Konu Detay

KUR'AN PENCERESİNDEN KADIN HAKLARI

 28.12.2016
 1904

Mazlumların,  ezilenlerin,  haksızlığa  uğrayanların  yanında  olmak,  adaleti,  hakkı,  hukuku,  güzelliği,  bütün  insanlar  arasında,  kadın,  erkek  ayırmadan  barışı,  huzuru  ve  mutluluğu  sağlamak  için  indirilmiş  olan,  dinimizin  asıl  ve  tek  kaynağı, Yüce  kitabımız  Kur’anda  ve  Allah  katında  en  önemli  olanın,  Hücurat  Sûresinin  13. ayetinde  "  Ey  insanlar !  Biz  sizi  bir  erkek,  bir  dişiden  yarattık. Ve  bir  birinizle  tanışmanız  için  sizi  halklar  ve  kabileler  kıldık.  Şüphesiz  Allah  katında  en  üstün  olanınız  takvaca  /  sakınmaca  en  ileride  olanınızdır. "  ifadeleriyle  dile  getirildiği  gibi  takva ( sakınmak ) olduğu  bildirilir. Ayette  de  gördüğümüz  gibi,  Rabbimizin  katında  kişinin  boyu,  güzelliği,  çirkinliği,  gücü  kuvveti,  erkek  kadın,  zengin  fakir  olması,  hiç  bir  değer  taşımaz.  Önemli  olan,  onun  davranışları,  insan  olduğunun  farkında  olabilen,  Allah’ın  koyduğu  yasakları  bilen  ve  sakınan,  Hakk  Dinin  hakim  kıldığı  güzel  ahlâka  sahip,  erdemli  bir  insan  olabilmesidir. Rabbimiz, Tin  Sûresinin  5. ve  6. ayetlerinde  de  “ Biz  insanı  en  mükemmel  yarattık,  ama  hak  etmeyeni  de  ardından  aşağıların  aşağısına  indirdik “  derken  yine  kadın  erkek  ayırmadan  insanın,  sorumluluk  bilinciyle  insan  gibi  davranmasını  istemiş,  hak  etmeyen  ve  insan  olamayanın  da  hayvanlardan  beter  bir  hale  getirileceğini  belirtmiştir.

Fakat  tarih  boyunca  bütün  toplumlardaki  insanların  yaşamına  baktığımızda,  kadın  erkek  ayrımı  ile  kadın  ezilen,  aşağılanan,  itilen,  hakir  görülen,  maddi  manevi  ve  bedenen  de  hep  sömürülen  olmuştur.  Mal  gibi  satılan,  sırtından  sopa  eksik  edilmeyen,  köle  edilen,  cariye  edilen,  hiç  bir  söz  hakkı  olmayan,  kişi  olma,  insan  olma  sıfatına  kavuşturulmayan  bir  varlık  yerine  konmuştur. Zaman  zaman  aşıklar,  şairler  kadının  farkına  varmışlar,  övgüler  düzmüşler,  şarkılar  türküler  bestelemişler,  düşünürler  anlamlı  güzel  sözler   söylemişler  "   Kadın  nazlıdır,  Kadın  saklıdır,  Kadın  ulaşılmaz  zor  olandır,  Kadın  gizlidir  ve  bütün  kadınlar  bu  yüzden  özeldir  denilmiş. Üstat  Nazım  Hikmet  :  Kimi  der  ki  ayalimdir,  boynumda  taşıdığım  vebalimdir,  hamur  yoğuran,  çocuk  doğuran,  ne  döşek,  ne  köçek,  ne  ayal  ne  vebal,  kollarım,  bacaklarım  başımdır,  yavrum  annem,  kız  kardeşim  karımdır,  hayat  arkadaşımdır  diyerek  yaşamda  kadının  her  şey  olduğunu  anlatmış.  Bekir  Coşkun  üstadımız :  Bir  kadın  gittiğinde  ne  çok  kişi  gider  aslında,  bir  ağır  işçi,  bir  temizlikçi,  bir  bakıcı,  bir  bahçıvan,  bir  muhasebeci,  bir  anne,  bir  dost,  bir  arkadaş,  bir  sevgili  diyerek  hayatın  her  alanındaki  kadının  varlığının  önemini  vurgulamış,  Nazan  Bekiroğlu  da :  Duy  beni  yazılmış  ve  yazılacak  olan  bütün  hikâyelerin  kadın  kahramanları,  çaresiz,  lekesiz,  tertemiz,  gizli  el  ama  daima  ödeyen  ve  ödenen  bedel  olarak  tarif  ettiği  kadının,  yaşamın  her  kesitinde  önemine  ve  masumiyetine  değinmiştir. Ama   bunlar  yeterli  olamamış,  her  toplumda  kadının  değerini  taktir  edenlerin  karşısında,  cehaletin  ve  taassubun  etkisiyle  her  zaman  kadını  aşağılayan  ve  sömürenlerin  oranı  daha  fazla  olmuştur.  Bundan  dolayıdır  ki  tarihin  her  döneminde,  her  toplumda  pek  çok  kadın  zulüm  görüp,  acı  çeker,  göz  yaşı  döker,  yok  yere  erkek  elinden  can  verir  olmuştur.

Bugün  dünyada,  demokrasinin  gelişmiş  olduğu  batı  ülkelerinde  kadın  biraz  daha  huzura  ve  değere   kavuşmuş   olmasına   rağmen,  ülkemizde  ve  bilhassa  sadece  lafla  Müslüman  olduğunu  iddia  eden  toplumlarda,  üstelik  de  bir  taraftan  hakkı,  hukuku,  adaleti,  iyiliği  ve  yakınlara   bakmayı,  onlara  sahip  çıkmayı,  paylaşmayı,  dayanışmayı  yardımlaşmayı  emreden,  her  türlü  fenalığı,  hayasızlığı,  haddi  aşmayı  yasaklayan  Yüce  Kitabımız  Kur’an  olduğu  halde,  diğer  taraftan  da  Kur’an  dışında  oluşturulmuş  uydurma  hadis  ve  rivayet  kitaplarının  egemenliğinde  “  Kadının  sırtından  sopayı,  karnından  sıpayı  eksik  etmeyeceksin  “  diyen  zihniyetin,  kadınlar  üzerindeki  tahakkümü  ve  zulmü  hiç  eksik  olmamıştır.  Ne  acıdır  ki,  kadın  hakları  konusunda  ortaya  çıkmış  olumsuzlukların  tamamı  da  Peygamberimize  atfen  uydurulmuş  rivayetlerden  ve  bunlara  bağlı  olarak  birçok  müfessir  tarafından  yanlış  meallendirilmiş  Kur'an  ayetlerinden  dolayı  İslam’a  fatura  edilmektedir.  Bu  tahakküm,  erkek  egemen  toplumlarına  öylesine  kökleşmiş  olarak  yerleşmiştir  ki,  ülkemizde  Atatürk  Cumhuriyeti  ile  gelen  ve  kadına  kanunlarla  da  verilen  haklara  rağmen  bugün  hala  kafalardaki  bu  zincir  kırılamamıştır.  Durum,  Cumhuriyete  kavuşamamış  Müslüman  ülkelerinde  daha   vahimdir. Kendi  ülkemizde  de  kadın  yaşamına  baktığımızda,  Cumhuriyete  rağmen,  kadınlarımızın  haklarının  çağdaş  ülkelerde  olduğu   gibi  tamamen  hayata  geçirildiği,  görünümün  de  pek  iç  açıcı  durumda  olduğu  söylenemez. Çünkü  dini  şahsi  çıkarları  için  kullanan  erkek  egemen  gelenekçi  zihniyet,  Kur’anı  Arapçanın  dışında  anlaşılmak  ve  sorgulanmak  için  okutturmamaktadır.  İnsanlar  her  konuda  olduğu  gibi  kadın  hakları  konusunda  da  Kur’anın  doğrularını  öğrenememekte  ve  yaşayamamaktadırlar. Erkekler  de  Kur'anın  kendilerine  getirdiği  sorumlulukların  farkında  değildirler.

Bugün  Müslüman  toplumlarında,  genel  olarak  kadının  Dini,  sosyal,  kültürel,  ekonomik,  eğitim,  çalışma,  iş  olanakları  ve  ailevi  hayatındaki  yerinin  olumsuzluklarla,  kısıtlamalarla  dolu  olan  yaşantısında,  olumsuz  baskı  ve  dayatmaları  içeren  ve  Peygamberimizin  ağzından  uydurulan  rivayetlerin  etkili  olduğunu   görmekteyiz. Bu  olumsuz  ve  sapkın  rivayetler  erkek  egemen  zihniyetler  tarafından  büyük  ölçüde  benimsenmiş,  önder,  imam,  ulema  denilenlerin  verdikleri  fetvalar,  kadını  aşağılayan,  hakları  ve  yaşamı  konusunda  kısıtlayan,  sözlü  ve  yazılı  bir  kültür  oluşturmuştur.  Böylece  olumsuz  ön  yargılarla  kadın,  saygınlığından  uzaklaştırılmış,  kadın  ile  erkek  arasında  güven,  merhamet  ve  sevgi  bağlarının  oluşması  da   engellenmiştir.  Sonuçta  kadın,  erkekler  kadar  hakkettikleri  hayatı  görme,  öğrenme,  dünya  nimetlerinden  yeterince  yararlanarak  yaşama  hakkından  mahrum  bırakılmıştır.  Kadının  getirildiği  bu  noktanın,  asırlardır  süregelen  bu  yanlış  bakışın  nedeni  öncelikle  "  Adem'in  Cennette  ilk  hatalı  adımını  eşi  nedeniyle  attığı,  dolayısıyla  insanın  Rabbine  ilk  karşı  gelişinden,  kadının  sorumlu  olduğudur.  " ( Kitabı  Mukaddes  Tekvin  3 /  6, 12 )  Bu  nedenle  insan  soyunu  sürdürmesinin  zahmetli  kısmına  katlanmakla  kadının  cezalandırıldığı  ve  dünya  hayatında  ancak  günahkârlığıyla  orantılı  bir  yer  edinebileceği "  (  Kitabı  Mukaddes  Tekvin  3 / 16 )  şeklinde  Yahudi  rivayetlerindeki  uydurma  anlatımlarına,  Müslümanların  da  yürekten  inanmış  olmalarında  aramak  gerekir.

Bunun  yanı  sıra  Mekke'de  Peygamberimizin  mesajının  ilk  muhatapları  da  kuşkusuz  benzer  ön  yargı  ve  yanlış  inançlarla  donanmış  ve  şekillenmiş  bir  toplumun  bireyleridir.  Arap  toplumunun  o  dönemdeki  yapısı,  adı  üstünde  "  cahiliye  /  barbarlığa  dayalı "  olan,  kadına  dair  olumlu  bir  bakışın  olmadığı,  cariye  ve  köle  yapıldığı  yapıdaki  yaşam  tarzıdır. Bu  bağlamda  Halife  Ömer'in  Din  ile  tanışmadan  önce  kadına  bakışını  özetleyen  "  Biz  cahiliye  döneminde  kadına  değer  vermezdik.  İslam  gelip  de  Allah  onlardan  bahsedince,  üzerimizde  hakları  olduğunu,  ama  onları  işlerimize  dahil  etmek  zorunda  olmadığımızı  düşündük... "  (  Buhari  Libas  31,  Müslim  Talâk  34 )  anlatımları  da  ilkel  dönemdeki  yaşam  ve  inanç  tarzını  açıkça  belirtmektedir.  Ama  bu  noktada  özellikle  belirtelim  ki,  aslında  Kur'ana  göre  Cennette  yaratılmış  bir  Adem  ve  Eşi,  onlara  konmuş  bir  yasak  ve  Cennetten  kovulma  diye  olaylar  ve  anlatımlar  yoktur. Bu  rivayetler  tamamen  gerçek  dışı  olan  Yahudi  Hahamlarının  uydurmalarıdır.  Kur'anımıza  göre  ise  İnsanlar  ve  ilk  insan,  yüz  binlerce  Adem  Cennette  değil,  yeryüzünde  bitki  olarak  yaratılmış  ve  evrimden  geçirilmiş,  ünsiyet  kazandırılmış  ve  ardından  ilk  peygamber  Adem  de  onların  arasından  seçilmiştir. ( Adem  ve  İnsan  başlıklı  makalemize  bakabilirsiniz ) Peki  Ömer  ile  ilgili  hadise  rağmen  Müslümanlığın  gelmesi  ile  birlikte,  Müslüman  toplumlarında  Kur'anın  önerdiği  gibi,  Peygamberimizden  başka  ve  onun  ardından  kadına  gerekli  değer  verilebilmiş  midir ?  Bir  kocaman  hayır !...

Hayata  ve  kadına   bakış  ile  ilgili  inançlar,  bugün  de  hala  Müslüman  toplumlarında  Kur’anın  dışında  aksine  birtakım  Ulema  denilen  kişilerin  oluşturduğu  fetva,  uydurma  hadis  ve  rivayetlerle  yaşanmaktadır. Sahihi  Buhari,  Süneni  Tirmizi,  Süneni  Nesai,  İbn  Mace,  Ahmed  bin  Hanbel,  müsned,  nikâh,  mecmuel  kebir,  evsat,  adı  altındaki   eserlerde  yer  alan  bu  uydurma  hadis  ve  rivayetlerin  doğrultusunda  ana  hatlarıyla  *  Yaratılışta  erkek  kadından  üstündür,  kadın  ise  erkeğin  eğri  kaburga  kemiğinden   yaratılmıştır. Kadının,  kocasının  her  isteğine  evet  demesi  mecburidir,  karşı  gelen  kadın  dövülür. *  Namaz  kılan  erkeğin  önünden  kadının  geçmesi  namazı  bozar.  * Evlilik  erkeğin  iki  dudağı  arasındadır,  ona  boş  ol  demesi  yeter. * Kadın  okutturulmaz,  yönetici  olamaz,  seçme  hakkı  olamaz. * Kadının  dini  ve  aklı  kıt  olduğundan,  Cehennemin  çoğunluğu  kadınlardan  olacaktır. * Kadının  şahitliği  bir  erkeğin  şahitliğinin  yarısıdır. ( Buhari  Hayız  VII. bab. rivayet  9.)  gibi  iğrençlikler  maalesef,  üstelik  de  dinimizden  denilen,  halbuki  Kur’an  ile  hiç  bir  ilgisi  olmayan,  Kur’an  ayetlerinin  bazılarının  saptırıldığı  kitaplar  ve  kendilerini  Allah’ın  ortağı  yerine  koyan  gerçek  dini  ve  kendini  bilmezler  tarafından  oluşturulan  inançlardır. Böylece   sosyal,  kültürel,  toplumsal,  din  ve  aile  hayatında,  kadının  yeri  konusu  yüzyıllardır  yaşatılan  ve  yaşanan  yanlış  algılarda,  Peygamberimizin  adına  uydurularak  kullanılan  olumsuz  hadis  ve  rivayetlerin  rolü  çok  büyük  ve  etkili  olmuştur.  Bu  rivayetlerin  bazılarında  kadın  ve  erkek  arasında  sürekli  bir  gerilim  ve  huzursuzluk,  güvensizlik  teması  işlenmiş,  bazılarında  kadın  dar  bir  yaşam  alanına  sıkıştırılmış,  bir  çok  konudaki  özgürlüğü  yok  sayılmış,  bazılarında  da  köle  olmasının  faziletleri  sıralanarak,  toplumsal  yaşamdaki  yapabileceği  katkılarına  engeller  konulmuştur.  Gelinen  noktada  Peygamberin  öngördüğü  gerçek  bakışa  rağmen,  ortaya  çıkan  perspektif,  kadının  hayatı  için  mahrumiyetlerle  dolu  bir  sonuç  oluşturmuştur. Halbuki  dinin  ve  yaratmanın,  özgürlüklerin  sahibi  Allah’tır.  İnsanlar  tarafından  saptırılmadığı  zaman  da  kaynağı  sadece  Kur’andır. 

Biz  de  bu  yazımızda  Kur'an  penceresinden  kadına  ve  onun  haklarına  verilen  değeri,  Kur'anın  doğruları  ile  ele  almaya  çalışacağız.  Kitabımız  Kur’ana  yönelmeden  önce  bu  konuda  belleklere  yerleştirilmiş  olan,  fakat  aslında  Kur’an  ahlâkı  ile  yoğrulmuş   Peygamberimizin  mümtaz  şahsiyeti  ile  asla  ilgisi  olmayan, onunla  bağdaştırılamayacak  çirkinliklerle  dolu  sonradan  bir  takım  ulema,  imam  denilen  kişilerce  uydurulmuş  hadis  ve  rivayetlerin  bazılarına  bir  bakalım. Kur'ana  ve  ayetlerine  tamamen  aykırı  olan,  aslında  burada  örnek  olarak  nakletmekten  tiksindiğimiz  ve  Peygamberin  mümtaz  şahsiyetine  birer  hakaret  niteliğinde  olan  bu  uydurma  hadislerin  bazılarında  kadının  erkeğe  itaati  bir  ibadet  gibi  sunulmaya  çalışılmış,  bazılarında  erkeğin  kölesi  yapılmış,  bazılarında  da  Cennetin  vizesi  yegâne  hüküm  sahibi  olan  Allah'ın  takdirinden  alınarak  kocaya  bırakılmıştır.

* “ Eğer  bir  kimsenin  bir  kimseye  secde  etmesini  emretseydim,  erkeklerin  kadınların  üzerinde  olan  haklarından  dolayı,  kadınların  erkeklere  secde  etmesini  emrederdim. “ ( Tirmizi,  Rada )

* Kocanın  vücudu  irin  ile  kaplı  dahi  olsa  ve  karısı  onu  yalayarak  temizlese,  yine  kocasının  hakkını  ödemiş  olmaz. ( Ahmet  B. Hanbel )

* Ey  kadınlar ! Eğer  kocalarınızın  size  olan  haklarını  bilseydiniz,  ayaklarının  tozunu  yüzünüzle  silerdiniz. ( Hafız  Zehebi )

* Çok  lanet  ediyor  ve  kocalarınıza  karşı  nankörlük  ediyorsunuz.  Aklı  başında  bir  erkeğin  aklını  sizin  kadar  çelebilen  aklı  ve  dini  eksik  başka  bir  varlık  görmedim. ( Müslim  İman,  İbni  Mace )

* Kadınlar  arasında  iyi  kadın,  yüz  tane  karga  arasında  alaca  karga  gibidir. ( Buhari )

* Ey  kadınlar  topluluğu,  sadaka  veriniz  ve  çokça  istiğfar  ediniz. Çünkü  ben,  Cehennem  halkının  çoğunun  sizler  olduğunu  gördüm. ( Müslim  İman )

* Namazı   bozan  şeyler,  kara  köpek,  eşek,  domuz  ve  kadındır. ( Müslim  Salat, Tirmizi  Salat )

* Bir  kadın,  kocası  kendisinden  razı  olduğu  halde  ölürse  Cennete  girer. ( Riyazüs  Salihin )

Kur'anın  dışında  kurulan  Tasavvuf  Dininin  öncülerinden,  maalesef  10. yüzyılda  kurulan  Nizamiye  medreselerine  de  baş  müderris  yapılan  ve  adeta  kadın  düşmanı  olan  İmam  Gazali’ye  göre  de  kadın ;  * Giyim  kuşam  hevesinden  dolayı  maymun, * Fakir  düşmeye  razı  olmadığından  dolayı  köpek, * Kocasına  ve  diğer  insanlara  kibrinden  dolayı  yılan,  * Gece  gündüz  kovuculuk  yaptığından  dolayı  akrep, * Evden  eşya  sattığından  dolayı  fare, * Erkeklere  karşı  hile  kurduğundan  dolayı  da  tilki, * Kocasına  itaat  ettiğinden  dolayı  da  koyundur. ( Nasihatül  Mülk )

Bu  zihniyetlere  göre  de  en  iyi  kadın ;  Hiç  koşulsuz  kocasına  itaat  eden  kadındır. Ancak  kocasından  izin  aldıktan  sonra  dışarı  çıkabilecektir. Bu  kadın  sıkı  sıkıya  örtünüp,  en  dikkat  çekmeyen  giysilere  bürünecek,  hiç  çıkmamış  gibi  davranacak,  başını  öne  eğip  kimsenin  yüzüne  ve  sağa  sola  bakmayacak,  kalabalığa,  insan  arasına  karışmayacak,  işini  bir  an  önce  bitirip  kendisine  musallat  olacak  olan  şeytana  da  uymadan  hemen  evine  dönecek  ve  en  makbulü  de  koyun  olacak.

Örneklediğimiz  bu  hadisler,  rivayetler  ve  yorumlar  gerçekten  iğrençtir,  Kur'anın  Hakk  Dini  İslam'a  göre  tutulacak  bir  tarafı  yoktur,  Allah'ı,  Peygamber'i  tanımamaktır,  Kur'an  ayetlerini  bilmemektir  veya  bir  çok  Kur'an  ayetinin  inkârı  veya  yanlış  yorumu  ile  içine  düşülen  küfür  ve  şirktir.  Ama  ne  yazıktır  ki, Kur'anı  Arapçasının  dışında  mealinden  anlamak  için  okumayan,   Kur'anın  içerisinde  ne  olduğunu  bilmeyen,  Allah'ı  ve  Peygamber'ini  tanımayan  Müslüman  geçinen  toplumlarda,  insanların  çoğunluğu  bu  uydurmalara  inanmakta,  Din  bilmezliklerinin  ve  cahilliklerinin  esareti  altında  ezilmekle  beraber  kadını  da   ezmektedirler. Bu  nedenle  de  bu  zihniyet,  Müslüman  geçinen  bir  çok  ülkede  kadını  dışarı  dahi  çıkarmamakta,  alışveriş  yaptırmamakta,  otomobil  kullandırmamakta,  kadını  eve  dört  duvar  arasına  mahkum  etmekte,  balkona  çıkmasına,  pencereden  bakmasına  bile  izin  vermemekte,  bazı  sözde  Müslüman  olan  ülkelerde  kadının  bu  dünyada  cinselliğini  arttırmak  için  sünnet  edilmekte,  öldükleri  zaman  da  kendilerinin  gireceği  garanti  imiş  gibi  Cennette  cinsel  bir  obje  olarak,  kadını  huri  yapıp  birçoğunu  yanlarında  istemektedirler. Kur'anı  ve  gerçek  Hakk  Dini  bilmedikleri  halde  dinci  görünen  kadın  düşmanı,  huri  düşkünü,  bu  dünya  hayatında  da  üç  kadını  yanında  arzulayan  bu  cinsi  sapıklar  bugün  de  hala  maalesef  ülkemizde  ve  aramızda  yaşamaktadırlar.

İnsanı,  kadınlı  erkekli  aynı  nefisten  ( genlerden )  yaratan  ve  halbuki  bütün  özgürlüklerin  ve  Hakk  Dinin  sahibi  olan,  sadece  ve  sadece  Yüce  Rabbimiz  Allah’tır.  Peygamberimize  ilk  seslenişinde  dahi  “ İkra  ve  Rabbükel  Ekrem “  derken  sonsuz  zenginliğini  ve  bütün  özgürlüklerin  sahibi  olduğunu  ilan  etmiştir. Erkeklere  ne  kadar  özgür  irade  verdi  ise  kadınlara  da  aynı  ölçüde  irade  ile  özgürlükler  bahşetmiştir.  Bundan  dolayı  iradenin,  düşüncelerin,  özgürlüklerin  kaynağı  da  sadece  Kur’andır.  Peygamberimiz  de  dini,  kadın  haklarını,  kadının  değerini,  hayatın  her  kesimindeki  önemini,  hoşgörüyü,  sabrı,  insanlara  ve  kadınlara  nasıl  davranması  gerektiğini,  güzel  ahlâkını  Kur’andan  öğrenmiştir.  Bundan  dolayı  yukarıda  örneklediğimiz  rivayetlerle  kadınlara  atfedilen  çirkinliklerin,  Peygamberimiz  tarafından  söylenmesi  mümkün  değildir.  Peygamberimizin  vefatından  yaklaşık  200  yıl  sonra  ortaya  çıkartılmaya  başlanan  ve  hadis  denilen,  kadınlar  hakkında  çirkin  ve  aşağılayan  sözleri  Kur’an  tanımazların  Peygamberimize  atfetmesi,  onun  ismi  üzerinden  prim  yapmaya  çalışması  aşağılıktır,  ona  hakarettir,  Kur’an  ayetlerinin  inkârıdır  ve  küfürdür. Bu  uydurmaların,  erkeklerin  kendilerine  bir  köle  grubu  oluşturmaları  ve  kadınları  bu  iğrenç  yaklaşımları  ile  dinden  uzaklaştırmak  gibi  amaçları  olabilir.  Gerçek  dinimiz  İslam'ın  Hakk  Dininde,  kadını  ve  onun  haklarını  tanıyabilmemiz  için  Kur’andaki  kadın  ile  ilgili  ayetleri  dikkatle  göz  önüne  almamız  gerekir.

Yüce  Kitabımız  Kur’an,  Nisa  Sûresinin  1. ayetinde  "  Ey  insanlar !  Sizi  tek  bir  nefisten  yaratan,  ondan  da  eşini  yaratan  ve  her  ikisinden  birçok  erkek  ve  kadın  türetip  yaratan  ve  yayan  Rabbinizin  koruması  altına  girin. "  yine  Rum  Sûresinin  20. ayetinde  "  O’nun  sizi  topraktan  yaratması  da  Kendisinin  mucizelerindendir.  Sonra  da  siz  şimdi  dağılıp  yayılan  bir  beşersiniz.  Yine  O’nun  mucizelerindendir  ki,  sizin  için  nefislerinizden  kendilerine  ısınırsınız  diye  eşler  yaratmış,  aranıza  bir  sevgi  ve  merhamet  koymuştur. "    ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  yaratılıştan  başlayarak,  sosyal  hayattaki  kadına  varıncaya  kadar,  değişik  konularda  onu  ayrı  ayrı  daha  pek  çok  ayetle  ele  alarak  çok  ayrıntılı  bir  şekilde  kadına  en  büyük  değeri  vermiştir,  yüceltmiştir,  korumuştur.

Ayetlerde,  aslında   kadın  ve  erkeğin  nefis   sözcüğü   ile  aynı  genlerden,  candan,  ruhtan,  özden  ve  aynı  malzemeden  yaratıldığı  ifade  edilmektedir. Aslında  bir  çok  ayette  yer  alan  nefs  sözcüğü  Arap  dil  kurallarına  göre  dişil  bir  sözcüktür  ve  yaratılmanın  ilk  kaynağının  dişiden,  dişil  hücreden  eşeysiz  olarak  çoğalma  ile  yani  kadından  başladığı  ima  edilmektedir. Eğer  öncelik  verilecekse  gerçek  bu  iken,  yanlış  olan  uydurulmuş  hurafe  ve  yorumlarla  maalesef  dine  fatura  edilen  bir  inanç  vardır  ki,  o  da  “ Kadının,  erkeğin  eğri  kaburga  kemiğinden  yaratıldığı “  inancıdır.  Bu  inanç  kadınların  erkeklerden  aşağı  bir  yapıda  yaratıldığını  kabul  ettirdikten  sonra,  kadının  saçı  uzun,  aklının  kısalığı  ve  kadının  dininin  noksanlığı  gibi  saçma  inançların  da  toplumda  yer  bulmasına  temel  basamak  olmaktadır.  Aslında  bu  inanç  İslam  kökenli  olmayıp,  aslı  tahrif  edilmiş  olan  Tevrat’tan,  Kitabı  Mukaddesten,  yani  Yahudi  inançlarından  Müslümanlığa  aktarılmıştır. Kitabı  Mukaddesteki   anlatıma  göre ;

* Ve  Rab  Allah  Adem’in  üzerine  derin  uyku  getirdi.  Ve  o  uyudu.  Ve  onun  kaburga  kemiklerinden  birini  aldı  ve  yerini  etle  kapladı.  Ve  Rab  Allah,  aldığı  kaburga  kemiğinden  bir  kadın  yaptı  ve  onu   Ademe  getirdi.  Ve  Adem  dedi  ki :  “  Şimdi  bu  benim  kemiklerimden  kemik  ve  etimden  ettir.  Buna  nisa  denilecek,  çünkü  o  insandan  alındı. “  (  Tekvin  II.  bab  21 - 23 )  ifadeleriyle  Havva'nın  (  ilk  kadının )  Cennette  nasıl  yaratıldığı  anlatılmaktadır. Halbuki  Kur'anda  Nuh  Sûresinin  17. ayetinde  "  Vallahu  enbetekum  minel  ardi  nebata "  ( Ve  Allah  sizi  yeryüzünde  bir  bitki  olarak  bitirdi. )  ifadeleriyle  ilk  yaratılan   insanların  Cennette  değil,  yeryüzünde  tek  bir  nefisten  ( dişil  bir  hücreden )  önce  yeryüzünde  bir  bitki  olarak  bitirildiği,  erselik  çiçekli  bitkilerde  olduğu  gibi  eşeysiz  üreme  ile  eşini  de  yarattığı,  daha  sonra  milyonlarca  yıllık  bir  evrim  sürecinde  aşama  aşama  geliştirildiği,  biçimlendirildiği,  ölçülendirilip  nasıl  düzene  sokulduğu  da  bir  çok  ayetle  anlatılmaktadır. ( Adem  ve  İnsanın  Yaratılışı  başlıklı  yazımızda  daha   ayrıntılı  bilgi  bulabilirsiniz. )  

Bugün,  Kur'an  ayetleriyle,  Allah'ın  yaratma  kanunlarıyla  tamamen  uyumsuz  olan  bu  saçma  ve  ensest  evliliği   gerektiren  anlatımlara,  Yahudi  toplumundan  inananlar  var  mıdır  bilmiyoruz.  Ama   maalesef  Müslümanların  büyük  çoğunluğunda,  akıl,  mantık,  vicdan  kullanılmadığından,  Kur'anın  içeriği  bilinmediğinden,  vermek  istediği  asıl  mesajları  da  klasik  ve  ilkel  yorumcular  tarafından  tam  ve  doğru  olarak  ortaya  konulamadığından,  bu  hurafe  olan  anlatımların  peşinden  giderek,  peygamberimiz  de  hadislerle  bu  inanca  alet  edildiğinden  Kur’an  dışında  kökleşmiş,  olumsuz  ve  yanlış  bir  kadın  imajı  bulunmaktadır.

* Ebu  Hureyre  anlatıyor : Resulullah  buyurdu  ki ; “  Kadınlarla  ilgili  hayır  tavsiyeleşin,  zira  kadın  bir  eğe  kemiğinden  yaratılmıştır.  Bu  kemiğin  en  eğri  yeri  yukarı  kısmıdır.  Onu  doğrultmaya  kalkarsan  kırarsın,  eğer  ondaki  eğrilikten  faydalanmak  istersen,  ondan  faydalanabilirsin. “ demiştir. ( İbn  Ebi  Şeybe  Musannef  4  : 197  Müslim  Rada  65 : 1468 )

Buna  benzer  kaburga  kemiğinin  eğriliği,  kırılması,  kırılmaması,  onun  kendi  haline  bırakılması,  bırakılmaması  üzerine  birbiriyle  çelişen  ve  uydurulmuş  pek  çok  hadis  bulunmaktadır. Kadını  aşağılayan  zihniyet  hep  bu  saçmalıklarla  uğraşmaktadır.  Kur’an  bağlılığındaki  Peygamberimiz,  kadınları  erkeklerin  idare  etmelerini,  onları  evirip  çevirmelerini  asla  söylememiştir.  Söylemesi  de  düşünülemez.  Unutulmamalıdır  ki  cinsiyet,  bütün  canlı  varlıklarda  olduğu  gibi,  üremek  ve  nesli  devam  ettirmek  için  öngörülmüş  bedensel  bir  olgudur. Erdemlik,  ünsiyet  ise  bedene  yönelik  değil,  öz  benlik  ve  kişiliğe  yöneliktir.  Öz  benliklerin  ( kişiliğin )  ise  cinsiyeti  olmaz.

Yaratılış  olarak  kesinlikle  en  ufak  bir  farklılığı  söz  konusu  olmayan,  her  ikisi  de  aynı  hamurdan,  malzemeden  ( topraktan )  genlerden  yaratılan  kadın  ve  erkek,  aile  oluşumunda,  aile  hayatının  sürdürülmesinde  Bakara  Sûresinin  187. ayetinde  "  Onlar  sizin  için  bir  giysidir. Siz  de  onlar  için  bir  giysisiniz. "  Tevbe  Sûresinin  71. ayetinde  "  İnanan  erkekler  ve  inanan  kadınlar,  bunların  bazısı,  bazılarının  koruyucu,  yol  gösterici  yakınlarıdır.  "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  Kur’ana  göre  eşit  kılınmıştır. Giysi  denildiğinde,  bedenin  örtülmesi  ve  koruyuculuğu  akla  gelir. Bundan  dolayı  da  ayetlerde  mecazi  olarak  anlatılmak  istenen  de,  kadın  erkek  ayrımı  yapılmadan,  aileyi  oluşturan  bireylerin  ırzının,  malının,  kişiliğinin,  bedeninin  korunmasında  yükümlülüğün  eşit  olduğudur.  Ayetlerde  açıkça  ifade  edilen,  kadınla  erkeğin  et – tırnak  oluşları,  birbirinden  ayrılamamaları,  eşlerin  birbirine  bedensel,  ruhsal  ve  toplumsal  hususlarda  birbirlerini  sardıkları,  birbirinin  yol  göstericisi,  yardımcısı,  koruyucusu,  dostları   olduklarıdır.  Hayatı  ortak  olarak  paylaşmalarıdır. Kur’an  kadın  ve  erkeğin  Allah  nezdinde  eşit  olduğunu  bin  dört  yüz  yıl  önce  ilan  etmesine  rağmen,  Kur’anı  anladığı  dilde  okutturulmayan  Müslümanlar,  doğru  olarak  yorumlayamayan  her  kademedeki  Din  Sorumluları,  maalesef  gerçeği  görememiş,  kadını  aşağılamak,  kendisine  köle  etmek  isteyen  zihniyetin  iğrenç  emellerine  esir  olmaktan  kurtulamamışlardır.

Yaratılışları  aynı,  aile  içerisindeki  sorumlulukları  ve  hakları  aynı  olan  kadın  ve  erkek,  hukukta,  kulluk  sorumluluğunda  da  Allah  nezdinde  eşittirler.  Kur’anda  belirtilen  ibadet,  kanun,  hüküm,  ilke  ve  davranış  yükümlülüklerinde   Allah,  kadın  ve  erkeği  ayrı  ayrı  ele  almaz.  Bilakis  eşit  olarak  “  Ey  insanlar “,  “ Ey  iman  edenler “  erkekler  ve  kadınlar  diyerek  bütün  insanlara  birlikte  hitap  eder.

BAKARA  172  :  Ey  iman  edenler !  Eğer  siz  ancak  Allah’a  kulluk  ediyorsanız,  size  verdiğimiz  rızkların  iyi  ve  temizlerinden  yiyin  ve  Allah’a  şükredin.

BAKARA  183  :  Ey  iman  edenler !  Oruç  sizden  öncekilere  farz  kılındığı  gibi  size  de  farz  kılındı.  Umulur  ki  sakınırsınız.

Kur’anın  genelinde,  büyük  bir  bölümünde,  iman  edenlere,  insanlara  denilerek  hitap  edilse  de,  Allah’ın  kadın  ve  erkeği  bizzat  vurguladığı  ayetler  de  pek  çoktur.

NİSA  32  :  Ve   Allah’ın   bazınıza,  diğerlerinden  fazla  verdiği  şeyleri  temenni  etmeyin.  Erkeklere  kazandıklarından  bir  pay  vardır.  Kadınlara  da  kazandıklarından  bir  pay  vardır.  Ve  Allah’ın  fazlından  isteyin.  Şüphesiz  Allah,  her  şeyi  en  iyi  bilendir.

AHZAB  35  :  Şüphe  yok  ki  İslam  dinine  giren  erkekler  ve  İslam  dinine  giren  kadınlar,  mümin  erkekler  ve  mümin  kadınlar,  saygıda  duran  erkekler  ve  saygıda  duran  kadınlar,  sabreden  erkekler  ve  sabreden  kadınlar,  huşulu  erkekler  ve  huşulu  kadınlar,  sadaka  veren  erkekler  ve  sadaka  veren  kadınlar,  oruç  tutan  erkekler  ve  oruç  tutan  kadınlar,  Allah’ı  çok  anan  erkekler  ve  Allah’ı  çok  anan  kadınlar ; Allah  onlar  için  bir  bağışlanma  ve  çok  büyük  bir  ödül  hazırlamıştır.

NİSA  124  :  Ve  erkekten  veya  kadından,  kim  mümin  olarak  düzeltmeye  yönelik  işler  yaparsa,  artık  işte  onlar  cennete  girerler.  Ve  hurma  çekirdeğinin  sırtındaki  çukur  kadar  haksızlığa  uğratılmazlar.

ALİ  İMRAN  195  :  Bunun  üzerine  Rabbleri  onlara  karşılık  verdi.  “  Şüphesiz  Ben,  sizden  erkek  olsun,  kadın  olsun  ki  hepiniz  aynısınızdır.  Çalışanın  amelini  kaybetmem.

NAHL  97  :  Erkek – dişi,  mümin  olarak  kim  iyi  amel  işlerse  kesinlikle  onu  güzel  bir  hayat  ile  yaşatırız.  Ve  kesinlikle  onların  ücretlerini  yapmış  oldukları  amellerin  daha  güzeliyle  ödüllendireceğiz.

Ayetlerde  görüldüğü  gibi  Allah,  kadını  dini  ve  aklı  kısa  veya  noksan  biri  olarak  yaratmamış,  onlara  kulluk  ( ibadet )  görevini  ve  yükümlülüklerini  de  erkekle  eşit  olarak  vermiştir.  Kadın  olsun,  erkek  olsun  her  iki  kesimin  de  amellerinden  dolayı  Allah  katında  zerre  kadar  bir  haksızlığa  uğramayacakları  belirtilmektedir. Aslında  kadınların  erkeklerden  daha  az  akıllı  olduğu,  bilimsel  de  değildir.  Böyle  bir  iddia,  İslam’ın  bilimden  dışlanmasına,  gözden  düşürülmesine  yönelik  olarak  ortaya  atılmış  olan  art  niyetlerdir. Kur’anda  Allah  tarafından  kadının  dininin  ve  aklının  noksanlığına  dair  en  ufak  bir  ima  dahi  yoktur. Bilimsel  olarak  da  böyle  bir  gerçek  yok  iken,  maalesef  peygamberimize  fatura  edilen  uydurma  rivayet  ve  hadislerle  kadınların  aklının,  dininin   noksanlığı  Müslümanlara  dayatılmış,  Cehenneme  girmenin  müsebbibi  olarak  gösterilmiş,  saçıyla,  başıyla,  giysisiyle  uğraşılmış,  kadın  kimliği  ayaklar  altına  alınmıştır.  Erkeklerin  kendi  eksiklikleri  ve  bencillikleri  böylece  kapatılmaya  çalışılmıştır.  Kadınlar  da   maalesef  Kur’anı  anladıkları  dilden  okumadıkları  için  bu  konuda  suçludurlar,  haklarının  ne  olduğunu  bilememekte,  haklarını  dile  getirememektedirler.  Halbuki,  kadının  aşağılandığı  bütün  konularda,  onları  Kur’an  korumaktadır. Örneğin,  kirli  olarak  ifade  edilen  hayızlı  kadının  onurunu  yine  Kur’an  gözetmiş,  hastalık  olduğu  için,  bu  gibi  hallerde  kadının  oruç  tutmaması  gerektiğine,  Bakara  Sûresinin  185. ayeti  ile  izin  verilmiştir. Bunun  yanı  sıra  toplumda  yanlış  yerleşmiş  olan  hayızlı  kadın  namaz  kılamaz,  Kur’anı  eline  alamaz  inancı  tamamen  Kur’ana  ve  Peygamberimizin  uygulamasına  terstir.  Çünkü  Kur’anda  Vakıa  Sûresinin  79. ayetinde  "  mutahharun "  olarak  sözü  edilen  temizlik  beden  temizliği  değil,  kalp  temizliğidir.

Tarihi  bilgilere  göre  Kur’an  inmeden  önceki  dönemlerde,  Yahudilerde,  Hristiyanlarda,  Araplarda,  hayızlı  kadınlar  hor  görülür,  bunun  biyolojik  bir  rahatsızlık  olduğu  bilinmezdi.  Kadına  bu  dönemde  kötü  ruhların  iliştiğine  inanılır,  hapsedilirdi. Murdar,  pis  sayılırdı. Pişirdikleri  yenmez,  onlarla  bir  arada  oturulmazdı.  Buna  rağmen  Hristiyanlar  onları  cinsel  ilişkiye  zorlar,  taciz  eder,  hiç  acımazlardı. Bu  olumsuz,  akıl,  insaf,  vicdan,  din  ve  insanlık  dışı  uygulamaları  ortadan  kaldıran  da  Kur’andır.  Allah,  kadını  erkekle  aynı  hakların  sahibi  yapıp  değer  verince,  o  günün  Medine  halkı  hayızlı  kadının  durumunu  peygamberimize  sordular.  Onların  peygamberimize  bu  sorduklarını  ise  bizzat  Rabbimiz,  Bakara  Sûresinin  222. ayetinde,  "  Sana  kadınların  ay  halinden  de  soruyorlar.  De  ki  :  “  O  bir  eziyettir.  Onun  için  ay  başı  halinde  kadınlardan  çekilin.  Ve  temizleninceye  kadar  onlarla  cinsel  ilişkide  bulunmayın.  Artık  iyice  temizlendikten  sonra  da  Allah’ın  emrettiği  yerden  onlara  varın.  Şüphesiz  Allah,  hatadan  iyice  dönenleri  ve  çok  temizlenenleri  sever.  "  ifadeleriyle  Kendisi  cevaplamıştır.  Bu  cevapla  Allah,  cinsel  ilişkinin  dışında  hayızlı  kadına  hiç  bir  yasak  getirmemiştir. İşin  aslı  bu  olmasına  rağmen,  ilmihal  ve  fıkıh  kitaplarında,  klasik  tefsircilere  dayanılarak  hayızlı  kadınlarla  ilgili  olarak,  İslam  öncesi  inançlara  benzer  şekilde  yasaklar  konmuştur. Camiye  giremez,  Kur’an  okuyamaz  eline  alamaz,  tavaf  edemez,  namaz  kılamaz,  bunlar  haramdır  denmiştir.  

Halbuki,  aslında  Allah’ın  yasaklamadığı  bir  şeyi  Allah’ın  yerine  yasaklamak  haramdır  ve  küfürdür.  Bunların  hepsi  kadını  Kur’andan,  eğitimden,  öğretimden  uzaklaştırıp  cahil  bırakmak,  aşağılamak,  toplumdan  dışlayıp  direncini  kırmak  ve  neticede  onu  köleleştirerek  kolayca  sömürebilmek  için  uydurulmuş  hükümlerdir.  Hepsi  köksüz,  mesnetsiz,  bencil,  kişiliksiz,  kendine  güveni  olmayan,  Kur’an  tanımayan  rivayetçilerin  uydurmalarına  dayandırılmış  olup,  Dinimiz  açısından  İslami  ve  akli  bir  değeri  yoktur. Hayızlı  bir  kadın,  normal  zamanlarda  olduğu  gibi  abdestini  alıp,  namazını  kılarak  Rabbi  ile  dertleşebilir,  ona  gönlünü  açabilir,  dileklerde  bulunabilir.  Allah’a  lazım  olan  onun  bedeni  değil,  yüreğidir.  Kur’anı  okumak  zikirdir,  Allah’ı  anmak,  Allah’a  yönelmektir.  Hayızlı  bir  kadını  bundan  mahrum  etmek  hiç  kimsenin   haddine  değildir. O  kadın  istediği  anda,  gece  gündüz,  Kur’anı  eline  alıp,  abdestli  abdestsiz  okuyabilir,  Rabbine  yönelebilir  Kadını  toplumdan  tecrit  eden,  onları  ikinci  sınıf  insan,  noksan  dinli  Müslüman  sayan  Rivayet  ve  hadislere  itibar  edilmemeli,  onların  İslam’a  ve  gerçek  Hakk  Dine  atılan  iftiralar  olduğu  bilinmelidir. Çeşitli  dini  kitap  adı  altında  piyasada  dolaşan  kitaplarda  yer  alan  bu  saçmalıklara  inanılmamalıdır.  Bunların  o  eşsiz  ahlakın  sahibi  Peygamberimize  mal  edilmiş  birer  iftira  olduğu  kesinlikle  bilinmelidir.  Aslında  İslam’ın  kadına  bakışını  açıklamak  için  Kur’anda  yer  alan  iki  ayet  yetip  artacaktır.

BAKARA  223  :  Kadınlarınız  sizin  için  bir  tarladır. /  kültürdür.  Öyleyse  tarlanıza  /  kültürünüze  dilediğiniz  gibi  varın.  Kendiniz  için  de  önceden  gönderin  ve  Allah’ın  koruması  altına  girin.  Şüphesiz  ona  kavuşacağınızı  da  bilin.  Ve  müminlere  müjdele.

Ayetin  orijinalinde  kullanılan  “ hars “  sözcüğü  hem  tarla  ( ekin )  hem  de  kültür  anlamına  gelir.  Bilindiği  üzere  kültür, “  Tarihsel,  toplumsal  gelişme  sürecinde  yaratılan  bütün  maddi  ve  manevi  değerler  ile,  bunları  yaratmada,  sonraki  nesillere  iletmede  kullanılan  insanın  doğal  ve  toplumsal   çevresine   aktardıkları,  egemenliğin  ve  medeniyetin  ölçüsünü  gösteren  değerlerin  bütünü  “ demektir.  Buna  kadın  söz  konusu  olunca,  biyolojik  ve  sosyolojik  kültür  de  diyebiliriz.  Zira  kadın,  biyolojik  bir  tarla  gibidir. Tıpkı  bir  organizmanın,  laboratuvarda  çeşitli  evrelerden  geçirilerek  amaca  uygun  hale  getirilmesi  gibi,  kadında  da  yumurta  ve  sperm,  çeşitli  evreler  sonucu  bebeğe  dönüşmektedir.  Bebeğin  doğumundan  sonra  da  kadınların  sosyolojik  kültür  olma  fonksiyonu  devreye  girer.  Çocuklarına  manevi  değerlerini,  inanç,  davranış,  düşünce,  beceri  ve  yaşam  ilkelerini  yavaş  yavaş  öğretir.  Ve  gelecek  kuşaklara  aktarır.  Kısaca  kadın,  Kur’ana  göre  maddi  bakımdan  ana  olduğu  gibi,  sosyolojik  açıdan  da  kültürü  aktaran  anadır.  Toplumun  bireylerini,  özellikle  analar  yapılandırmakta  ve  şekillendirmektedir. Analar  ne  kadar  bilgili,  bilinçli  ve  aydın  olursa,  o  toplumun  bireyleri  de  o  ölçüde  bilgili,  bilinçli  ve  aydın  olur.  Bu  nedenle  özellikle  Müslüman  toplumlarında  art  niyetli  olarak  kız  çocuklarının  neden  okutulmadığı,  kadınların  neden  ikinci  sınıf  insan  muamelesi  gördüklerinin  gerçek  sebebi  her  halde  anlaşılmış  olacaktır.  Bütün  uydurma  hadis  ve  rivayetler  işte  bu  amaca  yönelik  olarak  Müslüman  toplumuna  enjekte  edilmiştir. Maalesef  aklını  kullanmayan,  Kur’an  ayetlerini  de  objektif  olarak  yorumlayamayan,  aklını  kullanma  yetisinden  uzak  olan  alim  ve  ulema  denilen  kişiler  de  bugüne  kadar  bu  amaca  çanak  tutmuşlardır.

Oysa  her  alanda  olduğu  gibi,  aile  birlikteliği  içerisinde  de  Kur'anda  Nisa  Sûresinin  34 - 35. ayetlerinde, "  Allah’ın,  bazı  şeyleri  bazısına  fazla  kılması,  erkeklerin  mallarından  harcamaları  nedeniyle  erkekler,  kadınlar  üzerine  iyi  koruyup,  iyi  gözeticidirler. Hal  böyle  olunca,  Salih  kadınlar,  Allah’a  itaat  edicidirler. Allah’ın  koyduğu  kurala  uyanlardır.  Allah’ın  koruduğu  şey  nedeniyle  henüz  gelmediği  halde  başlarına  gelebilecek  felaketler  için  koruyucudurlar.  Nüşuzundan   korktuğunuz  kadınlara  da  öğüt  verin  veya  kendi  ülkeniz  sınırları  içerisinde  göç  ettirin  /  bir  süre  ayrı  yaşayın   ve  de  baskı  yapın. /  Daha  sağlıklı  düşünmesine  yardımcı  olun.  Bunun  üzerine  size  saygılı  davranırlarsa,  artık  onlar  aleyhine  başka  bir  yol  aramayın.  Allah  çok  yücedir,  çok  büyüktür. "  ifadeleriyle  erkek  ve  kadının  karşılıklı  yükümlülükleri  açıklanmaktadır.  Bu  ayette  kadınların  inci  gibi,  elmas  gibi  korunup  gözetilmesine  vurgu  yapılmakta,  toplumdaki  mutluluğun,  huzurun  ve  sulh  içinde  yaşamanın  yolları  gösterilmektedir.  Anlam  olarak ; * Zengin  de  olsalar,  kadınların  geçimi  erkeklerin  üzerinedir. * Erkekler  kadınları  en  iyi  şekilde  koruyup  kollamalı  ve  gözetmelidir. * Salih  kadınlar,  Allah’ın  bu  ilkesine  uymalıdırlar. * Nüşuzundan  (  ayrılmak,  boşanmak  düşüncesinde  olarak  kendisini  taciz,  tecavüz,  dövülme  ve  üzülme  riskine  atmasından  endişe  edilen )  korkulan  kadınlara,  öğüt  verilecek,  kendi  ülkeleri  sınırları  içerisinde  göç  ettirilecek,  böylece  baskı  yapılarak  nüşuzdan  /  düşüncesinden  vaz  geçirilmesine  çalışılacaktır.  Denilmektedir.   Birçok  mealde  yanlış  belirtilmesine  rağmen  aslında  bu  ayet  grubunda  kadının  iffetsizlik,  ahlâksızlık  gibi  bir  suç  işlediğinden  de  bahsedilmemektedir. Öte  yandan  bu  ayetlerde,  erkek  kendi  hanımı  üzerine  değil,  toplumun  erkekleri,  toplumun  kadınları  ( ana,  bacı,  kız,  eş,  gelin,  hala,  teyze,  komşu  kadını )  üzerine  gözetici  tayin  edilmişlerdir.  Bu  da  kadınların  yaşamlarını  sürdürebilmeleri  için  tüm  ihtiyaçlarının  erkekler  tarafından  karşılanması  gerektiğini  ifade  eder.  Daha  güçlü,  cesur  ve  dayanıklı  bir  fizik  yapısına  sahip  olmaları  nedeniyle,  erkekler  kadınların  koruyucusu  ve  gözeticisi  olmalı,  kadınlar  dağda,  taşta,  madende,  ormanda,  uzak  alanlarda  geçim  temin  etmek  zorunda  bırakılmamalıdır. Kadının  geçimi,  kocasına,  yoksa  babasına,  yoksa  erkek  kardeşine,  yoksa  devlete  aittir.  Ancak  bütün  bunlara  rağmen,  toplumumuzda   bilhassa  yaygın  olan  kadının  kırsalda,  tarlada,  bağda,  bahçede,  dağda,   bayırda  çalıştırılıp,  erkeklerin  kahve  köşelerinde  oturmaları,  ayette  görüldüğü  gibi  dinden  değil,  törelerden,  erkeklerin  bencilliğinden  ve  din  bilmezliğindendir. Kadınlarımızın  cahil  bırakılıp,  haklarını  dile  getirememelerindendir.

Ayette, “  Allah’ın  bazı  şeyleri  bazısına  fazla  kılması  “  ifadesi  genellikle  “  Allah  erkekleri  kadınlara  üstün  yaratmıştır “  diye  açıklanmaktadır.  Ki  bu  kesinlikle  yanlış  bir  yorumdur. Burada  konu  edilen  üstünlük,  kadın  ve  erkeğin  ayrı  ayrı  farklı  olan  özellikleridir.  Örneğin,  erkekteki  beden  gücü,  cesaret,  soğukkanlılık  ve  metanet  kadından  üstün  özelliklerdir.  Diğer  yandan,  haya,  merhamet,  şefkat,  eğiticilik,  bağlılık,  sorumluluk,  sadakat  gibi  özellikler  açısından  da  kadın  erkekten  üstündür. İnsanların  Allah  katındaki  üstünlüklerinin  ölçüsü,  Kur’ana  göre  sadece  takvadır. ( Allah’ın  koyduğu  yasaklardan  sakınmasının  ölçüsüdür. )

Ayetin  orijinalinde  yer  alan “  Ve’dribuhunne “  darabe  kökünden  gelen  sözcük,  pek  çok  mealde  düz  mantık  ile  kadını  darb  edin, “ Onları  hafifçe  dövün “  şeklinde  çevrilmiştir.  Bundan  dolayı  da  bu  ayet  kadınların  dövüleceği  ayet  olarak  belleklere  yerleşmiştir. Diyanet  2004  meali :

NİSA  34  :  Erkekler  kadınların  koruyup  kollayanlarıdır……../  evlilik  yükümlülüklerini  reddederek  baş  kaldırdığını  gördüğünüz  kadınlara  öğüt  verin,  onları  yataklarında  yalnız  bırakın. /  Bunlar  fayda  vermez  de  mecbur  kalırsanız  onları  hafifçe  dövün......

Aslında ( İhsan  Eliaçık  Hocanın  dediği  gibi ) bu  sözcüğün  bizdeki  her  derde  deva  olan  aspirine  benzer  şekilde  ( vurmak,  dövmek,  çıkarmak,  yapmak,  bırakmak,  ayrılmak,  göstermek,  etmek,  eylemek,  koymak  )  gibi  pek  çok  anlamı  vardır.  Tabiidir  ki  fikri  o  yönde  olan  klasik  tefsircilerin  zikrinin  de  o  yönde  olacağı  gibi  bu  seçeneklerden  dövmek  anlamı  seçilmiştir. Halbuki  ( darabe ) sözcüğünün  Kur’anda  Nisa  Sûresinin  94.  ayetinde  " sefere  çıktığınız  zaman  ",  101.  ayetinde  de  " Yeryüzüne  çıktığınız  zaman "  gibi  bir  yerden  bir  süreliğine  ayrılmak  anlamında  kullanıldığı  ayetler  de  bulunmaktadır.  Bundan  dolayı  burada  asıl  anlatılmak  istenen,  bir  süre  iki  tarafın  da  ayrı  yaşaması,  kadınları  dövme  alışkanlığında  olan  bir  toplumu  ıslah  etmek  ve  onları  daha  doğru  olan  bir  davranışa  yöneltmektir.  Nitekim  ayetin  bütünlüğü  içerisinde,  şiddetli  geçimsizlik  içerisinde  olan  ailelere,  aşama  aşama  anlaşma  ve  aile  birliğinin  bozulmaması  için  yapmaları  gerekenler  gösterilmektedir. Önce  konuşarak  anlaşma,  olmazsa  ev  içinde  yatakların  veya  odaların  ayrılması,  olmazsa  bir  müddet  evden  ayrı  kalma,  olmazsa  aile  büyüklerine  danışma,  olmazsa  da  boşanma  yolu  anlatılmaktadır. Devam  eden  ayetlerde,  üstelik  de  yine  kadını  koruma  adına,  boşanmayı  iki  ile  sınırlandırıp,  üçüncü  bir  geri  dönme  hakkı  verilmekte,  erkeğe  de  aynı  kadınla  üçten  fazla  evlenme  yasağı  getirilmektedir. 

Kur'anda  erkekler  adına  başlı  başına  bir  Sûre  bulunmamaktadır. Buna  karşın  kadınlar  için  " Nisa " ( Kadınlar )  Sûresi  ve   bunun  yanı  sıra  geçimsizlik  nedeniyle  eşini  aşağılamaya  ve  onunla  ilişkisini  kesip  dışlamaya  çalışan  erkeklere  de  çok  şiddetli  yaptırımların  öngörüldüğü  ve  kadının  haklarını  savunan,  Allah'ın  zulme  uğrayan  kadının  yanında  olduğunu  gösteren  ( Peygamberle  tartışan  kadın )  "  Mücadele  Sûresi  "  bulunmaktadır.

MÜCADELE  1  :  Kocası  hakkında  seninle  tartışan  ve  Allah'a  şikayette  bulunan  kadının  sözünü  Allah  kesinlikle  işitmiştir.  Allah  ikinizin  konuşmasını  da  işitir.  Şüphesiz  Allah  en  iyi  işitendir,  en  iyi  bilendir.  2  :  Sizden  kadınlarınıza  Zıhar  yapan  kimseler ;  zıhar  yapılan  kadınlar,  kendilerinin  anaları  değildir.  Onların  anaları,  ancak  kendilerini  doğuran  kadınlardır.  Ve  şüphesiz  onlar,  sözden  çirkin  olanı  ve  yalanı  söylüyorlar.  Ve  şüphesiz  Allah,  çok  affedici,  çok  bağışlayıcıdır.  3  :  Ve  kadınlarına  zıhar  yapıp  sonra  da  söylediklerinden  dönenlerin,  birbiriyle  cinsel  ilişkiden  önce  bir  köleyi  hürriyete  kavuşturmaları  gerekir.  İşte  siz  bununla  öğütleniyorsunuz  /  uyarılıyorsunuz.  Allah  yaptıklarınızdan  çok  iyi  haberi  olandır.  4  :  Artık  kim  bu  imkânı  bulamazsa,  cinsel  birleşme  yapmalarından  önce,  hemen  aralıksız  olarak  iki  ay  oruç  tutmalıdır.  Artık  kim  güç  yetiremedi,  altmış  miskini  /  fakiri  doyurmalıdır.  Bu  Allah'a  ve  Elçi'sine  inanmanız  içindir.  Ve  bunlar  Allah'ın  sınırlarıdır. Kafirler  için  de  çok  acıklı  bir  azap  vardır.

Zıhar,  bir  sırtın  diğer  bir  sırta,  terim  olarak  da  helal  olan  bir  sırtı,  haram  olan  bir  sırta  benzetmektir. O  günkü  geleneklere  göre  de  Arap  toplumunda   erkeğin,  kadını  boşaması  anlamına  gelmektedir. Örneğin,  geçimsiz  veya  eşine  karşı  ilgisiz  bir  erkeğin "  Sen  benim  için  annemin  sırtı  gibisin  "  diyerek   eşinden  yatağını  ayırması  ve  kendisine  haram   kılması  ve  başka  bir  kadınla  beraber  olmasıdır. Ayetlerde  görüldüğü  gibi  bu  yanlış  uygulamaya  müdahale  edilmekte,  bu  haksız  uygulamanın  karşılığının  da   hükmünün  de  bunu  yapan  erkekler  için  çok  ağır  olacağı  belirtilmektedir. Bu  ayetlerin  inişine  sebep  olan  ve  Peygamberimizle  tartıştığı  belirtilen  kadının  adı  Havle  Binti  Salebedir.  Bu  kadın  bugün  bile  horlanmakta  olan,  terk  edilmiş,  önemsenmeyen,  itilmiş  kadınların  ortak  isyanını  dile  getirmektedir. Kur'anda  Mücadele ( Peygamberle  tartışan  kadın )  demek  olan  Sûre  ile  Rabbimizin  bizzat  kadınları  önemsediği,  onları  hakir  gören  erkeklere  cezalar  öngördüğü  belirtilmektedir. Rivayetlere  göre  Havle  Binti  Salebe'nin  kocası  da  kendisine  zıhar  ederek  dışlamış  ve  çok  bunalan,  çaresiz  kalan  kadın  bu  durumu  peygambere  anlatarak  şikayette  bulunmuş  ve  onunla  bu  konuda  tartışmıştır.  O  günün  geleneklerine  göre  de  peygamberimizden  bir  destek  ve  çözüm  göremediği  için  de  durumunu  Allah'a  seslenerek  anlatmış  ve  yardım  istemiştir.  Semi  ve  Basar  olup  her  şeyi  en  iyi  gören  ve  işiten,  bize  şah  damarımızdan  daha  yakın  olan  Yüce  Rabbimiz  Allah  da  peygamberimize  indirdiği  bu  Sûrenin  ayetleri  ile  duruma  müdahale  etmiş  ve  kadının  yanındaki  tavrını  açıkça  ortaya  koymuştur. Havle  Binti  Salebe'nin   yaşadıkları  çok  ayrıntılı  bir  şekilde  siyer  kitaplarında  anlatılmaktadır. Bu  hikâye  ve  Kur'an  ayetlerinin  mesajı,  bütün  suskun  kadınlara  örnek  olmalıdır. 

Nisa  Sûresinin  ayetleriyle  de  Allah,  kadınların  onurlarını,  ırz  ve  namuslarını  koruma  altına  almış,  Nisa  Sûresinin  4. ayetinde  de  "  Ve  yetimlerin  kadınlarına ( annelerine )  mehirlerini  seve  seve  veriniz.  Artık  kendileri  alacaklarından  bir  kısmını  size  ikramda  bulunurlarsa  da  onu  afiyetle,  çekinmeden  yiyiniz. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  mehir  verilmesini  emretmiş,  onların  geçimlerini  erkeklerin  üzerine  yüklemekle  boşanılan  kadınlara  güvence  oluşturmuştur.  Mehir, evlilik  esnasında  koca  tarafından  kadına  ödenen  veya  ödeneceği  belirtilen  mal  veya  paradır. Bu  kadının  onurundan  feda  ettiklerinin  bir  karşılığıdır. Bu  uygulama  isteği  aslında  kadının  zayıflığından  değil,  kadının  sosyal  ve  kültürel  yönden  önemine  binaen  korunmasının  gerektiğindendir. Boşanma  sonucu  kadının  dul  kalması  durumunda  “ iddet “  süresince  geçinebileceği  bir  mal,  ya  da  paranın  kadına  evlilik  öncesi  peşinen  veya  boşanma  esnasında  verilmesi,  onun  geçimini  sağlamak  için  uğraşmasına,  sıkıntılara  katlanmasına  gerek  bırakmayacaktır. Zira  kadının  dul  kalmasıyla  beraber,  hemen  tekrar  evlenmesine  izin  verilmemiş  “  iddet “  kuralı  ( bekleme  dönemi ) ile  bir  süre  beklemesi  istenmiştir. ( Bakara  228 )  Dinimizde,  mehirin  amacı  kadını  himaye  etmek,  onu  geçim  sıkıntısı  içerisinde  bırakmamaktır.  Ama  bugün  dincilik  konusunda  ahkam  kesip,  mangalda  kül  bırakmayanlar,  boşanmada  kadının  bu  hakkından  hiç  söz  etmemektedirler. Bundan  dolayı  günümüzde  ideal  olanın,  ekonomik  açıdan  kadının  kocasına  muhtaç  olmayacak  ölçüde  ve  sosyal  açıdan  kendi  ayakları  üzerinde  durabilecek  nitelikte  yetiştirilmesinin,  okutulmasının,  bir  meslek  sahibi  olmasının  önemi  ortaya  çıkar.

Toplumumuza  yanlış  olarak  yerleşmiş  olan  ve  kadınların  aşağılandığının  düşünüldüğü  “  kadının  şahitliği  “  konusundaki  inanç,  çok  eleştiri  alan  ve  en  çok  istismar  edilen  bir  konudur. Buna  da  Bakara  Sûresinin  282.  ayetinde " Ey  iman  etmiş  kimseler ! … Ve  iyi  tanık  olabilecek  kimselerden  olmak  üzere,  bunlardan  razı  olabileceğiniz  erkeklerinizden  iki  iyi  tanık  tutun…şayet  iki  erkek  tanık  olmazsa,  o  zaman  bir  erkekle  iki  kadın  tanık  olsun..."  ifadelerine  dayandırılarak  yapılan  yanlış  yorumlar  delil  olarak  gösterilir.  Halbuki  şu  iyi  bilinmelidir  ki  Bakara  140,  Nisa 135,  Maide  8. ayetlerinde  görüleceği  gibi  şahitlik  meselesi,  İslam  dininin  hassasiyetle  üzerinde  durduğu  bir  konudur. Üstelik  de  bu  ayetlerde  kadın  erkek  ayrımı  yapılmadan,  Müslümanların  hepsi  muhatap  alınmıştır. Bu  ayette  tanıklık  için  neden  iki  kadın  ifadesi  yer  almaktadır ?   sorusunun  nedeninin  doğru  anlaşılabilmesi  için  o  günkü  Arap  toplumunun  içinde  bulunduğu  sosyolojik  yapının  gerçekleri  ile  göz  önünde  bulundurulması  gerekmektedir. Yüce  Allah,  sebepsiz  yere  hiç  bir  hüküm  oluşturmaz.  Burada  da  iki  kadın  olmasının,  şahitlik  müessesesinin  aksamadan  gerçekleşebilmesi  için  illet  olabilecek,  engel  olabilecek  sebepleri  vardır. Zira  burada  asıl  olan  şahitlik  alanın  zarar  görmemesi,  adaletin  tecelli  etmesi,   şahitlik  konusunun  riske  atılmamasıdır. Çünkü  kadının  o  dönemlerde  yalnız  başına  yola  çıkması,  uzağa  gitmesi,  gönderilememe,  taciz,  tecavüz  riskinden  dolayı  erkekler  tarafından  korunma  zorunluluğu  vardır.  Ayrıca  kadının  özel  günleri,  ay  halleri,  hamilelik,  lohusalık  durumları  gibi  engelleri  vardır. Bu  nedenlerden  dolayı  iki  kadından  engeli  olmayan  ve  uygun  olanından  sadece  biri,  diğer  erkek  tanığın  yanında  ikinci  tanıklık  görevini  yerine  getirecektir.  Bu  ayette  kadın  aşağılanmamış,  bilakis  kadın  da,  şahitlik  müessesesi  de  korunmuştur.  Burada  hemen  düz  mantıkla  bir  erkeğin  yanında  iki  kadınla  beraber  üç  kişinin  tanıklık  edeceği  düşünülmemelidir.  Aslında  bir  erkeğin  yanında  her  ne  olursa  olsun  biri  olmazsa,  diğer  kadının  da  mutlaka  ikinci  şahit  olarak  bulunabilmesi  garantisi  sağlanmaktadır.  Bugünkü  hukuk  sistemi  ve  gelişen  sosyal  hayat  bu  konuyu  zaten  kökünden  çözmüştür. Ulaşım  da,  güvenlik  de  sağlanmıştır,  sadece  iki  kadın  da  olabilir  veya  bir  erkek  ve  onun  yanında  tek  bir  kadının  şahitliği  de  yeterli  kılınmıştır.

Kadınların  aşağılandığının  düşünüldüğü,  bir  erkeğin  4  kadınla  evlilik  yapabileceği  de  İslam’a  mal  edilerek,  en  çok  istismar  edilmiş  konulardan  birisidir. Halbuki  bu  düşüncelere  konu  edilen  Nisa  Sûresinin  3. ayetinin  önündeki  ve  ardındaki  ayetlere  ve  o  günkü  Arap  toplumunun  yapısına  dikkat  edilerek  ayetler  objektif  olarak  Kur’an  bütünlüğünde  değerlendirilebilseydi,  daha  hakkaniyetli  bir  sonuca  varılabilir,  Allah’ın  adaletinin  ve  kadın  ile  yetimin  korunması  üzerine  ne  kadar  hassasiyet  gösterdiği  anlaşılabilirdi.

NİSA  2  :  Ve  yetimlerinize  mallarını  verin. Temizi  pise  değişmeyin. Onların  mallarını  kendi  mallarınıza  katarak  yemeyin.  Bunu  yapmak  kesinlikle  büyük  bir  suçtur.  3  :  Ve  eğer  ki  yetimleriniz  konusunda  hakkaniyetten  korktuysanız ;  o  takdirde  yetimlere  bakmak  zorunda  kalmış  kadınlardan,  sizin  için  hoş  olanlarından,  ikişer  ikişer,  üçer  üçer,  dörder  dörder  nikahlayın. Bu  haksızlığa  sapmamanız  için  en  uygunudur.  4  : Ve  yetimlerin  kadınlarına  /  nikâhladığınız  yetimlerin  annesine  mehirlerini  seve  seve  veriniz.

O  günkü  Arap  toplumunda  savaşlardan,  saldırılardan,  köle  ticaretinden,  cariyelik  uygulamasından  dolayı  çok  sayıda  sahipsiz  ve  korumasız  dul  kalmış  kadın  ve  yetim  çocuk  bulunmaktadır. Zengin,  güçlü  erkeklerin  de  beş,  on,  hatta  daha  fazla  sayıda  karısının  yanı  sıra  cariyeleri  de  bulunmakta,  boşanmalar  evlenmeler  erkeğin  tek  bir  sözüyle  olmaktadır. Aslında  Allah’ın  bu  ayetleri,  çok  evliliği  teşvik  etmek  için  değil,  bilakis  çok  eşli  evlilik  yapısını  alıştıra  alıştıra  ıslah  etmeye,  ve  yetim  kalmış  çocukları  ve  korumasız  kadınları  güvence  altına  almaya  yöneliktir.  Ayetin  orijinalindeki  “  mesna “,  “ sülase “,  “ ruba “  sözcükleri  paylaştırma  sayı  sıfatları  olup,  ikişer,  üçer,  dörder,  yetimlerin  kadınlarından  ( annelerinden )  değişik  kişilerce  nikâhlayın  denilmek  istenmiştir. Kesinlikle  ikinci  kadını  nikâhlayın,  üçüncü  kadını  nikâhlayın,  dördüncü  kadını  nikâhlayın  anlamında  kullanılmamıştır. Çünkü  Yüce  Rabbimiz  bu  ayetlerle  dul  ve  korumasız  kalmış  kadınla  onun  yetimini  koruma  altına  almak  için  adeta  bir  kampanya  açmış  ve  ortada  korumasız,  sahipsiz  kalan  bu  yetimleri  ikişer  ikişer,  üçer  üçer,  dörder  dörder  değişik  kişilerce  sahiplenin  ve  ortada  kalmış  annelerini  de  nikâhınıza  alın  demek  istemiştir.  Böylece  hem  çok  eşli  evliliği  ıslah  etmeye,  hem  de  yetim  ile  annesini  koruma  altına  almaya  çalışmıştır. Bundan  dolayı  normal  durumlarda  İslam’da  çok  eşli  evlilikler  yoktur.  Ayette  görüldüğü  gibi  ancak  olağan  üstü  durumlarda  yetimlerin  himayesi  için  uygulanmış  sosyal  bir  kampanyadır. Peygamberimizin  çok  eşle  evliliği  de  yine  bu  amaçlara  yönelik  olmuş  ve  bu  ayetin  inmesinden  sonra  bir  daha  da  evlilik  yapmamıştır. Buna  rağmen  bu  ayetleri  yanlış  yorumlayan  klasik  tefsircilerin  ardına  takılan  yüzlerce  rivayet,  Müslümanların  belleklerini  istila  etmiştir. Bu  çirkinlikleri  de  burada  sergilemenin  bir  gereği  yoktur.

Peygamberimiz  ve  Kur’an  ile  birlikte  sosyal  hayatta  tembellikle  okumayan,  öğrenmeyen,  sorgulamayan,  cahil,  kültürsüz,  içine  kapanık,  yaşadığı  dünyadan  haberi  olmayan,  doğurganlıktan  başka  üretkenliği  bulunmayan  kadının  İslam  dininde  yeri  yoktur. Peygamberimizle  birlikte  İslam  diniyle  müşerref  olan  her  kadın,  İslam  inanç  ve  terbiyesiyle  toplumla  iç  içe  yaşar,  her  türlü  sosyal  ve  siyasal  olaylarda  kendini  gösterir  ve  belirleyici  rol  üstlenirdi.  Toplumsal  yaşama  katılır,  mescitten,  musalladan  sosyal  aktivitelerden  uzak  kalmazlardı.  Kadın,  peygamberimizin  eğitim  ve  öğretim  çalışmalarında  salatın  ikamesinde  gerekli  işlevini  yerine  getirir,  zaman  zaman  da  hiç  çekinmeden  sorularını  sorar  eleştirisini  yapar,  yönetici  hatalarının  düzeltilmesini  sağlardı. Peygamberimiz   ve  dört  halife  zamanında  kadınlar  engellenmez,  aksine  teşvik  edilir,  her  konuda  onlarla  istişare  edilir,  onların  oyu  alınırdı.  Ancak  Emeviler  döneminden  itibaren  kadına  bakış  açısı  değişmiş,  hadis  ve  uydurma  rivayetlerle  ikinci  sınıf  insan  yerine  konmaya  başlanmıştır. Toplumdan  tecrit  edilmiş,  kara  çarşafa,  evine  ve  dört  duvar  arasına  hapsedilmiş,  beyni  örtülmüş  kadının  kimliği  ortadan  kaldırılmıştır.

Bugün  dahi  ülkemizde  bu  uygulamaların  etkisi  devam  etmekte,  toplu  namazlara  kadın  katılmamakta,  Cuma  namazına,  Kur’anın  hilafına  kadınlara  farz  değildir  fetvası  işletilmekte,  bayram  namazları,  cenaze  namazları  kadınlar  katılmadan  kılınmakta,  dernek  vakıf,  sivil  toplum  örgütlerinde  dindar  geçinenlerin  kadınları  hiç  yer  almamaktadır. Böyle  olunca  bu  günkü  toplumda  kadının  yeri,  İslam  öncesi  dönemlerindekinden  daha  da  geri  ve  kötü  durumlara  doğru  götürülme  eğilimindedir. Kadın  dövülmekte,  taciz  edilmekte,  cinayetlere  kurban  gitmekte,  küçük  yaşta  mal  gibi  satılıp  evlendirilmektedir. Eğitimden,  iş  hayatından,  sosyal  hayattan,  hakkı  olanları  gerektiği  ölçülerde  alamamaktadır.

Gerçek  İslam’a  ve  Kur’ana  göre  yukarıdaki  ayetlerle  açıkladığımız  gibi,  madem  ki  kadın  sosyal  ve  kültürel  bir  anadır,  toplum  kadın  ve  erkek  olarak  iki  cinsten  oluşmaktadır  ve  bunlar  üreme  sistemlerinden  başka  birbiriyle  aynı  özellikleri  ve  dini  yükümlülükleri  taşıyorlar  ve  hayat  denilen  şey,  ev,  çarşı,  iş  yeri,  okul,  eğitim,  alışveriş,  gezme,  eğlenme,  hayatı  paylaşma  ise,  kadınlar  da  kimliklerini  yitirmeden  erkekler  gibi  hayattaki  yerlerini  almalılardır.  Bu  onların  yaratılmanın  gereği  olarak  en  doğal  hakkıdır.  Ev  hanımlığının  yanı  sıra,  iş  kadını,  bilim  kadını,  yönetici,  çalışan,  üreten,  parasını  kazanan  olabilmeli,  toplumun  bir  parçası  olduğunu  hissedebilmelidir.  Peki  ne  oldu  da  olması  gerekenler,  doğallık  ve  ahenk  bozuldu.  Haremlik,  selamlık  diye  kadını  toplum  yaşamından  soyutlamaya  yönelik  bir  kavram  ortaya  çıktı.  Kadın,  nasıl,  neden  ve  kimler  tarafından  toplumdan  uzaklaştırılmaya   çalışılmaktadır,  nasıl  oldu  da  kadınsız  bir  din  anlayışı  ortaya  çıkarılmıştır,  neden  kadınlar  yatak  odası  ile  mutfak  arasına  sıkıştırılmaya  çalışılmaktadır.  Aslında  bu  soruların  cevabını  da  yine  Kitabımız  Kur’an  vermektedir.  Amma  tabiidir  ki  okunursa  ve  uyarıları  dikkate  alınabilirse !

HADİD  27  :  Sonra  bunların  izinden  ardarda  elçilerimizi  gönderdik. Meryem  oğlu  İsa’yı  da  arkalarından  gönderdik. Kendisine  İncil’i   verdik  ve  ona  uyan  kimselerin  kalplerine  bir  şefkat  ve  merhamet  koyduk.  Uydurdukları  ruhbanlık ;  Onu  onların  üzerine  Biz  yazmadık. Sadece  Allah  rızasını  kazanmak  için  ortaya  çıkardılar.  Sonra  da  buna  gereği  gibi  riayet  etmediler. Sonra  da  Biz,  onlardan  iman  eden  kimselere  karşılıklarını  verdik.  Onlardan  pek  çoğu  da  hak  yoldan  çıkmış  olanlardır.

Ayette  görüyoruz  ki  Hristiyanlar   Ruhbanlığı,  akılları  sıra  daha  dindarca  bir  hayat  yaşayacağız  ve  Allah’ın  rızasını  kazanacağız  diye  uydurmuşlar,  ama  ağızlarına  yüzlerine  bulaştırmışlar.  Allah ü  Teala  burada  bizi  de,  sakın  onlar  gibi  yapmayın  diye  uyarmaktadır.  Buna  rağmen  maalesef  Müslümanlar  da  Kur'anın  dışında  dinci  imam,  ulema  ve  veli  denilenlerin  eliyle  dindar  olacağız  derken,  peşinden  gittikleri  yanlış  inançlarla,  kınanan  Hristiyanlardan  aşağıda  kalmamışlardır. Kadını,  fitne,  bela,  uğursuz,  şeytan,  necis,  aklı  kıt,  dini  noksan,  şehvet  malzemesi,  seks  objesi  sayınca,  kadınla  dünya  arasına  kalın  bir  duvar  örülmüştür. Bu  hususta  Allah’ın  koyduğu,  Resulullah’ın  uygulayıp  bize  gösterdiği  ölçülere  hiç  uyulmamış,  bunun  yerine  uydurulmuş  hadis  ve  rivayetlerin  peşinden  gidilmiştir.  Bugün  artık  ilkellikten  ve  bu  yanlış  taassup  inançlarından  sıyrılıp,  bilim,  teknoloji  ve  iletişim  çağının  gereği  olarak,  esaret,  kölelik,  yoksulluk  ve  göz  yaşı  ile  dolu,  güdülen  bir  toplum  yapısından  çıkılmak  isteniyorsa, Müslüman  toplumlarında  da  artık  kadın,  mutlaka  toplumda  hak  ettiği  saygın  yerini  almak,  üretime  katılmak  zorundadır.  Bunun  için  kadın  da  artık  uyanmalıdır.  Erkek  sömürüsüne  ve  istismarına  karşı  koyarak  kendini  kurtarmalıdır.  Saçıyla  başıyla,  makyajıyla  değil,  aklıyla,  beyniyle  ürettikleri  ile  kültürlü  ve  eğitimli  bir  anne  olarak  toplumdaki  yerini  almalıdır.

Bugün  kadına  yapılan  bütün  haksızlıkların  temelinde  İslam  dini  ve  Kur’an  değil,  akıl  ve  mantık  dışı,  bilimsel  gerçekler  dışı  uygulamaların  kaynağında,  atalardan  intikal  ettirilmiş  olan  geleneksel  ilkel  töreler,  cahiliye  dönemindeki  sakal,  sarık,  peçe,  şalvar,  gibi  Arap  töreleri  ve  hayranlığı,  Peygamberimizin  vefatından  200  yıl  sonra  dine  sokulan  uydurma  hadisler  ve  rivayetler  yatmaktadır.  Aslında  Müslüman  toplumları  üzerinde hedeflenen,  kadının  başını,  bedenini  örtmesi  değil,  beyninin  örtülmesi,  kolayca  istismar  edilebilmesi,  üretimden  ve  iş  gücü  katkısından  uzak  tutulması,  toplumun  her  yönden  güçsüz  ve  dünya  ülkeleri  arasındaki  rekabetten  uzak  bırakılmasıdır. Yüz  yıllardır Yahudilerin  ve  Siyonizmin  etkileri  ile  hazırlanmış  olan  zeminle  de,  Müslümanların  ve  toplumumuzun,  kadın  erkek  Kur’anı  terk  etmiş,  anlamak  için  okuma  çabası  göstermeden  rafa  kaldırmış  olması  da,  hedeflenen  bu  amaçlara  kolaylık  sağlamıştır.  Üstelik  de  bunlarla  beraber  Rad  Sûresinin 11. ayetinde  Rabbimizin  “ Toplum  kendi  durumunu  değiştirmedikçe,  Ben  de  onların  üzerindeki  pislikleri  belaları  kaldırıp  durumlarını  değiştirmem "  dediği,  Necm  Sûresinin  39.  ayetinde  de   "  Gerçek  şu  ki  insan  için  çalışıp  didindiğinden  başka  bir  şey  yoktur. "  ifadeleriyle  yaptığı  uyarılarının  öneminden  ve  ciddiyetinden  haberimiz  bulunmamaktadır.

Aslında  dünya  hayatının  yükünü  paylaşmak,  zenginleştirmek,  kolaylaştırmak  ve  güzelleştirmek  amacıyla  Yüce  Rabbimiz  Allah'ın,  dünya  hayatında  neslin  devamının  sağlanmasında  vesile  kıldığı  ve  erkekler  için  en  önde  gelen  lütuflarından  biri  olan  ve  sadece  var  olmaları  nedeniyle  her  türlü  saygıyı,  şefkati,  güzelliği  hak  eden,  dünyanın  ve  ülkemizin  bütün  kadınlarına,  annelerine  selam  olsun !.. Kur'anın  öngördüğü  adalet,  esenlik,  huzur,  barış,  sevgi,  saygı,  özgürlük  ve  mutluluk  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  !  RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

Dr.  Huriye  Martı :  Olumsuz  Kadın  Algısının  Uydurma  Rivayetlerdeki  İzleri

Nur'a  Doğru  :  Tercümeli  Ayet  ve  Hadisler

 

 

 

 

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET