 
 Bu yazıma bir Bektaşi fıkrası ile başlamak istedim. “ O güne kadar hiç camiye gitmemiş olan Bektaşi torunlarından Hüsmen, aklına düşmüş, özenmiş ve yıllar sonra camiye gitmeye karar vermiş. İmam Efendi de Minberde o gün Namazı ve namaz için gerekli olan abdest konusunu ele almış. " Namaz dinimizin temeli ve direğidir. Abdest de namazın temelidir. Gaz kaçıranın abdesti de bozulur ! onunla namaz kılınamaz. " Deyince Hüsmen dayanamamış. " Bir yel ile yıkılan temel hiç sağlam olur mu be yahu ? " demiş. Bu fıkradan da, Kur’anda yer alan geçmiş peygamberlerin kıssaları ile anlatılanlardan da düşünebilen akıl için, hayatta çıkarılması gereken önemli hisseler bulunmaktadır. Günlük hayatımızda fıkralarla ve Kur’anda da kıssalarla bize anlatılanlar eğer düz mantıkla ele alınıp, eskilerin hikâyesidir denilerek geçiştirilip, masal, mucize, eğlence kabulünün esaretine tutsak olunur da asıl mesaja ve öğüde ulaşılamazsa, fıkraya benzer şekilde temeli sağlam olmayan inançla, dinimizin asıl hedefi olan insan olabilmenin erdemine kavuşulabileceğini de söylemek pek mümkün olamaz.
Yüce Kitabımız Kur’anda yaşamış olduğu hayatın ve yerine getirdiği Peygamberlik görevinin içerisinde kıssaları ile en çok sözü edilen Peygamberlerden birisi de babasından, kavminden, oğlundan dahi vazgeçebilen, gökyüzünde Güneş'i, Ay'ı, yıldızları sorgulayan, emin olmak için Allah'a dahi sorular sorabilen, yanlıştan, sapkınlıktan Tevhide ( Allah'ı birlemeye ) yönelip " hanif " olan, Tevhidin ilk yüksek okulu olan Kâbe'yi inşa edip çığır açan önder olarak, nev'i şahsına münhasır olan İbrahim Peygamberdir. Bu nedenle Nisa Sûresinin 125. ayetinde " Ve Allah İbrahim'i halil / çığır açan, iz bırakan imam / önder edindi. " ifadesi yer almaktadır. Ama Tevrat bölümlerinden olan Eski Ahit / Ahdi Atik'e göre İbrahim Allah'ın dostudur. ( İşaya 41 / 8 ) denilmiş olduğundan, herhalde bundan esinlenmiş olan zamanımızın Uleması da, İmamı Kastalani'nin Mevahib'i Ledünniyye eserinde " Ey Resulüm ! İbrahim'i Halil / dost, seni de Habib / sevgili edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin Benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve ehlini yarattım. Sen olmasaydın Kâinatı yaratmazdım. " uydurma hadisine dayandırarak ve ayetin gerçek anlamını da saptırarak " dost " yapıp İbrahim Peygambere Halilullah / Allah'ın dostu deyince, İbrahim Peygamberden aşağı kalmaması için ardından Peygamberimize de " Habiballah / Allah'ın sevgilisi " diyerek Allah'a " habib " sevgili yapıvermiş, böylece bir çok konuda Müslümanların şirk yanlışının içine girmesinin nedeni olunmuştur.
İbrahim peygamberin başından geçenler, diğer peygamberlerde olduğu gibi, zaman içerisinde Kur’anda verilmek istenen gerçek öğüdünden ve mesajından saptırılmış, akılla düşünme evrimini tamamlayamamış sığ düşünceli klasik alimlerin elleriyle, masallara, efsanelere ve hurafelere dönüştürülmüştür. Hayatı ile ilgili pek çok rivayet yazılmış, Yahudi Hahamlarının insanları kandırmak için uydurduğu rivayetler, masallar, din yapılan gelenekler, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar ciltler dolusu kitap oluşturmuştur. Yahudi ve Hristiyan inanç kitapları olan Eski Ahit ve Yeni Ahit kitaplarında yer alan bu masalları, sekiz yüzlü yıllarda Kur’an tefsirini yazmaya kalkışan Yahudilikten dönme klasik müfessirler başka kaynak bulamadıklarından, bizim inancımıza da Kitabımız sanki gerçekten onları anlatıyormuş gibi aynen masal ve mucize olarak dinimize aktarmışlardır. İbrahim peygamberin diri diri ateşe atılarak yakılmak istenmesi ve ateşin onu yakmaması olayı, Yahudilerle Müslümanlar arasında tartışma konusu dahi olan kurban kesilecek evladın kim olduğu, taşı kesen bıçağın insan boynunu kesmediği, gökten bir koçun indirildiği, ölmüş kuşların nasıl canlandırıldığı olayı, küçük bebek iken İsmail’in annesi ile çöle nasıl terk edildiği olayı, çölde zemzem suyunun çıkması olayı, en çok anlatılan ve yüzlerce rivayetle, bizde de uydurma hadislerle zenginleştirilip inançlar haline dönüştürülmüş en önde gelen masallaştırılmış kıssalardır.
Bir uyarıcı ve öğüt olan Yüce Kitabımız Kur’anın, insanlara gerçekleri göstermek için kullandığı anlatım yöntemlerinden biri de, geçmiş kavimlerin içine düştükleri yanlışları, onlara daha önce gönderilmiş olan peygamberlerin hayat hikâyelerinden, insanlar tarafından masallaştırılmış kesitleri, Allah’ın insanlara vermek istediği mesaja örnek teşkil edecek olaylarla anlatmasıdır. Bu anlatımlar aslında ne mucizedir, ne masaldır, ne hikâyedir, ne de efsanedir. Kur’andaki ayetlerle ele alınan Kıssalar, geçmişte gerçekten yaşanmış bir olayı, denk olan şiirsel, mecazi bir teknikle vermek istediği mesaja örnek teşkil edecek şekilde anlatımlardır. Allah, Kur’anda bu kıssaları anlatırken, daha kolay anlasınlar diye bilhassa o devirdeki efsane ve masal dinlemeye yatkın olan Arap toplumunun kullandığı deyim ve mecaz içeren ifade tekniklerini kullanmıştır. Ama yine de bu ayrıntılara vakıf olamayan klasik müfessirler tarafından yapılan çevirilerle bu kıssalar, düz mantıkla bize intikal ettirilen yorumlarla, masal, hikâye, mucize kavramından öteye geçememiştir. Bundan dolayı Kur’anın vermek istediği asıl mesajın farkına varılamamış, mucizelerin, masalların peşine düşülmüştür. Halbuki Kur’an bir masal kitabı değildir. Bu yöntemiyle bilakis kulaktan kulağa dolaşarak hurafeye dönüştürülen hikâyelerin gerçeğini güncelleyerek ortaya koymaya çalışmakta, böylece Allah’ın değişmez kanunlarının ( sünnetinin ) anlaşılması bakımından, geçmişteki olaylardan ders çıkarmak “ öğüt almak isteyenlere “ rehberlik etmektedir. Biz de bu yazımızda İbrahim Peygamberin öldürüldüğü halde tekrar diriltildiğine inanılan kuşlarla ilgili kıssasında, halk kültürüne yanlış yerleştirilmiş olan inancın doğrusunu, her zaman olduğu gibi yine Yüce Kitabımız Kur’an öğretisi içerisinde ele almaya ve bu konuda ortaya atılan hurafeleri test etmeye çalışacağız.
İbrahim Peygamberin kuşlarına ait kıssası ile bu konuya ait Yüce Kitabımız Kur’anda Bakara Sûresinin 260. ayetinde “ Bir zamanlar İbrahim de Ey Rabbim ! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster demişti. Allah, İnanmadın mı ki ? dedi. İbrahim, İnandım, fakat kalbim mutmain olarak / emin olarak rahata kavuşsun diye dedi. Allah, Hemen kuşlardan dördünü tut da onları kendine alıştır. Sonra her dağın üzerine onlardan bir parça bırak. Sonra da kuşları çağır. Koşa koşa / hızlıca sana gelecekler. Ve bil ki, Allah, azizdir ve hakimdir. / en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen, sağlam yapandır. " ifadeleriyle İbrahim Peygamber’in ölüleri Allah’ın nasıl dirilttiğine dair merakı ve ona verilen cevaplar içerisinde yapılan açıklamalarla, aslında Ahirette gerçekleşecek olan yeniden dirilmenin kanıtlarından biri, İbrahim Peygamber aracılığıyla onun şahsında mecazi ifadelerle benzetme ile anlatılmaya çalışılmaktadır. Ayetin açıklamalarına baktığımızda “ Kuşların İbrahim’e alışması ve çağırdığında gelmesi “ ile ölenlerin, mahşer gününde toplanmak üzere Allah'ın diriltmesi arasında bir benzerlik kurulmuştur. Ayetten anlaşıldığına göre İbrahim Peygamber ölülerin diriltileceğine inanmaktadır. Fakat kalbinin de bir kanıt ile mutmain olmasını istemektedir. Yine aslında buradaki ifadelerle insanlara tam bir imana sahip olabilmeleri için, eksik bilgilerini tamamlamaları ve tahkiki iman için, sorgulamadan çekinmemeleri gerektiği mesajı da verilmektedir. Aynı tür mesaja Hud Sûresinin 17. ayetinde de “ Artık dünyayı isteyenler, hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini Rabbinden bir şahidin takip ettiği ve de önünde bir önder ve rahmet olarak Musa’nın Kitabı bulunan kimse gibi midir ? İşte böyle olanlar Kur’ana inanırlar. Hangi karşıt gruptan olursa olsun, kim Kur’anı örtbas ederse, ona vaat edilen yer fennâru / ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de Kur’andan şüphe içinde olma. Kesinlikle o Rabbinden bir haktır. Gerçektir. Fakat insanların bir çoğu iman etmiyorlar. İfadeleriyle yer verilmektedir.
Bu ayetlerin vermek istediği asıl mesajına bağlı olarak İhsan Eliaçık Hocanın dediği gibi, * Kur'anda İbrahim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana gösterebilir misin ? diye soruyor. * Musa da, Allah'ım neredesin, bana Kendini gösterebilir misin ? diye soruyor. * Melekler de, yeryüzünde kan dökecek ve fesat çıkaracak birisini mi ? yaratacaksın. diye soruyor. Tabii ki bu sorular, ön yargısız, art niyetsiz, samimi ve felsefi sorulardır. Günümüzde ise bir çok Kur'an ayetinin yanlış ve saptırılmış meallendirilmeleri sonucunda, bir meydan okuma ve aşağılama niyetiyle Ateist ve Dine inanmayanlarca * Allah var mı ? Nerede ? Biz niye görmüyoruz ? * Ölümden sonra diriliş olacak mı ? Bugüne kadar ölüp dirilen birisini gördünüz mü ? diye sorulan sorular da gündemde yer almaktadır. Kur'anda soru sormak, araştırmak, düşünmek, doğruya ulaşma çabaları peygamberlerdendir, meleklerdendir, Rahmanidir. Özellikle de Duha Sûresinin 10. ayetinde " İsteyeni, soru soranı azarlama " denilerek Müslümanlara emir verilmektedir. Fakat buna rağmen Tarikat girişlerine " soru sormak şeytandandır " sözü asılarak soru sorma hakkı müritlere yasaklanmaktadır. Bu gibi saptırmalar da Ateistlere malzeme oluşturmaktadır. Tabii felsefi, harika, sorulması gereken mantıklı ve tutarlı sorular olduğu gibi, örneğin Bakara Sûresinin 61 - 71. ayetleri arasında " Yahudilerin kurban etmek istedikleri sığırın, yaşı, rengi, boyu, büyüklüğü, çifte koşulup koşulmamış olacağı gibi çok saçma ayrıntılarıyla gereksiz, amacı aşan, tutarsız " sorularının da bulunabileceği örneği anlatılarak bu tür sorular da kınanmaktadır. Maide Sûresinin 101. ayetinde " Ey iman etmiş kimseler ! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın / İstemeyin... 102 : Şüphesiz sizden önce gelen bir toplum bunları sormuştu / istemişti, sonra da onlar Allah'ın ilâhlığını ve Rabbliğini kabul etmeyen kimseler oldular. " denilerek de inkârcı sorular yasaklanmaktadır. Biz de bilimsel kanıt arayan, Allah'ı göremeyen, varlığına inanmayan Ateistlere samimi ve art niyetsiz olarak tek bir soru soralım " Evrim temelinde var olan akıllı tasarımı göremiyor musunuz ? Bu tasarımlar maddenin iç dinamikleriyle sahipsiz olarak tesadüfen kendiliğinden mi ? " oluşmaktadır.
Özellikle insanlara Kur’anı ve dini, olumlu veya olumsuz yönleriyle aktarma konusunda toplumun önüne çıkan kimselerin, Allah'ın bahşettiği göz nimeti ile gerçekleri görebilen, kulakları ile doğruyu işitebilen, kalpleri ile hissedebilen ve bütün bunları beyniyle ve akılla evrimleşmiş düşünebilme yeteneğini tamamlamış, en gerçekçi düşünceyi üretebilen, Arap dil kuralları, yaşam tarzı da dahil çok yönlü bilgi ve alt yapı ile donanımlı, toplumu ikna edebilecek ölçülerde yeterli olmaları gerekir. Fakat bu yetilerden uzak kalmış olan klasik tefsirciler ve onların peşinden giden bugünün reddiyecileri, gelenekçileri bu ayeti, anlatım tekniğinden yoksun olarak ve asıl mesajından uzaklaşarak tamamen düz mantıkla yorumlamakta, ayette kuşların öldürülüp parçalanması ile ilgili her hangi bir ifade bulunmamasına rağmen, kuşların öldürülerek parçalandığı kabul ve zanlarına dayanan açıklamalar yapılmaktadır. Üzücü ve endişe verici olanı ise hala Allah'ın yaratma ve biyoloji kanunlarından haberi olmayan bugünün ilâhiyatçı ünlü Prof. Akademisyenlerinin de bu ilkel ve klasik yorumcuların peşinden gidiyor olmalarıdır. Bu bağlamda İbrahim Peygamber’i böyle bir talepte bulunmaya itenin ne olduğu konusunda klasik tefsirciler, zanlara dayalı olarak bir çok farklı görüş ve rivayet öne sürmüşler, reddiyeciler de bu görüşleri malzeme olarak kullanmışlardır. Örneğin ;
* Es Saib bin Yezid : “ Yüce Allah ona kendisini Halil edineceğine dair vaatte bulunmuştu. O da buna dair bir alamet istedi. “ demiş. * El Hasen İbn İshak’tan nakille : “ O bir leş görmüştü. Bunun yarısı karada yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanıyordu. Diğer yarısı da denizde idi. Deniz hayvanları tarafından darmadağın ediliyordu. Hz. İbrahim bu leşin darmadağın olduğunu görünce bunun bir araya gelişini görmek istedi. Bunun üzerine ona “ Dört kuş al “ diye buyruldu. Bu dört kuşun horoz, tavus, güvercin ve karga olduğu söylenmiştir. Bu kuşlardan birinin turna, diğerinin kartal olduğunu da söyleyenler olmuştur. Hz. İbrahim emrolunduğu şekilde bu kuşları aldı. Bunların kafalarını kesti, sonra küçük parçalara böldü. Daha bir hayret verici olsun diye kanlarını ve tüylerini de katarak hepsinin etlerini de birbirine karıştırdı. Daha sonra bu toplu karışımdan her bir dağın tepesine bir parça koydu. O da bu parçaları göreceği bir yerde durdu. Kestiği kuşların kafasını da elinde tuttu. Sonra da “ Yüce Allah’ın izniyle geliniz “ dedi. Bu parçalar, kanlar, tüyler her birisi kendi bedenine uçtu. Sonunda önceki hali gibi bir araya geldi ve başsız kaldılar. Hz. İbrahim tekrar seslenince ayakları üzerinde koşarak ona geldiler. Böylece bedenlerin nasıl teşekkül ettiği ve ruhların nasıl birleştiği gösterilmiş oldu. Bu dört kuş canlıların bedenlerinin kendisinden meydana geldiği dört esas rukne ( asla ) işarettir. Sen bu dört kuşu birbirinden ayırt edemediğin sürece senin ruhun rububiyet göklerine ve kutsiyet aleminin safhalarına uçamaz, yükselemez. Bu nedenle İbrahim özellikle bu dört kuşu seçip aldı. Çünkü tavus kuşu insanın kalbindeki ziynet, makam ve yükselme sevgisine işarettir. Nitekim Hakk Teala nefsin isteklerini sevmeyi insanlara süslü gösterdi. ( Ali İmran 14. ) Kerkenez kuşu da yemeye çok düşkün olmaya işarettir. Horoz şehvetperestliğe, karga da derleyip toplamaya, biriktirmeye olan ihtirasa ve tutkuya işarettir. Denilerek konu fabl aleminin masallarına dönüştürülmüştür. ( Mücahid, İbn Cüreyc, Taberi, Zemahşeri, Suyuti, İbn Kesir tefsirleri )
Halbuki ayette doğrudan doğruya kuşların öldürülerek parçalanmasından bahsedilmez. Aksi halde gaybi olması gereken iman konusu, iman meselesi olmaktan çıkar deneysel bir bilgi meselesi haline gelmiş olurdu. Buna rağmen Allah’ın yarattığı canlılar üzerine fıtri olarak Fizik, Kimya ve Biyoloji kanunlarıyla koyduğu engelleri, kuralları ve ilkeleriyle Sünnetullah’ı görmemezlikten gelip, ya da bilmeden, ille de sanki Yüce Allah gövde ve güç gösterisine zorunluymuş gibi, “ Allah isterse neden olmasın “ düşüncesiyle kıssaları mucizeye dönüştürerek masallaştırma sevdasında olan zihniyettekiler, bu düşüncelerin etrafında uydurulan pek çok rivayetle halk kültüründeki dini inanca da bu şekilde yerleştirmişler, Kur'anda yer alan bütün kıssalarda olduğu gibi, insanları narkozlayarak uyuşturmuşlar, sömürmüşler, aklını kullanarak sorgulamaktan uzaklaştırmışlardır.
Bu rivayet kültürü ile de bu ayetlerde yer alan ifadelerle ilgili olarak halk kültürüne yerleştirilmiş olan inançların sonucunda, fıkrada olduğu gibi temel de sağlam ve ikna edici olmayınca, tereddütler ve mantık dışı sonuçlar da ortaya çıkınca, ister istemez kafalarda bir takım sorular da oluşmaya başlamaktadır. Bu minvalde sorulan “ Kuşlar gerçekten öldürülmüş, parçalanmış mıdır ? Parçalanmamış mıdır ? “ sorusuna, bazı cemaatlerce , yukarıda örneklediğimiz rivayetleri onaylamak üzere, Kur’anın asıl vermek istediği mesajlarından çok farklı bir şekilde yapılan açıklama ve yaklaşımla cevap verildiğini görüyoruz. Verilen cevabın açıklamalarına ana hatlarıyla baktığımız zaman ;
* Ayetin orijinalinde konumuz ile ilgili sözcük “ Sur hünne “ dir. Bu sözcük ile ilgili olarak biri Arap Dil Bilgisi kaynağı Küfe Ekolü alimlerine göre “ meylettirmek, yöneltmek, alıştırmak “ diğeri de Basra Ekolü alimlerine göre “ parçalamak “ olmak üzere iki farklı anlam verilmektedir. Ancak her iki ekolün alimleri de kelimenin “ ister Sur, ister Sır “ şeklinde esreli veya ötreli okunsa da ittifakla anlamın “ kuşların parçalanması “ şeklinde olduğunu ifade etmişlerdir. Her ne kadar ayetteki “ Sur hünne “ kıraatındaki ifadesinden “ alıştırma “ manası çıkıyor olsa da “ Dört tane kuş tut, onları kendine alıştır. “ ifadesinde açıkça parçalanmanın zikredilmiş olmamasına rağmen, bunun hikmeti, ardından gelen ve açıkça parçalamayı ifade eden “ Sonra her dağın başına onlardan bir parça koy “ mealindeki ifadesinden bunun anlaşılması gerekir. Denilmektedir. ( Vahidi, Begavi, İbn Atiye ) Ardından da bu görüşleri İbn Abbas, Hasan Basri, Said b. Cübeyr, Mücait, Katade, Dehhak gibi isimlerle örneklendirerek bir çok alimin benimsediği dile getirilmektedir. Bu görüşün karşısında da İbn i Bahr, Ebu Müslim, Razi gibi bazı müfessirlerin de çok azınlıkta kalarak “ Hz. İbrahim kuşları bir süre kendine alıştırdıktan sonra, onlardan her birini sağ olarak bir dağın tepesine bıraktı. Sonra çağırınca onlar kendisine geldiler. “ diyerek görüşlerini belirttiklerini, fakat ardından da bu görüşün çoğu müfessirin görüşüne aykırı olduğu dile getirilmiş, nedenleri açıklanmaya çalışılmış. Bu açıklamalara göre de ; Ayetteki hünne “ onlar “ ifadesinden maksadın kuşlar değil, parçaları olduğu, cüzden maksadın bir bütünün parçası olduğu, ölmemiş kuşların sağlam bir şekilde dağıtılıp toplanmasının İbrahim’in isteğinin bir cevabı olamayacağı, onları çağır, sana say ederek ( koşarak ) gelirler ifadesi ile çağrılanların kuş değil, onların parçaları olduğunu pekiştirmeye yöneliktir. Çünkü say ( koşmak ) kuşlara ait olan uçma değil, yerde yürüyenlere ait bir vasıftır. Demek çağrılanlar uçan kuşlar değil, ölmüş kuşların parçalarıdır ki yerde bir mucize eseri olarak koşarak gelmişlerdir. Kur’andaki bu ifadeler “ Kuşların tam ölmediğine dair vesveseyi ortadan kaldırmak içindir. ( İbn Aşur ) ( İslamiyet.com )
Açıklamaları ile cevap verilmiş ve rivayetler doğrultusunda kanaat oluşturulmuştur. ( Bu arkadaşlara sormak gerekir, kuşlar yerde hiç yürüyemiyor, koşamıyorlar mı ? Ölmüş kuş parçalarının koştuğu kabul edilebiliyor da, dirilerin koştuğu neden kabul edilmiyor ? Üstelik de koşarak gelmek, mecazi anlamda çabucak gelmek değil midir ? Alıştırılan kuşlar dört tane ise ve tamamı matematiksel olarak bir bütün değil midir ? Bir kuş bu bütünün bir elemanı, parçası olamaz mıdır ? Nedense hemen hemen bütün ilâhiyatçılar ve bu konularda konuşma veya tefsir ile açıklama yapanlar, sanki kesinmiş gibi mahşer günündeki dirilmenin, aynen dünyadaki nesnel ve yeryüzündeki maddelerden oluşmuş, üç boyutlu fiziksel bir yapı ile olacağı inancındadırlar. Bunun için de ayetin orijinalindeki sözcükleri peşinden gittikleri rivayetlere bağlı olarak kendi inançlarına göre yorumlamaya, dallandırıp budaklandırmaya çalışmaktadırlar. Halbuki Vakıa Sûresinin 60. ayetindeki ifadelere bakacak olursak dirilmenin hiç de öyle olmayacağı ve " Ölümü aranızda Biz ayarladık Biz ! Ve Biz sizi benzerlerle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine engellenebilen değiliz. " denilerek belirtildiği gibi, Yüce Rabbimiz Allah'ın ölümden sonra Ahiret hayatı için mahşer gününde bizi tekrar dirilttiğinde, bambaşka bir kozmik yapıda, belkide çok farklı bir boyutta veya boyutsuz yaratabileceğinden herhalde haberleri bulunmamaktadır. Alıştırılmış olup dört dağa konulmuş olan kuşların, sahibinin çağırdığında hızla ona gelmesine benzer şekilde, Allah'ın kabzetmiş olduğu ruhlar da Yaratıcılarının çağırması üzerine elbette ki aynı anda kabzedildikleri yerden çok hızlı bir şekilde bölük bölük çıkarak huzurunda toplanacaklardır.) Halbuki ayette rivayetlerde anlatıldığı gibi kuşların kesilerek ve öldürülerek, tüylerinin yolunarak parçalanıp birbirine karıştırılarak, her dağın başına birer parça bırakılması gibi ayrıntılar bulunmamaktadır. Aslında burada kuşlar ile İbrahim arasında oluşan bağa dikkat çekilerek Allah ile yarattıkları arasında da öyle bir bağın bulunduğu, bir çok ayette ve Kaf Sûresinin 43. ayetinde de " Gerçekten Biz, evet Biz, hayat veririz ve öldürürüz. Dönüş de yalnızca Biz'edir. " ifadelerinde belirtildiği gibi bunun da ölümden sonra dirilmeye ve Allah'ın huzurunda toplanmaya bir kanıt olduğu beyan edilmektedir.
Eğer ayetin orijinal ifadeleriyle anlatılanları düz mantıkla anlamaya, kuşları öldürülmüş ve parçalanmış gerçek kuş gibi görür de bugüne uyarlayarak alınması gereken mesajları görülemezse, o devirdeki klasik yorumcuların kısıtlı olanakları ve düşünceleri ile sadece İbrahim Peygamberle sınırlı olarak kalınırsa, eskilerin masalı, tarihsel bir olaydır, İbrahim Peygamberin mucizesidir der, basite indirgenir, geçiştirilirse, o zaman da insanların hayatının içinde ve hayatın rehberi olması gereken Kur’anla gerçek bir bağ kurulamaz. Aslında peygamber olan ve ayetlerle eğitilmiş bir elçi, Ahiret gününe iman etmemiş olabilir mi ? Ölenlerin ne zaman ve nasıl diriltileceğini elbette ki bilir. Halbuki onun şahsında bizim Peygamberimizin zamanında Ahiret gününü inkâr eden müşriklere ve bugünün biz Müslümanlarına temsili bir anlatımla bir takım mesajlar verilmek istenmektedir. Dolayısıyla sanki fizik ötesine gidip gelinmiş gibi mana alemini de işin içine katan kabullerle, masal ve mucizeler yerine çağdaş ve aklın evrimini tamamlamış düşünme ile bu ayetlerden, Kur'anın asıl vermek istediği mesajları ile biz kendimiz için çok yararlı, anlamlı ve gerçekçi sonuçlar çıkarabiliriz.
Öyle ki ayetlerin orijinalinde aslında zaten ölen kuş ifadesi yoktur. Kuşları öldür de her bir parçasını ayrı ayrı tepelere koy denilmemektedir. Kuşların parçalanarak öldürülüp tekrar diriltildiğini kabul etmek, Yüce Rabbimizin bütün canlı varlıklara koyduğu biyoloji kanunlarına aykırıdır. Allah kendi koyduğu hükmünü çiğnemez ve kıyamete kadar da değiştirmez. Konu içerisinde kuşlar zaten canlı olarak yer almaktadırlar ve alışmış oldukları sahibine çağrıldığı zaman geri gelmektedirler. Aslında biz de Allah’a göre bu dünyadan ayrılırken ölmüyoruz. Bizim ölüm dediğimiz şey, çağırmasıyla İbrahim’in kendisine alışmış olan kuşların geri gelmesine benzer şekilde, Yaratanımız ve sahibimiz olan Rabbimizin çağırmasıyla, bizi canlı tutan öz benliğimiz ve ruhumuzun bedenimizden ayrılmasıdır, mahşer gününde ise tekrar O’nun huzuruna dönmesidir. Çünkü insanın Allah’la bağlantısını sağlayan ruhtur, öz benliktir ve bilinçtir. Bedensel varlık değildir. Beden eninde sonunda ruhun ayrılmasıyla birlikte toprağa karışır, parçalanır, canlılık özelliğini kaybeder, başka maddelere dönüşür gider. Ruh ( can ) ise ölümsüzdür ve bizim insanlar arasında ölüm dediğimiz olaydan sonra Yüce Rabbimizin çağırması üzerine kapatılmış bir bilgisayar disketi gibi kabzedileceği yerde zaman boyutu da olmadan bilinçsiz bir şekilde, kıyamet gününde tekrar bilinçlendirilerek uyandırılıncaya ve çağrılıncaya kadar bekler. O kapalı olan disketin açılması, bilinçlendirme de ölülerin tekrar dirilmesidir. Aynen kuşların İbrahim'in önünde toplanmasına benzer şekilde Allah'ın huzurunda hesap vermek üzere toplanmasıdır.
Öte yandan Kur’an bütünlüğü içerisindeki öğretilerde Allah’ın ayetleriyle tanışmamış ve tanışmak istemeyen kişilere de bir çok ayette olduğu gibi, Neml Sûresinin 80 – 81. ayetlerinde “ Sen ölülere dinletemezsin, sağırlara da işittiremezsin, sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip doğru yolu gösterici değilsin ; Sen ancak ayetlerimize iman edenlere, teslim olanlara dinletebilirsin. “ Araf Sûresinin 179. ayetinde de “ Ve andolsun ki ins ve cinnin / tanıdıklarınızdan ve tanımadıklarınızdan bir çoğunu cehennem için türetip ürettik. Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridirler. “ ifadeleriyle insana bahşedilmiş olunan ve her biri dağ gibi birer zirve olan dört duyu organları nimetini doğru yerde kullanamayanların içinde bulundukları yapı anlatılmaktadır.
Ayette yer alan ölüler ifadesiyle gerçek ölüler değil, aslında vicdanları dumura uğramış, kalpleri taşlaşmış, inatçı dik kafalılıkları, atalarına, geleneklerine ve göreneklerine körü körüne bağlılıkları kendilerini Hakk ile batılı birbirinden ayırma duyusundan mahrum bırakmış, Allah’ın ayetlerine ve vahyine karşı duyarsız, ilgisiz kimseler ve yaşayan ölüler kastedilmektedir. İşte bize göre İbrahim’in kuşları kıssası ile aktarılmak istenen bir mesaj da burada olabilir. Kuşlar uçarıdır, tedirgindir, ürkektir, özgürdür ve kolayca zapt edilemezler. Kontrol edilemediği, sahiplenilmediği zaman da hemen uçar kaçar giderler. Buna benzer şekilde insanın sahiplenmediği zaman uçar, kaçar tarafı da, gözleri, kulakları, kalbi ve bunların birleşimi olan hayal gücüdür, üretebileceği ( düşünceler ) fikirlerdir. Zapt edilmeleri zordur. Bu duyu organlarının birleştirilemediği bütünleştirilemediği kafalar da dağınıktır, düşünme evrimi tamamlanamamış olduğundan, yararlı ve olumlu fikir ( düşünce ) üretilemez, eksik, yanlış, zararlı kararlar ve sonuçlar ortaya çıkabilir. İşte bu nedenlerden dolayı İbrahim Peygamber, aslında aralarında bir ahenk olmayan, adeta bir ölü konumunda olan yapıdan, her biri kendi başına birer zirve olan gözün, kulağın, kalbin ve düşüncenin bir eğitimin süreci ile bütünleştiği, dört kuşun bir araya gelebildiği ben gören göz, işiten kulak, hisseden kalp ve olumlu düşüncelerim ile böyle bütünleşmiş bir yapıya kavuşarak ölü konumundan kurtulup dirilmek istiyorum demiş, bunun yolunun gösterilmesini, öğretilmesini istemiş olabilir. Gören göz, işiten kulak, hisseden kalp ve üretilebilen düşünce olan dört kuşun bir araya gelebildiği, bu dört önemli duygunun birlikte bütünleşebildiği yapı ise, İbrahim Peygamber’in yöneldiği ve Kur'anın öngördüğü Tevhit inancı olabilir. Dolayısıyla bu dört önemli duyguyu kafalarında bütünleştirebilenler ancak Kur'andan gerektiği gibi yararlanabilirler. Belki de bu nedenledir ki Kur’anda Mümtehine Sûresinin 4. ayetinde “ İbrahim’de ve O’nunla beraber bulunanlarda kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. “ önerisi yapılmaktadır. İbrahim Peygamber’in eğitilmesi ile ilgili olan kuşlar kıssasından, uyuşturulmaya yönelik masallarla avunmak yerine, asıl mesajı alarak Allah’ın vahyine yönelebilenlere, Yüce Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu bu dört muazzam nimetin farkına varabilenlere, birleştirerek yerinde kullanabilenlere müjdeler olsun. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Ramazan Koyuncu Niyazi Balin Yüzleşme
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR