Mazlumların, ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların yanında olmak, adaleti, hakkı, hukuku, güzelliği, bütün insanlar arasında, kadın, erkek ayırmadan barışı, huzuru ve mutluluğu sağlamak için indirilmiş olan, dinimizin asıl ve tek kaynağı, Yüce kitabımız Kur’anda ve Allah katında en önemli olanın, Hücurat Sûresinin 13. ayetinde " Ey insanlar ! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık. Ve bir birinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız takvaca / sakınmaca en ileride olanınızdır. " ifadeleriyle dile getirildiği gibi takva ( sakınmak ) olduğu bildirilir. Ayette de gördüğümüz gibi, Rabbimizin katında kişinin boyu, güzelliği, çirkinliği, gücü kuvveti, erkek kadın, zengin fakir olması, hiç bir değer taşımaz. Önemli olan, onun davranışları, insan olduğunun farkında olabilen, Allah’ın koyduğu yasakları bilen ve sakınan, Hakk Dinin hakim kıldığı güzel ahlâka sahip, erdemli bir insan olabilmesidir. Rabbimiz, Tin Sûresinin 5. ve 6. ayetlerinde de “ Biz insanı en mükemmel yarattık, ama hak etmeyeni de ardından aşağıların aşağısına indirdik “ derken yine kadın erkek ayırmadan insanın, sorumluluk bilinciyle insan gibi davranmasını istemiş, hak etmeyen ve insan olamayanın da hayvanlardan beter bir hale getirileceğini belirtmiştir.
Fakat tarih boyunca bütün toplumlardaki insanların yaşamına baktığımızda, kadın erkek ayrımı ile kadın ezilen, aşağılanan, itilen, hakir görülen, maddi manevi ve bedenen de hep sömürülen olmuştur. Mal gibi satılan, sırtından sopa eksik edilmeyen, köle edilen, cariye edilen, hiç bir söz hakkı olmayan, kişi olma, insan olma sıfatına kavuşturulmayan bir varlık yerine konmuştur. Zaman zaman aşıklar, şairler kadının farkına varmışlar, övgüler düzmüşler, şarkılar türküler bestelemişler, düşünürler anlamlı güzel sözler söylemişler " Kadın nazlıdır, Kadın saklıdır, Kadın ulaşılmaz zor olandır, Kadın gizlidir ve bütün kadınlar bu yüzden özeldir denilmiş. Üstat Nazım Hikmet : Kimi der ki ayalimdir, boynumda taşıdığım vebalimdir, hamur yoğuran, çocuk doğuran, ne döşek, ne köçek, ne ayal ne vebal, kollarım, bacaklarım başımdır, yavrum annem, kız kardeşim karımdır, hayat arkadaşımdır diyerek yaşamda kadının her şey olduğunu anlatmış. Bekir Coşkun üstadımız : Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında, bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci, bir anne, bir dost, bir arkadaş, bir sevgili diyerek hayatın her alanındaki kadının varlığının önemini vurgulamış, Nazan Bekiroğlu da : Duy beni yazılmış ve yazılacak olan bütün hikâyelerin kadın kahramanları, çaresiz, lekesiz, tertemiz, gizli el ama daima ödeyen ve ödenen bedel olarak tarif ettiği kadının, yaşamın her kesitinde önemine ve masumiyetine değinmiştir. Ama bunlar yeterli olamamış, her toplumda kadının değerini taktir edenlerin karşısında, cehaletin ve taassubun etkisiyle her zaman kadını aşağılayan ve sömürenlerin oranı daha fazla olmuştur. Bundan dolayıdır ki tarihin her döneminde, her toplumda pek çok kadın zulüm görüp, acı çeker, göz yaşı döker, yok yere erkek elinden can verir olmuştur.
Bugün dünyada, demokrasinin gelişmiş olduğu batı ülkelerinde kadın biraz daha huzura ve değere kavuşmuş olmasına rağmen, ülkemizde ve bilhassa sadece lafla Müslüman olduğunu iddia eden toplumlarda, üstelik de bir taraftan hakkı, hukuku, adaleti, iyiliği ve yakınlara bakmayı, onlara sahip çıkmayı, paylaşmayı, dayanışmayı yardımlaşmayı emreden, her türlü fenalığı, hayasızlığı, haddi aşmayı yasaklayan Yüce Kitabımız Kur’an olduğu halde, diğer taraftan da Kur’an dışında oluşturulmuş uydurma hadis ve rivayet kitaplarının egemenliğinde “ Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin “ diyen zihniyetin, kadınlar üzerindeki tahakkümü ve zulmü hiç eksik olmamıştır. Ne acıdır ki, kadın hakları konusunda ortaya çıkmış olumsuzlukların tamamı da Peygamberimize atfen uydurulmuş rivayetlerden ve bunlara bağlı olarak birçok müfessir tarafından yanlış meallendirilmiş Kur'an ayetlerinden dolayı İslam’a fatura edilmektedir. Bu tahakküm, erkek egemen toplumlarına öylesine kökleşmiş olarak yerleşmiştir ki, ülkemizde Atatürk Cumhuriyeti ile gelen ve kadına kanunlarla da verilen haklara rağmen bugün hala kafalardaki bu zincir kırılamamıştır. Durum, Cumhuriyete kavuşamamış Müslüman ülkelerinde daha vahimdir. Kendi ülkemizde de kadın yaşamına baktığımızda, Cumhuriyete rağmen, kadınlarımızın haklarının çağdaş ülkelerde olduğu gibi tamamen hayata geçirildiği, görünümün de pek iç açıcı durumda olduğu söylenemez. Çünkü dini şahsi çıkarları için kullanan erkek egemen gelenekçi zihniyet, Kur’anı Arapçanın dışında anlaşılmak ve sorgulanmak için okutturmamaktadır. İnsanlar her konuda olduğu gibi kadın hakları konusunda da Kur’anın doğrularını öğrenememekte ve yaşayamamaktadırlar. Erkekler de Kur'anın kendilerine getirdiği sorumlulukların farkında değildirler.
Bugün Müslüman toplumlarında, genel olarak kadının Dini, sosyal, kültürel, ekonomik, eğitim, çalışma, iş olanakları ve ailevi hayatındaki yerinin olumsuzluklarla, kısıtlamalarla dolu olan yaşantısında, olumsuz baskı ve dayatmaları içeren ve Peygamberimizin ağzından uydurulan rivayetlerin etkili olduğunu görmekteyiz. Bu olumsuz ve sapkın rivayetler erkek egemen zihniyetler tarafından büyük ölçüde benimsenmiş, önder, imam, ulema denilenlerin verdikleri fetvalar, kadını aşağılayan, hakları ve yaşamı konusunda kısıtlayan, sözlü ve yazılı bir kültür oluşturmuştur. Böylece olumsuz ön yargılarla kadın, saygınlığından uzaklaştırılmış, kadın ile erkek arasında güven, merhamet ve sevgi bağlarının oluşması da engellenmiştir. Sonuçta kadın, erkekler kadar hakkettikleri hayatı görme, öğrenme, dünya nimetlerinden yeterince yararlanarak yaşama hakkından mahrum bırakılmıştır. Kadının getirildiği bu noktanın, asırlardır süregelen bu yanlış bakışın nedeni öncelikle " Adem'in Cennette ilk hatalı adımını eşi nedeniyle attığı, dolayısıyla insanın Rabbine ilk karşı gelişinden, kadının sorumlu olduğudur. " ( Kitabı Mukaddes Tekvin 3 / 6, 12 ) Bu nedenle insan soyunu sürdürmesinin zahmetli kısmına katlanmakla kadının cezalandırıldığı ve dünya hayatında ancak günahkârlığıyla orantılı bir yer edinebileceği " ( Kitabı Mukaddes Tekvin 3 / 16 ) şeklinde Yahudi rivayetlerindeki uydurma anlatımlarına, Müslümanların da yürekten inanmış olmalarında aramak gerekir.
Bunun yanı sıra Mekke'de Peygamberimizin mesajının ilk muhatapları da kuşkusuz benzer ön yargı ve yanlış inançlarla donanmış ve şekillenmiş bir toplumun bireyleridir. Arap toplumunun o dönemdeki yapısı, adı üstünde " cahiliye / barbarlığa dayalı " olan, kadına dair olumlu bir bakışın olmadığı, cariye ve köle yapıldığı yapıdaki yaşam tarzıdır. Bu bağlamda Halife Ömer'in Din ile tanışmadan önce kadına bakışını özetleyen " Biz cahiliye döneminde kadına değer vermezdik. İslam gelip de Allah onlardan bahsedince, üzerimizde hakları olduğunu, ama onları işlerimize dahil etmek zorunda olmadığımızı düşündük... " ( Buhari Libas 31, Müslim Talâk 34 ) anlatımları da ilkel dönemdeki yaşam ve inanç tarzını açıkça belirtmektedir. Ama bu noktada özellikle belirtelim ki, aslında Kur'ana göre Cennette yaratılmış bir Adem ve Eşi, onlara konmuş bir yasak ve Cennetten kovulma diye olaylar ve anlatımlar yoktur. Bu rivayetler tamamen gerçek dışı olan Yahudi Hahamlarının uydurmalarıdır. Kur'anımıza göre ise İnsanlar ve ilk insan, yüz binlerce Adem Cennette değil, yeryüzünde bitki olarak yaratılmış ve evrimden geçirilmiş, ünsiyet kazandırılmış ve ardından ilk peygamber Adem de onların arasından seçilmiştir. ( Adem ve İnsan başlıklı makalemize bakabilirsiniz ) Peki Ömer ile ilgili hadise rağmen Müslümanlığın gelmesi ile birlikte, Müslüman toplumlarında Kur'anın önerdiği gibi, Peygamberimizden başka ve onun ardından kadına gerekli değer verilebilmiş midir ? Bir kocaman hayır !...
Hayata ve kadına bakış ile ilgili inançlar, bugün de hala Müslüman toplumlarında Kur’anın dışında aksine birtakım Ulema denilen kişilerin oluşturduğu fetva, uydurma hadis ve rivayetlerle yaşanmaktadır. Sahihi Buhari, Süneni Tirmizi, Süneni Nesai, İbn Mace, Ahmed bin Hanbel, müsned, nikâh, mecmuel kebir, evsat, adı altındaki eserlerde yer alan bu uydurma hadis ve rivayetlerin doğrultusunda ana hatlarıyla * Yaratılışta erkek kadından üstündür, kadın ise erkeğin eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kadının, kocasının her isteğine evet demesi mecburidir, karşı gelen kadın dövülür. * Namaz kılan erkeğin önünden kadının geçmesi namazı bozar. * Evlilik erkeğin iki dudağı arasındadır, ona boş ol demesi yeter. * Kadın okutturulmaz, yönetici olamaz, seçme hakkı olamaz. * Kadının dini ve aklı kıt olduğundan, Cehennemin çoğunluğu kadınlardan olacaktır. * Kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğinin yarısıdır. ( Buhari Hayız VII. bab. rivayet 9.) gibi iğrençlikler maalesef, üstelik de dinimizden denilen, halbuki Kur’an ile hiç bir ilgisi olmayan, Kur’an ayetlerinin bazılarının saptırıldığı kitaplar ve kendilerini Allah’ın ortağı yerine koyan gerçek dini ve kendini bilmezler tarafından oluşturulan inançlardır. Böylece sosyal, kültürel, toplumsal, din ve aile hayatında, kadının yeri konusu yüzyıllardır yaşatılan ve yaşanan yanlış algılarda, Peygamberimizin adına uydurularak kullanılan olumsuz hadis ve rivayetlerin rolü çok büyük ve etkili olmuştur. Bu rivayetlerin bazılarında kadın ve erkek arasında sürekli bir gerilim ve huzursuzluk, güvensizlik teması işlenmiş, bazılarında kadın dar bir yaşam alanına sıkıştırılmış, bir çok konudaki özgürlüğü yok sayılmış, bazılarında da köle olmasının faziletleri sıralanarak, toplumsal yaşamdaki yapabileceği katkılarına engeller konulmuştur. Gelinen noktada Peygamberin öngördüğü gerçek bakışa rağmen, ortaya çıkan perspektif, kadının hayatı için mahrumiyetlerle dolu bir sonuç oluşturmuştur. Halbuki dinin ve yaratmanın, özgürlüklerin sahibi Allah’tır. İnsanlar tarafından saptırılmadığı zaman da kaynağı sadece Kur’andır.
Biz de bu yazımızda Kur'an penceresinden kadına ve onun haklarına verilen değeri, Kur'anın doğruları ile ele almaya çalışacağız. Kitabımız Kur’ana yönelmeden önce bu konuda belleklere yerleştirilmiş olan, fakat aslında Kur’an ahlâkı ile yoğrulmuş Peygamberimizin mümtaz şahsiyeti ile asla ilgisi olmayan, onunla bağdaştırılamayacak çirkinliklerle dolu sonradan bir takım ulema, imam denilen kişilerce uydurulmuş hadis ve rivayetlerin bazılarına bir bakalım. Kur'ana ve ayetlerine tamamen aykırı olan, aslında burada örnek olarak nakletmekten tiksindiğimiz ve Peygamberin mümtaz şahsiyetine birer hakaret niteliğinde olan bu uydurma hadislerin bazılarında kadının erkeğe itaati bir ibadet gibi sunulmaya çalışılmış, bazılarında erkeğin kölesi yapılmış, bazılarında da Cennetin vizesi yegâne hüküm sahibi olan Allah'ın takdirinden alınarak kocaya bırakılmıştır.
* “ Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınların üzerinde olan haklarından dolayı, kadınların erkeklere secde etmesini emrederdim. “ ( Tirmizi, Rada )
* Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese, yine kocasının hakkını ödemiş olmaz. ( Ahmet B. Hanbel )
* Ey kadınlar ! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzünüzle silerdiniz. ( Hafız Zehebi )
* Çok lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim. ( Müslim İman, İbni Mace )
* Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca karga gibidir. ( Buhari )
* Ey kadınlar topluluğu, sadaka veriniz ve çokça istiğfar ediniz. Çünkü ben, Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. ( Müslim İman )
* Namazı bozan şeyler, kara köpek, eşek, domuz ve kadındır. ( Müslim Salat, Tirmizi Salat )
* Bir kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennete girer. ( Riyazüs Salihin )
Kur'anın dışında kurulan Tasavvuf Dininin öncülerinden, maalesef 10. yüzyılda kurulan Nizamiye medreselerine de baş müderris yapılan ve adeta kadın düşmanı olan İmam Gazali’ye göre de kadın ; * Giyim kuşam hevesinden dolayı maymun, * Fakir düşmeye razı olmadığından dolayı köpek, * Kocasına ve diğer insanlara kibrinden dolayı yılan, * Gece gündüz kovuculuk yaptığından dolayı akrep, * Evden eşya sattığından dolayı fare, * Erkeklere karşı hile kurduğundan dolayı da tilki, * Kocasına itaat ettiğinden dolayı da koyundur. ( Nasihatül Mülk )
Bu zihniyetlere göre de en iyi kadın ; Hiç koşulsuz kocasına itaat eden kadındır. Ancak kocasından izin aldıktan sonra dışarı çıkabilecektir. Bu kadın sıkı sıkıya örtünüp, en dikkat çekmeyen giysilere bürünecek, hiç çıkmamış gibi davranacak, başını öne eğip kimsenin yüzüne ve sağa sola bakmayacak, kalabalığa, insan arasına karışmayacak, işini bir an önce bitirip kendisine musallat olacak olan şeytana da uymadan hemen evine dönecek ve en makbulü de koyun olacak.
Örneklediğimiz bu hadisler, rivayetler ve yorumlar gerçekten iğrençtir, Kur'anın Hakk Dini İslam'a göre tutulacak bir tarafı yoktur, Allah'ı, Peygamber'i tanımamaktır, Kur'an ayetlerini bilmemektir veya bir çok Kur'an ayetinin inkârı veya yanlış yorumu ile içine düşülen küfür ve şirktir. Ama ne yazıktır ki, Kur'anı Arapçasının dışında mealinden anlamak için okumayan, Kur'anın içerisinde ne olduğunu bilmeyen, Allah'ı ve Peygamber'ini tanımayan Müslüman geçinen toplumlarda, insanların çoğunluğu bu uydurmalara inanmakta, Din bilmezliklerinin ve cahilliklerinin esareti altında ezilmekle beraber kadını da ezmektedirler. Bu nedenle de bu zihniyet, Müslüman geçinen bir çok ülkede kadını dışarı dahi çıkarmamakta, alışveriş yaptırmamakta, otomobil kullandırmamakta, kadını eve dört duvar arasına mahkum etmekte, balkona çıkmasına, pencereden bakmasına bile izin vermemekte, bazı sözde Müslüman olan ülkelerde kadının bu dünyada cinselliğini arttırmak için sünnet edilmekte, öldükleri zaman da kendilerinin gireceği garanti imiş gibi Cennette cinsel bir obje olarak, kadını huri yapıp birçoğunu yanlarında istemektedirler. Kur'anı ve gerçek Hakk Dini bilmedikleri halde dinci görünen kadın düşmanı, huri düşkünü, bu dünya hayatında da üç kadını yanında arzulayan bu cinsi sapıklar bugün de hala maalesef ülkemizde ve aramızda yaşamaktadırlar.
İnsanı, kadınlı erkekli aynı nefisten ( genlerden ) yaratan ve halbuki bütün özgürlüklerin ve Hakk Dinin sahibi olan, sadece ve sadece Yüce Rabbimiz Allah’tır. Peygamberimize ilk seslenişinde dahi “ İkra ve Rabbükel Ekrem “ derken sonsuz zenginliğini ve bütün özgürlüklerin sahibi olduğunu ilan etmiştir. Erkeklere ne kadar özgür irade verdi ise kadınlara da aynı ölçüde irade ile özgürlükler bahşetmiştir. Bundan dolayı iradenin, düşüncelerin, özgürlüklerin kaynağı da sadece Kur’andır. Peygamberimiz de dini, kadın haklarını, kadının değerini, hayatın her kesimindeki önemini, hoşgörüyü, sabrı, insanlara ve kadınlara nasıl davranması gerektiğini, güzel ahlâkını Kur’andan öğrenmiştir. Bundan dolayı yukarıda örneklediğimiz rivayetlerle kadınlara atfedilen çirkinliklerin, Peygamberimiz tarafından söylenmesi mümkün değildir. Peygamberimizin vefatından yaklaşık 200 yıl sonra ortaya çıkartılmaya başlanan ve hadis denilen, kadınlar hakkında çirkin ve aşağılayan sözleri Kur’an tanımazların Peygamberimize atfetmesi, onun ismi üzerinden prim yapmaya çalışması aşağılıktır, ona hakarettir, Kur’an ayetlerinin inkârıdır ve küfürdür. Bu uydurmaların, erkeklerin kendilerine bir köle grubu oluşturmaları ve kadınları bu iğrenç yaklaşımları ile dinden uzaklaştırmak gibi amaçları olabilir. Gerçek dinimiz İslam'ın Hakk Dininde, kadını ve onun haklarını tanıyabilmemiz için Kur’andaki kadın ile ilgili ayetleri dikkatle göz önüne almamız gerekir.
Yüce Kitabımız Kur’an, Nisa Sûresinin 1. ayetinde " Ey insanlar ! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yaratan ve yayan Rabbinizin koruması altına girin. " yine Rum Sûresinin 20. ayetinde " O’nun sizi topraktan yaratması da Kendisinin mucizelerindendir. Sonra da siz şimdi dağılıp yayılan bir beşersiniz. Yine O’nun mucizelerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. " ifadeleriyle belirtildiği gibi yaratılıştan başlayarak, sosyal hayattaki kadına varıncaya kadar, değişik konularda onu ayrı ayrı daha pek çok ayetle ele alarak çok ayrıntılı bir şekilde kadına en büyük değeri vermiştir, yüceltmiştir, korumuştur.
Ayetlerde, aslında kadın ve erkeğin nefis sözcüğü ile aynı genlerden, candan, ruhtan, özden ve aynı malzemeden yaratıldığı ifade edilmektedir. Aslında bir çok ayette yer alan nefs sözcüğü Arap dil kurallarına göre dişil bir sözcüktür ve yaratılmanın ilk kaynağının dişiden, dişil hücreden eşeysiz olarak çoğalma ile yani kadından başladığı ima edilmektedir. Eğer öncelik verilecekse gerçek bu iken, yanlış olan uydurulmuş hurafe ve yorumlarla maalesef dine fatura edilen bir inanç vardır ki, o da “ Kadının, erkeğin eğri kaburga kemiğinden yaratıldığı “ inancıdır. Bu inanç kadınların erkeklerden aşağı bir yapıda yaratıldığını kabul ettirdikten sonra, kadının saçı uzun, aklının kısalığı ve kadının dininin noksanlığı gibi saçma inançların da toplumda yer bulmasına temel basamak olmaktadır. Aslında bu inanç İslam kökenli olmayıp, aslı tahrif edilmiş olan Tevrat’tan, Kitabı Mukaddesten, yani Yahudi inançlarından Müslümanlığa aktarılmıştır. Kitabı Mukaddesteki anlatıma göre ;
* Ve Rab Allah Adem’in üzerine derin uyku getirdi. Ve o uyudu. Ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı. Ve Rab Allah, aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Ademe getirdi. Ve Adem dedi ki : “ Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir. Buna nisa denilecek, çünkü o insandan alındı. “ ( Tekvin II. bab 21 - 23 ) ifadeleriyle Havva'nın ( ilk kadının ) Cennette nasıl yaratıldığı anlatılmaktadır. Halbuki Kur'anda Nuh Sûresinin 17. ayetinde " Vallahu enbetekum minel ardi nebata " ( Ve Allah sizi yeryüzünde bir bitki olarak bitirdi. ) ifadeleriyle ilk yaratılan insanların Cennette değil, yeryüzünde tek bir nefisten ( dişil bir hücreden ) önce yeryüzünde bir bitki olarak bitirildiği, erselik çiçekli bitkilerde olduğu gibi eşeysiz üreme ile eşini de yarattığı, daha sonra milyonlarca yıllık bir evrim sürecinde aşama aşama geliştirildiği, biçimlendirildiği, ölçülendirilip nasıl düzene sokulduğu da bir çok ayetle anlatılmaktadır. ( Adem ve İnsanın Yaratılışı başlıklı yazımızda daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz. )
Bugün, Kur'an ayetleriyle, Allah'ın yaratma kanunlarıyla tamamen uyumsuz olan bu saçma ve ensest evliliği gerektiren anlatımlara, Yahudi toplumundan inananlar var mıdır bilmiyoruz. Ama maalesef Müslümanların büyük çoğunluğunda, akıl, mantık, vicdan kullanılmadığından, Kur'anın içeriği bilinmediğinden, vermek istediği asıl mesajları da klasik ve ilkel yorumcular tarafından tam ve doğru olarak ortaya konulamadığından, bu hurafe olan anlatımların peşinden giderek, peygamberimiz de hadislerle bu inanca alet edildiğinden Kur’an dışında kökleşmiş, olumsuz ve yanlış bir kadın imajı bulunmaktadır.
* Ebu Hureyre anlatıyor : Resulullah buyurdu ki ; “ Kadınlarla ilgili hayır tavsiyeleşin, zira kadın bir eğe kemiğinden yaratılmıştır. Bu kemiğin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, eğer ondaki eğrilikten faydalanmak istersen, ondan faydalanabilirsin. “ demiştir. ( İbn Ebi Şeybe Musannef 4 : 197 Müslim Rada 65 : 1468 )
Buna benzer kaburga kemiğinin eğriliği, kırılması, kırılmaması, onun kendi haline bırakılması, bırakılmaması üzerine birbiriyle çelişen ve uydurulmuş pek çok hadis bulunmaktadır. Kadını aşağılayan zihniyet hep bu saçmalıklarla uğraşmaktadır. Kur’an bağlılığındaki Peygamberimiz, kadınları erkeklerin idare etmelerini, onları evirip çevirmelerini asla söylememiştir. Söylemesi de düşünülemez. Unutulmamalıdır ki cinsiyet, bütün canlı varlıklarda olduğu gibi, üremek ve nesli devam ettirmek için öngörülmüş bedensel bir olgudur. Erdemlik, ünsiyet ise bedene yönelik değil, öz benlik ve kişiliğe yöneliktir. Öz benliklerin ( kişiliğin ) ise cinsiyeti olmaz.
Yaratılış olarak kesinlikle en ufak bir farklılığı söz konusu olmayan, her ikisi de aynı hamurdan, malzemeden ( topraktan ) genlerden yaratılan kadın ve erkek, aile oluşumunda, aile hayatının sürdürülmesinde Bakara Sûresinin 187. ayetinde " Onlar sizin için bir giysidir. Siz de onlar için bir giysisiniz. " Tevbe Sûresinin 71. ayetinde " İnanan erkekler ve inanan kadınlar, bunların bazısı, bazılarının koruyucu, yol gösterici yakınlarıdır. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Kur’ana göre eşit kılınmıştır. Giysi denildiğinde, bedenin örtülmesi ve koruyuculuğu akla gelir. Bundan dolayı da ayetlerde mecazi olarak anlatılmak istenen de, kadın erkek ayrımı yapılmadan, aileyi oluşturan bireylerin ırzının, malının, kişiliğinin, bedeninin korunmasında yükümlülüğün eşit olduğudur. Ayetlerde açıkça ifade edilen, kadınla erkeğin et – tırnak oluşları, birbirinden ayrılamamaları, eşlerin birbirine bedensel, ruhsal ve toplumsal hususlarda birbirlerini sardıkları, birbirinin yol göstericisi, yardımcısı, koruyucusu, dostları olduklarıdır. Hayatı ortak olarak paylaşmalarıdır. Kur’an kadın ve erkeğin Allah nezdinde eşit olduğunu bin dört yüz yıl önce ilan etmesine rağmen, Kur’anı anladığı dilde okutturulmayan Müslümanlar, doğru olarak yorumlayamayan her kademedeki Din Sorumluları, maalesef gerçeği görememiş, kadını aşağılamak, kendisine köle etmek isteyen zihniyetin iğrenç emellerine esir olmaktan kurtulamamışlardır.
Yaratılışları aynı, aile içerisindeki sorumlulukları ve hakları aynı olan kadın ve erkek, hukukta, kulluk sorumluluğunda da Allah nezdinde eşittirler. Kur’anda belirtilen ibadet, kanun, hüküm, ilke ve davranış yükümlülüklerinde Allah, kadın ve erkeği ayrı ayrı ele almaz. Bilakis eşit olarak “ Ey insanlar “, “ Ey iman edenler “ erkekler ve kadınlar diyerek bütün insanlara birlikte hitap eder.
BAKARA 172 : Ey iman edenler ! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.
BAKARA 183 : Ey iman edenler ! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız.
Kur’anın genelinde, büyük bir bölümünde, iman edenlere, insanlara denilerek hitap edilse de, Allah’ın kadın ve erkeği bizzat vurguladığı ayetler de pek çoktur.
NİSA 32 : Ve Allah’ın bazınıza, diğerlerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Ve Allah’ın fazlından isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
AHZAB 35 : Şüphe yok ki İslam dinine giren erkekler ve İslam dinine giren kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, saygıda duran erkekler ve saygıda duran kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşulu erkekler ve huşulu kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve Allah’ı çok anan kadınlar ; Allah onlar için bir bağışlanma ve çok büyük bir ödül hazırlamıştır.
NİSA 124 : Ve erkekten veya kadından, kim mümin olarak düzeltmeye yönelik işler yaparsa, artık işte onlar cennete girerler. Ve hurma çekirdeğinin sırtındaki çukur kadar haksızlığa uğratılmazlar.
ALİ İMRAN 195 : Bunun üzerine Rabbleri onlara karşılık verdi. “ Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun ki hepiniz aynısınızdır. Çalışanın amelini kaybetmem.
NAHL 97 : Erkek – dişi, mümin olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz.
Ayetlerde görüldüğü gibi Allah, kadını dini ve aklı kısa veya noksan biri olarak yaratmamış, onlara kulluk ( ibadet ) görevini ve yükümlülüklerini de erkekle eşit olarak vermiştir. Kadın olsun, erkek olsun her iki kesimin de amellerinden dolayı Allah katında zerre kadar bir haksızlığa uğramayacakları belirtilmektedir. Aslında kadınların erkeklerden daha az akıllı olduğu, bilimsel de değildir. Böyle bir iddia, İslam’ın bilimden dışlanmasına, gözden düşürülmesine yönelik olarak ortaya atılmış olan art niyetlerdir. Kur’anda Allah tarafından kadının dininin ve aklının noksanlığına dair en ufak bir ima dahi yoktur. Bilimsel olarak da böyle bir gerçek yok iken, maalesef peygamberimize fatura edilen uydurma rivayet ve hadislerle kadınların aklının, dininin noksanlığı Müslümanlara dayatılmış, Cehenneme girmenin müsebbibi olarak gösterilmiş, saçıyla, başıyla, giysisiyle uğraşılmış, kadın kimliği ayaklar altına alınmıştır. Erkeklerin kendi eksiklikleri ve bencillikleri böylece kapatılmaya çalışılmıştır. Kadınlar da maalesef Kur’anı anladıkları dilden okumadıkları için bu konuda suçludurlar, haklarının ne olduğunu bilememekte, haklarını dile getirememektedirler. Halbuki, kadının aşağılandığı bütün konularda, onları Kur’an korumaktadır. Örneğin, kirli olarak ifade edilen hayızlı kadının onurunu yine Kur’an gözetmiş, hastalık olduğu için, bu gibi hallerde kadının oruç tutmaması gerektiğine, Bakara Sûresinin 185. ayeti ile izin verilmiştir. Bunun yanı sıra toplumda yanlış yerleşmiş olan hayızlı kadın namaz kılamaz, Kur’anı eline alamaz inancı tamamen Kur’ana ve Peygamberimizin uygulamasına terstir. Çünkü Kur’anda Vakıa Sûresinin 79. ayetinde " mutahharun " olarak sözü edilen temizlik beden temizliği değil, kalp temizliğidir.
Tarihi bilgilere göre Kur’an inmeden önceki dönemlerde, Yahudilerde, Hristiyanlarda, Araplarda, hayızlı kadınlar hor görülür, bunun biyolojik bir rahatsızlık olduğu bilinmezdi. Kadına bu dönemde kötü ruhların iliştiğine inanılır, hapsedilirdi. Murdar, pis sayılırdı. Pişirdikleri yenmez, onlarla bir arada oturulmazdı. Buna rağmen Hristiyanlar onları cinsel ilişkiye zorlar, taciz eder, hiç acımazlardı. Bu olumsuz, akıl, insaf, vicdan, din ve insanlık dışı uygulamaları ortadan kaldıran da Kur’andır. Allah, kadını erkekle aynı hakların sahibi yapıp değer verince, o günün Medine halkı hayızlı kadının durumunu peygamberimize sordular. Onların peygamberimize bu sorduklarını ise bizzat Rabbimiz, Bakara Sûresinin 222. ayetinde, " Sana kadınların ay halinden de soruyorlar. De ki : “ O bir eziyettir. Onun için ay başı halinde kadınlardan çekilin. Ve temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Artık iyice temizlendikten sonra da Allah’ın emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz Allah, hatadan iyice dönenleri ve çok temizlenenleri sever. " ifadeleriyle Kendisi cevaplamıştır. Bu cevapla Allah, cinsel ilişkinin dışında hayızlı kadına hiç bir yasak getirmemiştir. İşin aslı bu olmasına rağmen, ilmihal ve fıkıh kitaplarında, klasik tefsircilere dayanılarak hayızlı kadınlarla ilgili olarak, İslam öncesi inançlara benzer şekilde yasaklar konmuştur. Camiye giremez, Kur’an okuyamaz eline alamaz, tavaf edemez, namaz kılamaz, bunlar haramdır denmiştir.
Halbuki, aslında Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi Allah’ın yerine yasaklamak haramdır ve küfürdür. Bunların hepsi kadını Kur’andan, eğitimden, öğretimden uzaklaştırıp cahil bırakmak, aşağılamak, toplumdan dışlayıp direncini kırmak ve neticede onu köleleştirerek kolayca sömürebilmek için uydurulmuş hükümlerdir. Hepsi köksüz, mesnetsiz, bencil, kişiliksiz, kendine güveni olmayan, Kur’an tanımayan rivayetçilerin uydurmalarına dayandırılmış olup, Dinimiz açısından İslami ve akli bir değeri yoktur. Hayızlı bir kadın, normal zamanlarda olduğu gibi abdestini alıp, namazını kılarak Rabbi ile dertleşebilir, ona gönlünü açabilir, dileklerde bulunabilir. Allah’a lazım olan onun bedeni değil, yüreğidir. Kur’anı okumak zikirdir, Allah’ı anmak, Allah’a yönelmektir. Hayızlı bir kadını bundan mahrum etmek hiç kimsenin haddine değildir. O kadın istediği anda, gece gündüz, Kur’anı eline alıp, abdestli abdestsiz okuyabilir, Rabbine yönelebilir Kadını toplumdan tecrit eden, onları ikinci sınıf insan, noksan dinli Müslüman sayan Rivayet ve hadislere itibar edilmemeli, onların İslam’a ve gerçek Hakk Dine atılan iftiralar olduğu bilinmelidir. Çeşitli dini kitap adı altında piyasada dolaşan kitaplarda yer alan bu saçmalıklara inanılmamalıdır. Bunların o eşsiz ahlakın sahibi Peygamberimize mal edilmiş birer iftira olduğu kesinlikle bilinmelidir. Aslında İslam’ın kadına bakışını açıklamak için Kur’anda yer alan iki ayet yetip artacaktır.
BAKARA 223 : Kadınlarınız sizin için bir tarladır. / kültürdür. Öyleyse tarlanıza / kültürünüze dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için de önceden gönderin ve Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz ona kavuşacağınızı da bilin. Ve müminlere müjdele.
Ayetin orijinalinde kullanılan “ hars “ sözcüğü hem tarla ( ekin ) hem de kültür anlamına gelir. Bilindiği üzere kültür, “ Tarihsel, toplumsal gelişme sürecinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile, bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine aktardıkları, egemenliğin ve medeniyetin ölçüsünü gösteren değerlerin bütünü “ demektir. Buna kadın söz konusu olunca, biyolojik ve sosyolojik kültür de diyebiliriz. Zira kadın, biyolojik bir tarla gibidir. Tıpkı bir organizmanın, laboratuvarda çeşitli evrelerden geçirilerek amaca uygun hale getirilmesi gibi, kadında da yumurta ve sperm, çeşitli evreler sonucu bebeğe dönüşmektedir. Bebeğin doğumundan sonra da kadınların sosyolojik kültür olma fonksiyonu devreye girer. Çocuklarına manevi değerlerini, inanç, davranış, düşünce, beceri ve yaşam ilkelerini yavaş yavaş öğretir. Ve gelecek kuşaklara aktarır. Kısaca kadın, Kur’ana göre maddi bakımdan ana olduğu gibi, sosyolojik açıdan da kültürü aktaran anadır. Toplumun bireylerini, özellikle analar yapılandırmakta ve şekillendirmektedir. Analar ne kadar bilgili, bilinçli ve aydın olursa, o toplumun bireyleri de o ölçüde bilgili, bilinçli ve aydın olur. Bu nedenle özellikle Müslüman toplumlarında art niyetli olarak kız çocuklarının neden okutulmadığı, kadınların neden ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerinin gerçek sebebi her halde anlaşılmış olacaktır. Bütün uydurma hadis ve rivayetler işte bu amaca yönelik olarak Müslüman toplumuna enjekte edilmiştir. Maalesef aklını kullanmayan, Kur’an ayetlerini de objektif olarak yorumlayamayan, aklını kullanma yetisinden uzak olan alim ve ulema denilen kişiler de bugüne kadar bu amaca çanak tutmuşlardır.
Oysa her alanda olduğu gibi, aile birlikteliği içerisinde de Kur'anda Nisa Sûresinin 34 - 35. ayetlerinde, " Allah’ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması, erkeklerin mallarından harcamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine iyi koruyup, iyi gözeticidirler. Hal böyle olunca, Salih kadınlar, Allah’a itaat edicidirler. Allah’ın koyduğu kurala uyanlardır. Allah’ın koruduğu şey nedeniyle henüz gelmediği halde başlarına gelebilecek felaketler için koruyucudurlar. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara da öğüt verin veya kendi ülkeniz sınırları içerisinde göç ettirin / bir süre ayrı yaşayın ve de baskı yapın. / Daha sağlıklı düşünmesine yardımcı olun. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa, artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, çok büyüktür. " ifadeleriyle erkek ve kadının karşılıklı yükümlülükleri açıklanmaktadır. Bu ayette kadınların inci gibi, elmas gibi korunup gözetilmesine vurgu yapılmakta, toplumdaki mutluluğun, huzurun ve sulh içinde yaşamanın yolları gösterilmektedir. Anlam olarak ; * Zengin de olsalar, kadınların geçimi erkeklerin üzerinedir. * Erkekler kadınları en iyi şekilde koruyup kollamalı ve gözetmelidir. * Salih kadınlar, Allah’ın bu ilkesine uymalıdırlar. * Nüşuzundan ( ayrılmak, boşanmak düşüncesinde olarak kendisini taciz, tecavüz, dövülme ve üzülme riskine atmasından endişe edilen ) korkulan kadınlara, öğüt verilecek, kendi ülkeleri sınırları içerisinde göç ettirilecek, böylece baskı yapılarak nüşuzdan / düşüncesinden vaz geçirilmesine çalışılacaktır. Denilmektedir. Birçok mealde yanlış belirtilmesine rağmen aslında bu ayet grubunda kadının iffetsizlik, ahlâksızlık gibi bir suç işlediğinden de bahsedilmemektedir. Öte yandan bu ayetlerde, erkek kendi hanımı üzerine değil, toplumun erkekleri, toplumun kadınları ( ana, bacı, kız, eş, gelin, hala, teyze, komşu kadını ) üzerine gözetici tayin edilmişlerdir. Bu da kadınların yaşamlarını sürdürebilmeleri için tüm ihtiyaçlarının erkekler tarafından karşılanması gerektiğini ifade eder. Daha güçlü, cesur ve dayanıklı bir fizik yapısına sahip olmaları nedeniyle, erkekler kadınların koruyucusu ve gözeticisi olmalı, kadınlar dağda, taşta, madende, ormanda, uzak alanlarda geçim temin etmek zorunda bırakılmamalıdır. Kadının geçimi, kocasına, yoksa babasına, yoksa erkek kardeşine, yoksa devlete aittir. Ancak bütün bunlara rağmen, toplumumuzda bilhassa yaygın olan kadının kırsalda, tarlada, bağda, bahçede, dağda, bayırda çalıştırılıp, erkeklerin kahve köşelerinde oturmaları, ayette görüldüğü gibi dinden değil, törelerden, erkeklerin bencilliğinden ve din bilmezliğindendir. Kadınlarımızın cahil bırakılıp, haklarını dile getirememelerindendir.
Ayette, “ Allah’ın bazı şeyleri bazısına fazla kılması “ ifadesi genellikle “ Allah erkekleri kadınlara üstün yaratmıştır “ diye açıklanmaktadır. Ki bu kesinlikle yanlış bir yorumdur. Burada konu edilen üstünlük, kadın ve erkeğin ayrı ayrı farklı olan özellikleridir. Örneğin, erkekteki beden gücü, cesaret, soğukkanlılık ve metanet kadından üstün özelliklerdir. Diğer yandan, haya, merhamet, şefkat, eğiticilik, bağlılık, sorumluluk, sadakat gibi özellikler açısından da kadın erkekten üstündür. İnsanların Allah katındaki üstünlüklerinin ölçüsü, Kur’ana göre sadece takvadır. ( Allah’ın koyduğu yasaklardan sakınmasının ölçüsüdür. )
Ayetin orijinalinde yer alan “ Ve’dribuhunne “ darabe kökünden gelen sözcük, pek çok mealde düz mantık ile kadını darb edin, “ Onları hafifçe dövün “ şeklinde çevrilmiştir. Bundan dolayı da bu ayet kadınların dövüleceği ayet olarak belleklere yerleşmiştir. Diyanet 2004 meali :
NİSA 34 : Erkekler kadınların koruyup kollayanlarıdır……../ evlilik yükümlülüklerini reddederek baş kaldırdığını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. / Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız onları hafifçe dövün......
Aslında ( İhsan Eliaçık Hocanın dediği gibi ) bu sözcüğün bizdeki her derde deva olan aspirine benzer şekilde ( vurmak, dövmek, çıkarmak, yapmak, bırakmak, ayrılmak, göstermek, etmek, eylemek, koymak ) gibi pek çok anlamı vardır. Tabiidir ki fikri o yönde olan klasik tefsircilerin zikrinin de o yönde olacağı gibi bu seçeneklerden dövmek anlamı seçilmiştir. Halbuki ( darabe ) sözcüğünün Kur’anda Nisa Sûresinin 94. ayetinde " sefere çıktığınız zaman ", 101. ayetinde de " Yeryüzüne çıktığınız zaman " gibi bir yerden bir süreliğine ayrılmak anlamında kullanıldığı ayetler de bulunmaktadır. Bundan dolayı burada asıl anlatılmak istenen, bir süre iki tarafın da ayrı yaşaması, kadınları dövme alışkanlığında olan bir toplumu ıslah etmek ve onları daha doğru olan bir davranışa yöneltmektir. Nitekim ayetin bütünlüğü içerisinde, şiddetli geçimsizlik içerisinde olan ailelere, aşama aşama anlaşma ve aile birliğinin bozulmaması için yapmaları gerekenler gösterilmektedir. Önce konuşarak anlaşma, olmazsa ev içinde yatakların veya odaların ayrılması, olmazsa bir müddet evden ayrı kalma, olmazsa aile büyüklerine danışma, olmazsa da boşanma yolu anlatılmaktadır. Devam eden ayetlerde, üstelik de yine kadını koruma adına, boşanmayı iki ile sınırlandırıp, üçüncü bir geri dönme hakkı verilmekte, erkeğe de aynı kadınla üçten fazla evlenme yasağı getirilmektedir.
Kur'anda erkekler adına başlı başına bir Sûre bulunmamaktadır. Buna karşın kadınlar için " Nisa " ( Kadınlar ) Sûresi ve bunun yanı sıra geçimsizlik nedeniyle eşini aşağılamaya ve onunla ilişkisini kesip dışlamaya çalışan erkeklere de çok şiddetli yaptırımların öngörüldüğü ve kadının haklarını savunan, Allah'ın zulme uğrayan kadının yanında olduğunu gösteren ( Peygamberle tartışan kadın ) " Mücadele Sûresi " bulunmaktadır.
MÜCADELE 1 : Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah kesinlikle işitmiştir. Allah ikinizin konuşmasını da işitir. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. 2 : Sizden kadınlarınıza Zıhar yapan kimseler ; zıhar yapılan kadınlar, kendilerinin anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Ve şüphesiz onlar, sözden çirkin olanı ve yalanı söylüyorlar. Ve şüphesiz Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır. 3 : Ve kadınlarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle cinsel ilişkiden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. İşte siz bununla öğütleniyorsunuz / uyarılıyorsunuz. Allah yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. 4 : Artık kim bu imkânı bulamazsa, cinsel birleşme yapmalarından önce, hemen aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Artık kim güç yetiremedi, altmış miskini / fakiri doyurmalıdır. Bu Allah'a ve Elçi'sine inanmanız içindir. Ve bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kafirler için de çok acıklı bir azap vardır.
Zıhar, bir sırtın diğer bir sırta, terim olarak da helal olan bir sırtı, haram olan bir sırta benzetmektir. O günkü geleneklere göre de Arap toplumunda erkeğin, kadını boşaması anlamına gelmektedir. Örneğin, geçimsiz veya eşine karşı ilgisiz bir erkeğin " Sen benim için annemin sırtı gibisin " diyerek eşinden yatağını ayırması ve kendisine haram kılması ve başka bir kadınla beraber olmasıdır. Ayetlerde görüldüğü gibi bu yanlış uygulamaya müdahale edilmekte, bu haksız uygulamanın karşılığının da hükmünün de bunu yapan erkekler için çok ağır olacağı belirtilmektedir. Bu ayetlerin inişine sebep olan ve Peygamberimizle tartıştığı belirtilen kadının adı Havle Binti Salebedir. Bu kadın bugün bile horlanmakta olan, terk edilmiş, önemsenmeyen, itilmiş kadınların ortak isyanını dile getirmektedir. Kur'anda Mücadele ( Peygamberle tartışan kadın ) demek olan Sûre ile Rabbimizin bizzat kadınları önemsediği, onları hakir gören erkeklere cezalar öngördüğü belirtilmektedir. Rivayetlere göre Havle Binti Salebe'nin kocası da kendisine zıhar ederek dışlamış ve çok bunalan, çaresiz kalan kadın bu durumu peygambere anlatarak şikayette bulunmuş ve onunla bu konuda tartışmıştır. O günün geleneklerine göre de peygamberimizden bir destek ve çözüm göremediği için de durumunu Allah'a seslenerek anlatmış ve yardım istemiştir. Semi ve Basar olup her şeyi en iyi gören ve işiten, bize şah damarımızdan daha yakın olan Yüce Rabbimiz Allah da peygamberimize indirdiği bu Sûrenin ayetleri ile duruma müdahale etmiş ve kadının yanındaki tavrını açıkça ortaya koymuştur. Havle Binti Salebe'nin yaşadıkları çok ayrıntılı bir şekilde siyer kitaplarında anlatılmaktadır. Bu hikâye ve Kur'an ayetlerinin mesajı, bütün suskun kadınlara örnek olmalıdır.
Nisa Sûresinin ayetleriyle de Allah, kadınların onurlarını, ırz ve namuslarını koruma altına almış, Nisa Sûresinin 4. ayetinde de " Ve yetimlerin kadınlarına ( annelerine ) mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri alacaklarından bir kısmını size ikramda bulunurlarsa da onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz. " ifadeleriyle belirtildiği gibi mehir verilmesini emretmiş, onların geçimlerini erkeklerin üzerine yüklemekle boşanılan kadınlara güvence oluşturmuştur. Mehir, evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen veya ödeneceği belirtilen mal veya paradır. Bu kadının onurundan feda ettiklerinin bir karşılığıdır. Bu uygulama isteği aslında kadının zayıflığından değil, kadının sosyal ve kültürel yönden önemine binaen korunmasının gerektiğindendir. Boşanma sonucu kadının dul kalması durumunda “ iddet “ süresince geçinebileceği bir mal, ya da paranın kadına evlilik öncesi peşinen veya boşanma esnasında verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Zira kadının dul kalmasıyla beraber, hemen tekrar evlenmesine izin verilmemiş “ iddet “ kuralı ( bekleme dönemi ) ile bir süre beklemesi istenmiştir. ( Bakara 228 ) Dinimizde, mehirin amacı kadını himaye etmek, onu geçim sıkıntısı içerisinde bırakmamaktır. Ama bugün dincilik konusunda ahkam kesip, mangalda kül bırakmayanlar, boşanmada kadının bu hakkından hiç söz etmemektedirler. Bundan dolayı günümüzde ideal olanın, ekonomik açıdan kadının kocasına muhtaç olmayacak ölçüde ve sosyal açıdan kendi ayakları üzerinde durabilecek nitelikte yetiştirilmesinin, okutulmasının, bir meslek sahibi olmasının önemi ortaya çıkar.
Toplumumuza yanlış olarak yerleşmiş olan ve kadınların aşağılandığının düşünüldüğü “ kadının şahitliği “ konusundaki inanç, çok eleştiri alan ve en çok istismar edilen bir konudur. Buna da Bakara Sûresinin 282. ayetinde " Ey iman etmiş kimseler ! … Ve iyi tanık olabilecek kimselerden olmak üzere, bunlardan razı olabileceğiniz erkeklerinizden iki iyi tanık tutun…şayet iki erkek tanık olmazsa, o zaman bir erkekle iki kadın tanık olsun..." ifadelerine dayandırılarak yapılan yanlış yorumlar delil olarak gösterilir. Halbuki şu iyi bilinmelidir ki Bakara 140, Nisa 135, Maide 8. ayetlerinde görüleceği gibi şahitlik meselesi, İslam dininin hassasiyetle üzerinde durduğu bir konudur. Üstelik de bu ayetlerde kadın erkek ayrımı yapılmadan, Müslümanların hepsi muhatap alınmıştır. Bu ayette tanıklık için neden iki kadın ifadesi yer almaktadır ? sorusunun nedeninin doğru anlaşılabilmesi için o günkü Arap toplumunun içinde bulunduğu sosyolojik yapının gerçekleri ile göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Yüce Allah, sebepsiz yere hiç bir hüküm oluşturmaz. Burada da iki kadın olmasının, şahitlik müessesesinin aksamadan gerçekleşebilmesi için illet olabilecek, engel olabilecek sebepleri vardır. Zira burada asıl olan şahitlik alanın zarar görmemesi, adaletin tecelli etmesi, şahitlik konusunun riske atılmamasıdır. Çünkü kadının o dönemlerde yalnız başına yola çıkması, uzağa gitmesi, gönderilememe, taciz, tecavüz riskinden dolayı erkekler tarafından korunma zorunluluğu vardır. Ayrıca kadının özel günleri, ay halleri, hamilelik, lohusalık durumları gibi engelleri vardır. Bu nedenlerden dolayı iki kadından engeli olmayan ve uygun olanından sadece biri, diğer erkek tanığın yanında ikinci tanıklık görevini yerine getirecektir. Bu ayette kadın aşağılanmamış, bilakis kadın da, şahitlik müessesesi de korunmuştur. Burada hemen düz mantıkla bir erkeğin yanında iki kadınla beraber üç kişinin tanıklık edeceği düşünülmemelidir. Aslında bir erkeğin yanında her ne olursa olsun biri olmazsa, diğer kadının da mutlaka ikinci şahit olarak bulunabilmesi garantisi sağlanmaktadır. Bugünkü hukuk sistemi ve gelişen sosyal hayat bu konuyu zaten kökünden çözmüştür. Ulaşım da, güvenlik de sağlanmıştır, sadece iki kadın da olabilir veya bir erkek ve onun yanında tek bir kadının şahitliği de yeterli kılınmıştır.
Kadınların aşağılandığının düşünüldüğü, bir erkeğin 4 kadınla evlilik yapabileceği de İslam’a mal edilerek, en çok istismar edilmiş konulardan birisidir. Halbuki bu düşüncelere konu edilen Nisa Sûresinin 3. ayetinin önündeki ve ardındaki ayetlere ve o günkü Arap toplumunun yapısına dikkat edilerek ayetler objektif olarak Kur’an bütünlüğünde değerlendirilebilseydi, daha hakkaniyetli bir sonuca varılabilir, Allah’ın adaletinin ve kadın ile yetimin korunması üzerine ne kadar hassasiyet gösterdiği anlaşılabilirdi.
NİSA 2 : Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur. 3 : Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetten korktuysanız ; o takdirde yetimlere bakmak zorunda kalmış kadınlardan, sizin için hoş olanlarından, ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikahlayın. Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur. 4 : Ve yetimlerin kadınlarına / nikâhladığınız yetimlerin annesine mehirlerini seve seve veriniz.
O günkü Arap toplumunda savaşlardan, saldırılardan, köle ticaretinden, cariyelik uygulamasından dolayı çok sayıda sahipsiz ve korumasız dul kalmış kadın ve yetim çocuk bulunmaktadır. Zengin, güçlü erkeklerin de beş, on, hatta daha fazla sayıda karısının yanı sıra cariyeleri de bulunmakta, boşanmalar evlenmeler erkeğin tek bir sözüyle olmaktadır. Aslında Allah’ın bu ayetleri, çok evliliği teşvik etmek için değil, bilakis çok eşli evlilik yapısını alıştıra alıştıra ıslah etmeye, ve yetim kalmış çocukları ve korumasız kadınları güvence altına almaya yöneliktir. Ayetin orijinalindeki “ mesna “, “ sülase “, “ ruba “ sözcükleri paylaştırma sayı sıfatları olup, ikişer, üçer, dörder, yetimlerin kadınlarından ( annelerinden ) değişik kişilerce nikâhlayın denilmek istenmiştir. Kesinlikle ikinci kadını nikâhlayın, üçüncü kadını nikâhlayın, dördüncü kadını nikâhlayın anlamında kullanılmamıştır. Çünkü Yüce Rabbimiz bu ayetlerle dul ve korumasız kalmış kadınla onun yetimini koruma altına almak için adeta bir kampanya açmış ve ortada korumasız, sahipsiz kalan bu yetimleri ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder değişik kişilerce sahiplenin ve ortada kalmış annelerini de nikâhınıza alın demek istemiştir. Böylece hem çok eşli evliliği ıslah etmeye, hem de yetim ile annesini koruma altına almaya çalışmıştır. Bundan dolayı normal durumlarda İslam’da çok eşli evlilikler yoktur. Ayette görüldüğü gibi ancak olağan üstü durumlarda yetimlerin himayesi için uygulanmış sosyal bir kampanyadır. Peygamberimizin çok eşle evliliği de yine bu amaçlara yönelik olmuş ve bu ayetin inmesinden sonra bir daha da evlilik yapmamıştır. Buna rağmen bu ayetleri yanlış yorumlayan klasik tefsircilerin ardına takılan yüzlerce rivayet, Müslümanların belleklerini istila etmiştir. Bu çirkinlikleri de burada sergilemenin bir gereği yoktur.
Peygamberimiz ve Kur’an ile birlikte sosyal hayatta tembellikle okumayan, öğrenmeyen, sorgulamayan, cahil, kültürsüz, içine kapanık, yaşadığı dünyadan haberi olmayan, doğurganlıktan başka üretkenliği bulunmayan kadının İslam dininde yeri yoktur. Peygamberimizle birlikte İslam diniyle müşerref olan her kadın, İslam inanç ve terbiyesiyle toplumla iç içe yaşar, her türlü sosyal ve siyasal olaylarda kendini gösterir ve belirleyici rol üstlenirdi. Toplumsal yaşama katılır, mescitten, musalladan sosyal aktivitelerden uzak kalmazlardı. Kadın, peygamberimizin eğitim ve öğretim çalışmalarında salatın ikamesinde gerekli işlevini yerine getirir, zaman zaman da hiç çekinmeden sorularını sorar eleştirisini yapar, yönetici hatalarının düzeltilmesini sağlardı. Peygamberimiz ve dört halife zamanında kadınlar engellenmez, aksine teşvik edilir, her konuda onlarla istişare edilir, onların oyu alınırdı. Ancak Emeviler döneminden itibaren kadına bakış açısı değişmiş, hadis ve uydurma rivayetlerle ikinci sınıf insan yerine konmaya başlanmıştır. Toplumdan tecrit edilmiş, kara çarşafa, evine ve dört duvar arasına hapsedilmiş, beyni örtülmüş kadının kimliği ortadan kaldırılmıştır.
Bugün dahi ülkemizde bu uygulamaların etkisi devam etmekte, toplu namazlara kadın katılmamakta, Cuma namazına, Kur’anın hilafına kadınlara farz değildir fetvası işletilmekte, bayram namazları, cenaze namazları kadınlar katılmadan kılınmakta, dernek vakıf, sivil toplum örgütlerinde dindar geçinenlerin kadınları hiç yer almamaktadır. Böyle olunca bu günkü toplumda kadının yeri, İslam öncesi dönemlerindekinden daha da geri ve kötü durumlara doğru götürülme eğilimindedir. Kadın dövülmekte, taciz edilmekte, cinayetlere kurban gitmekte, küçük yaşta mal gibi satılıp evlendirilmektedir. Eğitimden, iş hayatından, sosyal hayattan, hakkı olanları gerektiği ölçülerde alamamaktadır.
Gerçek İslam’a ve Kur’ana göre yukarıdaki ayetlerle açıkladığımız gibi, madem ki kadın sosyal ve kültürel bir anadır, toplum kadın ve erkek olarak iki cinsten oluşmaktadır ve bunlar üreme sistemlerinden başka birbiriyle aynı özellikleri ve dini yükümlülükleri taşıyorlar ve hayat denilen şey, ev, çarşı, iş yeri, okul, eğitim, alışveriş, gezme, eğlenme, hayatı paylaşma ise, kadınlar da kimliklerini yitirmeden erkekler gibi hayattaki yerlerini almalılardır. Bu onların yaratılmanın gereği olarak en doğal hakkıdır. Ev hanımlığının yanı sıra, iş kadını, bilim kadını, yönetici, çalışan, üreten, parasını kazanan olabilmeli, toplumun bir parçası olduğunu hissedebilmelidir. Peki ne oldu da olması gerekenler, doğallık ve ahenk bozuldu. Haremlik, selamlık diye kadını toplum yaşamından soyutlamaya yönelik bir kavram ortaya çıktı. Kadın, nasıl, neden ve kimler tarafından toplumdan uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır, nasıl oldu da kadınsız bir din anlayışı ortaya çıkarılmıştır, neden kadınlar yatak odası ile mutfak arasına sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Aslında bu soruların cevabını da yine Kitabımız Kur’an vermektedir. Amma tabiidir ki okunursa ve uyarıları dikkate alınabilirse !
HADİD 27 : Sonra bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik. Kendisine İncil’i verdik ve ona uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlık ; Onu onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riayet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da hak yoldan çıkmış olanlardır.
Ayette görüyoruz ki Hristiyanlar Ruhbanlığı, akılları sıra daha dindarca bir hayat yaşayacağız ve Allah’ın rızasını kazanacağız diye uydurmuşlar, ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmışlar. Allah ü Teala burada bizi de, sakın onlar gibi yapmayın diye uyarmaktadır. Buna rağmen maalesef Müslümanlar da Kur'anın dışında dinci imam, ulema ve veli denilenlerin eliyle dindar olacağız derken, peşinden gittikleri yanlış inançlarla, kınanan Hristiyanlardan aşağıda kalmamışlardır. Kadını, fitne, bela, uğursuz, şeytan, necis, aklı kıt, dini noksan, şehvet malzemesi, seks objesi sayınca, kadınla dünya arasına kalın bir duvar örülmüştür. Bu hususta Allah’ın koyduğu, Resulullah’ın uygulayıp bize gösterdiği ölçülere hiç uyulmamış, bunun yerine uydurulmuş hadis ve rivayetlerin peşinden gidilmiştir. Bugün artık ilkellikten ve bu yanlış taassup inançlarından sıyrılıp, bilim, teknoloji ve iletişim çağının gereği olarak, esaret, kölelik, yoksulluk ve göz yaşı ile dolu, güdülen bir toplum yapısından çıkılmak isteniyorsa, Müslüman toplumlarında da artık kadın, mutlaka toplumda hak ettiği saygın yerini almak, üretime katılmak zorundadır. Bunun için kadın da artık uyanmalıdır. Erkek sömürüsüne ve istismarına karşı koyarak kendini kurtarmalıdır. Saçıyla başıyla, makyajıyla değil, aklıyla, beyniyle ürettikleri ile kültürlü ve eğitimli bir anne olarak toplumdaki yerini almalıdır.
Bugün kadına yapılan bütün haksızlıkların temelinde İslam dini ve Kur’an değil, akıl ve mantık dışı, bilimsel gerçekler dışı uygulamaların kaynağında, atalardan intikal ettirilmiş olan geleneksel ilkel töreler, cahiliye dönemindeki sakal, sarık, peçe, şalvar, gibi Arap töreleri ve hayranlığı, Peygamberimizin vefatından 200 yıl sonra dine sokulan uydurma hadisler ve rivayetler yatmaktadır. Aslında Müslüman toplumları üzerinde hedeflenen, kadının başını, bedenini örtmesi değil, beyninin örtülmesi, kolayca istismar edilebilmesi, üretimden ve iş gücü katkısından uzak tutulması, toplumun her yönden güçsüz ve dünya ülkeleri arasındaki rekabetten uzak bırakılmasıdır. Yüz yıllardır Yahudilerin ve Siyonizmin etkileri ile hazırlanmış olan zeminle de, Müslümanların ve toplumumuzun, kadın erkek Kur’anı terk etmiş, anlamak için okuma çabası göstermeden rafa kaldırmış olması da, hedeflenen bu amaçlara kolaylık sağlamıştır. Üstelik de bunlarla beraber Rad Sûresinin 11. ayetinde Rabbimizin “ Toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Ben de onların üzerindeki pislikleri belaları kaldırıp durumlarını değiştirmem " dediği, Necm Sûresinin 39. ayetinde de " Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden başka bir şey yoktur. " ifadeleriyle yaptığı uyarılarının öneminden ve ciddiyetinden haberimiz bulunmamaktadır.
Aslında dünya hayatının yükünü paylaşmak, zenginleştirmek, kolaylaştırmak ve güzelleştirmek amacıyla Yüce Rabbimiz Allah'ın, dünya hayatında neslin devamının sağlanmasında vesile kıldığı ve erkekler için en önde gelen lütuflarından biri olan ve sadece var olmaları nedeniyle her türlü saygıyı, şefkati, güzelliği hak eden, dünyanın ve ülkemizin bütün kadınlarına, annelerine selam olsun !.. Kur'anın öngördüğü adalet, esenlik, huzur, barış, sevgi, saygı, özgürlük ve mutluluk sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Dr. Huriye Martı : Olumsuz Kadın Algısının Uydurma Rivayetlerdeki İzleri
Nur'a Doğru : Tercümeli Ayet ve Hadisler
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR