadaki  fiziksel  yaşamının  tamamlanmasının  ardından,  ruh  ve  bilinç  ile  sürdürüldüğüne  inanılan  hayat,  öteki  dünyayı  tanımlayan  bir  mekândır.  Ölümden  sonraki  Ahiret  yaşamı  ile  ilgili  kavramlar ,  kabuller,  dinsel  inançlarla  ilgilidir. Bu  inançlarda,  ölümden  sonraki  Ahiret  yaşamının  olduğuna  ilişkin  en  başta  gelen  temel,  ruhun  ölümsüzlüğü  inancıdır.  Ruhun  ölümsüzlüğü  ise  dini  inançlara  göre,  ölümden  sonra  kıyamete  kadar  kabzedilen  ruhun,  bilinçlendirilerek  kişilerin  mahşer  günü  tekrar  diriltilmesinden  sonra  vereceği  hesaba  göre,  Cennet  veya  Cehennem  karşılığı  ile  hayatına  bambaşka  form  yapısıyla  devam  edeceğidir. 

İnsan,  biri  madde  olan  fiziksel,  biyolojik  ve  üç  boyutlu  nesnel  yapıdaki  beden  ve  diğeri  de  kuantum  / enerji  paketleri  denilen,  adeta  bir  enerjiden  ibaret  olan  boyutsuz,  gözle  görülüp  elle  tutulamayan   can  /  ruh,  olmak  üzere  iki  varlıktan  oluşmaktadır.  Ruh  /  öz  benliktir,  bilinçtir,  dünya  yaşamında  insanı  yönlendirendir. Kur’anda  ruh,  bilgi  /  vahiy  /  can  olarak  tanımlanır.  Kişinin  hayatının  sonunda  ölümle  beraber,  ruh  /  can  bedenden  ayrılır. Beden,  toprakta  kalır,  topraktan  geldiği  gibi  bir  süre  sonra  çürüyerek  parçalanıp  atom,  molekül,  element  olarak  topraktaki  maddelerin  arasına  karışır.  Artık  bu  bedenin  kişinin  yaşamı  ile  bir  bağlantısı  ve  canlılık  fonksiyonları  kalmamıştır.  Her  hangi  bir  bilince  de  sahip  değildir.  Bu  dünya  yaşamı  için  gerekli  olan  bedenin  görevi,  ölüm  ile  sona  ermiştir.  Yaklaşık  20  ayette  değinildiği  gibi  Rum  Sûresinin  52. ayetinde  de  Rabbimiz   Peygamberimize ;  “  Şüphesiz  sen  ölülere  işittiremezsin  “  diyerek,  ölü  bedenin  artık  dünya  ile  ilişkisinin  bittiğini   anlatmaktadır. Kıyamete  kadar  Allah’ın  emanetinde,  kapatılmış,  fişi  çekilmiş  bir  bilgisayar  disketi,  bir  uçağın  kara  kutusu  gibi  bilinçsiz  ve  zaman  kavramı  olmadan  kabzedilmiş  olan  ruh  ise,  kıyametin  ardından  bilinçli  olarak  bambaşka  bir  kozmik  yapıda  tekrar  diriltilip,  hesap  gününden  sonra  iyi  ya  da  kötü  bir  şekilde  Ahiret  hayatına  devam  edecektir.

Genel  olarak  dinsel  inançların  tümünde,  insanın  bedeninde  onu  yaşatan  bir  ruhun  bulunduğu  inancı  kabul  edilir.  İnsandaki  bu  ruhun,  bilinçle,  kişiliğiyle,  öz  varlığını  oluşturarak,  düşündüğü,  hissettiği,  sevdiği,  nefret  ettiği,  her  davranışına  karar  verdiği,  bedenin  ise  sadece  bu  ruha  giydirilmiş  bir  elbise  olduğu  düşünülür.  Ölümsüz  olan  ruhun,  kişinin  ölümünden  sonra  öbür  alem  veya  Ahiret  diye  adlandırılan  bir  yere  gittiği  inancı  kabul  edilir.  Bu  yerin  adı,  Latinlerde  Limbus  olarak  adlandırılan  Berzah  alemidir.  İnsanın  ruhu  diğer  Ehli  Kitap  inançlarında,  Limbus  ya  da  Berzah  aleminde  geçici  olarak  kıyamete  kadar  kalma  süresinden  sonra,  mahşerdeki  son  ilâhi  bir  yargılamadan  geçerek  ve  bunun  sonucunda  da  sonsuza  dek  Cennet  veya  Cehennemde  Ahiret  hayatını  yaşayacaktır.

Müslümanlıkta  da  her  halde  önceki  dinlerin  etkisinden  kurtulamayarak,  Kur’anda  üç  yerde  geçen  ve  asıl  anlamı  engel  demek  olan  ( berzah )  sözcüğü, ayetin  orijinalinde  olmadığı  halde,  birçok  müfessir  tarafından  yanına  alem  sözü  eklenip,  Berzah  Alemi  olarak  nitelendirilmiş  ve  bunun  sonucunda  da  Kur’anda  olmadığı  halde  dünya  ve  Ahiret  hayatından  başka  bir  üçüncü  hayat,  Kabir  Hayatı  ve  buna  bağlı  olarak  da  Kabir  Azabı  inancı  oluşturulmuştur. Bu  kabullenmelerin  ardından  yüzlerce  rivayet  ve  hadis  inançları  etkisi  altına  almış,  gerçekte  olmayan  uydurma  sorgu  melekleri  ihdas  edilmiş,  insanlara  bedeni  ile  kabirde,  ruhu  ile  Berzah  aleminde  akla  hayale  gelmeyecek  azaplar  çektirme,  zulüm  etme  ihtirasları  adeta  tatmin  edilmiş,  sadece  Allah’a  ait  olan  hesap  sorma  yetkisi  elinden  alınmıştır. Namaz  kılarken  günde  40  defa  “  Maliki  yevmiddiyn  “  hesap  gününün  sahibi  sensin  denilen  Allah’la  yapılan  sözleşme  lafta  kalıp  bir  kenara  atılmıştır.  Allah'tan  önce,  O'nun  yerine  Münker  Nekir  denilen  uydurma  meleklere  kabirde  sorgulama  yetkisi  verilmiştir. Allah’a  verdiğiniz  sözden  dönerseniz  adeta  Allah’ın  “ mescidinizi  başınıza  yıkarım “  dediği  İsra  Sûresinin  7. ayeti  ve  Kabir  hayatı  diye  bir  hayatın olmadığını  belirten  diğer  ayetlerin  uyarıları  görmemezlikten  gelinmiştir.

Ahiret  günü  Kur’anımızda,  Müminlerin  Allah’a  kavuşacakları  inancıyla  “  Kavuşma  Günü “  ( Mümin  15. ) , “ Toplanma  Günü “  ( Tegabün  9. ) , “ Çıkış  Günü “ ( Kaf 34. )  “ Hasret  Günü “  gibi  farklı  isimlerde  isimlendirilmiştir. Kur'anın  dışında  uydurulan  ve  içerisinde  pek  çok  küfrün  ve  şirkin  bulunduğu  Tasavvuf  inancına  göre  de  Ahiret,  yedi  basamak  hayatın  yedincisi  ve  sonuncusudur.  Uydurma  Hadis  ve  rivayetlere  dayanan  bu  inanca  göre  1. Ruhlar  alemi  2. Birinci  Berzah  alemi  3. Ana  karnı  4. Dünya  hayatı  5. Kabirdeki  ikinci  Berzah  6. Mahşer  alemi  7. Ahiret  alemi  olarak  hayat,  birilerine  göre  beş,  birilerine  göre  de  yedi  basamağa  ayrılmıştır. Ama  tabii  ki  Kur’anda  Berzah  Alemi,  Kabir  Hayatı,  Kabir  Azabı  diye  bir  azap  yoktur.  Üstelik  de  bu  güne  kadar  öbür  hayata  ve  mana  alemine  gidip,  geri  dönen  de  olmamıştır.  Bu  konularda  anlatılanların  hepsi,  hayal  ürünü  zanlardan  başka  bir  şey  değildir.

Ahirete  inanmak  /  Ahirete  iman  İslam  inancının   temellerinden,  zoraki  imanın  gereklerinden  biridir.  Ahirete  inanmayan  insan,  Allah’ı,  yarattıklarını,  meleklerini,  gönderdiği  elçilerini,  kitaplarını  inkâr  etmiş  olur  ve  küfre  girip,  kâfir  olur.  Kitabımız  Kur'an  ve  İslam  inancına  göre,  herkesin  iyilik  ve  kötülüğü  ile  hesaba  çekileceği,  ilâhi  mahkemenin  kurulup,  ceza  ve  mükâfatın  dağıtılacağı  bir  Ahiret  günü,  hesap  günü,  din  günü,  karşılık  günü  /  yevmiddiyn  ve  ardından  da  ama  mutlu,  veya  ama  mutsuz  ebedi  bir  hayat  vardır.  Eski   çağlarda   peygamberleri  reddeden,  Ahirete   inanmayan  ilkel  insanlardan,  ölülerini  eşyaları  ve  yiyecekleri  ile  gömenler  olduğu  gibi,  bugün  de  Ahirete  inanmayan,  Evrendeki  düzenin  kendi  iç  dinamikleri  ile  sağlandığına  inanan  Darvinizm,  Kominizm,  Ateizm  gibi  maddeci  ideolojiler  bulunmaktadır.  Peygamberimizin  tebliğine  karşı   Mekke  müşrikleri  de  Ahirete  inanmamışlar,  O’nunla  alay  etmişler,  mecnun  demişler,  öldükten  sonra  Allah’a  ortak  koştukları  putların,  kendilerini  koruyup  kollayacağına  inanmışlardır.

SAFFAT  16  :  Ve  onlar  “  Bu  apaçık  büyüden  başka  bir  şey  değildir.  Öldüğümüz  ve  toprak,  kemik  olduğumuz  zaman  mı,  gerçekten  mi  biz  tekrar  dirilecekmişiz.  Önceki  atalarımız  da  mı ?  ”  diyorlar.

SECDE  10  :  Ve  onlar  “ Biz  yeryüzünün  içinde  kaybolduğumuzda  mı,  gerçekten  biz  mi  yeni  bir  oluşturuluşta  olacağız. “ dediler.  Aslında  onlar  Rabblerine  kavuşmayı,  O’nun  huzuruna  varmayı  bilerek  reddeden  inanmayan  kimselerdir.

KIYAMET  5 - 6 :  Aslında  o  insan,  kalan  ömrünü  din  iman  tanımayıp  kötülüğe  batmakla  geçirmek  istiyor. Soruyor  "  Kıyamet  günü  ne  zamanmış ? "

Ayetlerde  belirtilen  ifadelere  göre  her  dönemde  olduğu  gibi  bugün  de  inanmayanlar,  firavunlaşmış,  tagutlaşmış,  azgınlaşmış  olarak  kendi  kurdukları  sömürü  düzeni  ve  kurallarıyla  yaşamlarını  ilelebet  sürdürmek  istemektedirler.  Buna  rağmen  Yüce  Rabbimiz  rahmeti  gereği  onlara  Zuhruf  Sûresinin  5. ayetinde  "  Peki  Biz,  sınırı  aşan  bir  toplum  oldunuz  diye  o  Öğüdü  /  Kur'anı  size  göndermekten  vaz  mı  geçelim ?  "  diye  cevap  vermekte,  inanç  konusunda  uyarısını  yapmaktadır.  Ardından  da  indirdiği  Yüce  Kitabımız  Kur’anda   Ahirete  iman  edenlerle  etmeyenlere  yönelik  pek  çok  sayıdaki  ayetle  yapılan  uyarılara  yer  verilmektedir.

KIYAMET  20 - 21  :  Kesinlikle  sizin  düşündüğünüz  gibi  değil !  İşin  aslında  siz,  dünyayı  seviyorsunuz  ve  ahireti  bırakıyorsunuz.

ANKEBUT  64  : Ve  bu  iğreti  dünya  yaşamı,  sadece  bir  eğlence  ve  oyundur. Şüphesiz  Ahiret  /  son  yurt  ise  kesinlikle  hayatın  ta  kendisidir.  Keşke  onlar  bilmiş  olsalardı.

BAKARA  4  : Sana  indirilene  ve  senden  önce  indirilene  iman  eden  ve  Allah’ın  koruması  altına  girmiş  kişiler  ki  bunlar  Ahirete  de  kesinlikle  inanırlar.

ARAF  169  :  Ahiret  yurdu,  Allah’ın  koruması  altına  girmiş  kimseler  için  daha  hayırlıdır.  Hala  akıl  etmeyecek  misiniz.?  

ALİ  İMRAN  14  :  Kadınlara,  oğullara,  kantar  kantar  yığılmış  altın  ve  gümüşe,  salma  güzel  atlara,  etinden  ve  sütünden  yararlanılan  hayvanlara  ve  ekinlere  duyulan  tutkulu  aşırı  istek,  insanlara  süslü  / çekici  kılındı.  Bunlar  basit  dünya  hayatının  kazanımıdır.  Ve  Allah,  varılacak  güzel  yer  Kendi  katında  olandır.  15  :  De  ki : "  Size  bundan  daha  hayırlı  olanı  bildireyim  mi ?  "  Allah'ın  koruması  altına  girmiş ;  Rabbimiz !  Şüphesiz  biz  inandık,  artık  bizim  suçlarımızı  bağışla  ve  bizi  ateş  azabından  koru ! "  diyen,  sabreden,  direnç  gösteren,  doğru  olan,  sürekli  saygıda  duran,  Allah  yolunda  harcamada  bulunan  ve  seherlerde  bağışlanma  dileyen  kişiler  için  Rabblerinin  katında,  içinde  temelli  kalacakları,  altından  ırmaklar  akan  cennetler,  tertemiz  eşler  ve  Allah'tan  hoşnutluk  vardır.  Ve  Allah,  kulları  en  iyi  görendir.

Ayetlerde  dünya  hayatını  sanki  ölmeyecekmiş,  yaptıklarından  ve  yapmadıklarından  sorguya   çekilmeyecekmiş  gibi,  zevki  sefa,  fitne  fücur  ile,  kadın,  erkek  cinsel  arzulara,  erkek  kız  çocuklarının  tutkularına,  dünya  malının,  zenginliğinin,  sahip  olunan  şaşaalı  evlerin,  sarayların,  son  model   binek  araçların,  arazilerin,  fabrikaların,  han  ve  hamamların,  o  günkü  koşulların  somut  örnekleriyle  bugünkü  hayatın  koşullarına  da  atıf  yapılarak,  edebiyatın  "  tağlib  "   baskınlık  sanatı  da  kullanılarak  mecazi  anlatımlarla,  İnsan  Sûresinin  27. ayetinde  de  " Sen  elçi  değilsin "  diyenler,  çarçabuk  geçen  dünyayı  seviyorlar  ve  ağır  bir  günü  arkalarına  atıyorlar. "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi,  basit  ve  göz  açıp  kapayıncaya  kadar  çok  çabuk  geçiveren  dünya  hayatındaki   kazanımları  ile  aldanarak  geçirme  isteği  ile  aslında  çok  ağır  olarak  ifade  edilen,  ebedi  olan  Ahiret  hayatının  güzelliklerinden,  nimetlerinden  vazgeçildiğinin  yanlışlıklarına,  oysa  insan  için  daha  hayırlı  olan  Ahiret  hayatının  nimetlerine  dikkatler  çekilmeye  çalışılmaktadır.  Bu  nedenlerle  Ahiret  hayatına  iman  etmek,  keyfine,  rahatına,  dünya  nimetlerinin  güzelliğine  aşırı  düşkün  bir  fıtratta  olan   insanlardan,  irade  ve  hırslarına  hakim  olamayanları,  bu  uğurda  işleyebileceği  suçlar  konusunda   caydırıcı  bir  unsurdur.  Çünkü  nefsine,  çıkarlarına  aşırı  düşkün  olan  insan,  her  türlü  olumsuz,  sorumsuz,  ölçüsüz  davranışta  bulunabilir.  Adiyat  Sûresinin  1 -  5. ayetlerinde  "  Soluk  soluğa  koşanlar,  sonra  ateş  saçanlar,  sonra  sabahtan  baskın  yapanlar,  derken  orada  tozu  dumana  katanlar,  sonra  bir  topluluğun  en  değerli  kaynaklarına,  varlıklarına  kadar  dalanlar,  kanıttır  ki,  6  :  Kesinlikle  insan,  Rabbine  karşı  çok  nankördür.  7  :  Kendisi  de  buna  kesinlikle  tanıktır.  8  :  Şüphesiz  o,  mal  sevgisinden  dolayı  da  kesinlikle  çok  katıdır.  9 - 11  :  Peki,  o  vurguncu  insanlar,  kabirlerde  olanların  diriltilip  dışa  atıldığı,  göğüslerde  olanların  derlenip  toparlandığı  zaman,  hiç  şüphesiz  o  gün  Rabblerinin  kendilerine  gerçekten  haber  verici  olduğunu  bilmezler  mi ? "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  bu  zalimliklerin  eninde  sonunda  bir  sorgulamasını  yapacak  olan  bulunmayacak  mıdır ?  Bu  zalimler,  ancak  bir  ceza  ve  sorgulama  gününün  varlığı  sayesinde  kendisini  denetleyerek,  kötülüklerinden,  aşırılıklarından  vaz  geçebilir. Tabii  yine  de   bütün  kötülüklerin  temelinde  unutmak  veya   Ahiret’e  inanmamak,  Allah'a  ve  ayetlerine  yönelmemek  yatar.  Nitekim,  azgınlaşma,  zalimleşme  olan  tagutlaşmanın,  firavunlaşmanın  sebebi  Ahiret’e  inanmamaktır. Oysa  Maun  Sûresinin  1. ayetinde  de,  "  Din  gününü  /  Ahirette  herkesin  iyi  veya  kötü  yaptığı  işlerin  karşılığını  görmesini  yalanlayan  şu  kimseyi  gördün  mü ? /  Hiç  düşündün  mü ? "  ifadeleriyle  yapılan  uyarıda  olduğu,  Yunus  Sûresinin  4. ayetinde  de  "  Hepinizin  dönüşü  sadece  O'nadır.  Allah,  bunu  hakk  /  gerçek  olarak  vaat  etmiştir. "  denildiği  gibi,  halbuki  elbette  ki  Ahirette  bir  hesaplaşma  ve  sorgulama  günü  vardır  ve  aklını  kullanan,  iman  eden  kimseler  için  dünya  hayatından  çok  daha  değerlidir.

Her  insanın  yaptıklarının  karşılığını  bu  dünyada  tam  olarak  gördüğünü,  hak  ettiğini  tam  olarak  aldığını  söylemek  mümkün  değildir. Çünkü  pek  çok  iyi  davranışın,  çabanın  insanlar  tarafından  fark  edilmediği,  görülemediği,  ya  da  yönetsel  ve  güçlü  muktedirlerin  kayırmalarından  dolayı  pek  çok  çabanın  karşılığının  alınamadığı,  çoğunlukla  haksızlığa  uğranıldığının  düşünüldüğü  durumlar  vardır.  Bunun  yanı  sıra,  pek  çok  insan  zulme  uğramakta,  şiddet  görmekte,  hakkı  gasp  edilmekte,  öte  yandan  bu  haksızlıklara,  zulme  sebep  olanlar,  her  zaman   dünya  yaşamında  gerektiği  gibi  ceza   görmeyebilmektedir.  Bundan  dolayı  da  pek  çok  insan  dünya  hayatında  ümitsizliğe  kapılabilir.  Ahirete  inanan  insan  ise  sabreder,  tevekkül  eder,  ümitsizliğe  kapılmaz,  hakkını  ararken  kendisi  ceza  kesmeye  kalkmaz,  er  veya  geç  hakkın  tecelli  edeceğine  inanır  isyan  etmez,  bunun  bir  sınav  olduğunu  bilir,  Allah’a  sığınır,  ama  meşru  yollardan  da  mücadelesini  yapar.  Ahiret  inancı,  dünya  hayatının   çekilmezliği  ve  anlamsızlığı  ile  isyanı  ortadan  kaldırır.  Gerçek  olan  ebedi  yurt  özlemini  arttırır.  Uzun  vadeli  düşünmeyi  hedef  edinmeyi,  hayatı  güzele  doğru  planlamayı  sağlar.  Dünyada  yapılacak  her  güzel  davranışın  Ahiret’de  karşılığının  alınacağı  ile  insanda  bir  iç  disiplin  ve  huzur  oluşturur.  Yüce  Rabbimiz  Allah  Zilzal  Sûresinin  6. – 8. ayetlerinde  " O  gün  insanlar  amellerini  görsünler  diye  bölük  bölük  ortaya  çıkacaklar.  Artık  her  kim  zerre  miktarı  bir  hayır  işlerse  onu  görecek,  her  kim  de  zerre  miktarı  bir  şer  işlerse  onu  görecektir. "  ifadeleriyle  de  bunun  taahhüdünü  vermektedir.

Ahiret  hayatı,  dirilerek  toplanma  /  haşr,  mizan  /  hesap  günü  / din  günü  / karşılık  günü   ve  ardından  da  Cehennem  veya  Cennetteki  ebedi  hayattan  ibarettir.  Ahiret  hayatı,  kıyametin   kopması,  Evrenin  ve  dünyadaki  bütün  hayatın  ve  varlığın  sonlandırılması  ile   başlayacaktır.  Kıyametin   kopması  anında  nelerin  olacağı  pek  çok  Kur’an  ayeti  ile  tasvir  edilmektedir.

TEKVİR  1 – 14  : Güneş  katlanıp  dürüldüğünde,  yıldızlar   bulandığında,  dağlar  yürütüldüğünde,  gök  sıyrılıp  açıldığında,  denizler  kaynatıldığında,  insanlar  inanç  ve  amellerine  göre  gruplandığında,  amel  defterleri  açılıp  yayınlandığında,  Cehennem  kızıştırıldığında  ve  Cennet  yaklaştırıldığında,  herkes  ne  hazırladığını  anlar.

KARİAH  4  : O  gün  insanlar  darmadağın  kelebekler  gibi  olurlar.  Dağlar  da  atılmış  renkli  yün  gibi  olur.

KIYAMET  7 – 10  : İşte  göz  şimşek  gibi  çaktığı,  Ay  tutulduğu,  Güneş  ve  Ay  bir  araya  getirildiği  zaman,  işte  o  gün  insan ; “  Kaçacak  yer  neresi  ? “  der.

NEML  87 – 88   : Ve  Sura  üflendiği  gün,  artık  Allah’ın  diledikleri  hariç  olmak  üzere  göklerde  ve  yerde  kimler  varsa  hepsi  dehşete  kapılırlar.  Ve  hepsi  değerlerini  yitirmiş  olarak  O'na  /  Allah’a  gelirler.  Ve  sen  dağları  görürsün,  sen  onları  donuk,  durgun  sanırsın,  oysa  onlar  her  şeyi  sapa  sağlam  yapan  Allah’ın  yapımı  olarak  bulutun  yürümesi  gibi  yürümektedirler. Şüphesiz  ki  O,  yaptıklarınıza  tamamıyla  haberdardır.

KEHF  47  :  Ve  Biz  dağları  yürüttüğümüz  gün  ve  sen  yeryüzünü  çırılçıplak  dümdüz  göreceksin.  Ve  Biz  onları  bir  araya  topladık.  Ve  böylece  onlardan  hiçbir  kimseyi  bırakmadık.

Kıyamet  ile  birlikte  Evrendeki  tüm  varlıklar  dengelerini,  kontrollerini  kaybedecekler,  kontrolsüz  bir  şekilde  birbirlerine  çarpacaklar  ve  birbirlerinin  felaketini  ve  sonunu  oluşturacaklardır.  O  gün  kimse  için  dönüş  veya  kaçış  imkânı  bulunmayacaktır. İnsanlar  en  büyük  felaketin  kapılarına  dayandığını  anlayacaklar,  göklerin  çatlaması,  Güneş  ve  Ayın  kavuşturulması,  yıldızların  söndürülmesi,  dağların  yürütülmesi,  denizlerin   kaynatılması,  kısaca  her  şeyin  bir  karmaşaya  dönüşmesi  sonucunda  şoka  girerek  ne  yaptıklarını  bilmez  hale  geleceklerdir. Böylece  kıyamet,  en  büyük  felaketin  habercisi  olduğu  gibi   Ahiret  hayatının  da  başlangıcı  olacaktır.  Ve  ardından  da  Mahşer  gününün  toplanmaları,  insanların  tekrar  diriltilerek  / haşredilerek  bir  araya  getirilip  hesaplarının  görüleceği  Din ( karşılık ) günü  yaşanacaktır.  Birçok  ayette  anlattığına  göre  kıyamet  iki  aşamalı  tek  bir  gündür.  Sura  birinci  üflenmesi  ile  birinci  aşamada  Evrenin  yok  olması,  ikinci  defa  Sura  üflenmesi  ile  ikinci  aşamada  ise  yeniden  dirilme,   haşr  / toplanma  ve  hesap  verme  gibi  olaylar  söz  konusudur.  Ayetlerde  yer  alan  Surun  üflenmesi  ifadesi,  eski  devirlerden  bu  yana  ilkel  topluluklardan  da  başlayarak  gelen  ve  var  olan  uygulamaya  yapılan  bir  atıf  ve  benzetmedir.  Toplanmayı,  bir  araya  gelmeyi  veya  herhangi  bir  tehlikeyi  haber  vermek  için  genellikle  büyük  baş  hayvan  boynuzundan  yapılma  bir  borunun  üflenerek  etkili  bir  sesin  çıkarılarak  yapıldığı  bir  duyurudur. Kıyamet  günü  de  sanki  bir  içtima ( toplanma )  borusunun  veya  bugünkü  gibi  bir  sirenin  çalınacağını,  ya  da  bir  hakemin  oyunu  bitirdiği  düdüğü  gibi  çağrışımları  belirtmektedir.  Allah  zamandan  münezzeh  olduğu  için,  gelmiş  geçmiş  tüm  insanlar  Allah’a  göre  o  gün  bir  anda  ölmüş  ve  bir   anda  dirilmiş  durumdadır. Yani  geçmişte  yaşamanın,  bu  gün  hayatta  olmanın  veya  gelecekte  yaşayacak  olmanın  o  günde  hiç  bir  önemi  yoktur.  Dünyada  çok  yıllar  önce  yaşamış,  ölmüş  olanlarla  daha  yeni  ölmüş  insanlar  arasında  da  bir  zaman  mefhumu  yoktur.

YASİN  51 – 52  : Ve  Sura  üflenmiştir.  Bir  de  bakmışsın  ki  onlar  kabirlerinden  Rabblerine  doğru  akın  ediyorlar. Onlar :  “ Eyvah  başımıza  gelenlere !  Yatıp  uyuduğumuz  yerden  bizi  kim  uyandırdı. Bu  Rahman’ın  vaat  ettiği  şeydir.  Gönderilen  elçiler  de  doğru  söylediler. “  derler.

Bu  ve   başka  ayetlerden  de  anlıyoruz  ki  ölümle  diriliş  arasında,  ölen  insan  için  zaman  kavramı  yoktur.  O  nedenle  uzun  bir  zaman  da  yoktur. Kısa  bir  an  denilecek  kadar  bir  süre  vardır.  Ayetlerde  görüleceği  gibi  tekrar  diriltilenler,  hiç  de  kabir  azabı  görmüş  gibi  bir  şikâyet  içinde  değillerdir. Bu  nedenle  de  rivayetçilerin  uydurduğu  gibi,  “ Kabir  Hayatı ”  diye  bir  hayatın  olmadığı  da  ortaya  çıkmaktadır.  Mahşerde  dirilen  herkes  hemen  uyuyup,  uyandığını  zannedecek,  yıllarca  ölü  olarak  kaldığının   farkında  olmayacaktır. Kamer  Sûresinin  7. ayetinde  "  Çağırıcının  çağırdığı  o  günde,  gözleri  düşkün  o  davetçiye  hızla  koşarak  kabirlerinden  çıkarlar.  Sanki  onlar  darmadağın  çekirgeler  gibidirler. "  ifadeleriyle  çekirgelerin  aynı  anda  milyonlarcasının  yumurtadan  çıktıkları  gibi,  insanların  da  çekirgeler  gibi  aynı  anda  kabirlerinden,  haşr  edilecekleri  bildirilmektedir. Ayetle  o  günün  korkusu,  endişesi,  pişmanlığı, dehşeti  ve  azameti  karşısında  gözlerin  nasıl  şaşkın  şaşkın  bakacağı,  içinde  bulunulan  telaşla  nereye   gideceğinin  bilinmeyerek  bir  oyana  bir  buyana  koşuşturulacağı,  kelebeklere,  bu  ayette  de  çekirgelere   benzetilerek  anlatılmaktadır.  Bilimde  son  yıllarda  yapılan  araştırmalara  göre  çekirgeler  hakkında  çok  ilginç  bilgiler  elde  edilmiştir.  Çekirgeler   yumurtalarını  yerin  altına  tohum  gibi  yerleştirirler  ve  çekirge  larvaları  uzun  bir  müddet  toprak  altında  kaldıktan  sonra  17  yaşına   bastıkları  zaman  Mayıs  ayında  aynı  anda  milyarlarcası  sözleşmiş,  saatlerini  ayarlamış  gibi  yeryüzüne  sürüler  halinde  çıkarlar. İnsanlar  dahi  yerin  altına  konulup  17  gün  sonra  karanlıkta  kaldığınız  bu  toprak  altından  hep  birlikte  çıkacaksınız   denilse,  büyük  ihtimalle  17  gün  süresini  ayarlayamayacaklardır.  Kur’an  mucizesi  ile,  Ahirette  aynı  anda  diriltilmenin  olduğuna,  bundan  daha  çarpıcı  bir  örnek  olabilir  mi ?

ZÜMER  68  : Ve  Sura  üflenmiştir  de  Allah’ın  dilediği  hariç,  göklerde  kim   var,  yerde  kim   varsa   çarpılıp  yıkılıvermiştir. Sonra  ona  bir  daha  üflenmiştir  de  onlar  kalkmışlar  karşıda  bakıp  duruyorlar.

HUD  105  : O  gün  geldiğinde  Allah’ın  izni  olmadan  hiç  kimse  konuşmaz. İşte  o  gün  insanlardan  bir  kısmı  bedbaht  ve  bir  kısmı  da  mutludur.

MÜMİN  16  : O  buluşma  günü  onlar  meydana  çıkarlar.  Kendilerinden  hiç  bir  şey  Allah’a  karşı  gizli  kalmaz.  Bu  gün  mülk  kimindir ?  Sadece  tek  ve  kahredici  olan  Allah’ındır.

YASİN  53 – 54   : Sadece  bir  tek  çığlık  olmuştur.  Bir  de  bakmışsın  ki  hepsi  huzurumuzda  “ hazır  ol “  a  geçirilmişlerdir.  Artık  bugün  kişi  herhangi  bir  haksızlığa  uğramaz.  Ve  sadece  yapmış  olduklarınız  ile  karşılıklandırılırsınız.

Mahşer  günü,  dünyada  iken  ertelenmiş  olan  her  sonun  vakti  gelmiş  olacak,  artık  kimse   konuşmayacaktır.  Söz  mülk  sahibi  Allah’ın  olacaktır.  O  gün  insanların  bir  kısmı  mutlu,  bir  kısmı  da  bedbaht  görünecektir.  Allah'a  ve  Kitabına  yönelmiş  olarak  koruması  altına  girmiş  olan  takva  sahipleri  bir  an  evvel   mahşer  alanından, azametinden  kurtarılıp  Cennete  yollanırken,  Allah'a  ortak  ilâhlar  koşmuş  olan  müşrikler,  ayetlerini  inkâr  etmiş  olan  kâfirler,  diz  üstü  perişan  bir  halde  o  andan  itibaren  daha  Cehenneme  bile  girmeden  korku  ve  azap  içinde  olacaklardır.

HUD  106 – 107  : İşte  şu  bedbaht  olanlar  cehennem  ateşi  içindedirler.  Onlara  orada  iç  çekme  ve  hıçkırma  vardır.  Gökler  ve  yer  durdukça  /  sonu  gelmeyen  süre  onlar  o  ateşte  kalacaklardır.

HUD  108  : Ve  şu  mutlu  olanlara  gelince,  onlar  da  gökler  ve  yer  durdukça,  ardı  arkası  kesilmeyen  bir  ikram  olarak  cennetin  içinde  sürekli  olmak  üzere  kalacaklardır.

FURKAN  26  : İşte  o  gün  gerçek  hükümranlık  Rahman’a  özgüdür.  Kâfirler  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabbliğini  bilerek  reddeden  kimseler  için  ise  o  pek  çetin  bir  gün  olmuştur.

Dünya  hayatında  aklını  kullanmayan,  inatçı  müşrik  ve  kâfirlerin,  ölüm  anları,  mahşere  çıkmaları,  mahşerdeki  rezillikleri,  hesap  görülürken  içine  düştükleri  pişmanlıklar  ve  korkular  pek  çok  ayet  ile  tasvir  edilerek  anlatılmaktadır.  Ölüm  anında  tüm  yaptıkları  gözlerinin  önüne  gelmekte,  her  şeyin  farkına  varmaktadırlar.  Fecr  Sûresinin  21 - 24. ayetlerinde   " Kesinlikle  sizin  düşündüğünüz  gibi  değil !  Yer  üst  üste  sarsıntılarla  dümdüz  edildiği  zaman,  Rabbinin  hesaba  çektiği,  gönderdiği  vahiyler  /  Melekler,  ayetler,  elçiler  tanık  olarak  saf  saf  dizildiği  zaman,  o  gün  cehennem  de  getirilmiştir.  O  insanın  o  gün  aklı  başına  gelecektir.  Artık  aklının  başına  gelmesinin  ne  yararı  var  ki ?  24  :  Der  ki  : “  keşke  ben  bu  ahiret  hayatım  için  hazırlık  yapmış  olsaydım. "  denilerek  ifade  edildiği  gibi  geri  dönüş  için  çare  aramaktadırlar.  Ne  var  ki  artık  çok  geçtir.  Geri  dönüş  yoktur.  Müminun  Sûresinin  101 - 108. ayetlerinde  de  " Artık  Sur’a  üflendiği  zaman,  işte  o  gün  aralarında  soy  sop  ilişkisi  yoktur.  Kimse  kimseden  bir  şey  isteyemez  de.  104  :  Orada  onlar  dişleri  sırıtır  halde  iken  ateş  yüzlerini  yalar.  105 : Benim  ayetlerim  size  okunmadı  mı ?  Siz  de  onları  yalanlıyor  muydunuz ?  106  :  Dediler  ki :  Rabbimiz !  Azgınlığımız  bizi  yendi  ve  biz,  bir  sapıklar  topluluğu  olduk.  Rabbimiz  bizi  buradan  çıkar.  Bir  daha  aynısını  yaparsak  işte  o  zaman  gerçekten  yanlış,  kendi  zararlarına  iş  yapanlarız.  108 : Allah  dedi  ki  :  “  Sinin  oraya !  Bana  konuşmayın  da . "  denilerek  ifade  edildiği  gibi  hiç  bir  kimseden  yardım,  hayır  görecek  durumda  da  değillerdir.  Artık  orada  adalet  terazisi  ( mizan,  ölçü,  tartı )  kurulmuş,  hesaplar  görülecektir.  Nebe  Sûresinin  38 - 40. ayetlerinde  " İndirilmiş  ayetler  ve  vahiy  /  melekler  tanık  olarak  saf  saf  dikildikleri  gün,  Rahman’ın  izin  verdikleri  dışında  hiç  kimse  konuşamaz.  Ve  o  izin  verilen  doğruyu  söyler. “  İşte  bu  hak  gündür.  Artık  dileyen  Rabbine  bir  sığınak  edinir.  Şüphesiz  biz  sizi  yakın  bir  azap  için  uyardık “  O  gün  kişi  yaptıklarıyla  yüz  yüze  gelir.  Ve  kâfir, “ Ah  ne  olaydı,  ben  bir  toprak  olsaydım ” der. "  denilerek  ifade  edildiği  gibi  o  gün  artık  ağızlar  konuşmayacak,  eller  ayaklar,  melekler,  tüm  peygamberler  kendi  ümmetleri  için  tanıklık  edecek,  tartısı  ağır  basan  kendisini  kurtaracak,  hafif  çekenler  ise  kendilerine  yazık  etmiş  olacak  ve  sürekli  kalmak  üzere  Cehennemin  yoluna  koyulacaklardır. İbrahim  Sûresinin  50 - 51. ayetlerinde  " O  gün  suçluları  zincire  vurulmuş  olarak  görürsün.  Onların  gömlekleri  katrandandır.  Yüzlerini  de  ateş  kaplayacaktır.  Şüphesiz  Allah  hesabı  çok  çabuk  görendir. "  denildiği  gibi   hesap  çok  çabuk  görülecektir.  Suçlular,  ortak  koşanlar,  kâfirler  orada  feryat  ederek  pişmanlıklar  içerisinde  olacaklardır.

SECDE  12  :  Suçluları  Rabblerinin  huzurunda  başları  öne  eğilmiş  olarak  “ Ey  Rabbimiz  gördük  ve  dinledik,  şimdi  bizi  geri  çevir  de  Salih  bir  amel  işleyelim,  biz  artık  kesin  bir  şekilde  inanıyoruz “   derlerken  bir  görsen.

ENAM  22 - 23 :  Ve  o  gün  hepsini  toplayacağız.  Sonra  Biz  ortak  koşan  kimselere,  Hani  nerede  o  gerçeğe  aykırı   olarak  inandığınız  ortaklarınız ?   diyeceğiz.  Sonra  onların  ateşlere  atılmaları,  Rabbimiz,  Allah’a  yemin  olsun  ki  biz  ortak  koşanlardan  değildik,  demekten  başka  bir  şey  değildi.      

FATIR  37  : Ve  onlar  orada  feryat  ederler. “ Rabbimiz  bizleri  çıkar,  yapmış  olduklarımızdan  başka  düzgün  amel  yapalım.  “ Sizi  düşünecek  olanın  düşüneceği  kadar  ömürlendirmedik  mi ? “ Size  uyarıcı  da  gelmişti.  O  halde  tadın !  Artık  şirk  koşarak  yanlış  yapanlar  için  bir  yardımcı  da  yoktur.

CENNET  VE  CEHENNEM  HAYATI :  Mahşerde  kurulan  adalet  terazisiyle  herkes  dünyada  yaptıklarının  ve  yapması  gerektiği  halde  yapmadıklarının,  iyiliklerinin  kötülüklerinin  hesabını  verip,  Cennet  veya  Cehenneme  gidince  sonsuz  Ahiret  hayatı  başlayacaktır.  Cennet,  nimet   mutluluk  ve  rahatlık  yurdu  iken,  Cehennem  ise  azap  ve  elem  yurdudur.  Her  ne  kadar  Kur’an  ayetleriyle  Cennet  ve  Cehennemin  ebedi  yurt  olarak  yaşanacağı  söylense  de,  Cehennem  konusunda  bu  güne  kadar  ileri  sürülmüş  ve  bugün  de  sürülmeye  devam  eden  pek  çok  Kur’an  dışı  iddia  mevcuttur.  Bu  iddialar,  Kur’anın  gerçeklerinden  ayrılarak  ana  hatları  ile,  *  Herkes  mutlaka  Cehennemi  görecek  mi ? * Günahkâr  Müslümanların  ahiretteki  durumu  ne  olacak ?  * Cehennem  ebedi  ama  azap  sürekli  midir ?  * İyi  insan  olarak  bilinip  de  Müslüman  olamayan  bazılarının  Ahiretteki  durumu  ne  olacak ?  konularında  toplanmaktadır.

Rabbimizin  Kur’an  ayetleri  ile  bildirdiği  ifadeleri  gayet  açık  ve  net  olmasına  rağmen,  bunlara  aykırı,  yanlış  bir  anlayış  ile  “  Günahları  miktarı  kadar  Cehennem  azabı  görenler,  daha  sonra   günahlarından  arınmış  olarak  Cennete  girerler  “  denilmiş,  bazı  rivayetlerde  de  imanlı  imansız  herkesin,  hatta  peygamberlerin  bile  önce  Cehenneme  uğrayacağı,  daha  sonra  Cennete  gidecekleri  söylenmiştir.  Cennet  ve  Cehennem  konusunda  uydurulan  pek  çok  gerçek  dışı  rivayetin  17  si  İbn  Abbas,  dördü  de  Peygamberimizin  eşi  Hafsa’ya  dayandırılmıştır.  Birbiriyle  çelişen  bu  rivayetler  ve  aynı  türde  uydurulan  yüzlercesi  İbn  Kesir’de  toplanmıştır. 800  lü  yıllarda  dar  olanaklarla,  yetersiz  bilgilerle  çeviri,  tefsir  yapan  müfessirlerin  bu  görüşleri,  öncekileri   sorgulamadan  yeterli  araştırma  yapmadan  körü  körüne  izlemeyi  ilim  sayan  taklitçi  Ulema  ile  topluma  inanç  olarak  yerleştirilmiş  ve  Meryem   Sûresinin  71. ayetinde  "  Ve  Rabbinin  üzerine  almış  olduğu   kesinleşmiş  bir  hüküm  olarak,  içinizden  cehennemin  dış  kenarına  /  toplanma  yerine  uğramayacak  hiç  kimse  yoktur. "  ifadeleri  bu  iddialara  malzeme  yapılmıştır.  Pek  çok  mealde  ayetteki   “ cehennemin  dış  kenarı “  ifadesi  toplanma  yeri  şeklinde  değil  de  aslından  farklı  olarak,  doğrudan  “ Cehennem “  şeklinde  yer  almıştır.  Aslında  bu  ayetle  ve  bundan  önceki  66. ve  72. ayetler  grubunda,  özellikle  68. ayetin  orijinalinde  de  "  havle  cehenneme "  ifadesiyle  insanların  haşr  esnasında   peygamberler  de  dahil  olmak  üzere  tüm  insanların,  şeytanlarla  ( kendi  iblisleriyle )  birlikte,  Cehennemin  dış  kenarındaki  bulunan  Mahşer  alanında  toplanacakları  ve  herkesin  tanıkları  ile  birlikte  hesap  vermek  üzere  sorgulanacakları  belirtilmektedir.  Havle  sözcüğü,  bir  yerin  dış  kenarı,  bahçesi  anlamına  gelmekte  olduğundan  dolayı  sözü  edilen  yer  veya   alan  cehennemin  içi  değildir. Buradaki  toplanma  mahşer  yerinde  olup,  hesap  vermek  içindir. Ayette  de  belirtildiği  gibi   Haşr,  Allah’ın  kesin  olarak  aldığı,  asla  değişmez  bir  kararıdır.  Burası  girilecek  bir  yer  değildir. Görülecek  hesap  sonrasında,  Cehenneme  veya  Cennete  sevkin  yapılacağı  yerdir. Bu  ayetlerde  haşrdaki ( toplanma  anındaki )  ürpertici  tablolar  müminleri  asla  korkutmamalıdır. Çünkü  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Enbiya  Sûresinin  101 - 102. ayetlerinde  " Şüphesiz  tarafımızdan  kendilerine  “ en  güzel  “  hazırlanan  kimseler ;  İşte  onlar  Cehennemden  uzaklaştırılmışlardır.  Onlar  Cehennemin  uğultusunu  duymazlar.  Onlar  nefislerinin  istediği  şeyler  içinde  sürekli  kalıcıdırlar. "  ifadeleriyle  müminlerin  mahşer  alanında  güvende  olacaklarını,  çok  çabuk  da  Cennete  sevk  edileceklerini  bildirmektedir.

Herkes  mutlaka  cehenneme  girecek  iddiasında  bulunanlar,  bütün  insanların   dünyada  işlemiş  oldukları  günahlarından  dolayı,  önce  Cehenneme  atılacaklarını,  ve  orada  belli  bir  zaman  azap  çektikten  sonra,  günahlarından  arınmış  olarak  Cennete  gideceklerini  söylemektedirler. Kur’an  ayetlerine  aykırı  ve  Yahudi  inancının  bir  sonucu  olan  bu  iddia  asılsız  olan  pek  çok  uydurma  rivayetle  de  desteklenerek  toplumda  yaygınlaştırılmıştır.  Yahudi  Eski  Ahit  kaynaklarından  çalıntı  yapmaya  alışmış  olan  bu  zihniyetteki  insanlar,  rivayetlerle  dinin  içine  bu  inancı  yerleştirmekte  de  başarılı  olmuşlardır.  Halbuki  itikatta  zan  ile  hüküm  vermenin  yeri  yoktur. Üstelik  peygamberlerin  de  Cehennemde  işi  olabilir  mi ?  Kur’andan  onay  almayan  hiç  bir  inanç  din  olamaz.  Çünkü  Cehenneme  kimlerin  ve  niçin   gireceği  Kur’an  ayetleri  ile  çok  net  ve  ayrıntılarıyla  anlatılmıştır. Nahl  Sûresinin  27. ayetinde  " Sonra  kıyamet  günü  Allah  onları  rezil  rüsva  edecek  ve  “ Hani  uğrunda  düşmanlık  ettiğiniz  ortaklarım  nerede ? “  diyecektir.  Kendilerine  bilgi  verilmiş  olan  kimseler  “ Şüphesiz  ki  bugün  rezillik  rüsvalık  ve  kötülük  kâfirler,  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğinin  bilerek  reddedenler  üzerinedir  “  diyecekler. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  bunlar,  daha  pek  çok  ayrıntılarla  açıklanmış  olan,  Allah'ın  ilâhlığını  ve  Rabbliğini  bilerek  inkâr  eden  kâfirler,  Allah’a  ortak  koşan  müşriklerdir

Peki  günahkâr  Müslümanların  durumu  hesap  gününde  ne  olacak ?  Bir  takım  kişilerin  iddia  ettikleri  gibi  önce  Cehenneme  girip,  günahları  kadar  azap  çektikten  sonra  arınıp,  ondan  sonra  mı  Cennete  girecekler ?  Eğer  öyle  olacaksa  Kur’anda  pek  çok  ayette  ifade  edilen  "  Allah’ın  tevbe  edin  emrinin  "  bir  anlamı  kalmaz. Oysa  Yüce  Rabbimiz,  tevbe  kapılarını  ardına  kadar  açmıştır,  tevbeleri  çokça   kabul  eden  Tevvab’tır. Her  fırsatta  tevbe  etmemizi,  cahillikle  işlediğimiz  günahlarımızı  bağışlayacağını  bildirmektedir. Bundan  dolayı  Ankebut  Sûresinin  7. ayetinde  "  Ve  inanan  ve  salihatı  işleyen  /  düzeltmeye  yönelik  işler  yapan  kimseler,  onların  kötülüklerini  elbette  örteceğiz  ve  kesinlikle  onlara  yaptıklarının  daha  güzeli  ile  karşılık  vereceğiz. " ifadesiyle  belirtildiği  gibi  şirke  bulaşmamış  Müslümanların  günahlarını  affedecek  ve  onları  Cehenneme  koymadan  Cennetine  koyacaktır.

Cennet  ve  Cehennem   ebedi  midir ? :  Kur’an  ayetleriyle,  bu  dünya  hayatının  geçici  ve  bir  eğlenceden  ibaret  olduğu,  Ahiret  hayatının  ise  ebedi  ve  daha  hayırlı  olduğu  defalarca  tekrar  edilmiş,  Ahiret  yurdu  ( Dar  ı  Beka  )  kalıcı  yurt  olarak  nitelendirilmiştir. Bundan  dolayı  da  Ahiret   hayatında   müminlerin   mükâfatlandırılacağı   Cennet  ile,  isyan  edenlerin,  kâfirlerin,  müşriklerin  cezalandırılacağı  Cehennem  birer  ebedilik  yurdudur. Kur’anın  bir  çok  ayetinde  de  müminlerin  Cennette,  Kâfirlerin  ise  Cehennemde  ebedi  kalacakları  bildirilerek   açıkça  ortaya  konmaktadır.  Cehenneme  girenlerin  oradan  çıkacaklarına  dair,  Kur’anda  en  ufak  bir  işaret  dahi  yoktur.  Aksine  pek  çok  ayetle  orada  ebedi  kalacakları  bildirilmektedir.

BAKARA  38  : Ve  küfretmiş  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğini  bilerek  reddetmiş  ve  ayetlerimizi  yalanlamış  kimseler,  işte  onlar  ateşin  ashabıdır.  Onlar  orada  temelli  kalıcıdırlar.

ALİ  İMRAN  116  :  Kâfirlerin,   malları  ve  çocukları   Allah’ın   katında   onlara   asla  bir  fayda  vermeyecektir.  Ve  işte  onlar  ateş  ashabıdırlar.  Onlar  orada  sürekli  kalıcıdırlar.

Cehennemdeki  azap  konusunda  bazıları,  ayetlerin  orijinalindeki  “ hulud “  sözcüğünün,  uzun  süreli  kalış  olduğunu  ifade  edip,  ebediliği, (  sonsuzluğu  ) ifade  etmediğini  iddia  etmektedirler.  Bu  itibarla  Cehennemin  ve  Cehennem  azabının  ebedi  olmayacağını  ileri  sürmektedirler. Ama  Kur’anda  hem  Cennetin  hem  de  Cehennemin  sürekliliği  ( hulud  ve  ebed )  olarak  aynı  sözcüklerle  ifade  edilmektedir.  Her  iki  mekân  için  de  aynı  kalıptaki  ifadeler  kullanılmaktadır.  Bir  ifadenin,  bir  yer  için  başka  anlamda,  diğer  bir  yer  için  başka  anlamda  olması  beklenemez.  Bundan  dolayı  her  ikisindeki  hayat  ta  ebedidir.

Cehennem  ebedi  ama  azap  sürekli  midir  ?  Sorgulamasına  takılanlar,  tarih  boyunca  bu  konuyu  tartışmaktadırlar.  Çeşitli  gerekçelerle  de  azabın  ebedi  olmadığını  savunmaktadırlar.  Yahudiler,  Musa  Peygamberin  Allah’la  sözleşip  aralarından  ayrıldığı  40  günde  işledikleri  günahlardan  ve  altına  ( mala,  mülke )  tapmaktan  dolayı,  “ 40  gün  yanacağız “  başka  günlerde  bizi  ateş   tutmaz   demişlerdir.  Ve  buna  istinaden  de  ne  kadar  suç  işlenirse,  Cehennemde  ancak  o  kadar  süre  kalınır  inancı  oluşmuştur.  Bu  mantık  ise  Yüce  Rabbimiz  tarafından  Kur’anda   Ali  İmran  Sûresinin  24. ayetinde  "  Bu  onların  "  Ateş  bize  sayılı  birkaç  gün  dışında  asla  dokunmayacaktır "  demeleri  nedeniyledir.  Onların  uydurmuş  oldukları  şeyler  de  dinlerinde  kendilerini  aldatmaktadır. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  “ Uydurulmuş  bir  yalan “ olarak  nitelendirilmiştir.  Cehennem  azabının  geçici  olduğunu  savunanlar  Kur’andaki  Enam  128.  ve  Hud  127. ayetlerinde  geçen  “ Allah’ın  dilediği  hariç “  ifadesini  delil  olarak  kullanırlar.  Halbuki  bu  ifade, “ Her  zaman  ve  her  koşulda,  güç  ve  kudretin  Allah’a  ait  olduğunu,  dilediğini  yapacağını “  vurgulamaktadır.  Bu  ifadeyi  hükmün  bir  istisnası  olduğunu  düşünmek  doğru  değildir. Çünkü  ayetlerde  ebedi  olarak  ateşte  kalınacağına  muhatap  olanlar, ( ins u  cinnden ) bildik  bilmedik  bütün  insanlardan,  şeytana  uyup  kâfir  olanlardır.  Kâfirler  için  de  herhangi  bir  istisnanın  olmayacağı  Nisa  Sûresinin  168. 169.  ayetlerinde  açıkça  bildirilmiştir.  Kâfirler  için  Cehennemde  bir  istisnanın  olduğunu  düşünmek  Nisa  Sûresinin  ayetlerini  inkâr  etmek  anlamına  gelir.

NİSA  168 – 169  : Şüphesiz  küfreden  ve  şirk  koşmak  suretiyle  yanlış  /  kendi  zararlarına  iş  yapan  şu  kimseler ;  Allah  onları  bağışlayacak  değildir. Onları  içinde  temelli  ve  sonsuza  dek  kalacakları  Cehennem  yolundan  başka  bir  yola  da  kılavuzlayacak  değildir.  Ve  bu  Allah’a  çok  kolaydır.

İnsanlığa  büyük  hizmet  etmiş  fakat  Müslüman  olmamış  kimseler :  Ahirette  Cehenneme  mi  yoksa  Cennete  mi  gideceklerdir. İsra  Sûresinin  15. ayetinde  Rabbimiz  elçi  göndermeden  hiç  bir  topluma   azap  etmeyeceğini  bildirmektedir.  O  halde  bizim  Peygamberimiz,  bu  kişilerin  elçisi  olmuş  mudur ?  Olmamış  mıdır ?  sorusunun  cevabının  çok  gerçekçi  bir  şekilde  ortaya  konması  gerekmektedir.  Bilindiği  gibi  peygamberimiz,  sağlığında  kendisine  vahiy  edilenleri  toplumuna  tebliğ  etmiştir,  kıyamete  kadar  artık  başka  bir  elçi  de  gelmeyecektir.  Peygamberimiz  elçilerin  sonuncusudur  ve  Kur’an  da  bütün  insanlığa  yönelik  olup  evrenseldir.  Peygamberimizin  sağlığında,  tebliği  duyup  da  inananlar  olmuş,  fakat  yalanlayıp  inkâr  edenler  de  olmuştur. Onlar  da  elbette  ki  cezayı  hak  eder  olmuşlardır. O  günkü  toplumun  inananları  da  kendilerini  kurtarmışlardır.  Peki  peygamberimizin  ölümünden  sonra  Kur’an,  gerektiği  gibi  bütün  insanlara  tebliğ   edilebilmiş  midir ?  Bu  gün  edilebilmekte  midir ?  Bütün  dünya  insanları  tarafından  Peygamberimizin  elçiliği  kabul  edilmekte  midir ?,  Kur’anın  mucizeliğini  biz  Müslümanlar,  bütün  dünyaya  anlatabilmiş  miyiz ?   Eğer  biz  Kur’anı  gerektiği  gibi  hurafelerden  temizlenmiş  bir  mucize  kitap  olarak  takdim  edebiliyor  ve  bu  mucize  Kitap  dünya  insanlarınca  kabul  görüyorsa,  o  zaman  Kur’anın  tebliğcisi  Peygamberimiz  de  Allah’ın  elçisi  olarak  kabul  edilmiş  olacak  ve  buna  tanık  olanlar  da  sorumlu  konumuna   gireceklerdir. Kendilerine  yapılan  bu  tebliğe,  tanık  olanlar  ne  kadar  iyi  insan  olurlarsa  olsunlar,  ne  kadar  iyilik  yaparlarsa  yapsınlar,  inanmamış  olarak  ölürlerse,  bütün  yaptıkları  boşa  gidecek  ve  gidecekleri  yer  Cehennem  olacaktır.  Ancak  biz  Kur’anı  yeterince  tanıtamamış  ve  onlara  ulaştıramamış,  önce  biz   Kur’ana  göre  kendimizi   düzeltememiş  isek,  bundan  dolayı  da  insanlar  gerçek  Kur’an  mucizeliğine  tanık  olamıyorlarsa,  çeşitli  kesimler  tarafından  binbir  çeşit  iftiralarla  karalanmış  olan  Peygamberimizin  elçiliğini  kabul  etmeyeceklerdir.  Bundan  dolayı  da  inançsız  kalan  dünya  insanlarının  bu  durumundan,  öncelikle  Kur’anı  yeterince   tanımayan,  ve  bu  konuda   çaba  harcamayan  din  görevlileri   ve  biz  Müslümanlar  sorumlu  olacağız. Bundan  dolayı  da  inançsız  kalan  insanlar  tebliğ  edilmemiş  olan  insanlar  konumundadırlar.  Ve  bunların  durumu,  Bakara  62.  Maide  69. Zilzal  7 – 8  ayetleri  ile  değerlendirilecektir.

BAKARA  62  : Şüphesiz  şu  iman  etmiş  kişiler, Yahudileşmiş  kişiler,  Nasraniler  /  Hristiyanlar  ve  Sabiiler  her  kim  Allah’a  ve  ahiret  gününe  iman  eder  ve  salihi  işlerse,  artık  Rableri  katında  bunlar  için  ecirleri  vardır.  Bunlara  korku  yoktur.  Bunlar  mahzun  da  olmayacaklar.

Bu  ayetteki  Yahudileşmiş  kişiler  ifadesi,  İbrahim  peygamberin  torunu  Yakub  Peygamber’e  ve  onun  soyundan  gelen  peygamberlere  inanmış  olan  bu  günkü  İsrailliler  veya  Yahudiler  denilen  insanların  atalarıdır.  Nasraniler  ifadesi,  İsa  Peygambere  inanan  Hristiyanlardır.  Sabiiler  ise  pek  çok  rivayetle  anlatılanların  dışında  burada  anlatılmak  istenen, “  akıllarıyla  Allah’ın  varlığı,  birliği  ve  Ahiret   hakikatine  ulaşan,  fakat  kendilerine  elçi  ve  vahiy  ulaşmayan  doğal  dindarlardır,  aynı  zamanda  bu  sözcüklerin  geçtiği  ayetlerde  ve  İncillerde  de  sözü  edilen  Yahya  peygamberin  öğretisinde  olan  insanlardır. Ancak  bu  ayetlerde  ister  Yahudi  olsun,  ister  Hristiyan  olsun  Kur'an  tebliğ  edilmemiş  olan  topluluklar  kastedilmektedir. Eğer  Kur'andaki  şekliyle  tebliğ  edilebilmişse  ve  buna  rağmen  bile  bile  insanlar  eliyle  gerçeğinden  saptırılmış,  Tevrat  ve  İncil  kitaplarına  göre  Yahudiliği  ve  Hristiyanlığı  dayatmakta  olanlar  ise  bu  ayetlerin  belirttiği  korumadan  müstesnadırlar.

Cennet  ve  Cehennem  üzerine,  eski  ve  ilkel  inançlarla  beraber  Yunan  mitolojisinden  esinlenerek  yazılmış  birçok  fantastik  olaylar  ve  hayal  gücü  ile  kurgulanmış  masallar,  rivayetler, vardır. Tarih  boyunca  bunlar  insanları  etkisi  altına  almıştır. Oysa  Kur’an   ile  yapılan  tasvirlerin  ve  anlatılanların  dışında   biz, Cennet  ve  Cehennemin  nasıl  olacağını  bilemeyiz. Çünkü  bunlar  bizim  için  gaybdir. Gaybi  de  Allah’tan  başka  kimse  bilemez. ( Enam  50. )  Fakat  bu  gün  pek  çok  kitapta  sanki  oralara  gidip  gelinmiş  gibi  etraflıca  ayrıntılarla  Cennet  ve  Cehennem  anlatılmaktadır.  Peygamberimize  atfedilen  bu  masalların  yüzlercesi, “  Kütübi  Sidde “  denilen  kitapta  toplanmış, O’na  Kur’an  ayetlerine  aykırı  olarak  gayb  bildirttirilmiştir.

Bu  yüzlerce  ve  kitaplar  dolusu  Cennet  ve  Cehennemin  yapısı  ile  ilgili  anlatılanların  bazılarına  göre ;  * Cennette  8  kapı  vardır.  Bunların  içinde  bir  kapı  Reyyan  diye  isimlendirilir.  Buradan  Cennete  yalnız  oruçlu  olanlar  girer.  ( Buhari  3058 )  * Cennetin  bir  kerpici  gümüşten,  bir  kerpici  altından,  harcı  da  keskin  kokulu  misk,  çakılları  inci  ve  yakut,  toprağı  zaferandır. ( Tirmizi  2646 )  * Cennette  gövdesi  altın  olmayan  hiç  bir  ağaç  yoktur. ( Tirmizi 2645 )  * Cennetteki  bir  ağacı, altında  bir  süvari  atı  ile  yüz  sene  yürürse  yine  de  onu  bitiremez. ( Müslim  2828 ) * Cennet  ehli  Cennete,  kılsız,  tüysüz, yaratılıştan  sürmeli  ve  otuz  üç  yaşlarında  olarak  girecektir ( Tirmizi  2669 )  * Onların  Cennetteki  tarakları  altındır.  Terleri  misktir.  Buhurdanlıklarının  udu  Hint  ududur.  Her  biri  için  iki  zevce  vardır.  Ve  zevceleri  Hurul  İyn dir.  Vücutları  30  metredir. ( Müslim  2834 )

Tarih  boyunca  her  kesimden  insan  tarafından  fantastik  olarak  yapılan  ve  peygamberimizin  üstüne  atılan  bu  uydurmalar  yetmemiş,  bir  de  Cennet  ile  Cehennemin  arasına  sırat  köprüsü  icat  edilmiştir.  Bu  köprü,  kıldan  ince,  kılıçtan  keskin  ve  çok   kaygan,  çok   hassas   bir   köprüdür.  Altında  da  Gayya  kuyusu  vardır.  Her  an  ayağı  kayan,  bu  kuyunun  dibinde  kendisini  bulabilir.  Masal  filmlerinde  gösterildiği  gibi  üzerinden  çok  dikkatli  geçmek  gerekir. Allah’  da  sanki  elini  ovuşturup  azap  edecek  kullarını  beklemektedir. Bütün  bu  anlatılan  masallar,  rivayetler  Allah’ı  ve  Peygamberi   tanımamak,  Kur’anı  bilmemek  veya  ona  inanmamaktır. Bu  masalları  anlatanlar  ve  bu  masallara  inananlar,  O  merhametliler  merhametlisi  Rahman  ve  Rahim  olan  Allah’a  ve  Kur’an  ahlâkı  ile  ahlâklanmış  Peygamberimize   en  büyük  hakareti  yapmaktadırlar.  Unutulmamalıdır  ki  Cennet  ve  Cehennem,  bir  tür  imtihan  olan  dünya  hayatının  sonunda  konulan, ödül  veya  cezanın  olduğu  bir  karşılıktır.   Böyle  bir  sınav  ve  ardından  ödül  ve  ceza  konulmazsa,  insan  psikolojisi  ve  sosyolojik  yapısı  gereği  asla  dünya  sınavına  çalışan   kişi  olmaz.  Allah’ın  koyduğu  hükümlere  ve  kurallara  uyulmaz. Dünyada  iyilik  diye  bir  kavram  kalmaz. Toplumda  adalet  ve  huzur  olmaz. Güçlülerin  zayıfı  ezdiği  bir  dünyada  zulüm  eksik  olmaz. Gerçi  bugün  de  dünya  bu  durumdan  pek  farklı  bir  görünümde  değildir.  Dünyanın   büyük  bir  kesiminde  bugün  Kur’an  tanınmadığı  ve  bilinmediği  gibi,  Müslüman  olan  ülkelerde  de  gereği  gibi  anlaşılamamakta  ve  yaşanamamaktadır. Müslümanlar,  Kur’an   dışındaki  kitapların,  rivayetlerin  ve  bununla  beraber  siyonizmin  etkisiyle  mezheplere  bölünmüşler  ve  Kur’an  dışı  bu  egemenliklerin  baskısından  kurtularak  bir  türlü  gerçek  Hakk  Dine  yönelememişlerdir.  Bundan  dolayı  da  mezhep  savaşları  ile  zulüm,  acı  ve  gözyaşı  had  safhadadır. Haşr  Sûresinin  18. ayetinde  "  Ey  inanmış  olan  kişiler !  Allah'ın  koruması  altına  girin,  her  kişi  yarın  için  ne  hazırladığına  bir   baksın. "  uyarısından  dolayı  bu  dünyada  da,  Ahiret  hayatında  da  kurtuluş, Yüce  Kitabımız  Kur’ana   ve  Yüce  Rabbimiz  Allah'a  gerçek  manada  yönelmek,  Kur'anı  anlayabileceğimiz  dilde  okuyarak  anlamak,  hükümlerine  harfiyyen  uymak  ve  aklı  egemen  kılmakla  ancak  mümkün  olabilecektir. Bu  dünyasını  Kur’an  ve  Allah’ın  ayetleriyle  güzelleştirebilenlerin  “ Benim  ahretim  ne  olacak ? “  diye  endişe  etmesine  hiç  gerek  kalmayacaktır.  Selam  size  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER  !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an  )  

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET