Şefaat sözcüğü, günlük hayatımızda, Camilerde, Cuma günlerinde, Kandil gecelerinde, Bayram namazlarında, hatiplerin, imamların konuşmaları içerisinde çok sıklıkla Peygamberimizin şefaati olarak aktarılan, fakat aslında Kur'anda otuzun üzerindeki sayıda ayetle bambaşka anlamlarla ve mesajlarla ele alınan bir kavramdır. Din ve inanç adına pek çok kavramda olduğu gibi halk kültüründe de yanlış bilinen, her yapılacak amel öncesinde, Kur'andaki bir çok ayetle yapılan uyarılara rağmen, küfre girildiği halde Ehli Sünnet Cemaatlerce, aman Peygamberimizin şefaatinden mahrum kalmayalım korkusunun hakim kılındığı, üstelik de Peygamberi Allah'a ortak etme şirki olabilecek yanlış inançlardan biridir. Şiirlere, makalelere dahi konu edilmiş bu yanlış şefaat inancı için “ Peygamber efendimize çok salavat getir ki, bu O’nun şefaatinin peşin ücretidir. “ denilerek ibadete bağlanıp, uydurma hadislerle Peygamberimizin şefaatinden mahrum olmama tehdidi de yapılır. Bazen de “ Allah’ın nuruyla ümmetini selamlayan gül yüzlü nur peygamberimizin şefaati üzerinize olsun “ denilerek sözde iyi dileklerde kullanılırken, dara düşüldüğü zaman " Yetiş ya Muhammed ümmetin zor durumda denilerek Allah'ın yerine ölmüş olan peygamberden yardım istenilirken " içine düşülecek küfrün ve şirkin farkında da olunmaz. Bu nedenle dindar görünen Ehli Sünnet ekolü mensupları için bu yanlış anlayış ve inanç öyle bir güvence olmaktadır ki kendileri de nasıl olsa peygamberimiz bizi kurtaracak şartlanması ile Kur'ana göre pek çok yanlışın, küfrün, günahın içinde olmakta herhangi bir sakınca görmemektedirler. Kalem Sûresinin 36 - 38. ayetlerinde " Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz ? Yoksa içinde ders aldığınız şeyler “ Siz bu alemde neyi beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak “ garantisi verilmiş olan size ait bir kitap / yazılı belge mi var ? " ifadeleriyle yapılan uyarılara rağmen, çünkü ellerinde Allah'ın verdiği bir belge olmadığı halde uydurma hadis ve rivayetlerden oluşmuş kapı gibi çakma belgeleri bulunmaktadır. Halk ozanı Yunus Emre dahi “ Canım kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Şefaat eyle bu kemter ( aciz ) kuluna, Adı güzel kendi güzel Muhammed. “ diyerek, bu yanlış şefaat anlayışının içerisinde yer almış, üstelik de güzel başladığı deyişini Allah’ı bırakıp artık bu dünyadan ayrılmış olan Peygambere kul olmakla, Ahiret hayatında da aracı olması isteği ile kötü bitirmiştir. Çünkü kul sözcüğü farklı anlamlara çekilmeye çalışılsa da, bir insan Taptuk Emre’nin kapısına kul ( hizmetkâr ) olduğunu söyleyebilir ama, hizmet etmenin dışında Allah’tan başkasına ibadet için kul olup, Ahiret hayatı için ondan yardım talep etmesi ise şirk olur.
Şefaat sözcüğü, “ Şef’i “ kökünden türemiş olup, bir şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek, bir şeyi çiftlemek ve esirgemek anlamındadır. Ancak sözcük zaman içerisinde yüksek mevkide bulunan birinin, düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, onun korunmasına aracılık etmesi anlamında da kullanılır olmuştur. Dini terminolojide ise “ Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, başkası hesabına yalvarmak, rica etmek, dua ve niyazda bulunmaktır. “ Özellikle en yanlış olanı da " hesap gününde aracı olmak, cehennem azabından kurtarmak " demek olan inançtır.
Kur'an ayetlerine baktığımız zaman, Zümer Sûresinin 44. ayetinde " De ki : Bütün şefaat / yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’nundur. Sonra yalnızca O’na döndürülürsünüz. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, gerek bu Dünya hayatında, gerekse Ahirette mahşer sorgulamasında, Şefaat / yardım etme yetkisi sadece Allah’a aittir, Allah’tan başka şefaatçi / yardım edici aracı, torpil yoktur. Secde Sûresinin 4. ayetinde " Allah gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede oluşturan ve de en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır. O’nun astlarından size bir şefaatçi / yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın ve bir destekçi, iltimasçı yoktur. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız ? " denilerek belirtildiği gibi “ Allah’ın astlarından insanlar için bir yakın ve bir şefaatçi yoktur. “ İfadesi ile de Ahiret hayatındaki hesaplaşma esnasında zaten Allah'ın yaratmış olduğu peygamberler de dahil Evliya, Şeyh, Mürşit gibi insanların, bir başkasına aracı olarak yardımda ve kayırmada bulunamayacağı dile getirilmektedir.
Yunus Sûresinin 3. ayetinde " Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah’tır. Dünyada şefaat / yardım edecek, destek olacak kişi ancak O’nun izninden / bilgisinden sonra yardım edebilir. " ifadesiyle, bırakalım Ahiret hayatını, bu dünyadaki yaşam içerisinde dahi herhangi bir konuda insanlar arasındaki bir şefaatin / yardımlaşmanın, desteğin Allah’ın iznine bağlı olduğu belirtilmektedir. Ancak bu ayetteki izin ifadesinin anlamı saptırılarak doğrudan doğruya Ahiret gününde Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye vereceği veya verdiği şefaat, yardım etme izni olarak düşünülmemelidir. Yüce Allah oluşturacağı vesilelerle dilediği kullarının, dilediğine bu dünyada yaşarken yardım / şefaat etme izni verebilir. Allah’ın izni ve emri olmadan dünya yaşamında dahi, kimsenin kimseye şefaat / yardım etmesi, herhangi bir işte vesile olması söz konusu değildir. Gökleri, Yeri ve arasındakileri oluşturan, Kâinattaki bütün değişimlere ve olaylara hükmederek en büyük gücü elinde bulunduran, çekip çevirerek programlayan, insanları birbirine vesile yaparak bütün olayların algoritmasını hazırlayan Yüce Rabbimiz Allah, bütün bunları iradesi / Meşieti ile dünya yaşamında oluşturduğu hüküm, kanun, ilke ve kurallarla / Sünnetullah ile yönetmekte, olayları ve insanları birbirine aracı kılarak yardım etmelerini sağlamaktadır. Dünya hayatındaki insanların sınava tabi tutulabilmeleri için hidayet yolunu da, dalalet yolunu da yaratan Allah'tır. İnsana bahşedilmiş olan akıl ve özgür iradeden dolayı, Allah dünya hayatında güzel bir yardımla iyilik için şefaat / yardım edene izin verdiği gibi, kötülük için yardımla şefaat edene de izin verebilir. Seçim ve atılan adım kulların kendilerine aittir. Bu nedenle Nisa Sûresinin 85. ayetinde, " Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla şefaatçi / yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve şefaat / yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla, yardımda bulunursa ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir. " ifadelerinde belirtildiği gibi iyi veya kötü olan yardımlaşmaların, elbetteki bir karşılığının olduğu dile getirilmekte, iyiliğe veya kötülüğe çığır açıp öncü olanların amel defterlerinin kapanmayacağı belirtilmektedir. Ayetin orijinalinde “ Şefaat i hasene “ ifadesiyle iyiliğe aracılık ve yardım edenler için katlanarak verilecek güzel bir paydan, “ Şefaat i seyyie “ ifadesiyle de kötülüklere aracılık edip yardımcı olanların katlanarak alacağı günahtan söz edilmektedir.
Ayetlerde de görüldüğü gibi, Allah’ın ancak bu dünyadaki yaşam için yardıma, şefaate izin vereceği belirtildiği halde, bazı ayetlerdeki “ Allah’ın izin verdikleri hariç ” ifadesinden dolayı ve bunun yanı sıra Meryem Sûresinin 87. ayeti ile Taha Sûresinin 109. ayeti de asıl mecrasından saptırılıp delil gösterilerek, Sünneti Seniyeci geçinip, hadis ve Rivayet uyduranlarca " Allah katında ahd ( söz ) almışlara mahşer hesabı esnasında da, şefaat etme izninin verileceği apaçık bildirilmiştir " denilmekte, kendileri onlarca ayeti inkâr etmiş olmalarına rağmen, bunun ardından da “ Her kim şefaat yoktur “ derse bu ayetleri inkâr etmiş olur tehdidi yapılmaktadır. Bu bağlamda uydurulan hadislerle Peygamberlere, şehitlere, alimlere, değişik kesimlere de şefaat etme izni verildiğine inanılmakta, mahşer günündeki hesaplaşmada Allah'ın ortakları yapılmaktadır, örneğin ;
* Kıyamette, peygamberler, alimler ve şehitler olmak üzere üç zümre şefaat edecektir. ( İbni Mace Zuhd 37 )
* Benim şefaatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir. ( Tirmizi Kıyame 11 )
* Kıyamet günündeki şefaatim haktır. Kim şefaatime inanmazsa şefaatime kavuşamayacaktır. ( El Muttaki, Kenzül Umman 14 / 399 ) gibi Peygamberimizin adına atfedilen bir çok uydurma hadisle de desteklenerek bu şefaat inancı Kur'an ayetlerinin aksine meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Biz de kıyametten sonra Yüce Rabbimiz Allah'ın katında kurulacak mahşer günü hesabında, gerçekten Peygamberin veya herhangi bir kimsenin şefaati / yardımı, torpili, aracılığı olacak mı olmayacak mı ? Bunu şefaat inancına delil gösterilen Kur'an ayetlerine bakarak anlamaya çalışalım.
MERYEM 86 - 87 : Suçluları da susamış olarak cehenneme süreceğiz. Onlar Rahman’ın katından bir garanti söz almış olan kimse hariç şefaate / yardıma, desteğe sahip olamayacaklardır.
TAHA 109 : O gün Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, şefaat / yardım - destek yarar sağlamaz.
Bu ayetlerde kıyametten sonra kurulacak olan mahşer gününün hesabı sorulup, Cehenneme gireceği artık belli olmuş suçlulara daha sonra ne olacağı bildirilmektedir. “ Şefaate sahip olmak “ ifadesine bakıldığında, ya onların başkaları için yapacakları ( yardım ) şefaat, ya da başkalarının onlar için yapacakları ( yardım ) şefaat olabileceği şeklinde iki yönlü bir anlam çıkarılabilir gibi görünse de, istisna cümlesinden buradaki şefaatin başkalarının onlar için yapacakları şefaat, yardım olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla buradaki “ Şefaate sahip olmayacaklar “ ifadesi, kimse onlara yardım edemeyecek demektir. Zaten Cehennemdekilerin kendileri yardıma muhtaç iken bir başkasına yardımda bulunmaları da anlamsızdır. Ayette ise “ Rahmanın katından bir ahd ( söz ) almış olan kimse hariç “ diye bir istisna yapılarak Ahiretteki hesap gününde kimlerin yardım göreceği açıklanmıştır. Onlar ise iman edip salihatı işleyenlerdir. / İkna yolu ile içinde bulunduğu yanlıştan arındırıp insanları doğru yola yönlendirebilenlerdir. Bir çok ayetle beraber Bakara Sûresinin 25. ayetinde " İman edip salihatı işleyen / düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere de, şüphesiz kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetlerin olduğunu müjdele. " ifadelerinde görüldüğü gibi, Rabbimiz zaten iman edip salihatı işleyenlere, günahları olsa dahi onları bağışlayıp yardım edeceğini, cennetle müjdelenerek söz verdiğini haber vermektedir. Yani istisna cümlesinden dolayı, iman edip salihatı işleyenlerin dışında, hiç kimse hesap gününde Allah’tan şefaat beklentisinde olmamalıdır. Çünkü hesap gününde Allah’tan başka hiç kimseden bir şefaatin kabul edilmeyeceği, şefaatin / yardımın, kayırmanın, torpilin olmayacağı zaten Bakara Sûresinin 48. ve 123. ayetlerinde de " Ve hiç bir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiç bir kimseden şefaatin / yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin / kurtulmalık alınmadığı ve hiç bir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah’ın koruması altına girin. " ifadeleriyle kesin olarak bildirilmektedir. Ayetlerde görüldüğü gibi Ahirette hiç kimseye şefaat ettirilmeyecektir. " Hiç bir kimseden şefaatin kabul edilmediği " ifadesinin içerisine Peygamberler de dahildir. O gün diller susacak, sadece Allah’ın izin verdikleri, Peygamberler, Kitaplar, Melekler, eller ve ayaklar bildikleri gerçeğe tanıklık edecektir. Herkesin yapması gerektiği halde yapmadıkları veya yapmaması gerektiği halde yaptıkları bilgisayar tabletinde olduğu gibi canlı olarak gösterilecektir.
ZUHRUF 86 : Ve onların, Onun astlarından yalvarıp durdukları kimseler şefaate / yardıma, desteğe, iltimasa malik olamazlar. Ancak hakka şahit olan zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar.
Ayette ifade edildiği gibi Allah’tan başka, Allah’ın yarattıklarından hiç bir kimse, hiç bir nesne, hiç bir varlık, hesap gününde şefaat etmeye yetkin değildir. Şefaat etme yetkisi sadece Allah'a aittir. " Hakka şahit olan zat bunun dışındadır. " ifadesiyle de Allah'ın hükümlerini, adaleti, aklın inkâr edemeyeceği gerçekleri, doğruları yerine getirebilenlerin ancak Allah'tan yardım görebilecek kişiler olacağı belirtilmektedir. Hakk aynı zamanda her yerde, her an gerçek ve değişmez olarak bulunan Allah'tır, gönderdiği peygamberler ve onların aracılığıyla indirdiği vahiyler ve hükümlerdir, Kur'andaki haberlerdir, bunların bize bahşedilen aklıselim ile bilinmesiyle beraber oluşan " gerçek iman " dır, Hakka / gerçeğe şahit olmaktır.
Halk arasında yaygın olarak “ Ümmetinden günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için Peygamberimizin Allah katında aracılık etmesi “ şeklinde tanımlanan şefaat anlayışı, yukarıda ayetlerle gördüğümüz gibi Kur’ana terstir. Buna rağmen İsra Sûresinin 79. ayetinde sözü edilen “ Makam ı Mahmud “ ifadesi de Peygamber Şefaatine delil olarak gösterilmektedir. Oysa bu ayetin de Peygamberin şefaat edeceği inancına alet edilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Bu konuda uydurulan rivayetler, Kur'ana, Kur'an ahlâkı ile yoğrulmuş Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine aykırıdır. Bu yanlış inancın temelini oluşturan rivayetlerden bazı örneklere bakalım !..
* Peygamberimize bu ayette zikredilen Makam ı Mahmud’dan sual edildi. Resulullah “ bu şefaattir. “ diye cevap verdi. ( Ebu Hureyre, Tirmizi Tefsir 17 )
* Buhari Tefsir 11. rivayetinde : “ Ey falan bize şefaat et, diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte “ Makamı Mahmud “ budur.
* Peygamber efendimizin kıyamette şefaat edeceği özel bir makamı vardır. Her ezanın arkasında, Allah u Tealaya Resulullah efendimizi bu makama ulaştırması için dua etmekteyiz. Peygamber efendimiz ezanı tekrar edip ezan duasını okuyanlara da şefaat edeceğini bildirmiştir. ( Ebu Davut Salat 37 )
Bu rivayetlerin Kur’an ayetlerine, Kur'an bağlılığı ve ahlâkı ile yoğrulmuş Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine ne kadar ters düştüğü açık olmakla beraber, biz bir de bu rivayetlere malzeme yapılan ayete, verilmek istenen asıl mesajın ne olduğuna bakalım !
İSRA 78 : Güneşin batmasından gecenin kararmasına kadar salatı ikame et. / Destekleşmeyi, öğrenip öğretme ile toplumu aydınlatma görevine devam et, ayakta tut. Ve sabah öğrenip öğretilmesini sağla. Çünkü sabah öğrenip öğretilmesi görülecek şeydir. 79 : Ve geceden de, ayrıca sana özgü bir fazlalık olarak sen, salatı geceleri uyanıp uygula ! Rabbinin seni güzel bir makama / Makamı Mahmud'a ulaştıracağı umulur.
Bu Sûrede paragraf bütünlüğü içerisinde yer alan önceki ayetler ve bu ayet, Peygamberimizin yapacağı salat / eğitim, öğretim, ayetleri tebliğ etme, sosyal yardım ve dayanışma kurumlarının oluşturulması çalışmalarının vakitlerini belirleyen ayetlerdir. Buna rağmen bir çok çeviri mealinde olduğu gibi, salat etme sözcüğü sadece namaz kılma olarak kabul edildiği için, Diyanet Vakfı çevirilerinde de ayetin orijinalinde yer almayan bir takım ilâvelerle ve farklı yorumlarla ayetler,
İSRA 78 : " Güneşin zevalinden / öğle vaktinde batıya kaymasından gecenin karanlığına kadar / belli vakitlerde namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir. " 79 : Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam ı Mahmud'a ulaştırsın. " şeklindeki ifadelerle çevrilmektedir.
Halbuki Peygamberimiz daha önce de ve Peygamber olduktan sonra da zaten namaz kılıyordu. Bu ayetlerle Allah'ın kendisine tekrar namaz kıl ki seni bir makama ulaştırayım şeklinde kabul edilmesinin, inandırıcı ve tutarlı bir tarafı yoktur. Üstelik bu zihniyetin kabulüne göre Allah, diğer vakitlerde kılınan namazlara şahit değil midir ? Ayetteki orijinal “ Makamen mahmuden “ ifadesi teknik olarak iki şekilde değerlendirilip iki farklı anlam elde edilebilir. Biri “ Seni Mahmud ( övülmüş ) olarak gönderecektir “ diğeri de “ seni güzel bir makama ulaştıracak “ şeklinde olabilir. İşte bu makam, bir çok yorumcu tarafından uydurma rivayetler ışığında “ şefaat makamı “ olarak algılanmıştır. Halbuki bu tamlama ile neticesi övgü, methetmek olan bir makam olarak kastedilmektedir. Bu makam öncelikle Allah’ın hoşnut olduğu bir makamdır ve Allah'ın bizzat Kendisine ortak oluşturduğu bir makam asla olamaz. Bu makam sadece namaz kılınarak değil, bizzat salat etmenin bütün ayrıntılarını canla, başla, bilinç ve özveriyle yerine getirilerek yapılacak çalışmaların sonunda ancak Medine’de kurulacak olan İslam devletinin başkanlığı makamı, bütün dünyaya İslam'ı yaymanın şerefini taşıyacağı makam, pek çok ayette sözü edilen ve daha önceki peygamberlerde olduğu gibi, dosdoğru yolu gösterme onurunun makamı olabilir.
Peygamberimizin, günahlara destek olup hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlaması, tabiri yerindeyse “ Allah nezdinde torpil olması “ anlamına gelen Peygamberin Şefaati anlayışı, Peygamberimizi Allah’ın yanında yücelteceğiz derken, O’nun yanında hükmüne ortak etmeye dönüşebilecek tehlikeli bir inanç olur. Yukarıda değindiğimiz, Peygamberimizin dahi şefaatinin olamayacağına kesin işaret edilen bütün ayetlerin de inkâr edildiği küfür sonucu ortaya çıkar. Üstelik de bu bağlamda Ahkâf Sûresinin 9. ayetinde peygamberimize " De ki : “ Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tabi oluyorum. Ve ben apaçık bir uyarıcıyım. " dedirttirildiği halde, Zümer Sûresinin 19. ayetinde, " Peki üzerine azap kelimesi hak olmuş kimse de mi ? Artık o ateşteki kimseyi sen mi kurtaracaksın. ? " ifadelerine rağmen Allah'ın rahmet etmediği günahkâr kişiyi haşa daha fazla rahmete sahip olan peygamber mi rahmet ederek Cehennemden çıkaracaktır ?
Öte yandan Ahkâf Sûresinin 5. ayetinde, " Ve Allah'ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışından habersizler de. " denilerek yapılan uyarıları nereye koyacağız ? Peygamberimiz bırakalım ümmeti için hesap günündeki şefaat etmeyi, kendisine ve diğer insanlara nelerin yapılacağını dahi bilmediğini ifade etmekte, Rum Sûresinin 13. ayetinde de " Onlar için ortak koştuklarından, şefaat / yardım, kayırma yapacaklar da bulunmaz. Ve onlar ortaklarını reddettiler / kabul etmeyenler oldular. " ifadelerinde gördüğümüz gibi de, Allah bizzat akıllarını kullanmayarak ömürlerinin sonuna kadar müşrik kalıp, ayetleri inkâr edip Cehenneme gidecekleri, oradan kurtulma olanağına sahip olamayacakları, hükmünün verilmiş kimselere gönderme yaparak ve bu inkârlarından dolayı “ Artık o ateşteki kimseyi sen mi kurtaracaksın “ diye sormuştur. Bunun anlamı da açık ve net olarak “ Bu insanı artık ne sen, ne de başkaları kurtarabilir “ demektir. Peygamberimiz de bir beşerdir, Allah'ın yarattığı astlarındandır, kuludur, insanların arasından seçilmiştir ve görevini başarı ile tamamladıktan sonra Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. O da öldükten sonra artık kıyamet gününe kadar hiçbir kimseyi ve kendisine " Şefaat ya Resülullah " diyerek yakaranları duymaz. Bu nedenle her aklına geldikçe, fırsat buldukça " Şefaat ya Resülullah " diyerek onu Allah'ın yerine koyarak dua edenler, Ahkâf Sûresinin 5. ayetindeki uyarıya dikkat etsinler ve tevbe ederek Allah'a sığınsınlar. Çünkü yine Ahkâf Sûresinin 6. ayetine göre de Peygamberimiz bu duaları kabul etmeyecek ve bilakis onlardan şikâyetçi olacaktır.
Sonuç olarak : Bu dünyada iken, Allah’ın Meşieti ( iradesi ) ve yaratması ile izin verdiği ölçüde ve şekilde meleklerin ( Fizik, Kimya, Biyoloji, Astro Fizik gibi bütün Evren kanunlarının, doğa güçlerinin ) insanlara, insanların da birbirlerine, ama doğru yolda iyiliklerle, ama kötü yolda kötülüklerle şefaati, yardımlaşmaları, destekleri olmaktadır. Bunlara göre karşılıklarını alacaklardır. Ancak kişinin dünyada iken yaptığı güzel ameller, kişinin ikna yoluyla yanlışı doğruya döndürerek işlediği salihat, gösterdiği sakınma ile takva, Ahiret hayatındaki hesap gününde kendisinin şefaatçisi ( kurtarıcısı ) olacaktır. Fakat Ahiret hayatındaki hesaplaşmada ise, peygamberler de dahil hiç bir kimsenin hiç bir kimseye şefaati, yardımı, torpili, kayırması olmayacaktır. Hüküm, rahmet, bağışlama, şefaat, yardım sadece Allah’a aittir. Bu nedenle Hristiyanların “ Biz ne kadar günahkâr olsak da İsa Mesih bizi kurtaracak, bizim yerimize azabı o çekecek “ yanlış inancına benzer şekilde, Peygamberimiz de bize şefaat edip ümmetini kurtaracak yanlış inancına güvenerek dünya hayatında gaflet ve içine düşebileceğimiz küfür ve şirk içerisinde olmaktan uzak durmamız gerekir. Elimizde fırsat varken, bu konuda önümüze konulan aldatmacaları bir kenara bırakıp, aklımızı kullanarak bir an önce dinimizin yegâne kaynağı Kur’anımızı doğru ve anlayarak okuyup, kendimizi yanlışlarımızdan arındırarak, sadece Allah’a yönelerek salih amellerle Ahiretimizi bizzat kendimiz kurtarmalıyız. Allah'ın Selamı, rahmeti, bereketi ve Kur'anın doğruları sizinle olsun ! ...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR