İçinde bulunduğumuz Coğrafyada ve yaşadığımız ülkemizde salgın hastalıklar, şiddet, gasp, kadın düşmanlığı öldürülmeler, cinayetler, doğa olayı deprem, sel, fırtına, yangın gibi felâketler, ülkeler arası siyasi çekişmeler ve askeri harekâtlar gibi çok değişik nedenlerle doğal ölümlerin dışında, haddinden fazla ölüm haberlerini duymaktayız. Buna bağlı olarak da Kur'anın İslam'ının dışında geleneklerle oluşturulmuş bugünkü anlayış ve inançlarla Cenaze önünde kılınan namaz denilerek yerleştirilmiş, kanıksanmış uygulama ve ritüellere çok yoğun bir şekilde tanık olmakta, adeta her gün iç içe üzüntü ve taziyelerle yaşamaktayız. Ölümün ardından cenaze için yerine getirilecek ritüellerin duyurusuna minareden verilen Selalarla başlanmakta, yakınlar toplanmakta, ölenin evinde acılı, hüzünlü yoğun bir koşuşturma ile defin ve gelen taziyecilere verilecek ikramlar için hazırlıklara başlanmaktadır. ( Sela Nedir ? Niçin Verilir başlıklı yazımızda okunan Selalardaki yanlışlıkları görebilirsiniz.) Bu bağlamda da Kur'anda hiç bir ayette böyle bir farz ve Allah'ın emri olmadığı halde, cenaze için A dan Z ye kadar yapılan ölünün yıkanması, abdest aldırılması, kefenlenmesi gibi birçok ayrıntıyla dolu uygulama ve inanç, gelenek olarak ortaya çıkmıştır. Buna rağmen Kur'anın dışında uydurulmuş olan hadislerle doldurulmuş olsa da Müslümanları farzı kifaye, sünnet denilerek birçok yönlendirmenin yer aldığı İlmihal ve Fıkıh kitaplarında ;
* " Ölen bir müminin teçhiz ve tekfini / Yıkanıp donatılıp kefenlenip namazının kılınması, geride kalan Müslümanlara farzı kifayedir " ( Şevkani Fethu'l Kadîr Şerhi c. I. sa. 447 ) fetvasıyla Müslümanlara Allah'ın değil, birilerinin ayrıntılarla dolu hükmü ile verilmiş emir dile getirilmektedir.
* Başka bir hadiste de " Ölüyü yıkayıp kefenlemek, namazını kılmak ve toprağa gömmek, şeriatı kadimedendir " ( Übeyy b. Kab V. 21 / 642 ) denilerek, yani bütün geçmiş peygamberlerden bu yana zaten yerine getirilen bir uygulama olduğu belirtilmekte ve Müslümanlar ikna edilmeye çalışılmaktadır. ( Ama Peygamberimizin bile kefenlenmeden elbisesiyle birlikte yattığı odanın ortasına kazılan bir çukura defnedilmiş olduğu gözardı edilmektedir. )
* Rivayet edilen başka bir haberde " Hz. Adem vefat edince melekler Cennetten getirdikleri kefen ve kokularla gelip yıkadılar, kefenlediler. Sonra namazını kılıp kazdıkları mezara yerleştirdiler. Ve üzerini kerpiçle kapatıp toprakla düzlediler. " ( Fetava i Fıkhiye ) denilerek böylece Müslümanlara sünnet olarak yüklenmektedir. Ama 25 bin yıl öncesine varıncaya kadar Adem peygamberin cenazesinden bilgi sahibi olduğunu iddia edenlerin, bu hadisleri uyduran ve ardından gidenlerin, gerçek olmayan ve insanlar gibi konuşup hareket etmeyen melek kavramından, kıyamet kopup Evrendeki hayat sonlandırılmadığı için Cennet diye yaratılmış bir mekânın da henüz olmadığı gerçeğinden de haberleri bulunmamaktadır.
* Ölüyü yıkayıp da onda gördüğü hoş olmayan halleri gizleyen kimseyi Allah Teâlâ kırk kere bağışlar. Ölüyü kefenleyene ipekten yapılmış Cennet elbisesi giydirilir. Kabir kazıp ölüyü defnedene, bir fakiri kıyamete kadar bir eve yerleştirmiş gibi ecir verilir. ( Hâkim I. 506 / 1307 ) ( Peki Peygamberimiz öldüğü zaman yattığı odasında kazılan bir çukura yıkanmadan, abdest aldırılmadan elbisesi ile gömülürken neden kefenlenmemiştir ? )
* Ölülerinizi beyaz kefene sarınız. ( Tirmizi Edeb 46 / 2810 ) * Kim kabir kazarsa, Allah ona cennette bir köşk bina eder. Kim bir cenaze yıkarsa, annesinden doğduğu gün gibi tüm günahlarından sıyrılır. Kim bir ölüyü kefenlerse, Allah ona cennetteki giysilerden bir giysi giydirir. ( Cemu'l Fevaid Trc. N. Erdoğan 2516 )
Böylece erkeğe ayrı, kadına ayrı, çocuğa ayrı, dökülecek suyun, katılacak kokuların, yıkanırken meyyitin nasıl kaldırılacağı, nasıl döndürüleceği, kefenin rengi, uzunluğu ayrıntılarına varıncaya kadar, kabri kazanın da, ölüyü yıkayanın da, kefenleyenin ve defnedenin de ödülsüz bırakılmadığı, daha bir çok rivayet ve fetva ile donatılan ölenin yıkanması geleneği, Müslümanların ibadetlerinin arasına vazgeçilemez bir kültür olarak yerleştirilmiştir. Utanmaz, Cehennem azabından korkmaz, kurnaz bir cemaat önderi de fırsattan istifade istismar ettiği mütedeyyin insanlara yanmaz kefen pazarlayabilmektedir. İster istemez de kısa bir süre sonunda çürüyüp toprağa karışacak olan bedenin, Kur'anda emredilmediği halde neden yıkandığı da, niçin abdest aldırıldığı da, kefenlenmenin de bu kadar çok ayrıntılarla ele alınmasının mantığı da soru ve merak haline gelebilecektir. Tabii ki bu kadar detaylandırılmış ritüelin arkasından, yine uydurma fetva ve rivayetlerle namaz ve defin işlemleri için de bir çok ritüel gecikmeden devreye sokulacaktır. Kur'anda olmayan Kabir Hayatı konusunda yüzlerce hadis ve rivayetin yer aldığı ciltler dolusu kitaplar Müslümanların önüne din diye konulacaktır.
Müslüman toplumlarında oluşturulmuş bu ölenin yıkanması kültür ve geleneğinin bağlamında, yıkanmış, kefenlenmiş cenazenin tabut ile musalla taşına getirilip konulmasından sonra, öğle veya ikindi namazının eda edilmesinin ardından Caminin dışında bilhassa erkeklerin katıldığı ayakta oluşturulan saflarla, imamın koordinasyonu ile ölen için Cenaze tabutu önünde Cenaze namazı kılınmaktadır. Bu uygulamalar için, Kur’anın dışında Peygamberimizin vefatının ardından zamanla yüzlerce Ulemanın Fıkıh ilmi, İcma, fetva, Kıyas deyip ortaya koyduğu görüş, uydurulmuş hadis ve rivayetlerle oluşturulmuş hüküm ve inançlar ortaya çıkmıştır. Ama bu şekilde hem Camide, hem mezarlıkta kabirde yerine getirilen uygulamaların ayrıntılarında, kılınan Cenaze namazının niçini, nasılı, nedeni, ağızdan çıkanların, okunanların ne anlama geldiği, ölene mi ? dirilere mi ? kimlere ne katkısının olduğu veya olmadığı çoğunlukla sorgulanmadığı ve bilinemediği için Kur’anla, İslam’ın gerçeği ile de test edilemediğinden, içine düşülen yanlışlıkların farkında olunamamaktadır. ( Mezarlıkta Okunan Tekasür Sûresi, Kabirde Yaşamaya Devam Edecek miyiz ? Ölüm ve Ardından Gelen Tebareke başlıklı yazılarımızda toplumumuzun hayatına gelenek olarak yerleştirilmiş olan, vazgeçilmesinden korkulan ölüm ve kabir uygulamaları ile ilgili yanlışlıklar hakkında geniş bilgi bulabilirsiniz.)
Kalem Sûresinin 36 - 38. ayetlerinde " Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz ? Yoksa içinde ders aldığınız şeyler “ Siz bu alemde neyi beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak “ garantisi verilmiş olan size ait bir kitap / yazılı belge mi var ? " ifadeleriyle yapılan uyarılara, Allah'ın vermediği belgeye rağmen Peygamberimizin adına sonradan insan eliyle uydurulmuş çakma belge olan hadis ve rivayetlerle, Din ehli Ulema, İmam ve Hazret denilen birtakım kimselerin hazırladıkları Fıkıh kitaplarında anlatılanlara dayalı olarak, Müslümanların hayatına cenaze ile ilgili değişik uygulamalar sokularak gelenek haline getirilmiştir. Bu bağlamda Cenaze namazı farzı kifayedir, ( Bir veya birkaç kişinin görev yapmasıyla diğer Müslümanlar üzerindeki farz sorumluluğu kalkar ) dört tekbirle kıyamda ( ayakta ) rükûsuz ve secdesiz yerine getirilir, tekbirlerin arasında Ulemadan bazıları “ Allahümme salli barik ve Fatiha “ okunur, bazıları “ Rabbenağfirli, Felak ve Nas Sûreleri “ okunur, bazıları da bilenler Kunut dualarını okurlar demektedir.
Cenaze namazına başlarken İmamın helâllik isteme sorgulamasının ardından müezzin “ Allah için senaya ( övgüye ) Peygamber için salavata, meyyit için duaya " diyerek niyet edilip başlanması için davetini yapar, er kişi veya hatun kişi niyetine denilerek ölenin önünde kılınan namazla, Kur’andaki önerilerin dışında Ulema tarafından sonradan ortaya konmuş olan Cenaze namazı hükümleri yerine getirilir. Halbuki onlarca ayette kimsenin başkasının günahını yüklenemeyeceğinin belirtilmesinden dolayı " Kul hakkı " diye bir suç yoktur. Bütün işlenen suçlar, Allah'ın koyduğu yasaklara karşı işlenmiş suçlardır. Yaşam içerisindeki her türlü haksızlığı, kötülüğü, zulmü cezalandıracak veya bağışlayacak olan da sadece Yüce Rabbimiz Allah olduğu halde, Maide Sûresinin 27. ayetindeki ifadelerin yanlış değerlendirilmesine bağlı olarak uydurulan hadislerle yerleşmiş bu anlayış ile ölen için helâllik istemek çok yersiz ve tutarsız bir uygulamadır. Kur’an ayetleriyle test edebilen, düşünen, aklını kullanan, okunanların anlamlarını bilen bir mümin, Allah'tan başka hele hele ölen kişilerin önünde namaza durulur mu ? diye sorar. Bu bağlamda Allah’ın öğüt olsun diye insanlara yönelttiği uyarıların gerisin geriye Allah’a yöneltilerek okunmasının mantığını, okunanların ölen için yapılan bir dua ile ilgisinin olup olmadığını, veya kişilerin kendilerine ait dualar olup olmadığını, bu namazın ölen için mi, dirilerin kendileri için mi ? yoksa Allah için mi ? olduğunu herhalde sorgular. Bu nedenlerle Kur'anın uyarılarına göre aslında ölenin ardından Rabbimizden mağfiret, rahmet istemekten başka bir şeyin olmaması gerektiği halde bu şekildeki ritüellerle yerine getirilenlerin, artık bir şey duymayacak olan ölene, geride bıraktıklarına ne gibi bir yararı olacaktır ? Kur’anda, Peygamberimizin öğretilerinde gerçekten cenaze önünde kılınan böyle bir namaz uygulaması var mıdır ? diye Biz de Allah katında gerçek belge olan Kur'an ile soralım ve test edelim !
Allah’ın Hakk Dini İslam adına indirdiği son kitabı Kur’ana baktığımız zaman bu sorunun tek ve en kestirme karşılığı, Tevbe Sûresinin 84. ayetinde “ Ve onlardan ölen biri için salat etme / destek olma, lâ teküm alâ kabrih / onun kabrinin üzerinde dikilme. Şüphesiz onlar, kâfir / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden, O’nun Elçisi’nin gerçek elçi olduğunu bilerek reddedenlerdir. Ve onlar, hak yoldan çıkmış olarak ölmüşlerdir. “ ifadelerinden anlaşılacağı gibi aslında Müslümanlıkta cenaze önünde cenaze için kılınan, Cenaze namazı diye bir namaz yoktur. Peygamberimize verilen emirle ayette gördüğümüz gibi Dinimizde " Kabir üzerinde durma / kıyam " ile kabirde görev yapma emri vardır. Bu görev ise salat görevidir. Tevbe Sûresinin 64. ayetinden başlayarak 96. ayetine kadar olan paragraf içerisinde bizzat münafıklar, ikiyüzlüler üzerine yapılan açıklamalardan sonra onların ölenleri için Peygamberimize bu ayetle verilen “ Kabir üzerinde durma, kıyam etme, salat etme, görev yapma “ şeklindeki emirle salat etmek / destek olmak veya olmamak, ölen için dua etmek veya etmemek olan Kabir Salatı görevi vardır. Bundan dolayı, ölen bir Müslümanın cenazesi için kabirde defin işleminin yapılmasından önce kabir salatına katılma / destekleşme, paylaşma, dayanışma, yardımlaşma çalışmalarına katılma, ölenler için namaz kılma ritüeli değil, sadece Allah’tan mağfiret, bağışlama isteği ile yardım dileyerek dua etme ve ardından da defin / toprak altına gömülme çalışmalarına katılma görevi bulunmaktadır.
Tevbe Sûresinde münafıklar ( Müslüman olduklarını söyledikleri halde Müslüman olmanın gereğini yerine getirmeyen iki yüzlüler, salat ve infak etmeyen, destekleşme, paylaşma ve yardımlaşma çalışmalarına katılmayanlar ) için yer alan ayetlerin ayrıntılarına, münafıkların yaptıklarına ve karakterlerine, 84. ayetin indirilmesi ile ilgili Siyer / Tarih kitaplarında anlatılanlara özetle bakacak olursak, o dönemde Medine'de bir çok kabile bulunduğu halde Hazrec kabilesine mensup ve üstelik de kendisini bu kabilesinin ve Medine’nin krallığına hazırlayan kabile reisi, önderi gibi görülen Abdullah bin Übeyy isminde biri yaşamakta, her fırsatta da Peygamberimize muhalif olmaktadır. Hicretten sonra Medine'de Bedir, Uhut ve Hendek savunmalarında Mekke müşrikleri adına işbirliği ve casusluk yapmış, üstelik de verilen savunma mücadelelerine katılmamıştır. Bunu bilen ve aslında Peygamberimizi duyup ona biat etmek düşüncesinde olan Medine’deki diğer kabilelerin önderlerince de Peygamberimizi Medine’ye davet etme ile sonuçlanacak olan daha Akabe görüşmeleri ( biatları ) sürecinde, Peygamberi kendisine rakip olarak göreceği ve engel olacağı düşünceleriyle toplantıya katılması istenmeyen, haber verilmeyen kişidir. Peygamberimize karşı olumsuz, tutarsız davranışları, saygısızlıkları, kıskançlıkları da birçok rivayetle anlatılmaktadır. ( İbn Kesir, İbn Hişam, Buhari, İbn’ül Esir ) Bu kişi ve kabilesi en son olarak Peygamberimizin Bizans’a karşı yapacağı Tebük seferine de tutarsız bahanelerle katılmamış, üstelik de Tevbe Sûresinin ayetleriyle yer verilerek açıklandığı gibi, bölgesinde Dırar / zararlı mescit denilerek Kur'anda Peygamberimize yıktırmasının emrinin verildiği casusluk yuvası olarak kullanılan Camiyi yaptırmıştır. İşte bütün bu düşmanlıkların, bu münafıklıkların görüldüğü zamanda 84. ayet nazil olmuş ve bu ayetle birlikte Peygamberimiz uyarılmış, onların ölenlerinin kabrinde dikilmeme, dua etmeme, salat etmeme, görev yapmama emri verilerek, aynı zamanda o günlerde ölmüş olan bu münafıkların başı Abdullah bin Übeyy’in oğlunun ısrarlı isteği üzerine yine de iyi niyetle salat etmeye hazırlanan Peygamberimizi Rabbimiz vazgeçirerek özellikle de azarlamıştır. Kur'anın birçok ayetle yaptığı uyarılarına rağmen, bugün ise aksinin cenaze namazı ve defin esnasında geleneklerle yerine getirilmesi, münafıkların yaptıklarından, küfür ve şirk olmasından farklı bir şey gibi görünmemektedir ?
Siyer kitaplarında anlatılanlara göre Peygamberimizin zamanında ölen bir mümin için zaten toplu halde Cenaze namazı adı altında bir namaz kılınmaz, herkes ayrı ayrı meyyitin önünde onun için Allah’tan bağışlama ve mağfiret isteği ile duasını yapar ve çıkardı. Peygamberimiz de hiç kimse için Cenaze Namazı diye bir namazı kıldırmamış, ancak ölenlerin kabrinde dikilerek duasını yapmış, defin çalışmalarına katılmıştır. Kendisinin vefatında da yattığı odasında yeğeni Ali ile birlikte 16 kişi hazır bulunmuş, taziye için gelen gruplar, nereye defnedileceğinin tespiti görüşmeleri nedenleriyle, bazı kaynaklarda ertesi günü, bazılarında da üç gün beklenildikten sonra aynı odada kazılan çukura gömülerek cenaze namazı gibi bir uygulama olmadan, üzerine su dökülerek elbisesi ile birlikte defin işlemi yerine getirilmiş, İmam Ali de duasını yaptırmıştır. Ama İmam Ali cenaze namazını kıldırdı, şunlar hazır bulundu gibi söylenenlerin tamamı birçok fırkanın kendi çıkar beklentileri için uydurdukları gerçek dışı rivayetlerdir. Çünkü Kur'anın İslam'ında insan için insanın önünde namaz kılınmaz, namaz zaten dua demektir, ölen insan için üzüntü paylaşılır, yardımlaşma, destekleşme ile defin işlemlerine katılmanın ardından da ancak dua edilir, Allah'tan rahmet ve bağışlama dilenir.
Bugün ülkemizde gördüğümüz ve kökleşmiş olan cenaze namazı uygulamasında ise aslında ne ölüye, ne de diriye bir yararı olmayacak olan, musalla taşına konmuş tabut önünde kişilerce önce Fatiha Sûresinin okunup yüzün sıvanması, vakit namazından sonra da imam nezaretinde toplu halde Cenaze Namazı kılınması uygulamasına dönüştürülmüştür. Fatiha Sûresini Arapça okuyan kişiler de çoğunlukla ne okuduğunu, neden okuduğunu da bilmemektedir. Peygamberimizin zamanında ise Peygamberimiz ölenin geride bıraktıkları için yapılacak salat görevine katılma ile önce duasını yaparak destekleşme, yardımlaşma, paylaşma, toplantılarında ve defin çalışmalarında hazır bulunurdu. Ölen için kabir başında dikilme ile Salat etme görevini de bizzat koordine eder ve yerine getirirdi. Bu görev çerçevesinde ölen kişinin borcu, harcı, alacağı, dul kalan eşi, yetim kalan çocukları var mıdır ? Geride kalan eşi, varsa çocukları bundan sonraki hayatlarını nasıl devam ettireceklerdir ? gibi sorular ölen kişi mezara konulmadan önce kamu otoritesi adına çözülür, bütün sorunlar geride kalanlar için güvence altına alınırdı. Kimseye de hakkınızı helâl ettiniz mi ? sorusu sorulmazdı. Fakat daha sonraları aslında destekleşme, dayanışma, yardımlaşma, dine arka çıkma, dua ile Allah’tan yardım isteme anlamlarında olan salat sözcüğü, Ulema tarafından sadece namaz olarak kabul edilip de dar bir çerçeveye oturtulunca, Peygamberimizin zamanındaki uygulamanın tamamı ortadan kaldırılmış, ölen insan için cenaze önünde kılınan Cenaze namazı anlayışına dönüştürülmüştür.
Cenaze : Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazır insan ölüsü, ölmüş bir kimse demektir. Arapçada ve Farsçada “ Cinaze “ şeklinde kullanılır, Farsçada aynı anlama gelen “ ganz “ ( gömü, hazine ) sözcüğünden alıntıdır. Evliya Çelebi’nin 1341 yılında yazdığı Tezkiretü’l Evliya adlı eserinde “ Cinazeyi aşağa kodular. “ ifadesinde yer aldığı gibi ölen için “ cinaze “ sözcüğünün Anadolu’da da kullanıldığını görüyoruz. Arapçada ise ölen bir insan için meyyit, meyt, müteveffa gibi sözcükler kullanılır. Hadis toplayıcıları Buhari, Tirmizi, İbni Mace, Müslim, Nesai, Ebu Davut gibi Sahih ve Sünen denilen İmamlar, daha sonraları Kur’an ayetlerinin saptırılarak Ulema tarafından ortaya konulmuş olan yüzlerce hadis ve görüşlerle ilgili topladıkları rivayetleri anlattıkları eserlerinde bu konunun ayrıntıları için “ Cenaiz “ ifadesini kullanmışlar, örneğin Müslim Cenaiz 58. hadisinde " Bir cenazenin namazını yüz Müslüman kılarak hepsi ona şefaat ( yardım etme yetkisi ) dilerse, kendilerine o kimse hakkında şefaat etme izni verilir. " denilerek, Ahiret hesaplaşmasında Peygamber için dahi olmayacak olan şefaate bile hüküm getirmişlerdir. Bu eserlerde Cenaze namazı için din ehli denilen yüzlerce Ulema tarafından değişik zamanlarda öngörülen görüş ve fetvalarla hükmü, farzı, vacibi, sünneti, rekâtının olup olmadığı, tekbiri, okunacak sureleri, defin vakti, gıyabi cenaze namazı, kadınların katılıp katılmayacağı, namazın kılınacağı mekân, saf düzeni, abdest, teyemmüm şartı, helallık almanın hükmü, kimler için kılınır, kimler için kılınmaz gibi bir çok ayrıntı belirlenerek ciltler dolusu kitaplar oluşturulmuştur. Böylece Kur’anın bir çok ayetinin uyarısına aykırı olan, Peygamberimizin uygulamalarının da dışında çok farklı bir inanç ve anlayışla cenazenin önünde kılınan Cenaze Namazı ibadeti hayata geçirilmiştir.
Bu bağlamda bir çok Fıkıh ve İlmihal kitaplarında olduğu gibi hadis ve rivayetlerin etkisinden sıyrılamamış olan günümüzün Diyanet İşleri Başkanlığının Yüksek Kurulunca da bu konularda ; Cenaze namazı farz ı kifayedir. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı yerine getirmesi gereken dini vecibelerin başında Cenaze namazının kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Kadın olsun, erkek olsun yalnız bir kişinin bu namazı kılmasıyla farz yerine gelmiş olur. Cenaze namazı, Allah’a sena, ( övgü ) Resulullaha salat ve ölü için duadan ibarettir. Tebük seferine mazeretsiz olarak çıkmayan münafıklarla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır. “ Onlardan ölen hiçbirinin ( cenaze ) namazını kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü inkâr ettiler ve fasık ( Kâfir, haktan sapan ) olarak öldüler. ( Tevbe 84. ) “ Bu ayet Cenaze namazının farz olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca Resulullah bir Müslüman’ın ölümü üzerine “ Bir din kardeşiniz vefat etmiştir. Kalkın onun Cenaze namazını kılın “ ( Müslim Cenaiz 66. ) buyurmuştur. Şeklinde Cenaze namazının hükmü açıklanmaktadır. Denilmektedir ama Peygamberimizin zamanında namaz diye bir sözcük yoktur ve kullanılmamaktadır.
Fakat Cenaze namazına dayanak olarak gösterilen Tevbe Sûresinin 84. ayetine yazımızın başında biz de yer verdik ve ayetin orijinalinde “ Cenaze namazını kılma “ diye bir ifade bulunmamakta ve onun yerine yukarıda açıkladığımız gibi “ salat etme “ ifadesi yer almaktadır. Aslında salat sözcüğü de doğrudan doğruya namaz demek değildir. ( Kur’anda Salat Gerçekten Namaz mıdır ? başlıklı yazımızda geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Bugünkü işlevi ve uygulamaları ile yerine getirilmeye çalışılan vakit namazlarının ayrıntılarının da aslında “ Doğrudan doğruya Allah’ın ayetlerle insanlara yönelttiği uyarı ve öğütlerin aynen okunarak gerisin geriye Kendisine yöneltilmesi mi ? ki bu büyük bir küfür riski oluşturmaktadır, Yoksa Allah’tan yardım talep edilerek yerine getirilecek bir dua mı ? " olduğunun sorgulanarak net bir şekilde ortaya konulması gerekir. ( Namaz Allah'la Konuşmaktır başlıklı yazımıza bakabilirsiniz ) Peygamberimizin zamanında kullanılmadığı ve Kur'anda da namaz sözcüğü yer almadığı için, Cenaze namazının kılınması üzerine ortaya atılan rivayetlerin tamamının sonradan uydurulmuş kurgular olduğu da çok açıktır.
Günümüzde yerine getirilen Cenaze namazının Ulema tarafından belirlenen uygulamalarına baktığımız zaman katılımcı, okuduğu Rabbenağfirli ve Fatiha Sûrelerini okursa kendisi ve ebeveynleri için dilekte bulunmakta, Salli Barik dualarını okursa Muhammed ( a.s. ) ve İbrahim ( a.s. ) için dua ederek peygamberler arası ayrımcılığını yapmış olmakta, Felak ve Nas Sûrelerini okursa “ Kul, de ki “ diye başlayarak Allah’a akıl vermekte, dua öğretmeye çalışmakta, kunut duasının Arapçası da, anlamı da Müslümanların çoğunluğunca bilinmemekte, okuyanların dili dönmemekte, ya da imamın tekbirleri arasına yetişememektedir. Bu uygulamaların içerisinde halbuki meyyit için duaya denilerek kılındığı zannedilen Cenaze namazında meyyit için herhangi bir dua bulunmamaktadır. Gelenekselleşmiş, kanıksanmış olarak bu şekliyle yapılanların Kur’an ayetlerinin uyarılarına, Peygamberimizin uygulamalarına göre bir benzerliğinin, mantığının ve tutarlığının olduğunu söyleyemeyiz. Kur'anın İslam'ında ve Peygamberimizin uygulamalarında olmayan ve bu durumda Kur'anın bir çok ayetinin uyarılarının da aksine olan bu şekildeki bir namaz, kimin ve ne için kılınmaktadır ? Yoksa gelenek yerini bulsun, biz geleneklerimizden, atalarımızın uygulamalarından vazgeçemeyiz, elalem ne der ? demek için mi kılınmaktadır ?
Hayatını kaybetmiş yakınlarımız, sevdiklerimiz, ana ve babamız, bizden önceki Müslüman kardeşlerimiz için, salat etmek, defin işlemlerine katılmak, taziye ile acılarına ortak olmak görevinin yanı sıra, bizim yapabileceğimiz tek bir şey vardır. O da bazı ayetlerde örneklendiği gibi, onların bağışlanmaları, cehennem azabından uzak tutulmaları için sık sık dua etmek ve Rabbimizden rahmet talep etmek olabilir. Bunun için de nasıl dua edebileceğimiz, yine bizzat Rabbimiz tarafından örneğin Haşr Sûresinin 10. ayetinde " Ve peygamber döneminden sonra gelen kimseler, “ Rabbimiz ! bizi ve iman ile bizi geçmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman etmiş kimseler için kin oluşturma ! Rabbimiz ! şüphesiz Sen çok şefkat ve merhamet gösteren, çok esirgeyen, kolaylık sağlayansın, engin merhamet sahibisin “ derler. " ifadeleriyle, İbrahim Sûresinin 41. ayetinde “ Ey Rabbimiz ! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam babam için ve müminler için bağışlamada bulun. “ dedi. " ifadeleriyle ayetlerde İbrahim Peygamberin duası örnek olarak görüldüğü gibi ölenlerimiz, yakınlarımız, Ahirete irtihal etmiş ana ve babamız için bizim yapabileceğimizin, sadece bir dua etmek olduğu bildirilmektedir. Bu dua da her zaman, meyyitin önünde, evde, namazda, her yerde ve her vesile ile yapılabilir, kabirde meyyitin baş ucuna gitmek şart değildir. Çünkü artık orada kemik parçalarından başka kişinin sesini, konuşmasını duyabilecek, iletişim kurulabilecek canlı hiç bir şey bulunmamaktadır. Bizim dualarımızı, yakarmalarımızı işitecek olan da sadece ve sadece her yerde, her zaman diri ve hazır olan, bize şah damarımızdan daha yakın olan Yüce Rabbimiz Allah'tır. Kur’anın bize önerdiği gibi duamız, ancak onlar için rahmet, bağışlanmak, Cehennem azabından uzak tutulmalarını dilemek şeklinde olmalıdır.
Eğer İslam adına cenazenin ardından Allah’ın öngördüğü ve salat etmek sözcüğü ile belirlediği, Peygamberimizin de destek olma anlayışıyla uyguladığı şekildeki toplum dayanışmasının, yardımlaşmasının oluşturduğu güvencesi adına gerçekten en sağlıklı, en yararlı olan bu uygulama, daha sonraları saptırılmasaydı, ayetlerin orijinalindeki salat sözcüğü Ulema tarafından dar bir çerçeveye oturtularak, sadece namaz sözcüğüne endekslenip ardından bugünkü hiç bir işe yaramayan, ne ölüye ne diriye, ne de geride bıraktıklarına bir katkısı olmayan, geride kalanlara birtakım sıkıntının ve ikramlarla bir çok maddi yükümlülüğün yüklendiği, toplumsal yıkımları çözmeyecek ve ortada bırakacak olan, cenaze önünde kılınan Cenaze namazı ve ardından da kabirde defin esnasındaki yanlış uygulamalarına dönüştürülmüştür. üstelik de namaz ibadeti sadece Allah'ın huzurunda, Allah için kılınması gerektiği halde, Kur’anın bir çok ayetinin uyarısına aykırı ve şirk olduğu da hiç umursanmamıştır. Bugünkü yaşam düzeninde İmam denen kardeşlerimiz kamu otoritesi adına Peygamberimizin uyguladığı salat etme görevini, sonradan uydurulmuş hadis ve rivayetlere göre değil de, eğer Kur’an ayetlerinin uyarıları göz önünde tutularak aynen yerine getirebilseydi, bir çok yetimin, dul kadının göz yaşı dinecek, sıkıntılar, acılar hafifleyecek, yaralar sarılacak, ölenin ardından geride kalanlar için ortaya çıkabilecek endişeler, toplumsal sorunlar kalmayacak ve üstelik de Kur’an ayetlerinin uyarılarının aksine, sorumluluk getiren bir çok yanlışın da içinde olunmayacaktı. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun ?
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR. RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR