Üzerinde yaşadığımız Dünya ve çevremiz, sayılamayacak, ölçülemeyecek kadar Allah'ın oluşturduğu ve insanlara bahşettiği sınırsız nimetle, sonsuz güzelliklerle, zevklerle dolu. Hayatta olmak, yaşamak, nefes almak, görmek, işitmek, yemek, içmek çok güzel. Ama birçok güzellikten, nimetten ve nimetlerin en önemlisi sağlıktan mahrum olmak da bir o kadar acı, üzüntü ve sıkıntıdır. İnsanlar doğuyor, büyüyor, ergen, yetişkin oluyor, yaşlanıyor. Zaman zaman her dönemin güzelliği de, acıları da kimi az, kimi de çokça yaşanıyor. Aile kuruluyor, anne veya baba olunuyor, veya olunamıyor. Aile mutluluğu yaşanıyor veya yaşanamıyor. Okuyabilen, okuyamayan, sevdiği bir işi olan var, olamayan var. Hayattan mutlu olan var, olamayan var. Sevinciyle, mutluluğuyla, hüznüyle, kederiyle hayat, iniş ve çıkışlarıyla sürüp gidiyor. Zaman zaman da çevredeki yakınlar, büyükler, sevilenler kaybediliyor. Her şeye rağmen hayat, yaşamak, nefes almak, dünyayı solumak çok güzel deniliyor, kimse de hayattan vaz geçmek istemiyor. Ama sonuçta bu Evreni, Kâinatı, üzerinde yaşadığımız bu dünyayı, biz insanlar için oluşturan, bütün nimetleri ve bizleri yaratan Yüce Rabbimiz, Ali İmran Sûresinin 185. ayetinde, " Her benliği olan / her canlı varlık, ölümü tadıcıdır. Ve şüphesiz kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. " Nisa Sûresinin 78. ayetinde, " Son derece sağlam kalelerin içinde bile olsanız, her nerede olursanız olun ölüm size yetişir. " denilerek ifade edildiği gibi her şeyi ölümlü, sonlu olarak yaratmış. Çevremizde, sürekli diğer canlı varlıkların da bir taraftan doğuşuna ve diğer taraftan ölümüne tanık oluyoruz. Cansız dediğimiz varlıkların dahi zamanla değişime uğrayıp yok olduğunu fark ediyoruz. Zamanı geldiğinde, bize tanınan süre dolduğunda elbette ki, bizim de hayatımız bir vesile ile son bulacak. Bütün bunların, Allah’ın sözü, yaratmasında koyduğu kanunlar ve hükümler olduğunu biliyoruz, inanıyoruz ve adına da “ Sünnetullah “ diyoruz.
İnsanların daha da fazla çoğaldığı ama buna rağmen hayatı kolaylaştıran, zevklendiren araçların da insanların hizmetine ve kullanımına daha da çokça ve çeşitle sunulduğu Dünya hayatı, bugün daha da fazla kaygılarla, tasalarla, telaşlarla, koşuşturmalarla, hedeflerle, arzularla ve bütün bunları karşılamak, elde etmek için bir o kadar da yoğun mücadelelerle doludur. Bütün bunlar insanlara neden bu dünyaya geldik, nereden geldik, nereye gideceğiz, sonumuz ne olacak ? Yüce Rabbimiz Allah, son derece muazzam bir tasarım, çok mükemmel bir donanım ile maddi ve manevi yapıda yarattığı insanı sadece dünya yaşamındaki ölüm dediğimiz sonla çöpe atmak, toprak altında yok olmak için mi yaratmıştır ? sorularını sormayı da çoğu zaman unutturmaktadır. Sanki bu dünya hayatının sonu yokmuş gibi, insanlar bu koşuşturma ile çoklukla yarış içerisinde oyalanmakta, dünyanın süsüne, yaşamın güzelliğine aldanmakta, kendilerine eninde sonunda ölümle gelecek olan benim sonum “ Benim Ahiretim ne olacak “ sorusunu soramamaktadır. Halbuki Kur'anımızda birçok ayette var olduğu ve dünya yaşamından daha da önemli olduğu belirtilen, ölümden sonra yaşanacak olan bir Ahiret hayatı vardır. Oysa ebedi olduğu belirtilen bu hayat da dünya hayatında unutulacak, önemsenmeyecek “ Evvelim sensin ahirim sensin “ diye sevgiliye atfedilip, hafife alınacak bir kavram değildir. Mülk Sûresinin 1 – 2. ayetlerinde, “ Hükümranlık elinde bulunan Allah, ne cömerttir / Ne bol bol nimet verendir. Ve O, her şeye güç yetirendir. O, hanginizin amelce daha iyi olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı oluşturdu. O azizdir. Gafurdur. “ ifadeleriyle Allah’ın ölüm ve hayatı, insanların Allah yolunda, insanlık için yerine getirebildikleri veya getiremedikleri amelleri ile sınava çekmek için yarattığı anlatılmaktadır. Ahiret hayatı, aslında Dünya hayatının bir sınav olduğunu, bu sınavın Allah katında başarılı olanlar için de, başarısız olanları için de karşılıklarının olduğunu hatırlatan, gerçekten düşünüldüğünde dünya üzerinde, mutlulukların, huzurun, barışın, adaletin oluşmasını sağlayacak, fitneyi, ficuru her türlü zalimliği ve kötülüğü frenleyecek, ortadan kaldırabilecek bir kavramdır.
Ahiret : Arapça bir sözcük olup, ölümden sonraki ebedi hayat, öteki dünya, Darı Beka / Baki olan yer, kalıcı yurt, son yurt anlamlarına gelmektedir. Evrende yaratılmış ve var olan canlı cansız her şeyin bu Evrendeki sonu demektir. Dinimizin inancına göre, bu dünyadaki her türlü yaşamın, var olmanın sona ererek, bizim için ama mutlu, ama sıkıntılı, yeni ve ebedi, sonsuz bir yaşamın, yeniden düzenlenmiş bambaşka kozmik bir yapıdaki hayatların sürdürüleceği yerdir. Din felsefesi ve mitolojide Ahiret, insanın dünyadaki fiziksel yaşamının tamamlanmasının ardından, ruh ve bilinç ile sürdürüldüğüne inanılan hayat, öteki dünyayı tanımlayan bir mekândır. Ölümden sonraki Ahiret yaşamı ile ilgili kavramlar , kabuller, dinsel inançlarla ilgilidir. Bu inançlarda, ölümden sonraki Ahiret yaşamının olduğuna ilişkin en başta gelen temel, ruhun ölümsüzlüğü inancıdır. Ruhun ölümsüzlüğü ise dini inançlara göre, ölümden sonra kıyamete kadar kabzedilen ruhun, bilinçlendirilerek kişilerin mahşer günü tekrar diriltilmesinden sonra vereceği hesaba göre, Cennet veya Cehennem karşılığı ile hayatına bambaşka form yapısıyla devam edeceğidir.
İnsan, biri madde olan fiziksel, biyolojik ve üç boyutlu nesnel yapıdaki beden ve diğeri de kuantum / enerji paketleri denilen, adeta bir enerjiden ibaret olan boyutsuz, gözle görülüp elle tutulamayan can / ruh, olmak üzere iki varlıktan oluşmaktadır. Ruh / öz benliktir, bilinçtir, dünya yaşamında insanı yönlendirendir. Kur’anda ruh, bilgi / vahiy / can olarak tanımlanır. Kişinin hayatının sonunda ölümle beraber, ruh / can bedenden ayrılır. Beden, toprakta kalır, topraktan geldiği gibi bir süre sonra çürüyerek parçalanıp atom, molekül, element olarak topraktaki maddelerin arasına karışır. Artık bu bedenin kişinin yaşamı ile bir bağlantısı ve canlılık fonksiyonları kalmamıştır. Her hangi bir bilince de sahip değildir. Bu dünya yaşamı için gerekli olan bedenin görevi, ölüm ile sona ermiştir. Yaklaşık 20 ayette değinildiği gibi Rum Sûresinin 52. ayetinde de Rabbimiz Peygamberimize ; “ Şüphesiz sen ölülere işittiremezsin “ diyerek, ölü bedenin artık dünya ile ilişkisinin bittiğini anlatmaktadır. Kıyamete kadar Allah’ın emanetinde, kapatılmış, fişi çekilmiş bir bilgisayar disketi, bir uçağın kara kutusu gibi bilinçsiz ve zaman kavramı olmadan kabzedilmiş olan ruh ise, kıyametin ardından bilinçli olarak bambaşka bir kozmik yapıda tekrar diriltilip, hesap gününden sonra iyi ya da kötü bir şekilde Ahiret hayatına devam edecektir.
Genel olarak dinsel inançların tümünde, insanın bedeninde onu yaşatan bir ruhun bulunduğu inancı kabul edilir. İnsandaki bu ruhun, bilinçle, kişiliğiyle, öz varlığını oluşturarak, düşündüğü, hissettiği, sevdiği, nefret ettiği, her davranışına karar verdiği, bedenin ise sadece bu ruha giydirilmiş bir elbise olduğu düşünülür. Ölümsüz olan ruhun, kişinin ölümünden sonra öbür alem veya Ahiret diye adlandırılan bir yere gittiği inancı kabul edilir. Bu yerin adı, Latinlerde Limbus olarak adlandırılan Berzah alemidir. İnsanın ruhu diğer Ehli Kitap inançlarında, Limbus ya da Berzah aleminde geçici olarak kıyamete kadar kalma süresinden sonra, mahşerdeki son ilâhi bir yargılamadan geçerek ve bunun sonucunda da sonsuza dek Cennet veya Cehennemde Ahiret hayatını yaşayacaktır.
Müslümanlıkta da her halde önceki dinlerin etkisinden kurtulamayarak, Kur’anda üç yerde geçen ve asıl anlamı engel demek olan ( berzah ) sözcüğü, ayetin orijinalinde olmadığı halde, birçok müfessir tarafından yanına alem sözü eklenip, Berzah Alemi olarak nitelendirilmiş ve bunun sonucunda da Kur’anda olmadığı halde dünya ve Ahiret hayatından başka bir üçüncü hayat, Kabir Hayatı ve buna bağlı olarak da Kabir Azabı inancı oluşturulmuştur. Bu kabullenmelerin ardından yüzlerce rivayet ve hadis inançları etkisi altına almış, gerçekte olmayan uydurma sorgu melekleri ihdas edilmiş, insanlara bedeni ile kabirde, ruhu ile Berzah aleminde akla hayale gelmeyecek azaplar çektirme, zulüm etme ihtirasları adeta tatmin edilmiş, sadece Allah’a ait olan hesap sorma yetkisi elinden alınmıştır. Namaz kılarken günde 40 defa “ Maliki yevmiddiyn “ hesap gününün sahibi sensin denilen Allah’la yapılan sözleşme lafta kalıp bir kenara atılmıştır. Allah'tan önce, O'nun yerine Münker Nekir denilen uydurma meleklere kabirde sorgulama yetkisi verilmiştir. Allah’a verdiğiniz sözden dönerseniz adeta Allah’ın “ mescidinizi başınıza yıkarım “ dediği İsra Sûresinin 7. ayeti ve Kabir hayatı diye bir hayatın olmadığını belirten diğer ayetlerin uyarıları görmemezlikten gelinmiştir.
Ahiret günü Kur’anımızda, Müminlerin Allah’a kavuşacakları inancıyla “ Kavuşma Günü “ ( Mümin 15. ) , “ Toplanma Günü “ ( Tegabün 9. ) , “ Çıkış Günü “ ( Kaf 34. ) “ Hasret Günü “ gibi farklı isimlerde isimlendirilmiştir. Kur'anın dışında uydurulan ve içerisinde pek çok küfrün ve şirkin bulunduğu Tasavvuf inancına göre de Ahiret, yedi basamak hayatın yedincisi ve sonuncusudur. Uydurma Hadis ve rivayetlere dayanan bu inanca göre 1. Ruhlar alemi 2. Birinci Berzah alemi 3. Ana karnı 4. Dünya hayatı 5. Kabirdeki ikinci Berzah 6. Mahşer alemi 7. Ahiret alemi olarak hayat, birilerine göre beş, birilerine göre de yedi basamağa ayrılmıştır. Ama tabii ki Kur’anda Berzah Alemi, Kabir Hayatı, Kabir Azabı diye bir azap yoktur. Üstelik de bu güne kadar öbür hayata ve mana alemine gidip, geri dönen de olmamıştır. Bu konularda anlatılanların hepsi, hayal ürünü zanlardan başka bir şey değildir.
Ahirete inanmak / Ahirete iman İslam inancının temellerinden, zoraki imanın gereklerinden biridir. Ahirete inanmayan insan, Allah’ı, yarattıklarını, meleklerini, gönderdiği elçilerini, kitaplarını inkâr etmiş olur ve küfre girip, kâfir olur. Kitabımız Kur'an ve İslam inancına göre, herkesin iyilik ve kötülüğü ile hesaba çekileceği, ilâhi mahkemenin kurulup, ceza ve mükâfatın dağıtılacağı bir Ahiret günü, hesap günü, din günü, karşılık günü / yevmiddiyn ve ardından da ama mutlu, veya ama mutsuz ebedi bir hayat vardır. Eski çağlarda peygamberleri reddeden, Ahirete inanmayan ilkel insanlardan, ölülerini eşyaları ve yiyecekleri ile gömenler olduğu gibi, bugün de Ahirete inanmayan, Evrendeki düzenin kendi iç dinamikleri ile sağlandığına inanan Darvinizm, Kominizm, Ateizm gibi maddeci ideolojiler bulunmaktadır. Peygamberimizin tebliğine karşı Mekke müşrikleri de Ahirete inanmamışlar, O’nunla alay etmişler, mecnun demişler, öldükten sonra Allah’a ortak koştukları putların, kendilerini koruyup kollayacağına inanmışlardır.
SAFFAT 16 : Ve onlar “ Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz. Önceki atalarımız da mı ? ” diyorlar.
SECDE 10 : Ve onlar “ Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir oluşturuluşta olacağız. “ dediler. Aslında onlar Rabblerine kavuşmayı, O’nun huzuruna varmayı bilerek reddeden inanmayan kimselerdir.
KIYAMET 5 - 6 : Aslında o insan, kalan ömrünü din iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor. Soruyor " Kıyamet günü ne zamanmış ? "
Ayetlerde belirtilen ifadelere göre her dönemde olduğu gibi bugün de inanmayanlar, firavunlaşmış, tagutlaşmış, azgınlaşmış olarak kendi kurdukları sömürü düzeni ve kurallarıyla yaşamlarını ilelebet sürdürmek istemektedirler. Buna rağmen Yüce Rabbimiz rahmeti gereği onlara Zuhruf Sûresinin 5. ayetinde " Peki Biz, sınırı aşan bir toplum oldunuz diye o Öğüdü / Kur'anı size göndermekten vaz mı geçelim ? " diye cevap vermekte, inanç konusunda uyarısını yapmaktadır. Ardından da indirdiği Yüce Kitabımız Kur’anda Ahirete iman edenlerle etmeyenlere yönelik pek çok sayıdaki ayetle yapılan uyarılara yer verilmektedir.
KIYAMET 20 - 21 : Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil ! İşin aslında siz, dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.
ANKEBUT 64 : Ve bu iğreti dünya yaşamı, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz Ahiret / son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar bilmiş olsalardı.
BAKARA 4 : Sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden ve Allah’ın koruması altına girmiş kişiler ki bunlar Ahirete de kesinlikle inanırlar.
ARAF 169 : Ahiret yurdu, Allah’ın koruması altına girmiş kimseler için daha hayırlıdır. Hala akıl etmeyecek misiniz.?
ALİ İMRAN 14 : Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü / çekici kılındı. Bunlar basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır. 15 : De ki : " Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi ? " Allah'ın koruması altına girmiş ; Rabbimiz ! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru ! " diyen, sabreden, direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rabblerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir.
Ayetlerde dünya hayatını sanki ölmeyecekmiş, yaptıklarından ve yapmadıklarından sorguya çekilmeyecekmiş gibi, zevki sefa, fitne fücur ile, kadın, erkek cinsel arzulara, erkek kız çocuklarının tutkularına, dünya malının, zenginliğinin, sahip olunan şaşaalı evlerin, sarayların, son model binek araçların, arazilerin, fabrikaların, han ve hamamların, o günkü koşulların somut örnekleriyle bugünkü hayatın koşullarına da atıf yapılarak, edebiyatın " tağlib " baskınlık sanatı da kullanılarak mecazi anlatımlarla, İnsan Sûresinin 27. ayetinde de " Sen elçi değilsin " diyenler, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar ve ağır bir günü arkalarına atıyorlar. " ifadelerinde gördüğümüz gibi, basit ve göz açıp kapayıncaya kadar çok çabuk geçiveren dünya hayatındaki kazanımları ile aldanarak geçirme isteği ile aslında çok ağır olarak ifade edilen, ebedi olan Ahiret hayatının güzelliklerinden, nimetlerinden vazgeçildiğinin yanlışlıklarına, oysa insan için daha hayırlı olan Ahiret hayatının nimetlerine dikkatler çekilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenlerle Ahiret hayatına iman etmek, keyfine, rahatına, dünya nimetlerinin güzelliğine aşırı düşkün bir fıtratta olan insanlardan, irade ve hırslarına hakim olamayanları, bu uğurda işleyebileceği suçlar konusunda caydırıcı bir unsurdur. Çünkü nefsine, çıkarlarına aşırı düşkün olan insan, her türlü olumsuz, sorumsuz, ölçüsüz davranışta bulunabilir. Adiyat Sûresinin 1 - 5. ayetlerinde " Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar, kanıttır ki, 6 : Kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür. 7 : Kendisi de buna kesinlikle tanıktır. 8 : Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır. 9 - 11 : Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün Rabblerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi ? " ifadelerinde gördüğümüz gibi bu zalimliklerin eninde sonunda bir sorgulamasını yapacak olan bulunmayacak mıdır ? Bu zalimler, ancak bir ceza ve sorgulama gününün varlığı sayesinde kendisini denetleyerek, kötülüklerinden, aşırılıklarından vaz geçebilir. Tabii yine de bütün kötülüklerin temelinde unutmak veya Ahiret’e inanmamak, Allah'a ve ayetlerine yönelmemek yatar. Nitekim, azgınlaşma, zalimleşme olan tagutlaşmanın, firavunlaşmanın sebebi Ahiret’e inanmamaktır. Oysa Maun Sûresinin 1. ayetinde de, " Din gününü / Ahirette herkesin iyi veya kötü yaptığı işlerin karşılığını görmesini yalanlayan şu kimseyi gördün mü ? / Hiç düşündün mü ? " ifadeleriyle yapılan uyarıda olduğu, Yunus Sûresinin 4. ayetinde de " Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah, bunu hakk / gerçek olarak vaat etmiştir. " denildiği gibi, halbuki elbette ki Ahirette bir hesaplaşma ve sorgulama günü vardır ve aklını kullanan, iman eden kimseler için dünya hayatından çok daha değerlidir.
Her insanın yaptıklarının karşılığını bu dünyada tam olarak gördüğünü, hak ettiğini tam olarak aldığını söylemek mümkün değildir. Çünkü pek çok iyi davranışın, çabanın insanlar tarafından fark edilmediği, görülemediği, ya da yönetsel ve güçlü muktedirlerin kayırmalarından dolayı pek çok çabanın karşılığının alınamadığı, çoğunlukla haksızlığa uğranıldığının düşünüldüğü durumlar vardır. Bunun yanı sıra, pek çok insan zulme uğramakta, şiddet görmekte, hakkı gasp edilmekte, öte yandan bu haksızlıklara, zulme sebep olanlar, her zaman dünya yaşamında gerektiği gibi ceza görmeyebilmektedir. Bundan dolayı da pek çok insan dünya hayatında ümitsizliğe kapılabilir. Ahirete inanan insan ise sabreder, tevekkül eder, ümitsizliğe kapılmaz, hakkını ararken kendisi ceza kesmeye kalkmaz, er veya geç hakkın tecelli edeceğine inanır isyan etmez, bunun bir sınav olduğunu bilir, Allah’a sığınır, ama meşru yollardan da mücadelesini yapar. Ahiret inancı, dünya hayatının çekilmezliği ve anlamsızlığı ile isyanı ortadan kaldırır. Gerçek olan ebedi yurt özlemini arttırır. Uzun vadeli düşünmeyi hedef edinmeyi, hayatı güzele doğru planlamayı sağlar. Dünyada yapılacak her güzel davranışın Ahiret’de karşılığının alınacağı ile insanda bir iç disiplin ve huzur oluşturur. Yüce Rabbimiz Allah Zilzal Sûresinin 6. – 8. ayetlerinde " O gün insanlar amellerini görsünler diye bölük bölük ortaya çıkacaklar. Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. " ifadeleriyle de bunun taahhüdünü vermektedir.
Ahiret hayatı, dirilerek toplanma / haşr, mizan / hesap günü / din günü / karşılık günü ve ardından da Cehennem veya Cennetteki ebedi hayattan ibarettir. Ahiret hayatı, kıyametin kopması, Evrenin ve dünyadaki bütün hayatın ve varlığın sonlandırılması ile başlayacaktır. Kıyametin kopması anında nelerin olacağı pek çok Kur’an ayeti ile tasvir edilmektedir.
TEKVİR 1 – 14 : Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar bulandığında, dağlar yürütüldüğünde, gök sıyrılıp açıldığında, denizler kaynatıldığında, insanlar inanç ve amellerine göre gruplandığında, amel defterleri açılıp yayınlandığında, Cehennem kızıştırıldığında ve Cennet yaklaştırıldığında, herkes ne hazırladığını anlar.
KARİAH 4 : O gün insanlar darmadağın kelebekler gibi olurlar. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.
KIYAMET 7 – 10 : İşte göz şimşek gibi çaktığı, Ay tutulduğu, Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan ; “ Kaçacak yer neresi ? “ der.
NEML 87 – 88 : Ve Sura üflendiği gün, artık Allah’ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Ve hepsi değerlerini yitirmiş olarak O'na / Allah’a gelirler. Ve sen dağları görürsün, sen onları donuk, durgun sanırsın, oysa onlar her şeyi sapa sağlam yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır.
KEHF 47 : Ve Biz dağları yürüttüğümüz gün ve sen yeryüzünü çırılçıplak dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Ve böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
Kıyamet ile birlikte Evrendeki tüm varlıklar dengelerini, kontrollerini kaybedecekler, kontrolsüz bir şekilde birbirlerine çarpacaklar ve birbirlerinin felaketini ve sonunu oluşturacaklardır. O gün kimse için dönüş veya kaçış imkânı bulunmayacaktır. İnsanlar en büyük felaketin kapılarına dayandığını anlayacaklar, göklerin çatlaması, Güneş ve Ayın kavuşturulması, yıldızların söndürülmesi, dağların yürütülmesi, denizlerin kaynatılması, kısaca her şeyin bir karmaşaya dönüşmesi sonucunda şoka girerek ne yaptıklarını bilmez hale geleceklerdir. Böylece kıyamet, en büyük felaketin habercisi olduğu gibi Ahiret hayatının da başlangıcı olacaktır. Ve ardından da Mahşer gününün toplanmaları, insanların tekrar diriltilerek / haşredilerek bir araya getirilip hesaplarının görüleceği Din ( karşılık ) günü yaşanacaktır. Birçok ayette anlattığına göre kıyamet iki aşamalı tek bir gündür. Sura birinci üflenmesi ile birinci aşamada Evrenin yok olması, ikinci defa Sura üflenmesi ile ikinci aşamada ise yeniden dirilme, haşr / toplanma ve hesap verme gibi olaylar söz konusudur. Ayetlerde yer alan Surun üflenmesi ifadesi, eski devirlerden bu yana ilkel topluluklardan da başlayarak gelen ve var olan uygulamaya yapılan bir atıf ve benzetmedir. Toplanmayı, bir araya gelmeyi veya herhangi bir tehlikeyi haber vermek için genellikle büyük baş hayvan boynuzundan yapılma bir borunun üflenerek etkili bir sesin çıkarılarak yapıldığı bir duyurudur. Kıyamet günü de sanki bir içtima ( toplanma ) borusunun veya bugünkü gibi bir sirenin çalınacağını, ya da bir hakemin oyunu bitirdiği düdüğü gibi çağrışımları belirtmektedir. Allah zamandan münezzeh olduğu için, gelmiş geçmiş tüm insanlar Allah’a göre o gün bir anda ölmüş ve bir anda dirilmiş durumdadır. Yani geçmişte yaşamanın, bu gün hayatta olmanın veya gelecekte yaşayacak olmanın o günde hiç bir önemi yoktur. Dünyada çok yıllar önce yaşamış, ölmüş olanlarla daha yeni ölmüş insanlar arasında da bir zaman mefhumu yoktur.
YASİN 51 – 52 : Ve Sura üflenmiştir. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rabblerine doğru akın ediyorlar. Onlar : “ Eyvah başımıza gelenlere ! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim uyandırdı. Bu Rahman’ın vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylediler. “ derler.
Bu ve başka ayetlerden de anlıyoruz ki ölümle diriliş arasında, ölen insan için zaman kavramı yoktur. O nedenle uzun bir zaman da yoktur. Kısa bir an denilecek kadar bir süre vardır. Ayetlerde görüleceği gibi tekrar diriltilenler, hiç de kabir azabı görmüş gibi bir şikâyet içinde değillerdir. Bu nedenle de rivayetçilerin uydurduğu gibi, “ Kabir Hayatı ” diye bir hayatın olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Mahşerde dirilen herkes hemen uyuyup, uyandığını zannedecek, yıllarca ölü olarak kaldığının farkında olmayacaktır. Kamer Sûresinin 7. ayetinde " Çağırıcının çağırdığı o günde, gözleri düşkün o davetçiye hızla koşarak kabirlerinden çıkarlar. Sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. " ifadeleriyle çekirgelerin aynı anda milyonlarcasının yumurtadan çıktıkları gibi, insanların da çekirgeler gibi aynı anda kabirlerinden, haşr edilecekleri bildirilmektedir. Ayetle o günün korkusu, endişesi, pişmanlığı, dehşeti ve azameti karşısında gözlerin nasıl şaşkın şaşkın bakacağı, içinde bulunulan telaşla nereye gideceğinin bilinmeyerek bir oyana bir buyana koşuşturulacağı, kelebeklere, bu ayette de çekirgelere benzetilerek anlatılmaktadır. Bilimde son yıllarda yapılan araştırmalara göre çekirgeler hakkında çok ilginç bilgiler elde edilmiştir. Çekirgeler yumurtalarını yerin altına tohum gibi yerleştirirler ve çekirge larvaları uzun bir müddet toprak altında kaldıktan sonra 17 yaşına bastıkları zaman Mayıs ayında aynı anda milyarlarcası sözleşmiş, saatlerini ayarlamış gibi yeryüzüne sürüler halinde çıkarlar. İnsanlar dahi yerin altına konulup 17 gün sonra karanlıkta kaldığınız bu toprak altından hep birlikte çıkacaksınız denilse, büyük ihtimalle 17 gün süresini ayarlayamayacaklardır. Kur’an mucizesi ile, Ahirette aynı anda diriltilmenin olduğuna, bundan daha çarpıcı bir örnek olabilir mi ?
ZÜMER 68 : Ve Sura üflenmiştir de Allah’ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
HUD 105 : O gün geldiğinde Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.
MÜMİN 16 : O buluşma günü onlar meydana çıkarlar. Kendilerinden hiç bir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. Bu gün mülk kimindir ? Sadece tek ve kahredici olan Allah’ındır.
YASİN 53 – 54 : Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda “ hazır ol “ a geçirilmişlerdir. Artık bugün kişi herhangi bir haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız.
Mahşer günü, dünyada iken ertelenmiş olan her sonun vakti gelmiş olacak, artık kimse konuşmayacaktır. Söz mülk sahibi Allah’ın olacaktır. O gün insanların bir kısmı mutlu, bir kısmı da bedbaht görünecektir. Allah'a ve Kitabına yönelmiş olarak koruması altına girmiş olan takva sahipleri bir an evvel mahşer alanından, azametinden kurtarılıp Cennete yollanırken, Allah'a ortak ilâhlar koşmuş olan müşrikler, ayetlerini inkâr etmiş olan kâfirler, diz üstü perişan bir halde o andan itibaren daha Cehenneme bile girmeden korku ve azap içinde olacaklardır.
HUD 106 – 107 : İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça / sonu gelmeyen süre onlar o ateşte kalacaklardır.
HUD 108 : Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça, ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır.
FURKAN 26 : İşte o gün gerçek hükümranlık Rahman’a özgüdür. Kâfirler / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden kimseler için ise o pek çetin bir gün olmuştur.
Dünya hayatında aklını kullanmayan, inatçı müşrik ve kâfirlerin, ölüm anları, mahşere çıkmaları, mahşerdeki rezillikleri, hesap görülürken içine düştükleri pişmanlıklar ve korkular pek çok ayet ile tasvir edilerek anlatılmaktadır. Ölüm anında tüm yaptıkları gözlerinin önüne gelmekte, her şeyin farkına varmaktadırlar. Fecr Sûresinin 21 - 24. ayetlerinde " Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil ! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler / Melekler, ayetler, elçiler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir. O insanın o gün aklı başına gelecektir. Artık aklının başına gelmesinin ne yararı var ki ? 24 : Der ki : “ keşke ben bu ahiret hayatım için hazırlık yapmış olsaydım. " denilerek ifade edildiği gibi geri dönüş için çare aramaktadırlar. Ne var ki artık çok geçtir. Geri dönüş yoktur. Müminun Sûresinin 101 - 108. ayetlerinde de " Artık Sur’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur. Kimse kimseden bir şey isteyemez de. 104 : Orada onlar dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar. 105 : Benim ayetlerim size okunmadı mı ? Siz de onları yalanlıyor muydunuz ? 106 : Dediler ki : Rabbimiz ! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz bizi buradan çıkar. Bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten yanlış, kendi zararlarına iş yapanlarız. 108 : Allah dedi ki : “ Sinin oraya ! Bana konuşmayın da . " denilerek ifade edildiği gibi hiç bir kimseden yardım, hayır görecek durumda da değillerdir. Artık orada adalet terazisi ( mizan, ölçü, tartı ) kurulmuş, hesaplar görülecektir. Nebe Sûresinin 38 - 40. ayetlerinde " İndirilmiş ayetler ve vahiy / melekler tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Rahman’ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen doğruyu söyler. “ İşte bu hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz biz sizi yakın bir azap için uyardık “ O gün kişi yaptıklarıyla yüz yüze gelir. Ve kâfir, “ Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım ” der. " denilerek ifade edildiği gibi o gün artık ağızlar konuşmayacak, eller ayaklar, melekler, tüm peygamberler kendi ümmetleri için tanıklık edecek, tartısı ağır basan kendisini kurtaracak, hafif çekenler ise kendilerine yazık etmiş olacak ve sürekli kalmak üzere Cehennemin yoluna koyulacaklardır. İbrahim Sûresinin 50 - 51. ayetlerinde " O gün suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir. " denildiği gibi hesap çok çabuk görülecektir. Suçlular, ortak koşanlar, kâfirler orada feryat ederek pişmanlıklar içerisinde olacaklardır.
SECDE 12 : Suçluları Rabblerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak “ Ey Rabbimiz gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de Salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz “ derlerken bir görsen.
ENAM 22 - 23 : Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz ortak koşan kimselere, Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? diyeceğiz. Sonra onların ateşlere atılmaları, Rabbimiz, Allah’a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik, demekten başka bir şey değildi.
FATIR 37 : Ve onlar orada feryat ederler. “ Rabbimiz bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım. “ Sizi düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi ? “ Size uyarıcı da gelmişti. O halde tadın ! Artık şirk koşarak yanlış yapanlar için bir yardımcı da yoktur.
CENNET VE CEHENNEM HAYATI : Mahşerde kurulan adalet terazisiyle herkes dünyada yaptıklarının ve yapması gerektiği halde yapmadıklarının, iyiliklerinin kötülüklerinin hesabını verip, Cennet veya Cehenneme gidince sonsuz Ahiret hayatı başlayacaktır. Cennet, nimet mutluluk ve rahatlık yurdu iken, Cehennem ise azap ve elem yurdudur. Her ne kadar Kur’an ayetleriyle Cennet ve Cehennemin ebedi yurt olarak yaşanacağı söylense de, Cehennem konusunda bu güne kadar ileri sürülmüş ve bugün de sürülmeye devam eden pek çok Kur’an dışı iddia mevcuttur. Bu iddialar, Kur’anın gerçeklerinden ayrılarak ana hatları ile, * Herkes mutlaka Cehennemi görecek mi ? * Günahkâr Müslümanların ahiretteki durumu ne olacak ? * Cehennem ebedi ama azap sürekli midir ? * İyi insan olarak bilinip de Müslüman olamayan bazılarının Ahiretteki durumu ne olacak ? konularında toplanmaktadır.
Rabbimizin Kur’an ayetleri ile bildirdiği ifadeleri gayet açık ve net olmasına rağmen, bunlara aykırı, yanlış bir anlayış ile “ Günahları miktarı kadar Cehennem azabı görenler, daha sonra günahlarından arınmış olarak Cennete girerler “ denilmiş, bazı rivayetlerde de imanlı imansız herkesin, hatta peygamberlerin bile önce Cehenneme uğrayacağı, daha sonra Cennete gidecekleri söylenmiştir. Cennet ve Cehennem konusunda uydurulan pek çok gerçek dışı rivayetin 17 si İbn Abbas, dördü de Peygamberimizin eşi Hafsa’ya dayandırılmıştır. Birbiriyle çelişen bu rivayetler ve aynı türde uydurulan yüzlercesi İbn Kesir’de toplanmıştır. 800 lü yıllarda dar olanaklarla, yetersiz bilgilerle çeviri, tefsir yapan müfessirlerin bu görüşleri, öncekileri sorgulamadan yeterli araştırma yapmadan körü körüne izlemeyi ilim sayan taklitçi Ulema ile topluma inanç olarak yerleştirilmiş ve Meryem Sûresinin 71. ayetinde " Ve Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hüküm olarak, içinizden cehennemin dış kenarına / toplanma yerine uğramayacak hiç kimse yoktur. " ifadeleri bu iddialara malzeme yapılmıştır. Pek çok mealde ayetteki “ cehennemin dış kenarı “ ifadesi toplanma yeri şeklinde değil de aslından farklı olarak, doğrudan “ Cehennem “ şeklinde yer almıştır. Aslında bu ayetle ve bundan önceki 66. ve 72. ayetler grubunda, özellikle 68. ayetin orijinalinde de " havle cehenneme " ifadesiyle insanların haşr esnasında peygamberler de dahil olmak üzere tüm insanların, şeytanlarla ( kendi iblisleriyle ) birlikte, Cehennemin dış kenarındaki bulunan Mahşer alanında toplanacakları ve herkesin tanıkları ile birlikte hesap vermek üzere sorgulanacakları belirtilmektedir. Havle sözcüğü, bir yerin dış kenarı, bahçesi anlamına gelmekte olduğundan dolayı sözü edilen yer veya alan cehennemin içi değildir. Buradaki toplanma mahşer yerinde olup, hesap vermek içindir. Ayette de belirtildiği gibi Haşr, Allah’ın kesin olarak aldığı, asla değişmez bir kararıdır. Burası girilecek bir yer değildir. Görülecek hesap sonrasında, Cehenneme veya Cennete sevkin yapılacağı yerdir. Bu ayetlerde haşrdaki ( toplanma anındaki ) ürpertici tablolar müminleri asla korkutmamalıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz Allah, Enbiya Sûresinin 101 - 102. ayetlerinde " Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “ en güzel “ hazırlanan kimseler ; İşte onlar Cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar Cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar. " ifadeleriyle müminlerin mahşer alanında güvende olacaklarını, çok çabuk da Cennete sevk edileceklerini bildirmektedir.
Herkes mutlaka cehenneme girecek iddiasında bulunanlar, bütün insanların dünyada işlemiş oldukları günahlarından dolayı, önce Cehenneme atılacaklarını, ve orada belli bir zaman azap çektikten sonra, günahlarından arınmış olarak Cennete gideceklerini söylemektedirler. Kur’an ayetlerine aykırı ve Yahudi inancının bir sonucu olan bu iddia asılsız olan pek çok uydurma rivayetle de desteklenerek toplumda yaygınlaştırılmıştır. Yahudi Eski Ahit kaynaklarından çalıntı yapmaya alışmış olan bu zihniyetteki insanlar, rivayetlerle dinin içine bu inancı yerleştirmekte de başarılı olmuşlardır. Halbuki itikatta zan ile hüküm vermenin yeri yoktur. Üstelik peygamberlerin de Cehennemde işi olabilir mi ? Kur’andan onay almayan hiç bir inanç din olamaz. Çünkü Cehenneme kimlerin ve niçin gireceği Kur’an ayetleri ile çok net ve ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Nahl Sûresinin 27. ayetinde " Sonra kıyamet günü Allah onları rezil rüsva edecek ve “ Hani uğrunda düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede ? “ diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler “ Şüphesiz ki bugün rezillik rüsvalık ve kötülük kâfirler, / Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğinin bilerek reddedenler üzerinedir “ diyecekler. " ifadeleriyle belirtildiği gibi bunlar, daha pek çok ayrıntılarla açıklanmış olan, Allah'ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek inkâr eden kâfirler, Allah’a ortak koşan müşriklerdir
Peki günahkâr Müslümanların durumu hesap gününde ne olacak ? Bir takım kişilerin iddia ettikleri gibi önce Cehenneme girip, günahları kadar azap çektikten sonra arınıp, ondan sonra mı Cennete girecekler ? Eğer öyle olacaksa Kur’anda pek çok ayette ifade edilen " Allah’ın tevbe edin emrinin " bir anlamı kalmaz. Oysa Yüce Rabbimiz, tevbe kapılarını ardına kadar açmıştır, tevbeleri çokça kabul eden Tevvab’tır. Her fırsatta tevbe etmemizi, cahillikle işlediğimiz günahlarımızı bağışlayacağını bildirmektedir. Bundan dolayı Ankebut Sûresinin 7. ayetinde " Ve inanan ve salihatı işleyen / düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, onların kötülüklerini elbette örteceğiz ve kesinlikle onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz. " ifadesiyle belirtildiği gibi şirke bulaşmamış Müslümanların günahlarını affedecek ve onları Cehenneme koymadan Cennetine koyacaktır.
Cennet ve Cehennem ebedi midir ? : Kur’an ayetleriyle, bu dünya hayatının geçici ve bir eğlenceden ibaret olduğu, Ahiret hayatının ise ebedi ve daha hayırlı olduğu defalarca tekrar edilmiş, Ahiret yurdu ( Dar ı Beka ) kalıcı yurt olarak nitelendirilmiştir. Bundan dolayı da Ahiret hayatında müminlerin mükâfatlandırılacağı Cennet ile, isyan edenlerin, kâfirlerin, müşriklerin cezalandırılacağı Cehennem birer ebedilik yurdudur. Kur’anın bir çok ayetinde de müminlerin Cennette, Kâfirlerin ise Cehennemde ebedi kalacakları bildirilerek açıkça ortaya konmaktadır. Cehenneme girenlerin oradan çıkacaklarına dair, Kur’anda en ufak bir işaret dahi yoktur. Aksine pek çok ayetle orada ebedi kalacakları bildirilmektedir.
BAKARA 38 : Ve küfretmiş / Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek reddetmiş ve ayetlerimizi yalanlamış kimseler, işte onlar ateşin ashabıdır. Onlar orada temelli kalıcıdırlar.
ALİ İMRAN 116 : Kâfirlerin, malları ve çocukları Allah’ın katında onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar ateş ashabıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.
Cehennemdeki azap konusunda bazıları, ayetlerin orijinalindeki “ hulud “ sözcüğünün, uzun süreli kalış olduğunu ifade edip, ebediliği, ( sonsuzluğu ) ifade etmediğini iddia etmektedirler. Bu itibarla Cehennemin ve Cehennem azabının ebedi olmayacağını ileri sürmektedirler. Ama Kur’anda hem Cennetin hem de Cehennemin sürekliliği ( hulud ve ebed ) olarak aynı sözcüklerle ifade edilmektedir. Her iki mekân için de aynı kalıptaki ifadeler kullanılmaktadır. Bir ifadenin, bir yer için başka anlamda, diğer bir yer için başka anlamda olması beklenemez. Bundan dolayı her ikisindeki hayat ta ebedidir.
Cehennem ebedi ama azap sürekli midir ? Sorgulamasına takılanlar, tarih boyunca bu konuyu tartışmaktadırlar. Çeşitli gerekçelerle de azabın ebedi olmadığını savunmaktadırlar. Yahudiler, Musa Peygamberin Allah’la sözleşip aralarından ayrıldığı 40 günde işledikleri günahlardan ve altına ( mala, mülke ) tapmaktan dolayı, “ 40 gün yanacağız “ başka günlerde bizi ateş tutmaz demişlerdir. Ve buna istinaden de ne kadar suç işlenirse, Cehennemde ancak o kadar süre kalınır inancı oluşmuştur. Bu mantık ise Yüce Rabbimiz tarafından Kur’anda Ali İmran Sûresinin 24. ayetinde " Bu onların " Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır " demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. " ifadeleriyle belirtildiği gibi “ Uydurulmuş bir yalan “ olarak nitelendirilmiştir. Cehennem azabının geçici olduğunu savunanlar Kur’andaki Enam 128. ve Hud 127. ayetlerinde geçen “ Allah’ın dilediği hariç “ ifadesini delil olarak kullanırlar. Halbuki bu ifade, “ Her zaman ve her koşulda, güç ve kudretin Allah’a ait olduğunu, dilediğini yapacağını “ vurgulamaktadır. Bu ifadeyi hükmün bir istisnası olduğunu düşünmek doğru değildir. Çünkü ayetlerde ebedi olarak ateşte kalınacağına muhatap olanlar, ( ins u cinnden ) bildik bilmedik bütün insanlardan, şeytana uyup kâfir olanlardır. Kâfirler için de herhangi bir istisnanın olmayacağı Nisa Sûresinin 168. 169. ayetlerinde açıkça bildirilmiştir. Kâfirler için Cehennemde bir istisnanın olduğunu düşünmek Nisa Sûresinin ayetlerini inkâr etmek anlamına gelir.
NİSA 168 – 169 : Şüphesiz küfreden ve şirk koşmak suretiyle yanlış / kendi zararlarına iş yapan şu kimseler ; Allah onları bağışlayacak değildir. Onları içinde temelli ve sonsuza dek kalacakları Cehennem yolundan başka bir yola da kılavuzlayacak değildir. Ve bu Allah’a çok kolaydır.
İnsanlığa büyük hizmet etmiş fakat Müslüman olmamış kimseler : Ahirette Cehenneme mi yoksa Cennete mi gideceklerdir. İsra Sûresinin 15. ayetinde Rabbimiz elçi göndermeden hiç bir topluma azap etmeyeceğini bildirmektedir. O halde bizim Peygamberimiz, bu kişilerin elçisi olmuş mudur ? Olmamış mıdır ? sorusunun cevabının çok gerçekçi bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Bilindiği gibi peygamberimiz, sağlığında kendisine vahiy edilenleri toplumuna tebliğ etmiştir, kıyamete kadar artık başka bir elçi de gelmeyecektir. Peygamberimiz elçilerin sonuncusudur ve Kur’an da bütün insanlığa yönelik olup evrenseldir. Peygamberimizin sağlığında, tebliği duyup da inananlar olmuş, fakat yalanlayıp inkâr edenler de olmuştur. Onlar da elbette ki cezayı hak eder olmuşlardır. O günkü toplumun inananları da kendilerini kurtarmışlardır. Peki peygamberimizin ölümünden sonra Kur’an, gerektiği gibi bütün insanlara tebliğ edilebilmiş midir ? Bu gün edilebilmekte midir ? Bütün dünya insanları tarafından Peygamberimizin elçiliği kabul edilmekte midir ?, Kur’anın mucizeliğini biz Müslümanlar, bütün dünyaya anlatabilmiş miyiz ? Eğer biz Kur’anı gerektiği gibi hurafelerden temizlenmiş bir mucize kitap olarak takdim edebiliyor ve bu mucize Kitap dünya insanlarınca kabul görüyorsa, o zaman Kur’anın tebliğcisi Peygamberimiz de Allah’ın elçisi olarak kabul edilmiş olacak ve buna tanık olanlar da sorumlu konumuna gireceklerdir. Kendilerine yapılan bu tebliğe, tanık olanlar ne kadar iyi insan olurlarsa olsunlar, ne kadar iyilik yaparlarsa yapsınlar, inanmamış olarak ölürlerse, bütün yaptıkları boşa gidecek ve gidecekleri yer Cehennem olacaktır. Ancak biz Kur’anı yeterince tanıtamamış ve onlara ulaştıramamış, önce biz Kur’ana göre kendimizi düzeltememiş isek, bundan dolayı da insanlar gerçek Kur’an mucizeliğine tanık olamıyorlarsa, çeşitli kesimler tarafından binbir çeşit iftiralarla karalanmış olan Peygamberimizin elçiliğini kabul etmeyeceklerdir. Bundan dolayı da inançsız kalan dünya insanlarının bu durumundan, öncelikle Kur’anı yeterince tanımayan, ve bu konuda çaba harcamayan din görevlileri ve biz Müslümanlar sorumlu olacağız. Bundan dolayı da inançsız kalan insanlar tebliğ edilmemiş olan insanlar konumundadırlar. Ve bunların durumu, Bakara 62. Maide 69. Zilzal 7 – 8 ayetleri ile değerlendirilecektir.
BAKARA 62 : Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahudileşmiş kişiler, Nasraniler / Hristiyanlar ve Sabiiler her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salihi işlerse, artık Rableri katında bunlar için ecirleri vardır. Bunlara korku yoktur. Bunlar mahzun da olmayacaklar.
Bu ayetteki Yahudileşmiş kişiler ifadesi, İbrahim peygamberin torunu Yakub Peygamber’e ve onun soyundan gelen peygamberlere inanmış olan bu günkü İsrailliler veya Yahudiler denilen insanların atalarıdır. Nasraniler ifadesi, İsa Peygambere inanan Hristiyanlardır. Sabiiler ise pek çok rivayetle anlatılanların dışında burada anlatılmak istenen, “ akıllarıyla Allah’ın varlığı, birliği ve Ahiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan doğal dindarlardır, aynı zamanda bu sözcüklerin geçtiği ayetlerde ve İncillerde de sözü edilen Yahya peygamberin öğretisinde olan insanlardır. Ancak bu ayetlerde ister Yahudi olsun, ister Hristiyan olsun Kur'an tebliğ edilmemiş olan topluluklar kastedilmektedir. Eğer Kur'andaki şekliyle tebliğ edilebilmişse ve buna rağmen bile bile insanlar eliyle gerçeğinden saptırılmış, Tevrat ve İncil kitaplarına göre Yahudiliği ve Hristiyanlığı dayatmakta olanlar ise bu ayetlerin belirttiği korumadan müstesnadırlar.
Cennet ve Cehennem üzerine, eski ve ilkel inançlarla beraber Yunan mitolojisinden esinlenerek yazılmış birçok fantastik olaylar ve hayal gücü ile kurgulanmış masallar, rivayetler, vardır. Tarih boyunca bunlar insanları etkisi altına almıştır. Oysa Kur’an ile yapılan tasvirlerin ve anlatılanların dışında biz, Cennet ve Cehennemin nasıl olacağını bilemeyiz. Çünkü bunlar bizim için gaybdir. Gaybi de Allah’tan başka kimse bilemez. ( Enam 50. ) Fakat bu gün pek çok kitapta sanki oralara gidip gelinmiş gibi etraflıca ayrıntılarla Cennet ve Cehennem anlatılmaktadır. Peygamberimize atfedilen bu masalların yüzlercesi, “ Kütübi Sidde “ denilen kitapta toplanmış, O’na Kur’an ayetlerine aykırı olarak gayb bildirttirilmiştir.
Bu yüzlerce ve kitaplar dolusu Cennet ve Cehennemin yapısı ile ilgili anlatılanların bazılarına göre ; * Cennette 8 kapı vardır. Bunların içinde bir kapı Reyyan diye isimlendirilir. Buradan Cennete yalnız oruçlu olanlar girer. ( Buhari 3058 ) * Cennetin bir kerpici gümüşten, bir kerpici altından, harcı da keskin kokulu misk, çakılları inci ve yakut, toprağı zaferandır. ( Tirmizi 2646 ) * Cennette gövdesi altın olmayan hiç bir ağaç yoktur. ( Tirmizi 2645 ) * Cennetteki bir ağacı, altında bir süvari atı ile yüz sene yürürse yine de onu bitiremez. ( Müslim 2828 ) * Cennet ehli Cennete, kılsız, tüysüz, yaratılıştan sürmeli ve otuz üç yaşlarında olarak girecektir ( Tirmizi 2669 ) * Onların Cennetteki tarakları altındır. Terleri misktir. Buhurdanlıklarının udu Hint ududur. Her biri için iki zevce vardır. Ve zevceleri Hurul İyn dir. Vücutları 30 metredir. ( Müslim 2834 )
Tarih boyunca her kesimden insan tarafından fantastik olarak yapılan ve peygamberimizin üstüne atılan bu uydurmalar yetmemiş, bir de Cennet ile Cehennemin arasına sırat köprüsü icat edilmiştir. Bu köprü, kıldan ince, kılıçtan keskin ve çok kaygan, çok hassas bir köprüdür. Altında da Gayya kuyusu vardır. Her an ayağı kayan, bu kuyunun dibinde kendisini bulabilir. Masal filmlerinde gösterildiği gibi üzerinden çok dikkatli geçmek gerekir. Allah’ da sanki elini ovuşturup azap edecek kullarını beklemektedir. Bütün bu anlatılan masallar, rivayetler Allah’ı ve Peygamberi tanımamak, Kur’anı bilmemek veya ona inanmamaktır. Bu masalları anlatanlar ve bu masallara inananlar, O merhametliler merhametlisi Rahman ve Rahim olan Allah’a ve Kur’an ahlâkı ile ahlâklanmış Peygamberimize en büyük hakareti yapmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki Cennet ve Cehennem, bir tür imtihan olan dünya hayatının sonunda konulan, ödül veya cezanın olduğu bir karşılıktır. Böyle bir sınav ve ardından ödül ve ceza konulmazsa, insan psikolojisi ve sosyolojik yapısı gereği asla dünya sınavına çalışan kişi olmaz. Allah’ın koyduğu hükümlere ve kurallara uyulmaz. Dünyada iyilik diye bir kavram kalmaz. Toplumda adalet ve huzur olmaz. Güçlülerin zayıfı ezdiği bir dünyada zulüm eksik olmaz. Gerçi bugün de dünya bu durumdan pek farklı bir görünümde değildir. Dünyanın büyük bir kesiminde bugün Kur’an tanınmadığı ve bilinmediği gibi, Müslüman olan ülkelerde de gereği gibi anlaşılamamakta ve yaşanamamaktadır. Müslümanlar, Kur’an dışındaki kitapların, rivayetlerin ve bununla beraber siyonizmin etkisiyle mezheplere bölünmüşler ve Kur’an dışı bu egemenliklerin baskısından kurtularak bir türlü gerçek Hakk Dine yönelememişlerdir. Bundan dolayı da mezhep savaşları ile zulüm, acı ve gözyaşı had safhadadır. Haşr Sûresinin 18. ayetinde " Ey inanmış olan kişiler ! Allah'ın koruması altına girin, her kişi yarın için ne hazırladığına bir baksın. " uyarısından dolayı bu dünyada da, Ahiret hayatında da kurtuluş, Yüce Kitabımız Kur’ana ve Yüce Rabbimiz Allah'a gerçek manada yönelmek, Kur'anı anlayabileceğimiz dilde okuyarak anlamak, hükümlerine harfiyyen uymak ve aklı egemen kılmakla ancak mümkün olabilecektir. Bu dünyasını Kur’an ve Allah’ın ayetleriyle güzelleştirebilenlerin “ Benim ahretim ne olacak ? “ diye endişe etmesine hiç gerek kalmayacaktır. Selam size olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )