Konu Detay

YAŞAYAN ÖLÜLER

 08.01.2017
 4770

Yüce  Kitabımız  Kur’anda   pek  çok  ayette,  yaşanan  hayatta   çevresinden  kopuk,  hiç  bir  şey  ile  ilgilenmeyen,  toplumun  sorunlarına  omuz  vermeyen,  olumsuzlukları  görmeyen,  duymayan,  sessiz  kalan,  insanların  sıkıntılarını  paylaşmayan,  hiç  kimseye  bir  yararı  olmayan,  hele  hele  niçin  yaratıldığının  dahi farkında  olmadan  kendisinin  yaratılışındaki  ve  çevresindeki  Allah’ın  ayetlerini  de  görmek  istemeyerek  yaşayan  duyarsız,  tepkisiz  kişilere  ve  toplumlara,  dilsiz,  sağır,  kör,  aklını  kullanmayan  nitelemeleri  ile  Yaşayan  Ölüler  denilmektedir.  Neml  Sûresinin  80 – 81. ayetlerinde  “  Sen  ölülere  dinletemezsin,  sağırlara  da  işittiremezsin,  sen  körleri  düştükleri  sapıklıktan  çekip  doğru  yolu  gösterici  değilsin ;  Sen  ancak  ayetlerimize  iman  edenlere,  teslim  olanlara  dinletebilirsin. “  denilerek  ayette  yer  alan   ölüler   ifadesiyle  gerçek  ölüler  değil,  aslında  vicdanları  dumura  uğramış,  kalpleri  taşlaşmış,  dik  kafalılıkları,  inatçılıkları,  atalarına,  geleneklerine  ve  göreneklerine  körü  körüne  bağlılıkları  kendilerini  Hakk  ile  batılı  birbirinden  ayırma  duyusundan  mahrum  kalmış,  Allah’ın  ayetlerine  ve  vahyine  karşı  duyarsız,  ilgisiz  kimseler  ve  yaşayan  ölüler  kastedilerek  Rabbimizin, 1400  yıl  önceki  toplum   yaşamına  koyduğu  bu  teşhis,  bugünün  toplumlarında  daha  da  belirgin  hale  gelmiştir. Öyle  ki, “ Yaşayan  Ölüler “  deyimi,  hayatın  her  kesiminde  dile  getirilir  olmuş,  deyimler,  atasözleri  söylenmiş,  kitaplar  yazılmış,  sevgili  gidince  yaşayan  ölü  olunmuş  ağızdan  şiirler  dökülmüş,  ölmüş  insanların  canlandırılıp  yaşatıldığı  zombi  filmleri  büyük  ilgi  görür  olmuştur.  “ Yaşayan  Ölüler “  deyimi,  üstat  yazar  Cevdet  Kudretin  kalemiyle  de  ele  alınmış,  tiyatro  eseri  olarak,  savaş  ortamının  acı  çekenlerinin  yanında,  arka  planında  çıkarcı  ve  sömürücü  insanların,  kendinden  başkalarını  düşünmeyen  patronların,  kimlik  bozulmasına  uğrayan  kadınların  nasıl  yozlaştığı  ve  sesini  çıkaramadan  çaresiz  ve  bilinçsiz  yaşayanlarla,  bu  deyim  en  güzel  bir  şekilde  anlatılmıştır.

Bizim  çocukluğumuzda,  “  Komşu  komşunun  külüne  muhtaçtır. “  denilir,  akrabalıktan  daha  önde  tutulurdu. Nüfusun  bu  kadar  sıkışık  ve  yoğun  olmadığı  mahallelerde  insanlar,  sokağı,  mahallesi  ve  çevresi  ile  daha  yakın  ve  dayanışma  içerisinde  derdi,  kederi,  yoksulluğu  ve  insanlık  denilen  sorumluluğu  bütün  içtenliğiyle  birlikte  yaşardı. Aslında  Kur’anın  Hakk  Dininin  de  temel  hedefi,  salat   sözcüğüyle  ifade  edildiği  gibi,  destekleşme,  yardımlaşma,  dayanışma  ve  paylaşmalardır.  Zaten  insanlara   mutluluk  getiren,  hayata  canlılık  ve  anlam  katan,  insanları  birbirine  yaklaştıran,  bu  paylaşma  ve  duyarlılık  değil  midir ?  Bugün  ise,  sanayi  toplumu  olacağız  denilirken,  dengeler  bozulmuş,  şehirler  sıkışmış,  binalar  apartmanlaşmış,  nüfus  yoğunlaşmış,  insanların  hayat  mücadelesi  büyümüş,  zorlaşmış,  stresler  artmış  ve  toplumdan,  yaşamdan,  olaylardan,  kopuk,  kimsenin  kimseye  bakamadığı,  selamın,  sabahın  dahi  kesildiği  bireylerden  oluşmuş  bir  toplum  haline  gelinmiştir. Bu  koşullar  ve  toplumun  yapısı,  insanların  hayata  bakış  açısını  da  değiştirmiş,  deyimlere,  atasözlerine,  yazılan  şiirlere  ve  kitaplara,  hayatın  olumsuzlukları,  Yaşayan  Ölülerin  reaksiyonları  olarak  yansımaya  başlamıştır.  * Ağaca  dayanma  kurur,  insana  dayanma  ölür. * Eşeğin  ölümü  köpeğe  ziyafettir.  * Gem  almayan  atın  ölümü  yakındır. * Herkes  kendi  ölüsü  için  ağlar. Örneklerinde  olduğu  gibi,  olumsuzluklar,  duyarsızlıklar  ve  insana  olan  güvensizlikler,  atasözleriyle  anlatılır  olmuştur.  İnsanların  duyarsızlığı  nedeniyle  kadın  ve  çocukların  da  aralarında  bulunduğu  onlarca  kişinin,  soğuktan  korunmak  için  ölülere  hazırlanmış  olan  mezarlık  çukurlarında  yaşaması,  “ Yaşayan  Ölüler “  başlıklı  gazete   haberi  olmuş,  insanların   bananeciliği  ayyuka  çıkmıştır.  Büyüklerimiz  “  Umudunu  yitirmek  ölmektir  “  demişler,  ama  hayatın  insan  önüne  koyduğu  pek  çok  olumsuzluk  ve  bireysellik  yaşama  hakim  olunca,  ister  istemez  toplumlar  da   büyük  ölçüde,  bıkkın,  umutsuz,  yorgun  ve  “ Yaşayan  Ölülere “  dönüşmüşlerdir.

Bir  taraftan  nüfus  yoğunluklarının,  işsizliğin,  ekonomik  yetersizliklerin,  sosyal  hayatın  getirdiği  konjonktirel  sıkıntılardan  dolayı  toplumlarda  “ Yaşayan  Ölüler  “  çoğalırken,  diğer  taraftan  da  “ üç  günlük  yalan  dünya,  fani  dünya  “  deyip  de  bencillik  ve  nefis  esaretinden  kurtulamayan,  dünya  nimetlerinin  fazlalığı  için  kendilerini  heder  eden,  etrafında  başka  kimseleri  hiç  umursamayan,  kardeşinin  dahi  gözünün  yaşına  bakmayan,  hakkın,  adaletin  ( Allah'ın  hükmünün )  ne  olduğunu  unutan,  tahammülsüz,  doyumsuz  hale  gelmiş  sömürü  düzeninin  içinde  insanlığını  kaybetmiş  olarak  yaşayan,  tagutlaşmış,  firavunlaşmış,  azgın, asalak  “ Yaşayan  Ölüler “ de  ortaya  çıkmıştır.  İşte  onlar  ise  Kur’anın  kâfirler,  fasıklar,  zalimler,  olarak  en  önde  hedefe  koyduğu,  yaşayan  ölülerdir.  Kur'anda  bu  gibilere,  Alak  Sûresinin  6. ayetinde  " Kella ! İnnelinsane  leyedga, enraüstagna "  Hayır,  hayır  öyle  değil,  insan  kendini  güçlü,  zengin,  yeterli  gördüğü  zaman  azar  tagutlaşır,  haddi  aşar  insanlıktan  uzaklaşır  denilerek,  daha  peygamberimize  indirilen  ilk  ayetlerde  dikkat  çekilmiştir.  Bugün  Yahudiler  dahi  sömürü  ve  zulüm  karşısında  direnip  kavmini  huzur  içinde  yaşayabilecekleri  topraklara  götürmek  isteyen  Musa  Peygamber  ile  birlikte  yaptıkları  yolculuğu,  verdikleri  mücadeleyi  unutmuş,  işgal  ettikleri  topraklarda  zulüm  ve  sömürünün  sembolü  "  yaşayan  ölüler "  olmuşlardır. Hristiyanlar,  uygar  denilen  batı  ise  "  Kuşların  yiyeceklerini  saklayacakları  bir  yuvası  yok  "  diye  onlarla  yiyeceğini  paylaşıp,  paylaşmanın  ve  kardeşliğin  sembolü  olan  İsa  Peygamber  öğretisini  ve   inancını  terk  edip  dünya  nimetlerini  ve  zenginliklerini  paylaşmanın  peşine  düşüp,  sömürünün  ve  zulmün  sembolü  olmuşlardır.  Müslümanlar  ise  ilmin,  medeniyetin,  adaletin,  hakça  bölüşmenin  ve  dayanışmanın,  zulme  karşı  kıyam  etmenin  ( ayağa  kalkmanın )  sembolü  olan  Peygamberimizi  ve  Kur'anın  dini  olan  Muhammedi  İslam'ı  terk  edip,  bilime,  okumaya  kendini  kapatmış,  bağnazlığa,  taassuba  dalarak  geri  kalmış,  Dünya  üzerinde  sömürülen,  aşağılanan,  ezilen,  yaşayan  ölülere  dönüşmüşlerdir.

Halk  arasında,  insanlar  nazarında  çoktan  ölmüş  ama,  ancak  biyolojik  olarak  halen  yaşamını  sürdüren,  fakat  yaşamaktan  bihaber  olup,  insani  niteliklerden  nasibini  almamış  ünsiyet  kazanmamış  kişiler  de  “  Yaşayan  Ölüler  “ dir. Kitabımız  Kur’an  da,  bu  tip  insanlıktan  nasibini  almamış,  üstelik  de  Allah’ın  kulak,  göz,  akıl,  vicdan,  merhamet  gibi  güzel  hasletlerle  donatarak  “ Biz  insanı  en  mükemmel  şekilde  yarattık. “  dediği  halde,  insan  olmayı  başaramamış,  tahakkümü,  bencilliği,  zalimliği,  azgınlığı,  ön  plana  çıkmış  olanlara, “  Yaşayan  Ölüler  “  demektedir.

ENAM  122  :  Ölü  iken  kendisini  dirilttiğimiz  ve  insanlar  içinde  yürümesi  için  kendisine  bir  nur  verdiğimiz  kimsenin  durumu,  karanlıklarda  kalıp  oradan  bir  çıkış  bulamayanın  durumu  gibi  değildir.

Ayette,  ölü  iken  kendisini  dirilttiğimiz  ifadesi  ile  “  cehalet,  duyarsızlık,  bilinçsizlik  yoksulluğu  içindeki  yaşayan  ölülerin,  nur,  ışık,  Kur’an  ayetleri  ile  bilgi  ve  duyarlılık  verilerek,  gerçeği  görebilecek,  tanıyabilecek  bilince  ve  canlılığa  kavuşturduk “  denilerek,  Allah  katında  karanlıklardan  kurtulduğu  belirtilmektedir. Rabbimiz  bu  ayetle,  Kur’anla  beraber  olan,  önce  kendisini,  sonra  Allah'ı,  peygamberi  ve  Kur'anı  tanıyarak  şahitlik  edebilen  bilinçli  mümini,  canlı,  aydın,  aydınlık  yolda  yürüyen  bir  kimseye,  Kur’andan  uzak  bir  hayat  yaşayan  bir  kimseyi  ise,  önünü  göremeyen,  karanlıklar  içine  düşmüş,  ölü  ve  zavallı  bir  insana  benzeterek,  akli  selim  insanlara  bu  iki  kişinin  farklı  olup  olmadığını  sormaktadır. Gerçekten  de  doğruyu  eğriden  ayıramayan  ve  doğru  yolu  göremeyen  bir  kimse,  fiziki  olarak  canlı  kabul  edilebilirse  dahi,  aslında  insanı  insan  yapacak  erdem  ve  değerlerden  uzak,  hayvana  kıyasla  canlı  ama  insana  kıyasla  ölü  mertebesinde  olan  bir  canlıdır. Bu  nedenle  Kur’an  ile  tanışmak  istemeyen,  onu  reddeden  kafirler  de  pek  çok  ayette  yaşayan  ölüye  benzetilmektedir.

FATIR  19 – 21  :  Kör  ile  gören,  karanlıklar  ile  aydınlık  ve  gölge  ile  sıcaklık  eşit  olmaz.  Ölüler  ve  diriler  de  eşit  olmaz.  Şüphesiz  Allah,  her  dilediğine  /  her  dileyene  işittirir. 

Bu  ayetlerde,  zıt  şeyler  kıyaslanmak  suretiyle,  iman  edenlerle  cennetin,  küfür  edenlerle  cehennemden  daha  iyi  olduğu  somut  örneklerle  açıklanmakta,  yaşayan  ölüler  uyandırılmaya  çalışılmaktadır.  Kıyaslamalarda,  inananlar  gören,  inanmayanlar  kör  olarak, Cennet  gölgelik,  Cehennem  ise  sıcaklık  olarak,  iman  aydınlık,  küfür  karanlık,  mümin  diri,  müşrik  ölü  olarak  nitelenmiş  ve  kesinlikle  eşit  olmadığı  vurgulanmıştır.

HUD  24  :  Bu  iki  grubun  örneği,  kör  ve  sağır  ile  gören  ve  işiten  gibidir.  Bunlar  örnek  olarak  hiç  eşit  olurlar  mı ?  Hala  düşünmeyecek  misiniz ?  Öğüt  almayacak  mısınız ?

ENAM  39  :  Ayetlerimizi  yalanlayan  şu  kimseler  de  karanlıklar  içindeki  sağır  ve  dilsizlerdir. Her  kim  dilerse  Allah  onu  şaşırtır,  kim  de  dilerse  onu  doğru  yol  üzerine  bırakır.

ENFAL  22  :  Şüphesiz  yeryüzünde  dolaşan  canlıların  Allah  katında  en  kötüsü,  aklını  kullanmayan  şu  sağırlardır,  dilsizlerdir.

NAHL  20 – 21  :  Ve  onların   Allah’ın  astlarından  yakardıkları  şeyler  herhangi  bir  şey  oluşturamazlar.  Kendileri  oluşturulmuşlardır,  ölülerdir,  diri  değildirler.  Ne  zaman  dirileceklerini  de  tam  bilemezler.

Ayetlerde  görüldüğü  gibi,  kendini   Allah’ın  yerine  koyup  ilâhlaştıran,  tagutlar,  firavunlar  ve  zalimler  de  Yaşayan  Ölülerdir. Artık  öylesine  karanlıklar  içine  gömülmüşler  ki  ne  zaman  aydınlığa  kavuşacakları  da  belli  değildir. İçinde  bulundukları  durumda  dirilmeleri  umudu  da  yoktur. Ancak  Rahmeti  sınırsız  olan  Rabbimiz  onlar  için  de,  bütün  uyuyanlar,  bütün  Yaşayan  Ölüler  için  de  tevbe  ve  umut  kapısını  kapatmamakta,  bu  dünyadaki  gerçek  ve  mutlak  ölüm  kapıya  dayanmadan,  dilerlerse  vakit  varken  aydınlığın,  dirilmenin  yolunu  da  bulabileceklerini   pek  çok  ayette  olduğu  gibi  Münafikun  Sûresinin  9 - 10. ayetlerinde  " Ey  iman  etmiş  kimseler !  Mallarınız  ve  çocuklarınız  sizi  Allah’ı  anmaktan  alıkoymasın.  Böyle  bir  şeyi  kim  yaparsa,  artık  işte  onlar  zarara,  kayba  uğrayıp  acı  çekenlerin  ta  kendileridir.  Ve  sizden  birinize  ölüm  gelip  de ;  Rabbim !  “  Beni  yakın  bir  süre  sonuna  kadar  geciktirsen,  ben  de  böylece  sadaka  versem  ve  salihlerden  olsam  “  demezden  önce  size  rızık  olarak  verdiklerimizden  Allah  yolunda  harcamada  bulunun. " ifadeleriyle  dünyada  yaşarken,  eceliniz  kapınıza  dayanmadan,  dünya  malı  ve  zenginliği  tamahınızdan  vazgeçin,  kendinizi  mal  tutkusuyla  heder  etmeyin,  ihtiyacı  olanlara  yardım  edin,  paylaşın,  verginizi  çalmadan  verin  ve  düzeltmeye  yönelik  işler  yapın,  aşırı  tutkularınızı  terk  edin  öğütleriyle  dirilme  yolları  gösterilmektedir.

Oldukça  duyarsızlaşan   toplumumuzda,  sınır,  hak,  hukuk,  kural   tanımaz  hale  gelip,  küçük  hesaplar  peşinde  koşanların  çoğalmış  olması,  yaşayan  ölü insanların,  çevre  ile,  başka  insanlar  ve  dünya  ile  ilgilerinin  olmaması,  kör,  sağır,  dilsiz  olup,  sadece  bu  günü  kurtarmanın  peşinde  olmaları,  vurdum  duymazlıkları,  akli  selim  insanların  yüreğini  derinden  kanatmaktadır. Toplum  olarak  mutluluğa,  huzura   kavuşmanın  önünde  bir  engel  olmaktadır.  Ülkemizde  yüz  yıllardır  büyük  çoğunlukla  Kur’an,  anlaşıldığı  dilden  okunmamaktadır. Gereğinden  fazla  olduğu  halde  Kur’an  kursları,  Arapça  okumadan  başka  hiç  bir  şey  öğretmemektedir. Allah  için  bilinçli   namaz  kılanlar,  kıyam  edip  bilinçli  rüku  ve  secde  edenler,  namazda  Allah’la  ne  konuştuklarını  bilenler,  yok  denecek  kadar  azalmıştır.  Yetimin  ahını  duyup,  Maun  Sûresinden  ders  alanların  varlığı,  öksüzün  göz  yaşını  silen,  zekâtın,  şükrün  edasının  ne  olduğunu  bilenlerin  varlığı  hissedilmemektedir.  Salatın,  sadece  namaz  demek  olmadığı,  başkalarının  derdiyle  dertlenmek,  paylaşmak,  dayanışmak,  başkalarının  derdine  destek  olmak  olduğu,  Kur’an  ayetlerini  öğrenip  öğretmek  olduğu  çoğunlukla  bilinmemektedir.

Çoğunlukla  imam  kardeşlerimiz  bu  ülkede  yüz  yıllardır  sadece  ölü  sahibini  memnun  etmekten  öteye  gitmeyen  ve  bundan  başka  hiç  bir  şeye  yaramayan  telkinlerle,  Kur’an  ayetlerinin  de  hilafına   zorla  mezarlıktaki  ölülere  bir  şeyler  duyurmaya   çalışmakta,  asıl  dünyadaki  yaşayan  ölüleri  uyandırmak  için  Kur’anın  asıl  mesajını  telkin  etmeyi  bilmemezlikten  veya  görmemezlikten  gelmektedirler. Rivayetlerin  din  olarak  öne  geçirildiği,  Kur’anın  gerçek  mesajından  uzak  böyle  bir  yapıya, “ Yaşayan  Ölüler “  demekten  başka  ne  denilebilir. Yüzyıllardır  din  adına  bu  yanlış  uygulamalarla  gelindiği  halde,  Kur’ana  göre  yaşayan  ölü  durumuna  neden  gerektiği  gibi  diriltme,  uyandırma   ilaçları  enjekte  edilememektedir. Kur'anın  Hakk  Dini  İslam'ı  öğretmekle  yükümlü  olan  üst  düzey  yönetici  ve  görevlileri,  İmam  kardeşlerimiz,  neden  yaşayan  ölüleri  hayata  döndürecek,  canlandıracak,  toplumu  ayağa  kaldıracak,  Kur’anın  gerçek  şifa  reçetesini  verememektedir.  Neden  mezarlıklarda,  camilerde,  mukabelelerde  hiç  bir  şey  anlaşılmadan,  gerekli  Kur’an  öğüdü  aktarılamadan,  Kur’an  Arapça  okunup  hatim  edilip,  sevabı  sadece  ölülere  gönderilmekle  yetinilmektedir.  Geriye  dönüp  bakalım,   babalarımızdan,  atalarımızdan  miras  olarak  aldığımız,  yüzyıllardır  din  adına  bu  güne  kadar   vazgeçemediğimiz   bu  uygulamalar,  kılınan  namazlar,  yapılan  toplu  dualar,  yerine  getirilen  ritüeller,  toplumumuzu  özlenen  huzura  kavuşturabilmiş  midir ?  Yaşayan  ölüler  azalabilmiş,  adeta  toplumumuzun  üzerindeki  ölü  toprağı  kaldırılabilmiş  midir ?

Elbette  ki  bu  yaşayan  ölülerin  arasından,  çok  sayıda  ünsiyet  bulmuş,  insanlığın  en  güzel  erdemleri  ile  dünya  hayatında  güzellikler  üretmiş,  eserler  bırakmış,  Kur’anın  aydınlık  yoluna  kavuşmuş,  sağır,  kör,  dilsiz  olmayan,  toplumun  sorunlarına   eğilen,  saygıyla  ve  Rahmetle  anılan,  aydın,  mütefekkir,  Kur’anın  nuru  ve  fazileti  ile  taçlanmış,  canlı  ve  diri  olanlar,  Yazar  Semiha  Ayverdi’nin  de  yazdığı  “ Yaşayan  Ölüler “  adlı  kitabında   “  Ruh’un  kıvam  bulması,  hakikatı  haber  vericidir, ruhu  hakikatle  kıvam  bulmuş  kimseler  ki  devran  onlara  ölümsüz  bir  hayat  bahşediyor,  yaşayan  devam  eden  onlar,  ölseler  de  ölmeyen  onlar ! “  dediği  gibi  hem  bu  dünyada  yaşamaya,  kalplerde  ölümsüz  olmaya  devam  edecekler,  ebedi  hayatta  da  Allah  katındaki  canlılıklarını  sürdüreceklerdir. Ancak  unutmamalıyız  ki,  insanın  özbenliğinin,  bilincinin  hakikatle  kıvam  bulması,  Kur’anın  ruhu,  bilgisi,  canlandırması  ve  yaşanması  ile  mümkün  olabilecektir.

İçinde  yaşadığımız  toplumumuzda,  artık  uyanalım,  aklımızı  kullanalım. Başımızı  kaldırıp  dünyanın  gidişine  bir  bakalım. Asırlardır  Kur’anı  ilgisiz,  alakasız  zeminlerde  anlamadan  sadece  Arapça  okuyup  bırakmaktan,  mezarlara   taşımaktan,  ölüler  istifade  etsin  demekten  vazgeçelim.  Bu  Kitabın,  ölüler  için  değil,  Yasin  Sûresinin  70. ayetinde   "  O  sadece  diri  olanları  uyarmak  ve  kâfirler  üzerine  sözün  /  Cehennemin  hak  olması  için  bir  öğüt  ve  apaçık  bir  Kur’andır. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  diriler  için  bir  öğüt  olduğunu,  Zuhruf  Sûresinin  44  ayetinde  de  "  Ve şüphesiz  sana  vahiy  edilen  /  Kur’an  senin  için  de,  toplumun  için  de  gerçekten  bir  öğüttür  /  Hatırlatmadır,  zikirdir. Siz  ondan  sorgulanacaksınız. "  denilerek  gerçek  Müslümanlar  olarak  Kur'andan  sorgulanacağımızı  bilelim.  Bu  Kitabın  içindekileri,  bu  dünyada  yaşarken  ölmüş  olan,  duygusuz  yığınlar  halinde  zombiler  gibi  bir  oyana  bir  bu  yana  savrulan,  Yaşayan  Ölülere  anlatarak  onları  bu  dünyada  iken  diriltmeye  çalışalım.  Din  görevlisinden,  sokaktaki  insana  kadar  dayanışma,  destekleşme,  paylaşma,  Hakk  Dine  arka  çıkma,  Kur’anın  öğrenilip,  öğretilerek,  dinin  asıl  hedefi  olan  Salat  kavramını  içselleştirelim,  bilime  yönelerek  toplumsal  kalkınma  aydınlanma  hamlesi  ile  ayağa  kalkalım.  Ayağa  kalkmanın,  Yaşayan  Ölüleri  diriltmenin  en  güzel  örneği  olan  Peygamberimizin  izinde  olabilmek  için,  onun  bize  yegâne  emaneti  olan  Kur’ana  gerçek  anlamında  sarılalım.  Allah'ın  Rahmeti  ve  Selamı,  üzerindeki  ölü  toprağını  silkeleyerek  dirilmek  isteyenlere  olsun !

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an  )

 

 

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET