Yüce Kitabımız Kur’anda pek çok ayette, yaşanan hayatta çevresinden kopuk, hiç bir şey ile ilgilenmeyen, toplumun sorunlarına omuz vermeyen, olumsuzlukları görmeyen, duymayan, sessiz kalan, insanların sıkıntılarını paylaşmayan, hiç kimseye bir yararı olmayan, hele hele niçin yaratıldığının dahi farkında olmadan kendisinin yaratılışındaki ve çevresindeki Allah’ın ayetlerini de görmek istemeyerek yaşayan duyarsız, tepkisiz kişilere ve toplumlara, dilsiz, sağır, kör, aklını kullanmayan nitelemeleri ile Yaşayan Ölüler denilmektedir. Neml Sûresinin 80 – 81. ayetlerinde “ Sen ölülere dinletemezsin, sağırlara da işittiremezsin, sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip doğru yolu gösterici değilsin ; Sen ancak ayetlerimize iman edenlere, teslim olanlara dinletebilirsin. “ denilerek ayette yer alan ölüler ifadesiyle gerçek ölüler değil, aslında vicdanları dumura uğramış, kalpleri taşlaşmış, dik kafalılıkları, inatçılıkları, atalarına, geleneklerine ve göreneklerine körü körüne bağlılıkları kendilerini Hakk ile batılı birbirinden ayırma duyusundan mahrum kalmış, Allah’ın ayetlerine ve vahyine karşı duyarsız, ilgisiz kimseler ve yaşayan ölüler kastedilerek Rabbimizin, 1400 yıl önceki toplum yaşamına koyduğu bu teşhis, bugünün toplumlarında daha da belirgin hale gelmiştir. Öyle ki, “ Yaşayan Ölüler “ deyimi, hayatın her kesiminde dile getirilir olmuş, deyimler, atasözleri söylenmiş, kitaplar yazılmış, sevgili gidince yaşayan ölü olunmuş ağızdan şiirler dökülmüş, ölmüş insanların canlandırılıp yaşatıldığı zombi filmleri büyük ilgi görür olmuştur. “ Yaşayan Ölüler “ deyimi, üstat yazar Cevdet Kudretin kalemiyle de ele alınmış, tiyatro eseri olarak, savaş ortamının acı çekenlerinin yanında, arka planında çıkarcı ve sömürücü insanların, kendinden başkalarını düşünmeyen patronların, kimlik bozulmasına uğrayan kadınların nasıl yozlaştığı ve sesini çıkaramadan çaresiz ve bilinçsiz yaşayanlarla, bu deyim en güzel bir şekilde anlatılmıştır.
Bizim çocukluğumuzda, “ Komşu komşunun külüne muhtaçtır. “ denilir, akrabalıktan daha önde tutulurdu. Nüfusun bu kadar sıkışık ve yoğun olmadığı mahallelerde insanlar, sokağı, mahallesi ve çevresi ile daha yakın ve dayanışma içerisinde derdi, kederi, yoksulluğu ve insanlık denilen sorumluluğu bütün içtenliğiyle birlikte yaşardı. Aslında Kur’anın Hakk Dininin de temel hedefi, salat sözcüğüyle ifade edildiği gibi, destekleşme, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmalardır. Zaten insanlara mutluluk getiren, hayata canlılık ve anlam katan, insanları birbirine yaklaştıran, bu paylaşma ve duyarlılık değil midir ? Bugün ise, sanayi toplumu olacağız denilirken, dengeler bozulmuş, şehirler sıkışmış, binalar apartmanlaşmış, nüfus yoğunlaşmış, insanların hayat mücadelesi büyümüş, zorlaşmış, stresler artmış ve toplumdan, yaşamdan, olaylardan, kopuk, kimsenin kimseye bakamadığı, selamın, sabahın dahi kesildiği bireylerden oluşmuş bir toplum haline gelinmiştir. Bu koşullar ve toplumun yapısı, insanların hayata bakış açısını da değiştirmiş, deyimlere, atasözlerine, yazılan şiirlere ve kitaplara, hayatın olumsuzlukları, Yaşayan Ölülerin reaksiyonları olarak yansımaya başlamıştır. * Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür. * Eşeğin ölümü köpeğe ziyafettir. * Gem almayan atın ölümü yakındır. * Herkes kendi ölüsü için ağlar. Örneklerinde olduğu gibi, olumsuzluklar, duyarsızlıklar ve insana olan güvensizlikler, atasözleriyle anlatılır olmuştur. İnsanların duyarsızlığı nedeniyle kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu onlarca kişinin, soğuktan korunmak için ölülere hazırlanmış olan mezarlık çukurlarında yaşaması, “ Yaşayan Ölüler “ başlıklı gazete haberi olmuş, insanların bananeciliği ayyuka çıkmıştır. Büyüklerimiz “ Umudunu yitirmek ölmektir “ demişler, ama hayatın insan önüne koyduğu pek çok olumsuzluk ve bireysellik yaşama hakim olunca, ister istemez toplumlar da büyük ölçüde, bıkkın, umutsuz, yorgun ve “ Yaşayan Ölülere “ dönüşmüşlerdir.
Bir taraftan nüfus yoğunluklarının, işsizliğin, ekonomik yetersizliklerin, sosyal hayatın getirdiği konjonktirel sıkıntılardan dolayı toplumlarda “ Yaşayan Ölüler “ çoğalırken, diğer taraftan da “ üç günlük yalan dünya, fani dünya “ deyip de bencillik ve nefis esaretinden kurtulamayan, dünya nimetlerinin fazlalığı için kendilerini heder eden, etrafında başka kimseleri hiç umursamayan, kardeşinin dahi gözünün yaşına bakmayan, hakkın, adaletin ( Allah'ın hükmünün ) ne olduğunu unutan, tahammülsüz, doyumsuz hale gelmiş sömürü düzeninin içinde insanlığını kaybetmiş olarak yaşayan, tagutlaşmış, firavunlaşmış, azgın, asalak “ Yaşayan Ölüler “ de ortaya çıkmıştır. İşte onlar ise Kur’anın kâfirler, fasıklar, zalimler, olarak en önde hedefe koyduğu, yaşayan ölülerdir. Kur'anda bu gibilere, Alak Sûresinin 6. ayetinde " Kella ! İnnelinsane leyedga, enraüstagna " Hayır, hayır öyle değil, insan kendini güçlü, zengin, yeterli gördüğü zaman azar tagutlaşır, haddi aşar insanlıktan uzaklaşır denilerek, daha peygamberimize indirilen ilk ayetlerde dikkat çekilmiştir. Bugün Yahudiler dahi sömürü ve zulüm karşısında direnip kavmini huzur içinde yaşayabilecekleri topraklara götürmek isteyen Musa Peygamber ile birlikte yaptıkları yolculuğu, verdikleri mücadeleyi unutmuş, işgal ettikleri topraklarda zulüm ve sömürünün sembolü " yaşayan ölüler " olmuşlardır. Hristiyanlar, uygar denilen batı ise " Kuşların yiyeceklerini saklayacakları bir yuvası yok " diye onlarla yiyeceğini paylaşıp, paylaşmanın ve kardeşliğin sembolü olan İsa Peygamber öğretisini ve inancını terk edip dünya nimetlerini ve zenginliklerini paylaşmanın peşine düşüp, sömürünün ve zulmün sembolü olmuşlardır. Müslümanlar ise ilmin, medeniyetin, adaletin, hakça bölüşmenin ve dayanışmanın, zulme karşı kıyam etmenin ( ayağa kalkmanın ) sembolü olan Peygamberimizi ve Kur'anın dini olan Muhammedi İslam'ı terk edip, bilime, okumaya kendini kapatmış, bağnazlığa, taassuba dalarak geri kalmış, Dünya üzerinde sömürülen, aşağılanan, ezilen, yaşayan ölülere dönüşmüşlerdir.
Halk arasında, insanlar nazarında çoktan ölmüş ama, ancak biyolojik olarak halen yaşamını sürdüren, fakat yaşamaktan bihaber olup, insani niteliklerden nasibini almamış ünsiyet kazanmamış kişiler de “ Yaşayan Ölüler “ dir. Kitabımız Kur’an da, bu tip insanlıktan nasibini almamış, üstelik de Allah’ın kulak, göz, akıl, vicdan, merhamet gibi güzel hasletlerle donatarak “ Biz insanı en mükemmel şekilde yarattık. “ dediği halde, insan olmayı başaramamış, tahakkümü, bencilliği, zalimliği, azgınlığı, ön plana çıkmış olanlara, “ Yaşayan Ölüler “ demektedir.
ENAM 122 : Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi değildir.
Ayette, ölü iken kendisini dirilttiğimiz ifadesi ile “ cehalet, duyarsızlık, bilinçsizlik yoksulluğu içindeki yaşayan ölülerin, nur, ışık, Kur’an ayetleri ile bilgi ve duyarlılık verilerek, gerçeği görebilecek, tanıyabilecek bilince ve canlılığa kavuşturduk “ denilerek, Allah katında karanlıklardan kurtulduğu belirtilmektedir. Rabbimiz bu ayetle, Kur’anla beraber olan, önce kendisini, sonra Allah'ı, peygamberi ve Kur'anı tanıyarak şahitlik edebilen bilinçli mümini, canlı, aydın, aydınlık yolda yürüyen bir kimseye, Kur’andan uzak bir hayat yaşayan bir kimseyi ise, önünü göremeyen, karanlıklar içine düşmüş, ölü ve zavallı bir insana benzeterek, akli selim insanlara bu iki kişinin farklı olup olmadığını sormaktadır. Gerçekten de doğruyu eğriden ayıramayan ve doğru yolu göremeyen bir kimse, fiziki olarak canlı kabul edilebilirse dahi, aslında insanı insan yapacak erdem ve değerlerden uzak, hayvana kıyasla canlı ama insana kıyasla ölü mertebesinde olan bir canlıdır. Bu nedenle Kur’an ile tanışmak istemeyen, onu reddeden kafirler de pek çok ayette yaşayan ölüye benzetilmektedir.
FATIR 19 – 21 : Kör ile gören, karanlıklar ile aydınlık ve gölge ile sıcaklık eşit olmaz. Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / her dileyene işittirir.
Bu ayetlerde, zıt şeyler kıyaslanmak suretiyle, iman edenlerle cennetin, küfür edenlerle cehennemden daha iyi olduğu somut örneklerle açıklanmakta, yaşayan ölüler uyandırılmaya çalışılmaktadır. Kıyaslamalarda, inananlar gören, inanmayanlar kör olarak, Cennet gölgelik, Cehennem ise sıcaklık olarak, iman aydınlık, küfür karanlık, mümin diri, müşrik ölü olarak nitelenmiş ve kesinlikle eşit olmadığı vurgulanmıştır.
HUD 24 : Bu iki grubun örneği, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar örnek olarak hiç eşit olurlar mı ? Hala düşünmeyecek misiniz ? Öğüt almayacak mısınız ?
ENAM 39 : Ayetlerimizi yalanlayan şu kimseler de karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Her kim dilerse Allah onu şaşırtır, kim de dilerse onu doğru yol üzerine bırakır.
ENFAL 22 : Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir.
NAHL 20 – 21 : Ve onların Allah’ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey oluşturamazlar. Kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de tam bilemezler.
Ayetlerde görüldüğü gibi, kendini Allah’ın yerine koyup ilâhlaştıran, tagutlar, firavunlar ve zalimler de Yaşayan Ölülerdir. Artık öylesine karanlıklar içine gömülmüşler ki ne zaman aydınlığa kavuşacakları da belli değildir. İçinde bulundukları durumda dirilmeleri umudu da yoktur. Ancak Rahmeti sınırsız olan Rabbimiz onlar için de, bütün uyuyanlar, bütün Yaşayan Ölüler için de tevbe ve umut kapısını kapatmamakta, bu dünyadaki gerçek ve mutlak ölüm kapıya dayanmadan, dilerlerse vakit varken aydınlığın, dirilmenin yolunu da bulabileceklerini pek çok ayette olduğu gibi Münafikun Sûresinin 9 - 10. ayetlerinde " Ey iman etmiş kimseler ! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa, artık işte onlar zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir. Ve sizden birinize ölüm gelip de ; Rabbim ! “ Beni yakın bir süre sonuna kadar geciktirsen, ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam “ demezden önce size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamada bulunun. " ifadeleriyle dünyada yaşarken, eceliniz kapınıza dayanmadan, dünya malı ve zenginliği tamahınızdan vazgeçin, kendinizi mal tutkusuyla heder etmeyin, ihtiyacı olanlara yardım edin, paylaşın, verginizi çalmadan verin ve düzeltmeye yönelik işler yapın, aşırı tutkularınızı terk edin öğütleriyle dirilme yolları gösterilmektedir.
Oldukça duyarsızlaşan toplumumuzda, sınır, hak, hukuk, kural tanımaz hale gelip, küçük hesaplar peşinde koşanların çoğalmış olması, yaşayan ölü insanların, çevre ile, başka insanlar ve dünya ile ilgilerinin olmaması, kör, sağır, dilsiz olup, sadece bu günü kurtarmanın peşinde olmaları, vurdum duymazlıkları, akli selim insanların yüreğini derinden kanatmaktadır. Toplum olarak mutluluğa, huzura kavuşmanın önünde bir engel olmaktadır. Ülkemizde yüz yıllardır büyük çoğunlukla Kur’an, anlaşıldığı dilden okunmamaktadır. Gereğinden fazla olduğu halde Kur’an kursları, Arapça okumadan başka hiç bir şey öğretmemektedir. Allah için bilinçli namaz kılanlar, kıyam edip bilinçli rüku ve secde edenler, namazda Allah’la ne konuştuklarını bilenler, yok denecek kadar azalmıştır. Yetimin ahını duyup, Maun Sûresinden ders alanların varlığı, öksüzün göz yaşını silen, zekâtın, şükrün edasının ne olduğunu bilenlerin varlığı hissedilmemektedir. Salatın, sadece namaz demek olmadığı, başkalarının derdiyle dertlenmek, paylaşmak, dayanışmak, başkalarının derdine destek olmak olduğu, Kur’an ayetlerini öğrenip öğretmek olduğu çoğunlukla bilinmemektedir.
Çoğunlukla imam kardeşlerimiz bu ülkede yüz yıllardır sadece ölü sahibini memnun etmekten öteye gitmeyen ve bundan başka hiç bir şeye yaramayan telkinlerle, Kur’an ayetlerinin de hilafına zorla mezarlıktaki ölülere bir şeyler duyurmaya çalışmakta, asıl dünyadaki yaşayan ölüleri uyandırmak için Kur’anın asıl mesajını telkin etmeyi bilmemezlikten veya görmemezlikten gelmektedirler. Rivayetlerin din olarak öne geçirildiği, Kur’anın gerçek mesajından uzak böyle bir yapıya, “ Yaşayan Ölüler “ demekten başka ne denilebilir. Yüzyıllardır din adına bu yanlış uygulamalarla gelindiği halde, Kur’ana göre yaşayan ölü durumuna neden gerektiği gibi diriltme, uyandırma ilaçları enjekte edilememektedir. Kur'anın Hakk Dini İslam'ı öğretmekle yükümlü olan üst düzey yönetici ve görevlileri, İmam kardeşlerimiz, neden yaşayan ölüleri hayata döndürecek, canlandıracak, toplumu ayağa kaldıracak, Kur’anın gerçek şifa reçetesini verememektedir. Neden mezarlıklarda, camilerde, mukabelelerde hiç bir şey anlaşılmadan, gerekli Kur’an öğüdü aktarılamadan, Kur’an Arapça okunup hatim edilip, sevabı sadece ölülere gönderilmekle yetinilmektedir. Geriye dönüp bakalım, babalarımızdan, atalarımızdan miras olarak aldığımız, yüzyıllardır din adına bu güne kadar vazgeçemediğimiz bu uygulamalar, kılınan namazlar, yapılan toplu dualar, yerine getirilen ritüeller, toplumumuzu özlenen huzura kavuşturabilmiş midir ? Yaşayan ölüler azalabilmiş, adeta toplumumuzun üzerindeki ölü toprağı kaldırılabilmiş midir ?
Elbette ki bu yaşayan ölülerin arasından, çok sayıda ünsiyet bulmuş, insanlığın en güzel erdemleri ile dünya hayatında güzellikler üretmiş, eserler bırakmış, Kur’anın aydınlık yoluna kavuşmuş, sağır, kör, dilsiz olmayan, toplumun sorunlarına eğilen, saygıyla ve Rahmetle anılan, aydın, mütefekkir, Kur’anın nuru ve fazileti ile taçlanmış, canlı ve diri olanlar, Yazar Semiha Ayverdi’nin de yazdığı “ Yaşayan Ölüler “ adlı kitabında “ Ruh’un kıvam bulması, hakikatı haber vericidir, ruhu hakikatle kıvam bulmuş kimseler ki devran onlara ölümsüz bir hayat bahşediyor, yaşayan devam eden onlar, ölseler de ölmeyen onlar ! “ dediği gibi hem bu dünyada yaşamaya, kalplerde ölümsüz olmaya devam edecekler, ebedi hayatta da Allah katındaki canlılıklarını sürdüreceklerdir. Ancak unutmamalıyız ki, insanın özbenliğinin, bilincinin hakikatle kıvam bulması, Kur’anın ruhu, bilgisi, canlandırması ve yaşanması ile mümkün olabilecektir.
İçinde yaşadığımız toplumumuzda, artık uyanalım, aklımızı kullanalım. Başımızı kaldırıp dünyanın gidişine bir bakalım. Asırlardır Kur’anı ilgisiz, alakasız zeminlerde anlamadan sadece Arapça okuyup bırakmaktan, mezarlara taşımaktan, ölüler istifade etsin demekten vazgeçelim. Bu Kitabın, ölüler için değil, Yasin Sûresinin 70. ayetinde " O sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler üzerine sözün / Cehennemin hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’andır. " ifadeleriyle belirtildiği gibi diriler için bir öğüt olduğunu, Zuhruf Sûresinin 44 ayetinde de " Ve şüphesiz sana vahiy edilen / Kur’an senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür / Hatırlatmadır, zikirdir. Siz ondan sorgulanacaksınız. " denilerek gerçek Müslümanlar olarak Kur'andan sorgulanacağımızı bilelim. Bu Kitabın içindekileri, bu dünyada yaşarken ölmüş olan, duygusuz yığınlar halinde zombiler gibi bir oyana bir bu yana savrulan, Yaşayan Ölülere anlatarak onları bu dünyada iken diriltmeye çalışalım. Din görevlisinden, sokaktaki insana kadar dayanışma, destekleşme, paylaşma, Hakk Dine arka çıkma, Kur’anın öğrenilip, öğretilerek, dinin asıl hedefi olan Salat kavramını içselleştirelim, bilime yönelerek toplumsal kalkınma aydınlanma hamlesi ile ayağa kalkalım. Ayağa kalkmanın, Yaşayan Ölüleri diriltmenin en güzel örneği olan Peygamberimizin izinde olabilmek için, onun bize yegâne emaneti olan Kur’ana gerçek anlamında sarılalım. Allah'ın Rahmeti ve Selamı, üzerindeki ölü toprağını silkeleyerek dirilmek isteyenlere olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR