Konu Detay

KUR'AN DIŞINDA YAŞANAN DİNLER VE ALLAH'LA ALDATMA

 21.11.2016
 2402

Adem  Peygamber  ile  başlayarak,  Peygamberimizle  beraber  hayata  geçirilmiş  olan,  Kur’anın  dini, ( La  ilâhe  illallah ) ( Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur )  demenin  şuuru  ve  bilincinin  temel  olduğu  Tevhit  dini  İslam,  Allah’a  halis  kılınmış  Hakk  Din,  saf,  katkısız,  tertemiz  iken,  her  peygamberden  sonra  olduğu  gibi,  maalesef   Peygamberimizin  vefatından  sonra  da  geçen  zaman  içerisinde,  Allah'tan  geldiği  gibi  aynı  saflıkta  korunamamıştır.  Dört  halife  döneminden  sonra  kurulan  Emevi  Devletinin  halifelerinin,  kendi  zalimliklerini  örtbas  etmek,  din  kılıfına  uydurabilmek  amacıyla,  tabiri  caizse  Ulemaus  sû  /  kötülük  Uleması  denilen  saray  beslemesi  kişilere  verdirdikleri  fetvalarla,  Peygamber  böyle  buyurdu  denildiği  ve  ona  istinaden  uydurulan  hadis  ve  rivayetlerle  halis  din  bozulmaya,  yozlaşmaya  başlamıştır. Peygamberimizin  gözünü  kapatmasıyla  beraber  gücü  ele  geçirme  ve  saltanat  çekişmeleri  başlamış  olduğundan,  aslında  asrı  saadet  denilen  dört  halife  dönemi  de  yoktur.  Dirayetli  ve  güçlü  olan  ikinci  halife  Ömer'in  ölümü  ile  yerine  üçüncü  halife  olarak  geçen  Osman  zamanında   yıllardır  Mekke'de  süren  Haşimoğulları  ve  Ümeyye  oğulları  ailelerinin  gücü  ve  yönetimi  ele  geçirme  savaşı,  daha  da  belirgin  bir  şekilde  ortaya çıkmıştır.  Dördüncü  halife  Ali'ye  biat  etmeyen  o  esnada  Şam  Valisi  iken  Ümeyye  oğulları  ailesinden  ve  peygamberimizin  baş  düşmanı  Ebu  Süfyan'ın  oğlu,  Emevi  Devletinin  kurucusu  ve  Halifesi  olan  Muaviye,  satın  alarak  etrafında  topladığı  kötülük  uleması  kişilere,  Ehli  Sünnet  Vel  Cemaat  mezhebini  kurdurup, Kur'an  Müslümanlığının  tarihte  ilk  defa  parçalanmasının  kapısını  aralamış,  siyaseti  dinin  içine  sokarak  aracı  olarak  kullanmaya  başlamıştır.  Önce  Ulemaüs  sû /  Kötülük  Ulema  sınıfı,  ardından  da  icma  ve  fetva  verme  makamı  oluşturulmuş,  böylece  aslında  Kur'anla  uyumlu  olmayan  yüzlerce,  binlerce  fetva,  Din  diye  Kur'anın  önüne  geçirilmeye  başlanmıştır.  Zamanla  eklenen  bu  katkı  maddelerinin  dozu  iyice  arttırılmış,  Kur’an  ayetlerinin  uyarıları  bir  tarafa  bırakılıp,  peygamber  adına  uydurma  hadislerin  binlercesinin  yer  aldığı  kitaplar  dini  istila  etmiştir. İki  ailenin  saltanat   mücadelesi  katliamlarla  kan  akıtma  ve  savaşa  bile  dönüşmüş,  yüzyıllarca  İslam'ı  oyalamıştır,  parçalamıştır.  Yaşanan  Din,  Kur’anın  Hakk  Dini  İslam,  Dinü'l  Rahman /   Allah’a  halis  Tevhit  dini  olmaktan  çıkarılmış,  Ehli  Sünnet  inancı  ile  Kur’anın  dışında  bambaşka  bir  din  anlayışı  yaşanır  olmuştur.  Ardından  bu  yozlaştırma  ve  çekişmelerle   İslam’a  mal  edilen,  ama  Kur’anla  hiç  ilgisi  olmayan  pek  çok  Sufi  Tarikatlar,  Sünni,  Şii,  Selefi  Mezhepler,  bunlara  bağlı  olarak  Cemaatler  ortaya  çıkmıştır.

DİNİN  YOZLAŞTIRILMASI  :  İnsanların  Allah  katında  yaşaması  gereken  Din,  Allah’ı  birleyen, ( La  ilâhe  illallah )  Allah'tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur  demenin   bilinci  ve   inancı  olan  Tevhit  dini,  İslam’ dır.  İslam’ın  sahibi,  onu  tarih  boyunca  korumuş  ve  bundan  sonra  da  koruyacak  olan  da   Allah’ın  bizatihi  Kendisidir.  Allah’a  teslim  olan,  gönderdiği  peygamberlere,  indirilen  Kitabın  öğütlerine  uyan,  sorgulayan,  bilgi  sahibi  olarak  tahkik  ederek  gerçekten  iman  edenlerin  hepsi  de  Müslümandır.  Ancak  tarih  boyunca  dini  değerlerin,  Allah'ın  indirdiği  kitapların  ve  en  sonunda  da  Kur'an  ayetlerinin  eğilip  bükülerek,  yanlış  yorumlanıp   insanlar  tarafından  özel  çıkarlara  yönelik  kullanılması,   pek  çok  kavramın  saptırılarak  bozulması, Yahudilerin  uydurma  rivayetlerle  Din  adamı  saptırma  müdahaleleri,  Hristiyanların  ruhban  sınıfında  olduğu  gibi  dinde  aşırılığa  gidilmesi,  ayetlerin  inkârı  ile  tasavvufa  yönelinmesi,  Peygamberin  söylediğinin  kandırmacası  olan  uydurma  hadislerle  zorlamalar  ve  Kur'an  ayetlerindeki  bir  çok  uyarının  görmemezlikten  gelinmesi,  dinde  yozlaşmaları  meydana  getirmiştir. Halbuki  Hucurât  Sûresinin 14. ayetinde  "  Bedevi  Araplar  "  amenna /  inandık "  dediler.  De  ki  :  " Siz  inanmadınız,  ama  eslemna  /  İslamlaştık  /  Yanlışı  terk  ettik,  kendimizi  sağlama  aldık  deyin.  İman  henüz  kalplerinize  girmedi. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  sadece  lafla  "  Ben  Müslümanım  "  demekle  Müslüman  olunamamaktadır.

Rahman  Sûresinin  1 - 2. ayetlerinde  "  Rahman !  Allemel  Kur'an "  ifadeleriyle  Kur'anı  Peygamberimize  ve  dolayısıyla  bizlere  doğrudan  doğruya  Rahman  sıfatıyla  Allah'ın  öğrettiği  belirtilmektedir. Bu  nedenle  İslam'ın  en  büyük  ve  baş  öğretmeni  Rahman'dır.  Kur'an  da  Rahman'ın  gönderdiği  bir  Kitaptır.  Ama  İslam  dünyası  Kur'anı  sadece  dekoratif  olarak  duvara  asmıştır. Tarih  boyunca  Tevhit  esaslı  olan  Allah’ın  Hakk  Dini,  her  dönemin  peygamberinin  ardından  yozlaştırılmış  olduğundan,  her  yozlaştırmanın  ardından  da  belirli  süreler  sonunda,  Allah,  insanlara  katındaki  dinin  özüne  dönebilmeleri  için  yeniden  ve  o  toplumun  kendi  dillerinde  konuşan  peygamberler  göndermiştir.  Onları  içinde  bulundukları  zamanın  ilk  Müslümanları  yapmış,  insan  eliyle  yapılmış  saptırma  ve  dindeki  bozulmaları  düzelterek,  öncekileri  tasdik  eden  kitaplar  indirmiştir.  Böylece  Adem  peygamberden,  Peygamberimiz  Muhammed  ( a.s. )  a  gelinceye  kadar,  birbirinin  ardından  gönderilen  peygamberler  ve  indirilen  kitaplarla,  her  dönemdeki  insan  eliyle  oluşturulmuş  yozlaşmalar  giderilmiş,  Yüce  Rabbimiz  de  Kendi  katındaki  tek  din  olan  İslam’ı  Kendisi  korumuştur.  Ancak  Peygamberimizden  sonra  geçen  1400  yıllık  zaman  içerisinde  bu  güne  geldiğimizde,  yaşanılan,  tanık  olunan  Dine  bakılınca  Kur’anın  tanımlamalarına  göre  Kur'anı  anlamak  üzere  okuyup  ayetleriyle  bilgilenen,  sorgulayan,  araştıran,  düşünen,  tahkiki  iman  sahibi  olmuş  az  da  olsa,  belki  de  ancak  yüzde  bir  oranında  gerçek  Müslüman  var,  çoğunlukla   anlamak  üzere  okumadığı  için  Kur'andan  bilgisi  olmayan,  sorgulamayan,  aklını  kullanmayan,  Tarikat  ve  Cemaat  bölünmeleriyle  öğretilen  veya  atalardan  gelen  kulaktan  dolma  eksik  ve  yanlış  bilgilerle  taklidi  imanla  yaşayan,  Kur'an  ile  ilgisi  sıfır  olan  Müslüman  var,  gerektiği   zamanda,  zeminde  bir  öyle  bir  böyle  gösteriş  içinde  olan  münafık  / infak  etmeyen,  iki  yüzlü  riyakâr  Müslüman  var,  Allah’ın  ayetlerini  görmemezlikten  gelen  veya  bilmeyen,  inkâr  eden,  ortak  koşarak  şirk  batağının  içerisine  gömülmüş,  Mezhep,  Tarikat,  Cemaat  bölünmeleriyle  Dinde  ayrılığa  düşmüş  olduğunun  bile  farkında  olmayan  büyük  çoğunlukta  kâfir  Müslüman  var. 

Bu  nedenle  Yüce  Kitabımız  Kur’anda  öğüt  verilerek  eğitilecek  olan  insanlara  hiç  bir  ayette  “  Ey  Müslümanlar ! “  diye  değil  de, “  Ey  insanlar !,  Ey  iman  edenler !  Ey  kâfirler !  “  şeklinde  hitap  edilmektedir. Müslümanların  yaşadığı  dine  baktığımız  zaman  bugün  Allah’ın  Hakk  Dini  İslam’ın  yine  yozlaştırıldığını,  Kur’anımızın  onaylamadığı  pek  çok  farklı  dini  anlayışların  ortaya  çıktığını  görüyoruz.  Üstelik   de   Ahzap  Sûresinin  40. ayetinde  bildirildiğine  göre  bizim  peygamberimiz  son  Nebi  ve  O’na  indirilmiş  olan  Kitap  da,  İslam’ın  son  Kitabıdır.  Peygamberimizden  sonra,  artık  insan  eliyle  oluşturulmuş  yozlaşmaları,  Allah’tan  aldığı  yeni  mesajlarla  düzelten  bir  peygamber  gelmeyecektir.  Bu  bakımdan,  Allah’ın,  tarih  boyunca  koruyuculuğunu  üstlendiği  İslam'ın  mesajlarını  koruma  görevini,  bundan  böyle  de  bugüne  kadar  korunmuş  olarak  elimizde  bulunan,  ama  hadislere  mahkûm  edilmemiş  ana  dildeki  çevirileri  ( Mealleri )  ile  yüce  Kitabımız  Resûl  Kur'an  yerine  getirecektir.  Böylece  Kitabımız  Kur’an,  aynı  zamanda  da  yozlaşarak  tekrar  bozulmuş  olan  Allah  katında  tek  din  olan  İslam’ın  mesajlarını  hatırlatan,  tekrar  insanlara  ulaştıran  Resul  / elçi  ve  bozulmaların,  sapmaların  denetçisi  olacaktır. Bu  nedenle  Kur'anda  olmayan,  Kur'ana  aykırı  olan,  Kur'anın  dışında  oluşturulmuş  her  inanç,  Allah'ın  Hakk  Dininin,  İslam'ın  dışında  bir  dindir.

Dinin  yozlaştırılması,  Hucurât  Sûresinin  1. ayetinde  "  Ey  iman  etmiş  kimseler !  Allah'ın  ve  Elçi'sinin  iki  eli  arasında  öne  geçmeyin  /  dinde  kendi  görüşlerinizi  öne  çıkarmayın.  Ve  Allah'ın  koruması  altına  girin  Şüphesiz  Allah  en  iyi  işitendir,  en  iyi  bilendir. "  ifadeleriyle  Rabbimizin  yaptığı  uyarılara  rağmen,  bir  çok  bahane  ve  nedenlerle  Kur’an  terk  ettirilerek,  insanların  özel  eğilimleri  ve  çıkarları  doğrultusunda  kendi  akıllarının  ürünü  olan  uydurma  hadis  ve  rivayetlerle,  İslam’ın  özüyle  bağdaşmayan  söylemlerin,  davranışların,  Allah’ın  Hakk  Dininin  mesajları  yerine  geçirilmesi, Sünneti  Seniye  denilerek  yaşatılması  ile  başlamıştır.  İnsanların  yaşamında,  maddiyat  ve  maneviyat  arasındaki  güçlü  ilişki  ve  menfaat  dürtüsüne  gem  vurulamadığı  zaman  siyasetin  de  ön  plana  çıkmasıyla,  dinde  yozlaşmalar  da  kaçınılmaz  olmuştur.  Zuhruf  Sûresinin  36 - 37. ayetlerinde  "  Ve  her  kim  Rahman'ın  öğüdünden,  anılmasından  körleşirse  Biz  ona  bir  şeytan  musallat  ederiz  de  artık  o,  onun  için  akrandır  /  yandaştır.  Ve  şüphesiz  ki  yandaşlar  körleşenleri  Yol'dan  çıkarırlar.  Onlar  da  kendilerinin  kılavuzlandıkları  doğru  yolda  olduklarını  sanırlar. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılara  rağmen,  Tarih  içinde  tabiri  caizse  "  Ulemaüs  sû  "  Kötülük  Uleması  denilebilecek  kişilerce  Rahman'ın  Dinini,  uydurulmuş  hadislerle  ortak  ve  yandaş  oldukları  "  ed  Dinü'l  Şeytan  "  şeytanın  dini  yaptılar.  Bugün  Kur'anın  indirilişinden  sonra  geçen  1400  yıllık  zaman  diliminde  ilerisinin  görülemeden  üzerine  atfedilen  hadislerle  üstelik  de  Peygamberimizin  ismi  kullanılarak  Dinde  hüküm  koyucu  olarak  Şari  yapılması  ile  içine  düşüldüğü  fanatizm,  Tasavvuf   inancının  getirdiği  Sufilik  ile  dindeki  aşırılık  da  yozlaşmayı  ve  dindeki  tahribatı  geri  dönülemez  hale  getirmiştir.  İnsanlar,  zorlamalarla,  dayatmalarla,  Kur'anın  dışındaki  bu  inançlara  gerçekmiş  gibi  hakikat  diye  çağrılırken,  yanlışın,  küfrün,  şirkin,  içine  çekildiklerinin  farkına  varamamışlardır.  Ülkemizde  bu  çerçevede  birtakım  Evliya,  Şeyh,  İmam   Allah  dostu  denilen  insanlar  ortaya  çıkmış,  Kur’anda  Allah’ın  Dinine  sımsıkı  sarılmaları  emredildiği  halde, Tekke,  Zaviye,  Dergâh,  gibi  yerleri,  kendi  amaç  ve  faaliyetleri  için  “ okul “  yapmış,  kendilerine  uyan  cahil  kişileri  de  buralarda  toplayarak  Tarikatlar  oluşturmuşlardır.  Zaman  içinde  kendi  Mezhep  ve  Tarikatlarına  göre  de  hizipleşerek  /  gruplaşarak  Kur’anın  yerine  kendi  din  ve  kitaplarını,  öne  çıkarmışlardır.  Böylece  yerden  ot  biter  gibi  Mezhepler,  Sufi  Tarikatlar,  Cemaatler  ve  Kur'an  dışında  yaşanan  dinler  Kur'anın  İslam'ının  yerini  almıştır.

Ortaya  çıkmış  olan  bütün  Tasavvuf,  Tarikat  ve  Cemaatler,  kendilerinin  yaşayışlarını  ve  inanç  ritüellerini  aksi  olduğu  halde  İslam’a  mal  etmekte,  yaşadıkları  ile  de  övünmektedirler.  Oysa  Kur’ana  uymayan,  Kur’an  gerçekleriyle  örtüşmeyip  Kur’andan  onay  almayan,  hiçbir  dini  inanç,  Kur’andaki  İslam  olarak  ele  alınamaz. Biz  de  burada  Kur’anın  dışında  yaşanan  yozlaşmaları  ve  inançların  dinini,  din  adına  yaşanan  bütün  yanlışları  düzeltecek  olan,  Allah’ın  kıyamete  kadar  yaşayacak  dini  İslam’ın  son  elçisi  ve  denetleyicisi  / Resulü  Yüce  Kitabımız  Kur’an  ile  test  edelim  ve  sorgulayalım.

DİNDE  YOZLAŞMA  NASIL  BAŞLAR  :  Tevhit  inancı  / La  ilâhe  illlallah  sadece  lafta  kalmaya  başlayınca,  bilinci  ortadan  kaldırılıp,  Allah,  görülemediği  için  sadece  gökyüzünde  arşın  ötesinde,  çok  uzaklarda,  ulaşılamayan,  yaşamın  ve  Evrenin  dışında   olarak  düşünülmeye   başlanınca,  bunun  üzerine  de  yeryüzünde  insanı  Allah'a  yaklaştıracak,  Allah'ın  bir  gölgesinin,  halifesinin,  aracının  olması  gerektiği  insanların  inancına  yerleştirilince,  veyahut  sen  ben  hepimiz  ve  bütün  mevcudat   Allah'ın  birer  parçasıyız  denilerek  vahdeti  vücut  inancı  icat   edilince,  Şeyhler,  Gavslar,  Kutuplar,  Din  adamları  sınıfı  Allah  yapılmaya,  ortaklar  oluşturulmaya   başlayınca  böylece  Dine  ilaveler,  katkı  ile  yozlaşma  genellikle  şirk  yolundan  /  Kur'anın  deyimiyle  ortak  ve  yandaş  edilerek  peşine  düşülen  şeytanlar  / Ulemaüs  sû /  Kötülük  Uleması  eliyle  girer.  Aslında  dindeki  yozlaşmanın  kökeni  tarihin  çok  eski  dönemlerine  kadar  dayanmaktadır.  Allah’ın  vahyi  olması  gereken  İslam,  özellikle  Yahudilerin  egemen  olmaya  başladığı  dönemlerden  itibaren  Tevrat  ve  ardından  da  İncil,   vahyin  bile  üstünde  görülen  rivayetlerle  ve  İbranice  Bet-Din  denilen  din  adamları  kurulları  tarafından  tahrif  edilmeye  başlanmış  ve  bu  tahrife  hâlâ  zamanımızda  da  devam  edilmektedir.  Yahudi  ve  Hristiyan  denilen  Ehl-i  kitabın  din  adamları  sınıfının  Allah’ın  vahyine  müdahalesi   sadece   hükümlerde  kalmamış,   aynı  zamanda  o  kitaplarda   geçen   peygamber  isimleri  ve   kıssaları  da   ilave  edilmiş  mitolojik  rivayetlerle  büyük  tahrifata  uğratılmıştır. Elde  bulunan  Tevrat  ve  İncil  ne  yazık  ki  bu  din  adamlarının   yüzyıllarca  süren  ihanetinin  her  türünü  görmüştür  ve  hâlâ   da  görmektedir. Orijinal  Tevrat’ın  yerini  alan  ve  yüzyıllar  içerisinde  sayıları  arttırılan  Tora  ve  Tannan  rivayet  kitaplarında  anlatılan  peygamber  kıssaları   hep  bu  din  adamlarının  ustaca  dizaynları  ile  şekillenmiş,  Hristiyan  İncillerine  de  bu  yapısıyla   geçmiştir. Bu  din  adamı  tahrifatçılar  nereye  ne  sokacaklarını,  hangi  kelimeyi  gizleyip  hangisinin  altını  çizeceklerini,  kendi  sözlerini   vahyin   neresine  monte  edebileceklerini  ustalıkla  çok  iyi  becermişlerdir.

Bugün  Kur’an’ın  kendinden  önceki  kitapları  tasdik  etmesi  ise,  tam  da  bu  yalanları,  gerçek  vahyi  tahrifleri,  değiştirmeleri,  insan  sözünü   sıkıştırmalarını  ortaya  çıkarmak  içindi. Bu  nedenle  Tevrat  ve  İncil’de  anlatılan  kıssalara  Kur’an’ın  ayırdığı  ayet  sayısı  3000  den  fazla  olmuştur. O  kıssalara  bu  kadar  ayet  ayrılması  daha  önceki  kitaplarda  olanların  yanlışlarının  ortaya  çıkarılıp  tekzip  edilmesi, doğruların  ortaya  çıkarılıp  onaylanması  içindir. Sadece  kıssalar  değil,  önceki   kitaplardaki  her  bilginin  Kur’an  süzgecinden  geçmedikten  sonra  herhangi  bir  başvuru  kaynağı  olmaması  gerekir. Ne  yazık  ki  elimizdeki  İslam Tarihi  kaynaklarının  müellifleri  böyle  bir  işlem  yapmamış,  Kur’an’daki  kıssaları  eksik,  tamamlanması  gereken  yanları  olan  anlatımlar  olarak  görmüşler  ve  başka  kaynak  da  bulamadıkları  için  bu  eksikleri  de  aslında  zaten  saptırılmış  olan  İsrailiyat  ile  tamamlamaya  kalkışmışlardır. Onları  böyle  davranmaya  sürükleyen  sebebin,  Kur’an’ın  kıssa  anlatmada  kullandığı  mekân  ve  zaman  belirtmeme  metodunun  olduğu  anlaşılmaktadır. 

Kur’an  inerken  gelen  her  ayet  o  şeytani  suratlarını  gizleyen  maskelerini  adeta  parçalarcasına  sıyırıp  atmakta,  ortaya  dökmektedir. Yalanları  ortaya  çıkarıp  tekzip  etmekte,  doğruyu  ortaya  çıkarmaktadır. Saptırılmış  ve  değiştirilmiş  olan  Ehli  kitap  peşinde  olanlar  da  Kur’an  indikçe  eski  hallerini  ve  güçlerini  kaybedeceklerine  dair  derin  bir  ümitsizliğin  ve  endişenin  içine  de  düşüyorlardı. Bu  yönüyle  o  kitaplardaki  kıssaların,  Kur’an’da  da  anlatılan  kıssaların  tamamlayıcı   bir  yönünün  olamayacağı  açıktır. Kur’an  tüm  bunlardan  dolayı  Yahudi   ve  Hıristiyanları  anlatırken,   kötü  bir  örnek  olarak  deşifre  etmektedir. Gerçek  İslam  Alimlerince  ise  Kur’an  varken,  ehli  kitap  kaynaklarındaki  o  kıssalara  sadece  eklenen  yalanları  tespit  edip  tekzip  etmek,  gizlenen  doğruları  ortaya  çıkarmak  yani  tasdik  etmek  için  başvurulur.  Bunun  haricinde  bir  başvurunun  olması,  hele  hele  dini  referans  ve  kaynak  olarak  kullanılması  asla  doğru  bir  yaklaşım  olmamıştır,  böylece  Müslümanlar  da  yanlışlıklara  sevk  edilmişlerdir.

Peygamberimizin  zamanında  Allah   Resulü  ve  beraberinde  olanlar  tek  bir  kere  bile  Kur’an’da  anlatılan  hükümler  veya  kıssalarla  ilgili  olarak  ne  Bet-Dine /  İbranice  Din  Adamları  Kuruluna,  ne  de  Yahudi  ve  Hıristiyanların  ellerinde  bulunan  Tevrat  ve  İncil’e  başvurmadılar. Parça  parça  anlatılan  İsrail  oğulları kıssaları  hakkında  bile  başvuran  olmadı. Yani  onları  anlatan  ayetleri  gidip  onlara  sormadılar.  Çünkü  apaçık /  mubin  ve  eksiksiz  olan  Kur’an  onlara  yetiyordu.  Ehli  kitabın, Kur’an’ın  ele  aldığı  tüm  konularla   ilgili  bilgi  ve  kalıplarının  olması, Bakara  Sûresinin  113.  ayetinde “  Ve  Yahudiler,  “  Hristiyanlar,  bir  şey  üzerinde  değillerdir /  Onların  kayda  değer  bir  yanları  yoktur “  dediler.  Hristiyanlar  da  “  Yahudiler  bir  şey  üzerinde  değillerdir “  dediler.  Oysa  onlar  kitabı  okuyorlar.  Bilmeyen  kimseler  de  onların   sözü   gibisini   dediler.  Artık  içinde  anlaşmazlık  edip  durdukları  şeylerde,  kıyamet  günü  aralarında  Allah  hüküm  vereceketir. “  ifadeleriyle  Yahudilerin  sadece  kendilerinin  doğru  yolda  olduğunu,  Hristiyanlar  da  sadece  kendilerinin  doğru  yolda  oldukları  inancıyla,  birbirlerini  itibar  edilecek  konumda  görmemekte  ve  birbirlerini  aşağılamakta  oldukları  aktarılırken  nasıl  da  yanlışın  içinde  oldukları  belirtilmektedir. Kur’an’ın  onların  bu  tutumlarını,   geçmişlerinin  yalan  olduğunu  söylemesi,  onları  Müşrikler,  Budistler,  Mecusiler  ve  daha  birçok  putperestlikten  daha  kötü  duruma  düşürüyordu. Ehli  kitap  dışındakiler  hiç  olmazsa  kimseye  ihanet  etmemiş,  vahyi  tahrif  etmemişlerdi.  Kur’an’ın  ehli  kitabı  kötü  olarak  nitelemelerinin  hepsi  onlar  için,  içine  düştükleri   kör  kuyular  gibi  olmuştur.  Düştükleri  bu  kör  kuyuyu  benimsemiş,  orayı  kendilerine  ev  edinmişlerdir. Uzatılan  Allah’ın  Hablullah  /  Allah’ın  ipi  /  Kur’anı   ısrarla  tutmamış  ve  hala  da  tutmamakta  kararlıdırlar.  Halbuki  onları  şirk  mertebesindeki  kör  kuyuya  Allah  atmamıştır. O  kör  kuyu  din  adamları   tarafından  kazılmış  ve  onlar  da  bu  kör  kuyuya  gönüllü  atlamışlardır. Kuyudan  çıkmaları  için   uzatılan  ipi  /  Kur'anı  ise,  ev  olarak  benimsedikleri  kör  kuyunun  düşmanı  olarak  görmüşlerdir. Üzücü  olan  da  Müslüman  Ulemanın  çoğunlukla  bu  sapkınlıkları  ve  tahrifatları  göremeden  bu  kaynaklara  referans  olarak  sarılmış  olmalarıdır.

Kabul   edilmesi  zor  gelse  de  Kur’an’ın  indirilmesinden  ve  peygamberimizin  vefatından  kısa  bir  süre   sonra   ehli  kitabın  kör  kuyularının  hemen  yanı  başına  aynı  yöntemlerle  açılmış  bir  kör  kuyu  da  Kur’an’a  inandığını  söyleyenler  Ulemaüs  sû /  kötülük  Uleması  tarafından  kazılmıştır. O  kör  kuyuya  da Kur’an  cahili  bırakılmış  olan  Müslümanlar  gönüllü  olarak  atlamışlar,  onlar  da  kendilerine  uzatılan  Hablullah’ı /  Allah’ın  ipini  /  Kur’anı,  yetersiz  olarak  kabul  etmiş,  ev  olarak   benimsedikleri   kör   kuyunun  düşmanı  olarak  görmüşlerdir.  Bu  süreç  de  tıpkı  Yahudi  ve  Hıristiyanlardaki  gibi  aynen  işlemiştir. Bunun  için  önce  Allah’ın  kitabının  çok  değerli  olduğu, Yüce  Allah’ın  her  insanın  anlayacağı  basit  konuşmalar  yapmayacağı, şifre  ve  sırlarla  dolu  bu  konuşmaların  ancak  Resul  tarafından  çözülebileceği,  Resulün  Kur’an’ı  sadece  tebliğ   eden  /  ileten  değil,  bunun  yanı  sıra  tafsil  eden  /  açıklayan  olduğu,  Kur’an’ın  ise  Resul  olmaksızın  anlaşılamayacağı  söylendi.  Amaç  “ Alemlere  Rahmet ” olarak  gönderilen  Muhammed (a.s)’in  abartı  yüceltmeleriyle   görevinin  basit  bir  aracı  rolü  olamayacağı,  O’nun  dindeki   yerinin  çok  daha  üstün   olduğunu  ispatlamaktı.  Onlara  göre  Resulün   görevinin  sadece  tebliğ   etmek  olduğunu  söyleyen  ayetler,  Resulü  aracı  gibi  önemsiz  bir  göreve  layık  görmek  anlamına  geliyordu.  Yani  o  ayetleri  resmen  inkâr  ediyorlardı. Onlara  göre  ayetleri   tebliğ  etmek, bunun  için  ölümü  göze  almak, her  türlü  zorluğa  göğüs  germek, ayetler  kendisini  yerden  yere  vuran  cinsten  de  olsa  örneğin  Abese  1 – 10.  ayetlerinde  olduğu  gibi  eksiltmeden,  çoğaltmadan  olduğu  gibi  tebliğ  etmek  basit  bir  işti.  Ama  yanıldıkları  bir  nokta  vardı,  Halbuki  aksine  örneğin ;  Abese  1-10,  Enfal   67 - 68  ve  İsra  Sûresi  73 – 75.  ayetlerinde  “ Az  kalsın  onlar  seni,  sana  vahyettiğimizden  uzaklaştırarak  ondan  başkasını  Bize  dayandırarak  söyleyesin  diye  sana  yanlış  yaptırıp  seni  ateşte  yakacaklardı.  İşte  o  takdirde  seni  Halil /  iz  bırakan  bir  önder  edinirlerdi.  Ve  eğer  Biz  seni  sağlamlaştırmamış  olsaydık,  gerçekten  onlara  birazcık  meylediverecektin.  O  durumda  sana  hayatın  iki  katını  ve  ölümün  iki  katını  tattırırdık.  Sonra  Bize  karşı  kendine  hiç  bir  yardımcı  da  bulamazdın. “  denildiği  gibi  ayetlerde  Allah  Resulüne  tebliğ  görevinden  başka  davranışlar  için  yapılan  çok  şiddetli  ve  azarlamalar  niteliğinde  uyarılar  bulunmaktadır.

Ama  bu  konuda  işin  ve  Peygamberimizin  gerçeğine  baktığımızda,  bu  gibi  uyarılar  aslında  Muhammed (a.s)’ı  yerden  yere  vurmasına  rağmen  O  bu  tür  ayetlerin  tek  bir  harfini  bile  eksiltmeden, değiştirmeden,  yumuşatmadan  olduğu  gibi  tebliğ  etmiştir. Bunu  görmeyerek,  O’na  güya  daha  fazla  değer  verdiğini  söyleyenler,  acaba  hangi  hata  ve  günahlarının  tüm   aleme  ifşa  olmasından  kendileri  samimi  olarak  hoşlanır,  razı  olurlar.  Sadece  tebliğ  eden  bir  Resul  olmayı  aracı  olmaya  denk  görenler,  kendilerini   ne  kadar  da  büyük  gördüklerinin  farkında  bile  olamamışlardır. Sadece  tebliğ  eden  bir  Resul  olmak,  oysa  sanıldığından  çok  daha  büyük  bir  görevdir.  Bu  görev  yetmezmiş  gibi  bir  de  Resule  vahiyleri   hadislerle  açıklama  görevi  yüklemek  Allah  Resulüne  yapılan  en  büyük  haksızlıktır.  Bu  O’na  asla  altından  kalkamayacağı  bir  görev  yüklemek  demektir.  Alemlerin  Rabbinin  sözünü  açıklamak  Alemlerin  Rabbinin  ayarında  biri   olmayı  gerektirir. Oysa  Resul  yaratılmış  ve  seçilmiştir,  Alemlerin  Rabbi  de değildir. Üstelik  Alemlerin  Rabbi  kapalı  konuşmaz  ki  başkası  onu  açıklasın.  Sözleri   başkasının  açıklamasına  muhtaç  biri  ise  zaten  Alemlerin  Rabbi  olamaz. 

Bunun  sonucunda  Tevhidin  ne  olduğunu  bilmeyen,  cahil  bırakılan  kişiler,  Peygamber  de  dahil  birtakım  insanları  kutsallaştırıp,  yüceltip  ilâhlaştırarak,  ululaştırıp  Rabbleştirmişler,  ( Halife,  Allah'ın  gölgesi  Sultan,  Kral,  Padişah,  Şeyh,  Mürşit,  Şıh,  İmam,  Veli  denilen )  kişilere  Efendimiz  Hazretleri  demeye  başlamışlardır.  Artık  onların  ağzından  çıkanlar  ve  yaptıkları  böylece  din  olmaya  başlamıştır.  Aslında  tamamen  şirkin  dibine  inilmiş  olunmasına  rağmen,  Kur'anda  her  aradığınızı  bulamazsınız,  Din  Kur'andan  öğrenilmez,  siz  Kur'anı  anlayamazsınız,  Arapçadan  başka  dilde  okunmaz  deyip,  üstelik  de  bir  çok  Kur'an  ayeti  saklanıp  veya  görmemezlikten  gelinip  insanlara  aktarılmayınca,  Kur'anı  anladığı  dilden  okutulmayan  Müslümanların  da  elbette  ki  Rabbimizin  bu  konudaki  uyarılarından  haberleri  olamayacaktır.

ALİ  İMRAN  80  :  Ve  Allah  size,  melekleri,  zorbaları,  zorba  yönetimleri  ve  peygamberleri  Rabbler  edinmenizi  emretmez. Siz  Müslüman  olduktan  sonra  size  küfrü  emreder  mi ?

TEVBE  31  :  Onlar  Allah’ı  bırakıp,  bilginlerini  ve  rahiplerini  /  din  adamlarını  Tanrı  edindiler.

MAİDE  73  :  Andolsun  “ Allah  üçün  üçüncüsüdür “  diyen  kimseler  kesinlikle  kâfir  olmuşlardır.  Oysa  tek  ilâhtan  başka  ilâh  yoktur.  Eğer  söylediklerinden  vazgeçmezlerse  kesinlikle  onlara  acı  bir  azap  dokunacaktır.

Bu  ayetlerin  uyarılarının  aksine,  bugün  zamanlı  zamansız,  değişik  nedenlere  bağlı  olarak  Cami  minarelerinden  okutturulan  selalarla,  Seyyidel  evveline  vel  ahirine, /  önceki  ve  sonraki  yaratılanların  efendisi,  Senedena  /  güvendiğimiz,  Mevlâna  /  koruyup  kollayanımız,   Habiballah  /  Allah'ın  sevgilisi  denilerek  Allah'ın  sıfatları  sevgi  abartılarıyla  Peygamberimize  atfedilerek,  maalesef   Rabb  edinilip  Kâinatın  Efendisi  yapılmakta,  Peygamberimiz  de  adına  söylenen  hadisleriyle  Kur'anın  önüne  geçirilmekte,  Allah'a  ortak  koşulmaktadır.  O'nun  vefatından  sonra  O'na  aşırı  duyulan  saygının  ve  sevginin  bilinçsizce  ifrata  dönüştürülmesi  neticesinde  veya  dini  yozlaştırma  peşinde  olan  çıkarcıların  marifetiyle  veya  Kur’anı  bilmeyen  liderler  eliyle  böylece  din  yozlaştırılmıştır.  Sadece  bununla  kalınmamış,  birtakım  kişiler  Şeyh,  Veli,  Evliya  adı  altında  Allah'a  yakınlaştıracak  aracılar  yerine  konulmuştur.  Onlar  da  birer  insan  oldukları  halde,  onlara  insan  üstü  birtakım  ilâhi  güçler  atfedilmiş,  onlar  adına  kerametler,  rivayetler,  hikâyeler  düzülmüş,  hükümler  uydurulmuş,  böylece  onların  oturması,  kalkması,  giyimi  kuşamı,  yediği   içtiği,  her  hareketi  ve  söyledikleri  bir  yaşam  biçimi  ve  din  olmuştur. Böylece  Allah'ın  vahyinin  ve  dinin  tahrif  edilmesinde  Müslümanlar  Yahudi  ve  Hristiyanların  da  önüne   geçmişlerdir.

Ne  yazık  ki,  bugün  ülkemizde  yaşanan  din  anlayışı,  bu  hastalığın,  şirk  ile  yozlaşmışlığın  pençesindedir. Din  yaşamını,  haramı,  helalı,  ibadetin  rükûnlarını,  şekillerini  Cemaatler  ve  Tarikatlar  yönetmektedir.  Bu  grupların  içerisindeki  müritler,  Kur’anı  anladıkları  dilden  okutulmadıkları  için,  Arapça  Kur’an  okuyup  hatim  etmenin  dışında  Kur’anın  içinde  ne  gibi  uyarıların  olduğunu  bilmemektedirler.  Dini  yaşamak  için  İmamlarının,  Mürşitlerinin  ağzına  bakmaktadırlar.  İbadet  adına  neden  öyle  yapıldığının,  ne  söylendiğinin  bilinmediği,  sadece  yatıp  kalkmaktan  ibaret  namazlar  kılınmaktadır.  Zikrin  gerçek  anlamının  ne  olduğu  bilinmeden  pazarlık  usulü  binlerce  defa  zikir  saatleri  ve  tespihlerle  zikir  çekmek  adı  altında  papağan  gibi  kelime  tekrarları  yaptırılmakta,  bilinçsizce  sadece  lafta  kalan  bu  tür  uygulamaların  ardından  kendilerine  Cennetler  vaat  edilmektedir. Bugün  Kur’anın  denetiminden  çıkartılarak  yaşatılan  dinde,  Kur’an  sadece  Ramazan  ayında  hiç  bir  şey  anlamadan,  Arapça  okunup  hatim  edilmek  üzere  ele  alınabilmekte,  hasıl  olan  sevabı  ölülere  bağışlanmakta  ve  görev  tamamlanmış  olarak  addedilmektedir. 

Kur’anda  olmayan,  sonradan  icat  edilmiş  olan  uydurma  Kandil  gecelerinde  ilave  namazlar  kıldırılmakta,  Allah  için  yapılması  gereken  ibadetin  samimiyeti,  sürekliliği  gözardı  edilmekte,  insanlar  bir  gecelik  promosyonlu  ibadetlere  alıştırılmaktadır.  Oysa  Cinn  Sûresinin  18. ayetinde   "  Ve  şüphesiz  ki  mescitler  Allah  içindir.  O  nedenle  Allah  ile  birlikte  herhangi  kimseye  yalvarmayın  /  kulluk  etmeyin. "  denilerek  üstelik  sadece  Allah’ın  anılması  için  olması  gereken  Mescitler,  bugünkü  yapısı  ile  maaşlı  imamların  arkasında  kılınan  namazların  fasık  olduğu,  Maun  /  Kamunun,  yetimin  hakkı  olan  gereksiz  harcamaları  ile  Kur'anın  tabiriyle  Mescidil  Dırar  / Zararlı  Mescit  haline  getirilmiştir.  Mescitlere,  içerisinde  saçmalıklarla,  küfürlerle  dolu  şiir,  allanıp  pullanarak  mevlit  adı  altında  sokulmakta,  Kandil  gecelerinin  vazgeçilmezi  haline  getirilmektedir. Üstelik  Din  yetkililerinin,  görevlilerinin,  pişkin  pişkin  ne  var  canım  bunda,  insanlar  hazır  bu  bahane  ile  ne  güzel  ibadet  etmekte,  bir  araya  gelmektedirler  savunması,  astarın  yüzünden  pahalı  olduğunu,  en  büyük  günahlardan  biri  olan  şirk  suçunu  unutturur  nitelikte  olmaktadır. ( " Allah'a  Ortak  Koşmak  ve  Şirk "   başlıklı  makalemize  bakabilirsiniz )  Bütün  bu  ortaya  çıkarılmış  kötülüklerin  sonunun  "  Kavmin  sûen  /  Kötülük  toplumu,  Sûed  dar  /  Kötülük  yurdu,  olacağını   çok  çarpıcı  deyim  ve  ifadelerle  Kur'an  bize  bildirmektedir. Bu  duruma  gelindiği  zaman  da  Rad  Sûresinin  11. ayetinde  Rabbimiz  "  Gerçekte  bir  halk,  kendi  benliklerinde  olanı  değiştirmedikçe  /  akıllarını  kullanmadıkça  Allah  hiç  bir  şeyi  değiştirmez.  Ve  Allah  bir  topluluğa  Suen  /  kötülük  istedi  mi,  artık  onun  geri  çevrilmesi  söz  konusu  değildir.  Onlar  için  O'nun  astlarından  bir  yardım  eden,  koruyan,  yol  gösteren  bir  yakın  da  yoktur.  "  diyerek  pisliğin,  aklını  kullanmayan  toplumların  üzerinden  belanın  kaldırılmayacağı,  ortak  oldukları  kötülük  ulemasının /  şeytanların  da  onlara  yardımcı  olup  onları  kurtaramayacakları  belirtilmektedir.  

ALLAH’LA  ALDATMA  :  Dünyada  insanı  kandırmanın  en  iyi  ve  kolay  yolu,  anlamak  üzere  de  okumadıklarından  dolayı,  Kur'anın  içinde  nelerin  olduğunu,  hangi  uyarıların  bulunduğunu  bilmedikleri  için,  cübbe,  sakal,  sarık  kıyafetleriyle  din  kisvesi  altındaki  görünümü  ile  din  ehli,  alim  diye  bilinen  kişilerin,  bir  iki  Arapça  laf  ederek  söze  başlayıp,  her  zaman   Allah’ı,  Peygamberi,  Kur’andaki  saptırılmış  ayetleri,  kısacası  dini  inançları  kullanarak  istismar  etmesi  şeklinde  olmaktadır. Daha  önce  hiç  bir  dilde  olmadığı  halde,  "  Allah  ile  aldatma  "  kavramı,  Kur'anımızın  mucizevi  bir  devrimi  olarak  ilân  etmesiyle  ilk  defa  din  diline  sokulmuştur.

FATIR  5  :  Ey  insanlar !  Hiç  şüphesiz,  Allah’ın  yapmak  için  verdiği  söz  gerçektir.  Onun  için  bu  basit  dünya  hayatı  sizi  aldatmasın.  Ve  sakın  o  aldatıcı  sizi  Allah  ile  aldatmasın.

LOKMAN  33  :  Ey  insanlar !  Rabbinizin  koruması  altına  girin.  Ve  babanın  çocuğuna  hiçbir  yarar  sağlamadığı,  çocuğun  da  babasına  hiçbir  şeyle  yarar  sağlamadığı  günden  ürperin.  Şüphesiz  Allah'ın  vaadi  /  kıyamet  gerçektir.  O  halde  basit  dünya  yaşamı  sizi  aldatmasın.  Ve  sakın  o  çok  aldatıcı  sizi  Allah  ile  aldatmasın.

HADİD  14 – 15  :  Onlara  “  Biz  sizinle  beraber  değil  miydik ?  “  diye  seslenirler.  Müminler,  “  Evet  ama  siz  kendi  canlarınızı  ateşe  attınız,  gözlediniz,  kuşkuya  düştünüz  ve  kuruntular  sizi  aldattı.  Sonunda  Allah’ın  emri  gelip  çattı.  O,  çok  aldatan  sizi  Allah  ile  aldattı. “  Bugün  artık  sizden  kurtulmalık  alınmaz,  sizin  varacağınız  yer  ateştir.  O  siz  kâfirlere  yaraşandır.

Allah  ile  aldatmak,  Allah’ın  emretmediği  veya  yasaklamadığı, herhangi  bir  hususu  bilgisiz  ve  bilinçsiz  kişilere  Allah  adına  farzdır,  sünnettir,  vaciptir  diyerek  emretme  ve  yasaklama  girişimidir.  Allah’ın  sıfatlarını  çarpıtarak,  onların  güvenlerini  kazanıp,  cahil  insanlardan  menfaat  elde  etmek  için,  onların  günaha  ve  şirke  girmelerine  yol  açmak,  yine  Allah’la  aldatmaktır.  Kur'anı  anlamadan  sadece  Arapça  okutturup,  hatim  ettik  demek  de  Allah'la  ve  Kur'anla  aldatmaktır. Kur'anı  ölülerinize  okuyun  onlara  hediye  edin, Yasin  Sûresini  mezarlıklarda  okuyun  ölülerinizi  rahatlatın  demek  de,  insanları  Allah'la  ve  Kur'anla  aldatmaktır.  Adaletten  uzaklaşmış  ve  zulüm  ile  sorumluluğunu  yerine  getirmemiş  yöneticilerin,  meydana  gelen  olumsuzlukları,  musibetleri,  kendi  hata  ve  eksikliklerinden  oluşan  kazaları  kader  diye  örtbas  etmeye  çalışmaları  da   Allah'la  aldatmaktır. Bir  çok  ayette  değinildiği  gibi,  Bakara  Sûresinin  150. ayetinde  "  İnsanların  elinde,  sizin  aleyhinizde  hüccet  /  delil  bulunmasın.  Onların  zulme  sapanları  müstesna. "  denilen  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  hücceti  /  Kur'andan  bilgisi  ve  delili  olanın  aldatmayla  susturulması  ve  kandırılması  mümkün  değildir. Hüccet  iki  zıttan  birinin  sağlamlığını  gerektiren,  hakikatlere  dayanan  bütün  delillerdir  /  beyyinedir.  En  büyük  hüccet  / delil  /  hakikat  de  Allah'tır.  Bütün  peygamberlerin  mücadelesinin  temeli,  Kur'anın  açık  beyanıyla  oluşturduğu  hüccettir  /  bilgidir.  Beyyine  /  hüccet  /  bilgi  ve  hakikat  üzerine  oturmayan  iman,  din  sömürücülerinin,  Allah'la  aldatanların  tuzaklarına  karşı  koyamaz.  Bu  da  toplumların  felâketine  neden  olur.  Şura  Sûresinin  16. ayetinde  Ve  kendisine  hüccet  /  karşılık  /  hakikat  /  bilgi  verildikten  sonra  Allah  hakkında  tartışanlar ;  onların  delilleri  Rabbleri  katında  iptal  edilmiştir.  Ve  onların  üzerinde  bir  gazap  vardır.  Çetin  azap  da  onlar  içindir. "  denildiği  gibi,  İnsanlar  susturulmak,  kandırılmak  için  Allah'ı  kanıt  /  hüccet  olarak  kullanamazlar.  Bu  nedenle  Allah'la  aldatma  olan  şirkte  hüccet  aranılmaz.  Bu  tip  aldatmalar  genellikle  din  adamı  kisveli  kişilerce  yapılmaktadır.

BAKARA  79  :  Artık  yazıklar  olsun  ki  o  kimselere,  kendi  elleriyle  kitap  yazarlar  da  sonra  biraz  paraya  satmak  için  “  Bu  Allah  katındandır “  derler.  Artık  o  elleriyle  yazdıkları  yüzünden  onlara  yazıklar  olsun !  O  kazandıkları  şeyler  yüzünden  kendilerine  yazıklar  olsun.

EN  AM  21  :  Ve  Allah’a  karşı  yalan  uydurandan  ve  ayetlerini  yalanlayandan  daha  yanlış  davranan,  kendi  zararına  iş  yapan  kim  olabilir.  Hiç  şüphe  yok  ki,  şirk  koşarak  yanlış  davranan,  kurtuluşa  eremez.

Allah’a  karşı  yalan  uydurmak,  Allah’ın  sözlerini  çarpıtmak,  söylemediği  şeyleri  söylediğini  ileri  sürmektir,  Allah'la  aldatmaktır.  Bu,  Allah  adına  konuşmak,  kendisinin  peygamber  olduğunu  iddia  etmek,  rüyada  ilham  ile  kendisine  seslenildiğini,  Peygamberi  gördüğünü,  kendisinin  ilâhi  niteliklerle  donatıldığını  anlatarak  ve  yazdıklarını  kendisinin  yazmadığını,  onların  kendisine  yazdırıldığını  söyleyerek  insanları  kandırmaktır.  Fatır  Sûresinin  40. ayetinde  "  De  ki  : “ Allah’ın  astlarından  yakarıp  durduğunuz  ortak  koştuğunuz  kimseleri  hiç  düşündünüz  mü ?  Gösterin  Bana,  yeryüzünde  neyi  oluşturmuşlar ?  Ya  da  onlar  için  göklerde  bir  ortaklık  mı  var ?  Ya  da  Biz  kendilerine  bir  kitap  vermişiz  de  onlar,  ondan  bir  delil  üzerinde  midirler  “  Tam  tersi,  şirk  koşarak ;  kendi  zararına  yanlış  iş  yapan  o  kimseler,  birbirlerine  aldatmadan  başka  bir  vaatte  bulunmuyorlar. "  yine  Kalem  Sûresinin  36 - 38. ayetlerinde  "  Neyiniz  var,  nasıl  hükmediyorsunuz ?  Yoksa  içinde  ders  aldığınız  şeyler  : “ Siz  bu  alemde  neyi  seçip  beğenirseniz  /  hoşunuza  gidecek  “  size  ait  bir  kitabınız  mı  var ?  "  ifadeleriyle  bu  konularda  gerekli  uyarıların  yapılmış  olmasına  rağmen  bu  kandırmalarla  bugün,  her  Tarikatın  ve  onlara  bağlı  Cemaatlerin  şeyhinin  veya  imamının,  kendisinin  yazdığı  kitaplar,  o  Tarikatta  bulunanların  inançlarının,  dinlerinin  ve  yaşamlarının  rehberi  olmakta  ve  Kur’an  terk  edilerek  o  kitaplara  göre  dinler  yaşanmaktadır.

DİNDE  BÖLÜNMELER  :  Müslümanların  en  çok  aldatıldığı,  Hakk  Dinin  yozlaştırıldığı  inanç  ve  uygulamalar,  Beyyine  Sûresinin  4. ayetinde  "  Ve  o  Kitap  verilen  kişiler,  ancak  kendilerine  açık  kanıt  geldikten  sonra  ayrılığa  düştüler. "  açıklamalarına  ve  Rum  Sûresinin  31 - 32. ayetlerinde  de  "  Kalben  O'na   yönelenler  olarak  Allah'ın  koruması  altına  girin,  salatı  ikame  edin,  ortak  koşanlardan ;  dinlerini  parça  parça  bölmüş,  ayrılıkçı  gruplara  ayrılmış  kimselerden  de  olmayın.  Her  ayrılıkçı  gup  kendi  yanlarındaki  şeylerle  böbürlenmektedir. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarılara  rağmen  dindeki  bölünmelerle,  gruplaşmalarla  ortaya  çıkmaktadır.  Zamanında  Mezhepleşmenin,  Tasavvufun,  Tarikatın,  Cemaat  bölünmelerinin  bulunmadığı, Peygamberimizin  vefatından  yaklaşık  100  yıl  sonra,  Hakk  Dindeki  yozlaşma,  O’na  nispet  edilen  uydurma   hadis  ve  rivayetlerin  ortaya  çıkması,  yaklaşık  200  yıl  sonra  da  bunların  kitaplar  haline  getirilerek  Kur’an  yerine  okunması  ile  başlamıştır.  Bunun  yarattığı  tahribatla  kalınmamış,  Kur’an  ayetlerinin  üzerine  çeşitli  kişilerin  yaptığı  farklı  yorumlarla  Mezhepler,  Tarikatlar,  Cemaatler  ortaya  çıkmış,  insanlar  yaşadıkları  din  bakımından  İslam’dan  ayrılarak  grup  grup  bölünmüşlerdir. Oysa  Kur'anda  bu  bölünmelere  onay  verilmemekte  ve  daha  pek  çok  ayetle  de  uyarılar  yapılmaktadır.

ŞURA  14  :  Ve  onlar  ancak  kendilerine  bilgi  geldikten  sonra,  aralarındaki  taşkınlık  yüzünden  ayrılığa  düştüler…Ve  şüphesiz  kendilerinden  sonra  Kitab ‘a  varis  kılınan  kişiler,  Kur’andan  kesinlikle  kararsızlığa  götüren  bir  kuşku  içindedirler.

MİMİNUN  53  :  Sonra  insanlar  kendi  aralarındaki  işlerini  parça  parça  böldüler.  Her  grup  kendinde  bulunan  ile  sevinip  böbürlenmektedir.

ALİ  İMRAN  105 – 107  :  Kendilerine  apaçık  deliller  geldikten  sonra  parçalanan  ve  ayrılığa  düşen  kimseler  gibi  de  olmayın.  İşte  bunlar,  birtakım  yüzlerin  beyazlaştığı,  birtakım  yüzlerin  siyahlaştığı  günde  büyük  bir  azap  kendileri  için  olanlardır.  Artık  yüzleri  kararan  kimselere  “ siz  inandıktan  sonra  yeniden  kâfir  mi  oldunuz. ?  Öyleyse  küfretmenizden  dolayı  tadın  cezayı “….

Bu  ayetlerde,  insanların  cahilce  taassubuna,  bağnazlıklarına,  fanatizmlerine  işaret  edilmektedir. Dinde  tefrikaya  düşenler,  Mezheplere,  Cemaatlere  ayrılanlar,  ölçmeden,  tartmadan,  düşünmeden,  aklını  kullanmadan,  sorgulamadan   içinde  bulunduğu  grubun  yaşamı  ile  övünmekte,  en  doğru  Din  yaşamının  kendilerinde  olduğu  fikri  sabitine  kapılmaktadır.  Bu  inanç  ise  onları  sadece  kendilerinin  Cennete  gireceği  ve  diğer  72  fırkanın  helâk  olacağı  kabulüne  sürüklemektedir.  Cahil  Müslümanlar,  Tarikat  ve  Cemaatlerle  önüne  konulan  dini  sorgulamadığı  için,  adeta  futbol  takımlarının  taraftarları  gibi  fanatizme  bürünerek  sahip  çıkmaktadır.  Varını,  yoğunu,  bu  yoldaki  hizmete  adamakta,  aslında  sömürüldüğü  için  de  maddeten  tükenme  noktasına  gelmektedir.  Hem  bu  dünyasını  ve  hem  de  Ahiret  dünyasını  kaybettiğinin  farkında  da  değildir.

Peygamberimizin  vefatından  yaklaşık  70  yıl  sonra  ilk  defa,  İmam ı  Azam  Ebu  Hanefi,  din  adına  fıkıh  amellerinin  nasıl  yapılacağını  sistemleştirmiş,  aklın  süzgecini  ön  planda  tutmuş,  uydurma  hadis  ve  rivayetleri  elinin  tersiyle  itmiş,  zamanının  muktedirlerinin  çıkarlarına  hizmet  etmemiş,  onlara  biat  etmemiş,  bundan  dolayı  da  hayatının  son  yirmi  beş  yılını  zindanlarda  geçirerek  dövülerek  öldürülmüş,  kitaplar  yazmış  İslam  bilginidir. Ölümünden  sonra  onun  ortaya  koyduğu  fıkıh  ilminin,  içtihatlarının  ardından  gidenler  bir  araya  toplanmış  ve  Hanefi  mezhebini  oluşturmuşlardır.  Ardından,  İmam  Şafii,  İmam  Malik,  İmam  Hanbel  de  fıkıh  amelleri  ile  ilgili  farklı  görüşlü  kitaplar  yazmışlardır. Onların  eserlerini  benimseyip,  öngördükleriyle  amel  edenler  de  grup  grup  bir  araya  gelmişler  ve  böylece  Şafii,  Maliki,  Hanbeli  Mezheplerini  oluşturmuşlardır.  Aslında  her  mezhep  de  diğerlerini  kendi görüşlerinden  farklı  görerek  karalamış,  birbirlerini  kötülemişlerdir. Bu  bağlamda  hem  Hanefi  mezhebindeyiz  demekte  olanlar,  İmamı  Azam  için  "  Güvenilmez  adam "  ( Tarihu'l  Kebir  c. 8,  sa. 81 ) " Sapık  Mürcie  mezhebinin  mensubu " (  Tarihu'l  Evsat  c. 2,  sa. 93 )  " Küfründen  dönmesi  için  iki  defa  tevbeye  çağrılan  adam  Kâfir  gitti " ( Kitabuz  Zuafa  s. 132 )  diyen  İmam  Buhari'yi  hem  de  yere  göğe  sığdıramamakta  ve  onun  topladığı  hadislerle  dinlerini  yaşamaktadırlar. Daha  sonra  ortaya  çıkan  her  yazarın  eseri  de  yeni  yeni  Mezhepleri  doğurmuş,  Ehli  sünnet,  Sünni  Mezhepler,  Ehli  Sünnet  sayılmayan  Ehlibeyte  bağlı  Şii  Mezhepler  diye  sınıflamalarla,  sayıları  da  almış  yürümüş.  Daha  sonra  bir  araya  gelen  din  Ulemasının  oluşturduğu  komisyonlar  bu  Mezheplerin  çoğunu  saf  dışı  ederek,  adeta  Hristiyanları  da  taklit  etmiş  gibi,  4  tanesinde  Hakk  Mezhep  olarak  karar  kılmışlardır.  Hanefi,  Şafi,  Maliki,  Hanbeli  olmak  üzere  bu  dört  Sünni  Mezhep  hakktır,  her  biri  diğer  üçünü  hakk  bilir  demişlerdir. 

Ancak  Ulema  denilen  bazı  kişilerin  kendi  tercih  ve  düşünceleriyle  üstelik  de  Kur'anımıza  aykırı  olarak  belirledikleri  bu  ifade  ve  kabullerin  mantık  ve  Kur’an  açısından  kabulü  ve  tutarlılığı  yoktur.  Mezhepler  4  değil,  Sünni,  Şii  diye  iki  de  olsa,  dinde  parçalanma  Kur’ana  aykırıdır.  Enam  Sûresinin  159. ayetinde  "  Şüphesiz  dinlerinde  parça  parça  grup  grup  olan  şu  kimseler ;  Sen  hiç  bir  şekil  ve  davranışça  onlardan  değilsin  Şüphesiz  onların  işi  Allah'adır. "  denilerek  Peygamberimizin  bu  bölünmelerle  hiç  bir  ilgisinin  olamayacağı  belirtilmekte,  Ali  İmran  Sûresinin  103. ayetinde  de  "  Ve  hep  birlikte  Allah'ın  ipine  sıkıca  sarılın  ayrılmayın  ve  Allah'ın  üzerinizdeki  nimetini  hatırlayın  "  denilerek  ve  daha  bir  çok  ayette  bölünmeme,  parçalanmama,  gruplaşmama  uyarıları  yapıldığından  dolayı  dinimizde  Mezhepleşme  yoktur.  Buna  rağmen  bugün  bu  Mezhepler  yaşanacak  Din  adına  insan  hayatının  her  alanına,  işine  aşına,  namazına,  niyazına,  abdestine,  ibadetine,  oturmasına,  kalkmasına,  Sünneti  Seniye  denilerek  müdahale  ederken,  her  konuda  ihtilaflı  ve  farklı  hükümler  öne  sürmüşler,  birinin  olur  dediğine  diğerleri  olmaz  demişlerdir.  Halbuki  İslam  dininin  kaynağı,  İcma,  İçtihat,  Fetva,  Mevzuu  ( uydurma )  Hadisler  değil,  Kur'andır.  Müslümanların  birleşmesi  gereken  tek  yol,  tek  akıl  vardır,  o  da  gruplara  ayrılıp  Mezhepleşmek  değil,  bütün  ihtilafların,  soruların  tek  cevabının  ve  çözümünün  yer  aldığı  Kur'an  ayetleridir.  Doğrusunu  en  iyi  bilen  Allah'tır.  Hüküm  Allah'ındır.  Allah  hiç  kimseyi  hükmüne  ortak  etmez. Yukarıda  değindiğimiz  Kur’an  ayetlerine  rağmen,  bugünkü  din  anlayışında  Mezhepler  dinimizin  zenginlikleridir  kandırmacasına  aldanarak  hala  Mezheplerin  dinin  olmazsa  olmazı  halinde  kabul  edilmesi  anlaşılabilecek  bir  şey  değildir. Üstelik  de  tarih  boyunca  Mezhep  bölünmeleri, Müslümanların  geri  kalmışlığının,  iktidarlar  arasındaki  saltanat  çatışmasının  temelini  oluşturan  sebepler  olmuştur.

Mezheplerin  ardından,  İslam  dinindeki  en  büyük   sapmalar,  çarpıtmalar  ve  yozlaşmalar,  Tevhit'den  uzaklaşılarak  bir  şirk  ve  küfür  dinine  dönüşen   Kur'anın  dışındaki  Tasavvufi  Tarikatların  ve  Cemaatlerin  eliyle  olmuştur. Tarikatlaşma  ve  Cemaatleşme  ile  sömürü   düzeninin   kurulması,  Maide  Sûresinin  35. ayetinde  "  Ey  iman  etmiş  olan  kişiler ! Kurtulmanız,  zafer  kazanmanız  için  Allah’ın  koruması  altına  girin. O’na  yaklaştıracak  şeyleri  vesile  arayın  ve  O’nun  yolunda  gayret  gösterin. "  ifadelerindeki  anlamın  saptırılarak,  yanlış  kullanılmasının  ardından  yaygınlaşmıştır. Bu  ayette,  kurtulmak  /    felaha  ermek,  Cennete  kavuşabilmek  için,  aslında  müminlerin  kendilerini  takva  /  sakınma  bilincinin  sahibi  yapacak,  Allah’a  yaklaştıracak  şeyleri  sebep  olarak,  araç  olarak  kullanmaları,  her  türlü  fırsatı,  davranışı,  ameli  vesile  olarak  bilmeleri  ve  Allah  yolunda  her  türlü  çabayı  harcamaları  önerilmektedir. Burada  Allah'a  yaklaştırmak  üzere  kastedilen  vesile,  herhangi  bir  kişinin  Velinin,  Evliyanın,  Mürşidin  kendisi  veya  onun  aracılığı  değil,  çabalardır,  fırsatlardır.  Kur'anımız  bin  dört  yüz  yıl  önce  Allah'a  yaklaştıracak  vesilelerin  neler  olacağını  da  Hucurât  Sûresinin  13. ayetinde  "  Takva  sahibi  olmak  /  her  türlü  kötülüklerden  uzak  durmaya  çalışmak  "  olduğunu  ifade  ederek,  mucizevi  bir  devrim  olarak  "  Dindarlığın  insanlar  arasında  üstünlük  ölçüsü  olduğu  anlayışını  yıkmış  ve  Allah  ile  kul  arasında  olduğunu  belirtmiştir.

Alak  Sûresinin  19. ayetinde "  Allah'a  secde  etmek  /  boyun  eğip  teslim  olmak,  Allah'ın  uyarılarına  uymak  "  Sebe  Sûresinin  37. ayetinde  "  İman  etmek,  salihatı  işlemek  / Toplumda  iyileştirmeye  düzeltmeye  yönelik  işler  yapmak " Tevbe  Sûresinin  100. ayetinde  "  Sabikun  /  öne  geçenlerden  olmak,  iyilik,  güzellik,  yardımlaşma  ve  dayanışmada  yarışların  içerisinde  olmak. "   gibi  yine  Kur'anımızda  çeşitli  ifadelerle  Allah'a  yaklaştıracak  vesilelerden  örnekler  verilerek  gösterilmiştir. Üstelik  ayetteki  emirler  ve  uyarılar  sadece  Müslümanlara  değil,  aynı  zamanda  Peygamberimize  de  yöneltilmektedir. Peygamberimiz  de  mi  aksi  halde  kendisine  doğru  yol  için,  bir  başka  kişiyi  vesile  olarak  arayacaktır.  Buna  rağmen  fırsatçılar,  buradaki  vesile  sözcüğünü, "  Mürşidi  olmayanın  Mürşidi  Şeytandır  "  uydurma  hadisini  de  kullanarak  “ Allah’a  götürecek,  yaklaştıracak,  aracı  olacak  mürşit  “  manası  ile  nasıl  olsa  Kur’anı  okumayan,  sorgulamayan  cahil  insanları  kandırarak,  etraflarında  toplamayı  başarmışlar,  böylece  de  Tarikatlaşmanın,  Cemaatleşmenin  yolunu  açmışlardır. Bu  gruplaşmayı  sağlayan,  kendisine  Mürşit,  Evliya  dedirttiren  kurnazlar,  kendilerini  hesap  vermeyen,  her  şeyi  bilen,  kişilere  ve  müritlere  vesile  olan,  ruhani  bir  büyük  olarak  tanıtır. Peşin  peşin  de  otoriteye  soru  sorulmaz,  hadsizlik  edilmez  korkusu  da  kafalara  yerleştirilir. Tarikatlarda,  mürşitler  müritlerini  kul  yerine  koyar,  müritler  de  mürşitlerini  efendi  ( Rabb )  edinirler. Cenneti  birlikte  parsellerler,  ama  şirk  ve  küfür  batağına  saplandıklarının  farkında  da  olmazlar.  Kur'anı  da  anladıkları  dilden  okutturmadıkları  için,  şirk  batağının  tozunu  bile  üstlerine  kondurmazlar. Oysa  Kur’andaki,  ayetlerin  uyarılarına  göre,  Ahkaf  Sûresinin  9. ayetinde  "  De  ki  :  Ve  ben  bana  ve  size  ne  yapılacağını  bilmiyorum.  Ben  sadece  bana  vahyedilene  uyuyorum.  Ben  sadece  apaçık  bir  uyarıcıyım. "  yine  Araf  Sûresinin  6. ayetinde  "  Andolsun,  elçileri  de  elçi  gönderilenleri  de  sorguya  çekeceğiz. "  denilerek  ifade  edildiği  gibi,  Peygamberler  de  dahil  Veliler,  ( Evliya )  İmamlar,  Seyyitler,  Mürşitler  de,  hiç  bir  kimse  sorgulanmaktan,  hesap  vermekten  muaf  değildir,  hiç  kimsenin  Cennet  garantisi  yoktur. ( Tarikatlarla  ilgili  geniş  bilgi  için  "  Tasavvuf  Dinindeki  Kerametler  "  başlıklı  makalemize  bakabilirsiniz )

KUR’ANIN  YERİNİ   HADİSLERİN  ALMASI  :  Kur’an,  içine  yerleştirildiği  mucizelerle  Allah’ın   bizzat   koruduğu,  bundan  dolayı  da   ayetlerinin   tahrif   edilemeyeceği  muhkem  bir  kitaptır.  Kur’anı  tahrif  edemeyeceklerini  görenler,  Peygamberimizin  vefatından  sonra, O’nun  adına  uydurulan  yalan  sözlerle  ve  rivayetlerle  özel  emellerine  ulaşabilmişlerdir.  Bugün  görülen  dindeki  yozlaşmanın,  Kur’an  dışında  yaşanan  din  olgusunun,  bir  ayağı  da  Hadis  denilen  ve  Peygamberimize  ait  olduğu  kesin  olmayan  ve  çok  tartışmalı,  bazıları  da  çok  tutarsız,  Kur’ana   tamamen  aykırı  olan  uydurma   sözlerin   büyük  bir  heyecanla  ve  de  hiç  sorgulanmadan  kabul  edilmesidir. Halbuki  Allah’ın  halis  dini  İslam ‘ın  tek  ve  ana  kaynağı  olan  Kitabımızda,  ayetlerle  en  güzel  sözün  ( Ahsenel  Hadis )  denilerek,  Kur’an  ve  içindeki  sözlerin  olduğu  bildirilmekte,  bu  sözün  üzerine  başka  bir  sözün  söylenemeyeceği  uyarısı  yapılmaktadır. Hucurât  Sûresinin  1. ayetinde  de  "  Ey  iman  etmiş  kimseler !  Allah'ın  ve  Elçi'sinin  iki  eli  arasında  öne  geçmeyin /  dinde  kendi  görüşlerinizi  öne  çıkarmayın.  Ve  Allah'ın  koruması  altına  girin.  Şüphesiz  Allah  en  iyi  işitendir,  en  iyi  bilendir. "  ifadeleriyle  belirtilerek  adeta  "  Allah  ve  Elçi'sini  yalan  ve  iftiralarınıza   alet  etmeyin.  Allah'ın  kitabında  olmayanı  var  göstermeyin,  Rasûlullah'ın  söylemediği,  yapmadığı  bir  şeyi  söylemiş,  yapmış  gibi  aktarmayın,  size  bir  emir  verildiğinde  onu  tartışmadan,  itiraz  etmeden  uygulayın "  denilmektedir.  Ama  buna  rağmen  insanları  etraflarında  toplayarak,  kendilerine  bir  itibar  ve  dünya  çıkarlarını  elde  etme  amacında  olan  bir  takım  önder,  Veli,  Evliya,  Seyit,  İmam  denilen  kişiler,  daha  sonraki   zamanlarda  Peygamber  adına  söylenen  sözleri  daha  işin  başında  din  eğitimi  için  “  Hadislere   inanmamak,  güvenmemek,  insanı  dinden  çıkarır,  hadissiz  din  olmaz. "  ( Müslim  833 )  gibi  hadislerle  insanları  tehdit  etmekte,  aslında  Mubin  / apaçık,  Mufassal  /  eksiği,  gediği,  olmayan  Kur'anın  yetersiz  ve  eksik  görülmesiyle  şirkin  dibine  inilmekte,  Ulema,  Hoca  Efendi  dedikleri  kişiler  de  ısrarla  Kur’anın  hadislere  ihtiyacı  vardır  şartlandırmasıyla   beyinleri  yıkamaktadır.

ZÜMER  23  :  Allah,  ahseni'l  hadis  /  sözün  en  güzelini,  benzeşen  anlamlı  olarak,  ikişerli  bir  kitap  halinde  indirmiştir.  Ondan  Rablerine  saygısı  olanların  tüyleri  ürperir.

MÜRSELAT  50  :  Artık  onlar  Kur'andan  sonra  hangi  hadise  / söze  inanacaklar ?

VAKIA  81  :  Peki  şimdi  siz  bu  hadisi  /  Sözü  /  Kur’anı  mı  küçümsüyorsunuz. ?

TUR  33 – 34  :  Yahut  vahyedilenleri  “ Kendi  uydurup  söyledi  “  mi  diyorlar.  Aslında  onlar  inanmıyorlar.  Peki  onun  gibi  bir  sözü  onlar  getirsinler.  Eğer  doğru  kimseler  iseler.

HADİS  :  Sonradan  meydana  getirilen,  yaratılmış  olan  söz  demektir.  Ayetlerde,  Rabbimiz  en  güzel  sözü  Kur’an  olarak  Kendisinin  söylediğini  ifade  etmektedir.  Öte  yandan  birçok  ayette  de  Rabbimiz,  Kendisinin  bu  en  güzel  sözünün  üzerine  Peygamberimizin  dahi  söz  söyleyemeyeceği,  Allah’ın  vahyettiklerinin  üzerine  ( dine )  herhangi  bir  hüküm  ilave  etmesi  veya  eksiltmesinin  söz  konusu  olamayacağı  bildirilmektedir.

YUNUS  15  :  Ve  ayetlerimiz  onlara   açıkça  okunduğunda,  Bize  kavuşmayı  ummayanlar ;  “  Bundan  başka  bir  Kur’an  getir,  yahut  bunu  değiştir. “ dediler.  De  ki : “ O’nu  kendimin  öngörmesiyle  değiştirmem  benim  için  söz  konusu  olamaz.  Ben  sadece   bana   vahyolunana   uyuyorum.  Rabbime  isyan  edersem,  kesinlikle  büyük  bir  günün  azabından  korkarım.  

HİCR  9  :  Hiç  kuşkusuz  Biz,  o  öğüdü  /  Kur’anı,  Biz  indirdik  Biz.  Ve  kesinlikle  Biz  onun  için  koruyucularız.

HAKKA  44 – 47  :  Eğer  Elçi  /  Muhammed,  bazı  sözleri  Bizim  sözlerimiz  olarak  ortaya  sürseydi,  kesinlikle  O’ndan  tüm  gücünü  alırdık. Sonra  O’ndan  can  damarını  kesinlikle  keserdik.  Artık  sizden  hiç  biriniz  O’na  siper  de  olamazdınız.

Bu  ayetlerde  Peygamberimizin  şahsında  tüm  insanlığa  açık  ve  net  mesajlar  ve  tehdit  vardır.  Hiç  kimse  Kur’ana,  dolayısıyla   Allah’ın  Hakk  Dinine  müdahalede  bulunamaz. Ekleme,  çıkarma,  değiştirme  yapamaz.  Aksi  halde  azap  ile  cezalandırılır.  Bundan  dolayı  da  hiç  kimse  Allah  veya  Peygamber  adına  laf  üretmemelidir.  Din  adına  verilecek  hükümler,  mutlaka  Kur’andan  olmalıdır. Ama  yine  de  Enam  Sûresinin  38. ayetinde  Rabbimiz, “ Biz  bu  Kitapta  hiçbir  şeyi  eksik  bırakmadık “  dediği  halde,  bütün  bu  konudaki  başka  ayetlere  rağmen,  Peygamberimizin  vefatının  ardından,  O’na  atfedilen  binlerce  söz  ( Hadis )  ortaya  çıkmış  ve   Kur’an  ayetlerinin  yerine  kullanılır  olmuştur.  Önce  dinin  Kur’andan  öğrenilemeyeceği  düşüncesini  yaygınlaştıran  bir  ulema  sınıfı  ortaya  çıkmıştır.  Arapça  olduğu  için  siz  Kur’andan  bir  şey  anlayamazsınız,  sadece  hatim  edin  biz  ölülere  bağışlayalım  uygulaması  yerleştirilmiştir. Giderek  uydurulan  binlerce  hadis  ve  nüzulü  sebep  rivayetleri,  Kur’an  ayetlerinin  ve  dini  ilkelerin  yerini  almış,  saf  ve  tertemiz  din,  hurafelerin  istilasına  uğramıştır.  Bunun  sonucunda  din  paramparça  olmuş,  mezheplerin,  tarikatların  doktriner  hüküm  ve  kuralları  egemen  olmuştur. ( Sitemizde  "  Hadislerle  Yaşanan  Din  "  başlıklı  makalemizde  daha  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. )

Kur’anı  terk  eden,  Allah’a  gerçek  manada  yönelmeyen,  Allah’tan  başka  Rabbler  edinip  şirke  bulaşan  ve  parça   parça  bölünen  Müslümanlar,  Kur’an  dışında  yaşadıkları  yozlaşmış  dini  terk  etmedikçe,  akıllarını  kullanmazlarsa,  bu  dünyada  da  üzerilerindeki   belalardan,  musibetlerden,  huzursuzluklardan,  mutsuzluklardan  ve  kavgadan  asla  kurtulamayacaklardır.  Ama  en  ciddi,  korkunç  ve  ürkütücü  olanı  da  Enam  Sûresinin  22 - 23.  ayetlerinde  "  Ve  o  gün  hepsini  toplayacağız.  Sonra  Biz  ortak  koşan  kimselere   "  Hani  nerede  o  gerçeğe  aykırı  olarak  inandığınız  ortaklarınız ? "  diyeceğiz.  23  :  Sonra  onların  ateşlere  atılmaları  "  Ey  Rabbimiz  Vallahi  /  Allah'a  yemin  olsun  ki  biz  ortak  koşanlardan  değildik,  demekten  başka  bir  şey  değildi.  "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi,  Allah'ın  huzurundaki  küfür  ve  şirkin  muhatabı  olarak  sorgulanmaları  olacaktır.  Öte  yandan  Şura  Sûresinin  30. ayetinde  "  Ve  size  musibetten  isabet  eden  şeyler,  işte  kendi  ellerinizle  kazandıklarınız  yüzündendir. "  ifadeleriyle  belirtilen  Rabbimizin  uyarısı  unutulmamalıdır  ki,  elbette  ki,  insanların  ve  toplumların  lehinde  ve  aleyhinde  tecelli  eden  tüm  olaylar  bizzat  kendi  fiillerinin  ve  yaptıkları   tercihlerinin   birer  sonucudur. Yüce  Rabbimizden  dileyelim  ki,  ben   Müslüman’ım  diyenler,  şirkten,  Allah’a  ortak  koşmaktan,  çok  sevdiğimiz  Peygamberimizi  dahi  Allah’ın  yanında  ikileme  yaparak  ortak  koşmaktan  uzak  durabilsinler.  Ahkaf  Sûresinin  5. ayetinde  "  Ve  Allah'ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiç  bir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler,  o  kimselerin  yalvarışlarından  habersizler  de. "  denilerek  belirtildiği  gibi,  Allah’tan  başka  Şefaat  ya  Resulullah  deyip  peygamberden,  türbelerdeki  ölülerden,  Evliya  ve  Velilerden  yardım  istemekten  vaz  geçsinler. Tarikat  ve  Cemaat  esaretinden  akıllarını  kullanarak  şirk  batağından  kurtulabilsinler.  Kendi  durumlarını  Kur’an  ışığı  altında  değerlendirebilsinler.  Tevbe  ederek  Allah’a  sığınsınlar,  gerçek  manada  Kur’an  mümini  olarak,  din  gününün  azabından  kurtulabilen,  Allah  katında  zafere  ulaşabilen  kullar  olsunlar.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !...


ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  (  Tebyin  ül  Kur’an  )

Ramazan  Demir :  Hadım  Edilen  Nebi  Yusuf  I.

















 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET