 
 Müslümanların, ülkemizde ve Anadolu'da din adına doğru olarak bildikleri halde, aslında yanlış olarak yaşatıldıkları ve Allah'la aldatıldıkları konulardan biri de özellikle Tasavvufi Tarikat ve Cemaatlerince kutsallaştırılarak " mübarek " denilen bazı günler, geceler ve aylarla, bu ayların içerisinde sonradan yerleştirilmiş ve bidat olan kandil geceleridir. Bu aylar, günler ve geceler için de özel namaz, oruç ve zikirler icat edilmiştir. Fakat icat edilen bu özel ibadetler, sadece bu kesimlerde kalmamış, maalesef Kur'anın önüne geçirilen uydurma hadis ve rivayetlerin sayesinde dilden dile dolaşarak kanıksanmış, inanç ve amellerin yozlaşmasına yol açan bu yalanlar vazgeçilemez bir ibadet halini almıştır. Gelenekleşmiş bu ibadetler, zaman içerisinde çeşitli yayın araçlarıyla daha geniş kitlelere ulaşmış, günümüzde ise bizzat devletin resmi kuruluşları tarafından da uygulattırılır olmuştur. İnsanlar dinlerinin yegâne kaynağı olduğu halde Kur'anı anlayarak okumadıklarından, Kur'anda Zuhruf Sûresinin 36. ayetinde " Ve her kim Rahman’ın öğüdünden, anılmasından körleşirse, Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için yandaştır. Ve şüphesiz ki yandaşlar körleşenleri yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar. " uyarılarından haberleri de olamamış, doğru yolda olduklarını zannederek, önlerine konan bu promosyonlu bir gecelik yalanlara hiç sorgulamadan çok kolaylıkla inanmışlardır. Bu bağlamda Peygamberimizin vefatından sonra Kur'an dışında hadis kitaplarıyla " üç aylar " diye bir kavram ortaya çıkarılmış, her Tarikat, her Cemaat ve her zümre, oruç ile beraber, nafile, tatavvu, revatip, elfiye, kandil, evvabin, şükür, kuşluk isimlerinde bir çok namaz çeşidi ve şekli uydurulmuştur. Bu namazların rekâtları ve kıraatları da birbirinden farklıdır. Bu ayların içerisine de Regaip Gecesi, Miraç Gecesi, Berat gecesi, Kadir Gecesi isimleri ile kutsal addedilen Kandil Geceleri serpiştirilmiş, Hicri takvime göre Rebiul Evvel ayının 12. gecesi de Peygamberimizin doğum gecesi diye hiç de tutarlı olmayan bir hesaplama ile Mevlit Kandili gecesi olarak ihdas edilmiştir. Bu gecelerin kutsallığı üzerine imam denilen birilerince yüzlerce hadis uydurulmuş, özel ibadet şekilleri ile de cennetin anahtarları sunulmuştur. Oysa Kur'anda olmayan, Allah'tan başkaları tarafından konulmuş kural ve hükümleri " Din " diye kabul etmek, Kur'ana göre en büyük günah olan şirktir.
Bugün kökleşmiş olan, atalardan, büyüklerden intikal ettirilmiş ve gelenekselleştirilmiş olan bu uygulamalar, Kur’an açısından değerlendirildiğinde, üzerine kutsallık atfedilen ibadetin özel günü, ikramiyeli özel gecesi, özel ayı gibi özel zamanları olamaz. Peygamberimizin zamanında ve bizden başka bir çok Müslüman ülkesinde olmayan böyle uygulamalar, Kur'anın ve İslam’ın ruhuna da aykırıdır. Rum Sûresinin 17. ayetinde “ O halde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde, gece sırasında, öğleye erdiğinizde, her zaman Allah’ın tesbih edilmesidir. / Tüm noksan sıfatlardan arındırılmasıdır. " denilerek belirtildiği gibi, mecazi anlatımıyla ibadetin, kulluğun sürekliliğine dikkat çekilmektedir. İslam dininde, Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımanın ve tanıtmanın, O'na yönelmenin senenin her ayında, her gününde, her saatinde, sabah akşam, gece gündüz, ibadetin ve kulluğun sürekliliği esastır. İslam Dininde yapılan kulluk görevlerine ekstra promosyon verildiği, yok cuma günü, yok oruç günü, yok hacca gidildiğinde, yok kandil gecelerinde, yok abdest alındığında zet raporu gibi günahların temizlendiği zamanlar yoktur. Dinimizde ibadetin zamanla ilgisinin olmadığı gibi kutsal yerler denilen zeminle de ilgisi yoktur. Yani Mekke'de kılınan bir namaz ile Moskova'da kılınan bir namazın, ya da Medine'de tutulan bir oruç ile İzmir'de tutulan gerçek bir orucun, dinimiz nezdinde hiç bir farkı yoktur.
Kur'anda kutsallaştırılmış üç aylar ve kutsallaştırılmış geceler diye bir kavram yoktur ama, aksine bilakis soygunun, yağmanın, savaşın ve öldürmenin özellikle yasak ve haram kılındığı, Hacc ibadeti için gelip gitmelerin, yolculukların güvenlikli yapılabilmesi için o bölgede ve o dönemde yaşayan toplumların anlaşmalarıyla belirlenmiş ve kendi aralarında gelenekleşmiş olan Kur'anın da yer verdiği dört haram ay vardır. İnsan eliyle sonradan dine sokulup kutsallaştırılmış geceler ve üç aylar bidatları ile ilk kez tarihte Ebu Bekir ve Halife Ömer’in mücadele ettikleri, daha sonra 900 lü yıllarda tekrar gündeme getirilip orta doğuda kutlandıkları görülmektedir. Bizde ise ilk defa Osmanlı döneminde 1570 li yıllarında Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sarı Selim zamanında minarelerde gece kandilleri yakılarak kutlanmaya başlanmıştır. Bu nedenle de diğer Müslüman ülkelerinde olmayan bu kutsallaştırılmış gecelere Kandil adı verilmiştir. Dolayısıyla bir aydınlatma aracı olan kandil ifadesiyle, birbirine kandil kutlaması yapan insanlar, aslında mum, lamba, ampul ve fener kutlaması yapmaktadırlar. Bu bilgiler ( Diyanet İslam Ansiklopedisi İst. 2001 cilt 24 sahife 300 ) de yayınlanmıştır. Ama buna rağmen düşündürücüdür ki bidat olan, dine sonradan ilave edilmiş olan bu geceler, artık bizzat siyasallaşmış Diyanet İşleri Başkanlığınca organize edilmekte, Dinde olmayan, bidat olan şirk mertebesindeki mevlitler, dualar Camilerde tertip edilmektedir. Bu geceler için Peygamberimizin ağzından uydurulmuş pek çok hadis ve rivayetle Müslümanlara Cennetin kapılarının anahtarları sunulmakta, Allah'la aldatılan insanlar istismar edilmektedir. Bu hadis ve rivayetlerin yalan olduğu, bizzat rivayetçilerin kendi ağızlarından itiraf edilmiş olmasına rağmen, yine de yanlış olan bu geceler, otoriteler tarafından Müslümanlara yaşatılmaya, bir gecelik bir kaç ritüelle kolayca Cennete kavuşulacağına inandırılarak ikramiyeli gecelerin kutsallığına alıştırılmaya çalışılmaktadır.
Halbuki Yüce Rabbimiz Allah, Cennetin hangi şartlarda kazanılabileceğini, kimlerin kendilerini kurtarabileceğini pek çok ayetle açık açık belirtmiştir. Tabiri caiz ise Cennetin üzerine tabela asmış, temelde iyi bir insan olabilme hedefinde adeta insanlara lütfedeceğim dediği Cennetin bedeli şudur diye, Bakara 177, Tevbe 111, Saf 10, Ali İmran 92, Müminun 1 - 11, Kalem 34, Ankebut 1 - 5, Nebe 31 - 36, ayetlerinde bildirdiği gibi ; * Tevhit / Allah'ın birliği inancı ile ortak koşmama bilinciyle sağlam ve şirke bulaşmamış tahkiki iman, * Birr ve takva / her türlü kötülükten sakınma ölçüsünde yaşam * Allah yolunda ve insanlık için harcanacak çaba ile doğruya yönelterek salihatı işlemek * Allah'ın rızası gözetilerek, salat etme / destekleşme, paylaşma, dayanışma yardımlaşma anlayışı içerisinde ihtiyacı olan insanlar ve yardım kurumları için infak edilerek harcanacak para, mal, emek... olarak ana hatlarıyla ortaya koymuştur. Aslında bütün bunlara rağmen Allah'ın insanlar için bahşettiği nimetlere karşı, hayat boyunca yerine getirilecek ibadetlerin hiç biri Cennetin kazanılmasına yetmez. Eğer Allah, Rahman, Rahim ve Tevvab sıfatlarıyla bağışlayarak lütufta bulunmazsa hiç kimse de Cenneti kazanamaz.
Cennete giden yol, Kur'anda böyle kesin ve net iken, falan yerde, falan gece, bilmem kaç rekât nafile veya uydurulmuş tespih namazı kılan, ya da şu kadar zikirle tespih çeken, aslı astarı ve kimin icat ettiği belli olmayan hezeyanları yapanlar kolaycacık Cennete girer ve Fatır Sûresinin 5. ayetinde " Ey insanlar ! Hiç şüphesiz, Allah’ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın. " ifadeleriyle yapılan uyarılara rağmen, Müslümanların Allah'la aldatıldığı kandırmacaları en hafif deyimiyle Peygamberimize iftiradır, Allah'a saygısızlıktır. Kur'anda Şura Sûresinin 21. ayetinde " Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır. " denilerek, Peygamber de dahil hiç kimsenin Allah'ın yerine kural koyamayacağı belirtilmektedir. Dinde Kural ve hüküm koymak sadece Allah'a aittir. Din adına bütün kurallar eksiksiz ve mufassal olan Kur'anın içerisindedir, bundan dolayı Kur'anda olmayan bir şey, dini inanç olarak yaşanamaz.
Peygamberimizi bütün kalbimizle severiz, sayarız ama Onu seveceğiz sayacağız derken de asla abartıya geçip, Kur'anın uyarılarının dışına çıkamayız. Hele hele Peygamber sevgisinin abartılarının sonucu olarak Kur'anda olmadığı halde İmamı Kastalaninin Mevahib'i Ledünniyye eserinde " Ey Resulüm ! İbrahim'i Halil / dost, seni de Habib / sevgili edindim. Senden daha sevgili hiç bir şey yaratmadım. Senin Benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın ben bu Kâinatı yaratmazdım. " ( Suyuti El - Lealil Masnua 1 / 272, Şevkani El - Feraidü'l Mecmua sa. 326. ) uydurma hadisine dayandırarak " Levlâke levlâke lema halâktul eflâk " denilen uydurma tekerlemenin peşine düşmek, ardından Peygamberimiz için " Kâinatın Efendisi " demek, zamanlı zamansız okunan " Sela " larda, Senedena, Mevlana, Habiballah, Seyyidina evveline vel ahirine diyerek Allah'ın sıfatlarını Peygamberimizin üzerine atfetmek, Ahkaf Sûresinin 9. ayetinde " De ki : “ Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tabi oluyorum. Ve ben apaçık bir uyarıcıyım. " Yine Zümer Sûresinin 19. ayetinde " Peki üzerine azap kelimesi hak olmuş kimse de mi ? Artık o ateşteki kimseyi sen mi kurtaracaksın. ? ifadeleriyle yapılan uyarılara rağmen, Şefaat ya Resulullah diye bu uydurulmuş gecelerde Peygamberimizden ölmüş ve bizi duymayacak olduğu halde yardım istemek tamamen şirktir. Allah'a ortak koşmaktır. Kur'an ayetlerinin inkâr edilerek küfre girilmesidir.
Bu işgüzarlıklara benzer şekilde Peygamberimize sevginin bir tezahürü olarak, Mevlit Gecesi anlamına gelen bir tamlamayla, Peygamberimizin doğduğu gece diye Mevlit Kandili gecesi ihdas edilmiş, değişik ibadet şekilleri ile gecenin kutlanması gelenek haline getirilmiş, dinin içine sokulmuştur. Aslında bu gece Hristiyanların İsa Peygamberin doğumu ( Milat ) olarak kabul ettikleri günde yaptıkları kutlamaya nispet olarak uydurulmuştur. Peygamberimizin doğum gününü bırakalım, doğum ayı ve yılı bile bazı kaynaklarda 569, bazı kaynaklarda 570, bazı kaynaklarda da 571 olarak belirtilmekte olduğundan kesin değildir. Peygamberimizin zamanında takvim, saat, ajanda olmadığından doğum günü diye bir gün kutlanmamıştır ki, biz O'nun uygulamadığı bir şeyi de uygulayalım. Hicri takvime göre Rebiul Evvel ayının 12. gecesi, bu konuda söylenen, kesin olmayan rivayetlerden birine göre seçilerek, Peygamberin doğum günü olarak kabul edilmiştir. Uydurulan hadis ve rivayetlerle bu gecede biraz nafile namaz kılma, bir de mevlit dinleme promosyonu kazanalım, Cennetin kapısını da biraz aralayalım düşüncesi hakim olmaktadır. Bu gece için özellikle de Süleyman Çelebi denilen ve Muhammed Peygamberi adeta putlaştıracak derecede abartılı sevginin içine gömülmüş kişinin yazdığı mevlit şiirinin okunması ve dinlenilmesi, vazgeçilemez bir gelenek haline gelmiştir. Maalesef şiirin içerisinde bulunan Kur'ana aykırılıklar, şirk ve küfürler, çoğunluk tarafından anlaşılamamakta ve sorgulanamamaktadır. Bunun sonucunda Mevlit'i okutturanın da, okuyanın da, dinleyerek katılanların da Allah katında şirkle, küfürle sorgulanacaklarının farkına varılamamaktadır. ( Mevlit Okunması Dini Bir İbadet midir ? başlıklı yazımızda geniş bilgi bulabilirsiniz. )
Mevlit sözcüğü Türkçeye Arapçadan girmiş bir sözcüktür. Lügat anlamıyla ; “ Doğmak, doğum zamanı, doğum yeri “ anlamlarına gelir. Asıl anlamı da “ Vesiletü'n Necat “ ( Kurtuluş Vesilesi ) demektir. Edebi bir terim olarak da “ Mevlit “ Muhammed Peygamber’in doğumunu, hayatındaki bazı kesitleri, bir çok Kur'an ayetinin uyarılarının aksine olmayan mucizelerini anlatan, Muhammed Peygamberin diğer peygamberlerden daha üstün ve ayrıcalıklı olduğunu ispat etmek için yazılmış olan mesnevi tarzındaki metinlerin tümüne verilen isim olmakla beraber, İslam edebiyatının bir türüdür. Bu türün günümüzde en tanınan örneği de Süleyman Çelebi’nin Anadolu’da 1409 yılında yazdığı, “ Vesiletün Necat “ ismini taşıyan manzum ve Türkçe eseridir. Dolayısıyla “ Mevlit “ sözcüğüyle kastedilen, çoğunlukla Süleyman Çelebi’nin bu eseridir.
Mevlit okunması ve gecenin kutlanması, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk defa 1588 yılında 3. Murat zamanında siyasi olarak resmi bir devlet protokolü haline getirilmiş, sarayın önceleri Ayasofya, daha sonra da Sultan Ahmet Camisinde düzenlediği törenlere devletin ileri gelenleri ile birlikte halk da katılmaya başlamış ve böylece kökleşmiş bir gelenek olarak Dinin içerisine yerleştirilmiştir. Tabiidir ki bu uygulama geçen zaman içerisinde sadece İslam'ın son Peygamberi Muhammed ( a.s. ) ın doğum günü denilen Mevlit Kandili gecelerinde kalmamış, önce hepsi bidat olan diğer kandil gecelerinde, daha sonra da dini günlerde ve gecelerin dışında her vesilede zamanlı zamansız uygulanır ve yaşanır olmuştur. Kur’anda Cinn Sûresinin 18. ayetinde “ Ve şüphesiz ki mescitler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın / kulluk etmeyin. " denildiği uyarısına rağmen, şirk ifadeleri ile dolu olan mevlit okunması geleneği Camilerin içerisine kadar sokulmuş ve küfür olduğu halde Din açısından çok tabii imiş gibi bir hale getirilmiştir. Tevbe Sûresinin ayetleriyle bildirildiği gibi, Rabbimizin peygamberimize yıktırdığı Mescidil Dırar / Zararlı Mescitten farkı kalmamıştır.
Diğer Müslüman ülkelerde olmadığı halde Anadolu'da halk kültürüne köklü bir şekilde Dini inanç olarak yerleştirilmiş olan Mevlit okunması geleneği, bugün İslam'la ve Kur’an ile bağdaşmayan pek çok icat edilmiş günlerde vazgeçilemez bir uygulama halindedir. Törenlerde Mevlit okunmasının arasında bir de Mevlithan “ Susadım gayet hararetten kati “ der demez, şeker şerbet ve ardından yiyecek ikramları yapılınca, tören daha da cazip ve vazgeçilemez hale gelmektedir. Bu bağlamda, yeni doğan çocukların kırkı çıkınca, bir Müslüman’ın ölümünün ardından yedinci, kırkıncı, elli ikinci ve seneyi devriyesinde, adak ve nikâh törenlerinde, hacıların gidiş ve dönüş yemek ziyafetlerinde, sünnet düğünü merasimlerinde, askere gidiş veda yemeklerinde, velhasıl hayatın bütün kesimlerinde ibadet gibi algılanan ve kökleştirilmiş bir uygulama olarak ortaya çıkmıştır. Tabii ki böylece Din'den para kazanılmasının yasaklandığı ayetlerin şiddetli uyarısından haberi olmadığı belli olan hanendelere, mevlithanlara, hafızlara da vazgeçilemez bir gelir piyasası meydana gelmiştir. Törenlerin sonucunda okunan birkaç ayetten ve yenilen içilenlerden hasıl olan sevabın, töreni düzenleyen, finanse edenlerin Kur'ana aykırı da olsa ölmüşlerinin ruhuna hediye edilmesi de tertip edenlerin gönüllerini rahatlatmaktadır. İçine düştükleri şirkin farkında olmadıkları halde böylece mevlit törenini düzenleyen de mutludur, mevlithanlar da nefeslerinin karşılığını aldıkları için mutludur, katılanlar da bedava etli pilav yedikleri için mutludur. Velhasıl Kur'anı anlayarak okumadığı için, içerisindeki öğütlerden haberi olmayan, aslında gaflet ve dalâlet içerisinde olan herkes mutludur da, acaba Hakk Dinin ve Kur’anın sahibi Yüce Rabbimiz ile Kur’anı ümmetine emanet eden, fakat ümmeti tarafından da terkedildiği için Kur'an ayetiyle şikayetçi olacağının belirtildiği ve o anda övüldüğü, göklere çıkartıldığı zannedilen, Kur’an ahlâkı ile taçlandırılmış insan olan Peygamberimiz de mutlu mudur ? Tabii ki bu sorgulamanın bu güne kadar aklını kullanmaktan uzak olan toplumumuz tarafından yapılamadığı da bir gerçektir !.
Peygamber sevgisi bir gecelik promosyonlu gecelerde yapılacak bir kaç uydurma ritüelle ve özellikle şirk ve küfürlerle dolu olan mevlit şiirinin, ardından da uydurulmuş ve abartılmış ilâhilerin okunmasıyla, O'nu gereği gibi tanımadan geçiştirilecek, sadece anlamı da bilinmediği halde salavat getirerek lafta kalacak bir sevgi olmamalıdır. Onu risaletindeki dirayeti, sabrı, azmi, zekâsı, hoşgörüsü, Kur'an ile yoğurulmuş güzel ahlâkı, sadeliği ve Kur'ana olan bağlılığı ile tanımadan, aralarında bulunduğu arkadaşlarından farklı olmayan giyimi ve görünüşünden dolayı dışarıdan gelen bir yabancının Onu ayırt edememesinden dolayı " Hanginiz Muhammed " diye sordurtturabilen O'nun güzel ahlâkını ve mütevaziliğini içselleştiremeden ve o felsefeyi kavramadan, biz Müslümanlara emanet ettiği Kur'ana sahip çıkılmadan kutlanacak gecelerin, okunan mevlitlerin, şirk ve küfür sorumluluğundan başka, Allah katında hiç bir değeri olmayacaktır.
Bizi kurtaracak olan ne Beraat Gecesidir, ne Regaip Gecesidir, ne de Mevlit Gecesidir. Aksine yarım saat de olsa anlayarak okuduğumuz ve tefekkür ederek Kur’ana sarıldığımız, Allah'ı ve Peygamberimizi Kur'an ayetleriyle tanımaya çalıştığımız geceler olacaktır. Aksi halde Furkan Sûresinin 30. ayetinde " Şüphesiz benim toplumum şu Kur'anı terk edilmiş bir şey haline getirdi. " diyerek hesap gününde tanıklığı ile Peygamberimizin bizden şikâyetçi olacağı gibi, Kur’anı terk eden, Allah’a gerçek manada yönelmeyen, Allah’tan başka Rabbler edinip şirke bulaşan ve parça parça bölünen Müslümanlar, Kur’an dışında yaşadıkları yozlaşmış dini ve sonradan icat edilmiş Kandil geceleri anlayışını terk etmedikçe, akıllarını kullanmazlarsa, üzerilerindeki fitne ve belalardan, musibetlerden, huzursuzluklardan, kavgadan ve mutsuzluklardan, Allah katında şirk ve küfür sorumluluğundan asla kurtulamayacaktır. Unutulmamalıdır ki bütün kişisel ve toplumsal olarak yaşanan veya yaşanacak olan olumsuzluklar, Şura Sûresinin 30. ayetinde " Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, insanların ve toplumların kendi davranışlarının ve seçimlerinin sonucu ulaştığı karşılıklardır.
Yüce  Rabbimizden  dileyelim  ki,  ben   Müslümanım  diyenler,  şirkten,  Allah’a  ortak  koşmaktan,  çok  sevdiğimiz  Peygamberimizi  dahi  Allah’ın  yanında  ikileme  yaparak  eş  koşmaktan,  uzak  durabilsinler. Kur'anda  Ahkaf  Sûresinin  5. ayetinde  " Ve  Allah'ın  astlarından  kıyamet  gününe  kadar  kendisine  hiçbir  cevap  veremeyecek  olan  kimselere  dua  eden  kimseden  daha  sapık  kim  olabilir ?  Üstelik  tapılan  kimseler,  o  kimselerin  yalvarışından  habersizler  de. " denilerek  yapılan  uyarılar  gözardı  edilmesin. Yardım  sadece  Allah'tan  istenir.  Allah’tan  başka  türbelerden,  velilerden,  ölülerden,  şefaat  ya  Resulullah  diyerek  bugün  aramızda  olmayan  Peygamberimizden  dahi  yardım   istemekten  vazgeçilsin.  Üstelik  Ahkaf  Sûresinin  6. ayetinde,  yardım  istenilenlerin,  isteyenlerden  şikâyetçi  olacakları  uyarısı  da  unutulmamalıdır.  Yine  unutulmamalıdır  ki  Müslümanım  diyenlerin  arasında  gerçekten  iman  edenler,  iki  yüzlü  münafıklar  ve  Allah'a  ortak  koştuğunun  farkında  bile  olmayan  müşrikler  vardır.  Bu  nedenle  Kur'anımızda  Yüce  Rabbimiz  Allah,  insanlara  sadece  "  Ey  iman  edenler "  diye  hitap  eder. Oysa  Müslümanım  elhamdülillah,  inandım  iman  ettim  diyenler  sadece  lafta  kalmamalı,  Dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  Kur'anı  kapasiteleri  ölçüsünde  kendi  dillerinden  Mealini,  Tebyinini  anlayarak  okuyup  öğütlerini  rehber  edinmeli,  Allah'ı  ve  Peygamberini  Kur'an  ayetleriyle  tanıma   çabası  içinde  olmalı,  Tarikat  ve  Cemaatlerin  özellikle  bir  gövde  gösterisi  yaptıkları  fakat  Kur'anda  olmayan  Kandil  geceleri  dayatmalarının  esaretinden,  Allah  katında   küfür  ve  şirk  ile  karşı  karşıya  kalabilecekleri  sorumluluklardan  akıllarını  kullanarak  kurtulabilmelidir.  Kendi  durumlarını  Kandil  ve  Mevlit  gecelerinde  değil, Kur’an  ışığı  altında  objektif  olarak  değerlendirebilen,  tevbe  ederek  Allah’a  sığınan,  tahkiki  imanla  gerçek  manada   Kur’an  mümini  olarak,  din  gününün  azabından  kurtulabilen,  Allah  katında  zafere  ulaşabilen  kullara  müjdeler  olsun !  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  sizinle  olsun !..
ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..
Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  (  Tebyin  ül  Kur’an  )