Konu Detay

YAHUDİLERCE ÖLDÜRÜLDÜĞÜ SÖYLENEN PEYGAMBERLER

 16.07.2023
 540

Peygamberimizin  Mekke’den  Medine’ye  hicretinden  sonra,  Medine’de  yaşayan  çok  sayıda   ehli  kitap  Yahudi  kabilelerinin  bulunmasından  dolayı,  onlara  da  Kur’anın  anlatılması,  ayetlerin  ve  öğütlerin  tebliğ  edilmesi  zaruret  haline  gelmiştir. Bu  nedenle  bu  dönemde  Peygamberimize  indirilen  ayetlerin  birçoğunda,  Yahudilerin  önceki  yaşadıklarında  Allah’ı  yalanlamaları,  verdikleri  sözlerden  dönmeleri  gibi  yaptıkları  yanlışlıkları  hatırlatma  ve  bütün  inananlara  bundan  sonra  bu  yanlışlıkların  da  uyarı  ve  öğüt  olması  bakımından  “ Beni  İsrail  / Ey  İsrailoğulları  “  hitabıyla,  yaşamakta  olan  Yahudilerin  tümünün  de  muhatap  alındığı  birçok  ayeti  görmekteyiz. Kur'an  her  ne  kadar  ilk  olarak  Arap  toplumuna  Arapça  hitap  etmiş  olsa  da,  Sad  Sûresinin  87. ayetinde  "  Kur'an  bütün  alemler  için  bir  öğüttür  ancak  88 :  Ve  onun  müthiş  haberini  bir  zaman  sonra  kesinlikle  bileceksiniz. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  aslında  Kur'anın  muhatapları  dünya  üzerinde  yaşayacak  olan,  dinli,  dinsiz,  Yahudi,  Hristiyan   bütün   insanlardır. Peygamberimiz  de  bütün  insanlığın,  farklı  dilleri   konuşan  tüm  halkların  peygamberidir. Bundan  dolayı  Allah'ın   mesajının  doğru  anlaşılabilmesi  için  Kur'anın  dünyadaki  farklı  dillere  çevrilmesi  de  zorunludur.  Ancak  bin  dört  yüz  yıldır  Müslümanlık  adına  elde  bulunan  Kur'anın  Arapça  resmi  Osman  Mushafındaki  ayetlerin  Tertil  ve  Tedebbür  gibi  bir  çok  dil  kurallarına  dikkat  edilmeden  sıralanmasındaki  yanlış  tertiplerinden  dolayı,  Kur'anın  doğru  anlaşılması  ve  anlatılmasında  yanlış  ve  farklı  sonuçlara  varılabilmektedir.  Peygamberimizin  vefatından  sonra  Halife  seçilen  Ebu  Bekir  zamanında,  Kur’anı  ezberinde  bulunduran  ve  elinde  yazılı  ayetlerin  bulunduğu  sahabeler  toplanmış,  bütün  ayetler  bir  araya  getirilmiş,  hemen  apar  topar  bir  Kur’an  Mushafı  oluşturulmuştur.  Daha  sonra  3. Halife  olan  Osman'ın  devreye  girmesiyle  oluşturulan  sahabeler  komitesi,  başlangıç  adıyla  Fatiha  Sûresini  birinci  sıraya  koyup,  ardından  da  en  fazla  sayıda  ayetin  bulunduğu  Bakara  Sûresinden  başlayarak  uzun  Sûreleri  art  arda  sıralamışlar  ve  namaz  Sûreleri  denilen,  ayet   sayısı  az  olan  20  Sûreyi  de  en  sona  yerleştirmişlerdir.  Oysa  dinimizin  gereklerinin  doğru  olarak  anlaşılması,  Kur'anın  ve  Peygamberimizin  risaletinin  büyüklüğünün,  Kur'anın  içindeki  kavramların  basamak  basamak  daha  kolay  kavranabilmesi  bakımından,  bu  tertipteki  Kur'an  Mushafı  ile  değil,  aslında  bütün  dil  kurallarının  gözetildiği,  paragraf   bütünlüklerinin  sağlandığı  tertipteki  Kur'anın  ve  ayetlerin  Peygamberimize  indiriliş ( nüzul )  sırasına  göre  okunması  daha  doğru  bir  adım  olacaktır.  

Çünkü  Osman  Mushafı  adı  da  verilen  bugünkü  resmi  Kur’an  Mushafında,  Nisa  Sûresinin  82. ayetinde  "  Onlar  hala  Kur'anı  arka  arkaya  dizerek  gereği  gibi  düşünmezler  mi ?  "  ifadeleriyle  belirtilerek  Rabbimizin  yapmış  olduğu  uyarı,  ne  Osman  Mushafını  hazırlayanlarca,  ne  de  bu  Mushafa  göre  hüküm  oluşturan  bugünün  ünlü  İlâhiyatçılarınca  da  ayetlerin  Peygamberimize  indiriliş  sırası,  harekesiz  ve  noktalama  işaretleri  olmayan  yazılım  göz  önünde  bulundurulmamış,  kronoloji  dikkate  alınmamış,  Tertile  /  düzgün,  birbirine  karıştırılmadan  dizime  riayet  edilmemiş,  bir  çok  necmin  /  paragrafın  cümleleri  yerli  yerinde  doğru  sıralaması  ile  tertip  edilememiştir. Bazı  Sûrelerin  içindeki  bazı  ayetlerin  farklı  yerlere  yerleştirilmiş  olmasından  dolayı  anlam  ve  paragraf  bütünlüğü,  özne,  yüklem,  zarf,  mazruf  ve  zamir  bağlantıları  dikkatlerden  kaçmıştır.  Bundan  dolayı  bazı  anlam  bütünlüklerinde  kopukluklar  ve  yanlış  anlamalar  ortaya  çıkmıştır.  Dolayısıyla  günümüze  kadar  ulaştırılmış  olan  bu  mevcut  Mushafın  bugünkü  düzeni,  Neml  Sûresinin  2 – 3.  ayetlerinde  “  Bunlar  salatı  ikame  eden,  zekâtı  /  vergiyi  veren  ve  ahirete  de  kesin  inanan  kişilerin  ta  kendileri  olan  müminler  için  doğru  yol  rehberi  ve  müjdeci  olmak  üzere  ve  mubin  Kur’anın  /  apaçık  bir  kitabın  ayetleridir. “ ifadeleriyle  belirtilmesine  rağmen,  Kur'anın  değişik  ayetlerde  "  Arabiyyen “   en  mükemmel  anlatım  ve  gramer  kurallarına  eksiksiz  uyum  ve  mübin  /  apaçık  dediği  niteliğine  uymamaktadır. Bazı  paragraflarda  arka  arkaya  olması  gereken  iki  cümle  arasına  bir  çok  başka  cümlenin  sokulduğu,  bir  cümlenin  ayet  halindeki  ögelerinin  işaret  ettiği  zamirinin,  onlarca   cümle  sonrasına   taşındığı  görülmektedir.  Evlerimizde  bulunan  resmi  Osman  Mushafındaki  bu  olumsuzluklar  nedeniyle  bugün  bir  çok  ayet  yanlış  anlaşılmakta,  ya  da  hiç  anlaşılamamaktadır. Birçoğu  ekleme,  çıkarma  yapmadan,  parantez  açmadan  anlaşılmaz  konumda  bulunmaktadır.  Aynı  Sûre  içerisinde  öne  veya  daha  geriye  alınması  gereken  ayetler,  necmler  /  paragraflar  bulunmaktadır.  Evlerimizde  bulunan  bugünkü  Kur’an  Mushafını,  maalesef  böylece  bazı  kavramlar  da  dahil  anlaşılması  zor,  bir  çok  yönden  anlamları  saptırılmış  ve  kafaları  karıştıran  bir  kitap  haline  getirmişlerdir.

Halife  Osman  zamanında  bu  şekilde  oluşturulan  Kur’an  Mushafı  kitaplaştırılmış,  daha  önceleri  harekesiz  olan  harfler,  daha  sonraki  yıllarda  Müslümanlığın  yayılmasının  ardından,  üstelik  de  harflerin  altına  üstüne  esre,  ötre,  üstün,  şedde,  tenvin,  sükûn / cezm  gibi  hareke  denilen  çizgi  ve  noktalar  da  tamamen  belli  kişilerin  kendi  içtihatlarıyla  bazı  kelimelerde  doğru,  bazı  kelimelerde  ise  yanlış  konulmuştur. Böylece  cümlelerin  başlangıç  ve  bitişleri,  seslendirme  farklılıkları  belirlenerek  imlâ  kuralları  oluşturulmuş,  ses  uyumu  ile  okuma  birlikteliği  sağlanmaya  çalışılmıştır.  Fakat  kişilerin  tercihlerine,  alt  yapı  bilgileri  ve  yeteneklerine  göre,  ama  bilerek  veya  bilmeyerek  yapılan  bu  harekelendirmeler  sonucunda  da  bir  takım  hatalar  yapılmış,  bazı  sözcüklerde  farklı  ve  yanlış  anlamaların  kabulüne  neden  olunmuştur.  Bundan  dolayı  İslam  adına  en  büyük  cinayet  işlenmiş,  yapılması  gereken  en  büyük  zarar  da  verilmiştir.  Ama  böylece  Kur'an  değil,  eldeki  Mushaf  işlerliğini  çekiciliğini  yitirmiş,  Peygamberimizin  zamanında  toplumları  canlandıran,  hak  ile  batılı  birbirinden  ayıran,  öğüt   bırakan,  bilginleri  ve  bilge  kişileri  yerlere  kapandıran,  topluma  can,  ışık  olan,  ikna  etmedik,  kendisine  inanmadık  insan  bırakmayan  Kur'an,  doğru  anlaşılmaktan,  hayatın  içinde  olmaktan,  orijinal  lafzından  çıkarılmıştır.  Ama  şu  iyi  bilinmelidir  ki  Kur'anın  lafzında  bir  eksiklik  veya  ilave  yapılmıştır,  Kur'an  değiştirilmiştir  gibi  bir  yanlış  algılama  olmamalıdır. Aslında  bu  yapılanlarla  Kur'anın  orijinalinde  her  hangi  bir  harf,  kelime  ve  ayet  eksilmesi  olmamıştır.

Bu  bağlamda  Kur’anın  bazı  sözcüklerinin  yanlış  harekelendirilmesi  sonucunda  içine  düşülen  yanlış  anlama  ve  oluşan  yanlış  sonuçlardan  biri  olarak  da  Kur’anın  elimizdeki  Arapça  Mushafına  göre,  başka  kaynak  da  bulamadıklarından  dolayı,  Yahudi  kaynaklarının  İsrail  etkisinden  kurtulamayarak,  ilk  dönemdeki  müfessirlerce  çevirinin  yapıldığı  bir  çok  mealde,  örneğin  Diyanet  Vakfı  Çevirisine  göre  Ali  İmran  Sûresinin  21. ayetinde  “ Allah’ın  ayetlerini  inkâr  edenler,  peygamberleri  haksız  yere  yaktulüne /  öldürenler,  insanlara  adaleti  emredenleri  yaktulüne / öldürenler  var  ya,  onları  elem  dolu  bir  azap  ile  müjdele. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  Bakara  62,  91,  Ali  İmran  21,  112,  114,  Nisa  155,  gibi  değişik  ayetlerde,  İsrailoğullarına  yöneltilen  hitaplarla  “  Peygamberleri  niye  öldürüyorsunuz ?  Niye  öldürdünüz ?  “  gibi  çeviri  ifadeleri  yer  almaktadır.  Öte  yandan  yüzyıllarca  süren  aralıklarla   sonradan  saptırılarak  insanlar  eliyle  yazılmış  Yahudi  kaynaklarının  temel  kitabı  olan  Kitabı  Mukaddes’e  baktığımız  zaman,  her  ne  kadar  şaibeli  ise  de   “  Nebi  Amos,  Nebi  Şiaya,  Nebi  İlyas,  Nebi  Hanani,  Nebi  Mikaya,  ve  Nebi  Zekeriyya’nın  öldürüldükleri  anlatımları  yer  almaktadır. Bunun  yanı  sıra  yine  Hristiyanlıkta  da  İsa'dan  sonra  insanlar  eliyle  yazılmış  olan  Luka,  Markos,  Yuhanna  ve  örneğin  Matta  İncilinin  23 /  37. Bab  cümlesinde  de  “ İsa  topluma  seslenerek  “  Ey  Kudüs !  Kendisine  gönderilen  peygamberleri  öldüren,  taşlayan  Kudüs !  “  ifadelerine  de  dayanarak  İsrailoğullarının  peygamberleri  öldürdüğü  anlatımları  ve  inancı  yer  almaktadır.  Yine  bu  insan  eliyle  sonradan  yazılmış  İncillerde  de  değişik  sahnelerle  ve  ayrıntılarla  Yahya  peygamberin  kafasının  kesilerek  zindanda  öldürüldüğü,  İsa  peygamberin   de  Yahudiler  tarafından  nasıl  çarmıha  gerilerek  öldürüldüğü   anlatımları  bulunmaktadır. 

Bütün  bu  verilere,  elbette  elimizde  bulunan  bu  bazı  sözcüklerin  yanlış  olarak  harekelendirildiği,  Kur’an  Mushafındaki  sonradan  harekelendirilmiş  ayetlerin  Arapça  orijinal  yapısına,  değişik  kaynaklardaki  anlatım  örneklerine  bakarak  kim  olsa   aynı  şekilde  bir  meallendirme  ile  peygamberlerin  öldürüldüğü  sonucuna  varır. Bu  şekildeki  meallendirme  ifadelerine  bağlı  olarak  da  “  Yahudilerin  bir  günde  üç,  bazı  uydurma  rivayetlerde  aynı  anda  yüzlerce  ve  değişik  sayılarda  Peygamber  öldürdükleri  “  saçma  ve  tutarsız  rivayetler  de  ortaya  saçılır.  Ardından  insanlar  da  zaten  Yahudilerin  bir  çok  peygamberi  de  haksız  yere  öldürdükleri  inancına  sahip  olurlar.  Bunun  sonucunda  zamanımızda,  ülkemizde  Kur’an’da,  Allah’ta  eksiklik,  yanlışlık  arayan  reddiyeci  Ateistler  de  bu  fırsattan  geri  durmazlar,  aşağılamak,  karalamak,  eleştirmek  için  sürekli  bir  bahane  arayışı  içinde  olduklarından  dolayı  maden  bulmuşlar  gibi,  bir  çok  tutarsız,  temelsiz  soruları  yönelttikleri  gibi,  bu  kez  de  “  Bu  nasıl   Allah  ki,  Kendi  gönderdiği  peygamberlerini  niye  koruyamadı,  niye  öldürttü  ?  gibi   soruları  gündeme  getirerek  çok  da  haklı  bir  iddiada  bulunduklarının  rahatlığına  bürünürler. Ne  yazık  ki  bugün  Ateistler  gibi  Müslümanların  çoğunluğu  da  dinin  entellektüel  ve  felsefi  boyutuna  yabancıdır.  İnancını  Kur'an  bütünlüğünde  mantık  yürüterek  düşünen,  derinlemesine  sorgulayanların  sayısı  neredeyse  yok  denecek  kadar  azdır.  İsra  Sûresinin  36. ayetinde  "  Ve  hiç  bilmediğin  bir  şeyin  ardına  düşme !  Şüphesiz  kulak,  göz,  gönül  bunların  her  biri  ondan  sorumludurlar. "  ifadeleriyle  yapılan  uyarıya  rağmen  rasyonel  ve  ampirik  metodu  uygulayabilen  kaç  İlâhiyatçıyı  bulabiliriz  acaba !..Bu  nedenlerle  elde  bulunan  Kur'anın  resmi  Osman  Mushafı,  bütünlüğünün,  yapısının,  nedenlerinin  bilinmemesinden  dolayı,  bu  yapısıyla   karalama  yapmaya  odaklanmış  Ateistler  için  büyük  bir  müjdedir,  hayatlarının  en  önemli  fırsatıdır.

Peki  insanlığın  yaratılmasından  bu  yana  sürüp  gelen  Allah  katındaki  İslami  bir  yaşam  içerisinde,  aslında  Allah’ın  göz  yumduğu,  müdahale  edemediği  böyle  bir  gerçek  var  mıdır ? !  Söylendiği  ve  inanıldığı  gibi  Yahudilerce  gerçekten  Allah'ın  elçisi  olan  birçok  peygamber  öldürülmüş  müdür ?  Allah,  Kendi  görevledirdiği  peygamberlerini  koruyamamış  mıdır ? !..  

Oysa  Rabbimizin  tüm  insanlığa  son  olarak  hitap  ederek  indirdiği  son  kitabı  olan  Kur’anımıza  baktığımız  zaman,  Peygamberimizin  görevlendirilmeye  başlandığı  ilk  dönemden  itibaren  Duha  Sûresinin  3. ayetinde “  Rabbin  seni  terk  etmeyecek  ve  sana  darılmayacak  “  Hicr  Sûresinin  9. ayetinde  “  Hiç  kuşkusuz  Biz,  o  öğüdü / Kur’anı  Biz  indirdik,  Biz.  Ve  kesinlikle  Biz  onun  için  koruyucularız. “  Saffat  Sûresinin  171 – 173. ayetlerinde  “  Ve  andolsun  ki  gönderilen  kullarımız /  elçilerimiz  hakkında  Bizim  sözümüz  geçmiştir.  Şüphesiz  onlar,  kesinlikle  galip  olanların  ta  kendisidir.  Şüphesiz  Bizim  ordularımız  kesinlikle  galip  gelenlerin  ta  kendisidir. “  Ahzab  Sûresinin  56. ayetinde “ Şüphesiz  Allah  ve  melekleri  / doğa  güçleri,  indirilen  Kur’an  ayetleri  peygambere  salat  ediyorlar.  / Destekliyorlar,  arka  çıkıyorlar,  yardım  ediyorlar. “    Mücadele  Sûresinin  21.  ayetinde  “  Allah :  “  Elbette,  Ben   ve   elçilerim   galip   geleceğiz  “  diye  yazmıştır. “  Maide  Sûresinin  67. ayetinde  de  “  Ey  Resûl !  Rabbinden  sana  indirileni  tebliğ  et.  Ve  eğer  bunu  yapmazsan,  o  zaman  O’nun  verdiği  elçilik  görevini  yerine  getirmemiş  olursun.  Allah  da  seni  insanlardan  koruyacaktır.  Şüphesiz  Allah,  kâfirler  toplumuna  kılavuzluk  etmez. “  İfadelerinde  gördüğümüz  gibi,  bizim  Peygamberimizin  şahsında  bütün  peygamberlerin  korunacağı,  korunduğu,  sonunda  da  bütün  peygamberlerin  görevlerini  lâyıkıyla  tamamlayarak  galip  olduğu  anlatılmaktadır,  kanun  olarak  da  Allah  tarafından  beyan  edilmektedir. Dolayısıyla   Allah’ın  elçilerinden  /  peygamberlerden  hiç  birisi  de  muhatap  oldukları  toplumları  tarafından  yenilmemiştir,  bu  ayetlere  göre  de  Allah,  hiç  birisinin  insanlar  tarafından  öldürülmesine  izin  de  vermemiştir.

Her  ne  kadar  İsa  peygamberden  uzun  yıllar  sonra  insanlar  eliyle  yazılmış  ve  Hristiyanların  dini  kaynağı  olan  değişik  İncillerde  değişik  senaryolarla  İsa  Peygamberin  öldürüldüğü  anlatılmakta  ise  de,  Nisa  Sûresinin  157. ayetinde  “  Oysa  O’nu  öldürmediler  ve  O’nu  asmadılar.  Ama  onlar  için,  İsa  benzetildi.  Gerçekten  O’nun  hakkında  anlaşmazlığa  düşenler,  kesin  bir  yetersiz  bilgi  içindedirler.  Onların  zanna  uymaktan  başka  buna  ilişkin  hiç  bir  bilgileri  yoktur. O’nu  kesin  olarak  öldürmediler. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi   üstelik  de  aslında  İsa  peygamber  de  Yahudiler  tarafından   gerçekten  öldürülmemiştir,  Kur’anın  bize  anlattığına  göre  O,  benzetilmiştir.  İsa’nın  yerine  başka  bir  havariyi  çarmıha  germişlerdir. İsa  peygamber  ise  tarihi  kaynaklarda  kayda  geçmeyen  zeminlerde,  belki  de  batıya,  ya  da  uzak  doğuya  giderek  görevine  devam  etmiştir.  Kur'an  ayetlerine  dikkat  edildiğinde  özellikle  Rad  Sûresinin  38.  ayetinde  "  Andolsun  ki  Biz  senden  önce  de  peygamberler  gönderdik.  Onlara  da  eşler  ve  nesil  /  oğlan  kız  verdik.   ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  her  ne  kadar  Hristiyan  İncil  ve  tarihi  kaynaklarda  söz  edilmemiş  olsa  da,  bizim  peygamberimizden  önce  gönderilmiş  olduğundan  dolayı  aslında  bütün  peygamberler  gibi  İsa  Peygamber  de  evlenmiş,  ailesi  eşi  ve  çocukları  olmuştur,  görevini  tamamladıktan  sonra  da  Allah’ın  her  insan  için  belirlediği  gibi,  belirlenmiş  sürenin  sonunda  dünya  hayatına  veda  etmiştir. İncillerde  öldürüldü,  öldükten  üç  gün  sonra  tekrar  dirildi,  tanrı  olduğunu  ispat  etti  ve  tekrar  göğe  yükseldi  gibi  anlatımların  hiç  bir  temel  dayanağı  ve  gerçek  karşılığı  yoktur.

Peki  o  zaman   bazı  peygamberlerin  Yahudiler  tarafından  öldürüldüğü  inancı  nereden  ve  nasıl  çıktı ?  Kur'anın  önümüze  konulan  neredeyse  bütün  çeviri  meallerinde  “  peygamberleri  öldürüyorsunuz,  öldürdünüz “  ifadeleri  neden  yer  almaktadır ?  Bu  sonuçların  gerçeği  aslında  nedir ?  Biz  ise  bunun  için  Kur’anımızdaki  söz  konusu  bu  ayetlerin  ilk  vahyedilişindeki  yapısına  ve  asıl  vermek  istediği  mesajlarına  başka  bir  perspektiften  bakmaya  çalışalım.

Elimizdeki  resmi  Kur’an  Mushaflarında  örneğin  Bakara  Sûresinin  61. ayetinde  “  ve  yaktulûnen  nebiyyine  bi  gayril  hakk. “  (  ve  peygamberleri  haksız  yere  öldürmüş  olmaları  nedeniyledir. )  91. ayette  de  "  fe  lime  taktûlüne   embiya  " (  Allah'ın  peygamberlerini  öldürüyorsunuz )  şeklinde  yapılan  çeviriler  yer  almaktadır.  Ayetlerin  orijinalinde  yer  alan  “  yaktulûne “  sözcüğü   “  ye,  kaf,  te,  le “  harflerinden  "  taktulune "  sözcüğü  de  "  te,  kaf,  te,  le "   harflerinden  meydana  gelmektedir. Bu  ayetler  peygamberimize  vahyedildiği  zaman  diliminde  yukarıda  değindiğimiz  gibi,  harflerin  hepsi  harekesizdir  ve  üzerilerinde  veya  altlarında,  hareke  denilen   esre,  ötre,  şedde,  tutar  gibi  noktalama  ve  değişik  seslendirme  işaretleri  yoktur. Bu  sözcükler  aslında  harekeli  olarak  bugünkü  mushaflarda  gördüğümüz  gibi   peygamberimize  bu  şekilde  okunsun  diye  de  vahyedilmemiştir. Bu  noktalama  ve  farklı  seslendirme  işaretleri  ise  Peygamberimizin  vefatının  ardından  yıllar  sonra  okuma  birliği  sağlanmak  amacıyla  sahabeler,  müfessirler  tarafından  konulmuştur.  Ancak  çoğu  da  Yahudilikten  dönme  olan  bu  müfessirler,  Yahudi  etkisinden  de  kurtulamadıkları  nedeniyle,  Yahudi  kaynaklarında  peygamberlerin  öldürüldüğü  anlatımlarına  dayanarak  " ye "  nin  üzerine "  ötre "  " kaf " ın  üzerine  " tutar "  konularak  bu  harfleri  bu  şekilde  harekelendirmişler,  “ yaktulûne  / öldürürler “  ve  " te "  nin  üzerine  ötre,  "  kaf " ın  üzerine  " tutar "   koyarak  "  taktulüne / öldürüyorsunuz "   şeklinde  okunmasını   sağlamışlardır. Oysa  bu  sözcüklerin  harflerini,  İsrailiyatın  etkisinde  kalınmadan,  peygamberimizin  zamanında  okunduğu  gibi  gerçeği  ile  "  kaf  "  ın  üzerine  " tutar "  değil  de  esre  konularak  “  yukatulûne “  ve  "  tukatulüne " şeklinde  harekelendirmiş  olsaydılar  o  zaman  öldürüyorlardı  şeklinde  yanlış  değil,  doğrusu  olması  gereken  “  savaşıyorlardı  “ şeklindeki  anlamları  ortaya  çıkacaktı. Halbuki  üstelik  de  Tora  ve  Tanna  Yahudi  kaynaklarında,  peygamberlerin  öldürüldükleri  şeklindeki  anlatımlar,  tamamen  kendi  çıkarları  doğrultusunda  Yahudi  Hahamları  tarafından  gerçek  dışı  yalanlardır.

Çünkü  Tarih  boyunca  bütün  toplumlar,  Müminun  Sûresinin  44. ayetinde  "  Sonra  Biz  birbiri  ardından  elçilerimizi  gönderdik.  Her  ne  zaman  bir  topluma  elçileri  geldi,  onlar  bu  elçiyi  yalanladılar. "  ifadesiyle  belirtildiği  gibi,  gerçekten  de  Allah’ın  bütün  elçilerine  ve  getirdiklerine  karşı,  içinde  bulunduğu  toplumlarca  dirençler  gösterilmiş,  reddedilmişler,  yalanlanmışlar,  tuzaklar  hazırlanmış,  dışlanmışlar,  o  bölgenin  muktedirleri  ve  yandaşları  tarafından  kabul  edilmemişlerdir.  Peygamberlerin  hepsi  ile  hem  maddeten,  hem  de  manen  değişik  şekillerde  uğraşmış  ve  savaşmışlardır. Peygamberlerin  çoğu  da  bu  nedenlerle  bulundukları  bölgelerden,  bizim  peygamberimizin  yaptığı  gibi  sonunda  hicret  etmek  zorunda  kalmışlardır.  Ama  ayetlerde  de  belirtildiği  gibi  Allah’ın,  meleklerin  /  doğa  güçlerinin  desteği,  yardımı,  koruması  ile  sonunda  hepsi  de  gösterdikleri  sabır,  dirayet  ve  mücadele  ile  görevlerini  başarıyla  tamamlamışlardır.  Peygamberlerle  savaşan  bu  toplumlar  da  iklim  değişiklikleri,  şiddetli  yağmur,  fırtına,  boran,  deprem,  volkanik  patlamalar,  kuraklık,  değişik  salgın  hastalıklar  gibi  doğal  olaylarla,  doğa   güçleriyle   cezalandırılarak  yok  edilmiş,  ya  da  kendilerinin  oluşturduğu  zalimliklerin  sonucunda   egemenliklerini  güç  çatışması  veya   siyasi  olarak  da  kaybetmişlerdir. Bu  toplumların  yalanladıkları  aslında  peygamberler  değil,  Allah’ın  bildirdiği  haberlerdir  /  öğütlerdir,  mesajlardır.  Dolayısıyla  bir   peygamberi  yalanlamak,  bütün  peygamberleri  ve  aslında  Allah’ı  yalanlamak  demektir. Çünkü  bütün  peygamberlere  indirilen  vahiy,  İslam  Dini  adına  tek  bir  yerden,  Allah’tan  çıkmıştır. Reddiyeci  Ateist  kardeşler  hiç  kusura  bakmayın  bu  gibi  Kur’anı  ve  gerçek  vahyini,  orijinal  lafzını  tam  olarak  bilmeden,  tutarsız,  temelsiz  ve  kesin  olmayan  kanıtlarla  Allah'ı  yetersiz  görmeye  çalışarak  ortaya  attığınız  bu  gibi  yalan  iddialarınızdan  size  ekmek  çıkmaz.  Ancak  ne  kadar  Kur’an  ve  Din  cahili  olduğunuzu  ortaya  koymuş  ve  küfrün  de  dibine  inmiş  olursunuz.  Allah  sizlere  de  o  çok  güvendiğiniz  aklın  doğru  yerlerde  ve  zeminlerde  kullanılmasını  nasip  eylesin.

Sonuç  olarak  Allah'ın  vahyini,  Kur’anı  tutarsız  ve  yetersiz  görmekle,  Allah’ı  yeteriz  görmek  aynı  ölçüde  bir  günahtır.  Kur’an   bize  yeter  demek,  orijinal  ve  gerçek  vahye  göre  Dinin  tek  kaynağı  Kur’andır  demektir.  Bunun  yanı  sıra  Kur'anın  dışında  hiç  bir  kaynak,  dinde  kaynak  olma  değerine  sahip  değildir  demektir.  Hadis  denilen  diğer  sözlerin  ve  yanlış  meallendirmelerin   yer  aldığı  Kur'an  Mushafının  da  Allah’ın  sözleriyle  eşdeğer  tutulamayacağı  demektir.  Gerçek  Kur’anın  tek  başına  insanı  kurtuluşun  yoluna  eriştirmede,  yeterli  olduğuna  inanmaktır.  Kur'an,  Mahşer  günü  sorgulamasında,  kendisiyle  hesaba   çekileceğimiz  Allah’ın  peygamberlerine  indirdiği  orijinal  vahyi  olan  tek  kitaptır  demektir.  Dinde  Allah’ın  orijinal  vahyinin  yanı  sıra  başka  kitapları  da  öngörmek,  Kur’anda  ve  Allah’ın  Kitaplarında  eksiklik  olduğunu  söylemek  demektir. Dinin  sahibi  Allah’tır.  Allah,  hiç  bir  şekilde,  hiç  bir  dönemde  Kendi  Hakk  Dinine  kimseyi  ortak  etmemiştir.  Zira   Allah’ın  vahyi  olan  Kitaplarına  ve  Kur’ana  iman  olmadan,  Din  olmaz  ve  insan  eliyle  yanlış  müdahale  edilmediği  zaman,  bu  Kitapların  ve  Kur’anın  dışında  imana  konu  olacak  başka  bir  kitap  olamaz.  Çünkü  Allah’ın  orijinal  vahyi  olan  Kitaplarla  ve  Kur’an  ile  bilgisi  olmadan,  zanlara  dayalı  iman,  gerçek  ve  tahkiki  iman  olmaz.  Müslümanlar  Allah’ı  birlediği  gibi  Kitabını,  Hakk  Dinini  ve  yolunu  da  birlemedikçe  muvahhit   olamaz.  Kitap,  Din  ve  dosdoğru  yol  sadece  Allah’ın  orijinal  vahyi  olan  Kitaplarda  ve  Kur’andadır.  Bunun  dışında  kitap,  din  ve  yol  edinenler  ise  müşriktir.  Allah’ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur’anın  doğruları,  Kur’anı  doğru  ayrıntıları  ile  okuyan,  araştıran  ve  sorgulayan  müminlerin  üzerine  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ (  Tebyin  ül  Kur'an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET